Sahîh-i Buhârî Hadis Kitabı
4781-)
Ben Ebu'd-Duhâ'dan işittim; o, Mesrûk'tan tahdîs ediyordu ki, Habbâb(radıyallahü anh) şöyle demiştir: Ben Câhiliyet devrinde demirci idim. Benim Âs ibn Vâil üzerinde bir (kılıç yapma ücreti) alacağım vardı. dedi ki: Habbâb, bu alacağını ödemesi için Âs ibn Vâil'e geldi. Âs: Sen Muhammed'e küfretmedikçe ben alacağını sana vermem, dedi. da: Vallahi ben Muhammed'e, Allah senin canını alıp, sonra da sen tekrar diriltilmedikçe küfretmem, dedi. Öyleyse sen beni, öleceğim, sonra da diriltileceğim ve bana mal ve çocuk verilinceye kadar bırak da ben borcumu sana orada öde-yeyim, dedi. bu âyet indi: "Âyetlerimizi inkâr eden ve: Bana elbette mal ve evlâd verilecektir, diyen adamı gördün mü?" Ve Celîl Allah'ın Şu Kavli: "Onun söyler olduğuna biz mîrâsçı olacağız ve o bize tek başına gelecektir"(Âyet: 80). Abbâs: "Dağlar dağılıp çökecektir", "Yıkılacaktır" ma'nâsınadır, dedi.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Meryem Sûresi
4782-)
Bize Vekî', el-A'meş'ten; o da Ebu'd-Duhâ'dan; o da Mesrûk'tan tahdîs etti ki, Habbâb (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Ben demirci -kuyumcu bir adam idim. Âs ibn Vâil üzerinde bir alacağım vardı. Ben ona gelip alacağımı istiyordum. Bana: Muhammed'e küfretmedikçe ücretini ödemem, dedi. Habbâb dedi ki: Ben de ona: Sen ölünceye, sonra da diriltilinceye kadar ben Muhammed'e asla küfretmem, dedim. ibn Vâil: Ben ölümden sonra diriltilecek isem, orada malıma ve çocuklarıma döndüğüm zaman alacağım sana ödeyeceğim, dedi. dedi ki: Bunun üzerine şu âyetler indi: inkâr eden ve: Bana elbette mal ve evlâd verilecektir, diyen adamı gördün mü? O gayba mı vâkıf, yoksa Rahman(olan Allah) katında bir ahid mi edinmiş? Hayır, öyle değil, biz onun söyleyegeldiği sözü yazarız, azabını da uzattıkça uzatırız. Onun söyler olduğuna (yâni mallarına) biz mîrâsçı olacağız ve o bize tek başına gelecektir'(Âyet:77-80).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Meryem Sûresi
4783-)
Muhammed ibn Sîrîn, Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den tahdîs etti ki, Rasûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Âdem ile Mûsâ buluştular da, Mûsâ, Âdem'e: Sen (kendi şekaavetinle) insanları bedbaht eden ve onları cennetten çıkaran kimsesin, dedi. de ona; Sen Allah 'ın elçilik vermekle seçkin kıldığı ve kendisi için süzüp seçtiği, üzerine Tevrat indirdiği bir kimsesin, dedi. Evet, (öyledir), dedi. Sen (Tevrat'ta benim işlediğim) hatîeyi buldun ki, o hatîe, benim üzerime Allah beni yaratmazdan önce takdir edilip yazılmıştı, dedi." Âdem, Musa'ya delîl ve burhanla gâlib oldu" Yemmu"(Âyet: 39), "Deniz" ma'nâsınadır. Allah'ın Şu Kavli: "And olsun ki, biz Musa'ya: 'Kullarımla geceleyin yola çık da -yetişmelerinden korkmayarak, (boğulmaktan da) endîşe etmeyerek- onlara denizde kuru bir yol aç' diye vahyetmişizdir. Derken Fir'avn ordularıyle birlikte arkalarına düştü, deniz de kendilerini nasıl kapladıysa öylece kaplayıverdi. Fir'avn, kavmini saptırdı ve onları doğru yola iletmedi" (Âyet: 77-79).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Tâhâ Sûresi
4784-)
İbn Abbâs radıyallahü anhüma şöyle demiştir:Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Medîne'ye geldiği zaman, Yahudiler âşûrâ orucu tutuyorlardı. Rasûlüllah onlara: "Bu oruç nedir?" diye sordu. Yahudiler: Bu, Mûsâ Peygamber'in Fir'avn'a gâlib geldiği gündür, dediler. cevâb üzerinePeygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Biz müslümânlar Musa'ya Yahûdîler'den daha yakınız, onun için bu gün oruç tutunuz" buyurdu Allah'ın Şu Kavli: (Biz de Âdem'e: Hiç şübhesiz ki, bu senin de, zevcenin de düşmanıdır.) Bundan dolayı o sakın sizi cennetten çıkarmasın. Sonra zahmete düşersin, demiştik" (Âyet: 117).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Tâhâ Sûresi
4785-)
Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: Âdem'le hüccet yarışına girip çekişti de Âdem'e hitaben: Sen günâhın sebebiyle insanları cennetten çıkaran ve onları dünyâ zahmetleriyle bedbaht kılan zâtsın, dedi." ki:"Âdem de: Yâ Mûsâ! Sen de Allah 'in elçiliği ve kelâmı ile seçmiş olduğu zâtsın. Öyle iken sen Allah'ın beni yaratmasından önce üzerime yazdığı yahut beni yaratmadan evvel üzerime takdir etmiş olduğu bir işten dolayı beni kınıyor musun? Dedi." aleyhi ve sellem):"Âdem, Musa'ya delil ve burhanla gâlib oldu" buyurdu
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Tâhâ Sûresi
4786-)
Bize Şu'fae tahdîs etti ki, Ebû İshâk şöyle demiştir: Abdurrahmân ibnu Yezîd'den işittim. Abdullah ibn Mes'ûd (radıyallahü anh): Benû İsrâîl sûresi, el-Kehf, Meryem, Tâhâ ve el-Enbiyâ sûreleri; bu beş sûre ilk atiklerdendirler (Mekke'de iki inenlerdendirler) ve bunlar benim ilk ezberlediğim kadîm servetimdendirler, demiştir "Derken o bunları parça parça etti” (Âyet:58), buradaki "Cuzâzen", îbrâhîm o putları parça parça etti ma'nâsınadır. el-Basrî de: "Ve bütün bunlar kendi feleki içinde yüzmektedirler" (Âyet:33), buradaki"Felek", ip bükme âletinin döndüğü boşluğun benzeridir; "Yeshabûn", "Devrederler" ma'nâsınadır, dedi. Abbâs da:"Hani kavmin davarı geceleyin çobansız olarak ekin içinde yayılmıştı" (Âyet: 78), buradaki"Nefeşet", "Otlamıştı"; lâ hum minnâ yushâbûn = Bizden ise onlar hiç sabâhat gösterilmezler''(Âyet:43), buradaki "Yeshabun", "Men' olunmazlar" ma'nâsınadır. hâzihi ummetukum ummeten vâhideten = Hakikat şu, bir tek dîn olarak sizin dîninizdir" (Ayet.92), İbn Abbâs: Bu, "Dîniniz, bir tek dîndir" ma'nâsınadır, dedi. de, Allah'ı bırakıp tapmakta olduklarınız da hiç şübhesiz ki cehennemin odunlarısınız, siz oraya gireceksiniz"(Âyet:58), buradaki "Hasebu", Habeş dilinde "Hatab", yani "Odun" ma'nâsınadır, dedi. başkası da şöyle dedi: "Fe lemmâ ahassû be’senâ = Onlar azabımızı hissettikleri zaman... " (Âyet: 12), buradaki "Ehassû", "Hissettim" ma'nâsmdan türemiş olup "Onun vukuunu bekledikleri zaman" ma'nâsınadır. "Hâmidîn", "Ocakları sönmüşler"; "Hasîd", "Kökleri kazınmışlar" (Âyet: 15) ma'nâsınadır. Bu "Hasîd" lafzı, tekil, tesniye ve cemi' ma'nâsına gelir. "Onun huzûrundakiler kendisine ibâdet etmekten asla kibirlenmezler ve yorulmazlar" (Âyet: 19), buradaki"Lâyestahsırûn", "Yorulmazlar" ma'nâsınadır. "Hasîr( = Yorgun)" ve "Hasertu baîri( = Devemi yordum)" ta'bîrleri bu ma'nâdandır. kuflifeccin amîk = Her uzak yoldan " (el-Hacc: 27)'deki "Amîk", "Baîd" yani "Uzak" ma'nâsınadır. 65), "Sonra yine kafalarını döndürdüler" ma'nâsınadır. Davud'a sizin için muharebenin şiddetinden korumak için giyecek san'atını öğrettik”(Âyet: 80), "Zırhlar örme san'atını öğrettik" demektir. takattaû emrahum beynehum = Aralarındaki (dîn) işlerinde fırka fırka, hizib hizib oldular" demektir. yesmeûne hasîsehâ = Bunlar cehennemin gizli sesini bile duymazlar"(Âyet: 102), buradaki "el-Hasîs", "el-Hıss", "el-Cersu", "el-Hemsu"; hepsi de bir ma'nâya olup "Gizli ses" demektir. mâ minnâ min şehidin = Sana bildirdik, bizden hiçbir şâhid yoktur" (Fussilet: 47), bunu "Onlar yine yüz çevirirlerse, de ki: Size müsavat üzere bildirdim.." (Âyet: 109)'daki "Âzantukum "un ma'nâsını belirtmek için getirmiştir. "Sana bildirdik", "Âzantukum", "Size bildirdim" demektir. Ona bildirdiğin zaman sen ve o bilgide müsâvî olursun da gadr (yânı zulm) etmezsin. de şöyle dedi: "Le-allekum tus'elûne = Çünkü sorguya çekileceksiniz" (Âyet: 13), "İçinde bulunduğunuz hâl size anlatılacak" demektir.” O 'nun rızâsına ermiş olandan başka kimseye şefaat etmezler"(Âyet:28), buradaki "Irtedâ", "Radiye" yani "Razı oldu" demektir. zaman babasına ve kavmine: Sizin tapmakta olduğunuz bu heykeller nedir? Demişti. Onlar: Biz atalarımızı bunların tapıcıları olarak bulduk, dediler. İbrahim: And olsun siz de, atalarınız da apaçık bir sapıklık içindesiniz, dedi" (Âyet: 52-54). Buradaki "Temâsîl", "Tapılan heykeller, putlar" ma'nâsınadır Âyet: 104) "es-Sahîfe" ma'nâsınadır. o günü ki, biz göğü kitâbların sahîfesini dürüp büker gibi düreceğiz.)İlk yaratışa nasıl başladıksa, üzerimizde hakk bir va'd olarak, yine onu iade edeceğiz- Hakikatte failler bizleriz"(Âyet: 104).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-enbiyâ Sûresi
4787-)
İbn Abbâs radıyallahü anhüma şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hutbe yaptı da şöyle buyurdu:"Şübhesiz sizler Allah 'ın huzuruna ayaklarınız çıplak, vücûdlarınız çıplak, erlik yerleriniz sünnetsiz olarak toplanacaksınız.” gün ki, biz göğü kitâbların sahîfesini dürüp büker gibi düreceğiz. İlk yaratışa nasıl başladıksa, üzerimizde hakk bir va'd olarak, yine onu iade edeceğiz. Hakikatte failler bizleriz”. kıyâmet günüpeygamberlerden ilk elbise giydirilen kişi, İbrahim'dir. Gözünüzü açın! Şu muhakkak ki, yine o gün, ümmetimden birtakım adamlar getirilecek de bunlar yakalanıp sol tarafa(ateş tarafına) götürülecekler. Ben hemen: Yâ Rabb! Onlar benim sahâbîlerimdir, derim. Bana: Sen bunların senin ardından ortaya çıkardıkları bid'atleri bilmezsin, denilir. Bunun üzerine ben de, sâlih kul Îsâ'nın dediği gibi (şöyle) derim:“Ben içlerinde bulunduğum müddetçe üzerlerinde bir kontrolcü idim. Fakat Sen beni içlerinden alınca, üstlerinde gözetleyici yalnız Sen oldun. Zâten Sen herşeye hakkıyle şâhidsin” (el-Mâide: 117). “Bana: Sen onlardan ayrıldığından beri onlar ökçeleri üzerine basarak geri dönen mürtedlerdir, diye cevâb verilecektir"
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-enbiyâ Sûresi
4788-)
Ebû Saîd el-Hudrî (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle dedi:"Azîz ve Celîl olan Allah kıyâmet günü: Yâ Âdem! Der. Âdem de: Lebbeyke Rabbena ve sa’deyk ( Ey Rabb'imiz, emrine tekrar tekrar icabet eder ve her emrini yerine getirmeye girişirim)! der. sesle kendisine: Şübhesiz Allah sana zürriyetinden cehenneme gidecekleri halk arasından seçip dışarı çıkarmanı emrediyor! Diye nida edilir. O da: Yâ Rabb! Cehenneme gönderileceklerin mikdân ne kadardır? Diye sorar. Her bin kişiden -sanırım ki şöyle buyurdu:- dokuzyüz doksandokuzu, buyurdu. Allah, Âdem 'e böyle buyurduğu zaman (bunun verdiği dehşetli korkudan) gebe kadın çocuğunu düşürür, çocuk da ihtiyarlar. Ve sen o anda insanları sarhoş (olmuş gibi) görürsün. Halbuki onlar sarhoş değildirler. Fakat Allah'ın azâbı pek çetindir. " haber sahâbîlere ağır geldi, hattâ korkudan yüzlerinin rengi değişti. Bu hâl üzerinePeygamber: "Ye'cûc ve Me'cûc'den dokuzyüz doksandokuz olarak sizden bir kişi çıkarılır. Sonra sizler mahşer halkının toplamı içinde beyaz öküzün derisi üzerindeki siyah bir tüy mesâbesindesiniz. Yâhud da siyah bir öküzün derisinde sanki beyaz bir tüy gibisiniz. Ben sizlerin cennet ehlinin dörtte biri olmanızı kuvvetle umarım" buyurdu. Allâhu Ekber dedik. Bundan sonra Peygamber: "Ben sizlerin cennet ehlinin üçte biri olmanızı umarım" buyurdu. yine tekbîr ettik. Bundan sonra da: "Ben sizlerin cennet ehlinin yarısı olmanızı umarım" buyurdu. yine Allâhu Ekber diyerek tekbîr getirdik. Usâme, el-A'meş'ten yaptığı rivayetinde "Bi" cerr harfiyle: "Sen insanları sarhoşlar görürsün, Halbuki onlar sarhoş değillerdir" şeklinde 'söylemiştir. ibn Abdilhamîd, İsâ ibni Yûnus ve Ebû Muâviye de: "Sekrâ ve mâ hum bi-sekrâ" şeklinde söylediler kimi de Allah'a yalnız bir taraftan tutup ibâdet eder. Eğer kendisine bir hayır dokunursa, ona yapışır. Eğer bir fitne isabet ederse yüzü üstü döner. O dünyâda da, âhirette de hüsrana uğramıştır. Bu ise apaçık bir ziyanın tâ kendisidir. Allah’ı bırakır da kendisine ne zarar, ne fâide vermeyecek olan şeylere tapar. Bu ise (Hakk'tan) en uzak sapıklığın tâ kendisidi(Âyet: 11-13). harfin", "Alâ şekkin" demektir. sonraki sûrede gelecek olan ' Etrafnâhum", "Kendine refahı bollaştırdık" (el-Mu'minûn: 33) demektir.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-hacc Sûresi
4789-)
İbn Abbâs radıyallahü anhüma"İnsanlardan kimi de Allah 'a yalnız bir taraftan(yânı şekk üzere) ibâdet eder" âyeti hakkında şöyle demiştir: (Bedeviler'den herhangi) bir adam Medine'ye gelirdi. Eğer karısı oğlan doğurmuş ve beygirleri de yavrulamış olursa: “Bu dîn, iyi bir dîndir" derdi. Eğer karısı doğurmamış, beygirleri de yavrulamamış ise; "Bu kötü bir dîndir" derdi. Allah'ın Şu Kavli: “Bu iki sınıf, Rabb’leri hakkında birbirleriyle da'vâlaşan iki hasım zümredir... "(Âyet: 19).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-hacc Sûresi
4790-)
Bize Ebû Hâşim, Ebû Mıclez'den; o da Kays ibnu îbâd'dan haber verdi ki, Ebû Zerr (radıyallahü anh) şu âyet hakkında:"Bu iki (sınıf, yânı îmân edenlerle etmeyenler) Rabb’leri hakkında birbirleriyle davâlaşan iki hasım zümredir"; şübhesiz bu âyet Bedir günü birbirleriyle cenkleşen şu altı kişi hakkında inmiştir, diye yemîn ediyordu: Hamza ibn Abdilmuttalib ve onun iki arkadaşı (Alî ibn Ebî Tâlib ve Ubeyde ibnu'l-Hâris ibn Abdilmuttalib) ile Utbe ibn Rabîa ibn Abdi'ş-Şems ve onun iki arkadaşı (yani Utbe'nin kardeşi Şeybe ve el-Velîd ibn Utbe) haklarında inmiştir.(Bu iki zümre Bedir günü birbirlerine karşı cenge çıkmışlardı.) hadîsi aynı isnâd ve metin ile Sufyân es-Sevrî, Ebû Hâşim'-den rivayet etti. Buhârî'nin üstadı Usmân ibn Ebî Şeybe de: Cerîr'den; o da Mansûr'dan; o da Ebû Hâşim'den; o da Ebû Miclez'den senediyle Ebû Zerr'in kavli olarak söyledi.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-hacc Sûresi
4791-)
Bize Ebû Mıclez, Kays ibn Ubâd'dan tahdîs etti ki, Alî ibn Ebî Tâlib(radıyallahü anh): Kıyâmet gününde ben Rahman'ın huzurunda müşriklerle muhakeme olmak üzere duruşmak için ilk diz çöken kişi olacağım, demiştir. hadîsin râvîsi Kays ibn Ubâd da: "Bu iki zümre, Rabb Heri hakkında birbirleriyle da'vâlaşan iki hasım zümredir” âyeti bunlar hakkında (yani Hamza ve iki arkadaşı ile Utbe ve iki arkadaşı hakkında) indi, demiştir. Kays: Bedir gününde birbirlerine karşı cenkleşmeğe çıkan kimseler bunlardır: Alî, Hamza ibnu Abdilmuttalib, Ubeyde ibnu'l-Hâris ibn Abdilmuttalib (bu üçü müslümândır); Şeybe ibnu Rabîa ibn Abdi'-ş-Şems, kardeşi Utbe ibnu Rabîa ve el-Velîd ibn Utbe.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-hacc Sûresi
4792-)
Bize el-Evzâî tahdîs edip şöyle dedi: Bana ez-Zuhrî, Sehl ibn Sa'd'dan şöyle tahdîs etti: (Aclân oğulları'ndan) Uveymir(ibnu'l-Hâris ibn Zeyd), yine Aclân oğulları'nın seyyidi olan Âsim ibn Adiyy'e geldi de: Bir kimse karısıyle beraber bir kişiyi (zina üzerinde) bulsa, kadının kocası zina edeni öldürmeli, siz de onu (kısâsen) öldürmeli misiniz? Yoksa bu kimse nasıl yapmalı? Bu konuda siz ne dersiniz? Diye bu müşkil mes'eleyi benim için Rasûlüllah'a sor, dedi. üzerine Âsim, Peygamber'e gelip: Yâ Rasûlallah! Diye (söze başlayıp) sordu. Rasûlüllah bu sorulardan hoşlanmadı(ve bu soruları ayıpladı). Sonra Uveymir, Âsim ibn Adiyy'e (:Rasûlüllah ne söyledi? diye) sordu. O da: Rasûlüllah böyle sorulan çirkin gördü ve ayıpladı, diye cevâb verdi. üzerine Uveymir: Vallahi ben vazgeçmem, bunu Rasûlüllah'a bizzat kendim sorarım, dedi. Uveymir gidip: Yâ Rasûlallah! Bir adam karısıyle beraber bir kişiyi (zina üzerinde) bulsa, kadının kocası zina eden erkeği öldürmeli, sonra siz de(kısas olarak) onu öldürmeli misiniz? Yoksa bu koca nasıl yapmalı? Diye sordu. soru üzerineRasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): " (Ey Uveymir!) Senin ve kadının hakkında Allah Kur'ân (âyeti) indirmiştir" dedi. bu kadın ile kocaya, Allah'ın kendi Kitâbi'nda isimlendirdiği şekilde la'netleşmelerini emretti. Ve ilk önce erkek, karısına karşı la'netle yemîn etti.(Sonra da kadın, kocasına karşı bundan iki başlık sonra gelecek hadîste bildirildiği şekilde yemîn etti.) Uveymir: Yâ Rasûlallah! Bu kadını nikâhımda tutarsam, ona zulmetmiş olurum, deyip kadını boşadı. Uveymir ile karısının bu vak'asından sonra la'netleşen çiftlerin -kocanın boşamasıyle- ayrılmaları bir sünnet, yani kaanûn oldu. Sonra Rasûlüllah, mecliste bulunanlara: "Bakınız! Eğer bu kadın -vücûdu siyah, gözlerinin siyahı koyu, kıçının iki yanı büyük, baldırları kaba- kıyafette bir çocuk getirirse, muhakkak ben Uveymir'in bu kadına zina isnadında doğru söylediğini sanırım. Eğer kadın keler fasilesinden kızılca kurt gibi kızıl bir çocuk doğurursa, bu defa da ben şübhesiz Uveymir'in, kadına bühtan ve iftira ettiğini sanırım!" buyurdu. kadın, Rasûlüllah'ın Uveymir'i doğrulayıcı yollu tasvîr ettiği şekilde çocuk getirdi. Bu sebeble çocuk sonra anasına(Havle kadına) nisbet edilir oldu. eğer yalancılardan ise, Allah'ın la'neti muhakkak kendisinin üstünedir1"(Âyet: 7).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: En-nûr Sûresi
4793-)
Fulayh, ez-Zuhrî'den; o da Sehl ibn Sa'd'dan şöyle tahdîs etti: Bir adam Rasûlüllah'a geldi de: Yâ Rasûlallah, bir adam, karısının beraberinde başka bir adamı görüp de onu öldürür, siz de onu kısas olarak öldürür müsünüz, yoksa o koca nasıl yapacak? Bu hususta re'yin nedir? Dedi. üzerine Allah o kadın ile kocası hakkında Kur'ân'da zikrolunun la'netleşmeyi indirdi. Akabinde Rasülullah, o kocaya: "Senin ve kadının hakkınızda hükmedilmiştir" buyurdu. koca ile kadın la'netleştiler, ben de Rasûlüllah'ın yanında hazır bulunuyordum. La'netleşme ardından adam kadından ayrıldı. Böylece la'netleşen karı-koca arasında ayırma yapmak bir sünnet oldu. Kadın gebe idi. Uveymir kadının gebeliğinin kendisinden olmasını reddetti. Kadının doğurduğu oğlan, anasına nisbetle çağrılır oldu. Sonra mîrâs hususundaki sünnet de çocuğun anasına vâris olması, anasının da o çocuk tarafından Allah'ın kadına ta'yîn ettiği hisseye vâris olması şeklinde kaanûn oldu Allah'ın Şu Kavli: kadının, billahi zevcinin muhakkak yalancılardan olduğuna dört defa şehâdet etmesi, kendisinden bu cezayı def eder"(Âyet: 8).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: En-nûr Sûresi
4794-)
Bize İkrime, İbn Abbâs'tan şöyle tahdîs etti: Hilâl ibnu Umeyye, Peygamber'in huzurunda, karısına Şerik ibn Sehmâ ile zina etti diye söz attı. Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) de Hilâl'e: "Beyyineyi (yani dört şahidi) hazırla, yahut sırtına hadd vurulur" buyurdu. üzerine Hilâl: Yâ Rasûlallah! Bizim birimiz karısının üstünde bir erkek görürse şâhid aramağa mı gidecek(Şahidi getirinceye kadar işini görüp savuşmaz mı)? Diye i'tirâz etti. "Sen beyyineyi hazırla, aksi takdirde arkana zina iftirası cezası (seksen deynek) vurulur" demeğe devam etti. Bunun üzerine Hilâl: Sen'i hakk ile gönderen Allah'a yemîn ederim ki, muhakkak ben kesin olarak doğru söylüyorum. Ve emmim ki, Allah muhakkak benim arkamı hadden kurtaracak bir vahy indirecektir, dedi. sırada hemen Cibril indi ve Peygamber'e"Zevcelerine zina isnâd edenler... " âyetini“Eğer doğru söyleyenlerden ise'' kavline kadar okudu. Bunun üzerine Peygamber ayrıldı da kadına haber gönderdi. Kocası Hilâl de gelip hazır oldu. İlk önce Hilâl (yukarıda geçtiği gibi dört) şehâdet ve yemîn etti. Peygamber: "Şübhesiz ki, Allah ikinizden birinizin muhakkak yalancı olduğunu bilmektedir. Şu hâlde ikinizden tevbe edecek ve la'netleşme yemininden dönecek olan var mıdır?" buyuruyordu. Hilâlin zevcesi ayağa kalktı, (dört kerre) Allah adiyle, Allah'ı şâhid kılarak yemîn etti. Beşinci yemine sıra geldiğinde mecliste hazır bulunanlar kadını durdurdular da: Bak kadın, bu beşinci yemîn, azâbı vâcib kılıcıdır, diye hatırlatma yaptılar. İbn Abbâs dedi ki: Bu hatırlatma üzerine kadın biraz ağırlaşıp durakladı. Hattâ biz kadını yemîn etmekten vazgeçecek ve geriye dönecek sandık. Sonra kadın kendini toparladı da: Ben(şimdiye kadar şerefle yaşamış olan) kavim ve kabîlemi, bundan sonraki günlerde rezîl ve rüsvây etmem! Dedi ve la'netleşme yemînini yerine getirdi. ardındanPeygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bu kadına bakınız! Eğer gözleri sürmeli, iki kıçının iki kıynağı iri, baldırları kalın tipte bir çocuk getirirse, çocuk Şerîk ibn Sehmâ'ya âiddir" buyurdu. da hakîkaten böyle bir çocuk doğurdu. Bunun üzerine Peygamber: "Eğer Allah Kitâbı'mn (la'netleşme) hükmü geçmemiş olsaydı (yânı o hüküm yerine getirilmemiş olsaydı), benimle bu kadın için elbette bir muamele olacaktı (yani ben bu kadına zina cezası uygulardım)" buyurdu Allah'ın Şu Kavli: “Beşinci şehâdet de eğer kocası doğru söyleyenlerden ise, muhakkak Allah'ın gazabının kendi üzerine (olmasını söytemesidır)"(Âyet: 9).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: En-nûr Sûresi
4795-)
Bize amcam el-Kaasım ibnu Yahya, Ubeydullah ibnu Amr'dan tahdîs etti. el-Kaasım bu hadîsi Ubeydullah'tan işitmiş; o da Nâfi'den; o da İbnu Omer(radıyallahü anh) 'den: Bir adam, Rasûlüllah zamanında kendi karısına zina isnâd etti ve o kadının çocuğunun kendinden olduğunu kabul etmedi. Rasûlüllah bu kadın ile kocasına emredip, Allah'ın buyurduğu gibi, birbirlerine karşı la'netleştirdi. Sonra çocuğun kadına âid olduğuna hükmetti ve la'netleşen bu karı-koca arasını da tamamen ayırdı Allah'ın Şu Kavli: "O uydurma haberi getirenler içinizden bir zümredir. Onu sizin için bir şerr sanmayın. Bilakis o, sizin için bir hayırdır. Onlardan herkese kazandığı günâh vardır. Onlardan günâhın büyüğünü üzerine alan adam ise; en büyük azâb onundur"(Âyet: 11). "Effak", "Çok yalancıdır.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: En-nûr Sûresi
4796-)
Bize Sufyân es-Sevrî, Ma'mer'den; o da ez-Zuhrî'den; o da Urve'den tahdîs etti ki, Âişe (r. anha): Onun büyüğünü üzerine alan ve iftirayı başlatan, Abdullah ibnu Ubeyy ibnu Selûl’dür, demiştir işittiğiniz vakit erkek mü’minlerle kadın mü’minlerin, kendi vicdanları önünde iyi bir zanda bulunup da 'Bu apaçık bir iftiradır' demeleri lâzım değil miydi? Buna karşı dört şâhid getirmeli değil miydiler? Mademki, onlar bu şâhidleri getirmediler, o hâlde onlar Allah indinde yalancıların tâ kendileridirler"(Âyet: 11-12).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: En-nûr Sûresi
4797-)
Bize Yahya ibnu Bukeyr tahdîs etti. Bize el-Leys, Yûnus'tan tahdîs etti ki, İbnu Şihâb şöyle demiştir: Bana Urvetu'bnu'z-Zubeyr, Saîd ibnu'l-Müseyyeb, Alkame ibnu Vakkaas, Ubeydullah ibnu Abdillah ibn Utbe ibn Mes'ûd; beş kişi, Peygamber'in zevcesi Âişe'nin hadîsini, yânı iftira sahiplerinin, kendisi için söylediklerini söyledikleri zaman, Allah'ın Âişe'yi onların dedikodularından temize beri kılması hadîsini haber verdiler. Bu râvîlerin herbiri bana Âişe hadîsinden bir taifeyi tahdîs etti. Bunlardan bâzılarının hadîsi, diğer bâzısının hadîsini tasdîk etmektedir. Maamâfîh bunların bâzısı, Âişe hadîsini diğer bâzısından daha iyi muhafaza edici idi. Urve'nin bana Âişe'den tahdîs ettiği hadîs şudur: zevcesi Âişe (r.anha) şöyle demiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) sefere çıkmak istediği zaman kadınları arasında kur'a çekmek âdetinde idi. Onlardan hangisinin kur'ası çıkarsa, Rasûlüllah onu beraberinde sefere çıkarırdı. dedi ki: Yapmak istediği bir gazvede aramızda kur'a çekti ve bu kur'ada benim adım çıktı. Ben Rasûlüllah'ın beraberinde sefere çıktım. Bu sefer Hicâb Âyeti indikten sonra idi. Ben hevdecimin içinde taşınır ve onun içinde olarak indirilirdim. Bütün yolculuğu bu şekilde yürüdük. NihayetRasûlüllah bu gazvesinden ayrılıp da döndüğü ve Medine'ye yaklaştığımızda (bir yerde konakladı, gecenin bir kısmını orada geçirdi, sonra) geceleyin hareket edilmesini bildirdi. Hareket emrini verdikleri zaman ben kalkıp(hacetimi yerine getirmek için yalnız başıma) ordunun konakladığı bölgeyi geçtim. Hacetimi yerine getirdiğim zaman dönüp yerime geldim. Baktım ki, Yemen boncuğundan dizilmiş gerdanlığım kopup düşmüş. Hemen dönüp gerdanlığımı aradım. Fakat onu aramak beni yoldan alıkoymuştu. yol nakliyâtımı yapmakta olan kimseler gelip benim hevdecimi yüklemişler ve hevdecimi, binmekte olduğum deve üzerinde götürmüşler. Onlar beni hevdecin içinde sanıyorlarmış. O zaman kadınlar hafif hafif idiler, şişmanlamazlardı; et ve yağ onları ağırlaştırmazdı. Çünkü az yemek yerlerdi. Bu sebeble bana hizmet edenler, hevdeci yüklemek üzere kaldırdıklarında, hevdecin ağırlık derecesinin farkına varmayarak yüklemişler. Ben de küçük yaşta taze bir kadın idim. Bu yüzden deveyi kaldırmışlar ve çekerek yürümüşler. Ordu gittikten sonra ben gerdanlığımı buldum. Akabinde ben ordu birliklerinin konakladıkları yerlere geldim, fakat oralarda ne bir çağıran, ne de bir cevâb veren kalmıştı. Bunun üzerine ben orada evvelce bulunduğum konak yerime geldim. Ve onlar beni hevdecde bulamazlar da beni aramak üzere dönüp yanıma gelirler, diye düşündüm. Ben bu düşünce ile yerimde otururken gözlerim bana galebe etmiş de uyumuşum. ibnu'l-Muattal es-Sulemî sonra ez-Zekvânî arkadan gelmekle,(askerin kalmış olan eşyalarını toplamak ve diğer konak yerine götürerek sahihlerine vermekle) görevli idi. Bu zât, askerin arkasından sabaha yakın yürümüş, benim bulunduğum yere gelmiş, uyuyan bir insan karaltısı görünce benim yanıma gelmiş ve beni görünce tanımış. Bu zât beni perdelenme emrinden önce görür idi. Ben onun beni tanıdığı sırada onun:"İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn=Biz muhakkak Allah'ın mülküyüz ve biz ancak O'na dönücüleriz" (el-Bakara: 156) istircâ' sözlerini söylemesiyle uyandım. Uyanınca hemen ferâceme bürünüp yüzümü örttüm. Allah'a yemîn ederim ki, o bana bir tek kelime söylemedi, ben de ondan "İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn " istircâ' sözünden başka hiçbir kelime işitmedim. Devesini ıhtırıp çöktürdü. Benim binmem için devenin ön ayağına bastı, ben de deveye bindim. Safvân, bindiğim deveyi önünden çekerek yürüdü. Nihayet kaafile konak yerine indikten sonra, öğle sıcağında orduya yetiştik. Bu sırada hakkımda(iftira ederek) helak olan helak olmuştur. İftiranın büyüğüne ve çoğuna girişen Selûl kadının oğlu Abdullah ibnu Ubeyy olmuş. Müteakiben Medine'ye geldik. geldiğimizde ben bir ay hasta oldum. Meğer bu sırada insanlar, iftira sâhiblerinin sözlerine dalmışlar. Ben ise bunlardan hiçbir şeyin farkında olmuyor, bilmiyordum. Yalnız hastalığımda beni işkillendiren birşey vardı: Rasûlüllah'tan, hastalandığım başka zamanlarda görmekte olduğum lütuf ve şefkati bu hastalığımda görmüyordum. AncakRasûlüllah yanıma giriyor, Selâm veriyor, sonra da (adımı anmadan):"Hastanız nasıl?" diyor, sonra da ayrılıp gidiyordu. İşte bu hâl beni işkillendirip üzüyordu. Fakat ben şerri hissetmiyordum. Nihayet hastalığım yeni sıhhat bulup henüz nekaahat devresine girdikten sonra, dışarıya çıktım. Benimle beraber Mıstah'ın annesi de Medine dışındaki sahalara doğru çıktı. Oraları bizim hacetimizi def ettiğimiz yerlerdi. Oraya biz ancak geceden geceye çıkardık. Bu âdet evlerimizin yakınında helâlar edinmemizden önce idi. O zamanlar bizim hâlimiz ibtidâî Arablar'ın sahrada helâya çıkma hususundaki nezâhetine benziyordu. Biz evlerimizin yanında helâlar edinmekten eziyetlenip incinirdik. ben Mıstah'ın anası ile dışarı çıkıp gittim. Bu kadın, Ebû Ruhm ibnu Abdi Menâfin kızıdır. Annesi de Sahr ibnu Âmir'in kızıdır ki, bu kadın da Ebû Bekr es-Sıddîk'ın teyzesidir. Bu Ebû Ruhm kızının oğlu da Mıstah ibnu Usâse'dir. Orada işimizi bitirdikten sonra ben ve Mıstah'ın annesi, evimden tarafa dönüp gelirken Mıstah'ın annesinin ayağı yün yahut keten çarşafı içinde sürçtü.(Arablar arasında bir felâket zamanında söylenmesi âdet olan "Düşmanın helak olsun" duası yerine) Bu kadın: Mıstah helak olsun! Diye, oğluna beddua etti. de ona: Ne kadar fena söyledin! Bedir'de hazır bulunan bir kimseye mi sövüyorsun? Dedim bana: Âh şu saf taze! Sen onun söylediği sözü duymadın mı? dedi. O ne dedi ki? Diye sordum. üzerine o bana iftira sâhiblerinin sözünü söyleyip haber verdi. Artık hastalığımın üstüne bir hastalık daha arttı. Evime dönünce yanıma Rasûlüllah geldi, Selâm verdikten sonra: ''Hastanız nasıl?" diye sordu. Ben de: Ebeveynimin yanına gitmem için bana izin verir misin? dedim. Ben o sırada bu haberi ebeveynim tarafından tahkik etmek istiyordum, demiştir.- Rasûlüllah bana izin verdi. Ben de ebeveynimin yanına geldim ve anam (Ümmü Rûmân)a: Ey anacığım! İnsanlar ne konuşuyorlar? Dedim. Annem: Ey kızcağızım! Kendini üzme, sen kendi nefsini ve sağlığını düşün. Vallahi bir erkeğin yanında sevgili, parlak, güzel bir kadın olsun ve onun birçok ortakları bulunsun da, onun aleyhinde çok lâf etmesinler; bu pek nâdirdir, dedi. dedi ki: Ben de: Subhânallah! İnsanlar bunu mu konuşmaktalarmış? Dedim. dedi ki: Bunun üzerine bu gecenin tamâmında ağladım. Sabaha kadar gözümün yaşı dinmiyor, gözüme de hiç uyku girdiremiyordum. Sonra ağlayarak sabaha ulaştım. Rasûlüllah da o sabah Alî ibn Ebî Tâlib'i ve Usâme ibn Zeyd'i yanına çağırmış. Vahiy gecikince ailesi ile ayrılması hususunda onlarla istişare etmek istemiş. dedi ki: Usâme'ye gelince, o, Peygamber'in ailesinden bilip durduğu berâeti ve Ehlu Beyt için gönlünde besleyip durduğu sevgiyi Rasûlüllah'a tavsiye ve işaret etti de: Yâ Rasûlallah! Onlar Sen'in ehlindir. Biz onun hakkında hayırdan başka birşey bilmeyiz, dedi. Alî ibn Ebî Tâlib'e gelince, o da: Allah Sana dünyâyı dar etmemiştir. Âişe'den başka kadınlar çoktur. Maamâffh Âişe'nin cariyesi Berîre'ye de sorsan, o da Sana doğruyu söyler, demişti. dedi ki: Bunun üzerine Rasûlüllah, Berîre'yi çağırıp: "Ey Berîre! Sen (Âişe'de) sana şübhe veren birşey gördün mü?" diye sordu. de: Hayır! Sen'i hakk peygamber olarak gönderen Allah'a yemîn ederim ki, ben Âişe'den kendisini ayıplayabileceğim bir kusur olmak üzere kesin olarak şundan fazla birşey görmüş değilim: Âişe yaşı küçük, taze bir kadındı. Ailesinin hamurunu yoğururken uyur kalırdı da, evin besi koyunu gelir hamuru yerdi, demiş Bunun akabinde Rasûlüllah ayağa kalktı da iftirayı en evvel ortaya atan Abdullah ibn Ubeyy ibn Selû’den dolayı o gün söz söylemekte ma'ziretli tutulmasını istedi. dedi ki: Kendisi minber üzerinde olduğu hâlde hitâb edip: "Ey müslümânlar topluluğu! Ev halkım hususunda bana ezası ulaşan bir şahıstan dolayı bana kim yardım eder? Vallahi ben ehlim hakkında hayırdan başka birşey bilmiş değilim. Bu iftiracılar bir adamın da ismini ortaya koydular ki, bu zât hakkında da ben hayırdan başka birşey bilmiyorum. Bu ismi zikredilen (faziletli) kimse şimdiye kadar benimle beraber olmak müstesna, ailemin yanına girer değildi" demiştir. üzerine Ensâr'ın Evs kabîlesinden Sa'd ibnu Muâz ayağa kalkarak Yâ Rasûlallah! O kimseye karşı Sana ben yardım edeceğim. Eğer bu iftirayı çıkaran Evs'ten ise, ben onun boynunu vururum. Eğer Hazrec kardeşlerimizden ise yapılacak işi Sen bize emredersin, biz de emrini yerine getiririz, demiş. dedi ki: Bu defa Sa'd ibnu Ubâde ayağa kalkmış Bu da Hazrec kabîlesinin büyüğü idi. Ve bu vak'adan evvel iyi bir kimse idi. Fakat bu defa kabile hamiyyeti onu cahilliğe sürükledi de Sa'd ibn Muâz'a karşı: Sen yalan söyledin. Allah'ın ebedîliğine yemîn ediyorum ki, sen onu(yani Abdullah ibn Ubeyy'i) öldüremezsin ve onu öldürmeye muktedir olamazsın, demiş. defa da Sa'd ibnu Muâz'ın amcasının oğlu olan Useyd ibnu Hudayr ayağa kalkarak, Sa'd ibnu Ubâde'ye karşı: Allah'ın ebediyetine yemîn ediyorum ki, sen yalan söyledin. Vallahi biz onu elbette öldürürüz. Sen muhakkak bir münafıksın ki, münafıklar hesabına bizimle mücâdele ediyorsun, diye mukaabele etmiş. suretle Evs ve Hazrec kabileleri ayaklanmışlar. Hattâ birbirleriyle vuruşmaya kasdetmişler.Rasûlüllah ise henüz minber üzerinde dikiliyormuş. Hemen minberden inip onlar sükûta varıncaya kadar onlara yumuşak sözler söylemiş, kendisi de (başka konuşmadan) susmuş. dedi ki: Ben o günümü de gözümün yaşı dinmeden ve uyumadan geçirdim. dedi ki: Ben iki gece ile bir günü hiç uyumadan ve gözümün yaşı da kesilmeden devamlı ağladığım hâlde, Bâbam ve annem benim yanımda bulundular. Onlar, ağlamak benim ciğerimi parçalayacak sanıyorlardı. dedi ki: Bu şekilde ebeveynim yanımda oturdukları, ben de ağlamakta bulunduğum sırada Ensâr'dan bir kadın benim yanıma girmeye izin istedi. Ben de ona izin verdim. O da oturup benimle ağlıyordu. dedi ki: Biz bu hâl Üzere iken Rasûlüllah yanımıza girdi, Selâm verdikten sonra oturdu. dedi ki: Halbuki Rasûlüllah, bundan evvel hakkımda dedikodu başladığı günden beri yanımda oturmamıştı. Ve Rasûlüllah, bir ay beklediği hâlde kendisine hakkımda birşey vâhyolunmamıştı. dedi ki: Rasûlüllah oturduğu zaman Şehâdet Kelimeleri'ni söyledikten sonra: ba'du: Yâ Âişe! Hakkında bana şöyle şöyle sözler erişti. Eğer sen bu isnâdlardan bert isen, yakında Allah seni muhakkak berî kılıp temizliğini i'lân edecektir. Yok, eğer sen böyle bir günâha yaklaştınsa Allah'tan mağfiret iste ve Allah'a tevbe et! Çünkü kul, günâhını i'tirâf ve sonra Allah'a tevbe ederse, Allah da onun tevbesini kabul eder" dedi. dedi ki: Rasûlüllah bu konuşmasını bitirince(musibetin şiddetli hararetinden) gözümün yaşı kesildi. Hattâ gözyaşından bir damla bulamıyordum. Hemen babama: Rasûlüllah'a, söylediği söz hususunda benim tarafımdan cevâb ver! Dedim. Vallahi ben Rasûlüllah'a ne diyeceğimi bilmiyorum, dedi. Sonra anneme: Rasûlüllah'a cevâb ver! Dedim. O da: Vallahi Rasûlüllah'a ne diyeceğimi bilmiyorum, dedi. dedi ki: Bunun üzerine ben Kur'ân'dan çok delîl okuyamayan küçük yaşta bir taze olduğum hâlde şöyle dedim: Vallahi ben kesin anladım ki, siz bu dedikoduyu işitmişsiniz. Hattâ bu söz sizin gönüllerinizde yer etmiş ve ona inanmışsınız. Şimdi ben size beriyim desem, benim muhakkak berîe olduğumu Allah bilip dururken, sizler benim bu sözümü tasdik etmeyeceksiniz. Ve eğer benim muhakkak beri olduğumu Allah bilip dururken ben size fena bir i'tirâfta bulunsam, sizler beni hemen tasdik edeceksiniz. Vallahi ben bu vaziyette sizin için başka hiçbir mesel bulamıyorum, ancak Yûsuf'un babası Ya'kûb'un dediği sözü buluyorum: "Fe sabrun cemîlun. Vallâhul-mustaânu alâ mâ tasıfûn = Artık bana (düşen) güzel bir sabırdır. Sizin şu söylemekte olduklarınıza karşı yardımına sığınılacak, ancak Allah'tır" (Yûsuf: 18). dedi ki: Bundan sonra dönüp yatağıma yattım. dedi ki: Ben o zaman kendimin muhakkak beri olduğumu biliyor, Allah'ın da beni muhakkak temize çıkaracağını biliyordum. Lâkin vallahi Allah'ın benim hakkımda okunacak bir vahiy indireceğini hiç zannetmiyordum. Ve şânım da, nefsim de bana âid bir me'sele için Allah'ın tilâvet olunacak bir kelâmla konuşmasından çok hakîr idi. Lâkin Rasûlüllah'ın uykuda bir ru'yâ görmesini ve Allah'ın da o ru'yâ ile beni temize çıkarmasını umuyordum. dedi ki: Vallahi Rasûlüllah, oturduğu yerden kalkmamıştı, ev halkından bir kimse de dışarı çıkmamıştı. Rasûlüllah üzerine vahiy indirildi. O'na vahiy inerken olagelen hâl hemen gelip O'nu yakaladı ki, kış gününde bile üzerine indirilen sözün ağırlığından dolayı inci dânesi gibi ter dökülürdü. dedi ki: Rasûlüllah'tan vahiy hâli sıyrılıp açılınca kendisi sevincinden gülüyordu. Tekellüm ettiği ilk söz şu oldu: "Yâ Âişe! Azız ve Celîl olan Allah 'a gelince, O seni muhakkak temize çıkardı." üzerine annem bana: Kızım, Rasûlüllah'a doğru kalk da teşekkür et, dedi. Âişe dedi ki: Ben: Vallahi ben O'na doğru da kalkmam, Azîz ve Celîl olan Allah'tan başkasına da hamd etmem, dedim. şu on âyetin hepsini indirdi: uydurma haberi getirenler içinizden bir zümredir. Onu sizin için bir şerr sanmayın. Bil 'akis o sizin için bir hayırdır. Onlardan herkese kazandığı günâhı vardır. Onlardan günâhın büyüğünü üzerine alan o adama da büyük bir azâb vardır. Ne vardı onu işittiğiniz vakit erkek mü'minlerle kadın mü'minler kendilerine güzel zannda bulunsalardı da 'Bu açık bir iftiradır' deselerdi ya! Ona dört şâhid getirselerdi ya! Mademki onlar şâhidleri getiremediler, o hâlde onlar Allah indinde yalancılardan ibarettirler. Eğer dünyâda ve âhirette Allah 'ın fadlı ve rahmeti üstünüzde olmasaydı, içine daldığınız bu yaygaralardan dolayı sizi herhalde büyük bir azâb çarpardı. O zaman siz o iftirayı dillerinizle birbirinize yetiştiriyordunuz ve bunu kolay sanıyordunuz. Halbuki bu, Allah yanında büyük bir günâhtır. Onu işittiğiniz vakit: 'Bunu söylemek bize yakışmaz, hâşâ, bu büyük bir bühtandır' deseydiniz ya! Eğer siz îmân eden kimseler iseniz, böyle birşeye hayâtta bulunduğunuz müddetçe bir daha dönmeyesiniz diye Allah size öğüt veriyor. Ve sizin için âyetlerini açık açık bildiriyor. Allah hakkıyle bilen, tam bir hüküm ve hikmet sahibidir. Kötü sözlerin îmân edenlerin içinde yayılıp duyulmasını arzu edenler; dünyâda da, âhirette de onlar için pek elem verici bir azâb vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz. Ya üzerinizde Allah 'ın fadlı ve rahmeti olmasaydı, ya hakîkat Allah çok re’fetli, çok merhametli olmasaydı (hâliniz neye varırdı)? Ey îmân edenler! Şeytânın adımlan ardınca gitmeyin. Kim şeytânın adımlarına uyarsa, şübhesiz ki o, kötülüğü ve meşru' olmayan şeyleri emreder. Eğer üzerinizde Allah'ın fadlı ve rahmeti olmasaydı, içinizden hiçbiriniz ebedî temize çıkamazdı. Ancak Allah 'tır ki, kimi dilerse temize çıkarır. Allah hakkıyle işiten, hakkıyle bilendir"(en-Nûr: 11-21). işte bu âyetleri benim berâetim hakkında indirince, babam Ebû Bekr, akrabalığından ve fakirliğinden dolayı nafaka vermekte olduğu Mıstah ibn Usâse için: Kızım Âişe'ye bu iftirayı söyledikten sonra vallahi ben de Mıstah'a birşey vermem, diye yemîn etti. üzerine Allah: "Sizden fazilet ve servet sahibi olanlar hısımlarına, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere vermelerinde kusur etmesin, affetsin, aldırış etmesin. Allah 'ın size mağfiret etmesini arzu etmez misiniz? Allah çok mağfiret edici, çok merhamet eyleyicidir"(en-Nûr:22) âyetini indirdi. üzerine Ebû Bekr: Evet, vallahi ben Allah'ın beni mağfiret etmesini muhakkak severim, dedi ve Mıstâh'a veregeldiği nafakayı tekrar vermeye başladı ve: Ben bu nafakayı ondan ebediyyen koparmam, dedi. dedi ki: Rasûlüllah zevcesi Zeyneb bintu Cahş'a da benim hâlimi: "Yâ Zeyneb! Âişe hakkında ne bilirsin, yahut ne gördün?" diye sormuş, cevaben: Yâ Rasûlallah! Ben kulağımı, gözümü (işitmediğim, görmediğim şeylerden) muhafaza ederim. Vallahi Âişe hakkında hayırdan başka birşey bilmem, diye güzel şehâdet etmiştir. hususta Âişe: Zeyneb, Rasûlüllah'ın kadınları arasında güzelliği ve Rasûlüllah yanındaki mevkii i'tibâriyle bana rekaabet eden bir kadındı. Fakat Allah onu verâsı sebebiyle (iftiracılara katılmaktan) korudu. Kızkardeşi Hamne bintu Cahş ise Âişe ile muharebeye başladı da(yani iftiraya şiddetle tutunmaya ve iftiracıların söylediklerini hikâye etmeye başladı da) bu sebeble iftira sâhiblerinden helak olanlar içinde helak oldu. Allah'ın Şu Kavli: "Eğer dünyâda ve âhirette Allah'ın fadlı ve rahmeti üstünüzde olmasaydı, içine daldığınız yaygaradan dolayı sizi herhalde büyük bir azâb çarpardı"(Âyet: 14). "Telâkkavnehû" "Onu bâzınız bâzınızdan rivayet ediyordunuz"; "Tufîdûne" de "Söylüyordunuz" demektir, dedi.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: En-nûr Sûresi
4798-)
Bize Süleyman el-A'meş, Husayn'dan; o da Ebû Vâil'den; o da Mesrûk'tan; o da Âişe'nin annesi Ümmü Rûmân'dan olmak üzere haber verdi ki, Ümmü Rûmân: Âişe'ye atılan iftira atıldığı zaman, Âişe bayılıp yere1 düştü, demiştir. zaman siz o iftirayı dillerinizle alıyordunuz ve hiçbir bilginiz olmayan şeyi ağızlarınızla söylüyordunuz ve bunu kolay sanıyordunuz. Halbuki bu, Allah indinde büyüktür"(Âyet: 15).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: En-nûr Sûresi
4799-)
İbnu Cureyc şöyle haber vermiştir: Abdullah ibnu Ebî Muleyke: BenÂişe'den"İz telikûnehû bi-elsinetikum " şeklinde okurken işittim, dedi duyduğunuz zaman 'Bunu söylememiz bize yakışmaz- Hâşâ, seni tenzih ederiz. Bu, büyük bir iftiradır' demeniz (lâzım) değil miydi?" (Âyet: 16).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: En-nûr Sûresi
4800-)
Abdullah ibnu Ebî Muleyke tahdîs edip şöyle demiştir: Âişe(ölüm sıkıntısından) mağlûb olmuş bir hâlde iken, ölümünden önce huzuruna girmek için İbn Abbâs izin istedi. Âişe: Bana sena edilmesinden endîşe ediyorum, dedi (de izin vermek istemedi). İzin isteyenRasûlüllah'ın amcasının oğlu ve müslümânların önde gelenlerindendir, denildi. sefer Âişe: Ona izin verin, girsin, dedi. Abbâs, Âişe'nin yanına girdikten sonra: Kendini nasıl hissediyorsun? Diye hâlini sordu. Eğer Allah'a takvâlı olursam hayırdayım, diye cevâb verdi. İbn Abbâs da: İnşâallah sen hayırla berabersin. Rasûlüllah'ın zevcesisin. Rasûlüllah senden başka bir bakire ile evlenmedi. (İftira kıssasından dolayı) senin hüccetin gökten indi, dedi. Abbâs ziyaretini bitirip dışarı çıkarken, içeriye Abdullah ibnu'z-Zubeyr girdi. Âişe ona: Yanıma Abdullah ibnu Abbâs girdi de beni sena edip övdü. Halbuki ben unutulmuş birşey olmamı (yani zikredilir birşey olmamamı) arzu etmişimdir, dedi
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: En-nûr Sûresi
4801-)
İbnu Avn, el-Kaasım'dan tahdîs etti de: İbn Abbâs radıyallahü anhüma Âişe'nin huzuruna girmek için izin istedi, deyip yukarıdaki hadîsin benzerini söyledi, fakat "Nisyen mensiyyen" kısmını zikretmedi. Allah'ın Şu Kavli: siz îmân eden kimselerseniz böyle birşeye hayâtta bulunduğunuz müddetçe bir daha dönmenizi size haram kılıyor”(Âyet: 17).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: En-nûr Sûresi
4802-)
Sufyânes-Sevrî, el-A'meş'ten; o da Ebu'd-Duhâ'dan; o da Mesrûk'tan; o da Âişe'den tahdîs etti: (Rasûlüllah'ın şâiri) Hassan ibn Sabit geldi de Âişe'nin huzuruna girmek için izin istiyordu. Mesrûk: Ben Âişe'ye: Bu Hassan için yanına gelmesine izin veriyor musun? Dedim. anha): işine bulaşmış olduğundan dolayı) ona büyük bir azâb isâbet etmiş değil mi? dedi. Âişe bu sözüyle Hassan'ın gözünün gitmesini kasdediyor, dedi. şöyle dedi: "Hasânun rezânun mâ tuzennu bi-ribetin Ve tusbıhu garsey min luhûmi'l-gavâfili" = Hiçbir şübhe ile ittihâm edilmeyen tam akıllı ve iffetlidir. İffetli kadınların etlerinden yemediği için aç olarak sabahlar.) bu beytine karşı Âişe: Fakat sen böyle değilsin, dedi. işte size âyetlerini açık açık bildiriyor. Allah hakkıyle bilendir, tam hüküm ve hikmet sahibidir'(Âyet: 18). Şu'be, el-A'meş'ten; o da Ebu'd-Duhâ'dan haber verdi ki, Mesrûk şöyle demiştir: Hassan ibn Sabit, Âişe'nin yanına girdi de gazel vechi üzere şiir okuyup şöyle dedi: Hasânun rezânun mâ tuzennu bi-rîbetin. Ve tusbihu garsâ min luhûmi'l-gavâfili. Hassân’ın bu şiirine karşı: Sen böyle değilsin (sen iffetli kadınlara gıybet ettin), dedi. Mesrûk dedi ki: Ben Âişe'ye: Allah"Onlardan onun büyüğünü üzerine alan kimse" âyetini indirmiş olduğu hâlde sen bu Hassan gibilerinin senin huzuruna girmelerini serbest bırakacak mısın? Dedim. Körlükten daha şiddetli hangi azâb vardır? Dedi ve: Şübhesiz bu Hassan, Rasûlüllah tarafından müşriklere reddiye yapar, onu savunurdu, sözünü ilâve etti. sözlerin îmân edenlerin içinde yayılıp duyulmasını arzu edenler; onlara dünyâda da, ahrette de pek acıtıcı bir azâb vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz. Ya üzerinizde Allah'ın fadlı ve rahmeti, ya hakikat Allah çok şefkatli, çok merhametli olmasaydı (hâliniz neye varırdı)?"(Âyet: 19-20) fazilet ve servet sahibi olanlar hısımlarına, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere vermelerinde kusur etmesin, affetsin, aldırış etmesin. Allah’ın sizi mağfiret etmesini sevmez misiniz? Allah çok mağfiret edici, çok merhamet eyleyicidir"(Âyet: 22).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: En-nûr Sûresi
4804-)
Ve Ebû Usâme söyledi ki, Hişâm ibn Urve şöyle demiştir: Bana babam Urvetu'bnu'z-Zubeyr haber verdi ki, Âişe (r.anha) şöyle demiştir: Benim hakkımda söylenenler söylendiği zaman ve ben de hiçbir şeyin farkında değil iken, Rasûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) hitâb etmek üzere ayağa kalktı, Şehâdet Kelimeleri'ni söyledi, Allah'a hamd edip lâyık olduğu şekilde övdü. Bundan sonra: "Amma ba'du: Aileme töhmet isnâd eden birtakım insanlar hakkında yapılması gereken işi, bu husustaki fikirlerinizi bana söyleyiniz. Allah'a yemîn ederim ki, ben ailem üzerinde hiçbir kötülük bilmemişimdir. Onların ailem halkına kendisiyle töhmet isnâd ettikleri kimseye gelince, yine Allah'a yemîn ederim ki, ben o adam üzerinde de asla hiçbir kötülük bilmemişimdir. O zât benim evime, ben hazır iken müstesna, asla girmemiştir. Ben bir seferde bulunup evimden gaybubet etmişsem, o zât da muhakkak benim maiyyetimde, benimle beraber gaybubet etmiştir" dedi. üzerine Sa'd ibn Muâz ayağa kalkıp: Yâ Rasûlallah, bana izin ver de onların boyunlarına vuralım, dedi. Buna karşı Hazrec oğullarından bir adam ayağa kalktı -ki Hassan ibn Sâbit'in anası bu adamın topluluğundan idi- ve Sa'd ibn Muâz'a hitaben: Sen yalan söyledin. Dikkat et! Allah'a yemîn ederim ki, eğer o iftirayı söyleyenler Evs kabilesinden olsalar, sen onların boyunlarının vurulmasıyle sevinemezsin, dedi. mescidin içinde Evs ile Hazrec kabileleri arasında bir şerr olması yakınlaştı. dedi ki: Ben bu iftirayı henüz bilmiş değildim. Bu günün akşamı olunca ben bâzı ihtiyâcım için dışarıya çıktım. Beraberimde Mıstâh'ın anası da vardı. Yürürken bu kadının ayağı tökezledi de: Mıstah helak olsun! Dedi. Ben de ona: Ey ana! Sen oğluna mı sövüyorsun? Dedim. sustu. Sonra kadın ikinci defa ayağı takılıp sürçtü. Kadın yine: Mıstah helak olsun! Dedi. Ben yine kendisine: Sen oğluna mı sövüyorsun? Dedim. kadın üçüncü kerre ayağı takılıp sürçtü, bu kerre de yine: Taase Mıstahum = Mıstah helak olsun! Bedduasını söyledi. Ben de kendisini azarladım. Bunun üzerine kadın: Vallahi ben Mıstah'a ancak senin yüzünden sövüyorum, dedi. de: Benim hangi hâlim hakkında? Diye sordum. Kadın bana âid olan hadisi açtı. Ben: Bu söz hakîkaten oldu mu? Dedim. Kadın: Evet, vallahi, dedi. dedi ki: Akabinde ben evime döndüm, öyle bir hâlde ki, düştüğüm şiddetli dehşetten dolayı kendisi sebebiyle dışarı çıkmış olduğum ihtiyâçtan ne az ve ne de çok birşey bulamıyordum daha çok hasta oldum, Rasûlüllah'a: Beni Bâbamın evine gönder, dedim. da beni, beraberimde bana hizmet edecek bir oğlanla gönderdi. Ben eve girdim. Annem Ümmü Rûmân'ı evin alt katında, Bâbam Ebû Bekr'i de evin üst katında okur hâlde buldum. Annem: Ey kızcağızım, seni buraya getiren sebeb nedir? Diye sordu. de kendisine sebebi haber verdim ve iftiracıların benim hakkımda söyledikleri sözü de ona zikrettim. Bir de gördüm ki, bana ulaşan gamın benzeri anama ulaşmamış. Annem bana: Ey kızcağızım, bu işi kendi üzerinden aşağıda tut (kendini üzme). Allah'a yemîn ederim ki, bir erkeğin yanında sevmekte olduğu güzel bir kadın olsun ve bunun birçok kadın ortakları bulunsun da kadınlar ona hased etmesinler ve onun hakkında söz edilmesin; bu pek nâdirdir, dedi. ki bana ulaştığı derecede anama-gam ulaşmamıştı. Ben anama: Bunu Bâbam da bilmiş hâlde mi? diye sordum. Evet(bilmektedir), dedi. Rasûlüllah da bilmiş mi? dedim. Evet,(o da bilmiştir), dedi. "Rasûlüllah" sözünü söyletmek istedim ve ağladım. Bu sırada evin üst katında okumakta olan babam Ebû Bekr benim sesimi işitti de aşağıya indi ve anama: Âişe'nin nesi var? Dedi. Şanında zikredilen şey kendisine ulaşmış, dedi. Bunun üzerine babamın iki gözü yaş akıttı. Senin üzerine yemîn ediyorum ki, ey kızcağızım, sen muhakkak kendi evine döneceksin, dedi. üzerine ben (hemen evime) döndüm. And olsun Rasûlüllah da benim odama girmiş ve hizmetçi kızdan da sormuştur. Cariyem: Allah'a yemîn ederim ki, ben Âişe üzerine hiçbir ayıp şey bilmiş değilim. Ancak şu var ki, o uyuyup kalıyordu da nihayet koyun içeriye giriyor ve onun ekmeklik hamurunu yahut ekmeklik ma'cûnunu yiyordu, dedi. bu sözleri üzerine Peygamber'in sahâbîlerinden bâzısı onu azarladı da: Ey kadın! Rasûlüllah'a doğru söyle! Dedi. sahâbîler Berîre'ye o düşük işi açıkça söylediler. Bunun üzerine cariyem Berîre: Subhânallah! Allah'a yemîn ederim ki, ben Âişe üzerine, kuyumcunun hâlis altını üzerine bilmekte olduğu bilgiden başka bir şey bilmemişimdir, dedi. iş, kendisi hakkında söylenilmiş olan adama da ulaştı. O da: Subhânallah! Allah'a yemîn ederim ki, ben hiçbir dişi kimsenin elbisesini asla açmış değilim(yani ben hayâtımda hiçbir kadınla asla cinsî münâsebet yapmadım), demiştir. Ve o zât Allah yolunda şehîd olarak öldürüldü, dedi. şöyle dedi: Anamla babam hiç ayrılmadan benim yanımda sabahladılar. Nihayet mescidde ikindi namazını kıldırmış olduğu hâlde Rasûlüllah benim yanıma girdi. Sonra anam ile babam beni sağımdan ve solumdan aralarına almış hâlde iken Rasülullah içeriye girdi de, Allah'a hamd edip övdü. Sonra "Amma ba'du" diyerek şunları söyledi: "Yâ Âişe! Eğer bir kötülük yapmış isen yahut nefsine zulmetmişsen Allah 'a tevbe et. Çünkü Allah, kullarından tevbeyi kabul eder" dedi. dedi ki: Bu sırada Ensâr'dan bir kadın gelmiş ve kapıda oturmakta idi. Ben Rasûlüllah'a: anlayışına göre hareminin ululuğuna lâyık olmayan) birşeyi zikretmeye şu kadından hayâ etmez misin? Dedim. va'zını yaptı. Ben de babama yöneldim de: Rasûlüllah'a cevâb ver! dedim. Babam: Ben ne söyleyeyim? dedi. üzerine ben anama yöneldim de: Rasûlüllah'a sen cevâb ver! dedim. O da: Ben ne söylerim? dedi. onların ikisi de Rasûlüllah'a cevâb vermeyince, ben Şehâdet Kelimelerisni söyledim, Allah'a hamd ettim ve O'nu lâyık olduğu sıfatlarla sena edip övdüm. Bundan sonra "Amma ba'du" deyip şunları söyledim: Vallahi eğer ben sizlere "Ben hiçbir günâh işlemedim" desem -Azîz ve Celîl olan Allah benim muhakkak doğru söyleyici olduğuma şehâdet edip dururken- benim bu sözüm, sizin yanınızda bana fayda verici değildir. Yemîn olsun sizler bu iftirayı konuşmuşsunuz ve bu sizin kalblerinize içirilmiş. Ve eğer ben, Allah benim böyle bir iş yapmadığımı bilip dururken, sizlere "Ben bunu yaptım" desem, sizler muhakkak "Âişe bu işi nefsine karşı ikrar etti" diyeceksiniz. Vallahi ben bu vaziyette kendim için ve sizin için başka bir mesel bulamıyorum. -Tam burada zihnimde Ya'kûb'un ismini araştırdım, fakat onu hatırlamaya muktedir olamadım.- Ancak Yûsuf'un babasını buluyorum ki, o zaman Yûsuf’ un Bâbası şöyle demişti:"Artık bana düşen güzel bir sabırdır. Sizin şu söylediklerinize karşı, yardımına sığınılacak olan da ancak Allah'tır" (Yûsuf: 18). tam saatinde Rasülullah üzerine vahiy indirildi. Bizler sükût ettik. Akabinde O'ndan vahiy hâli kaldırıldı. Ben O'nun yüzündeki sevinci apaçık belirmiş buluyordum. Rasülullah alnındaki terleri eliyle siliyor ve: "Sevin yâ Âişe! Allah senin tertemiz olduğunu kesin surette indirmiştir" dedi. dedi ki: Ben, olduğumdan daha şiddetli bir şekilde öfkelenmiştim. Ebeveynim bana: Rasûlüllah'a doğru kalk, dediler. Ben de: Vallahi ben ne O'na doğru kalkarım, ne de O'na ve size hamd ederim; lâkin ben, benim berâetimi indirmiş olan Allah'a hamd ederim. Çünkü yemîn olsun ki, sizler o iftirayı işittiniz de onu inkâr etmediniz ve değiştirmediniz! Dedim. şöyle der idi: Cahş kızı Zeyneb'e gelince, Allah onu dîni sebebiyle(yani dîndârlığı sebebiyle) korudu da o, hakkımda hayırdan başka birşey söylemedi. Amma onun kizkardeşi Hamne'ye gelince, işte o, helak olanlar içinde helak oldu. O iftira hususunda kelâm edenler ise, Mistah ile Hassan ibnu Sâbit'tir. Münafık olan Abdullah İbnu Ubeyy ise bizzat bu İftirayı eşelemek ve yayılmasını istemek suretiyle ortaya çıkarmakta ve toplamakta olan kimsedir, işte o, "O zümreden günâhın büyüğünü üzerine alan", odur. Ve Hamne'dir. dedi ki: Bu sebebden Ebû Bekr, Mistah'ı ebeden hiçbir fayda verici şeyle faydalandırmayacağına yemîn etti. Bunun akabinde Azîz ve Celîl olan Allah:"Sizden fazilet ve servet sahibi olanlar, vermelerinde eksiltme yapmasınlar... " (en-Nûr: 22) âyetini sonuna kadar indirdi. Bununla Allah Ebû Bekr'i kasdeder."Bolluk (yani servet) sahibi olanlar, hısımlık sahibi bulunanlara ve fakirlere, vermelerini eksik yapmasınlar": Bununla da Allah, Mıstah'ı kasdeder."Allah'ın size mağfiret etmesini arzu etmez misiniz? Allah çok mağfiret edici, çok merhamet eyleyicidir" kavline kadar indirdi. Nihayet Ebû Bekr: Evet, vallahi ey Rabbimiz, bizler şübhesiz Sen'in bize mağfiret etmeni elbette sever, arzu ederiz, dedi ve Mıstah'a veregeldiği nafakayı tekrar ona döndürdü Allah'ın Şu Kavli: "Başörtülerini yakalarının üstüne (orayı kapayacak surette) koysunlar"(Âyet: 31)
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: En-nûr Sûresi
4805-)
Ve Ahmed ibnu Şebîb şöyle dedi: babam Şebîb ibn Saîd, Yûnus ibn Yezîd'den tahdîs etti. İbnu Şihâb, Urve'den; o da Aişe'den söyledi ki, Âişe (r. anha) : Allah ilk muhacir kadınlara rahmet eylesin. Allah "Kadınlar başörtülerini yakalarının üstüne koysunlar" emrini indirince, o kadınlar izâr denilen dış elbiselerini yardılar da onlarla başlarını örttüler, demiştir
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: En-nûr Sûresi
4806-)
Bize İbrâhîm ibnu Nâfi', el-Hasen ibn Müslim'den; o da Safiyye bintu Şeybe'den taridîs etti ki, Âişe (r.anha) şöyle der idi: Şu "Kadınlar baş örtülerini yakalarının üstüne koysunlar" âyeti indiği zaman, izârlarını aldılar da onları etekleri yönünden yardılar ve bunlarla başlarını örttüler, demiştir.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: En-nûr Sûresi
4807-)
Enes ibn Mâlik şöyle tahdîs etmiştir: Bir adam: Ey Allah'ın Peygamberi! Kâfir, kıyâmet gününde yüzüstü nasıl haşrolunur? Diye sordu. Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem): "Dünyâda onu iki ayağı üzerinde yürüten Allah, kıyâmet gününde yüzüstü yürütmeye kudretli değil midir?" diye cevâb verdi. hadîsin râvîsi Katâde: Evet Rabb'imizin izzetine yemîn ederim ki, O buna elbette kaadirdir, dedi Allah'ın Şu Kavli: ki, Allah'ın yanına başka bir ilâh daha (katıp) tapmazlar. Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar, zina etmezler. Kim bunları yaparsa cezaya çarpar"(Âyet: 68).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-furkaan Sûresi
4808-)
Buradaki iki senedle gelen hadîste Abdullah ibn Mes'ûd (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Ben Rasûlüllah'a sordum -yahut Rasûlüllah'a şöyle soruldu-: Allah katında hangi günâh en büyüktür? Dedim. Rasûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem): "Seni Allah yaratmış olduğu hâlde Allah 'a bir benzer uydurmandır" buyurdu. Sonra hangi(günâh büyüktür)? Diye sordum. Rasûlüllah: "Seninle beraber yemek yemesinden korkarak çocuğunu öldürmendir" buyurdu. Bundan sonra hangisi (büyüktür)? Dedim. Rasûlüllah: "Komşunun halîlesiyle (yânı zevcesiyle) zina etmendir'' buyurdu. Mes'ûd dedi ki: Rasûlüllah'ın bu cevâblarını tasdik edici olarak şu âyet indi: “Onlar ki Allah 'ın yanına başka bir ilâh daha (katıp) tapmazlar. Allah'ın haram kıldığı nefsi haksız yere öldürmezler, zina etmezler. Kim bunları yaparsa cezaya çarpar"
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-furkaan Sûresi
4809-)
Abdulmelik ibnu Cureyc şöyle demiştir: Bana el-Kaasım ibnu Ebî Bezzete haber verdi ki, kendisi Saîd ibnu Cubeyr'e: Kasdederek bir mü'mini öldüren kimse için tevbe var mıdır? diye sorup, akabinde ona karşı"Allah'ın haram kıldığı cam haksız olarak öldürmezler" âyetini okudum, demiş. ibn Cubeyr de ona: Senin bu âyeti bana karşı okuduğun gibi, bunu İbn Abbâs'a karşı okudum. İbn Abbâs bana şöyle dedi: Bu âyet Mekkiyye'dir. Bunu, Medine devrinde inmiş olan en-Nisâ Sûresi'ndeki şu âyet neshetmiştir: “Kim bir mü'mini kasden öldürürse cezası, içinde ebedî kalıcı olmak üzere cehennemdir. Allah ona gadâb etmiştir, ona la'net etmiştir ve ona çok büyük bir azâb hazırlamıştır"(Âyet:93)
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-furkaan Sûresi
4810-)
Saîd ibn Cubeyr şöyle demiştir: Küfe ehli kasden bir mü'minin öldürülmesinde(bundan tevbe kabul edilir mi hususunda) ihtilâf ettiler. Ben bu konuda İbn Abbâs'a sormaya gittim(ve sordum). İbn Abbâs: Bu,"Kim bir mü'mini kasden öldürürse cezası, içinde ebedî kalmak üzere cehennemdir..." âyeti, en son inen vahiyler içindedir ve bunu hiçbirşey neshetmemiştir, dedi
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-furkaan Sûresi
4811-)
Saîd ibn Cubeyr dedi ki: Ben İbn Abbâs'a: Yüce Allah'ın"Onun cezası, içinde ebedî kalmak üzere cehennemdir" kavlinden sordum. İbn Abbâs: Kasden insan öldürenin tevbesi yoktur, dedi. ona, zikri celîl olan Allah'ın sonuna kadar "Allah'ın beraberine başka bir ilâh katıp tapmazlar..." kavlini sordum. İbn Abbâs: Bu âyet, Câhiliyet devri (müşrikleri) hakkındadır, dedi günü de azâbı katmerleşir ve o azabın içinde hor ve hakir ebedî kalır"(Âyet: 69).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-furkaan Sûresi
4812-)
Saîd ibnu Cubeyr şöyle dedi: İbnu Ebzâ dedi ki: İbn Abbâs'a"Kim bir mü'mini kasden öldürürse onun cezası, içinde ebedî kalmak üzere cehennemdir.'' (en-Nisâ:93) kavli soruldu. Bir de "Allah 'ın haram kıldığı canı haksız olarak öldürmezler... Meğerki tevbe edip iyi amelde bulunan kimseler ola" kavline kadar ulaşıp bundan da soruldu (yani bundan da sor denildi). Ben bunları İbn Abbâs'a sordum. İbn Abbâs dedi ki: Bu âyet indiği zaman Mekke ahâlîsi: Hakîkaten bizler Allah'a denk uydurup ortak kıldık, Allah'ın haram kıldığı canı haksız olarak öldürdük ve çirkin işler yaptık, dediler. Allah akabinde "Meğerki şirkten tevbe edip îmân eden, iyi amelde bulunan kimseler ola. İşte Allah bunların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok mağfiret edici, çok merhamet eyleyicidir"(Âyet:70) kavlini indirdi. (Şirkten) tevbe edip îmân eden ve iyi amelde bulunan kimseler müstesnadır. İşte Allah bunların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok mağfiret edici, çok merhamet eyleyicidir” (Âyet: 70).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-furkaan Sûresi
4813-)
Saîd ibn Cubeyr şöyle demiştir: Abdurrahmân ibnu Ebzâ bana, şu iki âyeti İbn Abbâs'tan sormamı emretti: "Kim bir mü'mini kasden öldürürse onun cezası, içinde devamlı kalmak üzere cehennemdir"(en-Nisâ:93). Ben bu âyeti İbn Abbâs'a sordum. İbn Abbâs: Bu âyeti hiçbirşey neshetmedi, dedi. ki, Allah 'ın yanına başka bir ilâh daha (katıp) tapmazlar..." (el-Furkaan:68); ben bunu da sordum. İbn Abbâs: Bu, şirk ehli hakkında indi, dedi. tekzibinizden dolayı size)artık yakın bir azâb lâzım oluyor"(Âyet: 77). "Heleketen" demektir.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-furkaan Sûresi
4814-)
Bize Müslim ibn Sabîh tahdîs etti ki, Mesrûk söyle demiştir: Abdullah ibnu Mes'ûd (radıyallahü anh) şöyle dedi: Beş alâmet vâki' olup geçmiştir: ed-Duhân:10; eI-Kamer:l-2; er-Rûm:l-2, el-Batşe(ed Duhân:16) ve "Artık yakın bir azâb lâzım oluyor" (el-Furkaan:77) kavlindeki "Lizam"
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-furkaan Sûresi
4815-)
"Ve İbrâhîm ibnu Tahmân (ö. 160), İbnu Ebî Zı'b'den- o da Said ibnu Ebî Saîd el-Makbûrî'den; o da babası Ebû Saîd Keysan dan; o da Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den söyledi ki, Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) söyle buyurmuştur: ''İbrahim Peygamber -ona salât ve selâm olsun- Kıyâmet günûI babası Azer'i üzeri tozlu ve siyahlı bir hâlde gördü. el-Gabere (Toz), Siyahlıktan ibarettir. kardeşim Abdulhamîd, İbnu Ebî Zı'b'den; o da Saîd el-Makbûrî'den; o da Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den tahdîs etti ki,Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:"İbrâhîm (kıyâmet gününde yüzü toz içinde) babasına kavuşacak da: Yâ Rabb! Sen bana insanlar diriltilecekleri gün beni zelîl ve rüsvây etmeyeceğini va'd etmiştin, diyecek. Allah da: Ben cenneti kâfirlere haram kılmışımdır, buyuracak". (ilkin) en yakın hısımlarını inzâr et. Mü’minlerden sana tâbi’ olanlara kanadını indir(yanını yumuşat)"(Âyet: 213-214).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Eş-şuarâ Sûresi
4817-)
İbn Abbâs radıyallahü anhüma şöyle demiştir:"Sen en yakın hısımlarını inzâr et” âyeti indiği zaman Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) Safa Tepesi üzerine çıkıp yükseldi de: Fıhr oğulları! Ey Adiyy oğulları!" diye bütün Kureyş soylarını oymak oymak nida etmeye başladı. çağrılanlar oraya toplandılar. Çağrılanlardan herhangi biri oraya çıkmaya muktedir olmadığı zaman, toplantıda ne olacağına bakması için bir elçi göndermiştir. Kureyş'le beraber Ebû Leheb de geldi. Peygamber bu topluluğa hitaben: " (Ey Kureyş!) Haydi, bana re'yinizi haber veriniz! Ben size şu vâdide birtakım düşman süvarileri vardır, sizin üzerinize baskın yapmak istiyorlar diye haber versem, bana inanır mısınız?" dedi. Evet inanırız. Biz senin üzerinde yaptığımız her tecrübede, senin doğru sözlü olduğunu tesbît ettik, dediler. “Öyleyse ben size, şiddetli bir azabın önünde sizleri uyarıp sakındırıcıyım...” dedi. hitabe üzerine Ebû Leheb: Yazık sana! Bundan sonraki günlerde hüsrana, zarara uğrayasın! Bizleri bu konuşma için mi burada topladın? Dedi. sözleri üzerine şu sûre indi: "Bismillâhirrahmânirrahîm. Ehû Leheb'in iki eli kurusun. Kendisi de kurudu (helak oldu). Ona ne malı, ne kazandığı faide vermedi... " (Ebü Leheb Sûresi: 1-5)
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Eş-şuarâ Sûresi
4818-)
ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Saîd ibnu'l-Müseyyeb ile Ebû Seleme ibnu Abdirrahmân haber verdiler ki, Ebû Hureyre (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Allah: "Sen en yakın hısımlarına azâbı haber verip uyar" âyetini indirdiği zaman Rasülullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ayağa kalktı da şöyle hitâb etti: "Ey Kureyş topluluğu! (Yâhud buna benzer bir hitâb kelimesiyle.) Müslüman olup nefislerinizi Allah'ın azabından satın alınız. Ben Allah'ın azabından hiçbirşeyi sizden men edemem. Ey Abde Menâf oğulları! Sizden de ben Allah'ın azabından hiçbirşeyi def' edemem! Ey Abbâs ibne Abdilmuttalib! Senden de Allah'ın azabından hiçbir parçasını men' edemem. Ey Allah Elçisi'nin halası Safiyye! Senden de ben Allah'ın azabından bir kısmını olsun def edemem. Ey Muhammed'in kızı Fâtıma! Malımdan ne dilersen iste (veririm, fakat) Allah'ın azabından bir parçasını bile senden savıp def' edemem" buyurdu. hadîsi rivayet etmekte Buhârî'nin şeyhi Ebû'l-Yemân'a Esbağ ibnu'l-Ferec mutâbaat etmiştir. Buhârî'nin diğer üstadı Esbağ da Abdullah ibn Vehb'den; o da Yûnus ibnu Yezîd el-Eylî'den; o da İbnu Şihâb ez-Zuhrî'den olmak üzere rivayet etmiştir.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Eş-şuarâ Sûresi
4819-)
ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Saîd ibnu’l-Müseyyeb haber verdi ki, Bâbası el-Müseyyeb ibn Hazn (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Ebû Tâlib'e ölüm (alâmetleri) geldiği zaman ona Rasûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) geldi. Ve amcasının yanında Ebû Cehl ibn Hişâm ile Abdullah ibn Ebî Umeyye ibni'l- Mugîre'yi buldu. Rasûlüllah, Ebû Tâlib'e: "Ey amca! La ilahe illellâh kelimesini söyle de bununla Allah katında senin lehine şefaat için hüccet getireyim" dedi. üzerine Ebû Cehl ile Abdullah ibnu Ebî Umeyye: Ebâ Tâlib!) Abdulmuttalib milletinden yüz mü çeviriyorsun? Diye men' ettiler. da amcasına Tevhîd Kelimesi'ni arza devam ediyordu. O ikisi de devamlı olarak o söyledikleri makaaleyi, yani sözü tekrar ediyorlardı. Nihayet Ebû Tâlib bunlara karşı söylediği son söz olarak: O(yani ben) Abdulmuttalib milleti üzeredir, dedi ve "La ilahe ille İlâh" demekten çekindi. dedi ki: Rasûlüllah: "Yemîn ederim ki, ben hakkında mağfiret dilemekten nehy olunmadıkça muhakkak Allah'tan senin için mağfiret isteyeceğim" dedi. üzerine Allah: "Müşriklerin, o çılgın ateşin yaranı oldukları muhakkak meydana çıktıktan sonra artık onların lehine, velev hısım olsunlar, nePeygamberin, ne de mü'min olanların mağfiret istemeleri doğru değildir"(et-Tevbe: 113) âyetini indirdi. Yine Allah Ebû Tâlib hakkında indirdi de Rasûlü'ne hitaben şöyle buyurdu:"Hakikat sen her sevdiğini hidâyete erdiremezsin. Fakat Allah 'tır ki, kimi dilerse ona hidâyet verir ve O, hidâyete erecekleri daha iyi bilendir" (Âyet:56) İbn Abbâs şöyle dedi: "Hakîkaten Kaarûn, Musa'nın kavminden idi. Fakat onlara karşı serkeşlik etti, Biz ona öyle hazîneler verdik ki, anahtarlarını taşımak bile) güçlü kuvvetli büyük bir cemâate ağır geliyordu. O vakit kavmi ona: 'Şımarma, çünkü Allah şımarıkları sevmez demişti"(Âyet 76). (Kuvvet sâhibleri)' "Erkeklerden oluşan kuvvet sahibi bir cemâat onun anahtarlarını kaldırmaz" ma'nâsınadır. da "Anahtarlar o cemâate elbette ağır basar" demektir. 'nın anası, yüreği çocuğundan başka herşeyden bomboş olarak sabahladı. Eğer (Allah'ın va'dine) inananlardan olması için kalbine rabıta vermeseydik az daha onu açıklayacaktı"(Âyet:10). 76) "el-Merihîn", yani "Şımarıkları sevmez" demektir. "Anası Musa'nın kızkardeşine dedi ki: 'Onun izini ta'kîb et" (Âyet: 11) yani "Onun haberini öğrenip bildirmem için izinin arkasından git, dedi". Bazen bu"el-Kasas" fiili, bir sözü kıssa etmek, nakletmek, anlatmak ma'nâsına olur: "Biz sana bu Kur 'ân’ı (bu sûreyi) vahyetmek suretiyle en güzel beyânı kıssa olarak sana anlatacağız. Halbuki sen daha evvel bundan elbet haberdâr olmayanlardandın'' (Yûsuf: 3) âyetinde olduğu gibi. 'nın kızkardeşi de, berikiler farkında olmayarak onu uzaktan gözetledi"(Âyet: 11); buradaki "An cunübin", "An bu'din" yani "Uzaktan" ma'nâsınadır. "An cenabetin" ve "An ictinâbin" ta'bîrleri de yine bir şey olup, aynı ma'nâyadır. Mûsâ ikisinin de düşmanı olan birini yakalamak isteyince..."(Âyet:19); buradaki "Yebtışu" ve "Yebtuşu" fiilleri, sülâsî ikinci ve birinci bâblardan olup sıkı ve sert şekilde arslan yakalayışı gibi yakalama ma'nâsınadır. öte başından koşarak bir adam geldi. Mûsâ: Memleketin önde gelenleri seni öldürmek için (toplandılar) hakkında müzâkere ediyorlar. Hemen buradan çık git. Şübhesiz ki, ben sana hayır isteyicilerdenim, dedi." (Âyet:20), buradaki "Ye'temirûne", "İstişare ediyorlar" demektir. 28), "el-Adâu", "et-Teaddî" hepsi bir olup "Hakkı tecâvüz etmek" ma'nâsınadır. "Absara", yani "Gördü"; minel-nâri"(Âyet: 29), "Ateşten bir parça" ma'nâsınadır. kendisinde alev bulunmayan ateşli odundan kalın bir parçadır. 7) ise, kendisinde alev bulunan ateştir. birçok cinstir: "el-Cânnu" (Âyer.31), "el-Efâî", "el-Esâvid"...gibi. "Yardım edici olarak"; İbn Abbâs: "Beni tasdîk edip doğrulayacak bir yardımcı olarak" şeklinde fiili merfû' okuyup söyledi. Abbâs'tan başkası da şöyle dedi: "Seneşuddu adudeke biahîke = Senin pazunu kardeşinle şiddetlendirip kuvvetlendireceğiz"(Âyet:35) buradaki "Se-nesudduke", "Sana yardım edeceğiz" demektir. Bir şeyi kuvvetlendirdiğin zaman muhakkak sen onu takviye edecek bir pazu yapmış olursun. onları (dünyâda insanları) ateşe da'vet edegelen rehberler yaptık. Kıyâmet gününde ise asla yardıma kavuşturulmayacaklardır. Bununla beraber bu dünyâda biz onların arkalarına la'net de taktık. Kıyâmet gününde onlar çok kötülenmiş olanlardır"(Âyet: 41-42); buradaki"Mine'l-makbûhîn", "Helak edilmişlerdendirler" ma'nâsınadır. olsun ki, biz onlar için nasihat kabul etsinler diye sözü birbiri ardınca ekleyip (indirip) durmuşuzdur" (Âyet:51); buradaki "Ve le-kad vassalnâ’l-kavle = Yemin olsun biz sözü ekleyip durduk", "Yemîn olsun biz sözü beyân ettik ve tamamladık" ma'nâsınadır. Biz onları tarafımızdan bir rızık olarak her şeyin mahsûllerinin gelip toplanacağı korkusuz bir haremde yerleştirmedik mi?" (Âyet:57); buradaki "Yucbâ", "Yuclebu" yani "Celb edilip toplanır" ma'nâsınadır. bol geçimi ile şımarmış nice memleketleri helak ettik" (Âyet:58); buradaki “Batırat” "Eşiret(Çok sevindi, taşkınlık etti, azdı)" ma'nâsınadır. Rabb'in memleketlerin ana merkezlerine, karşılarında âyetlerimizi okuyacak bir rasûl gönderinceye kadar o memleketleri helak edici değildir ve biz ahâlîsi zâlim olan memleketlerden başkasını helak edici değiliz"(Âyet: 59). Buradaki "Ummihâ", "Memleketlerin ana merkezi: Mekke ve etrafında bulunanlar"dır. neler saklıyorsa, neleri de açıklıyorsa Rabb'in hepsini bilir"(Âyet:69); buradaki "Tekinnu", "Tuhfî (=: Gizliyor)" ma'nâsınadır. "Eknentu'ş-şey'e", "Onu gizledim", "Kenentuhû" ise "Onu gizledim ve onu açığa çıkardım" demek olup zıd ma'nâlı fiillerdendir. tereenne'llâhe..."gibidir: "Vay demek ki, Allah kullarından kimi dilerse onun rızkını yayıyor, daraltıyor...", yâni "Ona rızkını bollatıyor ve daraltıyor...". "Vay demek ki hakikat şudur: Kâfirler asla felah bulmayacaklar" (Âyet: 82). O Kur'ân'ı Senin Üzerine Farz Kılan Allah, Seni Dönülecek Yere Döndürecektir" (Âyet: 85)Bâbı
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-kasas Sûresi
4820-)
Bize Sufyân ibnu Dînâr el-Usfurî, (İbn Abbâs'ın kölesi) İkrime'den tahdîs etti ki, İbn Abbâs: "Le râdduke ilâ maâd": "O seni muhakkak Mekke'ye döndürecektir" şeklinde tefsir etmiştir
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-kasas Sûresi
4821-)
Mesrûk şöyle demiştir: Bir adam (Kûfe'nin) Kinde mevkiinde hadîs söylerken (Kur'ân'da zikredilen Duhân (Âyet:10) hakkında: Kıyâmet günü bir duman gelecek de kâfirlerin, münafıkların kulaklarını sağır, gözlerini kör edecek, mü'minlere de yalnız nezle hastalığı şeklinde te'sîr edecek, dedi. bu sözden korktuk da hemen İbn Mes'ûd'a geldik. İbn Mes'ûd birşeye yaslanır hâlde istirahat ediyordu. Bu sözü işitince öfkelendi, hemen toparlanıp oturdu ve: Kişi bildiğini söylesin, bilmediği şey hakkında da "Allah en bilendir" desin! Çünkü insanın bilmediği birşey hakkında "Bilmiyorum" demesi de ilimden bir nevi'dir Çünkü Allah, kendi Peygamberi'ne:"De ki: Ben, buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum ve ben size kendiliğimden (birşey) teklif edenlerden de değilim" (Sâd: 86) buyurmuştur (ve bununla hasımlarına karşı tebliğlerinde samimî olduğunu söylemesini emretmiştir). mes'elesine gelince, bu, dünyâda cereyan etmiştir. Bu, Kureyş'e âid bir vak'adır; Kindeli'nin sandığı gibi kıyâmete âid değildir.) Şöyle ki: Kureyş müşrikleri İslâm Dîni'ni kabulde ağır davranıp geri kaldılar, bunun üzerine Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem): "Yâ Allah! Yûsuf Peygamber'in kavmi aleyhine verdiğin yedi kıtlık yılı gibi, Kureyş'e de yedi yıl (yokluk azâbı) vererek bana yardım et!" diye duâ etti. beddua üzerine Kureyş'i şiddetli bir kıtlık yakaladı. O derecede ki, birçokları bu kıtlık içinde açlıktan helak oldu. Ölü etleri ve kemikleri yediler. Aç olan kişi yerle gök arasındaki hava tabakasını (göz zayıflığından, kuraklığın dehşetli sisinden) duman şekli gibi görüyordu. Bu çok ciddî ve şiddetli hâl üzerine Kureyş başkanlarından Ebû Sufyân, Peygamber'e geldi de: Yâ Muhammed, sen bize geldin ve hısımlarla ilgilenmeyi emrediyorsun. Kavmin ise açlıktan helak oldular. Artık onlar için duâ et, dedi. duâsıyle kıtlık kalktı.) Mes'ûd bu sözlerin ardından şu âyetleri okudu: "O hâlde semânın apâşikâr bir duman getireceği günü gözetle. O duman insanları saracaktır. 'Bu pek yaman bir azâbdır’ (diyecekler): Ey Rabb 'imiz, bizden bu azâbı açıp kaldır. Çünkü biz îmân edeceğiz! Onlar için düşünüp ibret almak nerede? Kendilerine (hakikatleri) açıklayan bir Rasûl geldiği hâlde. Yine ondan yüz çevirdiler. Ona: Bir öğretilmiş, bir mecnûn' dediler. Biz bu azâbı biraz açıp kaldıracağız. (Fakat) siz, hiç şübheyok ki tekrar dönecek olanlarsınız”(ed-Duhân: 10-15). âyetlerde duhân azabının açılacağı ve açıldığı bildiriliyor. Bu duman, Kindeli'nin dediği gibi âhiret azâbı olsaydı) bu âhiret azâbı bir kerre geldikten sonra Kureyş müşriklerinden kaldırılır mıydı? Kureyş müşrikleri(o kıtlıktan kurtulduktan) sonra yine küfürlerine, şirklerine döndüler. Bu dönekliğin cezasını bildiren Allah'ın şu:"Çok büyük bir şiddet ve savlette kendilerini yakalayacağımız gün, muhakkak ki biz (onlardan) intikaam alıcılarız” (ed-Duhân:16) kavlindeki intikaam günü, Bedir günüdür. (Kindeli'nin sandığı gibi kıyâmet günü değildir. Alınan intikaam da Kureyş'in Bedir'de öldürülmeleridir). ile murad da yine Bedir günüdür(müşriklerin Bedir'de esîr olmalarıdır)."Elîf. Lâm. Mîm. Rumlar mağlûb oldu. Yakın bir yerde. Halbuki onlar bu yenilmelerinin ardından gâlib olacaklar”(Âyet: 1- 4) yaratışına hiçbirşey bedel olamaz" (Âyet: 30), dînine hiçbirşey bedel olamaz"ma'nâsınadır. ''Bu, evvelkilerin âdetinden başka birşey değildir" (eş-Şuarâ: 137) 'el-Fıtratu'; ' 'el-İslâmu'' manasınadır
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Rûm Sûresi
4822-)
Ebû Hureyre (radıyallahü anh) şöyle demiştir:Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Her doğan çocuk, muhakkak fıtrat üzere doğurulur. Sonra anasıyle babası onu Yahûdî, yahut Nasrâni, yahut Mecûsî yaparlar. Nitekim her hayvanın yavrusu organları tam olarak doğar. Siz hiç o yavrunun burnunda, kulağında eksik, kesik birşey gördünüz mü?'' sonra Ebû Hureyre (naklettiği hadîsin ma'nâsma delîl getirerek):"O hâlde sen yükünü bir muvahhid olarak dîne, Allah’ın o fıtratına çevir ki, O, insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışına hiçbirşey bedel olamaz. Bu dimdik ayakta duran bir dîndir. Fakat insanların çoğu bilmezler".
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Rûm Sûresi
4823-)
Abdullah ibnu Mes'ûd (radıyallahü anh) şöyle demiştir: "İmân edenler, bununla beraber îmânlarına zulüm katmayanlar; işte emînlik ancak onlar içindir, doğru yola giden de onlardır" (el-En'âm:82) âyeti indiği zaman bu, Rasûlüllah'ın sahâbîlerine ağır geldi ve: Hangimiz îmânına zulüm karıştırmaz ki? Dediler. Bunun üzerine Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Buradaki zulüm sizin düşündüğünüz ma'nâda değildir. Lukmân 'ın kendi oğluna hitaben söylediği sözünü işitmiyor musun:... Şübhesiz ki şirk elbette büyük bir zulümdür..." buyurdu. saatin ilmi, şübhesiz ki Allah'ın yanındadır" (Âyet: 34)
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Lukmân Sûresi
4824-)
Bize İshâk ibn Râhûye, Cerîr ibn Abdilhamîd'den; o da Ebû Hayyân Yahya ibn Saîd'den; o da Ebû Zur'a'dan; o da Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den şöyle tahdîs etti: Bir gün Rasûlüllah, meydanda, insanlar içinde oturuyordu. Derken yürüyerek bir adam O'na geldi de: Yâ Rasûlallah! îmân nedir? Diye sordu. "Îmân Allah'a, meleklerine, rasûllerine ve Allah'a kavuşmaya inanman ve yine öldükten sonra son dirilmeye inanmandır'' diye cevâb verdi. zât: Yâ Rasûlallah! İslâm nedir? Dedi. Rasûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem): "İslâm Allah 'a ibâdet etmen ve O'na hiçbirşeyi ortak kılmaman, namazı kılman, farz olan zekâtı vermen ve ramazânda oruç tutmandır" dedi. zât: Yâ Rasûlallah! İhsan nedir? Diye sordu. Rasûlüllah: "İhsan, Allah'ı görüyormuşsun gibi ibâdet etmendir. Eğersen Allah'ı görmüyorsan, şübhesiz O seni görür" buyurdu. zât: Yâ Rasûlallah! Kıyâmet ne zaman? Dedi. Rasûlüllah: "Bu mes'elede sorulan, sorandan daha âlim değildir. Lâkin ben sana onun (daha evvel meydana gelecek) alâmetlerini haber vereceğim; Kadın kendi sahibesini doğurduğu zaman, işte bu, kıyâmetin alâmetlerindendir. Yalın ayaklılar, çıplaklar takımı insanların başkanları oldukları zaman, işte bu da kıyâmetin alâmetlerindendir. Kıyâmetin vakti, Allah'tan başka kimsenin bilemeyeceği beş şeyin içindedir (yânı beş şeyden biridir): ‘O saatin ilmi şübhesiz Allah'ın nezdindedir. Yağmuru O indirir. Rahimlerde olanı O bilir. Hiçbir kimse yarın ne kazanacağını bilmez- Hiçbir kimse hangi yerde öleceğini bilmez. Şübhesiz Allah (herşeyi) bilendir, herşeyden haberdârdır’ (Âyet: 34)". o zât ayrıldı gitti. Rasûlüllah: "Onu bana geri getirin" buyurdu. onu geri çevirmek için aradılar, fakat hiçbirşey göremediler. Bunun üzerine Rasûlüllah: "Bu Cibril'dir, insanlara dînlerini öğretmek için geldi" buyurdu
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Lukmân Sûresi
4825-)
Abdullah ibn Omer (radıyallahü anh) tahdîs edip şöyle demiştir: Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem):"Gaybın kilitleri beştir" buyurdu, sonra şu âyeti okudu: "O saatin ilmi şübhesiz ki Allah’ın yanındadır. Yağmuru O indirir..."
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Lukmân Sûresi
4826-)
Bize Sufyân ibn Uyeyne, Ebu'z-Zinâd'dan; o da el-A'rec'den; o da Ebû Hureyre(radıyallahü anh)Men tahdîs etti ki, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): ''Mukaddes ve çok yüce olan Allah: Ben iyi kullarım için göz görmedik, kulak işitmedik ve insan kalbine gelmedik birtakım ni 'metler hazırladım, buyurdu" demiştir. Hureyre(bunun ardından): İsterseniz şu âyeti okuyun, demiştir: "Artık onlar için, yapmakta olduklarına bir mükâfat olarak gözlerin aydın olacağı neler gizlenmiş bulunduğunu kimse bilmez"
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Es-secde Sûresi
4827-)
Bize Ebu'z-Zinâd, el-A'rec'den tahdîs etti ki, Ebû Hureyre, bundan evvel geçen hadîs gibi, Rasûlüllah'ın Allah şöyle buyurdu... dediğini rivayet etmiştir. Bunda Sufyân ibn Uyeyne'ye: Sen Peygamber'den mi, yahut kendi içtihadından olarak mı rivayet ediyorsun? Diye soruldu. da: Rivayet olmasaydı ben hangi şeyi söyleyebilirdim? dedi. Ve Ebû Muâviye, el-A'meş'ten; o da Ebû Salih'ten olmak üzere; Ebû Hureyre "Kurrâtı" şeklinde cemi' lâfzıyle okudu, dedi. Ebû Salih, Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den; o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den şunu tahdîs etti:"Yüce Allah: Ben sâlih kullarım için hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insan kalbine gelmeyen birtakım ni'metler hazırladım ki, ey mü'min kulum, sen muttali' kılındığın (yani bildiğin) ni'metleri bırak (onlar Allah'ın gizli ni'metleri yanında çok hafiftir)" Ebû Hureyre(yahut Peygamber), bundan sonra şu âyeti okudu: "Artık onlar için, yapmakta olduklarına bir mükâfat olarak gözlerin aydın olacağı nîmetlerden neler gizlenmiş bulunduğunu kimse bilmez"
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Es-secde Sûresi
4828-)
Bize babam Fulayh ibnu Süleyman, Hilâl ibn Alî'den; o da Abdurrahmân ibnu Ebî Amre'den o da Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den lahdîs etti ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Ben herbir mü'mine muhakkak dünyâ ve âhiret işlerinde insanların en yakınıyımdır. İsterseniz (delîl için) “O Peygamber, mü'minlere öz nefislerinden daha yakındır...” âyetini okuyunuz. Herhangibir mü 'min ölür de mal bırakırsa, bu mala kim olursa olsun, onun asabesi mirasçı olsun. Herhangibir mü'min de borçyâhud (fakır bir) aile bırakırsa, o da bana gelsin, ben onun velîsiyim" babalarına nisbetle çağırın. Bu, Allah katında daha doğrudur... " (Âyet: 5). Buhârî nüshalarında bundan sonra 6. âyet vardır.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-ahzâb Sûresi
4829-)
Mûsâ ibn Ukbe şöyle dedi: Bana Salim, babası Abdullah ibn Omer (radıyallahü anh) 'den şöyle tahdîs etti: Biz Rasûlüllah'ın âzâdlısı olan Zeyd ibn Hârise'yi Kur'ân'daki şu âyet ininceye kadar ancak Zeyd ibnu Muhammed diye çağırır dururduk: "Onları babalarına nisbetle çağırın. Bu, Allah indinde daha doğrudur. Eğer babalarını bilmiyorsanız, o hâlde dînde kardeşleriniz, dostlarınızdır. Hatâ ettiklerinizde ise üstünüze bir vebal yoktur. Fakat kalblerinizin kasdettiğinde vebal vardır. Allah çok mağfiret edici, çok merhamet eyleyicidir" içinde Allah'a verdikleri sözde sadâkat gösteren nice erler var. İşte onlardan kimi adadığını ödedi, kimi de bunu bekliyor. Onlar hiçbir suretle ahidlerini değiştirmediler" (Âyet: 23). "Ahdehu" (yani "Sözünü") demektir. "Eğer (Medine'nin) etrafından üzerlerine girilmiş olup da sonra kendilerinden fitne istenseydi, muhakkak ki bunu hemen yaparlardı, bundan pek az bir zamandan) fazla geri kalmazlardı" (Âyet: 14); buradaki "ektârihâ", "Cevânibihâ"; "Fitne işlenseydi elbette bunu getirirlerdi", "Elbette bunu verirlerdi" manasınadır
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-ahzâb Sûresi
4830-)
Enes ibn Mâlik (radıyallahü anh): Biz şu “Mü 'minler içinde Allah 'a verdikleri sözde sadâkat gösteren nice erler vardır..." âyetini sonuna kadar Enes ibn Nadr (ile benzerleri) hakkında indiğini düşünür dururduk, demiştir
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-ahzâb Sûresi
4831-)
ez-Zuhrî şöyle dedi: Bana Hârice ibnu Zeyd ibn Sabit haber verdi ki, babası Zeyd ibn Sabit şöyle demiştir: Biz (Hafsa'nın yanındaki) Kur'ân sahîfelerini Mushaflara naklettiğimiz sırada el-Ahzâb Sûresi'nden bir âyeti -ben onu Rasûlüllah her zaman okurken işitip durduğum hâlde- kaybettim. Ve o âyeti (yazılı olarak) hiçkimsenin yanında bulamamıştım. Yalnız ben onu Rasûlüllah'ın, tek başına şâhidliğini iki kimsenin şâhidliğine denk tuttuğu Ensâr'dan Huzeyme (ibn Sâbit)'in yanında bulmuştum. (En sonunda, onu da hey'etin kararıyle Mushaf'taki sûresine koyduk.) O âyet, Allah'ın: "mü’minler içinde Allah 'a verdikleri sözde sadâkat gösteren nice erler vardır…" kavlidir Allah'ın Şu Kavli: Peygamber, zevcelerine de ki: Eğer siz dünyâ hayâtını ve onun zînetini arzu ediyorsanız, gelin size boşanma bedellerini vereyim de hepinizi güzellikle salıvereyim" (Âyet: 28). Ma'mer: "et-Teberrüc" (Âyet: 33), kadının kendi güzelliklerini (erkeklere göstermek için) meydana çıkarmasıdır. "Sünnete’llâhi" (Âyet: 38), "Allah onu sünnet yaptı, Allah onu kaanûn yaptı" ma'nâsınadır, dedi
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-ahzâb Sûresi
4832-)
ez-Zuhrî şöyle dedi: Bana Ebû Seleme ibnu Abdirrahmân haber verdi; ona da Peygamber'in zevcesi Âişe (r. anha), Allah kadınlarını muhayyer kılmasını emrettiği zaman Rasûlüllah'ın kendisine geldiğini haber verip, şöyle demiştir: Rasûlüllah muhayyer kılmaya benden başladı da: "Ben sana birşey zikredeceğim, anan ve babanla istişare edinceye kadar acele cevâb vermen gerekmez" dedi. kendisi ebeveynimin benim O'ndan ayrılmamı emreder olmadıklarını kesince bilmişti. dedi ki: Sonra Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Şübhesiz ki Allah Ey Peygamber, zevcelerine şunu söyle: Eğer siz dünyâ hayâtını ve onun zînetini istiyorsanız, gelin size boşama bedellerini vereyim de sizi güzellikle salıvereyim... buyuruyor" deyip, iki âyetin tamâmını okudu. de ona: Zikrettiğin bu iki işin hangisi hakkında ben ebeveynime danışacağım? Ben elbette Allah'ı, Rasûlü'nü ve âhiret yurdunu isterim, dedim. Allah'ın Şu Kavli: ''Eğer Allah’ı Rasûlü'nü ve âhiret yurdunu diliyorsanız şübhe yok ki Allah, içinizden güzel hareket edenler için büyük mükâfat hazırlamıştır" (Âyet: 29).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-ahzâb Sûresi