Sahîh-i Buhârî Hadis Kitabı
4729-)
Bize el-Humeydî tahdîs etti. Bize Sufyân ibn Uyeyne tahdîs etti. Bize Amr ibnu Dînâr tahdîs edip şöyle dedi: İbn Abbâs "Elâ innehum yesnûne sudûrahum li-yestahfû minhu elâ hîne yesteğşûne siyâbehum( Haberiniz olsun ki, onlar ondan gizlemeleri için göğüslerini dürüp büker. Elbiseleriyle örtündükleri zaman da hâllerine dikkat et!)" şeklinde okudu. ibnu Dînâr'dan başkası da yine ibn Abbâs'tan "Yesteğşûne", "Yugattûne ruûsehum" (yani başlarını örterler) şeklinde okuduğunu söyledi"Sîe bihim", "Lût bunlar yüzünden fena hâlde sıkıldı, kaygıya düştü, yani kavmine zannı kötü oldu ve kavminin konuklarına kötülük yapmaları endişesiyle göğsü daraldı" (Âyet: 77). bi-ehlik bi-kıtaın mine'l-leyli(Sen hemen gecenin bir kısmında, yani karanlıkta ailenle yürü" (Âyet: 81). unîbu” (Ancak O'na dönerim)(Âyet: 88) Allah'ın "O'nun Arşı Su Üzerinde İdi” Kavli Bâbı
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Hûd Süresi
4730-)
Bize Ebu'z-Zinâd, el-A'rec'den; o da Ebû Hureyre(radıyallahü anh)'den tahdîs etti ki, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle demiştir: "Azîz ve Celîl olan Allah: Ey kulum, sen fakirlere nafaka ver ki, ben de sana nafaka vereyim, buyurdu". devamla dedi ki: "Allah'ın eli (yani vermekte tükenmeyen hazîneleri) doludur. Harcamak onu eksiltmez, o gece ve gündüz dâima akar". Rasûlüllah devamla dedi ki:''Allah'ın göğü ve yeri yarattığı günden beri infâk ve in'âm ettiği ni'metlerin mâhiyetini düşündünüz mü? (Bundan bana haber verebilir misiniz?) Şübhesiz ki O'nun elindeki (kerem ve ihsânındaki) ni'metlerden hiçbir şey eksilmemiştir. Çünkü O'nun Arş'ı (tahtı) su üzerindedir (hudûdsuz ni'met denizi üzerinde kurulmuştur). Ve adalet terazisi O'nun elindedir, terazinin gözü (bazen) alçalır, (bazen yukarı) yükselir (bu suretle insanların kimine çok, kimine az rızık verir)" Seni çarpmış)", "Aravtu( = Onu çarptım)" ma'nâsından İftiâl masdarından iftealtu veznindedir. Ve "Fulânun ya'rûhu ( = Fulân ona çarpıyor)" ve "I’terânî ( = Beni kaplıyor)" sözleri bu asıldandır. "Biz: Tanrılarımızdan kimi seni fena çarpmış demekten başka bir söz söylemeyiz”(Âyet: 54). hiçbir mahlûk hâriç olmamak üzere hepsinin alnından tutan odur"(Âyet: 56), yani hepsi O'nun mülkünde, idaresinde ve tasarrufundadır. "Anîd", "Anûd", "Ânid"; hepsi bir ma'nâya olup "Çok inadçı" demektir; bu, tecebbürün, zorbalığın te'kîdidir. 'merakum'”; Allah sizi topraktan meydana getirdi ve sizi orada ömür geçiriciler -yahut da: îmâr ediciler- yaptı" (Âyet: 60). "A’martuhu'd-dâra fehye umra" denilir ki, "Ben evi ömrü müddetince ona mülk yaptım" demektir. "Nekirahum", "Enkerahum", "Istenkerahum"; bunların hepsi bir ma'nâya olup "Onlardan hoşlanmadı. (Âyet: 70) demektir. hamîdun mecîdun”(Şübheyok ki, O, asıl hamde lâyık, hayrı, ihsanı çok olandır) (Âyet: 73), yani "Mecid", "Mâcid" sığasından Fail veznidir. "Hamîd"de "Hamide (Hamdetti)" fiilinden olup "Mahmûd", yani "Hamdedilmiş" ma'nâsınadır. balçıktan pişirilmiş sert ve büyük taşlar; "Emrimiz geldiği zaman o memleketin üstünü altına getirdik ve tepelerine balçıktan pişirilmiş, istif edilmiş taşlar yağdırdık" (Âyet: 83). "Siccîl" ve "Siccîn" bir ma'nâyadır, bunlardaki lâm ile nûn, zâid harflerden olmaları ve herbiri diğerine çevrilebilmeleri bakımından iki kardeştirler. (Câhiliyet ve İslâm devirlerine erişmiş muhadram) Şâir Temîm ibnu Mukbil de buna şâhid olacak şu beyti söyledi: yaya askerler kuşluk vaktinde miğferlerin yerlerine, yani başlara öyle şiddetli darbe indiriyorlar ki, battallar, yiğitler bunu birbirlerine emir ve tavsiye ediyorlar"; burada "Siccînen", "Şedîden" demektir. ilâ Medyene ahâhum Şuayben (Medyen’e de kardeşleri Şuayb'ı gönderdik) (Âyet: 84) Medyene", "Medyen ahâlîsine" demektir. Çünkü Medyen, Medyen'in kurduğu ve onun ismiyle isimlendirilmiş bir beldedir. Bu ta'bîrin benzeri "Ve's'eli'l-karyete", "Ve's'eli'l-ıyra" sözleridir ki, "Karye ahâlîsine" ve "Kervan halkına sor" demektir (Yûsuf: 82); "İçinde bulunduğumuz şehre, aralarında geldiğimiz kervana da sor. Biz şekksiz şübhesiz doğru söyleyicileriz''(Yûsuf: 82): Allah hn emrini arkanıza atılmış birşey kıldınız"(Âyet: 92). Şuayb, bununla "Siz O'na yönelmediniz" demektir. Bir adam diğer birinin hacetini yerine getirmediği zaman "Benim hacetimi sırtının ardına attın ve beni arkaya atılmış birşey kıldın" denilir. Buradaki "ez-Zıhrî"nin bir ma'nâsı da: "Beraberinde ihtiyâç zamanında kendisiyle yardım sağlayacağın bir binek hayvanı yahut bir kap alman" demektir. "Erâzilunâ", "Düşüklerimiz, en aşağı tabakalarımız" demektir (Âyet: 27). (Kur'ân'ı) kendiliğinden uydurdu, derler. De ki: Eğer ben O'nu kendiliğimden uydurduysam günâhı benim üstüme olsun..."(Âyet: 35). Buradaki "İcramı" kelime'si "Ecremtu" fiilinden masdardır. Bâzıları sülâsî olan "Ceremtu" fiilinden isimdir dediler, ikisi de "Ben günâh işledim" ma'nâsınadır. "el-Fulk", "el-Felek", "Fuluk" bir ma'nâyadir. Tekil ve çoğul yerinde kullanılır. Tekil yerinde "Sefîne", çoğul yerinde "Süfün", yani "Gemi" ve "Gemiler" ma'nâsınadır (Âyet: 38). mecrâha ve mursâha - Onun akması da durması da Allah'ın adıyledir" (Âyet: 41). "Mecrâha", "Onun gitmesi" demektir. Bu "Cereytu" fiilinin mimli masdarıdır. "Mursâha" da "Onun durması" demektir, bu da "Habsettim" ma'nâsma olan "Erseytu" fiilinin mîmli masdarıdır. Bu "Durdu" ma'nâsma olan "Reset", sülâsî fiilinden "Mersâhâ", "Aktı" ma'nâsma olan "Ceret" sülâsî fiilinden "Mecrâha" şeklinde okunur. Ve yine bu iki kelime fail isim vezninde "Mucrîhâ" ve "Mursîhâ" olarak da okundu ki, onun akıtıcısı ve durdurucusu, gemiyi yapan yahut yapılmasını emreden Allah tarafındandır, demek olur. "Kudurin râsiyetin", "Sabit sabit kazanlar" (es-Sebe1: 13) demektir. Bunu "Mursâha" nın zikrine istidrâd olarak getirdi. Allah'ın Şu Kavli: " (Allah'a karşı yalan düzenden daha zâlim kimdir?) Onlar Rabb’lerine arzedilecekler, şâhidler de: 'İşte bunlar Rabb'lerine karşı yalan söyleyenlerdir' diyecekler. Haberiniz olsun ki, Allah'ın la'neti zâlimlerin tepesinedir" (Âyet: 18) "Ashâb"ın tekili olduğu gibi, "Eşhâd"ın tekili de "Şâhid"dir.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Hûd Süresi
4731-)
Bize Saîd ibnu Ebî Arûbe ile Hişâm ibn Ebî Abdillah tahdîs edip şöyle dediler: Bize Katâde tahdîs etti ki, Safvân ibnu Muhriz şöyle demiştir: Abdullah ibnu Omer, Ka'be'de tavaf ettiği sırada bir adam karşısına geldi ve: Ebâ Abdirrahmân -yahut da: Ey Omer'in oğlu!- Sen Peygamber'den (kıyâmet gününde mü'min ile Allah arasında olacak) "Necvâ (-Gizli konuşma)" hakkındaki beyânı işittin mi? diye sordu. Omer de şöyle dedi: Ben Peygamber'den işittim, şöyle buyuruyordu: "Mü'min Rabb'ine yaklaştırılır -Râvî Hişâm: "Mü'min Rabb'ine yakınlaşır” demiştir-. Nihayet Rabb 'i onun üzerine şefkat yanını kor da ona günâhlarını şöyle ikrar ettirir: Şu günâhı biliyor musun? Der. Kul: Biliyorum, der: Akabinde iki kerre: Rabb'im, biliyorum, Rabb'im biliyorum, der. Allah da: Ben o günâhlarını dünyâda (insanlardan) gizledim. Bu gün de ben senin lehine bu günâhlarını mağfiret ediyorum, buyurur. Sonra mü'minin hasenat sahîfesi kendisine verilir. Diğerlerine yahut kâfirlere gelince, onlar şâhidlerin huzurunda: îşte bunlar Rabb'lerine karşı yalan söyleyenlerdir! Diye nida olunur." ibn Abdirrahmân, Katâde'den: Bize Safvân, İbn Omer'den tahdîs etti, şeklinde söyledi. Allah'ın Şu Kavli: yakalayışı -ahâlîsi zulmeder hâlde bulunan memleketleri yakaladığı zaman- işte böyle olur. Şüphesiz ki, O'nun çarpması pek elemlidir, pek çetindir"(Âyet: 102). 98) "Yardım edici yardım". "Ona yardım ettim" demektir. "Lâ terkenû ile'llezîne zalemû = Zulmedenlere meyletmeyin'' (Âyet: 113). kâne",(Âyet: 116). "Fe-hellâ kâne"(yani "Olsaydı ya") demektir. edildiler)" (Âyet: 116), -yânı teref, helak edilmelerine sebeb oldu-. Abbâs: "Zefir", "Şiddetli ses"; "Şehîk", "Zaîf ses"tir(Âyet: 106) demiştir
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Hûd Süresi
4732-)
Ebû Mûsâ (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Rasûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:''Allah zâlime muhakkak ki mühlet verir verir de, onu yakalayacağı zaman göz açtırmadan ansızın yakalar". Mûsâ dedi ki: Bundan sonra Rasûlüllah şu âyeti okudu: "Rabb’inin yakalayışı -ahâlisi zulmeder hâlde bulunan memleketleri yakaladığı zaman- işte böyle olur. Şübhesiz ki O'nun çarpması pek elem vericidir, pek çetindir." Allah'ın Şu Kavli: iki tarafında, gecenin de yakın saatlerinde dosdoğru namaz kıl. Çünkü güzellikler kötülükleri (günâhları) giderir. Bu, iyi düşünenlere bir öğüttür"(Âyet: 114) "Saatler ardından saatler" demektir. de bu ma'nâdan isimlendirildi (insanların gece saatlerinde oraya gelmelerinden yahut Allah'a yakın olmaları ve kendileri için Allah katında derece hâsıl olmasından). "ez-Zulefu" "Menzile ardından menzile"dir. "Zulfâ"ya gelince, o "Yakın olmak" ma'nâsmdan masdardır. "İzdelefü", "îctemeû" (yani "Toplandılar"), "Ezlefnâ", "Cema'nâ" yani 'Topladık" demektir.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Hûd Süresi
4733-)
İbn Mes'ûd (radıyallahü anh)'den(şöyle demiştir): Bir adam yabancı bir kadından bir öpücük aldı. Akabinde bu adam Rasûlüllah'a geldi de, yaptığı öpme işini O'na zikretti. Hemen müteakiben Rasûlüllah'a şu âyet indirildi:"Gündüzün iki tarafında, gecenin de yakın saatlerinde dosdoğru namaz kıl. Çünkü güzellikler kötülükleri (günâhları) giderir. Bu, iyi düşünenlere bir öğüttür". kimse: Rasûlallah!) Bu âyet yalnız benim için mi? diye sordu. Rasûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem): "Ümmetimden bununla amel eden herkes içindir" buyurdu
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Hûd Süresi
4734-)
Abdullah ibn Omer (radıyallahü anh) 'den (şöyle demiştir): Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): ''Kerîm oğlu, kerîm oğlu, kerîm oğlu kerîm, İbrâhîm oğlu, İshâk oğlu, Ya'kûb oğlu Yûsuf'tur" buyurmuştur. Allah'ın Şu Kavli: olsun ki Yûsuf'un ve kardeşlerinin haberlerinde, soranlar için nice ibretler vardır" (Âyet: 7).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Yûsuf Sûresi
4735-)
Bana Muhammed (ibn Selâm) tahdîs etti. Bize Abdete ib-nu Süleyman, Abdullah -Ebû Zerr nüshasında: Ubeydullah- el-Umerî'den; o da Saîd ibn Ebî Saîd'den haber verdi ki, Ebû Hureyre (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Rasûlüllah'a: İnsanların en kerîmi, en şereflisi kimdir? diye soruldu. O da: "Allah katında insanların en kerîmi, en muttaki olanlarıdır" diye cevâb verdi, Sahâbîleri: Biz sana insanların dîn ve ahlâkça en şerefli olanını sormuyoruz(soyu yönünden en kerîm olanını soruyoruz), dediler. Rasûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem): "O yönden insanların en kerîmi, Allah'ın peygamberinin oğlu, Allah'ın peygamberinin oğlu, Allah'ın Halil’inin oğlu olan Allah'ın Peygamberi Yûsuf'tur" buyurdu. Sahâbîler yine: Biz Sana bunu da sormuyoruz, dediler. Rasûlüllah: "Sizler Arab'ın ma'denlerini mi (yani nisbet olunup övünegeldikleri asıllarını, köklerini mi) soruyorsunuz?" deyince, onlar: Evet, bunu soruyoruz, dediler. Bunun üzerine Rasûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem): "Câhiliyet devrinde hayırlı olanlarınız, dîni iyi anladıkları ve amel ettikleri müddetçe İslâm devrinde de hayırlı olanlarınızdır" buyurdu. hadîsi Ubeydullah el-Umerî'den rivayet etmekte Ebû Usâme Hammâd ibn Usâme, Abdete ibn Süleyman'a mutâbaat etmiştir. Allah'ın Şu Kavli: "Ya'kûb: Hayır, nefisleriniz sizi aldatıp bir işe sürüklemiş. Artık (bana düşen)güzel bir sabırdır, dedi"(Âyet: 18) "Süsledi" demektir.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Yûsuf Sûresi
4736-)
Yûnus ibn Yezîd el-Eylî tahdîs edip şöyle dedi: Ben ez-Zuhrî'den işittim. O da şöyle dedi: Ben Urve ıbnu'z-Zubeyr'den, Saîd ibnu'l-Müseyyeb'den, Alkame ibn Vakkaas'tan ve Ubeydullah ibnu Abdillah'tan, iftiracılar onun hakkında söylediklerini söyledikleri ve Allah'ın da kendisini berî kıldığı zamanki Peygamber'in zevcesi Âişe hadîsini işittim. Bu dört râvîden herbiri bana bu hadîsten birer bölümü tahdîs ettiler. Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem), Âişe'ye hitaben: "Eğer sen bu isnâdlardan berî isen, yakında Allah seni beri kılar. Ve eğer böyle bir günâha yaklaştınsa Allah'tan mağfiret iste ve Allah'a tevbe et" buyurdu. dedi ki: Ben de şunları söyledim: Vallahi ben bu vaziyette bir misâl bulamıyorum, ancak Yûsuf'un Bâbası Ya'kûb'u örnek buluyorum:(Yûsuf'un kardeşleri Yûsuf'un gömleği üzerinde yalan bir kan lekesi getirdikleri zaman) Ya'kûb, oğullarına: Hayır, nefisleriniz size bir işi süslemiş, bir fitneye sürüklemiş. Artık bana düşen güzel bir sabırdır. Sizin şu anlatışınıza karşı yardımına sığınılacak, ancak Allah'tır, dedi. esnada Allah:"O uydurma haberi getirenler içinizden bir zümredir, onu sizin için bir şerr sanmayın; bilakis o sizin için bir hayırdır" kavlinden i'tibâren on âyeti indirdi (en-Nûn 11-20)
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Yûsuf Sûresi
4737-)
Ebû Vâil şöyle dedi: Bana Mesrûk ibnu’l-Ecda' tahdîs edip şöyle dedi: Bana Âişe'nin annesi olan Ümmü Rûmân tahdîs edip şöyle dedi: Âişe'yi ateşli hastalık yakalamış olup, benim beraberimde bulunduğu sırada Peygamber (içeri girdi de): "Belki Âişe'nin bu hastalığı kendisi hakkında söylenmekte olan hadîsten dolayıdır" buyurdu. sırada Âişe yatağından doğrulup oturdu ve şunları söyledi: Benim meselimle sizin meseliniz, Ya'kûb ile oğullarının meseli gibidir: "Sizin vasıf yapageldiğiniz o sözlere karşı kendisinden yardım istenilecek olan ise ancak Allah'tır” Allah'ın Şu Kavli: bulunduğu evdeki kadın onun nefsinden murâd almak istedi, kapıları sımsıkı kapadı ve: Sana söylüyorum, beri gel! dedi" (Âyet:23) Ikrime: "Heyte leke", Havran dilinde "Helümme" ma'nâsınadır, dedi. Saîd ibnu Cubeyr de: "Taâle ( = Beri gel)" ma'nâsınadır, dedi
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Yûsuf Sûresi
4738-)
Şu'be, Süleyman ibn Mıhfân'dan; o da Ebû Vâil'den tahdîs etti ki, Abdullah ibn Mes'ûd (radıyallahü anh): Kadın "Heyte leke" sözünü söyledi, demiş; ardından: "Biz o kelimeyi, ancak bize öğretildiği gibi okuruz" gerekçesini ilâve etmiştir. "İkaamet yeri"; "Elfeyâseyyidehâ"(Âyet: 25), "İkisi efendisini buldular"; elfev âbâehum dallın" (es-sâffât: 69), "Çünkü onlar atalarını sapkın kimseler bulmuşlardı"; nettebiu mâ elfeynâ aleyhiâbâenâ"(el-Bakara: 170) "Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız, dediler"; acibtu ve yesharun"(es-sâffât: 12)"Ben taaccûb ettim, Halbuki onlar alay edip eğleniyorlar"
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Yûsuf Sûresi
4739-)
Abdullah ibn Mes'ûd (radıyallahü anh)' şöyle demiştir: Kureyş, Peygamber tarafından İslâm Dîni'ne girmekte geciktikleri zaman, Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem): "Yâ Allah, Yûsuf'un yedi yılı gibi yedi yıllık bir şiddet ile bunların belâsını başımdan at da, onlarla uğraşmayayım" diye duâ etti. üzerine onları öyle bir kıtlık senesi yakaladı ki, herşeyi kökünden silip giderdi. O derecede ki, onlar kemikleri bile kemirip yediler, hattâ bir adam göğe bakardı da kendisiyle gök arasında (açlığından ileri gelen göz zayıflığından dolayı) duman gibi birşey görmeğe başlardı. Allah:"O hâlde semânın apâşikâr bir duman getireceği günü gözetle" buyurdu. Yine Allah: "Biz bu azâbı biraz açıp kaldıracağız. Fakat siz hiç şübhe yok ki, tekrar dönecek olanlarsınız” (ed-Duhân: 10-16) buyurdu. Mes'ûd: Kıyâmet günü onlardan azâb açılıp kaldırılır mı? O açlık yüzünden görülen duman da "el-Batşe", yânı çok büyük şiddetle çarpıp yakalamada geçmiştir, dedi Allah'ın Şu Kavli: adamlarına: Onu (Yûsuf'u) bana getirin, dedi. Bunun üzerine Yûsuf'a elçi gelince: Efendine dön de ellerini kesen o kadınların zoru neydi, kendisine sor. Şübhe yok ki, benim Rabb’im onların fendini hakkıyle bilicidir, dedi (Hükümdar o kadınları toplayıp:) Yûsuf'un nefsinden kâm almak istediğiniz zaman ne hâlde idiniz (Onun size karşı bir meylini hissettiniz mi)? Dedi. (Kadınlar:) Hâşâ, Allah için biz onun üstünde bir fenalık bilmedik, dediler”(Âyet: 50-51). bir tenzih ve istisnadır. "Hashasa", "Açığa çıktı" demektir
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Yûsuf Sûresi
4740-)
Ebû Hureyre (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Rasûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:"Allah Lût Peygamber'e rahmet etsin. Yemin olsun O zâten çok sağlam bir kaleye sığınıyordu... Eğer ben zindanda Yûsuf'un kaldığı gibi uzun zaman hapis kalsaydım, onu hapisten çağırmağa gelen kişinin da'vetine hemen icabet ederdim. Biz İbrahim'den daha haklıyız.İbrahim: Ey Rabb 'im, ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster, demiş; Allah: "Buna inanmadın mı yoksa? Demiş. O da: İnandım, fakat kalbimin yatışması için istedim, diye söylemişti(el-Bakara: 260)" Allah'ın Şu Kavli: “Nihayet rasûller ümîdlerini kesecek hâle geldikleri vakit."(Âyet: 110).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Yûsuf Sûresi
4741-)
İbn Şihâb şöyle dedi: Bana Urve ibnu'z-Zubeyr haber verdi ki, kendisi Âişe'ye "Nihayet rasûller ümîdlerini kesecek hâle geldikleri vakit..." kavlini sorarken, Âişe aşağıdaki cevâbları vermiştir. dedi ki: Ben Âişe'ye: Rasûller yalana mı nisbet edildiler yahut tekzîb mi edildiler? Diye sordum. Tekzîb edildiler, dedi. Âişe'ye: Rasûller kavimlerinin kendilerini tekzîb ettiklerini kesin bilmişlerdir, bu, zann ile değildir? Dedim. Evet, hayâtıma yemîn ederim ki, onlar bunu kesin olarak bilmişlerdir; zannetmemişlerdir, dedi. yine Âişe'ye: Rasûller kendilerine yapılan yardım va'dinde aldatıldıklarını zannettiler, dedim. Bundan Allah'a sığınırım. Rasûller bunu Rabb'lerine zannedici değildir, dedi(ve "Kuzibû" şeklinde şeddesiz okumayı reddetti). Âişe'ye: Öyleyse şu âyet nedir? Dedim. Âişe: Bunlar rasûllere tâbi' olan kimselerdir ki, Rabb'lerine îmân etmiş ve rasûlleri de tasdîk etmişlerdi. Fakat üzerlerindeki belâ uzamış ve zafer de kendilerinden gecikmiştir. Nihayet rasûller, kavimlerinden kendilerini yalanlayanların îmâna gelmelerinden ümîd kesecekleri hâle geldikleri ve yine rasûller, kendilerine tâbi' olanların da kendilerini yalanlayacaklarını zannettikleri vakit, işte tam bu sırada, Allah'ın yardımı ve zaferi rasûllere gelmiştir, dedi.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Yûsuf Sûresi
4742-)
ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Urve haber verip şöyle dedi: Ben Âişe'ye: Belki bu "Kuzibû" şeklinde şeddesizdir, dedim. Âişe: şeddesiz okumaktan) Allah'a sığınırım, dedi.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Yûsuf Sûresi
4743-)
Mâlik, Abdullah ibn Dinar'dan; o da İbnu Omer(radıyallahü anh) 'den tahdîs etti ki, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:"Gaybın anahtarları beştir ki, onları Allah 'tan başkası bilemez; Yarın ne olacağını Allah'tan başka hiçkimse bilemez- Rahimlerin eksiltmekte oldukları şeyleri Allah'tan başkası bilemez. Allah'tan başka hiçbir kimse yağmurun ne zaman geleceğini bilemez. Hiçbir nefis hangi arzda öleceğini bilemez. Kıyâmetin ne zaman kopacağım da Allah'tan başkası bilemez"
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Er-rad Sûresi
4744-)
Abdullah ibn Omer (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Bizler Rasûlüllah'ın yanında bulunuyorduk. "Bana müslümâna benzeyen, yahut da: Müslim kimse gibi olan, yaprağı düşmeyen, şöyle olmayan, şöyle olmayan, şöyle olmayan ve meyvesini her zaman verip duran bir ağacı haber veriniz” buyurdu. Omer dedi ki: Onun hurma ağacı olduğu gönlüme düştü, Ebû Bekr ile Omer'i de konuşmuyorlar görünce, ben konuşmak istemedim. Oradakiler birşey söylemeyince Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "O, hurmadır" buyurdu. Oradan kalktığımızda ben Omer'e: Ey babacığım! Yemîn olsun onun hurma ağacı olduğu gönlüme düşmüştü, dedim.. Konuşmandan seni men' eden nedir? Dedi. İbn Omer dedi ki: Ben: Sizleri konuşur görmedim de, konuşmamı çirkin gördüm yahut birşey söylemeyi çirkin gördüm, dedim. Gönlüne düşen o ağacı söylemekliğin, bana şundan ve şundan daha sevimli olurdu, dedi. îmân edenlere o sabit sözde dâima sebat ihsan eder" (Âyet: 27).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: İbrâhîm Sûresi
4745-)
Alkame ibnu Mersed haber verip şöyle demiştir: Ben Sa'd ibn Ubeyde'den işittim; o da el-Berâ ibnu Âzib (radıyallahü anh)'den ki, Rasûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Müslüman, kabrine konulup da suâl melekleri tarafından sorulduğunda Lâ ilahe ille llâhu ve enne Muhammeden rasûluüahi diye (yânı: Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur, Mu-hammed Allah'ın elçisidir diye) şehâdet eder. İşte bu şehâdet, Yüce Allah'ın şu kavlidir: Allah, îmân edenlere dünyâ hayâtında da, âhirette de, o sabit sözünde dâima sebat ihsan eder. Allah zâlimleri şaşırtır. Allah ne dilerse yapar".
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: İbrâhîm Sûresi
4746-)
Sufyân ibn Uyeyne, Amr ibn Dinar'dan tahdîs etti ki, Atâ ibn Ebî Rebâh, ibn Abbâs'tan işitmiştir. İbn Abbâs, "Allah 'in nîmetine bedel küfrü seçenleri görmedin mi?" kavli hakkında: Bunlar Mekke ahâlîsinin kâfirleridir, demiştir.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: İbrâhîm Sûresi
4747-)
Bize Alî ibnu Abdillah el-Medînî tahdîs etti. Bize Sufyân ibn Uyeyne, Amr ibn Dinar'dan; o da İkrime'den; o da Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den tahdîs etti. Ebû Hureyre bunu Peygamber'e eriştirir Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Allah gökyüzündeki meleklere bir işin yerine getirilmesini hükmettiği zaman, düz ve sert bir taş üzerindeki zincir (sesi) gibi olan bu ilâhî hükme melekler tamâmiyle itaat ederek korku ile kanatlarını birbirine vururlar." ibnu'l-Medînî şöyle dedi: Sufyân ibn Uyeyne'den başkası bu "Safvân" kelimesini "Safavân" şeklinde söyledi. bu korku giderilince de melekler (Cebrâîl ve Mîkâîl gibi Mukarrebûn meleklerine): Rabb'iniz ne söyledi? Diye sorarlar. Mukarrebûn melekleri, sorana: Allah hakk sözü söyledi, diye Allah'ın hüküm ve takdirini bildirirler ve: Allah pek yücedir, pek büyüktür! Derler. suretle kulak hırsızı şeytânlar, Allah'ın o emir ve takdirini işitirler. O sırada kulak hırsızı şeytânlar (yerden göğe kadar) birbirinin üstünde zincirleme dizilmiş (ve kulak hırsızlığına hazırlanmış) bulunurlar." ibn Uyeyne, dinleyici şeytânların birbirleri üstünde dizilişlerini eliyle şöyle vasıfladı: Sağ elinin parmakları arasını araladı da onların bir kısmını diğerleri üzerine dikti:- bu vaziyette iken bâzı defa meleklerin konuşmalarını işiten en üstteki şeytâna bir ateş parçası yetişir de, altındaki şeytâna o haberi işittirmeden önce, onu yakar. Bâzı defa da ateş ona erişemeyip alt tarafında bulunan şeytâna haberi atıp yetiştirir. O da haberi kendisinden sonra bulunan daha aşağıdaki şeytâna atar ve bu suretle haber tâ yere kadar ulaşır." ibn Uyeyne bazen şöyle demiştir: "Nihayet o haber yere ulaşır ve sihirbazın ağzına atılır. Sihirbaz o haberle beraber yüz yalan uydurup halka söyler. İlâhî emir yeryüzünde gerçekleşince de sihirbaz kişi doğru söylemiş olur. Ve ondan bu haberi işitenler, insanlara: Sihirbaz bize, fulân ve fulan günleri şöyle şöyle olacak diye haber vermedi mi? Gördünüz sihirbazın haber verdiklerini doğru bulduk, derler; bu da sihirbazın gökyüzünden işitildi dediği o sözden dolayı yapılan bir tasdiktir. Artık onun verdiği haberlerin hepsini doğru saymışlardır".
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-hıcr Sûresi
4748-)
Bize Amr, İkrime'den; o da Ebû Hureyre'den: "Allah bir işi hükmettiği zaman..." hadîsini tahdîs etti de bu rivayette "Sihirbazın ağzı üzerine" sözünden sonra "Kâhinin ağzı üzerine" sözünü ziyâde etti. ibn Abdillah dedi ki: Ve bize Sufyân tahdîs etti de, bu hadîsinde şöyle dedi: Amr ibn Dînâr şöyle dedi: Ben İkrime'de işittim, şöyle diyordu: Bize Ebû Hureyre tahdîs edip şöyle dedi: "Allah bir işi hükmettiği zaman"'ve "Sihirbazın ağzı üzerine" sözünü söyledi. ibn Abdillah dedi ki: Ben Sufyân ibn Uyeyne'ye: Sen bunu Amr'dan işittin mi? diye sordum. O: Ben İkrime'den işittim, dedi ki: Ben Ebû Hureyre'den işittim, evet, dedi. ibnu'l-Medînî şöyle dedi: Ben Sufyân'a: Bir insan senden, Amr'dan; o da İkrime'den; o da Ebû Hureyre'den rivayet etti. Ebû Hureyre bu hadîsi Peygamber'e yükseltiyordu; o "Furriğâ" şeklinde okudu, dedim. Sufyân: Amr ibn Dînâr o kelimeyi böyle okudu, kendisi bunu bu şekilde râ ile mi işitti yahut işitmedi mi, bilmiyorum, dedi. Bu kelime râ harfiyle bizim kırâatimizdir, dedi Allah'ın Şu Kavli: “And olsun ki, Hıcr sahibleri de gönderilen peygamberleri yalanlamışlardır''(Âyet: 80).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-hıcr Sûresi
4749-)
İmâm Mâlik, Abdullah ibn Dinar'dan; o da Abdullah ibn Omer'den tahdîs etti ki, Rasûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) -Tebûk'e giderlerken-Hıcr şehrinin harabeleri yanından geçtikleri sırada sahâbîlerine:"Bu helak edilmiş kimselerin yurtlarına girip konaklamayınız, ancak ağlayıcılar olmanız hâli müstesnadır. Eğer ağlayıcılar olamıyorsanız, onlara isabet eden azabın benzeri sizlere isabet'etmemesi için, onların yurtlarına girmeyiniz" buyurmuştur. Allah'ın Şu Kavli: "And olsun ki, biz sana tekrarlanan yediyi ve şu büyük Kur'ân'ı verdik" (Âyet: 87).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-hıcr Sûresi
4750-)
Ebû Saîd ibnu'l-Muallâ şöyle demiştir: Ben namaz kılarkenPeygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) benim yanıma uğradı da, beni çağırdı. Ben O'nun yanına gitmedim. Nihayet namazı kıldıktan sonra yanına vardığımda bana: "Gelmenden seni men' eden nedir?" buyurdu. Ben: Namaz kılıyordum, dedim. Rasûlüllah: "Allah: İmân edenler, Allah'a ve Rasûl’e icabet ediniz buyurmadı mı?"(el- (Enfâl 24) dedi. Rasûlüllah bana: "Sen bu mescidden çıkmadan önce ben sana Kur'ân'daki en büyük sûreyi öğreteceğim" buyurdu. Peygamber mescidden çıkmak için yürüdüğü zaman ben kendisine o sözünü hatırlattım. Bunun üzerine: "O sûre el-Hamdu lillâhi Rabbi’l-âlemîn Sûresi'dir, O (namazlarda) tekrar edilen yedi âyet ve bana verilen büyük Kur'ân 'dır" buyurdu Hureyre (radıyallahü anh): Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ümmü'l-Kur'ân, tekrarlanan yedi âyettir ve büyük Kur'ân'dır" buyurdu, demiştir. Parça Parça Ayıranlara... "(Âyet: 91) Bâbı "Yemîn edenler" demektir. "Lâ uksimu", yani "Yemîn ederim" ta'bîri, bu "Muktesimîn" ma'nâsındandır. Bu son fiil "Leuksimu(= Elbette yemîn ederim)" şeklinde de okunur. = iblîs, Âdem ile Havva'ya yemîn etti" (el-Arâf: 21) ve o ikisi İblîs'e yemîn etmediler, ma'nasınadır. Mücâhid de:“takaasemû billâhi” (en-neml: 49) "Birbirlerine Allah adiyle yemîn ettiler, andlaştılar" demektir, dedi
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-hıcr Sûresi
4752-)
Ebû Bişr, Saîd ibn Cubeyr'den, İbn Abbâs'ın"Kurân'ı parça parça ayıranlar" -kavli hakkında: Onlar kitâb ehlidir ki, onlar Kur'ân'ı parça parça ayırıp, bâzısına îmân ettiler, bâzısına da kâfir oldular, demiştir.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-hıcr Sûresi
4753-)
Bana Ubeydullah ibn Mûsâ, el-A'meş'ten; o da Ebû Zabyân'dan; O da İbn Abbâsradıyallahü anhüma'tan, onun"Muktesimler üzerine azâb indirdiğimiz gibi” kavli hakkında: Bâzısına îmân ettiler, bâzısına küfrettiler; bunlar Yahûdîler ve Hrıstiyanlar'dır, demiştir. Allah'ın: “Sana Yakın Gelinceye Kadar Rabb’ine İbâdet Et” (Âyet: 99) Kavli Bâbı ibn Omer: "el-Yakîn", "Ölümdür, demiştir.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-hıcr Sûresi
4754-)
Enes ibn MâIik (radıyallahü anh)'ten (o şöyle demiştir): Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle duâ ederdi: " (Yâ Allah) Cimrilikten, tenbellikten, fazla ihtiyarlıktan, kabir azabından, Deccâl fitnesinden, hayât ve ölüm fitnelerinden Sana sığınırım"
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: En-nahl Sûresi
4755-)
Bize Âdem tahdîs etti. Bize Şu'be tahdîs etti ki, Ebû İshâk şöyle demiştir: Ben Abdurrahmân ibn Yezîd'den işittim, o şöyle dedi: Ben İbn Mes'ûd(radıyallahü anh)'dan işittim; o, Benû İsrâîl(yânı el-İsrâ), el-Kehf, Meryem Sûreleri hakkında: Muhakkak ki, bu sûreler ilk atiklerdendirler, bunlar ilk kazanılanlardan ve ezber edilenlerdendirler, dedi Abbâs:"O hâlde sizi kim (dirilterek) geri çevirebilir? diyecekler. Sen de: Sizi ilk defa yaratmış olan (kudret sahibi diriltecektir) de. O vakit sana başlarını sallayacaklar da: Ne vakit O? diyecekler. Sen: Yakın olması muhtemeldir, de”(Âyet: 51); ileyke ruûsehum", "Sana başlarını sallayacaklar" manâsınadır, dedi. İbn Abbâs'tan başkası da şöyle dedi:(Üç harfli fiilden) "Nağadat sınnuke", "Dişin yerinden hareket etti" ma'nâsınadır. kadayna ilâ Benî İsrâîle"(Âyet: 4), İsrâîl oğulları'na, kendilerinin Arz'da muhakkak fesâd çıkaracaklarını haber verdik" ma'nâsınadır. "el-Kadâ" lafzı birçok ma'nâlara gelir: "Kadâ Rabbüke" (Âyet: 33), "Rabb'in emretti" demektir. "Hükmetmek" ma'nâsı da bu lafızdandır: "Şübhesiz senin Rabb'in onların arasında hüküm verecektir" (Yûnus: 93, en-Nemi: 78, el-Casiye: 16); "Yaratmak" ma'nâsı da bu lâfızdandır:"Bu suretle Allah onları yedi gök olmak üzere yarattı"(Fussüet: 12). 6), kişinin beraberinde giden kimselerdir ki, cem'iyeti ve topluluğu demektir. "Ve liyutebbirû mâ alev tetbîran" (Âyet: 7), "Galebe ve isti'lâ ettiklerini helak ettikçe etsinler diye(üstünüze düşmanlar saldırdık)" cehennemi kâfirlere bir hapishane yaptık" (Âyet:8), yani hiç çıkamayacakları bir hapis yeri, bir alıkoyma yeri yaptık. o memlekete karşı söz hakk olmuştur" (Âyet: 16), yani geçmiş olan o azâb sözü vâcib olmuştur; hâlde kendilerine yumuşak bir söz söyle" (Âyet: 28); buradaki "Meysûren", "Leyyinen", yani "Yumuşak" ma'nâsınadır. fakirlik korkusuyla öldürmeyin. Onları da, sizi de biz rızıklandırırız. Hakikat onları öldürmek büyük bir suçtur" (Âyet: 31); buradaki "Hıt’en" "Günâh ve suç" ma'nâsınadır. "Hatı'tu-Ben günâh işledim" ta'bîrinden alınmış bir isimdir; "el-Hatau", fetha ile harekelenmiştir. "Günâh işlemek" ma'nâsına olan fiilin masdarıdır. "Hatı'tu", "Ahta'tu", yani "Günâh işledim, yanıldım" ma'nâsınadır. kibir ve azametle yürüme. Çünkü sen (ne kadar bassan) cidden Arz'ı yaramazsın, boyca da dağlara eremezsin"(Âyet: 37), buradaki "Tahrıka", "Kesemezsin" ma'nâsınadır. hum necva" (Âyet: 47), "Onlar gizli gizli konuşurlarken"; buradaki "en-Necvâ" lafzı, "Gizli konuştum" ma'nâsına olan "Nâceytu" fiilinden bir masdardır. Allah onları bu masdar ile vasıfladı, ma'nâsı: "Onlar gizli gizli konuşurlarken" demektir. 49): "Kırıntı, döküntü"; "Korkudan hoplat, rahatsız et, onları hafifletip zorla; "Süvarilerinle"; "er-Raclu ve'r-Reccâletu", "Yayalar, piyadeler" ma'nâsına cemi'dir. Bunların tekili "Râcilun"dur. "Sâhibun"un cem'i "Sahbun", "Tâcirun"un cem'i "Tecrun" olduğu gibi (Âyet: 64) "Çakıllı bir fırtına, şiddetli bir rüzgâr", "el-Âsıb", bir de rüzgârın atıp fırlattığı şeyler ma'nâsına gelir;"Hasabu cehenneme = Cehennemin içine atılan şeyler" (el-Enbiyâ: 98) ta'bîri bu ma'nâdandır, onun içinde atılan şey (yani içine atılan kavimler), onun hasabıdır. "Hasaba fi’l-Ard" denilir ki, bu da "Arz'ın içine gitti" demektir. "el Hasbâ"dan türemiştir. uhrâ", "Diğer bir defa" ma'nâsınadır. Bu "Târe" lâfzı masdardır. "Târe" lafzının cem'i "Tıyeratun" ve "Târâtun"dur zurriyetehu illâ kalîlen —And olsun onun zürriyetini, birazı müstesna olmak üzere, muhakkak kendime bend ederim", onları azdırma ve saptırma ile köklerini kazır, helak ederim demektir. "Fulân kimse Fulân'ın yanında bulunan ilmi kendine bend etti" denilir ki, o "İlmin hepsini kendinde topladı" demektir. "Her insanın amelini kendi boynuna doladık" (Âyet: 13), buradaki "Tâirehu” "Dünyâdan olan nasibi, payı" ma'nâsınadır. Abbâs da şöyle demiştir: Kur'ân'daki her "Sultân", "Hüccet" ma'nâsınadır(Âyet: 33, 80). "Evlâd edinmeyen, mülkünde hiçbir ortağı olmayan, zull ve aczden dolayı hiçbir yardımcıya ihtiyâcı bulunmayan Allah'a hamd olsun de, O'nu büyük bil, büyüklükle an”(Âyet: 111); buradaki "Veliyyun mine'z-zulli", "Zelîllik ve acizlikten dolayı hiçbir velîsi olmayan, yani hiçbir kimseyi velî ve dost edinmeyen" demektir. Bir Gece Mescidi Haram'dan Mescidi Aksâ'ya... Götüren (Allah, Her Türlü Eksikliklerden) Münezzehtir” (Âyet: 1) Kavli Bâbı
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Benû İsrâîl Sûresi
4756-)
Ebû Hureyre (radıyallahü anh) şöyle demiştir:Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) -Mescidi Harâm'dan- götürüldüğü İsrâ gecesinde îliyâ şehrinde, yani Kudüs'te kendisine birinde şarâb, diğerinde süt dolu iki kadeh getirildi (ve bunlardan istediğini seç denildi). Rasûlüllah ikisine baktı da sütü aldı. Cibrîl, Rasûlüllah'a: Seni fıtrata hidâyet eden Allah'a hamd olsun, şayet şarâbı alsaydın, ümmetin azacaktı, dedi
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Benû İsrâîl Sûresi
4757-)
Ebû Seleme ibnu Abdirrahmân şöyle dedi: Ben Câbir ibn Abdillah(radıyallahü anh)'tan işittim, şöyle dedi: BenPeygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den işittim, şöyle buyuruyordu: " (İsrâ haberinde) Kureyş beni yalanlayınca Hıcr'da ayakta durdum. Müteakiben Allah bana Beytu'l-Makdis ile gözümün arasındaki uzaklığı kaldırdı da (bana sorulanları) Mescidi Aksâ'ya bakarak, onun nişanelerinden Kureyş'e haber vermeğe başladım." Ya'kûb ibn İbrâhîm şunu ziyâde etti: Bize İbn Şihâb'ın kardeşinin oğlu, amcası İbn Şihâb'dan: "Beytu'l-Makdis'e geceleyin yürütüldüğümüz zaman Kureyş beni yalanlayınca..." şeklinde tahdîs edip, yukarıdakinin benzerini nakletmiştir 69), "Herşeyi kırıp büken bir rüzgâr". Allah'ın Şu Kavli: "And olsun ki', biz Adem oğullarını üstün bir izzet ve şerefe mazhar kılmışızdır... "(Âyet: 70) ve "Ekremnâ" bir ma'nâyadır. "Dı'fe'l- hayât ve dı'fel-memât" (Âyet:75), "Hayât azabının iki katını ve ölüm azabının iki katını" demektir. ve "Halfeke" bir ma'nâya olup, "Arkandan" demektir (Âyet: 76). bi-cânibihî"(Âyet: 83), "Yanını uzaklaştırdı" demektir. kî: Herbiri kendi aslî tabîatine göre hareket eder" (Âyet: 84), buradaki "Şâkiletihi", "Nâhiyetihi" ma'nâsınadır, bu "Şâkile" kelimesi "Şeklihi" ma'nâsından türemiştir. le-kad sarrafnâ” (Âyet: 41, 89) "Yemîn olsun biz yöneltmişizdir"; 92), "Gözle görerek, karşısında olarak" demektir. Ebe kadına "Kaabile" denildi çünkü o doğuracak kadının doğumunu karşılayıcıdır ve onun doğan çocuğunu, doğuşu ânında tutup alır. 100), "Harcama korkusu", "Enfaka'r-raculu", "Adam fakîr oldu", "Nafika'ş-şey'u" "Şey gitti" demektir. "Mukattiran" yani "Cimri" demektir: "De ki: Rabb 'inin rahmet hazînelerine siz mâlik olsaydınız, o zaman harcama korkusuyla muhakkak cimrilik ederdiniz, insan çok cimridir" (Âyet: 100) ezkaan”(Ayet. 107, 109), "İki çene kemiğinin birleşme yeri üzerine" demektir, bunun tekili "Zekan"dır. şöyle demiştir: "Şübhesiz ki cehennem hepinizin cezasıdır, tastamam bir ceza" (Âyet: 63), buradaki "Vâfiran", yani "Mükemmel" ma'nâsınadır. karşı onun öcünü bulamazsınız"(Âyet: 69), buradaki "Tebîan", "Sâiran = İntikaam alıcı" demektir. İbn Abbâs da: "Tebîan", "Nâsıran = Yardım edici" demektir. varacağı yer cehennemdir ki, ateşi yavaşladıkça biz onun alevini artırırız"(Âyet: 97), buradaki "Kullemâ habat", "Söndükçe" demektir, demiştir. İbn Abbâs şöyle demiştir: "Malını israfla saçıp savurma"(Âyet: 26), "Malını bâtıl yolda harcama" demektir. Rabb'inden umduğun bir rahmeti aramak için onlardan yüz çevirmek zorunda kalırsan, o hâlde kendilerine yumuşak bir söz söyle" (Âyet: 28), buradaki "Bir rahmet", "Bir rızk" demektir. de ey Fir'avn, seni herhalde helak edilmiş sanıyorum" (Âyet: 102), buradaki "Mesbûran", "La'netlenmiş" demektir. için hakkında bir bilgi hâsıl olmayan şeyin ardından gitme"(Âyet: 36), buradaki "La takfu", "Lâ tekul" (yani "Söyleme") demektir. hılâle'd-diyâr = Evlerin aralarına girip araştırdılar" (Âyet: 5), yani "Sizi öldürmek ve yağmalamak için evlerin ortalarına kasdettiler". fadlından arayasınız diye sizin için denizde gemileri yürütendir"(Âyet: 66), buradaki "Yüzcî", "Yucrî = Akıtıp yürütür" demektir. "Yahırrûne li’l- ezkaanî- Çenelerinin üstüne kapanarak secde ediyorlar" (Âyet: 107-109), buradaki "li’l-ezkaan...— Çeneleri üzerine", "Yüzleri üzerine" demektir. Allah'ın Şu Kavli: memleketi helak etmek dilediğimiz vakit, onun nîmet ve refahtan şımarmış elebaşılarına emrederiz de, orada (bu emre rağmen)itaatten çıkarlar. Artık o memlekete karşı azâb sözü hakk olmuştur. İşte biz onu artık kökünden mahv ve helak etmişizdir"(Âyet: 16).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Benû İsrâîl Sûresi
4759-)
Ebû Hureyre (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Bir kerresinde Rasûlüllah'ın sofrasına et yemeği getirildi ve kendisine bir kol kaldırılıp sunuldu. Çünkü Rasûrullah etin bu kısmını severdi. Ondan ön dişleriyle bir lokma kopardı. Sonra şöyle anlattı: kıyâmet gününde bütün insanların seyyidiyim, efendisiyim. Bu neden bilir misiniz? Bütün insanlar, evvelkiler ve sonra gelenler olarak düz ve geniş bir sahada toplanırlar. Öyle düz ve geniş sâhâ ki, orada bir çağırıcı çağırınca sesini herkese işittirecek, bakan bir insanın gözü de mahşer halkım bir bakışta görebilecek (Dağ, tepe gibi görmeye, işitmeye bir mâni' bulunmayacak). Bir de güneş (bütün sıcaklığıyle) yaklaşacak. Artık insanların gamı, meşakkati dayanamayacakları ve taşıyamayacakları bir dereceye ulaşacak. Bu sırada insanlar birbirine: Size ulaşan şu faciayı görmüyor musunuz? Rabb'inizin huzurunda şef âat edecek bir şefaatçi (bulmak çâresine) niye bakmıyorsunuz? Diyecekler. üzerine mahşer halkının bâzısı bâzısına: Haydi, Âdem 'e gidiniz! Diyecek, akabinde insanlar Âdem Peygamber'e gidecekler ve ona: (Ey Âdem!) Sen insan nev'inin babasısın. Allah seni kendi eliyle yarattı ve sana kendi canibinden olan rûh üfledi, sonra meleklere emretti, onlar da sana secde ettiler. Rabb'ine bizim hakkımızda şefaat dile. Ey atamız, içinde bulunduğumuz şu müşkil vaziyeti görmüyor musun? Bize ulaşan şu sıkıntıyı bilmiyor musun? Diyecekler] de: Rabb'im, bugün öyle bir öfke etmiştir ki, ne bundan önce böyle öfkelenmiş ve ne de bundan sonra bunun benzeri bir öfke ile öfke edecektir. Hem Rabb'im beni cennet ağacı meyvesinden birini yemekten nehyetmiş iken, ben âsî olup yemiştim. (Onun için size şefaat edemem, şimdi ben kendimi düşünüyorum.) Vay nefsim, nefsim nefsim! Siz benden başka bir şefaatçiye gidiniz: Nûh 'a gidiniz! Diyecek. da Nûh 'a varacaklar ve: Ey Nûh, sen yeryüzü halkına gönderilen rasûllerin birincisisin. Allah sana Kur'ân'da "Çok şükreden kul" adını vermiştir. Lütfen hakkımızda Rabb'in huzurunda şefaat et! İçinde bulunduğumuz sıkıntılı hâli görmüyor musun? Diyecekler. Peygamber de: Azız ve Celîl olan Rabb 'im bugün celâllenmiştir. Öyle bir derecede ki bundan önce böyle gadâb etmemiş, bundan sonra da böyle celâllenmeyecektir. Benim de bir dua edişim var: Ben onu vaktiyle kavmimin helaki için dua etmiştim. (Ben de şimdi kendimi düşünüyorum.) Vay nefsim, nefsim, nefsim! Şimdi siz benden başka bir şefaatçiye gidiniz, İbrahim'e gidiniz! Diyecek. da İbrahim 'e varacaklar ve: Ey İbrahim, sen yeryüzündeki insanlardan Allah 'ın Peygamberi ve Haltlisin(dostusun) Rabb'in huzurunda bize şefaat et, içinde bulunduğumuz şu sıkıntılı hâli görüyorsun! Diyecekler. Peygamber de onlara: Bu gün Rabb'imin celâl sıfatı tecellî etmiştir. Hem bir derecede ki bundan önce böyle gadâb etmemiş, bundan sonra da böyle gadâb etmeyecektir. Ben üç kene yalan (a benzer söz) söylemiştim. -RâvîEbû Hayyân hadîsin içinde bunları zikretmiştir(Şimdi kendimi düşünüyorum.) Vay nefsim, nefsim, nefsim! Artık siz benden başkasına gidiniz, Musa'ya gidiniz! Diyecektir. da Musa'ya gidecekler ve: Yâ Mûsâ, sen Allah'ın rasûlüsün. Allah seni elçi yapmasıyla ve kelâm söylemesi ile insanlar üzerine faziletli kıldı. Rabb'in huzurunda bizim için şefaat et! İçinde bulunduğumuz acıklı hâli görmektesin, diyecekler. Peygamber de onlara: Rabb 'im bugün celâl sıfatı ile tecellî etti, o derecede ki, ne şimdiye kadar bu derece öfkeli olmuş, ne de bundan sonra bunun gibi öfkeli olacaktır. Ben ise öldürülmesiyle me'mûr olmadığım bir canı öldürdüm (Şimdi ben nefsimi düşünüyorum.) Ah nefsim, nefsim, nefsim! Siz benden başka bir şefaatçiye gidiniz, isa'ya gidiniz! Diyecek. Onlar da Îsâ Peygamber'e gelecekler ve: Yâ Îsâ, sen Allah'ın Rasûlüsün ve Allah Taâlâ'nın Meryem'e koyduğu ve onun tarafından olan bir ruhsun, sen beşikte bir sabî iken insanlara söz söyledin! Rabb 'in huzurunda bizim için şefaat et, içinde bulunduğumuz ıztırâbı görmektesin! Diyecekler. Peygamber de onlara: Rabb'im bugün, bundan evvel benzerini yapmadığı ve bundan sonra da benzerini yapmayacağı bir gadâbla gadâb etmiştir, diyecek ve kendine âid hiçbir günâh zikretmeden: Âh nefsim, nefsim, nefsim! Diye endîşesini açıklayarak: Siz benden başkasına gidiniz, Muhammed'e gidiniz! Diyecek. da Muhammed'e gelecekler de: Yâ Muhammed! Sen Allah'ın Rasûlü'sün ve peygamberlerin hâtemisin. Allah senin geçmiş ve gelecek bütün günâhlarını mağfiret etmiştir. Rabb'in huzurunda bizim için şefaat et, içinde bulunduğumuz elem ve ıztırâbı görmektesin! Diyecekler. üzerine ben hemen Arş'ın altına giderim de Azîz ve Celîl olan Rabb'ime secde edici olarak yere kapanırım. Sonra secdemde Allah bana kendisine yapılacak hamdlerinden ve üzerine güzel senadan öylesini açıp ilham edecektir ki, benden önce onu hiçbir kimseye açmamıştır.(Ben o hamdler ve senalarla hamd ve sena ettikten) sonra Allah tarafından bana: Yâ Muhammed! Başını kaldır, iste, istediğin sana verilecektir; şefaat et, şefaatin kabul olunacaktır! buyurulur. secdeden başımı kaldırıp: Yâ Rabb ümmetim! Yâ Rabb ümmetim! Diye şefaat dileğimi söylerim. Yâ Muhammed, ümmetinden üzerinde hesâb ve suâl olmayanları cennetin kapılarından olan sağ kapıdan cennete koy! Onlar ı cennetin bundan başka olan öbür kapılarında da insanlarla ortaktırlar, buyurulacak." sonra Rasûlüllah: "Nefsim elinde bulunan Allah'a yemîn ederim ki, cennetin kapı kanatlarından iki kanadın arası Mekke ile Himyer yahut Mekke ile Busrâ arası kadar geniştir" dedi Allah'ın: Ve Davud'a da Zebur'u verdik" (Âyet: 55)kavli Bâbı
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Benû İsrâîl Sûresi
4760-)
Bize Abdurrezzâk, Ma'mer ibn Râşid'den; o da Hemmâm ibn Münebbih'ten; o da Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den tahdîs etti ki,Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:"Dâvûd Peygamber'e (Zebur'u) okumak kolaylaştırıldı. Dâvûd, kendi binit hayvanının eyerlenmesini emrederdi de, eyerleyecek kişi eyerlemesini bitirmesinden önce Dâvûd Zebur'u okur idi. " kur'ânı, yani okumayı kasdediyor. ki: Allah'ı bırakıp boş yere (ilâh diye) söylediklerinizi çağırın. Onlar sizden herhangibir sıkıntı gideremiyecekleri gibi, değiştiremezler de"(Âyet: 56).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Benû İsrâîl Sûresi
4761-)
Yahya ibn Saîd el-Kattân tahdîs edip şöyle demiştir: Bize Sufyân es-Sevrî tahdîs etti. Bana Süleyman el-A'meş, İbrahim en-Nahaî'den; o da Ebû Ma'mer'den tahdîs etti ki, Abdullah ibn Mes'-ûd (radıyallahü anh)"Rabb’lerine vesile arayıp duruyorlar”(Âyet: 55) kavli hakkında şöyle demiştir: İnsanlardan bir topluluk, cinnlerden bir topluluğa ibâdet ediyorlardı. Nihayet o cinnler İslâm Dîni'ne girdi, o insanlar ise cinnlerin dînine tutunup kaldılar. el-Eşcaî, Sufyân'dan; o da el-A'meş'ten yaptığı rivayette:"De ki: Allah’ı bırakıp boş yere (ilâh diye) söylediklerinizi çağırın" fıkrasını ziyâde etti. taptıkları da -hangisi Rabb’lerine daha yakın (olacak) diye- bizzat vesile arayıp duruyorlar, O'nun rahmetini umuyorlar, O’nun azabından korkuyorlar. Çünkü O'nun azâbı korkunçtur"(Âyet: 57).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Benû İsrâîl Sûresi
4762-)
Abdullah ibn Mes'ûd (radıyallahü anh) şu"Onların taptıkları da hangisi Rabb 'lerine daha yakın olacak diye bizzat vesile arayıp duruyorlar... " âyeti hakkında: Cinnden birtakım kimseler, başkaları tarafından ibâdet ediliyorlardı, akabinde bunlar İslâm'a girdiler, demiştir. sana gösterdiğimiz o temaşayı ancak insanlara bir fitne ve imtihan yaptık... "(Âyet: 60)
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Benû İsrâîl Sûresi
4763-)
Sufyân ibn Uyeyne, Amr ibn Dinar'dan; o da İkrime'den tahdîs etti ki, İbn Abbâs"Geceleyin sana gösterdiğimiz o temaşayı ancak insanlara bir fitne ve imtihan yaptık" kavlindeki rü'yâ hakkında: O rü'yâ gözün gördüğü âyetlerdir ki, Rasûlüllah'a sefer ettirildiği gece gösterildi, demiştir. Abbâs, âyetin devamındaki' “Ve Kur 'ân 'da la'net edilmiş olan ağaç" da zakkum ağacıdır, demiştir. Allah'ın: 'Sabah Namazını da (eda Et).Çünkü Sabah Namazı Şâhidlidir" (Âyet: 78) Kavli Bâbı "Kur'âne’l-fecri", "Sabah namâzı'dır, demiştir.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Benû İsrâîl Sûresi
4764-)
Bize Ma'mer ibn Râşid, ez-Zuhrî'den; o da Ebû Seleme ile İbnu'l-Müseyyeb'den; onlar da Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den haber verdi ki, Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Cemâat namazının tek kişinin namazı üzerine fadlı, yirmibeş derecedir. Gece melekleri ile gündüz melekleri de sabah namazında birleşirler." Hureyre: İsterseniz "Ve sabah namazını da. Çünkü sabah namazı şâhidlidir" âyetini okuyunuz, der idi. Allah'ın: Ümîd Edebilirsin, Rabb’in Seni Hamdedilmiş Bir Makaama Gönderecektir" (Âyet: 78)Kavli Bâbı
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Benû İsrâîl Sûresi
4765-)
Âdem ibn Alî şöyle demiştir: Ben İbn Omer (radıyallahü anh) 'den işittim, şöyle diyordu: Kıyâmet gününde insanlar küme küme olurlar, her ümmet kendi peygamberinin ardına düşerler (ve büyük peygamberlere): Yâ Fulân şefaat et, (Yâ Fulân şefaat et), derler. En sonu şefaat dileği Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'e erişip nihayet bulur. Bu şefaat vakıası Allah'ın, Peygamberi Muhammed'i Mâkaamu Mahmûd'a göndereceği gün vuku' bulur
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Benû İsrâîl Sûresi
4766-)
Şuayb ibnu Ebî Hamza, Muhammed ibnu’l-Munkedir'den; o da Câbir ibn Abdillah(radıyallahü anh)'tan tahdîs etti ki, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:"Her kim ezan okunurken tamâmını işitip dinlediği (ve müezzinin söylediği kelimeleri söyleyip bitirdiği) zaman Allâhumme Rabbe hâzihi’d-da'veti’t-tâmme ve's-salâti’l-kaaime âti Muhammeden el vesîlete ve'l-fadîlete ve'b'ashu makaamen Mahmûdenellezî vaadtehu (= Yâ Allah! Ey bu tam da'vetin ve kılınmak üzere olan bu namazın Rabb'i! Muhammed'e vesîleyi, fadîleti ihsan et, bir de kendisine va'd ettiğin Makaamu Mahmûd'u verip oraya vardır -da şefaatçi kıl-) diye duâ ederse, o kişiye kıyâmet gününde şefaatim ulaşır." hadîsi Hamza ibnu Abdillah, babası Abdullah ibn Omer'den; o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den olmak üzere rivayet etti ki: Hakk geldi, bâtıl zeval buldu. Şübhesiz ki, bâtıl dâima zeval bulucudur"(Âyet: 81). "Yehliku", yani "Helak olur" demektir.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Benû İsrâîl Sûresi
4767-)
Abdullah ibn Mes'ûd (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Mekke'nin fethi günü Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'ye girdi. Ka'be'nin etrafında ibâdet için dikilmiş (kurşunla sağlamlaştırılmış) üç yüz altmış put vardı. Peygamber elindeki bir deynekle bunlara dürtüyor ve şöyle diyordu: "Hakk geldi, bâtıl gitti helâk oldu. Hakk geldi, Halbuki (ölen bâtıl) ne îcâda, ne de öleni diriltmeye muktedir değildir". rûhu sorarlar"(Âyet: 85)
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Benû İsrâîl Sûresi
4768-)
Abdullah ibn Mes'ûd (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Ben Peygamber'in maiyyetinde Medine tarlalarında yürüyordum. Peygamber de hurma dalından bir deyneğe dayanıyordu. O sırada birkaç Yahûdî tesadüf etti. Bâzısı bâzısına: Şu ruhtan sorun, dedi. Diğer bâzısı da: sormayın) bu size iyilik getirmez(yahut size şübhe verir), dedi. da: Sizi hoşlanmayacağınız birşeyle karşılamasın, dedi. O'na sorun dediler de, Peygamber'e ruhtan sordular. Peygamber kendini tuttu, onlara hiçbir cevâb vermedi. Ben O'na vahy indirilmekte olduğunu bildim de olduğum yerimde dikildim. Vahy inince Peygamber şunu söyledi: "Sana ruhu sorarlar. De ki: Rûh, Rabb 'imin emri cümlesindendir. Size az bir ilimden başkası verilmemiştir” pek bağırma, sesini pek de kısma; ikisinin arası bir yol tut”(Âyet: 110).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Benû İsrâîl Sûresi
4769-)
İbn Abbâs radıyallahü anhüma"Namazında pek bağırma, sesini pek de kısma" kavli hakkında şöyle demiştir: Bu âyet, Rasûlüllah Mekke'de gizli yaşarken indi. Rasûlüllah sahâbîleriyle namaz kıldığı zaman, Kur'ân okurken sesini yükseltiyordu. Müşrikler ise Kur'ân'ı işitince hem Kur'ân'a, hem onu indirene, hem de Kur'ân kendisine gelene sövüyorlardı. Bunun üzerine Yüce Allah, Peygamber'ine hitaben: "Namazında Kur'ân okurken sesini çok açıklama, pek de kısma, ikisinin arası bir yol tut" buyurdu
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Benû İsrâîl Sûresi
4770-)
Bize Zaide ibnu Kudâme, Hişâm'dan; o da Bâbası Urve'den tahdîs etti ki, Âişe(r.anha): Bu "Sesini çok açıklama " kelâmı, dua hakkında indi, demiştir.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Benû İsrâîl Sûresi
4771-)
İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Hüseyin'in oğlu Alî haber verdi. Ona da Bâbası Hüseyin ibn Alî, Alî ibn Ebî Tâlib (radıyallahü anh)'den şöyle haber verdi: Rasûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) bir gece Alî ile(kendi kızı ve Alî'nin eşi olan) Fâtıma'yı ziyaret etti de, onlara: "Siz ikiniz namaz kılmaz mısınız?" (diye teheccüd namazına teşvik) buyurmuştur bil-gayb" (Âyet; 22), "Gayb taşlamak": Apaçık belli olmadı, demektir. "Ve hâne emruhu furutan = Onun işi haddi aşmaktı" (Âyet: 28), "Pişman olmaktı" demektir. "Surâdikuhâ = Cehennemin duvarları- çepeçevre kendilerini kuşatmıştır" (Âyet: 29): Duvarlar ve büyük çadırlarla çevrilen hücre gibi. "Ve huve yuhâviruhu = Onunla konuşurken" (Âyet: 33, 37), bu, karşılıklı konuşmak, birbirine cevâb döndürmek ma'nâsına olan "Muhavere" masdarındandır. lâkinnâ huve'llâhu Rabbî"(Âyet: 38), "Fakat ben(mü'minim), O Allah benim Rabb'imdir. Ben Rabb'ime hiçbir şeyi ortak koşmam" demektir. Sonra "Ene"den elifi hazfetti de iki nûn'dan birini diğerinin içine girdirdi, böylece kelime "Lâkinnâ" oldu. ferrecnâ hılâlehumâ neheren - Biz o iki bağın arasından bir de nehir fışkırttık"(Âyet: 33) buyuruyor. zelekan"(Âyet: 40), "Üzerinde ayak sabit olmayan kaypak bir toprak". bu makaamda nusrat ve hâkimiyet, hakk olan Allah 'ındır, O sevâbca da hayırlı, akıbetçe de hayırlıdır"(Âyet: 44), buradaki "Velayet", "el-Velî"nin masdarıdır; "Ukuben", "Akıbet", "Ukbâ" ve "Ukbetun" hepsi birdir, "Âhiret ve "Son" ma'nâsınadır. "Kıbelen", "Kubulen" ve "Kabelen": Gözleri önünde ve açıktan karşılamak ma'nâsınadır. peygamberleri müjde verici ve korkutucu kimseler olmaktan başka bir sıfatla göndermedik. Kâfir olanlar ise hakkı bâtıl ile yerinden kaydırmak için mücâdele ederler"(Âyet: 56). Buradaki "Li-yudhıdû", "îzâle etmeleri için" demektir. "ed-Dahad", "Üzerinde ayak sabit olmaz kaypak şey" demektir. zaman Mûsâ genç adamına şöyle demişti: Ben iki denizin birleştiği yere varıncaya kadar durmayıp gideceğim, yahut uzun zamanlar geçireceğim" (Âyet: 60). "Zamanen" demektir. Bunun cem'i "Ahkaabun” dır.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-kehf Sûresi
4772-)
Saîd ibn Cubeyr şöyle dedi: Ben, İbn Abbâs'a: Nevf el-Bukâlî, Hızır'ın sahibi olan Mûsâ, İsrâîl oğulları'nın sahibi olan Mûsâ değildir iddiasında bulunuyor, dedim. üzerine İbn Abbâs şöyle dedi: Allah'ın düşmanı yalan söylemiştir. Bana Ubeyy ibn Ka'b tahdîs etti ki, o, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'tan şöyle buyururken işitmiştir: Peygamber, İsrâîl oğulları içinde hitâb edici olarak ayağa kalkmıştı. Kendisine: İnsanların en âlimi kimdir? Diye soruldu. Mûsâ: Benim, diye cevâb verdi. husustaki ilmi (Allah en iyi bilendir diyerek) Allah'a havale etmediğinden dolayı, Allah ona itâb etti. Ve Allah ona:'İki denizin birleştiği yerde benim bir kulum var ki, o senden daha âlimdir' diye vahyetti. Mûsâ: Yâ Rabb, ben ona nasıl yol bulayım? Dedi. Ona: Beraberinde bir balık alırsın, o balığı bir zenbîl içine koyarsın. Balığı nerede kaybedersen, işte o kul, oradadır! Buyurdu. sonra Mûsâ bir balık aldı, akabinde onu bir zenbîl içine koydu, sonra Mûsâ gitti, beraberinde kendisine hizmet eden genci Yûşâ ibn Nün da gitti. Nihayet (iki denizin birleştiği yerdeki) kayanın yanına geldiklerinde, ikisi de başlarını yere koyup uyudular. Balık zenbilin içinde debelendi ve zenbîlden sıçrayıp dışarı çıktı, akabinde denize düştü. Allah ondan suyun akışını tuttu da deniz içinde kendine su künkü gibi(bir boşluk bırakarak) yol açtı. Nihayet deniz suyu onun üzerinde tak gibi oldu. Mûsâ uyanınca -arkadaşı Yûşâ, Musa'ya balığı (n hârika işini) haber vermeyi unuttu.- O günlerinin kalanı ile bütün gece gittiler, nihayet ertesi sabah olunca Mûsâ hizmetçisine: Kuşluk yemeğimizi getir, bu seferimizden yorgunluk duyduk, dedi." ki: "Halbuki Mûsâ emrolunduğu o yerin Ötesine geçmedikçe yorgunluk duymamıştı. Hizmetçisi: Gördün mü, kayanın dibinde barındığımız zaman balığın gittiğini haber vermeyi unutmuşum. Onu söylememi bana şeytândan başkası unutturmadı. Balık deniz içinde şaşılacak bir surette yolunu alıp yitti, dedi. balığın suya girmesinde balık için bir yol meydana geldiğini söyledi. Deniz içinde böyle bir yolun meydana gelmesi Mûsâ ile gencine hayret edilecek birşey olmuştu. Mûsâ: Zâten bizim arayacağımız şey bu idi, dedi. Ve izlerinde geri döndüler." ki: "Geldikleri yoldaki ayak izlerine basa basa döndüler. Nihayet o taşın yanına vardıklarında, üzerine bir elbise örtülmüş bir zât gördüler. Mûsâ ona selâm verdi. Hızır da Musa'ya: Bu senin bulunduğun yerde "Selâm" nereden? Dedi. Oda: Ben Musa'yım, dedi. Hızır: İsrâîl oğulları'nın Musa'sı mı? diye sordu. Evet, ben sana, sana öğretilmiş olan rüşd ve hidâyetten bana da birşey öğretmen için geldim, dedi. Doğrusu sen benim beraberimde asla sabredemezsin yâ Mûsâ! Ben, Allah'ın ilminden bana öğrettiği bir ilim üzerindeyim ki, onu sen bilemezsin, sen de Allah'ın ilminden sana öğrettiği öyle bir ilim üzerindesin ki, onu da ben bilemem, dedi. Beni inşâallah sabırlı bulacaksın, sana hiçbir işte âsî olmayacağım, dedi. Eğer bu surette bana tâbi' olacaksan, ben sana anıp söyleyinceye kadar sen bana hiçbirşey sorma, dedi. zerine Hızır ile Mûsâ (gemileri olmadığı için) deniz kıyısında yürüyerek gittiler. Yanlarına bir gemi uğradı. Kendilerini gemiye yüklesinler diye gemicilerle söyleştiler. Gemiciler Hızır'ı tanıdılar ve bu sebeble onları ücretsiz olarak gemiye aldılar. Hızır ile Mûsâ gemiye bindiklerinde, Mûsâ, Hızır'ın gemi levhalarından (yânı tahtalarından) birini keser ile sökmüş olduğunu gördü. Mûsâ hemen Hızır'a: Bu gemiciler topluluğu bizi gemilerine ücretsiz almışlarken, sen onların gemilerine kasdedip içindekileri batırmak için mi gemiyi deliyorsun? And olsun sen büyük bir iş yaptın, dedi. Ben sana beraberimde asla sabredemezsin demedim mi? dedi. Unuttuğum şeyden dolayı beni muâhaze edip cezalandırma ve bana şu arkadaşlık işinde güçlük gösterme, dedi." Ubeyy ibn Ka'b dedi ki: Rasûllah (sallallahü aleyhi ve sellem):"Bu, Musa tarafından olan unutmanın birincisi oldu" buyurdu. ki:"O sırada bir serçe kuşu geldi de geminin kenarına kondu ve denizden bir gaga su aldı. Hızır, Musa'ya: Benim ilmimle senin ilmin, Allah 'ın ilminden ancak şu serçenin bu denizden eksilttiği şey gibidir, dedi. gemiden çıktılar, müteakiben onlar deniz kenarında yürüdükleri sırada Hızır, oğlanlarla beraber oynamakta olan bir oğlan çocuğu gördü. Akabinde Hızır o çocuğun başını eliyle tuttu ve onu eliyle koparıp, çocuğu öldürdü. Mûsâ, Hızır'a: Tertemiz bir canı, diğer bir can karşılığı olmaksızın öldürdün. And olsun sen çok kötü bir iş yaptın, dedi. Ben sana beraberimde asla sabredemezsin demedim mi? dedi ve: Bu, birinciden daha da şiddetlidir, diye söyledi. Eğer bundan sonra sana birşey sorarsam, artık benimle arkadaşlık etme. O takdirde tarafımdan muhakkak bir özre ulaşmışsındır (benden ayrılmakta ma'ziretli sayümışsındır), dedi. gittiler. Nihayet bir memleket halkına vardılar ki, ora ahâlîsinden yemek istedikleri hâlde kendilerini misafir etmekten çekinmişlerdi. Derken orada yıkılmağa yüz tutmuş bir duvar buldular.-Yıkılmağa yüz tutmuş ma'nâsına onun meyletmiş olduğunu söyledi. - Hızır kalkıp o duvarı eliyle doğrultuverdi. Mûsâ ona: Bunlar öyle bir kavim ki, biz onlara geldik, onlar bizi doyurmadılar ve bizi misafir etmediler; isteseydin elbet buna karşı bir ücret alabilirdin, dedi İşte bu, benimle senin orandaki ayrılıktır, dedi ve: İşte üzerinde sabredemediğin şeylerin içyüzü budur(Âyet: 82)" kavline kadar söyledi. aleyhi ve sellem):"Çok arzu ettik ki Mûsâ sabretmiş olsaydı da aralarında geçen olayların haberlerini Allah da bize anlatsaydı" buyurdu. ibn Cubeyr geçen senedle: İbn Abbâs: "Önlerinde her sağlam gemiyi zorla almakta olan bir hükümdar vardır" (Âyet: 79) şeklinde okurdu ve yine İbn Abbâs: "Çocuğa gelince, o bir kâfir idi, anası ile babası ise îmân etmiş kimselerdi"(Âyet: 80) şeklinde okurdu, demiştir Allah'ın Şu Kavli: üzerine onlar bu iki deniz arasının birleşik yerine ulaştıklarında balıklarını unuttular. Balık deniz içinde bir deliğe doğru yolunu tutup gitmişti"(Âyet: 61). "Gidecek yol", "Yesrubu" da "Girer, gider" ma'nâsınadır."Ve sâribun bin-nehâr = Gündüz yoluna giden"(er-Rad: 10) kavli de bu "Sereb" lâfzındandır.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-kehf Sûresi
4773-)
Bize İbrâhîm ibn Mûsâ tahdîs etti. Bize Hişâm ibn Yûsuf haber verdi ki, ona da İbnu Cureyc haber verip şöyle demiştir: Bana Ya'lâ ibnu Müslim ve Amr ibnu Dînâr, Saîd ibnu Cubeyr'den haber verdi. İbnu Cureyc'in bu iki şeyhinden herbiri arkadaşı üzerine artırma yapıyordu. Ya'lâ ile Amr'dan başkaları da: Ben bu hadîsi Saîd ibn Cubeyr'den olmak üzere tahdîs ederken işittim, dedi. ibn Cubeyr şöyle demiştir: Bizler, kendi evinde İbn Abbâs'ın yanında bulunuyorduk. O: Bana sorunuz, dediği zaman ben: Yâ Ebâ Abbâs! Allah beni sana feda etsin. Kûfe'de halka va'z ve haberler anlatan hikâyeci bir adam var, ona Nevf deniliyor. İşte o zât, Hızır'ın sahibi olan Mûsâ, İsrâîl oğulları'nın Musa'sı değildir diye söylüyor, dedim. Cureyc dedi ki: Amr ibnu Dînâr'a gelince, o da Saîd'den yaptığı tahdîsinde bana şöyle dedi: İbn Abbâs: Allah'ın düşmanı olan o Nevf yalan söylemiştir, dedi. Ya'lâ ibn Müslim ise yine Saîd'den yaptığı tahdîsinde bana şöyle dedi: İbn Abbâs şöyle dedi: Bana Ubeyy ibn Ka'b tahdîs edip şöyle dedi: Rasûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem):"Allah 'ın rasûlü olan o Mûsâ aleyhi's-selâm bir gün kavmine te'sirli bir va'z ve Allah'ın ibretli günlerini hatırlatma yaptı, nihayet bu va'zın tesîrînden gözler yaş akıtıp kalbler incelince, Mûsâ eski hâline döndü. Bu sırada bir adam kendisine erişti de: Yâ Rasûlallah, yeryüzünde senden daha âlim bir kimse var mı? diye sordu. Hayır, yoktur, dedi. âlimliği Allah'a döndürmediği için Allah onu azarladı. Kendisine Allah tarafından: Evet, senden âlim vardır! Denildi. Mûsâ: Yâ Rabb! O daha âlim kul nerededir? diye sordu. Allah: İki denizin birleştiği yerdedir, diye cevâb verdi. Yâ Rabb, benim için bir alâmet yap da onun sayesinde bu âlim zâtı bileyim, dedi." Cureyc dedi ki: Amr ibnu Dînâr bana şöyle söyledi: "Bu mekân üzerindeki alâmet, balığın senden ayrıldığı yerdir (sen orada o zâta kavuşursun), dedi." ibn Müslim ise bana şöyle söyledi: "Kendisine ruh üfürülecek haysiyette ölü bir balık al, dedi. Mûsâ bir balık aldı, akabinde onu bir zenbîl içine koydu ve genç hizmetçisine: Ben seni ancak sununla mükellef tutuyorum: Bu balığın senden ayrılacağı yeri bana haber vereceksin, dedi. genç de: Sen beni çok birşeyle mükellef kılmadın, dedi." bu zikri ulu olan Allah'ın "Ve iz kaale Mûsâ li-fetâhu... - Bir zaman Mûsâ genç adamı Yûşâ ibn Nûn'a şöyle demişti... " (Âyet:60) kavlidir. Cureyc dedi ki: Genç adamın ismini söylemek Saîd ibn Cureyc tarafından değildir. Dedi ki:"Mûsâ bir kayanın gölgesinde, nemli bir toprakta istirahatte bulunduğu sırada birden o balık zenbîlin içinde debelenip hareket etti. Mûsâ ise uyuyordu. Genç adamı kendi kendine: Ben Musa'yı uyandırmam, dedi. Mûsâ kendiliğinden uyandığı zaman ise hâdiseyi Mûsâ'ya haber vermeyi unuttu. Balık debelenip hareket etmiş ve sonunda denize girmişti. Allah da o balıktan suyun akışını tutmuş, hattâ balığın su içindeki izi taş içinde gibi olmuştu." Cureyc dedi ki: Amr ibnu Dînâr bana işte böyle "Sanki balığın izi bir taş içinde gibiydi" şeklinde söyledi ve iki baş parmakları arasıyle onlardan sonra gelen iki parmaklan arasını (yani orta parmak ve ondan sonraki parmak arasını) halka yapıp gösterdi... Mûsâ genç adamına: Kuşluk vakti yemeğimizi getir. Bu yolculuğumuzdan and olsun yorgun düştük, dedi"(Âyet: 62). genç adamı Musa'ya: Allah senden yorgunluğu kessin! dedi." Cureyc: Bu duâ cümlesi Saîd ibn Cubeyr'den değildir, demiştir. Yûşâ'ya balığın debelenmesi ve kaybolması kıssasının Hızır'ın bulunduğu yerin alâmeti olduğunu haber verince, ikisi beraber geldikleri yol üzerinde geriye döndüler, nihayet o kayaya ulaştıklarında orada Hızır'ı buldular." Cureyc dedi ki: Usmân ibn Ebî Süleyman bana: "Denizin ortasında yeşil bir kadife yaygı üzerinde" şeklinde söyledi. ibn Cubeyr yine geçen senedle şöyle dedi: "Onu kendi elbisesiyle örtünmüş, elbisenin bir tarafını ayaklarının altına, bir tarafını da başının altına koymuş olarak buldu. Mûsâ ona selâm verdi. O hemen yüzünden örtüyü açtı ve: Benim toprağımda selâm mı? Sen kimsin? dedi. Mûsâ: Ben Musa'yım, dedi. Hızır: İsrâîl oğulları'nın Musa'sı mı? Dedi. Mûsâ: Evet o, dedi. Hızır: Hâlin nedir, ne istiyorsun? Dedi. Musa: Sana öğretilen rüşdden bana da öğretmen için geldim, dedi. Hızır: Tevrat'ın senin elinde olması ve sana vahy gelmekte bulunması sana kâfi gelmiyor mu? Yâ Mûsâ! Bende bir ilim var ki onu senin bilmen yaraşmaz, sende de öyle bir ilim vardır ki benim de onu bilmekliğim lâyık olmaz, dedi. sırada bir kuş gagasıyle denizden su aldı. Hızır yine: Vallahi benim ilmim ile senin ilmin, Allah 'ın ilminin yanında ancak şu kuşun gagasiyle denizden aldığı gibidir, dedi. bir gemiye bindikleri zaman, bu sahilin ahâlîsini diğer sahile taşımakta olan birçok küçük gemiler buldular. Gemi sahibleri Hızır'ı tanıdılar da: O Allah'ın iyi bir kuludur, dediler." Ya'lâ ibn Müslim) dedi ki: Biz Saîd ibn Cubeyr'e: O Hadır(Hızır) mıdır? Dedik. O: Evet o Hadır'dır, biz onu ücretle taşımayız, diye söyledi. levhalarından birini keserle sökmek suretiyle gemiyi deldi de, o söktüğü levhanın yerine bir kazık soktu. Mûsâ ona: Sen onun insanlarını suda boğmak için mi gemiyi deldin? Ye-mîn olsun sen büyük bir iş yaptın, dedi." "İmrân" sözü hakkında: "Büyük" ma'nâsınadır, dedi. "Hızır da ona: Ben sana, benim beraberimde sen asla sabredemezsin demedim mi?" tarafından) bir unutma oldu. Ortası ise(eğer bundan sonra sana birşey sorarsam. demesinden dolayı) bir şart; üçüncüsü ise (isteseydin elbette bir ücret alırdın demiş olduğu için) bir kasıd olmuştur. Unuttuğum şeyden dolayı beni muâhaze etme ve bana şu arkadaşlık işinde güçlük gösterme, dedi. bir oğlan çocuğu ile karşılaştılar. Hızır hemen onu öldürdü." ibn Müslim, geçen senedle dedi ki: Saîd ibn Cubeyr şöyle dedi:"Hızır oynamakta olan birçok oğlanlar buldu da onlardan kâfir ve zekî birini yakaladı, onu yere yatırdıktan sonra bıçakla kesti. Mûsâ(evvelkinden daha şiddetle reddederek): Sen tertemiz, günâh işlememiş ve bir can mukaabili de olmayan bir canı öldürdün mü? Dedi." Abbâs bu kelimeyi "Zekiyyeten, zâkiyeten müslimeten" şeklinde okur idi. Bu senin "Gulâmen zâkiyen" sözün gibidir. yine gittiler ve yıkılmağa yüz tutmuş bir duvar buldular. Hızır o duvarı doğrulttu." ibn Cubeyr, Amr ibn Dinar'dan olmak üzere: "Hızır o duvarı eliyle doğrulttu" dedi de, kendi elini şöyle yukarı kaldırıp duvarın dümdüz olduğunu gösterdi. ibn Müslim: Ben Saîd ibn Cubeyr'in: "Hızır o duvara eliyle dokundu da duvar dümdüz oldu" dediğini sanıyorum, dedi. Hızır'a: Eğer isteseydin muhakkak bu duvarı doğrultma karşılığında bir ücret alırdın, dedi." "Kendisiyle yemek yiyebileceğimiz bir ücret alırdın" dedi. "Onların arkalarında", "Onların önlerinde" demektir. İbn Abbâs böyle "Onların önlerinde bir hükümdar vardı" şeklinde okudu. Cureyc dedi ki: Saîd ibn Cubeyr'den başkaları, o gemileri zorla alan melikin ismi Huded ibnu Buded olduğunu, öldürülen o çocuğun isminin de Ceysûr olduğunu iddia ediyorlar. sağlam gemiyi zorla alan bir melik vardı. İşte ben, gemi o hükümdara uğradığı zaman ayıplı olmasından dolayı onu terketmesini istedim. Gemiciler o hükümdarı geçtikleri zaman, bu delik gemiyi iyileştirdiler ve onunla faydalandılar (gemi ellerinde kaldı).” kimi "O deliği karûre (yânı cam) ile kapattılar", dedi; kimi de "Zift ile kapattılar" dedi. öldürülen çocuğun ana-babası iki mü'min idiler; çocuk ise kâfir idi. Biz o mü'min ana-Bâbayı bir azgınlık ve kâfirlik bürümesinden, çocuk sevgisinin onları, o çocuğun dîni üzere ona mutâbaat etmelerinden endîşe ettik. İstedik ki, onların Rabb'i bunun yerine kendilerine temizlikçe daha hayırlısını, merhametçe daha yakınım versin. Hızır bunu Musa'nın: Sen tertemiz bir nefsi mi öldürdün? Sözüne münâsib olarak söyledi." daha yakını", yani ana-Bâba, Allah'ın ihsan edeceği çocukla, Hızır'ın öldürdüğü evvelki çocuktan daha fazla merhamete nail olacaklar ma'nâsınadır. ibn Cubeyr'den başkası: O ana-babaya, öldürülenin yerine bir kız çocuğu verildi, dedi. Dâvûd ibn Ebî Âsim ise birden fazla râvîden: O bir kız çocuğudur, diye söyledi (meşhur olan da budur). Allah'ın Şu Kavli: geçip gittikleri zaman Mûsâ genç adamına: Kuşluk yemeğimizi getir, bu yolculuğumuzdan and olsun yorgun düştük, dedi. Genç: Gördün mü, kayaya sığındığımız vakit ben balığı unutmuşum. Onu söylememi şeytândan başkası unutturmadı. O şaşılacak bir surette (denize atıldı) deniz içinde yolunu tutup gitti, (Âyet: 62-63). ki: Yaptıkları işler bakımından en çok ziyana uğrayanları, kendileri muhakkak iyi yapıyorlar sanarak dünyâ hayâtında çalışmaları boşa gitmiş olanları size haber vereyim mi?”(Âyet: 103-104). "Sun'an", "Amelen" manasınadır. "Onlar bunların içinde ebedî kalıcıdırlar, oradan ayrılmak istemezler" (Âyet: 108). Buradaki "Hıvelen", "Tahavvulen" ma'nâsınadır. İşte, dedi, bizim arayacağımız bu idi. Şimdi izlerinin üzerinde gerisin geri döndüler"(Âyet: 64); -yani geliş yollarının üzerindeki izlerine tâbi' olarak dündüler.- kad ci’te şey'en imran=And olsun ki, sen büyük bir iş yaptın" (Âyet: 71) kad ci’te şey’en nukran=And olsun ki, sen çok kötü bir iş yaptın" (Âyet: 74). iki âyetteki "İmran" ve "Nukran" lafızları "Dâhiye", yani "Belâ, felâket" ma'nâsınadır. "Yenkaddu", "Yenkaadu (= Yıkıldı)"(Âyet: 77) lafızları "Diş yıkıldı, söküldü" ta'bîri gibidir. "Ve'ttehızte"(Âyet: 77) bir ma'nâya olup "Elbette alırdın" demektir. "Ruhmen" (Âyet: 81), "er- Ruhm "dandır. Bu kelime mübalağa bakımından "Rahmet"ten daha şiddetli, daha kuvvetlidir. Biz "Ruhmen" lafzının "Rahîn'den türemiş olduğunu sanıyoruz. Mekke şehri "Umme Ruhm" diye çağrılır ki, bu "Kendisine devamlı rahmet inen şehir" demektir
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-kehf Sûresi
4774-)
Bana Kuteybe ibnu Saîd tahdîs edip şöyle dedi: Bana Suf-yân ibnu Uyeyne, Amr ibn Dinar'dan tahdîs etti ki, Saîd ibn Cubeyr şöyle demiştir: Ben İbn Abbâs'a: Nevf el-Bukâlî, İsrâîl oğullarının sahibi olan Mûsâ, Hızır'ın sahibi olan Mûsâ değildir diye söylüyor, dedim. üzerine İbn Abbâs şöyle dedi: Allah'ın düşmanı yalan söylemiştir: Bize Ubeyy ibnu Ka'b tahdîs etti ki, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:"Mûsâ Peygamber İsrâîl oğulları içinde hutbeye kalkmıştı. Kendisine; İnsanların en âlimi kimdir? Diye soruldu. Mûsâ: Benim, diye cevâb verdi. husustaki ilmi (Allah en iyi bilendir diyerek) Allah 'a döndürmediğinden dolayı Allah ona itâb etti (yani onu azarladı). Ve ona: "Evet, iki denizin birleştiği yerde kullarımdan bir kul var ki, işte o senden daha âlimdir"diye vahyetti. Yâ Rabb! Beni ona ulaştıracak yol nasıldır? Dedi. Allah: Bir zenbîl içinde bir balık alırsın, artık balığı her nerede kaybedersen, işte orada balığın izini ta'kîb et (o en âlim kula kavuşursun), buyurdu." şöyle devam etti: "Mûsâyola çıktı, beraberinde kendisine hizmet eden genci Yûşâ ibn Nûn da yola çıktı. Yanlarında balık olduğu hâlde yürüyüp, sonunda (iki denizin birleştiği yerdeki) kayaya ulaştılar ve onun yanında konakladılar." ki: "Akabinde Mûsâ başını yere koyup uyudu". ibnu Uyeyne geçen senedle ve Amr'dan başkasının -Katâde'nin- hadîsinde şöyle demiştir: "Kayanın dibinde bir pınar vardı ki, ona el-Hayyât denilir. Onun suyuna isabet eden herşey muhakkak canlanıp dirilir. İşte o balığa bu hayât pınarının suyundan birkaç su serpintisi isabet etti" dedi hareket etti ve zenbilin içinden sıyrılıp kurtuldu, denize girdi. Mûsâ uyandığı (ve gencin haber vermeyi unutup da bir müddet yürüyüp yoruldukları) "zaman genç adamına dedi ki: Kuşluk yemeğimizi getir. Bu yolculuğumuzdan and olsun yorgun düştük" (Âyet: 64). ki:"Mûsâ Peygamber emrolunduğu o yerin ötesine geçmedikçe yorgunluk duymamıştı. Genç adamı Yûşâ ibn Nûn, Mûsâ'ya: Gördün mü, taşın dibinde barındığımız zaman ben balığı unutmuşum. Onu söylememi bana şeytândan başkası unutturmadı. O şaşılacak bir surette denize atıldı, deniz içinde yolunu tutup gitti, dedi. İşte bizim arayacağımız bu idi, dedi. izlerinin üzerinde gerisin geri döndüler (Âyet: 63-64).Nihayet o kayanın yanına ulaştılar. Oradaki denizde balığın yittiği yolu, tâk (yani bina kemeri) gibi buldular. Balığın deniz içinde böyle bir yol açması Musa'nın hizmetçisine hayret verici birşey olmuştu. O kayanın yanına vardıklarında bir de baktılar ki, bir elbiseye bürünmüş bir zât duruyor. Mûsâ ona selâm verdi. O zât: Bu senin bulunduğun yerde selâm nereden? Dedi. Mûsâ da: Ben Musa'yım, dedi. O zât: İsrâîl oğulları'nın Musa'sı mı? Diye sordu. Mûsâ: Evet, dedi ve şöyle devam etti: Sana öğretilen rüşd ve hidâyetten bana da birşeyler öğretmen üzere sana tâbi' olayım mı? Dedi. ona: Yâ Mûsâ! Sende Allah 'in ilminden sana öğrettiği öyle bir ilim vardır ki, onu ben bilemem; bende de Allah'ın ilminden bana öğrettiği öyle bir ilim vardır ki, onu da sen bilemezsin, dedi. Fakat yine de ben sana tâbi' olayım, dedi. Hızır: Eğer bana tâbi' olacaksan, ben sana anıp söyleyinceye kadar bana hiçbirşey sorma, dedi. üzerine Hızır'la Mûsâ deniz kıyısında yürüyerek gittiler. Yanlarına bir gemi uğradı. Hızır (gemiciler tarafından) tanındı, bu sebebie gemiciler onları navlunsuz olarak -ücretsiz olarak şeklinde de söyler- kendi gemilerine yüklediler. Onlar da gemiye bindiler." ki: "O sırada bir serçe kuşu geminin kenarına kondu da gagasını denize daldırdı. Hızır Musa'ya: Benim ilmim, senin ilmin ve bütün mahlûkaatın ilmi, Allah 'ın ilmi içinde ancak şu serçenin gagasını daldırıp denizden aldığı mikdârdır, dedi." ki: "Musa'ya ansızın olmadı ki, Hızır bir kesere doğru gidip, onunla gemiyi deldi. Mûsâ ona: Bu gemiciler topluluğu bizi navlunsuz olarak gemilerine almışlarken, sen onların gemilerine kasdedip içindekileri batırmak için mi deliyorsun? “And olsun sen büyük bir iş yaptın”(Âyet:71) dedi. gittiler, bir de baktılar ki bir çocuk, diğer çocukların beraberinde oynuyor. Hızır, o çocuğun başını eliyle tuttu da onu kesip kopardı. Mûsâ, Hızır'a: Sen tertemiz bir canı, diğer bir can karşılığı olmaksızın öldürdün ha? And olsun ki, sen çok kötü bir şey yaptın, dedi. şöyle dedi: Ben sana beraberimde asla sabredemezsin demedim mi? Mûsâ: dedi, bundan sonra sana birşey sorarsam benimle arkadaşlık etme. O takdirde tarafımdan muhakkak özre ulaşmışsındır. gittiler. Nihayet bir memleket halkına vardılar ki, ora ahâlisinden yemek istedikleri hâlde kendilerini misafir etmekten çekinmişlerdi. Derken yıkılmak üzere olan bir duvar buldular. O bunu eliyle şöyle yapıp derhâl doğrultuverdi(Âyet: 74-77). Hızır'a dedi ki: Biz bu memlekete girdik. Onlar bizi misafir etmediler ve bize yemek vermediler. Eğer isteseydin elbet buna karşılık bir ücret alırdın. da şöyle dedi: İşte bu, benimle senin ayrılışımızdır. Sana üzerinde sabredemediğin şeylerin içyüzünü haber vereceğim...(Âyet:77-82)”. aleyhi ve sellem -kıssayı buraya kadar naklettikten sonra): "Çok arzu ederdik ki, Mûsâ sabretseydi de, aralarında olan işler Allah tarafından bizlere hikâye olunsaydı" buyurdu. ki: İbn Abbâs: "Önlerinde her sağlam gemiyi zorla almakta olan bir melik vardı. Oğlana gelince, o bir kâfir idi" şeklinde okurdu. Allah'ın Şu Kavli: "De ki: Yaptıkları işler bakımından en çok ziyana uğrayanları size haber vereyim mi?"(Âyet: 103)
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-kehf Sûresi
4775-)
Mus'ab ibn Sa'd ibn Ebî Vakkaas şöyle demiştir: Ben Bâbam Sa'd ibn Ebî Vakkaas'a"De kî: Ameller bakımından en çok ziyana uğrayanları size haber vereyim mi?" kavlinden sordum: Onlar Harûriyye taifesi midir? Dedim. Sa'd ibn Ebî Vakkaas (radıyallahü anh): Bu en çok ziyana uğrayanlar Harûrîler değildir. Bu büyük ziyana uğrayanlar Yahûdîler'le Nasrânîler'dir, Yahûdîler'e gelince, onlar Muhammed'i yalanlamışlardır. Nasrânîler ise cennete kâfir olmuşlar da cennette hiçbir yiyecek ve içecek yoktur demişlerdir. Harûrîler ise, kuvvetli bir te'mînât ile desteklemelerinin ardından Allah'ın ahdini (Allah'a verdikleri sözü) bozanlardır, dedi. onlara "Fâsıklardır" diye isim verir idi Allah'ın Şu Kavli: O en çok ziyana uğrayanlar, Rabb’lerinin âyetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr edip de (hayır nâmına bütün)yaptıkları boşa gitmiş olanlardır ki, biz kıyâmet gününde onlar için hiçbir ölçü tutmayacağız" (Âyet: 105).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-kehf Sûresi
4776-)
el-Mugîre ibnu Abdirrahmân haber verip şöyle dedi: Ebû'z-Zinâd, el-A'rec'den; o da Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den tahdîs etti ki, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Şu muhakkak ki, kıyâmet gününde iri bedenli, semiz bir kişi (hesâb yerine) gelecektir ki, o, Allah yanında sivrisineğin kanadı ağırlığında (bir sevâb) tartmaz. " Hureyre yahut Rasûlüllah: Ey mü'minler, şu âyeti okuyunuz: “Biz kıyâmet gününde onlar için hiçbir ölçü tutmayacağız'' dedi Yahya ibn Bukeyr'den; o da el-Mugîre ibn Abdirrahmân'dan; o da Ebû'z-Zinâd'dan olmak üzere bu hadîsin benzerini rivayet etmişlerdir.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-kehf Sûresi
4777-)
Ebû Saîd el-Hudrî (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Rasûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:"Kıyâmet günü ölüm, aklı karalı alaca bir koyun suretinde getirilir. Akabinde bir nida edici: Ey cennet ehli! Diye nida eder. hemen boyunlarını uzatıp başlarını ona doğru kaldırır ve ona bakarlar. Nida edici o koça işaret ederek: Sizler bunu tanıyor musunuz? der. Onlar, hepsi onu görmüş olarak: Evet, tanıyoruz, bu ölümdür, derler. Bundan sonra nidâcı: Ey nâr ehli! Diye nida eder. da boyunlarını uzatıp başlarını kaldırarak ona doğru bakarlar. Nidâcı yine o koyunu işaret ederek: Sizler bunu tanıyor musunuz? Diye sorar. Onların hepsi de koyunu görmüş oldukları hâlde: Evet, tanıyoruz; bu, ölümdür, derler. Akabinde o boğazlanır. Bundan sonra: Ey cennet ehli! Cennette ebedî yaşayacaksınız, artık ölüm yoktur. Ey ateş ehli! Sizler de yerinizde ebedîsiniz, artık ölüm yoktur, sonra Rasûlüllah şu âyeti okudu:"Sen onları ilâhî emrin yerini bulduğu vakit ile hasret(ve pişmanlık) günü ile korkut. Onlar hâlâ gaflet içindedirler, onlar hâlâ îmân etmiyorlar. " bu âyeti okurken: "İşte bunlar (yânı gaflette olanlar) dünyâ ehlidir" demiştir Allah'ın Şu Kavli: biz (elçiler) senin Rabb'inin emri olmadıkça inmeyiz. Önümüzde, ardımızda ve ikisinin arasında ne varsa hepsi O'nundur..."(Âyet:64)
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Meryem Sûresi
4778-)
İbn Abbâs radıyallahü anhüma şöyle demiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Cibril'e: "Ve bizi ziyaret etmekte olduğundan daha çok ziyaret etmene ne mâni' oluyor?" dedi. bunun üzerine şu âyet indi: "Bizler senin Rabb 'inin emri olmadıkça inmeyiz. Önümüzde ardımızda ve ikisi arasında ne varsa hepsi O' nundur. Senin Rabb'in unutkan değildir" Allah'ın Şu Kavli: "Şu, âyetlerimizi inkâr eden ve: Bana elbette mal ve evlâd verilecektir, diyen adamı gördün mü?"(Âyet: 77).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Meryem Sûresi
4779-)
- Bize el-Humeydî tahdîs etti. Bize Sufyân ibn Uyeyne, el-A'meş'ten; o da Ebu'd-Duhâ'dan tahdîs etti ki, Mesrûk şöyle demiştir: Ben Habbâb ibnu'l-Erett'ten işittim, şöyle dedi: Ben el-Âs ibn Vâil'e geldim de onun yanında bulunan bir hakkımı ödemesini istiyordum. O: Sen Muhammed'e küfretmedikçe, sana alacağını vermem, dedi. de: Sen ölüp de sonra diriltilinceye kadar ben O'na küfretmem, dedim. Ben öldükten sonra diriltilecek miyim? Dedi. Ben: Evet diriltileceksin, dedim. O: Öyleyse şübhesiz orada benim malım ve çocuğum olacaktır. Ben alacağım sana orada vereyim, dedi. üzerine bu âyet indi: "Âyetlerimizi inkâr eden ve: Bana elbette mal ve evlâd verilecektir, diyen adamı gördün mü?" hadîsi şu beş kişi: Sufyân es-Sevrî, Şu'betu'bnu'l-Haccâc, Hafs ibnu Gıyâs, Ebû Muâviye Muhammed ibn Hazım ve Vekî’ Süleyman el-A'meş'ten rivayet etmişlerdir. Allah'ın Şu Kavli: “O, gayba mı vâkıf, yoksa Rahman’ın yanında bir ahid mi edinmiş?"(Âyet: 78) "Mevsikan", yânı "Te'mınât'tır, dedi.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Meryem Sûresi
4780-)
Bize Sufyân es-Sevrî, el-A'meş'ten; o da Ebu'd-Duhâ'dan; o da Mesrûk'tan haber verdi ki, Habbâb (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Ben Mekke'de demirci idim. Âs ibn Vâil es-Sehmî'ye bir kılıç yapmıştım. Ona geldim de kılıç yapma ücretini ödemesini istiyordum. Bana: Sen Muhammed'e küfredinceye kadar ben ücretini sana vermem, dedi. de: Ben Muhammed'e Allah seni öldürüp de sonra diriltmedikçe küfretmem, dedim, Allah beni öldürdüğü ve sonra da dirilttiği zaman, benim, malım ve çocuğum olur, dedi. üzerine Allah şunu indirdi: "Âyetlerimizi inkâr eden ve: Bana elbette mal ve evlâd verilecektir, diyen adamı gördün mü? O, gayba mı muttali' olmuş, yoksa Rahman (olan Allah) katında bir ahid mi edinmiş?” "Mevsikan" demektir, dedi. Sufyân'dan yaptığı rivayetinde "Kılıç" ve "Mevsikan" isimlerini söylemedi öyle değil. Biz onun söyleyegeldiği sözü yazarız, azabını da uzattıkça uzatırız"(Âyet: 79).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Meryem Sûresi