Sahîh-i Buhârî Hadis Kitabı
3349-)
Bize Mâ'mer, ez-Zuhrî'den; o da Urve'den; o da Âişe (r.anha)'den: Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem):"Beşfâsık (hayvan nev'i) vardır ki, bunlar Harem içinde öldürülürler: Fare, akreb, çaylak, karga ve her yırtıcı yaralayıcı köpek" buyurmuştur.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu Bedi'l-halk
Konu: Yeryüzünde Gezen Hayvanlardan Beş Nev’i Fasıklardır Ki, Bunlar Harem İçinde Öldürülürler
3350-)
Bize Mâlik, Abdillah ibn Dinar'dan; o da Abdullah ibn Omer(radıyallahü anh) 'den haber verdi ki, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Yeryüzünde gezen hayvanlardan beş nev’i vardır ki, her kim bunları ihrâmlı olduğu hâlde öldürürse üzerine günâh olmaz: Akreb, fare, yaralayıcı köpek, karga ve çaylak".
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu Bedi'l-halk
Konu: Yeryüzünde Gezen Hayvanlardan Beş Nev’i Fasıklardır Ki, Bunlar Harem İçinde Öldürülürler
3351-)
Atâ ibn Ebî Rebâh'tan; o da Câbir ibn Abdillah (radıyallahü anh)'tan tahdîs etti. O bu hadîsi Peygamber'e yükseltmiştir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:"Yiyecek içecek kaplarının üzerlerini örtünüz, su kırbalarının ağız iplerini bağlayınız, bütün kapıları arkalarından kapayınız, yatsı vakti sırasında çocuklarınızı dışarıda hareketten menedip eve toplayınız. Çünkü o zaman cinnlerin yayılması ve bir şeyi sür'atle alıp kapmaları vardır. Uyku sırasında kandilleri söndürünüz. Çünkü fâsıkçık yânı fare bazen yanan fitili çeker de ev halkını yakar". Cureyc ile Hubeyb, Atâ'dan rivayetlerinde: "Çünkü o zaman şeytânların bir yayılması ve çabuk alıp kapmaları vardır" şeklinde söylemişlerdir.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu Bedi'l-halk
Konu: Yeryüzünde Gezen Hayvanlardan Beş Nev’i Fasıklardır Ki, Bunlar Harem İçinde Öldürülürler
3352-)
Bize Yahya ibnu Âdem, İsrâîl ibn Yûnus'tan; o da Mansûr'dan; o da İbrahim'den; o da Alkame'den tahdîs etti ki, Abdullah ibn Mes'ûd şöyle demiştir: Biz Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber Minâ'daki bir mağarada bulunuyorduk. O sırada 'Ve'l-mürselâti urfen" Sûresi indi. Bizler o sûreyi Rasûlüllah'ın ağzından almaya çalışıyorduk. Ansızın bir yılan kendi yuvasından çıkıverdi. Biz hemen onu öldürmeye davrandık. Fakat yılan bizim önümüze geçti ve yuvasına girdi. Bunun üzerine Rasûlüllah: "Siz nasıl yılanın şerrinden korundunuzsa, o da sizin şerrinizden korundu" buyurdu. yine Yahya ibn Âdem, İsrail'den; o da el-A'meş'ten; o da İbrahim'den; o da Alkame'den; o da Abdullah'tan olmak üzere yukarıdaki hadîsin benzerini rivayet etti. Bunda Abdullah ibn Mes'ûd: Biz de bu sûreyi Rasûlüllah'ın ağzından taze taze almaya çalışıyorduk, demiştir. hadîsi Mugîre ibn Mıksem'den rivayet etmekte İsrail'e, Ebû Avâne mutâbaat etmiştir: Hafs ibn Gıyâs, Ebû Avâne, Süleyman ibnu Karm, el-A'meş'ten; o da İbrahim'den; o da el-Esved'den; o da Abdullah ibn Mes'ûd'dan söylediler.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu Bedi'l-halk
Konu: Yeryüzünde Gezen Hayvanlardan Beş Nev’i Fasıklardır Ki, Bunlar Harem İçinde Öldürülürler
3353-)
Nâfi'den; o da İbn Omer (radıyallahü anh) 'den tahdîs etti ki, Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: kadın, dünyâda bir kediyi bağlayıp habsetmiş, onu yedirmemiş ve onu yerin haşerelerinden yemesi için de salıvermemiş olduğundan ötürü ateşe girmiştir". dedi ki: Ve bize Ubeydullah, Saîd el-Makburî'den; o da Ebû Hureyre'den; o da Peygamber'den olmak üzere bunun benzerini tahdîs etti.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu Bedi'l-halk
Konu: Yeryüzünde Gezen Hayvanlardan Beş Nev’i Fasıklardır Ki, Bunlar Harem İçinde Öldürülürler
3354-)
Bana Mâlik, Ebu'z-Zinâd'dan; o da el-A'rac'dan; o da Ebû Hureyre(radıyallahü anh)'den tahdîs etti ki, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: biri bir ağaç altına indi. Akabinde onu bir karınca ısırdı. Peygamber eşyalarının hazırlanmasını emretti. Eşyalar ağacın altından çıkarıldı. Sonra karınca evinin yakılmasını emretti ve ateşle yakıldı. Bunun üzerine Allah opeygambere: O ısıran tek karıncayı yaksaydın ya! Diye vahyetti".
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu Bedi'l-halk
Konu: Yeryüzünde Gezen Hayvanlardan Beş Nev’i Fasıklardır Ki, Bunlar Harem İçinde Öldürülürler
3355-)
Ben Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den işittim, şöyle diyordu: Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem): "Sizden birinizin içeceği içine sinek düştüğü zaman, o kişi sineğin her tarafını batırsın, sonra onu çıkarsın (atsın). Çünkü sineğin iki kanadının birisinde hastalık, diğerinde de şifâ vardır" buyurdu.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu Bedi'l-halk
Konu: Sizden Birinizin İçeceği İçine Sinek Düştüğü Zaman, O Kişi, Sineği İçecek Şeyin İçine Batırsın. Çünkü Sineğin İki Kanadının Birinde Hastalık, Diğerinde De Şifâ Vardır.
3356-)
Bize Avf el-A'râbî, el-Hasen'den ve İbn Sîrîn'den; onlar da Ebû Hureyre(radıyallahü anh)'den tahdîs ettiler ki, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Fahişe bir kadın (Allah tarafından)mağfiret olunmuştur; şöyle ki: Günün birinde o fahişe kadın suya yakın ve duvarı örülmedik bir kuyu başında bir köpeğe rastgelmiş, köpek susuzluktan dilini sarkıtıyordu." devam etti: "Susuzluk onu öldürmeye yaklaştırmış bulunuyordu. Kadın hemen ayağından ediğini çıkarmış ve onu başının yaşmağı ile sıkıca bağlayarak (kuyuya sarkıtmış) ve kuyudan o köpek için su çıkarmıştır. Bu yaptığı sulama sebebiyle o fahişe kadın mağfiret olunmuştur".
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu Bedi'l-halk
Konu: Sizden Birinizin İçeceği İçine Sinek Düştüğü Zaman, O Kişi, Sineği İçecek Şeyin İçine Batırsın. Çünkü Sineğin İki Kanadının Birinde Hastalık, Diğerinde De Şifâ Vardır.
3357-)
Bize Sufyân ibn Uyeyne tahdîs edip: Ben bunu senin şurada bulunduğun gibi ez-Zuhri'den ezberledim, o şöyle dedi: Bana Ubeydullah ibn Abdillah, İbnu Abbâs'tan; o da Ebû Talha Zeyd ibn Sehl'den (Allah onlardan razı olsun) haber verdi ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Melekler, içinde köpek ve suret bulunan bir eve girmezler" buyurmuştur.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu Bedi'l-halk
Konu: Sizden Birinizin İçeceği İçine Sinek Düştüğü Zaman, O Kişi, Sineği İçecek Şeyin İçine Batırsın. Çünkü Sineğin İki Kanadının Birinde Hastalık, Diğerinde De Şifâ Vardır.
3358-)
Bize İmâm Mâlik, Nâfi'den; o da Abdullah ibn Omer (radıyallahü anh) 'den haber verdi ki, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) köpeklerin öldürülmesini emretmiştir.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu Bedi'l-halk
Konu: Sizden Birinizin İçeceği İçine Sinek Düştüğü Zaman, O Kişi, Sineği İçecek Şeyin İçine Batırsın. Çünkü Sineğin İki Kanadının Birinde Hastalık, Diğerinde De Şifâ Vardır.
3359-)
Ebû Hureyre (radıyallahü anh) tahdîs edip şöyle demiştir: Rasûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:"Her kim (yanında) köpek tutarsa, her gün o kimsenin amelinden bir kırat eksilir. Ancak o köpek zirâat köpeği yahut koyun köpeği ise eksilmez" es-Sâib ibn Yezîd haber verdi ki, o Sufyân ibn Ebî Zuheyr eş-Şeneîy'den işitmiştir. O da RasûlulIah (sallallahü aleyhi ve sellem)'tan şöyle buyururken işitmiştir: "Her kim kendisine ekincilik ve hayvan bekçiliği yönünden bir fayda vermeyen bir köpek edinirse, her gün o kimsenin ameli (nin sevabından) bir kırat eksilir". Sufyân ibn Ebî Zuheyr'e: Sen hakîkaten bu hadîsi'Rasûlüllah'tan işittin mi? dedi. O da: ' Evet, şu kıblenin sahibine yemîn ederim, diyerek rivayetini yemîn ile kuvvetlendirdi.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu Bedi'l-halk
Konu: Sizden Birinizin İçeceği İçine Sinek Düştüğü Zaman, O Kişi, Sineği İçecek Şeyin İçine Batırsın. Çünkü Sineğin İki Kanadının Birinde Hastalık, Diğerinde De Şifâ Vardır.
3362-)
Ebû Hureyre (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Cennete ilk girecek olan zümre, yüzleri ayın ondördüncü gecesindeki parlak sureti üzere girerler. Sonra bunların arkasından girecek olanlar da gökte en parlak ışık neşreden yıldızın parlaklığı üzeredirler. Cennetlikler orada bevletmezler, dışkı çıkarmazlar, tükürmezler, sümkürmezler. Onların cennetteki tarakları altın, terleri misk, buhurdanlıklarının yakacığı el-Uluvvetu ve el-Uncâcu denilen güzel kokulu çubuktur. Onların zevceleri el-Hûru 'l-Iyn denilen iri ve şahin gözlü dilberlerdir. Onlar bir tek adamın hilkati, babaları Âdem'in yükseklikte altmış zira' olan sureti üzeredirler".
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Yüce Allahın Şu Kavli Bâbı:
3363-)
Ebû Seleme'nin kızı Zeyneb'den; o daÜmmü Seleme'den tahdîs etti ki, Ümmü Suleym (radıyallahü anh): Yâ Rasûlallah, şübhesiz Allah haktan (yani hakkı beyân etmekten) haya etmez. Bir kadın ihtilâm olduğu zaman gusl etmesi vâcib olur mu? diye sormuş. "Kadın suyu (yani uyandığında ıslaklığı) gördüğü zaman, evet" buyurmuş. bulunan Ümmü Seleme gülmüş ve: Kadın da ihtilâm olur mu? demiş. Bunun üzerine Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): (Bu olmasa) çocuğu kendisine ne ile ve nasıl benzeyebilir?" buyurmuştur
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Yüce Allahın Şu Kavli Bâbı:
3364-)
Enes ibn Mâlik (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Rasûlüllah'ın Medine'ye gelmesi haberi Abdullah ibn Selâm'a ulaştı. Abdullah hemen Rasûlüllah'a geldi ve: Ben sana üç şey soracağım ki, bunların cevâblannı peygamberden başkası bilmez, dedi: Kıyâmet alâmetlerinin ilki nedir? Cennet ahâlîsinin cennette yiyecekleri ilk yemek nedir? Çocuk hangi şeyden dolayı babasına benzer ve hangi sebeble anasının soyuna çeker? diye sordu. (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bu mes'eleleri biraz önce Cibril bana haber vermişti" buyurdu. dedi ki: Bunun üzerine Abdullah: Bu Cibrîl, melekler arasında Yahûdî düşmanıdır, dedi. soruların cevâblarına başlayarak? a. Kıyâmet alâmetlerinin birincisi bir ateştir ki, o insanları doğu tarafından batı tarafına sürecektir, Cennet ahâlîsinin yiyeceği ilk yemek balık ciğerinin (sarkmış olan) fazlasıdır, Çocuğun (baba ve ana soylarına) benzemesine gelince, erkek, kadına cinsî münâsebette bulunduğu sırada erkeğin suyu kadınınkinin önüne geçerse çocuk babaya benzer. Kadının suyu erkeğinkinin önüne geçerse, çocuk anaya benzer" buyurdu. cevâblar üzerine Abdullah ibn Selâm: Ben şehâdet ediyorum ki, Sen muhakkak Allah'ın Rasûlü'sün, dedi. sonra İbnu Selâm (devamla): Yâ Rasûlallah! Yahudiler insanı hayrete bırakacak surette yalan söyleyen, asılsız isnâd ve iftiralarda bulunan haksız bir millettir. Eğer Sen beni onlardan sormazdan önce benim müslümân olduğumu duyup öğrenirlerse, muhakkak onlar Senin yanında bana (akla gelmedik) iftiralarda bulunurlar (Onun için evvelâ Sen beni onlardan sor), dedi. akabinde Rasûlüllah'ın huzuruna bir Yahûdî zümresi geldi. Abdullah da evde bir yere girip çekiliverdi. Şimdi Rasûlüllah, Yahûdîler'e: "Abdullah ibn Selâm sizin içinizde hangi derecededir, nasıl adamdır?" diye sordu. O bizim en âlimimizdir ve en âlimimizin oğludur. Ve yine Abdullah bizim en hayırlımızdır ve en hayırlı bir sîmâmızın oğludur! dediler. üzerine Rasûlüllah: "Abdullah müslümân olduysa ne dersiniz (Siz de müslümân olur musunuz)?" diye sordu. Böyle şeyden Allah onu korusun! diye karşıladılar. Bunun üzerine Abdullah, Yahûdîler'e karşı çıktı ve: Eşhedu enlâ ilahe ille'llah ve eşhedü enne Muhammeden Rasûlüllah ( = Şübhesiz bilirim bildiririm Allah'dan başka yoktur tapacak, yine bilirim bildiririm Allah’ın elçisidir Muhammed), dedi. defa da Yahûdîler: O bizim şerrlimizdir, şerlimizin oğludur! demeye başladılar ve İbn Selâm (ın nâmûsu, nesebi ve şerefi) hakkında türlü iftiralarda bulundular.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Yüce Allahın Şu Kavli Bâbı:
3365-)
Bize Ma'mer ibn Râşid, Hemmâm ibn Münebbih'ten; o da Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den; o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den bu tarzda haber verdi; yani: "Eğer İsrail oğulları olmayaydı et kokmazdı, Havva (anamız) olmayaydı kadın cinsi, zevcine hıyanet edip aldatmazdı" buyurduğunu rivayet etti.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Yüce Allahın Şu Kavli Bâbı:
3366-)
Ebû Hureyre (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Size kadınlar hakkında hayırlı olmanızı vasiyet edip dilerim. Çünkü kadın eğe kemiğinden yaratılmıştır. Bu kemikte en eğri şey (yani kısım) üst tarafıdır. Eğer sen eğri kemiği doğrultmaya savaşırsan onu kırarsın. Onu kendi hâlinde bırakırsan dâima eğri kalır (öyle kullanırsın). Onun için size kadınlar hakkında hayırlı olmanızı vasiyet ederim".
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Yüce Allahın Şu Kavli Bâbı:
3367-)
Bize Abdullah ibnu Mes'ûd (radıyallahü anh) tahdîs edip şöyle demiştir: Bize Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) tahdîs etti ki, o kendi doğru söyler; kendisine de doğru söylenir-: "Sizin herbirinizin yaratılışı (başlangıçta ana baba maddeleri) kırk gün ananın karnında toplanır. Sonra o maddeler o kadar zaman (yani kırk gün) içinde katı bir kan pıhtısı hâlini alır. Sonra yine o kadar zaman içinde mudğa, yani bir çiğnem ete dönüşür. Sonra Allah ona dört kelime ile bir melek gönderir de, onun ameli, eceli, rızkı, şakî ve saîd olduğu yazılır. Sonra ona ruh üflenir (cenîn canlanır). İmdi sizden bir kişi (bu fıtratı gereği dünyâda) cehennem ehlinin işini işler de, hattâ kendisiyle cehennem arasında yalnız bir kulaç mesafe kalır. Bu sırada (meleğin ana karnında yazdığı) yazı onun önüne geçer. Bu defa o kişi cennet ehlinin işini işler de cennete girer. Ve yine kişi cennet ehlinin işini işler, hattâ kendisiyle cennet arasında bir kulaç mesafe kalır. Bu sırada (meleğin yazdığı) yazı onun önüne geçer de artık cehennem ehlinin işini işler ve cehenneme girer".
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Yüce Allahın Şu Kavli Bâbı:
3368-)
Bize Hammâd ibn Zeyd, Ubeydullah ibn Ebî Bekr ibn Enes'ten; o da Enes ibn Mâlik (radıyallahü anh)'ten tahdîs etti ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Şübhesiz ki, Allah rahimde bir melek tevkil etmiştir. Melek: Ey Rabb'im! Bir nutfedir. Ey Rabb 'im! Bir kan pıhtısıdır. Ey Rabb'im! Bir çiğnem ettir, der. Allah onu yaratmak (yani suret vermek) istediğinde, melek: Ey Rabb'im! Erkek midir yahut dişi midir? Bedbaht mıdır yahut mes'ûd ve bahtiyar mıdır? Rızk nedir? Ecel nedir? sorularını sorar. Bunlar o anasının karnında iken böylece yazılır".
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Yüce Allahın Şu Kavli Bâbı:
3369-)
Bize Şu'be, Ebû İmrân el-Cevnî'den; o da Enes'ten tahdîs etti. Enes bu hadîsi Rasûlüllah'a yükseltiyor, yani O'nım şöyle buyurduğunu söylüyordu: (kıyâmet gününde) cehennemliklerin azâbca en hafifi olan birine: Yeryüzünde mal olarak ne varsa hepsi senin olsa, şu azâbdan kurtulmak için onu feda eder mi idin? diye soracaktır. da: Evet feda ederdim yâ Rabbi, diyecek. Bunun üzerine Allah: Fakat sen Âdem atanın sulbünde iken ben senden (şimdi göze aldığın fedâkârlıktan) daha ehven birşey istemiştim ki, bana ortak koşmaman ve nankörlük etmemendi. Fakat sen (dünyâya gelince tevhîdden) çekinip, müşrikliğe yapıştın! diyecektir".
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Yüce Allahın Şu Kavli Bâbı:
3370-)
Abdullah ibn Mes'ûd (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Hiçbir nefis zulm ile öldürülmez ki, ille onun kanından (yani kanının günâhından) birinci Âdem (atanın) oğluna bir pay ayrılır. Çünkü o, öldürme âdetini koyanların birincisidir".
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Yüce Allahın Şu Kavli Bâbı:
3371-)
Buhârî dedi ki: Ve bize el-Leys ibn Sa'd, Yahya ibn Saîd'den; o da Amre bintu Abdirrahmân'dan söyledi ki, Âişe (r.anha) şöyle demiştir: Ben Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'den işittim, şöyle buyuruyordıı: “Ruhlar (sınıf sınıf, zümre zümre) toplanmış cemâatlerdir. Bundan ötürü içlerinden birbirleriyle tanışanlar, sevişip anlaşmışlardır. Aralarında birbirleriyle birleşemeyen (yahut zıdlaşanlar) ise -dünyâda- ihtilâfa düşmüşler, anlaşamamışlardır". Yahya ibn Eyyûb şöyle dedi: Bana Yahya ibn Saîd el-Ensârî yukarıda geçen bu hadîsi tahdîs etti.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Ruhlar Sınıf Sınıf Toplanmış Cemâatlerdir”
3372-)
ez-Zuhrî şöyle demiştir: Salim şöyle dedi: Ve İbn Omer (radıyallahü anh) de şöyle dedi: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) insanlar içinde ayağa kalktı ve Allah'ı lâyık olduğu sıfatlarla övdü. Sonra Deccâl'i zikrederek şöyle buyurdu: "Ben sizi kat'î surette Deccâl'in şerrinden korkuturum. Peygamberlerden hiçbir peygamber hâriç olmamak üzere, muhakkak kendi kavmini (her yalancı) deccâlden korkutup uyarmıştır.Yeminle söylerim ki, Nûh Peygamber de kavmini ondan korkutup uyarmıştır. Lâkin şimdi ben sizlere, onun, hiçbirpeygamberin bilsinler diye kavmine söylemediği (toplu ve ayırıcı) bir vasfını söylüyorum: Deccâl şaşıdır (kötü kılavuzdur). Allah ise şaşı değildir (insanları doğru yola irşâd buyurur)".
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Yüce Allahın Şu Kavli Bâbı:
3373-)
Ben Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den işittim, şöyle dedi: Rasûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Dikkat edin! Size Deccâl'e âid bir hadîs haber vereceğim ki, hiçbir peygamber kendi kavmine onu söylememiştir: Onun bir gözü kördür: Şu da muhakkak ki, cennetin ve cehennemin yalancı misâlleri de onunla beraber gelecektir. Fakat onun cennet diyeceği şey cehennemin, cehennem diyeceği de cennetin tâ kendi misâlidir. Nûh, onun tehlikesini kavmine haber verip sakındırdığı gibi, ben de size o tehlikeyi haber verip uyarıyorum".
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Yüce Allahın Şu Kavli Bâbı:
3374-)
Ebû Saîd (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Rasûhıllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: " (Kıyâmet gününde) Nûh ve ümmeti gelir. Yüce Allah ona: (Emirlerimi ümmetine) tebliğ ettin mi? buyurur. Nûh: Evet ettim ey Rabb'im, der. Bunun üzerine Allah onun ümmetine: Nûh size tebliğ etti mi? buyurur, Nûh 'un ümmeti de: Hayır, bize hiçbir peygamber gelmedi! derler. Bunun üzerine Allah Nûh 'a: Senin tebliğ ettiğine kim şehâdet eder? buyurur. O da: Muhammed ile ümmeti, der. Sonra Muhammed'le ümmeti Nuh'un, ümmetine Allah'ın hükümlerini tebliğ ettiğine şehâdet ederiz, derler. İşte bu beyânım zikri ulu olan Allah'ın şu kavlidir: sizi vasat bir ümmet yapmışızdır, insanlara karşı şâhidler olasınız, bu Peygamber de sizin üzerinize tam bir Şâ Olsun dîye.."(el-Bakara: 143). "el-Vasat", adaletli demektir.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Yüce Allahın Şu Kavli Bâbı:
3375-)
Bize Ebû Hayyân, Ebû Zur'a'dan tahdîs etti ki, Ebû Hureyre(radıyallahü anh) şöyle demiştir: Biz bir yemek da'vetinde Peygamber'in beraberinde idik. Peygamber'e bir kol ayrılıp önüne konuldu. Çünkü Peygamber etin bu kısmını severdi. Peygamber ondan ön dişleriyle bir lokma kopardı. Ve şöyle buyurdu: "Ben kıyâmet gününde bütün insanların seyyidiyim (yânı efendisiyim). Bu neden, bilir misiniz? (diyerek şöyle devam etti:) Allah kıyâmet gününde dünyâda önce ve sonra gelip geçmiş bütün insanları düz ve geniş bir sahada toplayacaktır. Öyle düz ve geniş bir saha ki, orada bakan kişi onların hepsini görecek ve çağırıcı seslenince, sesini bütün mahşer halkına işittirecek. Bir de güneş insanlara yaklaşacak. Bu sırada insanların bâzısı: İçinde bulunduğunuz, size ulaşan şu gamlı hâli görüyorsunuz! Size Rabb'inize delâlet edecek bir şefaatçi (bulmak çâresine) baksanız ya! diyecek. üzerine mahşer halkının bâzısı da: Babanız Âdem'dir, ona gidin, der. Akabinde ona gelirler ve: Yâ Âdem! Sen beşerin babasısın. Allah seni eliyle yarattı ve sana kendi tarafından olan bir ruhtan hayât üfürdü. Meleklere emretti de onlar da sana secde ettiler. Allah seni cennette yerleştirdi. Sen bizlere Rabb'in katında şefaat etsen ya! İçinde bulunduğumuz ve bize ulaşan şu acıklı hâli görüyorsun işte! derler. de: Rabb'im(bu gün) öyle öfkeli oldu ki, bundan önce bunun gibi öfkelenmemiş, bundan sonra da bunun benzeri öfkelenmez. Bununla beraber Rabb'im beni o ağaçtan nehyetmiş iken ben O'na âsî olmuştum. (Şimdi ben kendimi düşünüyorum.) Vay nefsim, nefsim! Siz benden başka bir şefaatçiye gidiniz; Nuh'a gidiniz! der. da Nuh'a varırlar ve: Yâ Nûh! Sen yeryüzü ahâlîsine gönderilen rasûllerin birincisisin. Allah sana Kur'ân'da"Çok şükreden kul"(el-İsrâ: 3)adını verdi. Bizim içinde bulunduğumuz sıkıntılı durumu görüyorsun, bize erişen musibeti görmektesin, bizlere Rabb'in katında şefaat etsen ya! derler. Peygamber de: Rabb'im bu gün öyle öfkelidir ki, ne bundan önce böyle öfkelenmiş, ne de bundan sonra bunun benzeri öfkelenir. (Ben de nefsimi düşünüyorum.) Vay nefsim, nefsim!... Siz o şanlı Peygamber Muhammed'e gidiniz, der. üzerine insanlar bana gelirler. Ben de hemen Arş'ın altında secdeye kapanırım. Sonra bana Allah tarafından: Yâ Muhammed, başını kaldır, şefaat et; şefaatin kabul olunacak; iste, dileğin sana verilecektir! buyurulur". Muhammed ibn Ubeyd: Ben hadîsin kalanını ezberlemiyorum, demiştir (Çünkü uzundur ve başkalarının rivayetlerinden bilinmiştir).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Yüce Allahın Şu Kavli Bâbı:
3376-)
el-Esved ibn Yezîd'den; o da Abdullah ibn Mes'ûd (radıyallahü anh)'dan haber verdi ki, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) âmmenin okuyuşu gibi "Fehel min müddekir"(el-Kamer Sûresi'nde altı kerre) şeklinde okunmuştur.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Yüce Allahın Şu Kavli Bâbı:
3377-)
Abdan şöyle dedi: Bize Abdullah ibnu’l-Mubârek haber verdi: Bize Yûnus ibn Yezîd, ez-Zuhrî'den haber verdi. H Bize Ahmed ibn Sâiih tahdîs etti: Bize Anbese tahdîs etti: Bize Yûnus tahdîs etti ki, İbn Şihâb şöyle demiştir: Enes dedi ki, Ebû Zerr (radıyallahü anh) şöyle tahdîs ediyordu: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Ben Mekke'de iken içinde bulunduğum evin tavanı(ansızın) yarıldı. Cibril indi. Göğsümü yardıktan sonra içini Zemzem suyu ile yıkadı. Sonra hikmet ve îmân ile dolu altın bir leğen getirip içindekini göğsümün içine boşalttı. Ve göğsümü kapadı. Sonra elimden tutup beni semâya doğru çıkardı. Yere en yakın semâya vardığımızda Cibril, o semânın bekçisine: Aç, dedi. Kimdir o? dedi. Bu: Cibril'dir, dedi. Beraberinde kimse var mı? dedi. Muhammed benimle beraberdir, dedi: Ona (gelsin diye) haber gönderildi mi? dedi. Evet gönderildi; aç, dedi. yakın semânın üstüne çıkınca bir de gördüm ki, bir kimse (oturmuş), sağ tarafında bir takım karaltılar, sol tarafında da birtakım karaltılar var. O kimse sağ tarafına baktığında gülüyor, sol tarafına baktığında ağlıyor. O zât: Merhaba, sâlihpeygamber ve sâlih oğul, dedi. Bu kim? diye sordum. Âdem (sallallahü aleyhi ve sellem)'dir, sağında ve solunda olan bu karaltılar da evlâdının ruhlarıdır. Sağında olanları cennet ehli, sol tarafında olan ka-, raltılar da cehennem ehlidir. Sağına baktıkça güler, sol tarafına baktıkça ağlar, dedi. Cibril beni tâ ikinci semâya çıkardı. Bekçisine: dedi. de evvelkinin söylediklerini söyledikten sonra kapıyı açtı". dedi ki: Ebû Zerr, Rasûlüllah'ın semâlarda Âdem, İdrîs, Mûsâ, İsâ, İbrâhîm Peygamberleri bulduğunu söylediyse de, herbirerlerinin menzillerinin nerelerde olduğunu ayrı ayrı söylemeyip, yalnız Âdem'i en yakın semâda, İbrahim'i altıncı semâda bulmuş olduğunu söyledi. Yine Enes dedi ki : Rasûlüllah ile birlikte İdrîs Peygamber'e uğradıklarında, İdrîs: "Merhaba sâlihpeygamber ve sâlih kardeş" demiş. (Peygamber demiş ki:) "Bu kim? diye sordum. Bu İdrîs'tir, dedi. Musa'ya uğradım. O da: Merhaba sâlihpeygamber ve sâlih kardeş! dedi. Bu kimdir? diye sordum. Cibril: Bu Musa'dır, dedi. Sonra Îsa'ya uğradım. O da: Merhaba sâlihpeygamber ve sâlih kardeş, dedi. Bu kim? dedim. Cibril: Bu Îsa'dır, dedi. İbrahim'e uğradım. O da: Merhaba sâlihpeygamber ve sâlih oğul, dedi. Bu kim? dedim. Cibril: Bu İbrahim'dir, dedi". ibn Şihâb dedi ki : Ve bana İbn Hazm haber verdi ki, İbn Abbâs ile Ebû Habbe el-Ensârî şöyle diyorlardı: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: Cibril, beni yukarıya götüre götüre nihayet kaza ve takdir kalemlerinin cızırtılarını duyacak yüksek bir yere çıktım". İbn Hazm ile Enes ibn Mâlik(radıyallahü anh) şöyle demişlerdir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: (O zaman) Allah benim üzerime ve ümmetim üzerine elli namaz farz kıldı. Bu farziyeti yüklenerek döndüm. Derken Musa'ya rastgeldim, Mûsâ bana: Ümmetine ne farz edildi? dedi. Ümmetim üzerine elli namaz farz etti, dedim. Mûsâ: Rabb'ine dön (de şefaat et). Çünkü ümmetin buna takat getiremez, dedi. de dönüp Rabb'ime müracaat ettim. Allah bir kısmını indirdi. Ben de Musa'nın yanına dönüp: Bir kısmını indirdi, dedim. yine yukarıdakinin benzerini zikredip: Rabb'ine müracaat et, çünkü ümmetin takat getiremez, dedi. defa da Allah bir kısmını indirdi. Ben yine Musa'ya dönüp bunu kendisine haber verdim. Mûsâ yine: Rabbine müracaat et, çünkü ümmetin buna takat getiremez, dedi. bir daha Rabb'ime müracaat ettim. Allah: Onlar beştir, yine onlar ellidir. Benim nezdimde söz (yani hüküm ve kaza) tebdil olunmaz, buyurdu. yanına döndüm. O yine: Rabb'ine dön, dedi. Ben de: Artık Rabb'imden utanır oldum, dedim. Cibril tâ Sidretu'l-Muntehâ'ya (birlikte varıncaya) kadar gitti. Sidre'yi öyle (acîb ve garîb) birtakım renkler kaplamıştı ki, onlar nedir, bilemem. Sonra cennete girdirildim ki, içinde birçok inci kubbeler vardı, toprağı da misk idi".
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: İdrîs Aleyhis-selâmın Zikri Bâbı; Ki O, Nuhun Babasının Dedesidir. Nuhun Dedesidir De Deniliyor. Ve Yüce Allahın: Biz Onu Pek Yüce Bir Yere Yükselttik Meryem: Kavli.
3378-)
Mucâhid ibn Cebr'den; o da İbn Abbâs radıyallahü anhüma'tan tahdîs etti ki, Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) "Ben sabâ rüzgârı ile nusrat olundum. Âd kavmi de debûr rüzgânyle helak olundu" buyurmuştur.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Azîz Ve Celîl Olan Allahın Şu Kavli Bâbı:
3379-)
Buhârî şöyle dedi: Ve Muhammed ibnu Kesîr, Sufyân es-Sevrî'den; o da babası Saîd ibn Mesrûk es-Sevrî'den; o da Abdurrahmân ibnu Ebî Nu'm'dan söyledi ki, Ebû Saîd(radıyallahü anh) şöyle demiştir: Alî(Yemen'den) Peygamber'e, toprağından arıtılmamış bir mikdâr altın cevheri göndermişti. Peygamber bunu şu dört kişi arasında paylaştırdı: el-Akra' ibn Hâbis el-Hanzalî, sonra el-Mucâsı'î, Uyeyne ibn Bedr el-Fezârî, Zeyd et-Tâî, sonra Nebhân oğulları'ndan biri ve Al-kame ibn Ulâsete el-Âmirî sonra Kilâb oğulları'ndan biri arasında. Bu taksime Kureyş ve Ensâr öfkelendiler ve: Peygamber Necd halkından başkalarına veriyor da bizleri bırakıyor, dediler. aleyhi ve sellem): “Ben ancak bu mal ile onları İslâm 'a alıştırıyorum'' buyurdu. Bunun üzerine iki gözü çökük, yanağının iki elmacığı çıkık, alnı yüksek, gür sakallı, başı tıraşlı bir adam öne geldi ve: Allah'tan kork yâ Muhammedi dedi. Peygamber de: "Ben âsîlik edersem Allah'a kim itaat eder? Allah beni yer ahâlîsi üzerine emin kılmakta iken, sizler beni emîn saymıyor (güvenmiyor) musunuz?" buyurdu. sırada bir kimse Peygamber'den o şahsı öldürme izni istedi. Zannediyorum ki, bunu isteyen Hâlid ibnu'l-Velîd'di. Peygamber bu istekten onu men' etti. sert bedevi geri dönünce Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) arkasından: "Şunun soyundan yahut bunun arkasından öyle bir kavim türeyecektir ki, onlar Allah'ın Kitabı'nı okuyacaklar, fakat bu onların boğazlarından ileriye geçmiyecek, onlar okun avı sür'atle delip çıktığı gibi dînden çıkacaklar. Onlar İslâm ahâlîyi öldürecekler de putların sahiplerini terkedecekler. Yemîn olsun eğer ben onların zamanına erişseydim, muhakkak onları Âd kavminin öldürülüşü gibi öldürürdüm" buyurdu.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Azîz Ve Celîl Olan Allahın Şu Kavli Bâbı:
3380-)
el-Esved şöyle demiştir: Ben Abdullah ibn Mes'ûd'dan işittim. O: Ben Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in el-Kamer Sûresi'ndeki şu "fehelmin müddekir" âyetini, böyle idgam ile okurken işittim, dedi.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Azîz Ve Celîl Olan Allahın Şu Kavli Bâbı:
3381-)
Ebû Seleme'nin kızı Zeyneb, Ebû Sufyân'ın kızı Ümmü Habîbe'den; o da(Peygamber'in zevcesi) Cahş kızı Zeyneb'den şöyle tahdîs etmiştir: Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) bir kerresinde telâşla Zeyneb'in yanına girmiş ve: "Lâ ilahe ille'llah; vukû'u yaklaşan bir şerrden, büyük bir fitneden dolayı vay Arab'ın hâline! Bu gün Ye'cûc ve Me'cûc'ün şeddinden şunun gibi bir delik açıldı" buyurup, başparmağı ile onu ta'kîb eden şehâdet parmağını halka yapmıştır. üzerine Cahş kızı Zeyneb: Yâ Rasûlallah, içimizde bu kadar sâlih kimseler varken biz helak olur muyuz? diye sordu. Rasûlüllah: "Evet, ahlâksızlık ve ma'siyet çoğaldığı zaman (helak olursunuz)" buyurdu.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Yecûc Ve Mecûc Kıssası İle Yüce Allahın Şu: Onlar Dediler Ki: Yâ Zel-karneyn, Hakikat Yecûc Ve Mecûc Bu Yerde Fesâd Çıkaran Kabîlelardır. Bizimle Onların Arasına Bir Sedd Yapman Üzerine Sana Bir Vergi Verelim Mi?... El-kehf: Kavli Bâbı
3382-)
Bize Abdullah ibnu Tâvûs, babası Tâvüs'tan; o da Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den tahdîs etti ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):" (Bu gün) Ye'cûc ve Me'cûc'ün şeddinden şunun gibi bir delik açıldı" buyurmuş ve eliyle doksan bağlayarak bu deliğin işaretini yapmıştır. Ebû Salih, Ebû Saîd el-Hudrî (radıyallahü anh)'den tahdîs etti ki, Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:"Yüce Allah, Âdem'e: Yâ Âdem! buyurur. Âdem de: Lebbeyke ve sa'deyke ve 'l-hayru fi yedeyke (Tekrar tekrar icabet ediyorum, beni tekrar tekrar mes'ûd kıl, bütün hayır Sen'in ellerindedir)der. üzerine Allah: Cehenneme girecekleri (halk arasından seçip) çıkar! buyurur. Âdem: Cehenneme gönderileceklerin mikdârı ne kadardır? der. Allah: Her bin kişiden dokuz yüz doksan dokuzu! diye cevâb verecek. Allah, Âdem'e böyle buyurduğu sırada (bunun verdiği şiddetli korkudan) çocuğun başı ağarır, her gebe kadın da çocuğunu düşürür, insanları sarhoş (olmuş gibi) görürsün, Halbuki onlar sarhoş değildirler, fakat Allah'ın azâbı pek çetindir"(el-Hacc: 2). Yâ Rasûlallah! O (binde) bir hangimiz olabilir? dediler. Rasûlüllah: "Size müjdeler olsun, sizden bir kişiye mukaabil Ye'cûc ve Me'cûc'den bin kişi (cehenneme gönderilecektir)" buyurdu. da: "Hayâtım elinde olan Allah'a yemîn ederim ki, ben sizin cennet ahâlîsinin dörtte biri olacağınızı umuyorum" dedi. müjde üzerine biz Allâhu Ekber dedik. Rasûlüllah yine "Ben sizin cennet ehlinin üçte biri olmanızı umarım " buyurdu. Biz yine tekbîr getirdik. Bu sefer Rasûlüllah: "Ben sizin cennet ehlinin yarısı olmanızı umarım" buyurdu. Biz de yine Allâhu Ekber diye tekbîr getirdik. En sonunda Rasûlüllah: "Sizler mahşer halkının içinde ancak beyaz bir öküzün derisindeki siyah bir tüy mesâbesindesiniz yahut da siyah bir öküzün derisinde sanki beyaz bir tüy gibisiniz" buyurdu.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Yecûc Ve Mecûc Kıssası İle Yüce Allahın Şu: Onlar Dediler Ki: Yâ Zel-karneyn, Hakikat Yecûc Ve Mecûc Bu Yerde Fesâd Çıkaran Kabîlelardır. Bizimle Onların Arasına Bir Sedd Yapman Üzerine Sana Bir Vergi Verelim Mi?... El-kehf: Kavli Bâbı
3384-)
Bana Saîd ibnu Cubeyr, İbn Abbâs radıyallahü anhüma'tan tahdîs ettiki, Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem): yalın ayak, vücûdunuz çıplak, erlik yerleriniz sünnetsiz olarak haşr olunacaksınız"buyurdu. " (Hatırla) o günü ki, biz göğü, kitâbların sahîfesini dürüp büker gibi düreceğiz. İlk yaratışa nasıl başladıksa, üzerimizde hakk bir va'd olarak, yine onu iade edeceğiz. Hakikatte failler biziz" (el-Enbiyâ: 104) âyetini okudu. Ve şöyle devam etti: günü(peygamberlerden) ilk elbise giydirilecek kişi İbrahim'dir. Yine kıyâmet günü sahâbîlerimden bâzı kimseler yakalanıp sol tarafa (cehennem tarafına) götürülürler. Ben hemen: Onlar benim sahabilerimdir, benim sahâbîlerimdir, derim de bana: Emin ol ki, Sen bunlardan ayrıldığından beri onlar ökçelerine basarak geri dönmüş mürtedlerdir! diye cevâb verilir. Ben de Allah 'ın sâlih kulu ve peygamberi Îsâ 'nın dediği gibi derim”: içlerinde bulunduğum müddetçe üzerlerinde bir kontrolcü idim. Fakat Sen beni içlerinden alınca, üstlerinde nigehbân yalnız Sen oldun. Zâten Sen her zaman her şeye hakkıyle şâhidsin. Eğer kendilerine azâb edersen, şübhe yok ki, onlar Sen'in kullarındır. Eğer onları mağfiret edersen mutlak gâlib, yegâne hüküm ve hikmet sahibi olan da hakîkaten Sen'sin Sen"(d-Mâide: 117-118).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Yüce Allahın Şu Kavilleri Bâbı:
3385-)
Ebû Saîd el-Makburî'den; o da Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den haber verdi. Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:"Kıyâmet gününde İbrahim, kendi babası Âzer ile Âzer'in yüzü üzerinde bir simsiyahlık ve toz toprak olduğu hâlde karşılaşır. İbrahim babasına: Ben sana dünyâda iken bana âsî olma demedim mi? der. Babası da ona:' İşte bu gün ben sana âsî olmayacağım! der Bunun üzerine İbrahim: Ey Rabb 'im! Sen bana insanların yeniden diriltilecekleri gün, beni zelîl ve rüsvây etmeyeceğini va'd etmiştin. Şimdi Allah'ın rahmetinden çok uzak olan babamın vaziyetinden daha arlandırıcı ve utandırıcı hangi rüsvâyhk olabilir? der. Allah da: (Yâ İbrâhîm!)Ben cenneti kâfirlere haram kılmışımdır, buyurur. sonra Yüce Allah tarafından: Yâ İbrâhîm, şu iki ayağının altındaki nedir? denilir. bakar ve ayakları arasında kana bulanmış bir sırtlan görür (ki, İbrahim'in babası bu çirkin surete çevrilmiştir). Bu çirkin manzara üzerine onun ayaklarından yakalanır ve ateşe (yani cehennemin içine) atılır".
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Yüce Allahın Şu Kavilleri Bâbı:
3386-)
Bukeyr ibn Abdillah, İbn Abbâs'ın hizmetçisi Kurayb'den tahdîs etti ki, İbn Abbâsradıyallahü anhüma şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) -Mekke fethi günü- Beyt'e, yani Ka'be'ye girdi ve Ka'be'nin içinde İbrâhîm ile Meryem'in resimlerini buldu da: "Dikkat edin, bu Kureyş'e ne oluyor? Muhakkak ki onlar, içinde suret bulunan bir eve meleklerin girmeyeceğini işitmişlerdir. Şu İbrâhîm (elinde fal oklarıyle) sûretlendirilmiş! İbrâhîm'in bunlarla kısmet araması nasıl olur? (o bundan ma'sûmdur)" buyurdu.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Yüce Allahın Şu Kavilleri Bâbı:
3387-)
İkrime'den; o da İbn Abbâs radıyallahü anhüma'tan haber verdi ki: Peygaber (sallallahü aleyhi ve sellem) müşriklerin Ka'be'de yapmış oldukları resimleri görünce Beyt'in içine girmedi, nihayet emretti de, o resimler giderildi. Peygamber, İbrâhîm ile İsmail'in suretlerini ellerinde ezlâm denilen fal kalemleri olduğu hâlde gördü de: "Allah bunları yapanları öldürsün. Allah'a yemîn ederim ki, bu iki peygamber hiçbir zaman böyle fal kalemleriyle rızk ve kısmet aramamış, istememişlerdir" buyurdu.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Yüce Allahın Şu Kavilleri Bâbı:
3388-)
Keysân'dan; o da Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den şöyle tahdîs etti: Rasûlüllah'a: Yâ Rasûlallah, insanların(Allah yanında) en çok kerem ve ihsana nail olanı kimdir? diye soruldu. Rasûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem): "İnsanların (hayır işlemek yönünden) en takvâlı olanıdır" buyurdu. soranlar: Biz Senden amel yönünden kerem sahibi olan kişiyi sormuyoruz, dediler. üzerine Rasûlüllah: "Öyleyse(şeref yönünden de) Allah'ın Peygamberi Yûsuf'tur. Yûsuf, Allah'ın Peygamberi (Ya'kûb'un) oğludur. Oda Allah'ın Peygamberi (İshâk'ın) oğludur. O da Halilullah İbrahim'in oğludur" buyurdu. soranlar: Biz Sana bundan da sormuyoruz, dediler. Bu defa Rasûlüllah: "Sizler Arab şeceresinin asıllarından (ana soylarından) soruyorsunuz. Arab'ın Câhiliyet zamanında hayırlı olanları ilim üzere hareket ederlerse, İslâm devrinde de en hayırlılarıdır" buyurdu. Usâme Hammâd ibn Seleme ile Mu'temir ibn Süleyman bu hadîsi yine Ubeydullah el-Umerî'den; o da Saîd el-Makburî'den; o da Ebû Hureyre'den; o da Peygamber'den olmak üzere söylediler.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Yüce Allahın Şu Kavilleri Bâbı:
3389-)
Bize Semure'ibn Cundeb (radıyallahü anh) tahdîs edip şöyle dedi: aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: ''Bu gece bana (ru'yâmda) her zaman gelen iki melek (Cibrîl ile Mîkâîl) geldi. Bunlarla beraber gittik, nihâyet uzun boylu bir kişinin yanına vardık ki(göğe doğru yükselen) boyunun uzunluğundan onun başını hemen hemen göremiyordum. O uzun boylu zât İbrahim Halîl (sallallahü aleyhi ve sellem)'dir".
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Yüce Allahın Şu Kavilleri Bâbı:
3390-)
Bize Abdullah ibnu Avn, Mucâhid ibn Cebr'den haber verdi. O İbn Abbâsradıyallahü anhüma'tan işitmiştir. İbn Abbâs'a Deccâl'i zikredip: Onun iki gözünün arasında "Kâfir" yahut "KFR" yazılmıştır, dediler. İbn Abbâs: Ben bunu Rasûlüllah'tan işitmedim. Fakat Rasûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "İbrahim'e gelince, onu görmek isterseniz (kendisini kasdederek) sahibinize bakınız. Mûsâ ise buğday renkli, etli ve toplu gövdelidir. Lifle yularlanmış kızıl bir deve üzerinde Ezrak vâdîsi içinde akıp gidiyordu. Sanki şimdi ona bakıyor gibiyim ".
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Yüce Allahın Şu Kavilleri Bâbı:
3391-)
Ebu'z-Zinâd'dan; odael-A'rac'dan tahdîs etti ki, Ebû Hureyre(radıyallahü anh) şöyle demiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Îbrâhîm aleyhi's-selâm seksen yaşında iken (Şâm yakınındaki) Kaddûm-Kadûm-da sünnet oldu" buyurdu.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Yüce Allahın Şu Kavilleri Bâbı:
3392-)
Bize Ebu'z-Zinâd, şeddesiz olarak "Kadûm’la" diye tahdîs etti. Bu hadîsi Ebu'z-Zinâd'dan rivayet etmekte Abdurrahmân ibnu İshâk, Şuayb'e mutâbaat etmiştir. bunu Ebû Hureyre'den rivayet etmekte Şuayb'e yahut Abdurrahmân ibn İshâk'a Aclân mutâbaat etmiştir. yine bu hadîsi Muhammed ibn Amr da Ebû Seleme'den; o da Ebû Hureyre'den olmak üzere rivayet etmiştir.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Yüce Allahın Şu Kavilleri Bâbı:
3393-)
Bana Cerîr ibn Hazım, Eyyûb es-Sahtıyânî'den; o da Muhammed ibn Sîrîn'den haber verdi ki, Ebû Hureyre (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Rasûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem): "İbrahim -salât ve selâm ona- yalnız üç defa (başka ma'nâya çevirerek) yalan söylemiştir" buyurdu. ibn Sîrîn'den; o da Ebû Hureyre(radıyallahü anh)'den tahdîs etti. O şöyle demiştir: İbrâhîm Peygamber yalnız üç defa yalan söylemiştir: Bunlardan ikisi Azîz ve Celîl olan Allah'ın zâtı ve rızâsı içindir: Puta tapanlara "Ben hastayım" demesi ve "Belki putların şu büyüğü bu kırma işini işlemiştir" demesi. Rasûlüllah üçüncüsü için de şöyle demiştir: "İbrâhîm günün birinde (bir kadın güzeli olan eşi) Sâre ile beraber ansızın cebbarlardan azılı bir zâlimin memleketine uğrayıvermişti. Adamları tarafından o zâlim hükümdara: Şehre yolcu bir kimse gelmiştir. Beraberinde insanların en güzeli bir kadın vardır, diye haber verildi. melik, İbrahim'e haber gönderdi. Geldiğinde Sâre'den söz ederek: Bu kadın kimdir? diye sordu. İbrâhîm: (Dîn yönünden) kızkardeşim, dedi. Sonra İbrâhîm, Sâre'nin yanına geldi ve: Yâ Sâre, yeryüzünde (bizim îmân ettiğimiz esâslara) benden ve senden başka îmân eden hiçbir kişi yoktur. Bu melik, bana seni sordu. Ben de ona senin benim kızkardeşim olduğunu haber verdim. Sakın benim sözümü yalan çıkarma, dedi. zâlim melik Sâre'ye elçi gönderip çağırttı. Sâre onun yanına girince melik eliyle Sâre'ye uzanmaya davrandı, bu anda adam bir hâle yakalandı, nefesi boğuldu. Hemen Sâre'ye: Benim için Allah 'a duâ et, ben sana zarar vermeyeceğim, dedi. Sâre, Allah 'a (onun çözülmesi için) duâ etti. Duâ akabinde adam o hâlden salıverildi. Sonra Sâre'ye ikinci defa uzandı. Bu sefer de birincideki gibi yahut ondan daha şiddetli bir hâle yakalandı. Yine Sâre 'ye: Benim için Allah 'a duâ et, ben sana zarar vermeyeceğim, dedi. Sâre yine dua etti, o da yine çözüldü ve kapıcılarından bâzısını çağırdı da: Sizler bana insan getirmediniz, sizler bana ancak bir şeytan getirdiniz, dedi. Hâcer'i Sâre'ye hizmetçi olarak hediye etti. Sâre, İbrahim'e geldi. İbrâhîm, dikelmiş namaz kılıyordu. Eliyle "Mehye" yânı hâlin nedir? diye işaret etti. Sâre: Allah kâfirin yahut fâcirin tuzağını kendi göğsüne çevirdi ve Hâcer'i de bana hizmetçi verdi, dedi." Hureyre: İşte bu Hâcer sizin ananızdır, ey semâ suyunun oğulları, demiştir.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Yüce Allahın Şu Kavilleri Bâbı:
3394-)
Bize İbnu Cureyc, Abdulhamîd ibn Cubeyr'den; o da Saîd ibnu'l-Müseyyeb'den; o da Ümmü Şerîk (radıyallahü anh)'ten haber verdi ki, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) alaca kelerin öldürülmesini emretmiş ve: "O (İbrâhîm Peygamber ateşe atıldığı zaman) İbrâhîm 'in üzerine ateşi üfürüyordu" buyurmuştur.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Yüce Allahın Şu Kavilleri Bâbı:
3395-)
Bana İbrâhîm, Alkame'den tahdîs etti ki, Abdullah ibn Mes'ûd (radıyallahü anh) şöyle demiştir: "İmân edenler, bununla beraber îmânlarını haksızlıkla da bulaştırmayanlar işte ancak onlardır ki, korkudan emîn olmak hakkı kendilerinindir. Onlar doğru yolu bulmuş kimselerdir" (el-En'âm: 82) âyeti indiği zaman bizler: Yâ Rasûlallah, hangimiz nefsine zulmetmez? dedik. Rasûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem): "İş, sizin der olduğunuz gibi değildir: "İmânlarına zulüm karıştırmayanlar'' demek, şirk karıştırmayanlar demektir. Sizler Lukmân 'in kendi oğluna söylediği şu sözü işitmediniz mi: "...Oğulcağızım, Allah 'a ortak koşma. Çünkü şirk elbette büyük bir zulümdür" (Lukmân: 13).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Yüce Allahın Şu Kavilleri Bâbı:
3396-)
Ebû Hureyre (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e bir gün et yemeği getirildi. Peygamber şöyle buyurdu; "Şübhesiz Allah kıyâmet gününde evvelkilerin ve sonrakilerin hepsini düz ve geniş bir sahada toplayacaktır. Öyle düz ve geniş saha ki, orada çağırıcı seslenince sesini herkese duyurabilecek ve bakan kişinin gözü mahşer halkını bir bakışta görebilecek. Bir de güneş (bütün sıcaklığı ile) insanlara yaklaşacak..." hadîsini şuraya kadar zikretti: "İnsanlarİbrahim'e varırlar ve: Ey İbrahim, sen yeryüzündeki insanlardan Allah'ın Peygamberi ve Allah’ın dostu bir zâtsın. Rabb'ine hakkımızda şefaat etsen, derler. da: Ben şefaat makaamında değilim, der de (dünyâda söylemiş olduğu) yalanlarını zikreder: Vay nefsim, nefsim! Sizler Musa'ya gidiniz! der...". hadîsi Peygamber'den rivayet etmekte Ebû Hureyre'ye Enes ibn Mâlik mutâbaat etmiştir.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Yeziffûne Es-sâffât: Yürüyüşte Sürat Eylemek”tir
3397-)
Saîd ibn Cubeyr'den; o da İbn Abbâs radıyallahü anhüma'tan tahdîs etti ki, Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah İsmail'in anası Hâcer'e rahmet etsin! Şayet o, suyu acele havuzlamış olmayaydı, elbette Zemzem akar, bir ırmak olurdu" buyurmuştur.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Yeziffûne Es-sâffât: Yürüyüşte Sürat Eylemek”tir
3398-)
Ve el-Ensârî Muhammed ibn Abdillah şöyle dedi: Bize İbnu Cureyc tahdîs etti: Amma Kesîr ibnu Kesîr, bana tahdîs edip şöyle dedi: Ben Usmân ibn Ebî Süleyman'la beraber, Saîd ibn Cubeyr'in maiyyetinde oturmuştuk. Saîd ibn Cubeyr: İbn Abbâs bana böyle tahdîs etmedi, fakat o şöyle söyledi, dedi: İbrâhîm, İsmâîl ve anası Hâcer ile Mekke'ye yöneldi. Hâcer, İsmail'i emziriyor hâldeydi. Kadının beraberinde bir su tulumu da vardı... O bu hadîsi Peygamber'e yükseltmedi. İbrâhîm Hâcer'le ve emzirmekte olduğu bu oğlu îsmâîl ile beraber Mekke'ye geldi. dedi ki:) Ve bana Abdullah ibn Muhammed tahdîs etti: Bize Abdurrazzâk tahdîs etti: Bize Ma'mer ibn Râşid, Eyyûb es-Sahtıyânî'den ve Kesîr ibn Kesîr ibni'l-Muttalib ibn Ebî Vedâa'dan -bunların biri diğeri üzerine artırma yapıyordu-, bunlar da Saîd ibn Cubeyr'den haber verdi. İbn Abbâs şöyle dedi: Kadınların uzun etekli elbise kullanmaları İsmail'in anası Hâcer tarafından konulmuş bir âdettir. Hâcer(kıskanç ortağı) Sâre'den izini gizlemek için uzun eteklik giymişti. Hâcer'le evlenip İsmail doğduktan sonra emzirmekte olduğu bu oğlu ile beraber (Sâre'nin saldırısından korumak için Şam'dan çıkıp) Mekke'ye geldi. Nihayet Hâcer'le İsmail'i Mescid'in (bugün bulunduğu) yerin ve Mescid'in yüksek bir yerindeki Zemzem kuyusunun yukarısında büyük bir ağacın yanına bıraktı. O târihte Mekke'de hiçbir kimse yoktu. Hattâ içecek su da yoktu. İşte İbrâhîm bu ana ve oğulu buraya bıraktı. Yanlarına içi hurma dolu meşin bir dağarcık, içi su dolu bir kırba bıraktı. Sonra İbrâhîm kendi(Şam'a) gitmek üzere döndü. İsmail'in anası Hâcer de arkasından onu ta'kîb etti de: Yâ İbrâhîm! Bizi bu vâdîde bırakıp da nereye gidiyorsun? Öyle bir vâdî ki, ne görüp görüşecek bir ins var, ne de başka bir hayât eseri şey var, dedi. bu sözlerini tekrar tekrar söyledi ise de İbrâhîm ona dönüp bakmadı. Nihayet Hâcer ona: Bizi burada birakmayı sana Allah mı emretti? diye sordu. Allah emretti! diye cevâb verdi. üzerine Hâcer: Öyleyse O bizi zayi' etmez, korur! dedi. (Ka'be'nin yerine) döndü. İbrâhîm de ayrılıp gitti. Tâ Mekke'nin üstündeki Seniyye mevkiinde görülmeyecek bir yerde bulununca yüzünü Ka'be tarafına döndürdü. Sonra ellerini kaldırarak şu kelimelerle duâ etti: 'Ey Rabb'imiz, ben evlâdımdan kimini Senin mukaddes olan evinin yanında ekimiz bir vâdîye yerleştirdim. Sebebi şudur ki, Rabbimiz, dosdoğru namazlarını kılsınlar. Artık Sen insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir. Onların şükretmeleri ümîd edildiği için, kendilerini bâzı meyvelerle rızıklandır! dedi"(İbrâhîm: 37). İsmail'in anası,oğlu İsmail'i emziriyor ve kendisi kırbadaki sudan içiyordu. Nihayet kırbadaki su bitince hem Hâcer, hem de çocuğu susadı. Hâcer çocuğun susuzluktan toprak üstünde sızlanarak yuvarlandığına bakmağa başladı. Fakat çocuğun bu elîm hâline bakmaktan fenâlaşarak onun yanından kalkıp biraz öteye gitti. Ve o mıntıkada Ka'be'ye en yakın dağ olarak Safa tepesini buldu ve bunun üstüne çıktı. Sonra vâdîye karşı durup bir kimse görebilir miyim diye bakmağa başladı. Fakat hiçbir kimse göremiyordu. Bu defa Safa tepesinden indi. Vâdîye varınca(ayağına dokunmamak için) entarisinin eteğini topladı. Sonra müşkil bir işle karşılaşan bir insan azmiyle koştu, vâdîyi geçti. Sonra Merve mevkiine geldi. Orada da biraz durdu ve bir kimse görebilir miyim diye baktı. Fakat hiçbir kimse göremedi. Hâcer bu suretle(Safa ile Merve arasında) yedi defa gitti, geldi. Abbâs dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bunun için insanlar Safa ile Merve arasında sa'y ederler" buyurdu. defa Merve üzerine çıktığında bir ses işitti ve kendisi nefsine hitâb ederek: Sus, iyice dinle! dedi. Sonra dikkatle dinledi. Bu sesi evvelki gibi bir daha işitti. Bunun üzerine Hâcer: ses sahibi, sesini duyurdun! Eğer sen bize yardım etmek kudretine mâlik isen bize yardım et! dedi. böyle der demez hemen Zemzem kuyusunun yerinde bir melek göründü. O melek ayağının topuğu ile yahut kanadıyle yeri kazıyordu. Nihayet su göründü. Hâcer (su başka tarafa akmasın diye) suyu eliyle çevirdi, havuz gibi yaptı. Hâcer hem eliyle öyle yapıyordu, bir taraftan da kırbasını doldurmaya devam ediyordu. Su ise avuç avuç alındıktan sonra yerinde kaynıyordu. Abbâs dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah İsmail'in anası Hâcer'e rahmet etsin! O, Zemzemi kendi hâline bıraksaydı da suyu avuçlamasaydı, muhakkak Zemzem akar bir ırmak olurdu" buyurdu. Abbâs devamla dedi ki: Hâcer bu sudan içti, çocuğunu emzirdi. Hâcer'e: Zayi' ve helak oluruz diye sakın korkmayın! İşte şurası Allah'ın evidir. O evi şu çocukla babası yapacaktır. Muhakkak ki, Allah o işin ehlini zayi' etmez! dedi. yeri tepe gibi olup yerden yüksekçe idi. Uzun zaman seller sağını solunu kazıp götürmüştü. bu suretle yaşarken günün birinde Cürhüm'den bir cemâat uğradı. Bunlar Kedâ yoluyla gelip Mekke'nin alt tarafına indiler. Cürhümlüler oraya bir kuşun gelip gittiğini görmüşlerdi de: Hiç şübhesiz şu kuş bir suyun başında döner dolaşır. Halbuki biz de bu vâdîde su bulunmadığını biliyorduk, demişlerdi. anlamak için çevik bir yahut iki kişi göndermişler. Onlar orada su bulunduğunu anlayınca dönüp gelmişler ve su olduğunu haber vermişler. Bunun üzerine Cürhümlüler Mekke mevkiine gelmişlerdir. Abbâs dedi ki: Cürhümlüler geldiğinde İsmail'in anası da su başında idi. Cürhümlüler ona: Bizim de gelip şuraya senin yakınına inmemize izin verir misin? dediler. de: inebilirsiniz(bu sudan da kullanabilirsiniz), şu kadar ki, bu suda sizin mülkiyet hakkınız yoktur, dedi. Onlar da: Evet, diyerek Hâcer'i tasdik ettiler. muhtâc olduğu bir sırada Cürhümlüler'in bu gelişi Hâcer'in arzusuna uygun oldu. Cürhümlüler Mekke civarına inip kondular. Sonra Cürhümlüler'in asıl kalabalık kısmına da haber gönderdiler. Onlar da gelip kondular. Nihayet Mekke'nin bulunduğu yer medenî bir ma'mûre hâline gelmeye başladı. Hâcer'in oğlu İsmâîl yiğitlik ve gençlik çağına girdi. Cürhümlüler'den Arabça öğrendi. Artık İsmâîl gençlik çağında Cürhümlüler arasında en sevimli bir sîmâ olmuştu. Onun necâbeti, güzelliği Cürhümlüler'i hayret içinde bırakmıştı. Bu sebeble İsmâîl bulûğ devresine erişince Cürhümlüler onu kendilerinden bir kızla evlendirdiler. Hayâtın bu mes'ûd safhası devam ederken günün birinde İsmail'in anası öldü. (Hâcer'in doksan yaşına girdiği ve Ka'be'nin bitişiğindeki Hıcr denilen yere gömüldüğü söylenir.) evlendikten sonra İbrâhîm bırakıp gittiği oğlunu ve kadınını arayarak görmeye geldi. İsmâîl o sırada evde yoktu, ismâîl'i karısına sordu. O da: Rızkımızı tedârik etmek üzere çıktı gitti, diye cevâb verdi. Sonra İbrâhîm: Maişetiniz, hâliniz nasıldır? diye sordu. İsmail'in kadını: Şiddetli darlık içindeyiz, fena bir hâldeyiz! diye şikâyet etti. İbrâhîm: Kocan geldiğinde benden selâm söyle ve ona de ki: Kapısının eşiğinin basamağını değiştirsin! dedi. geldiğinde babasının gelip gittiğini sezer gibi oldu da karısına: Evimize gelen oldu mu? diye sordu. O da: Evet, şöyle şöyle şekilde yaşlı bir kişi geldi. Bana seni sordu. Cevâb verdim. Maişetimizi sordu. Ben de şiddetli darlık içinde bulunduğumuzu söyledim! dedi. üzerine İsmâîl: Sana birşey vasiyet ve bir söz emânet etti mi? dedi. O da: Evet bana, sana selâm söylememi ve kapının basamağını değiştir dememi tenbîh etti, dedi. İsmâîl kadınına: O gelen ihtiyar, babamdır. Bana senden ayrılmamı emretmiştir. Artık sen kendi ailenizin evine gidebilirsin! dedi. ondan ayrılarak Cürhümlüler'den başka bir kadınla evlendi. Allah'ın dilediği bir müddet uzaklaştı da sonra geldi. Yine evde ismâîl'i bulamadı. İsmâîl'in karısının yanına girdi. Ona da İsmail'i sordu. O da: Maişetimizi tedârik etmeye gitti, dedi. İbrâhîm: Nasılsınız; maişetiniz, hâliniz iyi midir? diye sordu. İsmâîl'in karısı: Biz hayır, saadet ve bolluk içindeyiz! diye Allah'a hamd ve sena etti. Ne yiyip içiyorsunuz? diye sordu. Kadın: Et yiyoruz, su içiyoruz, dedi. İbrâhîm Peygamber: Yâ Allah! Bunların etlerini ve sularını mübarek kıl, hayır ve bereket ihsan eyle! diye duâ etti. aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "İbrahim zamanında Mekke civarında hububat yoktu. Av etiyle gıdalanıyorlardı. Eğer o târihlerde ve oralarda hububat olsaydı, İbrahim hububat hakkında dua ederdi", İbn Abbâs dedi ki: İbrahim'in bu duası bereketiyledir ki, et ile su Mekke'den başka yerlerde (o sıcak muhitte) Mekke'deki kadar hiçbir kimsenin sıhhatine uygun düşmez. İbn Abbâs dedi ki: İbrâhîm Peygamber'e gelince: Kocan geldiğinde ona selâm söyle ve ona kapısının eşiğini güzel tutsun diye emreyle! demiştir. (Sonra İbrâhîm Şam'a dönmüştür.) geldiğinde: Evimize gelen oldu mu? diye sordu. Karısı: Evet, güzel yüzlü bir ihtiyar geldi, diye İbrâhîm'i medhetti. Sonra kadın: Seni sordu, ben de rızkımızı tedârik etmeye gitti, dedim. Geçiminiz nasıldır? dedi. Ben de hayır ve saadet içindeyiz, dedim. İsmâîl: Sana birşey vasiyet etti mi? diye sordu. Kadın da: Evet, o ihtiyar sana selâm söyledi ve kapının eşiğini iyi tutmanı emreyledi, dedi. üzerine İsmâîl, kadınına: İşte o, babamdır; sen de evimizin şerefli eşiğisin! Babam bana seni hoş tutmamı, iyi geçinmemi emretmiştir, dedi. îbrâhîm yine bir müddet daha oğlundan ve ailesinden uzakta yaşadı. Ondan sonra Mekke'ye geldi. O sırada İsmâîl Zemzem kuyusunun yakınında büyük bir ağacın altında okunu yontup düzeltmekte idi. İsmâîl babasını görünce hemen kalkıp babasına karşı vardı. Ve bir babanın oğluna, bir oğulun da babasına karşı yapageldikleri sarılmalarla, el, yüz, göz öpmelerinde bulundular. Sonra İbrâhîm oğluna: Yâ İsmâîl! Allah bana büyük bir iş emretti, dedi. İsmâîl de: (Babacığım) Rabb'in ne emretti ise onu yerine getir, dedi. İbrâhîm: Fakat bu işte sen bana yardım edeceksin, dedi. İsmâîl: Ben sana her türlü yardımı yaparım, dedi. İbrâhîm: Allah burada bir Beyt yapmamı emretti, diye etrafından yüksekçe bir tepeye işaret etti. Abbâs dedi ki: İbrâhîm'le İsmâîl, işte orada Ka'be'nin esâsını kurup duvarlarını yükselttiler. İsmâîl taş getirirdi, İbrâhîm de bina ederdi. Nihayet Beyt'in binası ilerleyip duvarları yükseldiğinde İsmâîl (bugün ziyaret edilen ma'lûm) taşı getirdi. İbrâhîm de onu ayağının altına (iskele olarak) koydu, üzerinde inşâata devam etti. İbrâhîm, yapar, İsmâîl de taş sunardı. Nihayet inşâat tamam olduktan sonra, baba oğul Beyt'in etrafında dolaşıyorlar ve şöyle duâ ediyorlardı: "Ey Rabb 'imiz, bizden (şu hizmeti) kabul et, şübhesiz hakkıyle işiten, kemâliyle bilen Sen'sin Sen... "(el-Bakara. 127).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Yeziffûne Es-sâffât: Yürüyüşte Sürat Eylemek”tir
3400-)
Bize İbrâhîm ibnu Nâfi', Kesîr ibn Kesîr'den; o da Saîd ibn Cubeyr'den tahdîs etti ki, İbn Abbâs radıyallahü anhüma şöyle demiştir; İbrahim ile ehli Sâre arasında (Hâcer'i kıskanma sebebivle) çekişme meydana geldiği zaman, İbrâhîm Peygamber, İsmâîl ve İsmail'in anası ile yola çıktı. Yanlarında içinde su olan bir kırba vardı. İsmail'in anası bu kırbadan su İçiyor, bundan da çocuğuna içireceği sütü çoğalıyordu. Nihayet Mekke'ye geldi. Karısı Hâcer'i büyük bir ağacın altına koydu. Sonra İbrâhîm kendisi Şam'a, ailesinin yanına gitmek üzere döndü. İsmail'in anası Hâcer de arkasından gitti. Nihayet Kedâ mevkiine ulaştıkları zaman Hâcer, İbrahim'in arkasından: Yâ İbrâhîm! Bizi kime bırakıyorsun? diye ünledi. İbrâhîm: Sizleri Allah'a bırakıyorum, dedi. Hâcer: Ben Allah ile olmaktan razıyım, hoşnudum, dedi. Abbâs dedi ki: Bunun üzerine Hâcer ilk yerine döndü. Artık kırbadan su içmeye ve sütü çoğalıp çocuğuna emzirmeye devam etti. Nihayet su tükenince kendi kendine: Gidip etrafa baksam belki bir kimse görebilirim, dedi. Abbâs dedi ki: Bu düşünce üzerine Hâcer gitti ve Safa tepesine çıktı herhangi bir kimse görebilir mi diye etrafa tekrar tekrar baktı. Fakat hiçbir kimse göremedi. (Safâ'dan inip) vâdîye ulaşınca sür'atle yürüdü ve Merve'ye geldi.(Orada da etrafa baktı, hiç kimse göremedi.) Bu Safa' ile Merve arasında gidip gelme işini yedi defa yaptı. Sonra kendi kendine: Gidip de çocuğum ne yaptı, baksam! dedi. gidip baktı ve çocuğu kendi hâli üzere gördü. Çocuk kendisindeki susuzluktan dolayı ölmek üzere baygınlık derecesinde göğsünden hıçkırıyordu. Hâcer'in gönlü kendisini çocuğun bu hâli karşısında durdurmadı. Kendi kendine: Gitsem etrafa baksam, belki bir kimse görürüm, diye söylendi. Akabinde gitti, Safâ'ya çıktı; bir kimse görmek ümîdiyle etrafa tekrar tekrar baktı, fakat hiçbir kimse göremedi. Nihayet Safa ile Merve arasındaki bu gidip gelmeleri yediye tamamladı. Sonra yine kendi kendine: Gidip de çocuk ne yaptı baksam, dedi. Merve üzerinde bunları söylediği anda birden bir ses işitti. Bunun üzerine Hâcer: ses sahibi, eğer sende bir hayır varsa yardım et! dedi. derken Zemzem kuyusunun yerinde Cibril'i gördü. Abbâs dedi ki: Peygamber, ayağının topuğuyla işaret ederek gösterdi: Cibril ayağının topuğu ile yeri dürttü. Dedi ki: Akabinde hemen su fışkırdı. İsmâîl'in anası hayrete düştü ve yeri açmağa başladı. Abbâs dedi ki: Ebû'l-Kaasım(sallallahü aleyhi ve sellem): "Hâcer Zemzem'i kendi hâline bıraksaydı, su yeryüzünde açıktan akardı" buyurdu. ki: Artık Hâcer sudan içiyor, sütü çoğalıyor, çocuğunu emziriyordu. ki: Hâcer bu suretle yaşarken Cürhüm kabilesinden birtakım insanlar Mekke vadisine uğradılar. Onlar orada birtakım kuşların uçtuğunu gördüler. Kendileri bunu inkâr edercesine: Kuşlar su üzerinden başka yerde bulunmaz, dediler ve hemen araştırıcı elçilerini gönderdiler. ve beraberindekiler baktılar ve kendilerini bir su üzerinde gördüler. Hemen kabileye gelip, onlara su olduğunu haber verdiler. Bunun üzerine Cürhümlüler Hâcer'in yanına geldiler ve: Ey İsmail'in anası! Bizim de burada senin beraberinde olmamıza yahut seninle beraber ikaamet etmemize izin verir misin? dediler. onlara izin verdi, beraber oturdular.) Hâcer'in oğlu bulûğ çağına erişince, Cürhümlüler içinde bir kadınla evlendi. ki: İsmâîl evlendikten sonra İbrahim'e Hâcer'in bulunduğu yere gitmek düşüncesi belirdi. Bunun üzerine ailesi Sâre'ye: Ben Mekke'de bıraktıklarımı arayacağım, dedi. ki: Akabinde Mekke'ye geldi ve İsmâîl'in karısına:. İsmâîl nerede? diye sordu. İsmail'in karısı: Ava gitti, dedi ve: Bize konuk olsan, yiyip içsen! sözlerini söyledi. Yiyeceğiniz nedir, içeceğiniz nedir? diye sordu. Kadın: Yiyeceğimiz ettir, içeceğimiz de sudur, dedi. İbrâhîm: Yâ Allah! Bunlar için etlerinde ve içeceklerinde bereket halk eyle! dedi. Abbâs dedi ki: Ebû'l-Kaasım(sallallahü aleyhi ve sellem): "İbrahim'in duası sebebiyle Mekke'nin yiyecek ve içeceğinde büyük bir bereket vardır" buyurdu. ki: Sonra İbrahim'e yine Mekke'ye gitmek fikri belirdi ve ailesine: Ben Mekke'de bıraktıklarıma gideceğim, dedi (ve yollandı). gelince İsmail ile Zemzem kuyusunun arka tarafında kendi oklarını düzeltirken karşılaştı. Buluşma töreninden sonra oğluna: Yâ İsmâîl, Rabb'im bana kendisi için bir Beyt yapmamı emretti, dedi. Rabb'inin emrine itaat et, dedi. İbrâhîm: Rabb'im bu iş üzerine bana yardım etmeni de emretti, dedi. İsmâîl: Öyle ise yardım ederim, dedi; yahut da dediği gibi dedi. Bunun üzerine her ikisi kalktılar, İbrâhîm bina etmeye, İsmâîlde taşları uzatıp vermeye koyuldular ve: "Ey Rabb'imiz, bizden kabul buyur. Şübhesiz hakkıyle işiten, kemâliyle bilen Sen'sin Sen" (el-Bakara: 127) duasını söylüyorlardı. ki: Nihayet bina yükseldi. Yaşlı İbrâhîm de taşları nakletmekten zaîf oldu. Bundan sonra İbrâhîm Makaam taşının üzerinde durdu da İsmâîl taşları ona uzatıp vermeye başladı. Bu işleri yaparlarken: "Ey Rabb'imiz, bizden (bu hizmeti) kabul buyur. Şübhesiz hakkıyle işiten, kemâliyle bilen Sen'sin Sen" duasını tekrar tekrar söylüyorlardı.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Yeziffûne Es-sâffât: Yürüyüşte Sürat Eylemek”tir
3401-)
Ben Ebû Zerr (radıyallahü anh)'den işittim, şöyle dedi: Ben: Yâ Rasûlallah! Yeryüzünde ilk önce hangi mescid bina edilip konuldu? diye sordum. aleyhi ve sellem): "el-Mescidu'l-Harâm" buyurdu. Ben: Sonra hangisi? dedim. Rasûlüllah: "el-Mescidu'l-Aksâ" buyurdu. Sonra ben: Bu iki mescidin kuruluşu arasında ne kadar zaman vardır? dedim. "Kırk sene" buyurdu. Sonra da: "Bundan böyle namaz sana nerede yetişirse sen namazı orada kıl! Çünkü faziletli namaz, vakti içinde kılınandır" buyurdu.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Bâb:
3402-)
Amr ibn Ebî Amr'dan; o da Enes ibn Mâlik (radıyallahü anh)'ten tahdîs etti: Uhud Dağı Rasûlüllah'a görününce: "Bu öyle bir dağdır ki, o bizi seviyor, biz de onu seviyoruz. Yâ Allah, şübhesiz İbrahim Mekke'yi harem kılmıştır. Ben de Medine'nin şu iki kara taşlık arasındaki sahasını hürmet edilmesi vâcib bir harem kılıyorum" dedi. hadîsi Abdullah ibn Zeyd de Peygamber'den rivayet etmiştir.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'l-enbiyâ
Konu: Bâb: