Sahîh-i Buhârî Hadis Kitabı

4169-)  Abdullah ibn Omer (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) Ahzâb günü(Cibril'in ilhamı ile Kurayza üzerine hareketinden önce sahâbîlerine çabuk hareket etmelerini sağlamak için): "Sizden hiçbiriniz ikindi namazını sakın başka yerde kılmasın, ancak Kurayza oğulları yurdunda kılsın" buyurdu. Sahâbîlerden bâzıları yolda ikindi namazına erişmişti. Bunlardan bir kısmı Peygamber'in emrinin zahirine uyarak: Biz Kurayza oğulları'na varmadıkça ikindi namazını kılmayız! dediler. kısmı da: Biz ikindiyi yolda, vakit içinde kılacağız. Çünkü Peygamber bizden, bu emrin zahirini değil, fakat bunun lâzımı olan seferde çabuk davranmamızı kasdetmiştir! Dediler ve kıldılar. bu iki zümrenin birbirine aykırı hareketleri Peygamber'e zikrolundu da, Peygamber bunlardan hiçbir zümreyi ayıplamadı.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Peygamberin Ahzâb Harbindeki Ordugâhından Medinedeki Evine Dönmesi, Oradan Da Kurayza Oğulları Yurduna Gidip Onları Muhasara Etmesi Bâbı
4170-)  Enes ibn Mâlik (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Ensâr'dan olan kişiler bâzı hurma ağaçların mahsûlünü Peygamber'e(ve Muhâcirler'e) tahsis ediyorlardı. Bu uygulama Kurayza ve en-Nadîr'i fethedinceye kadar sürdü.(Muhacirler oradan pay alıp ona ihtiyâçları kalmayınca, Peygamber âriyeten verdikleri hurma ağaçlarını sâhibleri olan Ensâr'a geri veriyordu.) Benim ailem de bana Peygamber'e gitmemi ve O'ndan vaktiylePeygamber'e vermiş oldukları hurmaları yahut bir kısmını geri istememi emrettiler. Peygamber ise bizim vaktiyle kendisine âriyeten verdiğimiz hurma ağaçlarını Ümmü Eymen'e vermiş idi. Peygamber o hurma ağaçlarını bana verdi. Tam bu sırada Ümmü Eymen elbiseyi boynuna dolayarak geldi de(hurmaların mülkiyetinin kendisine verilmiş olduğunu sanarak): Olmaz! Kendisinden başka ilâh olmayan Allah'a yemîn ederim ki, Peygamber onları bana vermişken size geri vermez! Demeye başladı. Ümmü Eymen bunun gibi bir söz söylemeye başladı. Peygamber de ona: "Benim şu malım onun yerine senin olsun" diyordu. Ümmü Eymen de yine Enes'e: Olmaz vallahi(onu size vermeyiz)! diyordu. Peygamber, Ümmü Eymen'e -râvî Süleyman ibn Tarhân: Enes'in şöyle dediğini sanıyorum demiştir:- onun on mislini verdi -yahut Enes buna benzer söyledi-. (Bunun üzerine Ümmü Eymen razı oldu ve gönlü hoşlandı.)

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Peygamberin Ahzâb Harbindeki Ordugâhından Medinedeki Evine Dönmesi, Oradan Da Kurayza Oğulları Yurduna Gidip Onları Muhasara Etmesi Bâbı
4171-) Sa'd ibnu İbrâhîm şöyle demiştir: Ben Ebû Umâme'den işittim, şöyle dedi: Ben Ebû Saîd el-Hudrî (radıyallahü anh)'den işittim, şöyle diyordu: Kurayza ahâlîsi Sa'd ibnu Muâz'ın hükmüne indiler. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Sa'd ibn Muâz'a haber gönderdi. Sa'd bir merkeb üzerinde geldi. Sa'd mescide yaklaşınca Peygamber oradaki Ensâr'a hitaben: "Haydi, seyyidinize -yahut: hayırlınıza- ayağa kalkınız (onu karşılayıp bineğinden indiriniz)" buyurdu. Sa'd'a: "Şunlar (yani Kurayza oğulları) senin kendileri hakkında vereceğin hükme razı olup kalelerinden indiler!" buyurdu. da onlar hakkında şu hükmü verdi: Bunların harb edenlerini öldürürsün; kadınları ve çocuklarını da esîr edersin! dedi. hüküm üzerinePeygamber, Sa'd'a: "Sen Allah'ın hükmüyle hükmettin" buyurdu. hükmü yerinde) belki "Melikin hükmü ile" buyurdu demiştir.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Peygamberin Ahzâb Harbindeki Ordugâhından Medinedeki Evine Dönmesi, Oradan Da Kurayza Oğulları Yurduna Gidip Onları Muhasara Etmesi Bâbı
4172-) Bize Hişâm, babası Urvetu'bnu'z-Zubeyr'den tahdîs etti ki, Âişe(r.anha) şöyle demiştir: Sa'd ibnu Muâz Hendek gününde vuruldu. Ona Kureyş'ten Hıbbân ibnu'l-Arıka denilen bir adam ok atmış ve kol damarında yaralamıştı. Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) yakından ona hasta ziyareti yapmak için, ona mahsûs bir çadır kurdurdu. Rasûlüllah Hendek harbinden Medine'ye döndüğü zaman silâhını çıkarmış ve yıkanmıştı. Bu sırada Cibril aleyhi's-selâm başından tozları silkeleyerek Peygamber'e geldi de: Sen silâhım çıkarmışsın! Vallahi ben silâhımı daha çıkarmadım. Haydi onlara doğru çık, yürü! dedi. de ona: "Nereye?" diye sordu. Kurayza oğulları'nı işaret etti. Bunun üzerine Rasûlüllah, Kurayza oğulları'na onlarla harbetmek için geldi. Muhasaranın sonunda bunlar Rasûlüllah'ın hükmüme inip boyun eğdiler. Rasûlüllah da bunlar hakkında'bir hüküm vermesini Sa'd ibn Muâz'a havale etti. Sa'd da: Ben onlar hakkında şöyle hüküm veriyorum: Bunların harb edenleri Öldürülür, kadınları ve çocukları esîr edilir, malları da taksîm olunur, dedi. şöyle demiştir: Bana babam Urve, Âişe'den şöyle haber verdi: Sa'd ibn Muâz(Kurayza oğulları hakemliği ettiği günden evvelki gecede): Yâ Allah! Sen bilirsin ki, Rasûlü'nü tekzîb eden, vatanından çıkaran kavim kadar kendilerine harb ve cihâd etmek istediğim hiçbir kimse yoktur. Yâ Allah! Öyle zannediyorum ki, bizimle onların arasında artık yapılacak harb kalmamıştır. Şayet Kureyş ile başka bir harbimiz daha kaldı ise, Sen'in yolunda onlarla cihâd edeyim diye beni hayâtta bırak. Eğer aramızda harb kalmamış ise, bu yaramı deş de bu yüzden bana şehîdlik nasîb et! Diye duâ etmiştir. boyun damarına kadar gelen şişlik deşildi. Mescidde Gıfâr oğulları'ndan bâzı kimselere âid bir çadır daha vardı. İşte bu Gıfârîler kendi hâllerinde oturup dururlarken bir de bakmışlar ki, kendilerine doğru kan akıp geliyor. Onlar: Ey çadır ehli! Sizin tarafınızdan bize doğru gelen bu kan nedir? Dediler. Meğer Sa'd'ın yarası akıp dururmuş. İşte Sa'd (radıyallahü anh) bu yaradan dolayı öldü.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Peygamberin Ahzâb Harbindeki Ordugâhından Medinedeki Evine Dönmesi, Oradan Da Kurayza Oğulları Yurduna Gidip Onları Muhasara Etmesi Bâbı
4173-)  Bana Adiyy ibn Sabit haber verdi. Kendisi el-Berâ ibn Âzib (radıyallahü anh)'den şöyle dediğini işitmiştir: Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) Kurayza gününde Hassan ibn Sâbit'e: "Şu Kurayza oğulları'nı kötüleyip hicvet -yahut: Onların hicivlerine karşılık ver-, Cibril seninle beraberdir" buyurdu..

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Peygamberin Ahzâb Harbindeki Ordugâhından Medinedeki Evine Dönmesi, Oradan Da Kurayza Oğulları Yurduna Gidip Onları Muhasara Etmesi Bâbı
4174-) İbrâhîm ibn Tahmân, eş-Şeybânî'den; o da Adiyy ibn Sâbit'ten şu ziyâdeyi getirdi: el-Berâ ibnu Âzib şöyle dedi: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Kurayza gününde Hassan ibn Sâbit'e hitaben: "Şu müşrikleri hicvet (yaptıkları hıyanetleri birer birer say, dök) Şübhesiz Cibril seninle beraberdir" buyurdu.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Peygamberin Ahzâb Harbindeki Ordugâhından Medinedeki Evine Dönmesi, Oradan Da Kurayza Oğulları Yurduna Gidip Onları Muhasara Etmesi Bâbı
4175-) Ebû Abdillah el-Buhârî şöyle dedi: Bana Abdullah ibnu Recâ' şöyle dedi: Bize İmrân el-Attâr, Yahya ibn Ebî Kesîr'den; o da Ebû Seleme'den; o da Câbir ibn Abdillah (radıyallahü anh)'tan haber verdi ki,Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yedinci gazvesi olan Zâtu'r-Rikâ' gazvesinde sahâbîlerine korku için de namaz kıldırmıştır. Abbâs da:Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Zû Kared mevkiinde korku namazı kıldırdı, demiştir.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Zâtur-rıka Gazvesi Bâbı
4176-) Bekr ibnu Sevâde de şöyle dedi: Bana Ziyâd ibnu Nâfi', Ebû Mûsâ Alî ibn Rebâh'tan tahdîs etti ki, onlara da Câbir (radıyallahü anh) tahdîs edip: Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'in sahâbîlerine Muhârib ve Sa'lebe günlerinde namaz kıldırdığını söylemiştir.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Zâtur-rıka Gazvesi Bâbı
4177-) Mağâzî sahibi Muhammed ibn İshâk şöyle demiştir: Ben Vehb ibnu Keysân'dan işittim (şöyle diyordu): Ben Câbir'den işittim(şöyle diyordu): Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Gatafân arazîsinden olan Nahl denilen yerdeki Zâtu'r-Rıkâ' mevkiine doğru sefere çıktı. Zâtu'r-Rıkâ' mevkiine gelince Gatafân kabilelerinden bir cem'iyyetle karşılaştı. Fakat burada kıtal olmadı da insanların bâzısı diğer bâzısını korkuttu. İşte burada Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) iki rek'at korku namazı kıldırdı. ibnu'l-Ekvâ'ın âzâdlısı) Yezîd ibn Ebî Ubeyd de Seleme ibnu’l-Ekva'dan: Ben Kared günü Peygamber'in beraberinde gazve yaptım, dediğini söylemiştir.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Zâtur-rıka Gazvesi Bâbı
4178-)  Ebû Mûsâ el-Eş'ârî (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Biz (Eş'arîler), Peygamber'in beraberinde altı kişilik bir topluluk olarak bir gazveye çıktık. Bizim bir devemiz vardı. Ona nevbetleşe biniyorduk. Ayaklarımız (ın derileri) delindi. Benim de ayaklarım delindi ve tırnaklarım döküldü. Bizler ayaklarımıza bez parçalan sarıyorduk. Bizler ayaklarımıza bu suretle bez parçalan sardığımız için bu sefere Zâtu'r-Rıkâ' gazvesi ismi verildi. rivayet eden Ebû Burde dedi ki: Ebû Mûsâ bu hadîsi tahdîs etti. Sonra(bunda nefis tezkiyesi bulunduğu için) bunu rivayet etmeyi sevmedi de: Bunu zikr etme işini yapacak değilim, dedi. O, bu sözü ile amelinden birşeyi açıklamış olmayı kerîh görüyor(yani hoşlanmıyor) gibidir.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Zâtur-rıka Gazvesi Bâbı
4179-) Bize Kuteybe ibnu Saîd, Mâlik'ten; o da Yezîd ibn Rûmân'dan; o da Salih ibn Havvât'tan; o da Zâtu'r-Rıkâ' günü Rasûlüllah'ın yanında hazır bulunup korku namazı kılan kimselerden şöyle tahdîs etti: Askerin bir kısmı Rasûlüllah'ın beraberinde(namaz için) saff bağladı. Öbür kısmı da düşman karşısında saff tuttular. Rasûlüllah kendisiyle beraber bulunanlarla bir rek'at kıldı. Sonra kendisi ayakta sabit durdu. Kendisiyle bir rek'at kılanlar, kendi başlarına diğer bir rek'at daha kılarak namazlarını tamamladılar. Sonra namazdan ayrıldılar da düşmanın yüzüne karşı saff bağladılar ve (düşman karşısında bulunan) öbür taife gelip Rasûlüllah'ın geri kalan bir rek'at namazını O'nunla birlikte kıldılar. Sonra Rasûlüllah (tahiyyâtta oturdu, namazdan çıkmayıp) oturmakta devam etti. Cemâat de bir rek'at kendi başlarına kılıp tamamladılar. Sonra Rasûlüllah bunlarla beraber selâm verdi.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Zâtur-rıka Gazvesi Bâbı
4180-) Ve Muâz şöyle dedi: Bize Hişâm ibn Ebî Abdillah, Ebu'z-Zubeyr Muhamrned ibn Müslim'den tahdîs etti ki, Câbir (radıyallahü anh): Biz Gatafân arazisindeki Nahl mevkiinde Peygamber'in beraberinde bulunduk, demiş ve (Peygamber'in orada kıldırdığı) korku namazını zikretmiştir. Mâlik: Bu Salih ibn Havvât hadîsinde rivayet edilen, benim korku namazı hakkında işittiğimin en güzelidir, demiştir. hadîsi Hişâm'dan; o da Zeyd ibn Eslem'den senediyle rivayet etmekte Leys ibn Sa'd, Muâz'a mutâbaat etmiştir. el-Kaasım ibn Muhammed, Zeyd ibn Eslem'e: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Enmâr oğulları gazvesinde korku namazı kıldırdı, diye tahdîs etmiştir.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Zâtur-rıka Gazvesi Bâbı
4181-) - Bize Müsedded tahdîs etti: Bize Yahya ibnu Saîd el-Kattân, Yahya ibnu Saîd el-Ensârî’den; o da el-Kaasım ibn Muhammed'den; o da Salih ibnu Havvât'tan tahdîs etti ki, Sehl ibn Ebî Hasme şöyle demiştir: İmâm korku namazında kıbleye yönelik olarak namaza durur. Askerden bir taifesi de imâmla beraber namaza durur. Bir taife de düşman cihetinde olup yüzleri düşmana doğru dururlar. İmâm beraberindekilerle bir rek'at kılar. Sonra bunlar ayağa kalkar, kendi başlarına bir rek'at kılar ve oldukları yerde iki secde yaparlar. Sonra bu namazı kılmış olanlar, düşman tarafında bulunan kimselerin yerine gider, düşman cihetinde bulunanlar da Peygamber'in yanına gelirler. Peygamber onlarla da bir rek'at kılar. Böylece Peygamber'in iki rek'at namazı olmuştur. Sonra bu yeni gelenler kendi başlarına rükû' yapar ve iki secde ederler.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Zâtur-rıka Gazvesi Bâbı
4182-) Bize Müsedded tahdîs etti: Bize Yahya ibn Saîd el-Kattân, Şu'be'den; o da Abdurrahmân ibnu’l-Kaasım'dan; o da babası el-Kaasım'dan; o da Salih ibnu Havvât'tan; o da Sehl ibnu Ebî Hasme'den; o da Peygamber'den olmak üzere, yukarıdaki hadîsin benzerini tahdîs etti.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Zâtur-rıka Gazvesi Bâbı
4183-)  Bana İbnu Ebî Hazım, Yahya ibn Saîd el-Ensârî'den tahdîs etti ki, o, el-Kaasım ibn Muhammed'den şöyle derken işitmiştir: Bana Salih ibnu Havvât, Sehl ibn Ebî Hasme'den, korku namazı hakkında geçen sözünü haber verdi, demiştir.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Zâtur-rıka Gazvesi Bâbı
4184-)  ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Salim, babası Abdullah ibn Omer (radıyallahü anh) 'in şöyle dediğini haber verdi: Ben, Rasûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte Necd tarafına doğru gazaya gittim. Düşmanın hizasına geldik. Onlara karşı safflarımızı düzdük...

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Zâtur-rıka Gazvesi Bâbı
4185-)  Ma'mer ibn Râşid, ez-Zuhrî'den; o da Salim ibnu Abdillah'tan; o da babasından olmak üzere şöyle tahdîs etmiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) iki taifenin birine korku namazı kıldırdı. Bu sırada diğer taife yüzlerini düşmana doğru çevirmiş hâldeydiler. Sonra Rasûlüllah'ın namaz kıldırdığı kimseler çekilip arkadaşlarının yerinde durdular. Bu defa düşmana yönelik olanlar geldiler, Rasûlüllah onlara da bir rek'at kıldırdı. Sonra onların üzerine selâm verdi. Sonra bunlar kalkıp eksik rek'atlerini edâ ettiler. Şunlar da kalkıp kendi rek'atlerini edâ ettiler.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Zâtur-rıka Gazvesi Bâbı
4186-)  ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Sinan(ibn Ebî Sinan ed-Duelî) ile Ebû Seleme(ibnu Abdirrahmân ibn Avf) tahdîs ettiler ki, Câbir ibn Abdillah (radıyallahü anh): Kendisinin Rasûlüllah’ın beraberinde Necd tarafına gazaya gittiğini haber vermiştir.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Zâtur-rıka Gazvesi Bâbı
4187-) Câbir ibnu Abdillah (radıyallahü anh) ed-Duelî'ye şöyle haber vermiştir: Câbir (Zâtu'r-Rıkâ' seferinde) Rasûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın beraberinde Necd tarafına gazaya gitti. Rasûlüllah bu gazadan döndüğü zaman Câbir de O'nunla beraber döndü. Dönüşte büyük ağacı çok olan bir vâdî içinde kaafileye gün ortası sıcağı erişti de, Rasûlüllah istirahat için bineğinden indi. Sefer halkı da ağaçlar altında gölgelenmek üzere ağaçlık içine dağıldılar.Rasûlüllah da bir sakız ağacı altına indi de kılıcını o ağaca astı. dedi ki: Biz biraz uyumuştuk. Sonra bir de gördük ki, Rasûlüllah bizi çağırıyor. Hemen yanına gittik ve gördük ki, yanında(müşriklerden) bedevî bir Arab oturuyor. Bunun üzerine Rasûlüllah: "Şu bedevî Arab, ben uyurken kılıcımı alıp kınından çekmiş. Bu sırada ben uyandım. Kılıç kınından sıyrılmış olarak bunun elinde idi. Bu hâlde bedevî bana: Şu anda seni benden kim koruyabilir? Dedi. Ben de: Allah korur, dedim. bu vak'anın kahramanı şu oturan bedevidir" buyurdu. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) o bedeviyi cezalandırmadı.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Zâtur-rıka Gazvesi Bâbı
4188-) Ebân da şöyle dedi: Bize Yahya ibnu Ebî Kesîr, Ebû Seleme'den tahdîs etti ki, Câbir (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Biz, Peygamber'in beraberinde Zâtu'r-Rıkâ' seferinde bulunduk. Gölgeli bir ağaç altına geldiğimiz zaman bizler o gölgeli ağacı Peygamber'e bıraktık(kendisi onun altına indi). Peygamber'in kılıcı ağaçta asılı iken, müşriklerden bir adam gelmiş, o kılıcı sıyırmış ve Peygamber'e: Sen şimdi benden korkar mısın? diye sormuş. Peygamber de ona: "Hayır, korkmam" diye cevâb vermiş. Bedevî: Benim hücumumdan seni şimdi kim koruyabilir? Demiş. Peygamber: "Allah korur" demiş. sahâbîleri o bedeviyi tehdîd edip korkuttular. Bu sırada namaza ikaamet nidası edildi. Peygamber(sahâbîleri ikiye böldü de) bir bölüğüne iki rek'at namaz kıldırdı, sonra da hem kendisi, hem de sahâbîler selâm verip namazdan çıktılar. Sonra bunlar düşmanın cihetine doğru geri çekildiler. Peygamber (nafile kılıcı olarak) düşman karşısında bulunan diğer bölüğe de iki rek'at kıldırdı (sonra hem kendisi, hem de bunlar selâm verip namazdan çıktılar). Böylece Peygamber'in (farz ve nafile olarak) dört rek'at namazı oldu. Cemâatin ise iki rek'at farz namazı oldu. Müsedded, Ebû Avâne'den; o da Ebû Bişr Ca'fer ibn Ebî Vahşiyye'den olmak üzere, o Peygamber'e kılıç çeken adamın adının Gavres ibnu'l-Hâris olduğunu, Peygamber'in bu gazvede Muhâribu Hasafe kabilesiyle harb ettiğini söyledi.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Zâtur-rıka Gazvesi Bâbı
4189-) Ebu'z-Zubeyr Muhammed ibn Müslim de Câbir'den; onun: Biz Peygamber'in maiyyetinde Nahl mevkiinde bulunduk. Peygamber orada korku namazı kıldırdı, dediğini söylemiştir. Hureyre de: Ben Necd gazvesinde Peygamber'in beraberinde korku namazı kıldım, demiştir. Ebû Hureyre ise Peygamber'in yanına ancak Hayber günlerinde gelmiştir.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Zâtur-rıka Gazvesi Bâbı
4190-)  Abdullah ibnu Muhayrîz şöyle demiştir: Ben mescide girdim, orada Ebû Saîd el-Hudrî'yi gördüm, onun yanına oturdum da ona azl mes'elesini sordum. Ebû Saîd şöyle cevâb verdi: Biz Musta'lık oğulları gazvesindeRasûlüllah ile sefere çıktık. Neticede Arab esirlerinden birçok kadın esirlere kavuştuk. O günlerde kadınlara karşı arzumuz artmış ve bekârlık bizlere çok şiddetli olmuştu.(Esir kadınlara yaklaşmak, fakat çocuk yapmamak için) azl etmeyi düşünüp, azletmek istiyorduk. Ancak Rasûlüllah aramızda iken (bunun hükmünü) O'na sormadan nasıl azl ederiz? Dedik de, bu meseleyi Rasûlüllah'tan sorduk. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bu fiili yapmamanız, üzerinize vâcib değildir -yahut:Bunu yapmanızda üzerinize bir be's yoktur-. Allah'ın ilminde kıyâmet gününe kadar meydana gelecek olan her canlı nefis, muhakkak dünyâya gelecektir" buyurdu.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Huzâa Kabilesinden Bir Soy Olan Mustalık Oğulları Gazvesi Bâbı
4191-) Câbir ibn Abdillah(radıyallahü anh) şöyle demiştir: Bizler Rasûlüllah'ın beraberinde Necd gazvesine gittik. Rasûlüllah büyük büyük ağaçları çok olan bir vâdî içinde iken kendisine gün ortasının şiddetli sıcağı erişti. Rasûlüllah bir ağacın altına indi, gölgesinde gölgelendi, kılıcını da o ağaca astı. Sefer halkı da gölgelenmek üzere ağaçlık içinde dağıldılar. Bizler bu şekilde serinlediğimiz sırada birden Rasûlüllah bizleri çağırdı. Bizler hemen yanına geldik ve Rasûlüllah'ın önünde oturan bir bedevî ile karşılaştık. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ben uyurken bu bedevî Arab bana gelmiş, kılıcımı alarak kınından çekmiş. Bu sırada ben uyandım. Kılıcımı kınından çıkarmış, başucumda dikiliyordu. Bana: Şimdi seni benden kim kurtarır? Dedi. Ben: Allah kurtarır, dedim. kılıcı kınına soktu, sonra da oturdu. İşte o zât, budur" buyurdu. Rasûlüllah o bedeviyi cezalandırmadı, demiştir.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Huzâa Kabilesinden Bir Soy Olan Mustalık Oğulları Gazvesi Bâbı
4192-) Câbir ibn Abdillah el-Ensârî (radıyallahü anh): Ben Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'i Enmâr gazvesinde devesi üzerinde yüzü doğu cihetine doğru nafile namaz kılarken gördüm, demiştir.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Enmâr Gazvesi Bâbı
4193-) Bana Abdulazîz ibnu Abdillah tahdîs etti: Bize İbrahim ibnu Sa'd, Salih ibn Keysân'dan tahdîs etti ki, İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Urve ibnu'z-Zubeyr, Saîd ibnu'l-Müseyyeb, Alkame ibnu Vakkaas ve Ubeydullah ibnu Abdillah ibn Utbe ibn Mes'ûd, Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'in zevcesi Âişe(r.anha)'den, iftira sâhiblerinin kendisi için söyledikleri zamanki hadîsini tahdîs ettiler. Bu dört râvîden herbiri bana Âişe hadîsinden bir kısmı tahdîs ettiler. Bunların bâzısı, Âişe hadîsini diğer bâzısından daha iyi muhafaza edici ve hadîsi aynen getirip nakletmekte, daha sağlam tesbît edici idi. İşte ben bu râvîlerin herbirinden, onların Âişe'den bana tahdîs ettikleri bu hadîsi iyice belleyip muhafaza ettim. Bunların bâzısı hernekadar hadîsi diğerinden daha iyi muhafaza edici ise de, bunlardan bâzısının hadîsi diğer bâzısının hadîsini tasdîk etmektedir. Bunlar söylediler ki, Âişe(r.anha) şöyle demiştir: aleyhi ve sellem) bir sefere çıkmak istediği zaman kadınları arasında kur'a çekmek âdetinde idi. Kadınlardan hangisinin kur'ası çıkarsa, Rasûlüllah onu beraberinde sefere çıkarırdı. dedi ki: Rasûlüllah, yapacağı bir gazve hususunda da aramızda kur'a çekti ve bu kur'ada benim ismim çıktı. Bunun üzerine ben, hicâb âyetinin indirilmesinin ardından Rasûlüllah'ın beraberinde sefere çıktım. Ben hevdecimin içinde taşınır ve (konak yerinde) hevdec içinde indirilirdim. Bütün yolculuğumuzda bu şekilde yürüdük. Nihayet Rasûlüllah bu gazvesinden ayrılıp da döndüğü ve bizler de dönücüler olarak Medine'ye yaklaştığımızda(bir konak yerine indi, gecenin bir kısmını orada geçirdi, sonra) hareket edilmesini i'lân etti. Hareket emrini bildirdikleri zaman ben kalkıp (ihtiyâcımı yerine getirmek için yalnız başıma) ordudan öteye yürüdüm. Hacetimi yerine getirdiğim zaman dönüp yerime geldim. Bu sırada göğsümü yokladım. Bir de gördüm ki, Yemen'in gözboncuğundan dizilmiş gerdanlığım kopup düşmüş. Hemen dönüp gerdanlığımı aradım. Fakat onu aramak beni yoldan alıkoydu. dedi ki: Benim yol nakliyâtımı yapmakta olan kimseler gelip hevdecimi yüklenmişler ve onu bindiğim deve üzerine götürmüşlerdi. Onlar beni hevdecin içindeyim sanıyorlarmış. O zaman kadınlar hafif idiler, etlenip yağlanmazlar ve onları et bürümezdi. Çünkü onlar az yemek yerlerdi. Bu sebeble bana hizmet edenler hevdeci yüklemek üzere kaldırıp taşıdıklarında, hevdecin ağırlık derecesinin farkına varmayarak yüklemişler. Bilhassa ben o zaman yaşı küçük, taze bir kadındım. Onlar deveyi kaldırmışlar ve yürüyüp gitmişler. Ordu gittikten sonra ben gerdanlığımı buldum. Akabinde ben ordu birliklerinin konakladıkları yerlere geldim, fakat oralarda ne bir çağıran, ne de cevâb veren kalmıştı. Bunun üzerine ben orada evvelce bulunduğum konak yerime geldim. Ve onlar beni hevdecde bulamazlar da, beni aramak üzere dönüp yanıma gelirler diye düşündüm. Ben bu düşünce ile yerimde otururken, gözlerim bana galebe etmiş de uyumuşum. ibnu'l-Muattal es-Sulemî, sonra ez-Zekvânî ordunun arkasından gelmekle vazifeli idi. Bu zât sabah vakti benim beklediğim yerin yanına gelmiş, uyuyan bir insan karaltısı görmüş. Beni gördüğü zaman tanımış. Zâten o, hicâb(yânı perdelenme) emrinin inmesinden önce beni görmüştü. Ben onun beni tanıdığı sırada söylediği: "Innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûne (Biz muhakkak Allah'ın mülküyüz ve biz ancak O'na dönücüleriz)”(el-Bakara: 156) istircâ' sözleriyle uyandım. Uyanınca da hemen dış elbisemi bürünüp yüzümü örttüm. Allah'a yemîn ediyorum ki, biz onunla tek kelime konuşmadık ve ben ondan "înnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn" istircâ' sözünden başka bir kelime işitmedim. Çabuk yürüdü, nihayet devesini çöktürdü, binebilmem için devenin ön ayağına bastı. Ben de deveye doğru kalkıp bindim. Safvân, bindiğim deveyi önünden çekerek yürüdü. Nihayet biz öğlenin evvelinde, sıcağın şiddet vaktine girmişler ve hepsi konak yapmışlar hâlde, orduya yetiştik. dedi ki: Bu sırada (hakkımda iftira ederek) helak olan helâk olmuştur. İftiranın büyüğüne ve çoğuna girişen, Selûl kadının oğlu Abdullah ibnu Ubeyy olmuş (ve bu, ordu içinde yayılmış). Bu iftira hadîsinin yayıldığı ve bu söz Abdullah ibn Ubeyy'in yanında konuşulur olup, onun bu sözü söyleyeni ikrar ettirip dinlemek istediği ve bunu açıkça yaymak istediği bana haber verildi, demiştir. yine Urve: İftira sâhiblerinden olan diğer insanlar içinde yalnız Hassan ibn Sabit, Mıstah ibnu Usâse ve Hamme bintu Cahş'ın isimleri söylenmiştir. Benim, Yüce Allah'ın buyurduğu gibi onların bir topluluk olduklarından başka, onların isimleriyle ilgili hiçbir bilgim yoktur. Şübhesiz o günâhın büyüğünü, çoğunu üzerine alan kimse, Abdullah ibnu Ubeyy ibn Selûl'dür denilirdi, demiştir. Urve dedi ki: Âişe kendi huzurunda şâir Hassân'a sövülmesini çirkin görür ve: Çünkü Hassan: inne ebî ve vâlidehû ve ırdî irdi Muhammedin minkum vıkaau benim babam ve babamın babası ile benim şeref ve namusum, Muhammed'in şerefi ve nâmûsu için size karşı mahfazadır) beytini söylemiştir, der idi. dedi ki: Bizler Medine'ye geldik. Geldiğim zaman ben bir ay hasta oldum. Bu sırada insanlar iftira sahiplerinin sözlerine dalmışlar. Ben ise bunlardan hiçbir şeyin farkında olamıyordum. Yalnız hastalığımda beni işkillendiren bir husus vardı: Peygamber'den, hastalandığım başka zamanlarda görmekte olduğum lütuf ve şefkati bu hastalığımda görmüyordum. Sâdece yanıma giriyor, selâm veriyor, sonra da (adımı söylemeden): "Hastanız nasıl?" diyordu. bu hâl beni şübhelendirip üzüyordu. Fakat ben şerri hissetmiyordum. Nihayet ben hastalığımdan yeni iyileşip, henüz nekahet devresine girdikten sonra dışarıya çıktım. Benimle beraber Mıstah’ın anası da hacet def etme yerlerimiz olan Menâsi' tarafına doğru çıktı. Oraya biz ancak geceden geceye çıkardık. Bu âdet, evlerimizin yakınında helâlar edinmemizden önce idi. dedi ki: O zamanlar bizim dışarı çıkmaktaki hâlimiz ibtidâî Arablar'ın sahradaki çukurlar yönüne çıkıp temizlenmelerine benziyordu. Biz evlerimizin yakınında helâlar edinmekten eziyetlenip incinirdik. dedi ki: İşte ben Mistah'ın anasıyle dışarı çıkıp gittim. Bu kadın, Ebû Ruhm ibnu'l-Muttalib ibn Abdi Menâf’ın kızıdır. Annesi de Sahr ibn Âmir'in kızıdır ki, bu kadın da Ebû Bekr es-Sıddîk'ın teyzesidir. Ebû Rumh kızının oğlu da Mıstah ibnu Usâsete'bni Abbâd ibn Muttalib'dir. Orada hacetimizi gördükten sonra ben ve Ebû Rumh kızı evimden tarafa dönüp gelirken, Mıstah'ın anasının ayağı yün çarşafı içinde sürçtü. (Arablar arasında felâket zamanında söylenmesi âdet olan "Düşmanın helak olsun!" duası yerine) bu kadın: Mıstah helak olsun! diye oğluna beddua etti. Ben de ona: Ne fena söyledin! Bedir'de hazır bulunan bir kimseye mi sövüyorsun? dedim. bana: Âh şu sâf taze! Sen onun söylediği sözü işitmedin mi? dedi. Ben: O ne dedi ki? Diye sordum. üzerine o bana iftira sâhiblerinin sözünü söyleyip haber verdi. dedi ki: Artık hastalığımın üstüne bir hastalık daha arttı. Evime dönünce yanıma Rasûlüllah geldi. Selâm verdikten sonra: "Hastanız nasıldır?" diye sordu. Ben de kendisine: Babamla anamın yanına gitmem için bana izin verir misin? Dedim. Ben o sırada bu haberi babamla anam tarafından tahkik etmek istiyordum, demiştir. dedi ki: Rasûlüllah bana izin verdi. Ben de ebeveynimin yanına geldim ve anam (Ümmü Rûmân)'a: Ey anneciğim! İnsanlar ne konuşuyorlar? Dedim. Annem: Ey kızcağızım! Kendini üzme, sen kendini ve sağlığını düşün. Vallahi bir erkeğin yanında sevgili, parlak, güzel bir kadın olsun ve onun birçok ortakları bulunsun da onun aleyhinde çok lâf etmesinler; bu, pek nâdirdir, dedi. de: Subhânallah! İnsanlar bunu mu konuşmaktalarmış? dedim. dedi ki: Ben bunun üzerine bütün gece ağladım. Sabaha kadar gözümün yaşı dinmiyor, gözüme de hiçbir uyku girdiremiyordum. Sonra ağlayarak sabaha ulaştım. dedi ki: Rasûlüllah da o sabah Alî ibn Ebî Tâlib'i ve Usâmetu'bnu Zeyd'i yanına çağırmıştı. Vahy gecikince ailesi ile ayrılması hususunda onlarla istişare ediyordu. dedi ki: Usâme ibmı Zeyd'e gelince, o, Peygamber'in ailesinden bilip durduğu berâeti ve Ehlu Beyt için gönlünde besleyip durduğu sevgiyi Rasûlüllah'a tavsiye ve işaret etti de: Yâ Rasûlallah! Onlar Senin ehlindir. Biz onlar hakkında hayırdan başka birşey bilmeyiz, dedi. ibn Ebî Tâlib'e gelince, o da: Allah Sana dünyâyı dâr etmemiştir. Âişe'den başka kadınlar çoktur. Maamâfîh Âişe'nin cariyesi Berîre'ye de sor, o da Sana doğru söyler, demişti. üzerine Rasûlüllah, Berîre'yi çağırıp: "Ey Berîre! Âişe'de sana şübhe veren bir hâl gördün mü?" diye sordu. de: Seni hakk peygamber olarak gönderen Allah'a yemîn ederim ki, ben Âişe'den kendisini ayıplayabileceğim bir kusur olmak üzere kat'iyyen şundan başka birşey görmüş değilim: Âişe yaşı küçük, taze bir kadındı. Ailesinin hamurunu yoğururken uyurdu da evin besi koyunu gelir, hamuru yerdi, demiş. dedi ki: Bunun akabinde Rasûlüllah o gün minber üzerinde ayağa kalktı ve iftirayı en evvel ortaya çıkaran Abdullah ibn Ubeyy'den dolayı söz söylemekte ma'zûr tutulmasını isteyerek, kendisi minber üzerinde olduğu hâlde hitâb edip: "Ey müslümânlar topluluğu! Ev halkım hususunda bana ezası ulaşan bir şahıstan dolayı bana kim yardım eder? Vallahi ben ehlim hakkında hayırdan başka birşey bilmiş değilim. Bu iftiracılar bir adamın da ismini ortaya koydular ki, bu zât hakkında da ben hayırdan başka birşey bilmiyorum. Bu ismi söyleyen kimse şimdiye kadar benimle beraber olmak müstesna, ailemin yanına girer değil" demiştir. dedi ki: Bunun üzerine Ensâr'ın Evs kabilesinden Abdu'l-Eşhel oğulları'nın kardeşi Sa'd ibnu Muâz ayağa kalkmış ve : Yâ Rasûlallah! O kimseye karşı Sana ben yardım edeceğim. Eğer bu iftirayı çıkaran Evs'ten ise ben onun boynunu vururum. Eğer Hazrec kardeşlerimizden ise, yapılacak işi Sen bize emredersin, biz de emrini yerine getiririz, demiştir. dedi ki: Bu defa Hazrec kabîlesinden bir adam ayağa kalkmış. Hassan ibn Sâbit'in anası onun soyundan olup, amcasının kızı idi. İşte ayağa kalkan bu zât, Hazrec kabilesinin seyyidi olan Sa'd ibnu Ubâde'dir. dedi ki: Sa'd ibn Ubâde bu vak'adan evvel iyi bir adamdı. bu defa kafaîle asabiyyeti onu Sa'd ibn Muâz'ın sözlerinden dolayı öfkeye sürükledi de, Sa'd ibn Muâz'a karşı: Yalan söyledin. Allah'ın ebedîliğine yemîn ediyorum ki, sen onu(yani Abdullah ibn Ubeyy'i) öldüremezsin ve onu öldürmeğe muktedir olamazsın. O, senin cemâatinden biri olmuş olaydı sen onun öldürülmesini istemezdin, demiş. defa da Sa'd ibnu Muâz'ın amcasının oğlu Useyd ibnu Hudayr ayağa kalkarak, Sa'd ibnu Ubâde'ye karşı: Allah'ın ebedîliğine yemîn ediyorum ki, sen yalan söylüyorsun. Vallahi biz onu elbette öldürürüz. Sen muhakkak münafıksın ki, münafıklar hesabına bizimle mücâdele ediyorsun! Demiş. dedi ki: Bu suretle Evs ve Hazrec kabileleri ayaklanmışlar, hattâ birbirleriyle vuruşmayı kasdetmişler. Rasûlüllah ise minber üzerinde dikiliyormuş. dedi ki: Rasûlüllah (minberden inip) onlar sükûnete varıncaya kadar, onlara yumuşak sözler söylemiş, kendisi de (başka şey söylemeyerek) sükût etmiş. dedi ki:(Bana gelince:) Ben o günümün tamâmında hep ağladım. Ne gözümün yaşı dindi, ne de gözüme bir uyku değdirebildim. Babamla anam benim yanımda sabahladılar. Ben iki gece ve bir gün devamlı ağladım. Gözümün yaşı dinmiyor ve gözüme uyku girdiremiyordum. Hattâ ben ağlamak ciğerimi parçalayacak sanıyordum. Bu şekilde ebeveynim yanımda oturdukları, ben de ağlamakta bulunduğum sırada Ensâr'dan bir kadın benim yanıma girmeye izin istedi. Ben de o kadına izin verdim. O da oturup benimle ağlıyordu. dedi ki: Biz bu hâl üzere iken, Rasûlüllah yanımıza girdi. Selâm verdikten sonra oturdu. dedi ki: Halbuki Rasûİullah, bundan evvel hakkımda dedikodu başladığı günden beri yanımda oturmamıştı. Ve Rasûlüllah bir ay beklediği hâlde kendisine benim hakkımda birşey vahyolunmuyordu. dedi ki: Rasûlüllah oturduğu zaman şehâdet kelimelerini söyledikten sonra:- "Amma ba'du: Yâ Âişe! Hakkında bana şöyle şöyle sözler erişti. Eğersen bu isnâdlardan berî isen, Allah seni yakında berî kılıp temizliğini i'lân edecektir. Yok, eğer böyle bir günâha yaklaştınsa Allah 'tan mağfiret iste ve tevbe et. Çünkü kul, günâhım i'tirâf ve sonra da tevbe edince Allah da onun tevbesini kabul eder" dedi. dedi ki: Rasûlüllah bu hutbesini bitirince(musîbetin şiddetli harâretiyle) gözümün yaşı kesildi, hattâ gözyaşımdan bir damla bulamıyordum. Hemen babama: Rasûlüllah'ın söylediği söz hususunda benim tarafımdan cevâb ver, dedim. Vallahi Rasûlüllah'a ne diyeceğimi bilmiyorum, dedi. Sonra anama: Rasûlüllah'ın söylediği söze benim adıma cevâb ver, dedim. O da: Ben Rasûlüllah'a ne diyeceğimi bilmiyorum, dedi. Bunun üzerine ben henüz Kur'ân'dan delîl okuyamayan küçük yaşta bir taze olduğum hâlde, şöyle dedim: Vallahi ben kat'î anladım ki, siz bu dedikoduyu işitmişsiniz. Hattâ bu söz sizin gönüllerinizde yerleşmiş ve siz ona inanmışsınız. Şimdi ben size "ben ondan beriyim" desem, benim muhakkak berî olduğumu Allah bilip dururken, sizler benim bu sözümü tasdîk etmiyeceksiniz. Ve eğer benim muhakkak berî olduğumu Allah bilip dururken, ben sizlere fena bir i'tirâfta bulunsam, sizler beni hemen tasdîk edeceksiniz. Vallahi ben bu vaziyette kendim için ve sizin için başka bir mesel bulamıyorum. Ancak Yûsuf'un babası Ya'kûb'un (o sıkıntı içinde) söylediği şu sözünü buluyorum: "Fe sabrun cemî-lun v 'allahu’l mustaânu alâ mâ tasıfûn(Artık bana düşen) güzel bir sabırdır. Sizin şu söylediklerinize karşı yardımına sığınılacak, ancak Allah'tır)" (Yûsuf: 18). bu sözü söyledikten sonra dönüp yatağıma yattım. Öyle bir hâlde ki, Allah o zaman benim berî olduğumu biliyordu ve Allah muhakkak benim berî olduğumu ortaya koyacaktı. Lâkin vallahi ben Allah'ın bana âid bir iş için okunacak bir vahiy indireceğini zannetmiyordum. Ve şânım da haddizatında bana âid bir mes'elede Allah'ın bir emirle tekellüm etmesinden çok hakîr idi. Lâkin ben Rasûlüllah'ın uykusunda bir ru'yâ görmesini ve Allah'ın da bu ru'yâ ile benim temizliğimi ortaya koymasını umuyordum. Vallahi Rasûlüllah oturduğu yerden kalkmamıştı. Ev halkından bir kimse de dışarı çıkmamıştı. Nihayet üzerine vahiy indirildi. O'na vahiy inerken olagelen hâl hemen gelip O'nu kaplayıverdi ki kış gününde bile üzerine indirilen sözün ağırlığından dolayı kendisinden inci taneleri gibi terler dökülürdü. dedi ki: Rasûlüllah'tan vahiy hâli gidip de açılınca, kendisi sevincinden gülüyordu. Tekellüm ettiği ilk söz: "Yâ Âişe! Allah seni kat'î olarak temize çıkarmıştır" demesi oldu. dedi ki: Bunun üzerine anam bana: Kızım, Rasûlüllah'a doğru kalk da teşekkür et, dedi. Ben: Hayır, vallahi, ben ne O'na doğru kalkarım, ne de berî olduğumu indiren Azîz ve Celîl Allah'tan başkasına hamd ederim, dedim. dedi ki: Yüce Allah: "O uydurma haberi getirenler içinizden bir zümredir. Onu sizin için bir şerr sanmayın. Bil'akis o sizin için bir hayırdır. Onlardan herkese kazandığı günâh vardır. Onlardan günâhın büyüğünü üzerine alan o adama da büyük bir azâb vardır..."(en-Nûr:11-12) on âyet indirdi. İşte sonunda Allah bu âyetleri benim temizliğim hakkında indirdi. Ebû Bekr es-Siddîk, akrabalığından ve fakirliğinden dolayı nafaka vermekte bulunduğu Mıstah ibnu Usâse için: Kızım Âişe'ye bu iftirayı söyledikten sonra vallahi ben de Mıstah'a birşey vermem! Diye yemîn etti. üzerine Yüce Allah: "Sizden fazilet ve servet sahibi olanlar, akrabasına, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere vermelerinde kusur etmesin; affetsin, aldırış etmesin. Allah'in size mağfiret etmesini arzu etmez misiniz? Allah çok mağfiret edici, çok merhamet eyleyicidir"(en-Nûr: 22) âyetini indirdi. âyetin inmesi üzerine Ebû Bekr es-Sıddîk: Vallahi ben Allah'ın beni mağfiret etmesini elbette severim! dedi ve Mıstah'a veregeldiği nafakayı tekrar vermeye başladı ve: Ben bu nafakayı ondan ebediyyen koparmam, dedi. dedi ki: Rasûlüllah, zevcesi Zeyneb bintu Cahş'a da benim hâlimden: Yâ Zeyneb! Âişe hakkında ne bilirsin ve ne gördün? Diye sormuştu. cevaben: Yâ Rasûlallah! Ben kulağımı, gözümü işitmediğim, görmediğim şeylerden muhafaza ederim. Vallahi Âişe hakkında hayırdan başka birşey bilmem, diye güzel şâhidlik etmiştir. dedi ki: Zeyneb, Peygamber'in kadınları arasında güzelliği ve Peygamber'in yanındaki mevkii i'tibâriyle bana rekaabet eden bir kadındı. Fakat Allah onu verâ ve takvası sebebiyle (iftiracılara katılmaktan) korudu. Kızkardeşi Hamne bintu Cahş ise o iftiraya taassubla tutunmaya ve iftiracıların söylediklerini hikâye etmeye başladı da, bu sebeble helak olanlar içinde helak oldu. İşte bu, o zümrenin işinden bize ulaşmış olan hadîstir, demiştir. Sonra Urve şöyle dedi: Âişe dedi ki: Vallahi hakkında dedikodu yapılan o adam muhakkak: Subhânallah! Nefsim elinde olan Allah'a yemîn ederim ki, ben hayâtımda hiçbir dişinin elbisesini asla açmamışımdır (yânı hiçbir kadınla cinsî yaklaşma yapmamışımdır), der dururdu. o zât(yani Safvân ibn Muattal) bu işlerin ardından Allah yolunda şehîd olarak öldürülmüştür.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Ifk Hadîsi Bâbı
4194-) Bize Ma'mer ibn Râşid haber verdi ki, ez-Zuhrî şöyle demiştir: el-Velîd ibnu Abdilmelik bana: Alî ibn Ebî Tâlib'in Âişe'ye iftira atanlar içinde olduğu haberi sana ulaştı mı? Diye sordu. de ona: Hayır(Alî iftiracıların sözünün benzerini söylemekten münezzehtir). Lâkin senin kavmin Kureyş'ten olan şu iki zât; Ebû Seleme Abdurrahmân ile Ebû Bekr ibn Abdirrahmân ibni'l-Hâris, Âişe'nin kendilerine, "İftira işi hakkında Alî susucu idi" dediğini bana haber vermişlerdir, dedim. dedi ki: Bu mes'ele hakkında ez-Zuhrî'ye müracaat ettiler, fakat ez-Zuhrî, el-Velîd'e bundan başka cevâb vermedi ve (lâfızda hiçbir şübhe olmayarak) "Musellimen" sözünü söyledi; bir de "Aleyhi(yani Zuhrî, Velîd'e cevâb döndürmedi)" lâfzını ziyâde etti. Atîk'in aslında da böyle "Musellimen" ta'bîri vardır.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Ifk Hadîsi Bâbı
4195-) Ebû Vâil şöyle demiştir: Bana Mesrûk ibnu’l-Ecda' tahdîs edip şöyle dedi: Bana Âişe'nin annesi olan Ümmü Rûmân tahdîs edip şöyle dedi: Ben Âişe ile otururken birden Ensâr'dan bir kadın girdi de (iftiraya karışanları kasdederek): Allah Fulân kimseyi şöyle yapsın! Fulân kimseyi şöyle yapsın! dedi. Rûmân da bu Ensâriyye kadına: Sana ne var? diye sordu. O kadın: Oğlum bu sözü söyleyenler içindedir, dedi. Ümmü Rûmân tekrar: Söz nedir? diye sordu. kadın(iftiracıların sözlerini zikrederek): Bunlar şöyle şöyle demişlerdir, dedi. Âişe, kadına: Bu sözleri Rasûlüllah işitti mi? diye sordu. Kadın: Evet, dedi. Âişe tekrar: Bunları Ebû Bekr de işitti mi? dedi. Kadın yine: Evet(o da işitti), diye cevâb verince, Âişe bayılıp yere düştü. Sonunda Âişe ateş içinde titrer hâlde kendine geldi. Ben üzerine kendi elbisesini atıp onu örttüm. Bu sırada Peygamber geldi ve: "Bunun nesi var?" diye sordu. Ben: Yâ Rasûlallah, Âişe'yi titreten bir ateş yakaladı, dedim. "Muhtemel ki bu, konuşmakta olduğu bir söz içinde olmuştur" buyurdu. Rûmân: Evet(öyle oldu), dedi. Bunun akabinde Âişe oturdu da: Vallahi eğer ben bu ithamdan beriyim diye yemîn etsem, sizler beni tasdik etmeyeceksiniz, ben size yeminle söylesem de sizler benden özrümü (yani berîliğimi) kabul etmeyeceksiniz. Benimle sizin meseliniz Ya'kûb Peygamber'le oğullarının meseli gibidir. Ya'kûb (o imtihanı sırasında şöyle demişti): "Artık (bana düşen) güzel bir sabırdır. Sizin şu söylediklerinize karşı yardım istenilecek olan ancak Allah'tır" (Yûsuf: 18). Rûmân: Rasûlüllah bana birşey söylemeden döndü. Bu sırada Yüce Allah (en-Nûr: 11-12. ayetiyle) Âişe'nin berîliğini indirdi. Bunun üzerine Âişe, Peygamber'e hitaben: Allah'ın hamdiyle (hamdederim), başka kimsenin hamdiyle değil; Sen'in hamdin ile de değil, dedi.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Ifk Hadîsi Bâbı
4196-) Bize Vekî'ibnu’l-Cerrâh,Nâfi' ibn Omer ibn Abdillah el-Cumahî'den; o da Abdullah ibn Ebî Muleyke'den tahdîs etti ki, Âişe (r.anha)"iz telakkavnehu bi-elsinetikum..."(en-Nûn 15) lâfzını "İz telikûnehu bi-elsinetikum" tarzında okur ve onu tefsir ederek de: "el-Velku", "el Kezibu" demektir, dedi. Muleyke geçen senedi ile: Âişe lâm’ın kesresiyle okuduğu bu okuyuşu başkalarından daha iyi bilen idi. Çünkü bu kelâm kendisi hakkında indi, demiştir.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Ifk Hadîsi Bâbı
4197-) Urvetu'bnu'z-Zubeyr şöyle demiştir: Ben bir kerresinde Âişe'nin yanında Hassan ibn Sâbit'e sövmeye kalktım da, Âişe: Sen Hassân'a sövme. Çünkü o, şiirle Rasûlüllah tarafından mücâdele eder, O'nu savunurdu, dedi. Âişe dedi ki: Hassan, (Kureyş'ten olan) müşrikleri kötüleyip hicvetmek hususunda Peygamber'den izin istedi. Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem): " (Kureyş'i hicvederken) benim nesebimi nasıl yapacaksın?" diye sordu. Ben Sen'in nesebini (soyun olan Hâşim oğulları'nı) Kureyş soyları arasından, hamurdan kılın çekilmesi gibi muhakkak çeker çıkarırım, diye cevâb verdi.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Ifk Hadîsi Bâbı
4198-) Muhammed (ibn Ukbe) de şöyle dedi: Bize Usmân ibnu Fergad tahdîs edip şöyle dedi: Ben Hişâm'dan işittim ki, babası Urve ibnu'z-Zubeyr: Ben Âişe'nin yanında Hassan ibn Sâbit'e sövdüm. O, Âişe aleyhine iftiracıların sözlerini çok söyler idi, demiştir.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Ifk Hadîsi Bâbı
4199-) Mesrûk şöyle demiştir: Biz Âişe'nin huzuruna girdik. Yanında Hassan ibnu Sabit vardı, Hassan kendine âid olan birtakım beyitlerle teşbîb yaparak şiir inşâd ediyor ve: rezânun mâ tuzennu bi-rîbetin ğarsâ min luhûmi'l-gavâfıli diyordu. de ona: Lâkin sen böyle değilsin (yani sen gıybet ettin ve iftiracıların sözlerine daldın), dedi. dedi ki: Ben Âişe'ye: Hassân’ın senin yanına girmesine neden izin veriyorsun? Halbuki Yüce Allah "Onlardan onun büyüğünü üzerine alan kimseye büyük bir azâb vardır" (en-Nûr -11) buyurmuştur, dedim. Bunun üzerine Âişe: Hangi azâb körlükten daha şiddetli ve daha büyüktür? dedi ve onun lehine: Şübhesiz Hassan,Rasûlüllah adına İslâm'ı müdâfaa eder yahut müşriklerin hicivlerine karşılık verirdi, sözlerini de söyledi.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Ifk Hadîsi Bâbı
4200-) Zeyd ibn Hâlid (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Hudeybiye yılında Rasûlüllah'ın beraberinde (Medine'den sefere) çıktık. Bir gece bize bir yağmur isabet etti. Akabinde Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bizlere sabah namazını kıldırdı. Namazdan çıktıktan sonra yüzünü bizlere döndürdü de: "Bitir misiniz Rabb'iniz ne buyurdu?" diye sordu. Bizler: Allah ve Rasûlü en bilendir, diye cevâb verdik. Rasûlüllah şöyle dedi: "Allah şöyle buyurdu: Kullarımdan kimi bana îmân etmiş, kimi de kâfir olmuş oldu. Her kim Allah'ın rahmeti, Allah'ın rızkı ve Allah'ın fadlı ile üzerimize yağmur yağdı dediyse, işte o, bana imân etmiş, yıldıza (dediyse)kâfir olmuştur. Her kim de fulan yıldız (ın batıp doğması)ile üzerimize yağmur yağdı dediyse, işte o yıldıza îmân etmiş, bana îmân etmemiştir".

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Hudeybiye Gazvesi Bâbı
4201-) Hemmâm ibn Yahya, Katâde'den tahdîs etti ki, ona Enes (radıyallahü anh) haber verip şöyle demiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) dört umre yaptı. Bunlardan Veda Haccı'yla beraber yaptığı umresi müstesna olmak üzere, hepsi de zu’l-ka'de ayında oldu. Hudeybiye'den zu’l-ka'de içinde bir umre, ertesi yıl zu’l-ka'de içinde bir umre, Cı'râne'den Huneyn ganimetlerini taksim ettiği yerde zu’l-ka'de içinde bir umre ve bir de haccı ile beraber yaptığı umre.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Hudeybiye Gazvesi Bâbı
4202-)  Abdullah ibnu Ebî Katâde'ye, babası Ebû Katâde tahdîs edip şöyle demiştir: Hudeybiye senesi biz de Peygamber'in beraberinde gittik. Peygamber'in sahâbîleri ihrama girdiler, fakat ben ihrama girmemiştim.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Hudeybiye Gazvesi Bâbı
4203-) el-Berâ ibn Âzib (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Siz, büyük fethi Mekke'nin fethi sayarsınız -Vakıa Mekke'nin fethi(Kur'ân'ın şehâdet ettiği) parlak bir fetih ve zafer idi-. Halbuki biz büyük fethi, Hudeybiye günündeki Rıdvan Bey'ati sayarız(ki o gün cihâd için Rasûlüllah'a verdiğimiz sözden Allah râzı olmuştur). Biz o gün Peygamber’in maiyyetinde yüzer mevcûdlu ondört bölük(bindörtyüz) er idik. Hudeybiye bir kuyudur, Biz oraya varınca kuyunun suyunu tamamen çekmiştik de içinde bir damla su bırakmamıştık. Bu hâl Peygamber'e ulaştı. Peygamber kuyunun yanına geldi, kenarına oturdu. Sonra içinde biraz su bulunan bir kap istedi. Getirilen su ile abdest aldı, sonra ağzını çalkaladı ve dua etti. Sonra bu abdest ve çalkantı suyunu kuyuya döktü. Bunun üzerine biz az bir zaman kuyuyu bu hâlde bıraktık. Sonra kuyu bize istediğimiz kadar su verdi. Hem biz, hem de bütün hayvanlarımız suya kandık.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Hudeybiye Gazvesi Bâbı
4204-) Ebû İshâk tahdîs edip şöyle demiştir: el-Berâ ibn Âzib (radıyallahü anh) bize şöyle haber verdi: Kendileri Hudeybiye senesi Rasûlüllah'ın beraberinde bindörtyüz yahut daha çok kişi olarak bulunmuşlar. Nihayet bir kuyu başında konaklamış ve içindeki suyu tamamen çekmişler. Akabinde Rasûlüllah'a varıp durumu arzetmişler. Rasülullah kuyunun yanına gelip kenarına oturmuş. Sonra "Bana içinde su bulunan bir kova getirin" diye buyurmuş. İstediği su kendisine getirilince içine tükürüp duâ etmiş. Sonra "Bir saat (yânı bir müddet) kuyuyu ter kedin" buyurmuş. Bir süre sonra sahâbîler oradan hareket edinceye kadar hem kendilerini, hem de binek hayvanlarını suya kandırmışlar.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Hudeybiye Gazvesi Bâbı
4205-)  Câbir (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Hudeybiye gününde insanlar susadılar. Rasûlüllah'ın önünde ise küçük bir su kabı vardı. Rasûlüllah o kapdan abdest aldı. Sonra insanlar O'na doğru yönelip geldiler. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Size ne oluyor? diye sordu. Sahâbîler: Yâ Rasûlallah, yanımızda abdest alacağımız ve içeceğimiz hiçbir su yoktur, ancak Sen'in bu su kabındaki su vardır, dediler. dedi ki: Bunun akabinde Peygamber elini o su kabının içine koydu, derhâl parmakları arasından pınarlar emsali su fışkırmağa başladı. dedi ki: Artık bizler su içtik ve abdest aldık. râvî Salim ibn Ebi’l- Ca'd şöyle demiştir: Ben Câbir'e: Siz o gün kaç kişi idiniz? diye sordum. Câbir: Yüzbin kişi de olsaydık o su bizlere muhakkak yeterdi; biz binbeşyüz kişi idik, diye cevâb verdi.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Hudeybiye Gazvesi Bâbı
4206-)  Katâde şöyle demiştir: Ben Saîd ibnu'l-Müseyyeb'e: Bana Câbir ibn Abdillah'ın "Hudeybiye'deki sahâbîler bindörtyüz kişi idiler" demekte olduğu haberi ulaştı, dedim. bana, Hudeybiye gününde Peygamber'e bey'at etmiş olan sahâbîlerin binbeşyüz kişi olduklarını tahdîs etti, dedi. üstadı es-Salt'a kendi rivayetinde Ebû Dâvûd Süleyman et-Tayâlîsî mutâbaat etmiştir: Bize Kurre ibn Hâlid, Katâde'den tahdîs etti. Ona Muhammed ibn Beşşâr mutâbaat etti: Bize Dâvûd tahdîs etti: Bize Şu'be tahdîs etti.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Hudeybiye Gazvesi Bâbı
4207-)  Bize Sufyân ibn Uyeyne tahdîs etti. Amr ibn Dînâr şöyle demiştir: Ben Câbir ibn Abdillah (radıyallahü anh)'tan işittim, şöyle dedi: Hudeybiye günü Rasûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) bize: "Sizler yeryüzündeki insanların en hayırlısısınız"buyurdu. Biz ise bu seferde bindörtyüz kişi idik. Bu gün(gözlerimde körlük olmayıp da) görebilseydim, altında bey'at ettiğimiz ağacın yerini size muhakkak gösterirdim. ibn Uyeyne'ye Süleyman el-A'meş "Bindörtyüz" rivayetinde mutâbaat etmiştir. Çünkü el-A'meş, Salim ibn Ebi'l-Ca'd'den işitmiş, Salim de Câbir'den bindörtyüz sayısını işitmiştir.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Hudeybiye Gazvesi Bâbı
4208-) Ve Ubeydullah ibn Muâz şöyle dedi: Bana babam tahdîs etti: Bize Şu'be, Amr ibn Murre'den tahdîs etti (O, şöyle demiştir): Bana Abdullah ibn Ebî Evfâ' el-Eslemî (radıyallahü anh) şöyle tahdîs etti: Ağaç altında bey'at eden sahâbîler binüçyüz kişi idiler. Eşlem kabîlesi halkı Muhacirlerin sekizde biri idiler. ibn Beşşâr kendi rivayetinde Ubeydullah ibn Muâz'a mutâbaat edip şöyle demiştir: Bize Ebû Dâvûd et-Tayâlisî tahdîs etti: Bize Şu'be ibnu'l-Haccâc tahdîs etti.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Hudeybiye Gazvesi Bâbı
4209-)  Kays ibn Ebî Hazım, Mirdâs ibn Mâlik el-Eslemî(radıyallahü anh)'den işitmiştir -Mirdâs, ağaç altında bey'at eden sahâbîlerden idi-. Şöyle diyordu: Salih(yani iyi) kimseler birbiri arkasınca Yüce Allah’ın dîvânına alınırlar, geriye de hurmanın yahut arpanın çalkantı kozalakları gibi değersizleri kalır ki, Allah onlara hiçbir kıymet vermez.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Hudeybiye Gazvesi Bâbı
4210-)  Bize Suyfân ibn Uyeyne, ez-Zuhrî'den; o da Urve ibnu'z-Zubeyr'den tahdîs etti ki, Mervân ibnu'l-Hakem ile Mısver ibn Mahrame (radıyallahü anh) şöyle demişlerdir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Hudeybiye yılında sahâbîlerden on küsur yüz kişi içinde(Medine'den) yola çıktı. Nihayet Zu’l-Huleyfe'de bulundukları sırada Peygamber kurbanlık develerine gerdanlık taktı ve hörgüçlerinin sağ taraflarını çizip kanatarak kurbanlık alâmetini yaptı, kendisi de oradan umre niyetiyle ihrama girdi... ibnu'l-Medînî şöyle demiştir:) Ben bu hadîsi Sufyân ibn Uyeyne'den kaç kerre işittiğimi saymam. Nihayet Sufyân'dan şöyle derken işittim: Ben Muhammed ibn Müslim ez-Zuhrî'den kurbanlık develeri nişanlamayı ve gerdanlık takma fıkrasını ezberimde tutmuyorum, nişan yapma yerini ve gerdanlık takma yerini de bilmiyorum; yahut da hadîsin tamâmım bilmiyorum.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Hudeybiye Gazvesi Bâbı
4211-) Mucâhid ibn Cebr şöyle demiştir: Bana Abdurrahmân ibnu Ebî Leylâ, Ka'b ibn Ucre(radıyallahü anh)'den tahdîs etti ki, Rasûlüllah onu, yüzü üzerine bitler düşer hâlde görmüş de: "Haşerelerin sana eza veriyor mu?" demiş, o da: Evet, ezâ veriyor, demiş. Rasûlüllah ona Hudeybiye'de bulunurken başını tıraş etmesini emretti. Bu sırada Rasûlüllah ve sahâbîleri Mekke'ye girme arzusu üzerinde bulunuyorlar ve Rasûlüllah kendilerinin Hudeybiye'de ihramdan çıkacaklarını onlara beyân etmemişti. Akabinde Allah tıraş olmanın fidyesini bildiren el-Bakara: 196. âyetim indirdi. Bunun üzerine Rasûlüllah, ona bir farak yani onaltı rıtl buğdayı altı fakîre yedirmesini yahut bir davar kurban etmesini yahut da üç gün oruç tutmasını emretti.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Hudeybiye Gazvesi Bâbı
4212-)  Bana imâm Mâlik, Zeyd ibn Eslem'den tahdîs etti; babası ve Omer'in hizmetçisi Eslem şöyle demiştir: Ben Omer ibnu'l-Hattâb(radıyallahü anh)'ın beraberinde çarşıya çıktım. Çarşıda Omer'i genç bir kadın karşıladı ve: Ey Mü'minlerin Emîri! Eşim şehîd oldu ve arkasında küçük çocuklar bıraktı ki, vallahi bunlar davar ayağı pişiremiyorlar, bunların hiç ekini ve sağım hayvanları da yoktur. Ben bunları sırtlanın yemesinden endîşe ediyorum (yani öleceklerinden endîşe ediyorum). Ben Hufâf ibnu îmâ el-Gıfârî'nin kızıyım. Babam Hudeybiye'de Peygamber'in beraberinde hazır bulunmuştur, dedi. üzerine Omer ileri gitmeyip, o kadının yanında durdu. Sonra kadına hitaben: Kureyş'e yakın bir nesebe merhaba! Dedi. evde bağlanmış olan kuvvetli bir deveye doğru gitti ve ona buğdayla doldurduğu iki büyük çuvalı yükledi. O iki hararın ortasına da yiyecek ve giyecek şeyler yükledi. Sonra o deveyi yularıyla kadına uzatıp verdi. Sonra: Bu yükü rızk edin, bu tükenmeden Allah sizlere hayır, yani mal getirecektir, dedi. bulunan bir adam: Ey Mü'minlerin Emîri, bu kadına çok atıyye verdin, dedi. Omer de: Anan seni yitirsin! Vallahi ben bu kadının babasını ve erkek kardeşini gördüm ki onlar bir kaleyi bir zaman muhasara etmişler, sonunda fethetmişlerdi. Sonra biz onların oradaki paylarının bize geçmesini istiyorduk (yani o kaledeki paylarımızı ister olduk), dedi.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Hudeybiye Gazvesi Bâbı
4213-) Saîd ibnu'l-Müseyyeb'in babası, Müseyyeb ibn Hazn (radıyallahü anh) -ki bey'atta hazır bulunmuştu- : Yemîn ederim ki, ben altında bey'at yapılan o ağacı görmüşümdür, daha sonra o ağacın yanına gittim, fakat bu sefer o ağacı bilemedim, demiştir. ibn Gaylân'ın rivayetinde: Daha sonra o ağaç bana unutturuldu, demiştir.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Hudeybiye Gazvesi Bâbı
4214-)  Tâbiûn'dan Tank ibnu Abdirrahmân şöyle demiştir: Ben hacca gittim. Yolda namaz kılmakta olan bir topluluğa uğradım da onlara: Burası ne mescididir? diye sordum. Onlar: Bu Rasûlüllah'ın Rıdvan Bey'atı'nı yapmış olduğu yerdeki Şecere Mescidi'dir, dediler. Akabinde ben Saîd ibnu'l-Müseyyeb'e geldim de bunu ona haber verdim. Bunun üzerine Saîd şöyle dedi: Bana babam Müseyyeb tahdîs etti. Kendisi ağaç altında Rasûlüllah'a bey'at eden kimseler içinde bulunmuştur. O şöyle dedi: Hudeybiye'nin ertesi sene kaza umresine çıktığımızda bizler o ağacı unuttuk, onu tanımaya muktedir olamadık!.. Muhammed'in sahâbîleri o ağacı bilemediler, onu sizler mi bildiniz; sizler sahâbîlerden daha iyi mi bilenlersiniz? Dedi.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Hudeybiye Gazvesi Bâbı
4215-)  Târık, Saîd'den; o da babası Müseyyeb(radıyallahü anh)'den olmak üzere tahdîs etti. Müseyyeb ibn Hazn (radıyallahü anh) ağaç altında bey'at eden kimselerdendi. O: Bizler Hudeybiye'nin ertesi sene, o ağacın yanına dönüp vardık, fakat o ağaç bize örtülüp gizlendi, demiştir.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Hudeybiye Gazvesi Bâbı
4216-) - Bize Kabîsa tahdîs etti: Bize Sufyân es-Sevrî tahdîs etti ki, Târık ibn Abdirrahmân şöyle demiştir: O ağaç Saîd ibnu'l-Müseyyeb'in yanında zikredildi. Bunun üzerine Saîd güldü de şöyle dedi: Bana babam haber verdi, kendisi Hudeybiye'deki bey'atta hazır bulunmuştur.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Hudeybiye Gazvesi Bâbı
4217-)  Amr ibn Murre şöyle demiştir: Ben Abdullah ibn Ebî Evfâ(radıyallahü anh)'dan işittim, kendisi ağaç altında bey'at eden sahâbîlerden idi; şöyle dedi: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir topluluk kendisine bir sadaka malı getirdikleri zaman: "Yâ Allah, bunlar üzerine salât et" diye duâ eder idi. Babam Ebû Evfâ da sadakasını getirdiğinde Peygamber: "Yâ Allah, Ebû Evfâ ailesine salât eyle!" diye duâ ederdi.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Hudeybiye Gazvesi Bâbı
4218-)  Abbâd ibnu Temîm şöyle demiştir: Harre Vak'ası günü olduğu zaman insanlar Abdullah ibn Hanzala'ya bey'at ediyorlardı. Abdullah ibn Zeyd: Abdullah ibnu Hanzala insanlarla ne üzerine bey'at ediyor? diye sordu. Ölmek üzerine bey'at ediyor, denildi. ibn Zeyd: Ben RasûlulIah(sallallahü aleyhi ve sellem)'tan sonra kimse ile ölmek üzere bey'at etmem, dedi. Hudeybiye'de Rasûlüllah'ın beraberinde hazır bulunmuştu.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Hudeybiye Gazvesi Bâbı