Bab ile İlgili Hadisler
2108-)
Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti. ki): Bize Süfyan b. Uyeyne, Abdullah b. Ebî Bekir'den, o da Abbad b. Temimden, o da amıcasından naklen haber verdi. Şöyle dedi: (sallallahü aleyhi ve sellem) namazgaha çıkarak yağmur duası yaptı ve kıbleye karşı döndü. Cübbesinf ters çevirdi; iki rekat da namaz kıldı.»
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Yağmur Duasının Namazı
Konu: Bab
2109-)
Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti. ki): Bize Süleyman b. Bilâl, Yahya b. Said'den naklen haber verdi. ki: Bana Ebû Bekir b. Muhammed b. Amr haber verdi; Ona da Abbâd b. Temim haber vermiş, ona da Abdullah b. Zeyd El-Ensârî haber vermiş ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yağmur duası için namazgaha çıkmış, duâ etmek isteyince kıbleye dönmüş ve cübbesini ters çevirmiş.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Yağmur Duasının Namazı
Konu: Bab
2110-)
Bana Ebû't-Tâhir ile Harmele rivâyet ettiler. Dediler ki-. Bize İbn Vehb haber verdi. ki): Bana Yûnus, İbn Şihâb'dan naklen haber verdi. ki: Bana Abbâd b. Temim El-Mâzîni haber verdi. O da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ashabından biri olan amıcasını şöyle derken işitmiş: gün Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yağmur duasına çıktı» müteakiben arkasını cemaata vererek Allah'a duâ etmeye başladı ve kıbleye döndü. Cübbesini de ters çevirdi. Sonra İki rek'at namaz kıldı.» hadîsi Buhârî «İstikaa» bahsinin bir kaç yerinde; Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mace dahi muhtelif yerlerde muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir. İçecek ve hayvanları ile nebatlarını sulayacak suyu bulunmayan yahut bulunup da yetmiyen yerler halkının ihtiyâç zamanında Allahü teâlâ'dan su niyaz etmeleridir. göre istiskaa, kitap ve sünnetle sabitdir. dan deliller kavmim? Rabbinizden (evvelâ) af dileyin sonra da tevbe edin ki, sizin üzerinize semâdan Sûre-i Hûd, âyet; 52. bol bol yağmur göndersin." âyet-i kerimesi ile emsali âyetlerdir. bu âyetlerde bahsi geçen Peygamberler bizim Peygamberimiz değil; Hazret-i Nûh ve Hazret-i Hûd (Aleyhimesselmâ) gibi geçmiş ümmetlere gönderilen Peygamberler olup, duâ ve istiğfar hususunda yapmış oldukları tavsiyeler dahi kendi ümmetlerine âit ise de, Allah ve Resûlü inkârsız şekilde hikâye etmiş olmak şartı ile eski şeriatlar bizim için dahi şeriat sayılır. Bunun mânâsı: O şeriatların bâzı ahkâmı bizim şeriatımızın bir cüz'ü olmak üzere bize meşru kılınmışdır. âyetlerde de hâl böyledir. Bahsimiz hadislerinden de anlaşılacağı vecihle istiskaa, sünnetle de meşru olmuşdur. Bu bâbda bir çok sahih hadisler rivâyet olmuşdur. hususunda kitap ile sünnetin isbât ettikleri haddi müşterek: istiğfar ile Allah'a hamd-ü sena ve duadır. duasında namaz mes'elesi Hanefiiler'e göre: Yalnız bir hadîsde zikredilmişdir. O da şâzzdır. ki yağmur duası eski ümmetlere de meşru olmuşdur. Bu cihet âyetlerle sabit olduğu gibi, bâzı hadîslerden de anlaşılmaktadır. Ahmed ile Hâkim'in Hazret-i Ebû Hüreyre’ den, rivâyet ettikleri bir hadîsde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuşlardır: «Vaktiyle Süleyman (aleyhisselâm) yağmur duasına çıktı ve sırtüstü yatarak ayaklarını semâya kaldırmış bir karınca gördü. Karınca: Yâ Rabbî! Biz, senin mahlûkaatından bir takım mahlûklarız. Senin suyundan müstağni değiliz, diyordu. Bunun üzerine Hazret-i Süleyman (yanındakilere): başkasının duası sebebiyle sulandınız; dedi.» Bu hadîs de yağmur duasının eski ümmetlere meşru olduğunu gösterir. duası islâmîyetten evvel araplarda da vardı. İbn Asâkir (499 - 571) şu rivâyeti tahric etmişdir: «Mekke'ülere kıtlık isabet etmiş, Kureyş (Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem)’in amıcası Ebû Tâlib'e): Yâ Ebâ Tâlib! Bu vadiye kıtlık geldi. Çoluk çocuk kurağa tutuldu; gel bir yağmur duası yapıver! demişler. Bunun üzerine Ebû Tâlib, beraberinde bir çocuk, (ama) üzerinden siyah bir bulut açılmış güneş gibi bir çocuk (yani âhir zaman Peygamberi onun etrafında da bir takım çocuklar olduğu hâlde duaya çıkmış.) Çocuğu alarak sırtını Kabe'ye dayamış ve parmağı ile çocuğa dokunmuş. Gökyüzünde bir pare bulut bile yokmuş. Derken öteden oeriden bulutlar peyda olmuş. Ve gittikçe çoğalarak öyle bol bir yağmur yağmış ki; vadi dolmuş taşmış, her taraf bolluk içinde kalmış...»
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Yağmur Duasının Namazı
Konu: Bab
2126-)
İbnu Şihâb ez-Zuhrî dedi ki: Saîd ibnu'l-Müseyyeb şöyle dedi: Ebû Hureyre(radıyallahü anh) şöyle dedi: Ben Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem.A.V.)'den kulağımla işittim; "Yemin, mal için sürüm ve revâc sebebi (sanılır; hakikatte)bereketin mahv sebebidir" buyuruyordu.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-buyû'
Konu: Bâb
2274-)
Urve b. ez-Zübeyr'in haber verdiğine göre, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın hanımı Âişe (radıyallahü anhâ) şunları söylemiştir: Cahiliyye döneminde dört çeşit nikâh vardı. Bunlardan (birincisi) halkın bugünkü nikâhıdır. (Şöyle ki evlenmek isteyen) bir adam (diğer) bir adama velîsi bulunduğu kızı (istemek üzere) dünürlük yapardı. (Anlaştıkları takdirde kızın velîsi) mehri tayin eder, sonra (dünürlük yapan kimse) o kızla nikâhlanırdı." Diğer bir nikâh (şekli de şu idi). Adam karısına hayızdan temizlendiği zaman " falan kimseye bir haber gönder de ondan (seninle) cinsî münâsebette bulunmasını iste" derdi. Sonra kocası o kadını bırakır ve kadının kendisiyle cinsî münâsebette bulunduğu o erkekten (aldığı) gebelik (iyice) belirinceye kadar asla onunla cinsi münâsebette bulunmazdı. Kadının gebeliğinin (o adamdan olduğu iyice) belli olunca (artık) kocası isterse onunla cinsî münasebette bulunurdu (ve evliliğini sürdürürdü) Bunu kişi sadece çocuğun soylu olmasını istediği için yapardı ve bu (tür) nikâha nikâhu'l-istibda' adı verilirdi. başka nikâh (şeklî de şuydu); On kadar erkek bir araya toplanır ve hepsi de bir kadının yanına girip onunla cinsî münasebette bulunurlardı. Kadın gebe kalıp çocuğunu doğurunca bir süre geçtikten sonra onlara (haber) gönderir (ve hepsini yanına çağırır)dı. hiçbirisi onun davetine uymaktan kaçınamazdı. Hepsi de onun önünde toplanırdı. (Kadın) onlara (hitaben; aramızda) " olan işimizi biliyorsunuz. Ben bir çocuk dünyaya getirdim" (der) ve " bu çocuk senindir ey falanca!" diyerek onlardan hoşuna giden birini ismiyle çağırır ve çocuğu ona ilhak ederdi. bir nikâh (şekli de şu idi) pek çok kimse toplanarak bir kadının yanına girerdi. (Kadın) kendisine gelen kimselerin hiç birinden kaçınmazdı. Bu kadınlar fahişe kadınlardı. Kendilerine gelmek isteyen kişilere bir alâmet olması için kapılarının üzerlerine bayraklar dikerlerdi. (Kadın) hamile olup da çocuğunu doğurunca daha önce kendisiyle cinsî münâsebette bulunan erkeklerin hepsi onun yanında toplanırlardı. (Kadın da) onlar için çocuğun şekil ve şemâline bakarak babasını tesbit edebilen mütehassıslar çağırırdı. Onlar da kadının çocuğunu (çocuğun babası olduğuna) kanaat getirdikleri kimseye verirlerdi, (o kimse de çocuğu) kendisine ilhak ederdi. (Artık o çocuk o kimsenin) oğlu diye çağırılırdı. (Çocuk da) bundan çekinmezdi. Allah Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'i gönderince bugünkü Müslümanların nikâhı Câhiliyye dönemi halkının bütün nikâhlarını kaldırdı. nikah 36.
Kaynak: Sünen-i Ebu Davud, Boşanma Bölümü
Konu: Bab
2310-)
Bana Amrü'bnü Muhammed b. Bükeyr En - Nâkıd rivâyet etti. ki): Bize, Süfyân b. Uyeyne rivâyet etti. ki): Amrü'bnü Yahya b. Umâra'la sordum da, bana babasından, o da Ebû Saîd-i Hudrî'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen haber verdi; vesk'dan azda zekât yoktur. Beş tane üçer yaşında deveden daha az da zekât yoktur; beş okiyye'den daha az dan gümüşte zekât yoktur.» buyurmuşlar.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Bab
2311-)
Bize Muhammedü'bnü Rumh b. El-Muhâcir rivâyet etti. ki): Bize Leys haber verdi. H. Amru'n - Nâkıd da rivâyet etti. ki): Bize Abdullah b. İdrîs rivâyet etti. Leys ile Abdullah'ın ikisi birden Yahya b. Saîd'den, o da Amr b. Yahya'dan bu isnâdla yukarki hadîsin mislini rivâyet etmişlerdir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Bab
2312-)
Bize Muhammedü'bnü Râfi' rivâyet etti. ki): Bize Abdurrazzâk rivâyet etti. ki): Bize İbn Cüreyc haber verdi. ki): Bana Amr b. Yahya b. Umara, babasından, o da Yahya b. Umara' dan naklen haber verdi. Yahya şöyle dedi: Ben, Ebû Saîd-i Hudrî'yi şunları söylerken işittim: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i şöyle buyururken dinledim; Hem avucuna beş parmağı ile işaret ediyordu.» sonra İbn Uyeyne hadîsi gibi rivâyette bulundu.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Bab
2313-)
Bana Ebû Kâmil Fudayl b. Hüseyin El-Cahderî rivâyet etti. ki): Bize, Bişr yani İbn Muf addâl rivâyet etti. ki): Bize Umârutü'bnü Gaziyye, Yahya b. Umâra'dan naklen rivâyet etti. ki: Ebû Saîd-i Hudrî'yi şunları söylerken işittim: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'- vesk'den daha az da zekât yoktur. Beş tane üçer yaşında deveden daha aşağı da zekât yoktur. Ve beş okiyye'den daha az gümüşte zekât yoktur.» buyurdular.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Bab
2314-)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Amru'n - Nâkıd ve Züheyr b. Harb rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Vekî', Süfyân'dan, o da İsmail b. Ümeyye'den, o da Muhammed b. Yahya b. Habbân'dan, o da Yahya b. Umâra'dan, o da Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen rivâyet etti. Ebû Saîd Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) olsun, hububattan olsun beş vesk'den daha az da zekât yoktur.» buyurdular.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Bab
2315-)
Bize İshâk b. Mansûr rivâyet etti. ki): Bize Abdurrahmân yani İbn Mehdi haber verdi. ki): Bize Süfyân, İsmail b. Ümeyye'den, o da Muhammed b. Yahya b. Habbân'dan, o da Yahya b. Umâra'dan, o da Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen rivâyet etti ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): veski bulmadıkça hububatla hurmada zekât yoktur. Üçer yaşında beş deveden daha az da zekât yoktur. Beş okiyye gümüşten daha az da zekât yoktur.» buyurmuşlar.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Bab
2316-)
Bana Muhammed b. Râfi' rivâyet etti. ki): Bize Abdur-Âdem rivâyet etti. ki): Bize Süfyân-ı Sevrî İsmâil b. Ümeyye' den bu isnâdla İbn Mehdi hadisi gibi rivâyette bulundu.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Bab
2317-)
Bana Muhammed b. Aafi' rivâyet etti. ki): Bize Abdur-razzâk rivâyet etti. ki): Bize Sevrî ile Ma'mer, Jsmâil b. Ümey-ye'den bu isnâdla İbn Mehdî ve Yahya b. Âdem hadîsi gibi haber verdi. Yalnız o «Hurma» yerine «Yemiş» demiştir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Bab
2318-)
Bize Hârûn b. Mâruf ile Hârûn b. Said El - Leylî rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize İbn Vehb rivâyet etti. ki): Bana Iyâz b. Abdillâh, Ebû'z - Zübeyr'den, o da Câbir b. Abdillâh'dan, o da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen haber verdi ki: okiyye'den daha az olan gümüşte zekât yoktur; üçer yaşında beş deveden daha azında zekât yoktur. Beş vesk'den daha az hurmada zekât yoktur.» buyurmuşlar. Şaid hadîsini Buhârî «Zekât» bahsinin bir-iki yerinde; Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce ayni bahisde muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir. Okiyye'nin cem'idir. Okiyye fıkıh, hadîs ve lügat ulemâsının ittifakı ile kırk dirhemdir. Buna «Hicaz okiyyesi» de derler. Iyâz: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında okiyye ile dirhemin meçhul kalması mümkün değildir. Çünkü bu ölçülerle zekâtı vâcib kılan bizzat Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dir. Sahih hadîslerde sabit olduğuna göre: Alışverişler, nikâhlar hep bunlarla yapılmıştır. Bu gösteriyor ki: Dirhemler Abdülmelik b. Mervân zamanına kadar malûm değildi. Onları ulemânın re'yi ile Abdülmelik topladı ve her onluğu yedi miskâal ağırlığında, bir dirhemin ağırlığını da altı dânık yaptı... iddiasında bulunanların sözü bâtıldır. Yalnız bunlar Müslümanlar tarafından husûsi surette ve muayyen şekilde basılmamışlardır. Kimisi Acem kimisi Rum basınası şeylerdi. Ve büyüklü küçüklü idiler. Bazıları da hiç basılmamış ve nakşedilmemiş gümüş parçalarından ibaret olup, Yemen'e veya Mağrib'e aittiler. Nihayet bunların İslâmi bir şekille basılıp, nakşedilmeleri ve değişmeyen bir tek vezin hâline getirilmelerine lüzum görülerek büyüğü küçüğü bir araya toplandı. Ve münaasip gördükleri vezinde basıldı. Şüphesiz ki o zaman dirhemler malûmdu. Aksi takdirde onlara zekât vb. hususunda hukûkullah ve ve hukûk-u ibâd nasıl taalûk edebilirdi? Nitekim o zaman okiyye de malûmdu.» diyor. bâbda Nevevîde şunları söylemiştir: «îlk asırda yaşı-yanlar mâruf olan bu vezinle kıymet takdirine ittifak etmişlerdir. Yani dirhem altı dânıktır. Her on dirhem yedi miskaâl ağırlığında gelir. Miskaâl ise gerek câhiliyet gerekse İslâmiyet devirlerinde değişmemiştir.» İbn Sa'd'ın «Tabakat»mdan şunları naklet-miştir: «Abdülmelik b. Mervân 75. târihinde dirhemle dinarı darbetmiştir. Onları ilk darbeden ve üzerlerine nakış vuran o'dur.» Ubeyd Kâsım b. Sellâm «Kitâbü’l-Emvâl» nâm eserinde şunları söylemiştir: «İslâmiyetten önce dirhemler irili ufaklı idi, İslâmiyet gelince dirhemleri darbetmek istediler. Zira her iki nev'înden de zekât veriyorlardı. Büyük dirhem: 8 dânık, küçük dirhem ise, 4 dânık idi. Müslümanlar büyük dirhemi küçük dirheme katarak; bunlardan iki müsavi dirhem yaptılar. Böylelikle altışar dâ-nıklık iki dirhem meydana geldi. Sonra dirhemleri miskaâllerle ölçtüler. Miskaâl ilelebet mahdut, eksilip artmayan bir ölçüdür. Bir tanesi altı dânıktan ibaret olan on dirhemi miskaâlle ölçünce yedi miskaâl ağırlığında geldiğini gördüler. Büyüklü küçüklü dirhemler arasında bu dirhem ortayı teşkil ediyordu. Zekât hususunda Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in sünnetine de muvafık idi. Binâenaleyh dirhem meselesi ondan sonra bu minval üzere devam etti. Ümmet de bu hususta ittifak eyledi. Artık tam dirhem altı dânık olarak, değişmeden devam etti.» kitaplarında beyân olunduğuna göre: İlk zamanlarda dirhemler üç nev'idi, birinci nev'in her on dirhemi on miskaâl geliyordu. Yani bir dirhem bir miskaâl ağırlığında idi. İkinci nev'în on dirhemi altı miskaâl tutuyordu. Üçüncü nev'în on dirhemi beş miskaâl geliyordu. Halk, bu dirhemlerin her biri ile muamele görüyordu. Bu hâl taa Hazret-i Ömer'in hilâfeti zamanına kadar böyle devam etti. Ömer (radıyallahü anh) haraç denilen vergiyi büyük dirheme göre almak istedi. Mükellefler kendisinden bunu hafifletmesini rica ettiler, o da zamanının hesap âlimlerini toplayarak dirhemlerin arasını buldurdu. Neticede âlimler her nev'i dirhemin üçte birini alarak, yedi miskaâl ağırlığındaki dirhemi buldular. fetva kitaplarında her beldenin kendine mahsûs dinar ve dirhemi nazar-ı itibâra alınacağı ve zekâtın ona göre verileceği beyân olunmuştur. veya verk: Madrup olsun olmasın «gümüş» demektir. Bazıları esâs itibârı ile her nev'î gümüşe verik denildiğini; diğer Bazıları da dirhem şeklinde darbedilmiş gümüşe verik denildiğini, dirhem olmayan gümüşe ise ancak mecazen vekik itlâk edilebileceğini söylemişlerdir. altınla gümüşün ikisine birden verik denildiğini söyliyen-ler vardır. -Mikâyîl»'de Vâkıdi'den naklen şöyle deniliyor: «Câhiliyet devrinde Kureyş'în kendine mahsûs bir takım vezinleri vardı. İslâmiyet gelince bunlardan okiyye'yi olduğu gibi yani kırk dirhem, ritılı da oniki okiyye yani seksendört dirhem olarak kabul etti. Arapların «neş» ve «Nevât» denilen birer ölçüleri daha var di: 20 dirhem, nevât: 5 dirhem ağırlığında idi. Miskaâl: 22 kirât' dan bir dâne noksan gelen ölçü idi. On dirhemin ağırlığı 7 miskaâl gelirdi. Bir dirhem 15 kîrâtdan meydana gelirdi. (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz Medine' ye gelince veznine bakarak külçe altına dînâr; ve yine veznine bakarak külçe gümüş dirhem ismini verdi. Medine' nin ölçüleri bu suretle tekarrur etti ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): Medîne'lilerin nizâmıdır.» buyurdular.» Câbir'den rivâyet edilen bir hadîste Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): dînâr yirmidört kîrâtdır.» buyurduğu bildirilmişdir. Abdilberr: «Bu hadîsin senedi sahîh değilse de, ulemânın onun mûcebince amel etmesi halkın onun mânâsına göre amel hususunda ittifakı senedinni sıhhâtma ihtiyâç bırakmamıştır.» diyor. Ortalama beş arpa tanesi ağırlığında bir ölçüdür. Veks'in cem'idir. Müfredi visk şeklinde dahi okunabilir. Fakat vesk kîrâatı daha meşhurdur. bâzılarına göre, vesk: Bir deve yükü, demektir. Bazıları Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimizin ölçeği ile altmış ölçek, demek olduğunu söylerler. takımları vesk'in mutlak surette bir yük, mânâsına geldiğine kaaildirler. Dâvûd'un, Hazret-i Ebû Saîd-i Hudri’ den rivâyet ettiği merfû bir hadiste Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) vesk'den daha azda zekât yoktur. Bir vesk altmış mühürlü ölçektir» buyurmuş olduğunu rivâyet etmiştir. Ancak: «Ebû'l-Buhteri, Ebû Said'den işitmemiştir.» diyerek bu hadisin munkatı' olduğuna İşarette bulunmuştur. Ubeyd Kâsım b. Sellâm’ın beyânına göre «mühürlenmiş ölçek»den murâd: Üzerine ziyâde veya noksan yapılmasın diye matbu mühür vurulan ölçektir. Bunu vaktiyle hükümdarlar yaparlarmış. mânâsına gelen sa' 51/3 Bağdat rith eder. Bağdat rith hakkında muhtelif kaviller vardır. Bunların en meşhuru 128 4/7 dirhem olmasıdır. Bazıları Bağdat ritlının tam 128 dirhem, bir takımları da 130 dirhem olduğunu söylemişlerdir. Şu hâlde beş vesk binaltıyüz Bağdat rith eder. Esah kavle göre beş veski, ritl denilen ölçüyle takdir etmek yüzdeyüz değil, takribidir. Üç'den on'a kadar olan devedir. Bâzılarına göre iki ile dokuz arasındaki dişi devedir. Erkek develere zevd denilmez. Zevd: Üçten, onbeş'e kadar olan develerdir.» demiş; bir takımları üçten yirmiye kadar hattâ İbnü'l-A'râbî üçden, otuz'a kadar olan dişi develere zevd denildiğini söylemiştir. takımları, bir deveye de zevd denilebileceğini söylemişlerdir. İbn Kuteybe: «Bir cemâat zevd'in müfred mânâsına geldiğini, diğlerleri cemi' olduğunu söylemişlerdir ki, muhtar olan da budur.» demiştir. İbn Abdilberr bunu beğenmemiş: «Bu söz bir şey değildir.» demiştir. zevd kelimesi rant, kavm ve nisa kelimeleri gibi lâfzında müfredi bulunmayan cemi'lerdendir. bâbda daha bir çok sözler söylenmiştir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Bab
2479-)
el-Berâ', Ebû Bekr'den; Ebû Bekr (K) şöyle demiştir: Ben (oranın etrafını araştırıp gözetlemek için) gittim. Derken koyunlarını (bulunduğumuz kayaya doğru) sürmekte olan bir koyun çobanı ile karşılaştım. Ona: Sen kimin çobanısın? dedim. da Kureyş'ten ismini belirttiği bir adamın çobanı olduğunu söyledi. Ben de onu tanıdım. Bu sefer ben ona: Senin koyunlarında sütlüsü var mı? dedim. Evet vardır, dedi. Peki benim için süt sağar mısın? dedim. Evet sağarım, dedi. ona emrettim de koyunlarından birini tuttu. Sonra ona koyunun memesi üzerindeki tozları silkelemesini emrettim. Sonra da ellerini silkeleyip temizlemesini emrettim. Avuçlarından birini diğerine vurup şöylece temizlediğini söyledi. Akabinde benim için bir içimlik mikdâr süt sağdı. Ben Rasûlüllah için deriden bir kab yapmıştım, ağzında bir bez vardı. Sütün üzerine biraz su döktüm, hattâ kabın aşağısı biraz soğudu. Nihayet Peygamberin yanına geldim ve: İç yâ Rasûlallah, dedim. içti, ben de bundan hoşnut oldum.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbun Fi'l-lukata
Konu: Bâb
2605-)
Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den (şöyle demiştir):Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): Müslüman kadınlar! Bir komşu kadın kendi komşusunu, (onun hediyesi) bir koyun ayağı bile olsa, sakın küçük görmesin" buyurdu.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-hibe Ve Fadlihâ …
Konu: Bâb
2606-)
Âişe (r.anha) kız kardeşi Esmâ'nın oğlu Urve'ye şöyle demiştir: Ey kız kardeşimin oğlu! Biz (Peygamber kadınları) hilâle bakardık. Sonra bir hilâle daha, sonra bir hilâle daha. İki ay içinde üç hilâle bakar görürdük de Rasûlüllah'ın evlerinde hiçbir ateş yakılmazdı. dedi ki: Ben Âişe'ye: Ey teyze! Sizleri ne yaşatıyordu? Diye sordum. O: İki siyah şey: Hurma ve su. Ancak şu da var ki, Rasûlüllah'ın Ensâr'dan bir takım komşuları ve bunların da sağım koyunları vardı. Bunlar hayvanlarını sağarlardı ve sütlerinden Rasülullah'a hediye ederlerdi. Rasülullah(sallallahü aleyhi ve sellem) da ondan bizlere içirirdi, dedi.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-hibe Ve Fadlihâ …
Konu: Bâb
2662-)
İbn Cureyc haber verip şöyle demiştir: Bana Abdullah ibnu Ubeydullah ibn Ebî Muleyke şöyle haber verdi: İbnu Cud'ân'ın himayesinde olan Suheyb'in oğulları, iki ev ile bir odanın kendilerine ait olduğunu, Rasülullah'ın bunları Bâbaları Suheyb'e hediye verdiğini iddia ettiler. O sırada Medine Vâlîsi olan Mervân: Bu husus üzerine sizler için kim şâhidlik yapar? dedi. Çocuklar: Abdullah ibn Omer şâhidlik eder, dediler. üzerine Mervân, İbnu Omer'i çağırdı. İbn Omer de: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Suheyb'e iki ev ve bir hücreyi muhakkak vermiştir, diye şâhidlik yaptı. Mervân da İbnu Omer'in bu şehâdeti ile Suheyb'in çocukları lehine hükmetti.(Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle)
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-hibe Ve Fadlihâ …
Konu: Bâb
2710-)
Ebû Vâil Şakîk ibn Seleme şöyle demiştir: Abdullah ibn Mes'ûd: "Her kim bir yemin eder ve bu yemini ile başkasına âid bir mala hakk kazanırsa, Allah kendisine öfkeli olduğu hâlde Allah'a kavuşur" hadîsini söyledi. Sonra Azız ve Celîl olan Allah bunun tasdiki olarak: "Hakikat, Allah'a olan ahidlerine ve yeminlerine bedel az bir bahâyı satın alanlar, işte onlar: Onlar için âhirette hiçbir nasîb yoktur. Allah kıyâmet günü onlarla konuşmaz, onlara bakmaz, onları temize çıkarmaz. Onlar için pek elemli bir azâb vardır" (Âlu- imrâm 77) âyetini indirdi, dedi.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'ş-şehâdât
Konu: Bâb
2711-)
Sonra oturduğu yerden bizim yanımıza Eş'as ibn Kays çıkıp geldi ve: Ebû Abdirrahmân(ibn Mes'ûd) sizlere ne tahdîs ediyor? diye sordu. de ona İbn Mes'ûd'un bize söylediği hadîsi söyledik. Bunun üzerine Eş'as şunları söyledi: İbn Mes'ûd doğru söyledi: Bu âyet, muhakkak ki benim hakkımda indirildi. Şöyle ki: Benimle başka bir adam arasında bir şey hususunda bir çekişme vardı. Biz da'vâmızı Rasûlüllah'a götürdük. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): (Senin üzerine) senin iki şahidin, yahut (onun üzerine)kendi yemini düşer"buyurdu. Ben de Rasûlüllah'a: Hasmım olan zât yeminin ehemmiyetine aldırmayarak yemîn eder olduğu zaman? Dedim. Bunun üzerine, Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem): ''Herkim bir yemin eder ve o yemininde yalancı olduğu hâlde bir malı almaya hakk kazanırsa, o kimse Allah'a, kendisine öfkeli olduğu hâlde kavuşur" buyurdu. Sonra Allah bunun tasdiki olmak üzere o âyeti indirdi. Sonra Peygamber bu Âlu İmrân: 77. âyetini okudu .
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'ş-şehâdât
Konu: Bâb
2917-)
İbn Ömer'den (radıyallahü anh)- (rivâyet olunduğuna göre) Mü'minlerin annesi Âişe (radıyallahü anhâ) hürriyetine kavuşturmak için bir câriye satın almak istemiş de (cariyenin) sahihleri " biz Onu sana ancak velâsı bize ait olmak üzere satarız" demişler. Hazret-i Âişe bunu Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e anlatmış. Hazret-i Peygamber de Bu sana mâni değildir. Çünkü velâsı âzad edene aittir." buyurmuştur. salat 70, şürût 3, 10, 13, 17, et'ime 31, ferâiz, 19-20, 22, 23, talak 14, keffârat 8, nikah 18, zekat 61, mekâtib 5, büyü' 67, 73; Müslim, İtk, 5-6, 10, 12, 14-15; Ebû Dâvud feraiz 12, ıtak 2; Tirmizî, feraiz 20, vesaya 7, velâ 1; Nesâî, zekat 99, talak 29-31, buyu' 75-76, 78; İbn Mâce, talak 29, Dârimî, talak 15, feraiz 51, 53; Muvatta, talak 25, İtk 17-19; Ahmed b. Hanbel I-28I, 361, 11-28, 100, 113, 144, 153, 156, IV-33, 42, 46, 82, 103, 121, 135, 161, 172, 175, 178, 180, 186, 190, 213, 272.
Kaynak: Sünen-i Ebu Davud, Feraiz Bölümü
Konu: Bab
2918-)
Hazret-i Âişe'd°n demiştir ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) (şöyle) buyurdu: Velâ (köleyi hürriyetine kavuşturmak için gereken) fiyatı veren ve (hürriyete kavuşturmak) nimet(in)e sahip olan kimseye aittir." feraiz 23; Müslim itk 10; Nesaî, talak 31; Tirmizî, feraiz 33; Ahmed b. Hanbel 11-30, Vl-115, 186, 190.
Kaynak: Sünen-i Ebu Davud, Feraiz Bölümü
Konu: Bab
2919-)
Amr b. Şuayb'ın dedesinden (rivâyet olunduğuna göre) Riâb b. Huzeyfe bir kadınla evlenmiş de kadın ondan üç erkek çocuk dünyaya getirmiş, sonra çocukların annesi ölmüş. Çocuklar da annelerinin ve hürriyetine kavuşturduğu kölelerinin velâ hakkına vâris oldular. Amr b. As da (bu kadının) oğullarının asabesi idi. Onları Şam'a götürdü (çocuklar orada) öldüler. Bunun üzerine Amr b. As geri geldi ve (o sırada) kadının hürriyetine kavuşturduğu bir kölesi (geriye) bir miktar mal bırakarak öldü. (Amr b. As da hem çocukların hem de bu kölenin mallarına vâris olarak el koydu) Bunun üzerine (ölen kadının hayatta bulunan erkek kardeşleri) Amr'ı Ömer b. el-Hattab'a şikayet ettiler. de -Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): Çocuğun yahutta babanın kazandığı mal onun (hayatta) olan asabesinindir." buyurdu.- dedi. (Ve Amr b. As lehine hüküm verdi). hadisi rivâyet eden Abdullah b. Amr rivâyetine devamla dedi ki: (Ömer b. Hattâb) Amr b. As'a (hitaben bu meseleyle ilgili olarak) içinde Abdurrahman b. Avf ile Zeyd b. Sabit'in ve diğer bir adamın şahitliği bulunan bir de mektub yazdı. Nihayet Abdülmelik halifelik makamına getirilince (Hazret-i Ömer'in hükmüne uyulmadığı için ölen kadının erkek kardeşleri) Hişam b. İsmail’e -yahutta İsmail b. Hişam'a- şikâyette bulundular. (Hişam b. İsmail de) onlar(ın davasını) Abdülmelik'e havale etti. Abdülmelik, Hazret-i Ömer'in mektubunu ve bu meseledeki hükmünü okuyunca: Ömer'in verdiği) bu hüküm, benim de uygun gördüğüm paylaştığım hükümdür, dedi. Ömer b. Hattâb'ın mektubuna göre o da lehimize hüküm verdi. " Biz şu ana kadar bu hükme göre amel edegeldik." Mâce, feraiz 7; Ahmed b. Hanbel, 1-27.
Kaynak: Sünen-i Ebu Davud, Feraiz Bölümü
Konu: Bab
3056-)
Ebû Hureyre (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Ben Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'tan işittim, şöyle buyuruyordu: "Bir karınca peygamberlerden birini ısırdı. O peygamber karınca köyünün yakılmasını emretti ve köy yakıldı. Bunun üzerine Allah o peygambere: 'Seni bir karınca ısırdı, sen ise Allah'ı tesbîh etmekte olan ümmetlerden bir ümmeti yaktın' diye azarlama vahyetti".
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-cihad Ve's-siyer
Konu: Bâb
3100-)
Buradaki iki senedde Ebû Hureyre(radıyallahü anh) şöyle demiştir: Bizler(Hayber'de) Rasûlüllah'ın beraberinde hazır bulunduk. Rasûlüllah, İslâm'ı iddia etmekte olanlardan bir kimse için: "Bu adam ateş ehlindendir" buyurdu. başlayınca bu adam şiddetli bir muharebe ve çarpışma yaptı ve kendisine büyük bir yara isabet etti. Bunun üzerine(bir sahâbî tarafından): "Yâ Rasûlallah! "O, ateş ehlindendir" buyurduğun şu kimse, bu gün muhakkak çok çetin bir muharebe yapmış ve ölmüştür, denildi. aleyhi ve sellem) bu söze karşılık: "O, ateşe gitmiştir" buyurdu. dedi ki: İnsanların bâzısı o adam hakkındaki bu Peygamber sözünün doğruluğundan şübhe etmeye yaklaştı. Onlar bu şaşkınlık hâli üzerinde bulundukları sırada birdenbire: O adam ölmemiştir, lâkin onda şiddetli bir yara vardır, denildi. bir vakit olunca o yaralı adam, yaranın acısına sabredemedi de kendisini öldürdü. Akabinde bu Peygamber'e haber verildi. Peygamber: "Allâhu Ekber (Allah en büyüktür). Ben kendimin Allah'ın kulu ve Rasûlü olduğuma şehâdet ederim" buyurdu. Bilâl'e emretti de Bilâl insanlar içinde: "Şu muhakkak ki cennete ancak müslümân nefis girer. Ve muhakkak ki Allah bu İslâm Dîni'ni (dilerse) elbette fâcir kişi ile de te'yîd edip kuvvetlendirir" sözlerini bağırıp i'lân etti
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-cihad Ve's-siyer
Konu: Bâb
3217-)
Ben el-A'meş'ten işittim, şöyle dedi: Ben Ebû Vâil'e: Sıffîn'de hazır bulundun mu? diye sordum. Evet bulundum, dedi de şunları ilâve etti: Ben Sehl ibn Huneyf ten işittim, o şöyle diyordu: (Ey insanlar!) Sizler kendi re'ylerinizi ittihâm ediniz. Ben Ebû Cendel gününde(yani Hudeybiye'de) kendimi gayet iyi biliyorum ki, eğer Peygamber'in emrini reddetmeye muktedir olaydım, onu muhakkak reddederdim. Bizler kılıçlarımızı, bizi ürkütmekte olan hiçbir iş yolunda omuzlarımıza koymadık ki, bu kılıçlar bilmekte olduğumuz bir işin yolunu bizlere kolaylaştırmış olmasınlar. Ancak şu işimiz müstesnadır (yani Şâm ehli ile aramızda vâki' olan kıtal müstesnadır).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-cizye Ve'l-muvâdea
Konu: Bâb
3218-)
Bana Ebû Vâil tahdîs edip şöyle dedi: Biz Sıffîn'da bulunduk. Sehl ibnu Huneyf ayağa kalkıp şunları söyledi: Ey insanlar! Siz kendi nefislerinizi töhmetli kılınız. Bizler Hudeybiye gününde Rasûlüllah'ın maiyyetinde bulunduk. Eğer bizler harb etmeyi(hayırlı) görseydik, muhakkak harb ederdik. Omer ibnu'l-Hattâb geldi ve: Yâ Rasûlallah! Onlar bâtıl üzerinde, bizler ise hakk üzerinde değil miyiz? dedi. "Evet, biz hakk üzerindeyiz" buyurdu. Omer: Bizim ölülerimiz cennette, onların ölüleri ateşte değil mi? dedi. Rasûlüllah: "Evet böyledir" buyurdu. Omer: Öyle ise dînimiz uğrunda bu alçaklığa hangi sebeble söz veriyoruz ve Allah henüz onlarla bizim aramızda hükmünü vermeden biz neden dönüyoruz? dedi. "Ey Hattâb oğlu! Ben Allah'ın Rasûlü'yüm. Allah beni ebediyyen zayi' etmeyecektir" buyurdu. üzerine Omer, Ebû Bekr'e gitti ve ona da Peygamber'e söylediği sözlerin benzerini söyledi. Ebû Bekr de Omer'e: Şübhesiz O, Allah'ın Rasûlü'dür ve Allah O'nu ebediyyen zayi' etmeyecektir, dedi. dedi ki: Müteakiben el-Feth Süresi indi. Rasûlüllah bu sûreyi sonuna kadar Omer'e karşı okudu. Akabinde Omer: Yâ Rasûlallah! Feth bu mudur? dedi. Rasûlüllah: "Evet" buyurdu (ve Omer'in gönlü hoş olup döndü).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-cizye Ve'l-muvâdea
Konu: Bâb
3219-)
Esma bintu Ebî Bekr (radıyallahü anh) şöyle demiştir. Annem Kuteyle bintu'l-Hâris müşrike olduğu hâlde Kureyş'in Rasûlüllah ile muahede yaptıkları zaman, bu müddetleri içinde babası Haris ile beraber Medine'ye benim yanıma(bâzı hediyelerle) geldi. Esma, Rasûlüllah'tan fetva istedi de: Yâ Rasûlallah! Annem beni arzu ederek bana geldi. Ben onunla ilgileneyim mi? dedi. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Evet, annene ilgi ve iltifat eyle" buyurdu.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-cizye Ve'l-muvâdea
Konu: Bâb
3401-)
Ben Ebû Zerr (radıyallahü anh)'den işittim, şöyle dedi: Ben: Yâ Rasûlallah! Yeryüzünde ilk önce hangi mescid bina edilip konuldu? diye sordum. aleyhi ve sellem): "el-Mescidu'l-Harâm" buyurdu. Ben: Sonra hangisi? dedim. Rasûlüllah: "el-Mescidu'l-Aksâ" buyurdu. Sonra ben: Bu iki mescidin kuruluşu arasında ne kadar zaman vardır? dedim. "Kırk sene" buyurdu. Sonra da: "Bundan böyle namaz sana nerede yetişirse sen namazı orada kıl! Çünkü faziletli namaz, vakti içinde kılınandır" buyurdu.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Bâb:
3402-)
Amr ibn Ebî Amr'dan; o da Enes ibn Mâlik (radıyallahü anh)'ten tahdîs etti: Uhud Dağı Rasûlüllah'a görününce: "Bu öyle bir dağdır ki, o bizi seviyor, biz de onu seviyoruz. Yâ Allah, şübhesiz İbrahim Mekke'yi harem kılmıştır. Ben de Medine'nin şu iki kara taşlık arasındaki sahasını hürmet edilmesi vâcib bir harem kılıyorum" dedi. hadîsi Abdullah ibn Zeyd de Peygamber'den rivayet etmiştir.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Bâb:
3403-)
Abdullah ibn Ebî Bekr, Abdullah ibn Omer'e Peygamber'in zevcesi Âişe (r.anha)'den haber verdi: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): " (Yâ Âişe!) Görmedin mi, senin kavmin Ka'be'yi bina ettiler, İbrahim'in temellerinden kısalttılar" buyurdu. de: Yâ Rasûlallah, Ka'be'yi İbrahim'in temelleri üzerine döndürmez misin? dedim. "Senin kavmin küfr zamanına yakın olmayaydı" buyurdu. ibn Omer: Yemîn olsun ki, eğer Âişe bu hadîsi muhakkak Rasûlüllah'tan işitmiş ise, ben Rasûlüllah'ın Hıcr'ı ta'kîb eden iki rüknü isti'lâm etmemesini, Beyt'in İbrahim'in temelleri üzerine tamam olmamasındandır diye düşünüyorum, demiştir. İsmâîl ibn Ebî Uveys bu hadîsi rivayetinde: Abdullah ibnu Muhammed ibn Ebî Bekr diye beyânlı söylemiştir.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Bâb:
3404-)
Amr ibn Suleym ez-Zurakî şöyle demiştir: Bana Ebû Humeyd es-Sâidî(radıyallahü anh) haber verdi. Onlar: Yâ Rasûlallah, sana nasıl salât okuyalım? diye sormuşlar. Rasûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) da şöyle deyiniz buyurmuştur: "Allâhumme salli alâ Muhammedin ve ezvâcihî ve zürrîyetihî kemâ salleyte alâ âli İbrâhîme ve bârik alâ Muhammedin ve ezvâcihî ve zürrîyetihî kemâ bârekte alâ âli İbrâhîme inneke hamîdun mecîd” Allah, İbrâhîm ailesine salât ettiğin gibi Muhammed'e, zevcelerine ve zürrîyetine de salât et ve Muhammed'i, zevcelerini ve zürrîyetini İbrâhîm ailesini mübarek kıldığın gibi mübarek kıl. Hiç şübhesiz Sen Hamîd'sin, Mecîd'sin)".
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Bâb:
3405-)
Bize Ebû Kurre Müslim ibnu Salim el-Hemdânî tahdîs edip şöyle dedi: Bana Abdullah ibnu İsâ tahdîs etti; o, Abdurrah-mân ibn Ebî Leylâ'dan şöyle dediğini işitmiştir: Bana Ka'b ibn Ucre (radıyallahü anh) kavuştu da: Ey İbn Ebî Leylâ! Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den işittiğim bir salât ve selâm hediyesini sana hediye edeyim mi? dedi. de: Evet, onu bana hediye et, dedim. Ka'b: Biz bir kerresinde Rasûlüllah'tan: Yâ Rasûlallah! Sizin ehli beytinize hâss olarak salât nasıldır? Çünkü Allah bize yalnız(namazda) sana nasıl selâm edeceğimizi öğretmiştir, diye sorduk. bize: "Allâhumme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin kemâ salleyte alâ İbrâhîme ve alâ âli İbrâhîme inneke hamîdun mecîdun. bârik alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin kemâ bârekte alâ İbrâhîme ve alâ âli İbrâhîme inneke hamîdun mecîdun deyiniz" buyurdu.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Bâb:
3406-)
İbn Abbâs (radıyallahü anhüma)şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Hasan ile Hüseyin'e şu duayı okur ve: " (Büyük) babanız İbrâhîm de bu duayı oğulları İsmâîl ile İshâk'a okuyup bununla onları Allah'a sığındırırdı" buyurdu: "Eûzu bi-kelimâti’llâhi't-tâmmeti min külli şeytanin ve hâmmetin ve min külli aynin lâmmetin (Her nevi' şeytândan, her haşereden, dokunan her kötü gözden Allah'ın tam olan (şifâ verici) kelimelerine sığınırım)" .
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Bâb:
3409-)
Ubeydullah'tan; o da Saîd ibn Ebî Saîd el-Makburî'den işitmiştir ki, Ebû Hureyre(radıyallahü anh) şöyle demiştir: Peygamber'e: İnsanların (Allah katında) en çok kerem ve ihsana nail olanı kimdir? diye soruldu. aleyhi ve sellem): "İnsanların en kerîmi, en muttaki olanıdır" buyurdu. Soranlar: Ey Allah'ın Peygamberi, biz Senden amel cihetiyle en kerîm olanı sormuyoruz, dediler. üzerine Peygamber: "İnsanların (şerefçe) en kerîmi Allah'ın Peygamberi Yûsuf" tur. Yûsuf, Allah'ın Peygamberi(Ya'kûb'un) oğludur. O da Allah'ın Peygamberi(İshâk'ın) oğludur. O da Allah 'in Peygamberi İbrahim Halîlullah'ın oğludur" buyurdu. soranlar yine: Biz Sana bundan sormuyoruz, dediler. Bu defa Peygamber: "Siz Arab şeceresinin ma'denlerinden (yani anaç soylarından) soruyorsunuz!" buyurdu. Evet, dediler. Peygamber: "Sizin Câhiliyet zamanında hayırlı olanlarınız, İslâm'ı anlayıp ilim üzere hareket ederlerse İslâm devrinde de en hayırlı olanlarınızdır" buyurdu.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Bab
3410-)
Bize Ebû'l-Yemân tahdîs etti: Bize Şuayb haber verdi: Bize Ebu'z-Zinâd, el-A'rac'dan; o da Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den tahdîs etti ki, Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) "Allah Lût'a mağfiret etsin. Muhakkak ki, o, çok sağlam bir rükne (yani Allah'a) dayanmakta idi" buyurmuştur.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Bâb
3411-)
Bize Mahmûd ibn Geylân tahdîs etti: Bize Ebû Ahmed tahdîs etti: BizeSufyân es-Sevrî, Ebû İshâk'tan; o da el-Esved'den tahdîs etti ki, Abdullah ibn Mes'ûd(radıyallahü anh) şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Fehel min muddekir" (el-Kamer'de, altı kerre) şeklinde okudu.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Bâb
3415-)
İbn Mes'ûd (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Ben bir kimseden bir âyeti, benim Peygamber'i okurken işittiğim okuyuşun hilâfına okuduğunu işittim. Hemen onu Peygamber'in yanına getirdim ve O'na okuyuşunu haber verdim. Bu esnada Peygamber'in yüzünde hoşlanmamazlık izini hissettim. Bununla beraber Peygamber: "İkiniz de güzel okudunuz. Kur'ân hakkında ihtilâf etmeyin. Çünkü sizden evvelki ümmetler (kitâblarında) ihtilâf ettiler de bu yüzden helak oldular" buyurdu.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Bâb
3428-)
Âişe(r.anha) şöyle dedi: Peygamber (-sallallahü aleyhi ve sellem- Cibrîl kendisine vahy getirdikten sonra Hırâ'dan) korkuyla yüreği titreyerek Hadîce'ye döndü. Bundan sonra Hadîce, Peygamber'i birlikte alıp amca oğlu olan Varaka ibn Nevfel'in yanına götürdü. Bu zât (puta tapıcılığı terkedip) Hrıstiyan dîni'ne girmiş, İncil'i Arab diliyle okuyan bir kimse idi. Varaka, Peygamber'e: Ne görüyorsun? dedi. gördüklerini ona haber verdi. Bunun üzerine Varaka: Bu gördüğün, Allah'ın Mûsâ Peygamber'e indirdiği Nâmûs'tur(yani vahy sırrının sahibidir). Eğer senin da'vet günlerine yetişirsem, sana kuvvetli bir şekilde yardım ederim, dedi. Allah'ın başkalarından gizlemekte olduğu şeyleri kendisine bildirmekte olduğu sır sahibidir.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Bâb
3439-)
Bize Abdurrazzâk ibn Hemmâm es-San'ânî, Ma'mer ibn Râşid'den; o da Hemmâm ibn Münebbih'ten tahdîs etti: O da Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den şöyle derken işitmiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "İsrâîloğulları 'na: Beytu 'l-Makdis kapısından eğilerek giriniz ve: Hıtta ( = yâ Rabb, dileğimiz günâhımızı affetmendir) deyiniz, denildi. Fakat onlar (tersine) kıçları üzere emekleyerek girdiler ve Hıtta yerine "Habbetun fî şa'ratın ( = Kıl çuval içinde hububat)" sözünü söylediler".
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Bâb
3440-)
Bize Avf el-Arâbî, el-Hasen'den, Muhammed ibn Sîrîn'den, Hılâs ibn Ömer'den; bunların üçü de Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den tahdîs ettiler: O şöyle demiştir: Rasûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Mûsâ çok hayâlı, sıkı örtünen bir kimse idi. Kendisi hayâlı olmak istediği için derisinden hiçbirşey görülmezdi. Bu hâlinden dolayı İsrail oğulları'ndan ona ezâ edenler eza ettiler ve: Mûsâ bu kadar sıkı örtünmeyi ancak cildindeki bir ayıptan dolayı yapmaktadır: Onda ya baras denilen deri hastalığı yahut husyelerin şişmesi yahut da bir âfet vardır, dediler, da onların Mûsâ için söyledikleri kusurlardan berî olduğunu ortaya çıkarmak istedi. Mûsâ bir gün yalnız başına yıkanmak için soyundu, elbiselerini bir taş üzerine koydu, sonra yıkandı. Yıkanması bitince elbiselerini almak için onların yanına gitti. Bu sırada taş, elbiselerle yuvarlanıp gitti. Mûsâ da asasını alıp taşı yakalamaya gitti ve: Ey taş, elbisemi; ey taş, elbisemi! diyerek koşmaya başladı. Nihayet İsrâîl oğulları'ndan bir topluluğun yanına kadar vardı. suretle onlar Mûsâ 'yı çıplak olarak ve Allah 'ın yarattığı en güzel surette gördüler. Böylece Allah Musa'yı onların demekte olduklarından berî kıldı. Taş orada durdu, Mûsâ elbisesini alıp giydi. Akabinde Mûsâ asâsıyle taşı dövmeye başladı". Hureyre: Vallahi o taşta Musa'nın vurma izinden üç yahut dört yahut beş yara izi kalmıştır, demiştir. bu ezâ, Yüce Allah'ın şu kavlinde zikrolunandır: “Ey îmân edenler, siz de Musa'yı incitenler gibi olmayın. Nihayet Allah onu dedikleri şeyden temize çıkardı. O, Allah indinde yüzlü (i'tibârh bir zât) idi” (el-Ahzâb: 69).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Bâb
3441-)
Ben Abdullah ibn Mes'ûd (radıyallahü anh)'dan işittim, şöyle dedi: Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) bir ganimeti taksîm etmişti. Bir adam: Bu, Allah'ın rızâsı istenmeyerek yapılan bir taksîmdir, dedi. Ben Peygamber'e geldim ve bu sözü kendisine haber verdim. Bu haksız sözü işitince Peygamber öfkelendi, hattâ ben yüzünde öfke izinin belirdiğini gördüm. Sonra Peygamber: "Allah Musa'ya rahmet etsin! Ona benim uğradığım şu ezadan daha fazlasıyle ezâ edilmişti de o sabretmişti" buyurdu.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Bâb
3442-)
Câbir ibn Abdillah (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Bizler Rasûlüllah'ın beraberinde misvak ağacının olgun yemişlerini topluyorduk. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bundan siyah olanını alınız. Çünkü böylesi en hoş olanıdır" buyurdu. Sen koyun güder miydin? diye sordular.Rasûlüllah: "Herpeygamber muhakkak koyun çobanlığı yapmıştır" buyurdu.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Bâb
3457-)
Amr ibn Evs es-Sakafî, Abdullah ibn Amr'dan, şöyle dediğini işitmiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana: "Allah'a en sevimli olan oruç, Dâvûd Peygamber'in orucudur. Dâvûd bir gün oruç tutar, bir gün tutmazdı. Allah'a en sevimli olan namaz da yine Dâvûd Peygamber'in namazıdır, O gecenin yarısını uyur, üçte birinde namaz kılar, altıda birinde tekrar uyurdu" buyurdu .
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Bâb
3458-)
Mucâhid şöyle demiştir: Ben İbn Abbâs'a: Sâd Sûresi'nde secde ediyor muyuz? dedim. O: "Daha evvel de Nuh'u ve onun neslinden Davud'u, Süleyman 'ı, Eyyûb’u, Yûsuf'u, Mûsâ 'yı ve Hârûn'u (nübüvvetle) hidâyete kavuşturduk... İşte bunlar Allah'ın hidâyet ettiği kimselerdir. O hâlde sen de onların gittiği doğru yolu tutup ona uy... "(el-En'âm: 84-90) âyetlerini okudu da: Peygamberimiz(sallallahü aleyhi ve sellem) onlara uymakla emrolunanlardandır, dedi.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Bâb
3459-)
Bize Eyyûb, İkrime'den tahdîs etti ki, İbn Abbâs radıyallahü anhüma: secdesi vâcib kılınan secdelerden değildir, fakat ben Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'i bu sûrede secde ederken gördüm, demiştir .
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Bâb
3469-)
Hişâm şöyle demiştir: Bana babam Urvetu'bnu'z-Zubeyr haber verip şöyle dedi: Ben Abdullah ibn Ca'fer'den işittim, o şöyle dedi: Ben Alî (radıyallahü anh)'den işittim, şöyle diyordu: Ben Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den işittim: "Zamanındaki dünyâ kadınlarının hayırlısı İmrân kızı Meryem'dir. Bu ümmetin kadınlarının hayırlısı da Hadîce'dir" buyuruyordu.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Bâb
3474-)
Bize Cerîr ibn Hazım, Muhammed ibn Sîrîn'den; o da Ebû Hureyre(radıyallahü anh)'den tahdîs etti ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuşıur: "Beşikte yalnız üç çocuk konuşmuştur: Biri isa'dır.(İkincisi de şu kıssadaki çocuktur:) İsrâîl oğulları zamanında Cureyc denilen ruhban bir kişi vardır. Cureyc savmıasında namaz kılarken annesi gelmiş, kendisini çağırmış. Cureyc: Namazı bozup anama cevâb mı vereyim, yoksa namaz mı kılayım? diye düşünmüş. (Anası üç defa çağırdığı hâlde namaza devam etmiş.) üzerine anası: Yâ Allah! Bu oğluma fahişe kadınların yüzlerini göstermedikçe onun canını alma! diye beddua etmiş. savmıasında bulunduğu sırada bir kadın gelip kendisine musallat olmuş ve ona zina teklif etmiş. Fakat Cureyc bundan çekindiği için, bu kızgın kadın bir çobana gitmiş ve kendini ona teslim etmiştir. Kadın bu cinsî münâsebetten bir oğlan doğurmuş. (Kendisinden sorulduğunda) bu çocuğun Cureyc'den olduğunu söylemiş. Bunun üzerine halk rahibe gelmişler, savmıasını(baltalarla, kazmalarla) kırıp yıkmışlar, kendisini de savmıadan aşağı indirip çıkarmışlar ve kendisine küfürler etmişler. Cureyc abdest alıp namaz kıldıktan sonra o piç çocuğun yanına gelmiş ve: Ey oğul, baban kimdir? diye sormuş. Çobandır! diye cevâb vermiş. garîb hâdiseyi gören halk, rahibe: Senin savmıanı, yânı ibâdet verini altından yaparız! demişler. Hayır, eskisi gibi çamurdan yapın, demiştir. de şudur:) İsrâîl oğulları'ndan emzikli bir kadın vardı. Bir gün erkek çocuğunu emzirirken yanından yakışıklı ve haşmetli bir süvârî geçmiş. Bunu gören kadın: Yâ Allah! Oğlumu bunun gibi heybetli kıl! diye dua etmiş. Çocuk hemen anasının memesini bırakıp süvârîye dönmüş ve: Yâ Allah! Beni bunun gibi kılma! diye duâ etmiş. Sonra anasının memesine dönüp yine emmeye koyulmuş". Ebû Hureyre dedi ki:(Peygamber bunu bize hikâye ederken parmağını ağzına koyarak çocuğun emişini misâllendirmişti; O' nun bu hâli gözümün önündedir.) Şimdi ben Peygamber'in kendi parmağını emişini görür gibiyim. sonra da o emzikli kadının yanından bir câriye geçmiş. Bu defa kadın: Yâ Allah! Benim oğlumu şu câriye gibi (hakîr) yapma! diye duâ etmiş. sefer çocuk yine anasının memesini bırakmış ve: Yâ Allah! Beni bunun gibi kıl! demiş. Bunun üzerine kadın, çocuğuna: Niçin böyle söyledin? diye sormuş. Çocuk da şöyle cevâb vermiştir: O süvârî kibirli zâlimlerden birisi idi. Şu câriye ise (zavallı bir kadındır; insanlar ona): Sen çaldın, sen zina ettin diye söz ederler; Halbuki o bunların hiçbirisini yapmamış (ma'sûm) bir kadındır".
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Bâb
3475-)
Ebû Hureyre (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Geceleyin yürütüldüğüm zaman Musa'ya kavuştum".-Râvî dedi ki: Rasûlüllah onu tavsif etti.- "Bir de gördüm ki, ot Şenûe kabilesi erkeklerinden biri gibi karayağız, uzun boylu, balık etli, düz saçlı bir zâttır." Rasûlüllah dedi ki: "Ben isa'ya da kavuştum". Peygamber onu da tavsif edip şöyle dedi: "İsâ, orta yapılı, sanki hamamdan çıkmış gibi al çehreliydi. Ben İbrahim'i de gördüm. Çocukları içinde ona en çok benzeyeni benim". Peygamber dedi ki: "Sonra bana birinin içinde süt, diğerinde şarâb bulunan iki kap getirildi ve bana: Bunların hangisini dilersen al, denildi. Ben sütü aldım ve onu içtim. Bana: Fıtrata hidâyet olundun yahut fıtrata isabet ettin. Eğer sen şarâbı almış olsaydın, ümmetin azgın olurdu, denildi".
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Bâb
3476-)
Bize Usmân ibnu'l-Mugîre, Mucâhid ibn Cebr'den haber verdi ki, İbnu Omer(radıyallahü anh) şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Ben Îsa'yı, Musa'yı ve İbrahim'i gördüm: Amma İsâ al çehreli, kıvırcık saçlı, geniş göğüslü idi. Amma Mûsâ, karayağız, iri uzun boylu, düz saçlı idi. Sanki Sudan’lı erkeklerden birisi".
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Bâb