Sahîh-i Buhârî Hadis Kitabı

4424-) Şu'be şöyle demiştir: Ben Ebû Ishâk'tan işittim; o da Sılatu'bnu Zufer'den (rivayet etmiştir) ki, Huzeyfe (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Necrân ehli hey'eti Peygamber'e geldiler de: Bizim için emîn bir kimse gönder, dediler. Peygamber de: "Yemin olsun ben sizlere gerçekten emîn olan bir kimse göndereceğim" buyurdu. bu emmin hangisi olacağını ümîdle beklediler. Akabinde Peygamber, Ebu Ubeyde ibnu'l-Cerrâh'ı gönderdi.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Necrân Ehlinin Kıssası Bâbı
4425-) Bize Şu'be, Hâlid el-Hazzâ'dan; o da Ebû Kılâbe'den; o da Enes (radıyallahü anh)'den tahdîs etti ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Her ümmetin bir emini vardır. Bu ümmetin emini de Ebû Ubeyde ibnu'l-Cerrâh'tır" buyurmuştur.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Necrân Ehlinin Kıssası Bâbı
4426-) Muhammedibnu’l-Munkedir, Câbir ibn Abdillah (radıyallahü anh)'tan şöyle derken işitmiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana: "Eğer el-Bahreyn malı gelmiş olursa muhakkak sana şöyle şöyle veririm" buyurdu. bu "şöyle şöyle" sözünü eliyle üç kerre avuçlama işareti yaparak söyledi. Fakat Bahreyn malı gelmeden Rasûlüllah'ın ruhu alındı. Bahreyn malı Ebû Bekr'e geldiği zaman, Ebû Bekr bir münâdîye emretti de, münâdî: Her kimin Peygamber'in yanında bir alacağı yahut bir va'di varsa bize gelsin! diye i'lân etti. dedi ki: Ben de Ebû Bekr'e gittim ve ona Peygamber'in: "Eğer Bahreyn malı gelmiş olursa sana üç kerre şöyle şöyle veririm" buyurduğunu haber verdim. dedi ki: O da bana verdi. Câbir şöyle demiştir: Bunun ardından ben Ebû Bekr'e kavuştum ve kendisinden mal istedim, fakat o bana vermedi. Sonra ona tekrar geldim, yine vermedi. Sonra ona üçüncü defa geldim, yine vermedi. Bu sefer ona hitaben: Ben sana geldim, sen vermedin. Sonra yine geldim, yine vermedin. Sonra yine geldim, bana vermedin. Şimdi ya bana verirsin yahut da benim cihetimden cimrilik etmiş olursun, dedim. Bekr: Benden yana cimri olursun mu dedin? Hangi derd cimrilikten daha çirkindir? dedi ve bu cümleyi üç kerre söyledi. da: Ben bir defadan da sana atıyye yermekten men' etmemiş, muhakkak sana atıyye vermeyi ister hâlde bulunmuşumdur, dedi. ibn Dînâr'dan; o da Muhammed ibn Alî'den, o şöyle demiştir: Ben Câbir ibn Abdillah'tan işittim, şöyle diyordu: Ben Ebû Bekr'e geldim(ve Rasûlüllah'ın şöyle şöyle buyurduğunu söyledim. O bana bir avuç verdi de): Bunları say, dedi. onları saydım; beşyüz aded idi. Ebû Bekr bana: Bunun iki misli daha al! Dedi.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Umman Ve El-bahreyn Kıssası
4427-) Ebû Mûsâ (radıyallahü anh): Ben kardeşim Ebû Ruhm ile Yemen'den geldik ve bir zaman bekledik. Bu müddet içinde Peygamber'in evine çok girmeleri ve Peygamber'den ayrılmamalarından dolayı İbn Mes'ûd ile anası Ümmü Abd el-Huzeliyye'yi, başka değil, muhakkak bunlar Peygamber'in ev halkındandırlar zannediyorduk, demiştir.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Eş’arîlerin Ve Yemen Ahalisi Heyetinin Gelişleri Bâbı
4428-) Zehdem ibn Mudrib şöyle demiştir: Ebû Mûsâ el-Eş'arî(Usmân zamanında vâlî olarak Kûfe'ye) geldiği zaman, Cerm kabilesinden bir cemâati kabul ve ikram etmişti. Biz Ebû Musa'nın yanında oturmakta iken, kendisi de tavuk yiyordu. Hey'et içinde oturan bir kişiyi yemeğe da'vet etti. O da: Ben tavuğu pis birşey yerken gördüm de ondan tiksindim, dedi. Ebû Mûsâ ona: Gel, ben Peygamber'i tavuk eti yerken gördüm, dedi. O adam bu defa da: Ben tavuk eti yememeye yemîn ettim, dedi. üzerine Ebû Mûsâ el-Eş'arî (radıyallahü anh) şöyle dedi: Şöyle gel de sana ettiğin yemînin hakkında bir haber bildireyim: (Peygamber Tebûk seferi hazırlığı yaparken) biz Eş'arîler'den bir cemâat Peygamber'in huzuruna vardık.(Tebûk ve sefer için) O'ndan binmek ve yüklerimizi yüklemek üzere deve istedik. Fakat Peygamber bizleri yüklemeyi kabul etmedi. Biz tekrar kendisinden binek ve yük devesi istedik. Bu kerre Peygamber bizlere deve vermeyeceğine yemîn etti. Sonra Peygamber çok beklemedi, kendisine bir deve ganimeti getirildi. Bunun üzerine bize beş deve verilmesini emretti. Biz develeri teslîm alınca(kendi aramızda): Biz Peygamber'e (bize deve vermeyeceğine dâir) yeminini unutturduk. Biz bundan sonra ebeden felah bulmayız! dedik. Bu düşünce üzerine ben hemen kendisine geldim ve: Yâ Rasûlallah! Sen bize deveye yükleyemem (deve veremem) diye yemîn etmiştin. Halbuki şimdi bizleri yükledin (deve verdin), dedim. "Evet, (hakîkaten ben yemîn ettim, sonra da size deve verdim). Fakat ben yemîn edilen şeyin başkasını, yemîn edilen şeyden daha hayırlı görünce, yemînim üzerinde bağlı kalmam, muhakkak o hayırlı olduğuna kanâat ettiğim şeyi yaparım!" buyurdu.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Eş’arîlerin Ve Yemen Ahalisi Heyetinin Gelişleri Bâbı
4429-) İmrân ibn Husayn (radıyallahü anh) demiştir: Temîm oğulları hey'eti Rasûlüllah'a geldiler. Rasûlüllah onlara: "Ey Temîm oğulları, müjdelenip sevinin!" buyurdu. Onlar: Amma sen bizlere (âhiretle ilgili) çok müjde verdin. Bize dünyalık da ver, dediler. sözden Rasûlüllah'ın yüzü değişti. Tam bu esnada Yemen ahâlîsinden bir grup insan geliverdi. Peygamber onlara: "Sizler (dünyâ ve âhiret) müjdesini kabul ediniz. Çünkü bu müjdeyi Temîm oğulları kabul etmediler" buyurdu. Bizler kabul ettik yâ Rasûlallah! dediler.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Eş’arîlerin Ve Yemen Ahalisi Heyetinin Gelişleri Bâbı
4430-) Şu'be, İsmâîl ibn Ebî Hâlid'den; o da Kays ibn Ebî Hâzım'dan; o da Ebû Mes'ûd el-Ensârî (radıyallahü anh)'den tahdîs etti ki, Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) eliyle Yemen'e işaret ederek şöyle buyurmuştur: "İmân şu tarafta; Yemen tarafındadır. Uzaklaşma ve kalblerin kabalığı ise develerin kuyrukları diplerinde şiddetle haykıranlardadır. Şeytânın iki boynuzunun doğacağı yerde; Rabîa ve Mudar kabîlelerinde!".

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Eş’arîlerin Ve Yemen Ahalisi Heyetinin Gelişleri Bâbı
4431-) Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den:Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "İşte size Yemen ehli geldi. Yemenliler yüreği en yufka, kalbi en yumuşak kimselerdi. îmân Yemen'dendir, hikmet de Yemen'dendir. Öğünme ile kendini beğenme deve sahiplerinde, sükûnet ile vakaar ise davar sâhiblerindedir".

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Eş’arîlerin Ve Yemen Ahalisi Heyetinin Gelişleri Bâbı
4432-) Gunder, Şu'be'den söyledi ki, Süleyman: Ben Zekvân'dan işittim; o da Ebû Hureyre'den; o da Peygamber'den demiştir.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Eş’arîlerin Ve Yemen Ahalisi Heyetinin Gelişleri Bâbı
4433-) Bana kardeşim (Ebû Bekr Abdulhamîd), Süleyman ibn Bilâl'den; o da Sevr ibn Zeyd'den; o da Ebû'l-Gays'tan; o da Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den olmak üzere tahdîs etti ki, Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem): "îmân Yemen'dendir. Fitne ise işte şuracıktandır. Şeytânın boynuzu işte oradan çıkar" buyurmuştur.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Eş’arîlerin Ve Yemen Ahalisi Heyetinin Gelişleri Bâbı
4434-) Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den:Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "İşte size Yemen ehli geldi. Yemenliler kalbleri en zayıf ve gönülleri en şefkatli kimselerdir. Fıkıh (yani iyi anlayış) Yemenli'dir. Hikmet de Yemenli'dir" buyurmuştur.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Eş’arîlerin Ve Yemen Ahalisi Heyetinin Gelişleri Bâbı
4435-) Alkame ibn Kays şöyle demiştir: Bizler İbnMes'ûd'un maiyyetinde otururken Habbâb ibnu'lErett geldi de İbn Mes'ûd'a hitaben: Yâ Ebâ Abdirrahmân! Şu gençler senin okuyuşun gibi Kur’ân okumaya muktedir oluyorlar mı? dedi. İbn Mes'ûd da: Sen kendin istesen de onlardan bâzısına sana karşı okumasını emretsen olmaz mı? dedi. Evet, olur, dedi. İbn Mes'ûd: Yâ Alkame! Oku! dedi, ibn Hudeyr'in kardeşi Zeyd ibn Hudeyr: Bizim en iyi okuyanımız olmadığı hâlde okuması için Alkame'ye mi emrediyorsun? dedi. Mes'ûd: Sana gelince, eğer istersen senin ve kavmin en-Naha' hakkında Peygamber'in söylemiş olduğu sözü sana haber veririm, dedi. dedi ki: Ben Meryem Sûresi'nden elli âyet okudum. Akabinde Abdullah ibn Mes'ûd, Habbâb'a hitaben: Okuyuşunu nasıl görüyorsun? dedi. Habbâb da: Güzel okumuştur, dedi. Abdullah ibn Mes'ûd: Ben her ne okursam muhakkak onu Alkame de okur, dedi. Sonra İbn Mes'ûd, Habbâb'a yöneldi. Habbâb'ın üzerinde altından bir yüzük vardı. İbn Mes'ûd, Habbâb'a: Bu altın yüzüğün atılması zamanı gelmedi mi? dedi. Habbâb: Dikkat et! Sen onu bu günden sonra benim üzerimde asla göremeyeceksin, dedi ve onu çıkarıp attı. hadîsi Gunder, Şu'be'den rivayet etmiştir.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Eş’arîlerin Ve Yemen Ahalisi Heyetinin Gelişleri Bâbı
4436-) Ebû Hureyre(radıyallahü anh) şöyle demiştir: et-Tufeyl ibnu Amr ed-Devsî, Peygamber'e geldi ve: (Yâ Rasülallah!) Devs kabilesi helak olmuştur: Onlar Allah'a âsî oldular ve(Tufeyl'in İslâm'a da'vetinden) çekindiler.Binâenaleyh onlar aleyhine Allah'a duâ et, dedi. üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yâ Allah! Devs kabilesine hidâyet eyle de onları İslâm 'a getir!" diye duâ etti.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Devs Ve Et-tufeyl İbn Amr Ed-devsî Kıssaları
4437-) Ebû Hureyre (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Ben Peygamber'in huzuruna geldiğim zaman yolda şu beyti söylemiştim: Yâ îeyleten miri tûlihâ ve anâihâ Alâ ennehâ min dâreti'l-kufri necceti Ey sefer gecesi! Uzunluğundan, yorgunluk ve meşakkatinden Allah'a sığınırım. Maamâfih bu meşakkatli uzun gecedir ki, küfür yurdundan beni kurtarmıştır!) yolda benim bir kölem kaçtı. Ben Peygamber'in huzuruna geldim ve O'nunla bey'atlaştım. Ben Peygamber'in yanında bulunduğum o sırada birden köle çıkageldi. Peygamber bana: "Yâ Ebâ Hureyre! İşte şu kölendir(sana gelmiştir)" buyurdu. de: O Allah rızâsı için hürrdür, ben onu âzâd ettim, dedim.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Devs Ve Et-tufeyl İbn Amr Ed-devsî Kıssaları
4438-) Adiyy ibn Hatim(radıyallahü anh) şöyle demiştir: Biz halifeliği zamanında Tayy kabilesinden bir hey'et içinde Omer ibnu'l-Hattâb'a geldik. Omer (bizim hey'etteki adamların) isimlerini söylemeye ve onları birer birer çağırmaya başladı. Ben kendisine: Sen beni tanımıyor musun ey Mü'minlerin Emîri! dedim. Evet(ben seni pek iyi tanıyorum yâ Adiyy)! İnsanların kâfir oldukları zaman sen İslâm'a girdin. İnsanlar(hakka karşı) arkalarına döndükleri zaman sen bize yönelip geldin, İnsanlar gadr ve zulmettikleri zaman, sen İslâm ahdine vefakârlık ettin. İnsanlar hakkı inkâr edip tanımadıkları zaman, sen hakkı tanıdın! dedi. üzerine Adiyy: O takdirde(yani sen benim kadrimi tanır olduğun zaman) senin başkalarını benim önüme geçirmene aldırmam, dedi.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Tayy Kabilesi Heyeti Kıssası Ve Adiyy İbn Hatim Hadîsi Bâbı
4439-)  Âişe (r.anha) şöyle demiştir: Biz Veda Haccı'nda Rasûlüllah ile beraber(Medine'den) çıktık ve(Zu’l-Huleyfe'de) umre niyetiyle ihrama girdik. Sonra Rasûlüllah(Serif mevkiinde) bizlere: "Her kimin beraberinde kurban varsa, umre ile birlikte hacc niyetiyle ihrama girsin. Sonra umre ile haccdan birlikte çıkıncaya kadar ihramdan çıkmasın" buyurdu. Mekke'ye O'nun beraberinde hayızlı olarak geldim. Bu sebeble Beyt'i tavaf etmedim. Safa ile Merve arasını da sa'y etmedim. Bu hâlimi Rasûlüllah'a söyledim. Rasûlüllah: "Saçlarını çöz, taran ve hacc ile telbiye et, umreyi bırak" buyurdu. de öyle yaptım. Hacc amellerini yerine getirdiğimiz zaman Rasûlüllah beni, Ebû Bekr es-Sıddîk'ın oğlu Abdurrahmân ile birlikte Ten'îm'e yolladı da, ben oradan umre yaptım. Rasûlüllah: "Bu (hayızdan dolayı terkettiğin) umrenin yerinedir" buyurdu. umre niyetiyle ihrama girmiş olanlar Beyt'i tavaf edip Safa ile Merve arasını da sa'y yaptıktan sonra ihramdan çıktılar. Bunlar sonra Minâ'dan dönüşlerinin ardından hacları için diğer bir tavaf daha yaptılar. Amma hacc ile umreyi cem' etmiş olanlara gelince, bunlar ancak tek bir tavaf yaptılar.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Vedâ Haccı Bâbı
4440-) İbnu Cureyc tahdîs edip şöyle demiştir: Bana Atâ ibn Ebî Rebâh, İbn Abbâs'tan, onun umre yapan kişi Beyt'i tavaf ettiği zaman ihramından çıkmıştır dediğini tahdîs etti. İbn Cureyc dedi ki: Ben Atâ'ya: İbnu Abbâs bunu nereden söyledi? dedim. Atâ: İbn Abbâs bunu Yüce Allah'ın "... Sonra varacakları (kurban edilecekleri) yer Beytu Atîk'a müntehidir" (el-Hacc: 33) kavlinden ve Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'in Veda Haccı'nda sahâbîlerine tavaftan sonra ihramdan çıkmalarını emretmesinden söylemiştir, dedi. İbri Cureyc dedi ki: Ben Atâ'ya: Bu ancak Arafat'ta vakfe yaptıktan sonradır, dedim. Atâ: İbnu Abbâs, Arafat'ta durmadan önce de, sonra da ihramdan çıkma görüşünde bulunuyordu, dedi.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Vedâ Haccı Bâbı
4441-) Ebû Mûsâ el-Eş'arî (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Ben (Veda Haccı'nda)Peygamber'in huzuruna, O Bathâ'da(ihrâmlı) iken geldim. Peygamber bana: "Hacc için ihrama girdin mi?" diye sordu. Ben: Evet, dedim. "Nasıl ihrâmlandın?" buyurdu. Ben de: Rasûlüllah'in ihrama girdiği gibi bir ihrama girip telbiye ettim, dedim. bana: "Beyt'i tavaf et, Safa ile Merve'yi de sa'y yap, sonra ihramdan çık" buyurdu. de Beyt'i tavaf ve Safa ile Merve arasında sa'y yaptım. Sonra Kays'tan bir kadının yanına gittim. O kadın benim başımı ayıkladı.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Vedâ Haccı Bâbı
4442-) Mûsâ ibn Ukbe, Nâfi'den tahdîs etti ki, ona da İbn Omer şöyle haber vermiştir: Peygamber'in zevcesi Hafsa, İbn Omer'e: Sen'in ihramdan çıkmana ne mâni' oluyor? dedim. "Ben başımı(yapışkan samğ ile) telbîd ettim, kurbanıma da gerdanlık taktım. Artık kurbanımı kesinceye kadar ben ihramdan çıkamam" buvurdu.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Vedâ Haccı Bâbı
4443-) el-Evzâî tahdîs edip şöyle dedi: Bana İbnu Şihâb, Süleyman ibn Yesâr'dan; o da İbn Abbâs radıyallahü anhüma'tan şöyle haber verdi: Has'am kabilesinden bir kadın Veda Haccı'ndaRasûlüllah'tan fetva istedi. el-Fadl ibnu Abbâs, Rasûlüllah'ın bineğinin arkasında redifi idi. Kadın: Yâ Rasûlallah! Allah'ın kulları üzerindeki hacc farizası babama çok yaşlı ihtiyarlığında erişti. Deve üzerinde düz durmaya muktedir olamıyor. Bu sebebden benim onun adına hacc yapmaklığım ona kâfî gelir mi? diye sordu. Rasûlüllah: "Evet, (kâfî gelir; vekâleten hacc yapabilirsin)" buyurdu.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Vedâ Haccı Bâbı
4444-) İbn Omer (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'nin fethi yılında Kasvâ (adlı devesi) üzerinde ve terkisinde Usâme olduğu hâlde Beyt'e doğru geldi. Beraberinde Bilâl ile Usmân ibnu Talha da vardı. Nihayet Beyt'in yanında devesini çöktürdü. Sonra Usmân ibnu Talha'ya: "Ka'be'nin anahtarım bize getir" diye emretti. da(anasından alıp) anahtar ile Peygamber'e geldi ve Peygamber için kapıyı açtı. Akabinde Peygamber içeriye girdi. O'nun beraberinde Usâme, Bilâl ve Usmân da içeriye girdiler. Sonra kapıyı kapattılar ve Ka'be'nin içinde uzun zaman kaldılar. Sonra Peygamber çıktı. İnsanlar Ka'be'ye girmeye davrandılar. Fakat ben onların önüne geçtim. Ve Bilâl'i Ka'be kapısının arkasında dikiliyor buldum. Hemen ona: Rasûlüllah nerede namaz kıldı? diye sordum. O: Şu öndeki iki direğin arasında kıldı, diye gösterdi. zaman) iki sıra altı direk üzerinde kurulmuştu. (Bilâl devamla dedi ki:) Rasûlüllah namaz kılarken Ka'be kapısını arkasına aldı. Yüzü ile de (sen Ka'be'ye girdiğinde karşına gelen) duvara doğru durdu. Rasûlüllah ile karşısındaki duvar arasında üç zira' mikdârına yakın bir fasıla vardı. Omer dedi ki: Bilâl'e: Rasûlüllah kaç rek'at kıldı diye sormayı unuttum. Rasûlüllah'ın namaz kıldığı yerde kırmızı bir mermer vardı.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Vedâ Haccı Bâbı
4445-)  ez-Zuhrî(şöyle demiştir): Bana Urve ibnu'z-Zubeyr ile Ebû Seleme ibnu Abdirrahmân tahdîs ettiler ki, onlara da Peygamber'in zevcesi Âişe(r.anha) şöyie haber vermiştir: Peygamber'in zevcesi Safiyye bintu HuyeyVeda Haccı sırasında hayız oldu da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): ''Safiyye bizi Medine'ye dönmekten alıkoyucu mu olacak?" buyurdu. dedi ki:) Ben de O'na: Yâ Rasûlallah! Safiyye (daha önce Mekke'de) ifâda etmiş ve Beyt'i ifâda tavafını yapmıştır, dedim. sözüm üzerinePeygamber: "Öyleyse (bizimle Medîne'ye) hareket etsin!" buyurdu.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Vedâ Haccı Bâbı
4446-) İbn Omer (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) aramızda bulunurken bizler Veda Haccı'nı konuşurduk, fakat Veda Haccı'nın ne olduğunu bilmezdik. Peygamber(devesine bindi, insanlar O'nun etrafında toplandığında) Allah'a hamd ve sena ettikten sonra Mesîh Deccâl'i zikretti ve onun kötülüklerini zikirde uzun konuştu. Ve bu konuşmasında şunları da söyledi: "Allah'ın göndermiş olduğu herbirpeygamber, muhakkak ümmetini Deccâl'den sakındırmıştır. Deccâl'den Nûh da, ondan sonra gelen bütün peygamberler de (ümmetlerini) sakındırmışlardır. Ve o muhakkak(kıyâmete yakın) sizin içinizde çıkacaktır. Onun işinden bâzısı size gizli olursa, Rabb'inizin size gizli kalacak şeylerden olmadığı, size gizli değildir (yanionun durumu ve hâli, size gizli kalmaz)-Peygamber bunu üç kere söyledi.- Şüphesiz sizin Rabb'iniz şaşı değildir. Deccâl ise sağ gözü şaşıdır. Onun gözü, sanki salkımındaki emsalinden dışarı çıkmış iri bir üzüm tanesi gibidir.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Vedâ Haccı Bâbı
4447-) Dikkat edin! Allah sizlere kanlarınızı, mallarınızı, bu ayınızda, bu beldenizde, bu gününüzün harâmlığı gibi haram kılmıştır. Dikkat edin! Bunları size tebliğ ettim mi?" buyurdu. Evet, tebliğ ettin! dediler. Peygamber üç kerre: "Yâ Allah şâhid ol!" dedi ve devamla: "Size veyl yahut vah olsun! İyi düşünüp aklınızı başınıza toplayın da bundan sonra birbirinizin boynunu vuracak kâfirlere dönmeyiniz!" buyurdu.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Vedâ Haccı Bâbı
4448-) Ebû İshâk (Amr ibn Abdillah) tahdîs edip şöyle demiştir: Bana Zeyd ibnu Erkam: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ondokuz defa gazve yaptı. Medine'ye hicret ettikten sonra da bir kerre hacc etti. O tek haccı da Veda Haccı'dır. Bundan sonra hacc yapmadı, diye tahdîs etmiştir. İshâk es-Subeyî, geçen senedle, Peygamber Mekke'de hicretten önce diğer bir hacc yaptı, demiştir.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Vedâ Haccı Bâbı
4449-) Cerîr (radıyallahü anh)'den:Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Veda Haccı'nda Cerîr'e hitaben: "İnsanları sustur!" deyip, akabinde: "Benden sonra birbirinizin boyunlarını vuran kâfirlere dönmeyiniz!" buyurmuştur. Eyyûb es-Sahtiyânî, Muhammed ibn Sîrîn'den; o da Abdurrahmân ibn Ebî Bekre'den; o da babası Ebû Bekre'den tahdîs etti ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)(Veda Haccı'nda nahr günü devesinin üstünde bir hutbe yapıp) şöyle buyurmuştur : " (Ey insanlar!) Zaman (bu gün) Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı günkü ilk vaziyetine dönmüştür. Bir yıl, ay ölçüsüyle oniki aydır. Bunlardan dördü haram aylardır ki, üçü arka arkaya bulunan Zi'l-ka'de, Zi'l-hicce ve Muharrem'dir. (Dördüncüsü) Mudar'ın ayı olan Receb'dir. O Cumâda'l-âhır ile Şa'bân arasındadır. Bu ay hangi aydır?" diye sordu. Allah ve Rasûlü daha iyi bilir! dedik. sükût etti. Biz Rasûlüllah bu aya eski adından başka bir ad verecek sandık. Sonra: "Zi'l-hicce ayı değil midir?" buyurdu. Biz: Evet, zu'l-hicce'dir, dedik. Rasülullah: "Bu içinde bulunduğumuz hangi beldedir?" buyurdu. Biz: Allah ve Rasûlü en bilendir, dedik. sustu. O derecede ki, biz Rasülullah Mekke'ye yeni bir ad verecek sandık. Sonra Rasülullah: "Mekke beldesi değil midir?" buyurdu. Biz: Evet, Mekke'dir, dedik. Rasûlüllah: "Bu gün hangi gündür?" diye sordu. Biz: Allah ve Rasûlü en bilendir, dedik. yine sükût etti. Hattâ biz, bu güne eski adından başka bir ad verecek sandık. Rasülullah: "Nahr günü değil midir?" buyurdu. Biz: Evet, nahr günüdür! dedik. tesbîtten sonra) Rasülullah şöyle buyurdu: "Şu hâlde iyi biliniz ki, bu ayınızda, bu beldenizde bu gününüzün haram olduğu gibi, birbirlerînize kanlarınız, mallarınız -râvî Muhammed: Zannederim şunu da buyurdu, demiştir:- namuslarınız da haramdır (Her türlü tecâvüzden masundur). Muhakkak ki, sizler Rabb'inize kavuşacaksınız. O zaman Rabb'iniz sizlere bütün işlerinizden soracaktır. insanlar!) Dikkat edin! Aklınızı başınıza toplayın da benden sonra birbirinizin boyunlarını vuracak sapıklar olarak (Câhiliyet devrindeki hâle) dönmeyiniz! insanlar!) Dikkat edin! Bu söylediklerimi burada hazır bulunanlar, burada bulunmayanlara tebliğ etsin! Olabilir ki kendisine tebliğ olunan bâzı kimse, burada bulunup işiten bir kısım insandan daha iyi anlayıp bellemiş olur!" Muhammed ibnu Sîrîn bunu zikrettiği zaman: Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) doğru söylemiştir, der idi. Bundan sonra Rasülullah iki kerre: "Dikkat edin! Tebliğ ettim mi?" buyurdu.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Vedâ Haccı Bâbı
4451-) Bize Sufyân es-Sevrî, Kays ibn Müslim'den; o da Târik ibn Şihâb (el-Becelî el-Ahmesî)'dan tahdîs etti(ki, o şöyle demiştir): Yahûdîler'den birtakım insanlar (Omer ibnu'l-Hattâb'a): Eğer şu âyet biz Yahudiler topluluğuna inmiş olaydı, biz onun indiği günü muhakkak bir bayram edinirdik, dediler. Omer: Hangi âyettir o? diye sordu. Yahudiler: "...Bu gün sizin dîninizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nîmetimi tamamladım ve size dîn olarak müslümânlığı(verip ondan) hoşnûd oldum..." (el-Mâide: 3) âyetidir, dediler. Bu cevâb üzerine Omer: Şübhesiz ki ben bu âyetin hangi yerde indiğini pek iyi bilmekteyim. Bu âyet, Rasûlüllah Arafat'ta vakfe yaparken indirilmiştir, dedi.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Vedâ Haccı Bâbı
4452-) Âişe (r.anha) şöyle demiştir: Bizler Rasûlüllah'ın beraberinde olarak (Veda Haccı'na Medîne'den) çıktık. Bizden kimimiz umre niyetiyle ihrâmlandı. Kimimiz hacca niyet ederek ihrâmlândı. Kimimiz de hacca ve umreye niyet ederek ihrâmlandı. Rasûlüllah da hacca niyet ederek ihrâmlanmıştı. Amma yalnız hacc için ihrama giren yahut hacc ile umreyi niyette birleştiren hacılara gelince, onlar kurbân bayramının ilk gününe kadar ihramdan çıkmadılar. Abdullah ibn Yûsuf tahdîs etti: Bize Mâlik, geçen senedle haber verdi. Burada "Biz Rasûlüllah'ın beraberinde Veda Haccı'-nda..." şeklinde söylemiştir. İsmâîl ibn Ebî Uveys tahdîs etti: Bize Mâlik, geçen hadîsin benzerini tahdîs etti.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Vedâ Haccı Bâbı
4453-)  Bize İbnu Şihâb, Âmir ibn Sa'd'dan tahdîs etti ki; babası Sa'd ibn Ebî Vakkaas (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Veda Haccı'nda ölmeye yüz tuttuğum bir hastalığımda Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) bana hasta ziyaretine geldi. Ben: Yâ Rasûlallah! Bendeki hastalık görmekte olduğun şu müzmin hadde ulaşmıştır. Ben mal sahibiyim. Bir tek kızımdan başka bana vâris olacak kimsem yoktur. Ben bu durumda malımın üçte ikisini sadaka yapayım mı? diye sordum. "Hayır, (bu kadarını sadaka yapma)" buyurdu. Ben: Yarısını sadaka yapayım mı? dedim. Rasûlüllah yine: "Hayır!" diye cevâb verdi. Ben: Üçte birini sadaka yapayım mı? dedim. Rasûlüllah: "Üçte bir (kâfidir). Üçte bir de (aşağısına nisbetle yahut sadaka yapmakta) çoktur. Çünkü ey Sa'd! Senin vârislerini zengin bırakman, insanlara el açacak derecede fakir bırakmandan daha hayırlıdır. Ey Sa'd! Allah rızâsı için harcayacağın her harcamaya karşılık muhakkak sana ecir verilecektir. Hattâ (yemek yerken) kadınının ağzının içine koyacağın lokmaya karşılık da sana ecir verilecektir" buyurdu. ben: Yâ Rasûlallah!(Siz Medine'ye dönerken) ben arkadaşlarımın ardında geride mi bırakılacağım? Dedim. Rasûlüllah: " (Hayır) sen asla geri bırakılmayacaksın. (Şayet burada kalır da) Allah rızâsını arayarak herhangi bir iş yaparsan, muhakkak o iş sebebiyle senin derecen ve yüksekliğin artacaktır. Öyle ümîd ediyorum ki, sen uzun yıllar hayâtta bırakılacaksın da senden birtakım topluluklar yararlanacak, diğer birtakımları da zarar göreceklerdir. Yâ Allah! Sahabîlerimin Mekke'den Medine'ye olan hicretlerini tamamla! Onları topukları üzerinde gerisin geriye (tekrar Câhiliyet hâline) döndürme!" diye duâ etti. ez-Zuhrî dedi ki:) Lâkin muhtâc ve çaresiz olan Sa'd ibnu Havle'dir. O, kendisinden hicret etmiş olduğu toprakta; Mekke'de öldüğünde, Rasûlüllah onun için üzülüp kederlenmiştir.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Vedâ Haccı Bâbı
4454-) Mûsâ ibn Ukbe, Nâfi'den; İbn Omer'in Nâfi'in içlerinde bulunduğu topluluğa: Rasûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) Veda Haccı'nda başını tıraş ettirdi, diye haber verdiğini tahdîs etmiştir.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Vedâ Haccı Bâbı
4455-) İbn Cureyc tahdîs edip dedi ki: Bana Mûsâ ibn Ukbe, Nâfi'den haber verdi. Ona da İbn Omer (radıyallahü anh): Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) Veda Haccı'nda başını tıraş ettirdi. Sahâbîlerinden birtakım insanlar da tıraş oldular. Bâzıları da saçlarını kısalttılar, diye haber vermiştir.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Vedâ Haccı Bâbı
4456-) Abdullah İbn Abbâs radıyallahü anhüma şöyle haber vermiştir: Kendisi Veda Haccı'nda Minâ'da bir eşek üzerinde yürüyerek karşıdan geldi. Rasûlüllah bu sırada Minâ'da dikilmiş, insanlara namaz kıldırıyordu. Eşek, safın birinin önünden yürüdü gitti. Sonra İbn Abbâs eşekten indi ve insanlarla beraber saf oldu.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Vedâ Haccı Bâbı
4457-) Urve ibnu'z-Zubeyr şöyle demiştir: Ben de yanında hazır iken Usâme'ye Peygamberin Veda Haccı'ndaki yürüyüşü soruldu. Usâme: Peygamber sür'atle yavaşlık arasında orta bir hâlde yürüdü. Geniş bir saha bulduğu zaman sür'atle hareket etti, diye cevâb verdi.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Vedâ Haccı Bâbı
4458-) Ebû Eyyûb Hâlid ifan Zeyd el-Ensârî(radıyallahü anh) Veda Haccı'nda Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber akşam ile yatsı namazlarını bir vakitte birleştirerek kıldığını haber vermiştir.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Vedâ Haccı Bâbı
4459-) Ebû Mûsâ el-Eş'arî(radıyallahü anh) şöyle demiştir: Arkadaşlarım olan Eş'arîler (Tebûk seferi hazırlığı sırasında) kendilerine binek ve yük hayvanı istemem için beni Rasûlüllah'a gönderdiler. Çünkü bunlar Tebûk gazasında Rasûlüllah ile beraber bu güçlük ordusu içinde bulunmak istiyorlardı. Bunun üzerine ben: Ey Allah'ın Peygamberi! Arkadaşlarım Eş'arîler, kendilerine binek ve yük hayvanı vermeniz için beni size gönderdiler! dedim. "Vallahi ben sizleri hiçbir hayvana bindirmem" buyurdu. o sırada Peygamber'i bilmediğim bir sebeble öfkeli bir hâlde bulduğum için, O'nun bu sözü üzerine beni reddetmesinden hüzünlü ve bana karşı gönlünde bir dargınlık bulunmasından endişeli olarak kederli bir hâlde geriye döndüm. Arkadaşlarımın yanına dönüp geldiğimde Peygamber'in söylediği sözü onlara haber verdim. Bunun üzerine çok beklemedim, ancak bir sâatçık kadar bir zaman geçmişti. Birden Bilâl’in: Ey Abdallah ibne Kays! diye nida etmekte olduğunu işittim. hemen ona cevâb verdim. Bilâl: Rasûlüllah seni çağırıyor, hemen icabet et! dedi. Rasûlüllah'ın huzuruna varınca, o sırada Sa'd ibn Ubâde'den satın aldığı altı deveyi bana göstererek: "Şu çifti al, şu çifti de al! Bunları arkadaşlarının yanına götür. Onlara: Allah -yahut da şöyle buyurdu- Rasûlüllah sizleri bu develer üzerine yükler, artık bunlara bininiz de!" buyurdu. de bu develerle arkadaşlarımın yanına gittim ve: Peygamber sizleri bu develer üzerine yüklüyor. Lâkin ben vallahi sizin birkaçınız benimle beraber Rasûlüllah'ın bundan önce söylediği sözü işiten bir kimsenin yanına gidinceye ve onun Rasûlüllah'ın öyle söylediğini açıklamasına kadar sizleri bırakmam. Ki sizler, Rasûlüllah'ın söylemediği bir sözü benim size söylemiş olduğumu sanmayasınız, dedim. da bana: Vallahi sen bizim yanımızda elbette doğru sözlü olarak kabul edilmişsindir. Bununla beraber yapmak istediğini de elbette yaparız, dediler. Ebû Mûsâ, Eş'arîler'den birkaç kişi ile gitti. Nihayet bunlar, Rasûlüllah'ın Eş'arîler'i önce deveden men' edip sonra onlara develer vermesine dâir sözlerini işitmiş olan kimselerin yanlarına vardılar. O kimseler de Ebû Musa'nın kendi hemşehrilerine söylediği gibi Peygamber'in sözlerini söylediler.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Gazvetul-usre Zorluk Gazvesi Olan Tebûk Gazvesi Bâbı
4460-) Bize Yahya ibn Saîd el-Kattân, Şu'be'den; o da el- Hakem ibn Uyeyne'den; o da Mus'ab ibn Sa'd'dan; o da babası Sa'd ibn Ebî Vakkaas(radıyallahü anh)'tan tahdîs etti(o, şöyle demiştir): Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Tebûk gazasına çıktı ve Alî'yi Medine'de vekîl bıraktı. Alî: Beni çocuklar ve kadınlar içinde vekîl mi bırakıyorsun? dedi. Rasûlüllah ona hitaben: “Bana nisbetle sen, Mûsâ 'ya nisbetle Hârûn menzilesinde olmana razı olmaz mısın? Şu kadar ki, benden sonraPeygamber yoktur" buyurdu. Ebû Dâvûd(Süleyman ibn Dâvûd et-Tayâlîsî) şöyle dedi: Bize Şu'be, el-Hakem'den; onun: Ben Musa'dan işittim, dediğini tahdîs etti.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Gazvetul-usre Zorluk Gazvesi Olan Tebûk Gazvesi Bâbı
4461-) İbn Cureyc haber verip şöyle demiştir: Ben Atâ ibn Ebî Rebâh'tan işittim; haber verip şöyle dedi: Bana Safvân ibnu Ya'lâ ibn Umeyye'den haber verdi ki, Ya'lâ ibn Umeyye (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Ben Peygamber'in beraberinde bu Usre (Zorluk) gazvesinde bulundum. dedi ki: Ya'lâ ibn Umeyye: Benim yanımda amellerimin en sağlamı işte bu Usre gazvesidir, der idi. dedi ki: Safvân şöyle dedi: Babam Ya'lâ şöyle dedi: Benim bir hizmetçim vardı. Yolda bu hizmetçi bir insanla döğüştü. İki kavgacıdan biri diğerinin elini ısırdı. burada: Yemîn olsun Safvân o ikisinden diğerini ısıranı bana haber verdi, fakat ben onu unuttum, demiştir. ki: Eli ısırılan kişi elini, ısıran kimsenin ağzından hızla çekti de ısıranın ön dişlerini söktü. Bunlar Peygamber'e geldiler ve şikâyet ettiler. Peygamber dişin diyetini düşürdü. dedi ki: Ben Safvân'ın şöyle dediğini zannediyorum: Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem): "Bu adam elini sen yiyesin diye senin ağzının içinde bırakır mı? Boğur devenin ağzının içindekileri çatır çatır yemesi gibi!" buyurdu.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Gazvetul-usre Zorluk Gazvesi Olan Tebûk Gazvesi Bâbı
4462-) Bize Yahya ibn Bukeyr tahdîs edip şöyle dedi: Bize el-Leys. Ukayl'den; o da İbn Şihâb'dan; o da Abdurrahmân ibnu Abdillah ibn Ka'b ibn Mâlik'ten tahdîs etti ki, Abdullah ibnu Ka'b ibn Mâlik, babası Ka'b ibn Mâlik kör olduğu zaman oğulları içinde kendisini yeden kimse idi. İşte bu Abdullah şöyle demiştir: Ben babam Ka'b ibn Mâlik'ten işittim, kendisi Tebûk gazvesinden geri kaldığı zamanki kıssasını tahdîs ediyordu. Ka'b şöyle dedi: Ben Tebûk gazasından başka, Rasûlüllah'ın yaptığı gazvelerin hiçbirisinden geri kalmadım. Gerçi ben Bedir gazvesinde geri kalmıştım, fakat Rasûlüllah Bedir gazvesine gitmeyip geri kalanlardan hiçbir kimseyi azarlamadı. Rasûlüllah Bedir seferine (cihâd maksadıyle değil, Şam'dan gelen) Kureyş kervanını kasdederek çıkmıştı. Nihayet Allah müslümânlarla düşmanlarını, bir karşılaşma va'di olmaksızın yolda birleştirdi. Halbuki ben, Akabe gecesi İslâm üzere bey'at ettiğimiz zaman Rasûlüllah ile beraber hazır bulunmuşumdur. Hâlâ benim için Bedir'de hazır bulunmak, Akabe'de hazır bulunmak derecesinde sevimli değildir. Her ne kadar Bedir gazvesi insanlar arasında Akabe bey'atından daha çok zikredilirse de. Tebûk seferinden geri kalışım haberine gelince, hakîkaten ben o gazveden geri kaldığım sıradaki kadar hiçbir zaman daha kuvvetli ve daha kolaylıklı olmamıştım. Vallahi Tebûk seferinden önce hiçbir vakit yanımda iki devem bir arada bulunmamıştı. O gazve sırasında ise iki devem vardı. Bir de Rasûlüllah'ın âdeti bir gazaya gitmek isteyince tevriyeli bir ifâde ile maksadının aksini anlatmaktı. (Bu suretle hareket edeceği günü gizlerdi.) Fakat Rasûlüllah bu Tebûk gazasında (maksadını gizlemedi), şiddetli sıcak bir mevsimde sefer etmişti. Uzak ve tehlikeli bir yolculukla ve çok kuvvetli bir düşmanla karşılaşacaktı. Bu sebeble Rasûlüllah gaza ihtiyâçlarını ona göre hazırlasınlar diye, müslümânlara maksadını açıkladı. Ve gitmek istediği yönü onlara haber verdi. Rasûlüllah ile beraber sefer eden müslümânlar da çoktu. Mücâhidlerin künyelerini muhafaza edici hiçbir kitâb, yani dîvân defteri almıyordu. devamla dedi ki: Hiçbir kimse de gizlenmek istemiyordu. Ancak Allah tarafından vahiy inmedikçe Rasûlüllah'a kapalı kalır(bilemez) sanan kimseler saklanmışlardı. Rasûlüllah bu gazaya meyvalar olgunlaştığı ve ağaç gölgeleri de hoş olup tam gölgelenilecek bir zamanda çıkıyordu. Rasûlüllah ile müslümânlar gaza hazırlığı ile meşgul oldular. Ben de onlarla beraber yola hazırlanmak için sabahleyin (evden çıkıp) dolaşırdım. Hiçbir iş görmeden (akşam üzeri) döner gelirdim. Ve kendi kendime: Hazırlanmaya kudretim, vaktim müsâiddir! derdim. ihmalcilik bende durmayıp devam etmişti. Nihayet herkes gerçekten hazırlandı. Ve bir sabahRasûlüllah ile müslümânlar sefere çıktılar. Halbuki ben sefer cihazından hiçbirşey hazırlamamıştım. Ve yine kendi kendime: O'nun ardından bir iki günde hazırlanır, sonra müslümânlara arkalarından katılırım! dedim. Medine'den ayrıldıktan sonra yine ben sabah vakti hazırlık için çıktım. Fakat bir iş göremeden geri döndüm. Sonra ertesi sabah çıktım, yine boş döndüm. Bu hâl bende böyle devam etti. Nihayet mücâhidler sür'atle yol aldılar. Gaza da(elimden) kaçtı. Bununla beraber ben yine gideyim de orduya yetişeyim diye azmetmiştim. Keski bunu olsun yapaydım. Fakat bu da bana takdir edilmedi, yani müyesser olmadı. gazaya gittikten sonra insanların içine çıktığım ve aralarında dolaştığım zaman, beni en çok üzen birşey vardı. O da insanlar arasında (îmânı yerinde, vücûdu sağlam) kimse görmemekliğim, ancak üzerinde münafıklık damgası vurulmuş kimselerden bir kişi yahut da zaîflerden olup da Allah'ın ma'ziretli kıldığı bir kimse görmekliğimdir. Tebûk'e varana kadar beni hiç anmamış. Tebûk'te sahâbîleri içinde otururken beni hatırlayarak: "Ka'b ne yaptı?" diye sormuş. oğulları'ndan birisi: Yâ Rasûlallah! Ka'b'ı kıymetli iki bürdesi ve kibirle iki tarafına bakması Medîne'de habsetti! diye cevâb vermiş. üzerine Muâz ibn Cebel, bunu söyleyen o kimseyi (yani Abdullah ibn Uneys'i): Ne fena söyledin! diye karşılamış. Ve Peygamber'e de: Vallahi yâ Rasûlallah, biz Ka'b ibn Mâlik hakkında hayırdan başka birşey bilmeyiz, demiş. üzerine Rasûlüllah sükût etmiş. ibn Mâlik devamla dedi ki: Rasûlüllah'ın Tebûk'ten Medine'ye yönelerek gelmekte olduğu haberi bana ulaşınca, bütün hüzün ve kederim beni sardı. Artık yalan düşünmeye başladım. Ve(kendi kendime): Yarın Rasûlüllah'ın öfkesinden ne ile(yani ne söylemekle) çıkar kurtulurum? diyordum. halkından re'y ve fikrinden istifâde edilen herkesten bu hususta yardım istiyordum. Bu sırada birden: Rasûlüllah'ın Medîne'ye gelmesi yaklaştı! denilince, artık benden böyle bâtıl ve yalan düşünceler gitti ve ben içinde yalan bulunan birşeyle asla bu kabahatten temize çıkamayacağımı anladım. Bunun için Rasûlüllah'a doğru söylemeye karar verdim. Rasûlüllah bir sabah Medîne'ye geldi. Rasûlüllah bir seferden geldiğinde ilk iş olarak mescide girmek ve orada iki rek'at namaz kılmak, sonra insanlar için(onlarla konuşmak için) oturmak âdetinde idi. Bu defa da o âdetini yerine getirip mescidde oturunca, Tebûk seferine gitmeyip Allah tarafından arkada bırakılanlar Rasûlüllah'a geldiler ve yemîn (ile özürlerini te'yîd) etmeye başladılar. Bunlar seksen küsur kişi idiler. Rasûlüllah bunların zahir hâllerine göre özürlerini kabul etti, onlarla bey'at etti ve onlar için mağfiret istedi. Bunların içyüzlerini ve hakikatlerini Allah'a havale eyledi. Bu sırada ben de huzura geldim. Kendisine selâm verince öfkelenmiş bir kimsenin gülümsemesi ile gülümsedi. Sonra bana: "Gel!" buyurdu. de yürüyüp yanına vardım ve tâ önüne oturdum. Bana: "Seni nasıl bir mâni' geri bıraktı? Sen (Akabe'de) arkana bey'at almış değil miydin?" buyurdu. de şöyle cevâb verdim: Evet, vallahi, yâ Rasûlallah! Sana yardım etmeye söz verdim. Vallahi Sen'den başka şu dünyâ halkından kimin yanında otursam (ona karşı söyleyeceğim) bir özürde muhakkak ben onun öfkesinden kurtulacağımı sanırım. Çünkü bana söz söyleme kuvveti ve fesahat verilmiştir. Lâkin ben vallahi şuna kanâat etmişimdir ki, şayet bugün ben Sizi benden hoşnûd edecek yalan bir söz söyleyecek olursam, çok sürmez muhakkak Allah(yalanımı bildirerek) Seni hakkımda öfkelendirir. huzurunda Seni hakkımda öfkelendirecek 'doğru söz söylersem, herhalde ben, bu hususta vâki olan kusurumu Allah'ın affetmesini umarım. Hayır, yâ Rasûlallah! Vallahi benim seferden geri kalışım hakkında arzedecek hiçbir özrüm yoktur. Vallahi ben, sizden geri kaldığım zamanki kadar hiçbir vakit daha kuvvetli ve daha kolaylıklı değildim. sözlerim üzerine Rasûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem): "Buna gelince, hakîkaten doğru söyledi. Ey Ka'b! Haydi kalk, Allah senin hakkında hükmedinceye kadar (bekle)" buyurdu. de kalktım.(Evime gelirken) Selime oğulları'ndan birtakım adamlar koşup geldiler ve benimle yürüyerek bana şöyle dediler: Vallahi biz seni bundan önce bir günâh işlemiş kimse bilmiyoruz. Şu kadar ki,(bu mes'elede) sen, seferden geri kalan öbür kimselerin özür beyân ettikleri gibi Rasûlüllah'a özür beyân edememiş olmandan dolayı çok âciz bir vaziyete düştün. Halbuki(özür beyân etseydin) Rasûlüllah'ın senin için mağfiret dilemesi, senin günâhına kâfî gelirdi! Selime oğulları bana serzeniş etmeye o kadar devam ettiler ki, hattâ ben eski fikrimden dönüp, kendimi yalanlamak istedim. Sonra onlara: Benimle beraber bu vaziyete düşen bir kimse var mıdır? diye sordum. Evet, iki kişi(Rasûlüllah'a) senin söylediğin gibi söylediler ve Rasûlüllah tarafından onlara da sana söylendiği gibi cevâb verildi! dediler. Onlar kimdir? dedim. Murâre ibnu'r-Rabî' el-Amrî ile Hilâl ibnu Umeyye el-Vâkıfı, dediler ve böylece bana Bedir gazvesinde hazır bulunan ve kendilerinde güzel bir imtisal örneği bulunan iki zâtı zikrettiler. iki zâtı bana söyledikleri zaman ben de tereddüdden vazgeçtim (ve doğrulukta kalmak fikrimde sebat ettim). kendisinden seferde geri kalanlar arasından işte şu üçümüzle konuşmaktan müslümânları nehyetti. İnsanlar da bizden çekindiler ve bize yüzlerini ekşittiler. Hattâ bana yeryüzü yabancılaştı; bu hakîkaten benim tanımakta olduğum toprak değildi. Bu hâl üzere elli gece kaldık. İki arkadaşım insanlardan çekildiler ve evlerinde oturup ağlamakla vakit geçirdiler. Fakat ben onların daha genci ve daha salâbetlisi idim. Bu sebeble ben evimden çıkar ve müslümânlarla beraber namazda hazır bulunurdum. Sokaklarda, çarşıda dolaşırdım. Halbuki hiçbir kimse bana söz söylemezdi. Namazdan sonra Rasûlüllah'ın meclisine varır ve kendisine selâm verirdim. Ve içimden: Acaba Rasûlüllah selâmıma karşılık vererek dudaklarını hareket ettirdi mi yahut ettirmedi mi? derdim. namazı Rasûlüllah'ın yakınında kılardım da gizlice O'nu gözetlerdim. Namazıma yöneldiğim sıra O bana doğru dönerdi. Fakat ben O'nun tarafına bakınca da yüzünü benden çevirirdi. insanların yüz çevirmelerinden de cefâsından ıztırâb çektiğim bu hâl uzayınca, birgün gittim. Tâ Ebû Katâde'nin bahçe duvarından aştım. Ebû Katâde amcamın oğlu ve insanlar arasında beni en çok seven bir kimse idi. Vardım ona, selâm verdim. Vallahi selâmımı almadı. Ben: Yâ Ebâ Katâde! Allah adına and vererek sana sorarım: Benim Allah'ı ve Rasûlü'nü sever bir kimse olduğumu bilir misin? Dedim. Sustu, cevâb vermedi. Ben tekrar and verip Allah aşkına sordum. Yine sustu. Ben üçüncü bir kerre daha Allah'a and verdim. Bu defa: Allah ve Rasûlü en bilendir! dedi. üzerine gözlerimden yaş boşandı. Döndüm, duvardan aştım. ibn Mâlik devamla dedi ki: Ben birgün Medine çarşısında gidiyordum. Medine'ye zahîre satmaya gelen Şâm ahâlîsi ekincilerinden bir ekinci: Ka'b ibn Mâlik'i bulmağa bana kim delâlet eder? diye soruyordu. ona beni göstermeye başladılar. Nihayet o Nebatî kişi bana geldi ve Gassân Meliki'nden bir mektûb verdi. Bakınca, "Amma ba'du"dan sonra bu mektûbda şöyle yazıldığını gördüm: ulaşan habere göre sahibin sana cefâ ve ezâ ediyormuş. Allah seni hakaaret görecek ve hakkın zayi' olacak bir mevki'de yaratmamıştır. Orada durma, bize gel! Sana sânına lâyık bir surette hürmet ve ihsanda bulunuruz!" ibn Mâlik dedi ki: Bu mektubu okuyunca: Bu da öbürüsü gibi bir belâdır! dedim. Hemen bu sahîfeyi ocağa attım ve yaktım. bu elemli elli geceden kırk gecesi geçtiğinde, birgün baktım ki, Rasûluîlah'ın gönderdiği bir zât (Huzeyme ibn Sabit) bana geliyor. Huzeyme gelip bana: Rasûlüllah sana kadınından ayrılmanı emrediyor! dedi. Ben de: Kadınımı boşayacak mıyım, yoksa ne yapacağım? dedim. Oda: Hayır, boşama, yalnız ondan ayrı bulun, kadına yaklaşma! dedi , o iki arkadaşıma da bunun gibi emir göndermişti. Bu emir üzerine kadınıma: Haydi, ehline(babanın ailesi yanına) git, Allah bu iş hakkında hükmedinceye kadar onların yanında bulun! dedim. dedi ki: Hilâl ibn Umeyye'nin karısı Rasûlüllah'a gelerek: Yâ Rasûlallah! Hilâl ibn Umeyye ihtiyardır, gücü kuvveti gitmiştir. Hizmetçisi de yoktur. Ona hizmet etmemi çirkin görür müsün? diye sormuş. "Hayır, çirkin görmem, fakat sana yaklaşmasın!'' buyurmuş. Kadın: Yâ Rasûlallah, onda hiçbir hareket yok. Vallahi bu olan iş olalıdan beri bugüne kadar hiç durmadan ağlıyor! demiştir. dedi ki: Bunun üzerine akrabamdan bâzı kimseler bana: Kadının hakkında sen de Rasûlüllah'tan İzin istesen. Nitekim Hilâl ibn Umeyye'nin karısına, kocasına hizmet etmek için izin verdi, dediler. de onlara: Vallahi ben bu hususta Rasûlüllah'tan izin istemem! İzin istesem bile Rasûlüllah ne diyecektir bilemem! Hem ben genç bir adamım! dedim. sonra on gün daha durdum. Nihayet Rasûlüllah'ın bizimle insanları görüşmekten men' ettiği târihten i'tibâren elli gecemiz dolmuştu. Ellinci gecenin sabahında sabah namazını kıldım ve evlerimizden birinin damı üzerinde bulunuyordum. Ben orada Allah'ın (et-Tevbe: 118'de) zikrettiği hâl üzere oturuyordum: Nefsim yalnızlık ve gamdan dolayı bana daralmış ve yeryüzü bütün genişliğine rağmen başıma dar gelmişti. İşte bu sırada Sel' Dağı üzerinde en yüksek sesiyle: Ey Ka'b ibn Mâlik, müjde! diye olanca kuvvetiyle bağıran birisinin sesini işittim. secdeye kapandım. Ve anladım ki (darlık gitmiş) genişlik ve ferah gelmiştir. Rasûlüllah sabah namazım kıldırdığı zaman Allah'ın bizim üzerimize tevbesini(pişmanlıklarımızın kabulünü) i'lân etmiş ve insanlar bize müjdelemeye koşmuşlardır. tarafına da birtakım müjdeciler gitmişlerdi. Bana da bir kişi(Zubeyr ibnu'l-Avvâm müjdelemek için) atını sürmüştü. Ve Eslem kabilesinden bir müjdeci (Hamza ibn Amr) de koşup Sel' Dağı'nın üstüne çıkmıştı. Bunun sesi attan sür'atli idi. sevindiren sesini işittiğim bu müjdecim bana geldiği zaman, üzerimdeki iki kat elbisemi hemen çıkarıp müjdelik olarak ona giydirdim. Vallahi o gün bunlardan başka elbiseye mâlik bulunmuyordum. (Ebû Katâde'den) eyreti iki kat elbise alıp giydim. Hemen Rasûlüllah'a gittim. Sahâbîler beni takım takım karşıladılar. Tevbemin kabulünü (günâhtan berâetimi) tebrik ediyorlar ve: Allah'ın tevbesi sana kutlu olsun! Diyorlardı. devamla dedi ki: Nihayet mescide girdim. Rasûlüllah oturmuş, insanlar etrafında çevrelenmişlerdi. Hemen Talha ibn Ubeydillah kalktı, koşarak geldi, elimi sıkıp tokalaştı ve beni tebrik etti. Vallahi Muhâcirler'den Talha'dan başka kimse bana ayağa kalkmadı. Talha'nın bu lûtfunu unutmam!. dedi ki: Rasûlüllah'a selâm verdiğim zaman, Rasûlüllah sevinçten yüzü şimşek gibi parlar bir hâlde: "Ananın seni doğurduğu zamandan beri üzerinden geçen günlerin en hayırlısı olan bir günün hayır ve saâdetiyle sevin!" buyurdu. Yâ Rasûlallah! Bu müjde Senin tarafından mı yoksa Allah tarafından mı? dedim. "Hayır (benim tarafımdan değil) doğrudan Allah katından " buyurdu. Rasûlüllah, Allah tarafından sevindirildiği zaman yüzü parlardı, hattâ yüzü ay parçasına benzerdi. Biz de sevinçli bir vahiy geldiğini O'nun bu sevimli yüzünden anlardık. Rasülullah'ın huzuruna oturduğum zaman: Yâ Rasûlallah! Allah ve Rasûlüllah için hâlis sadaka olmak üzere malımdan sıyrılıp çıkmam tevbemdendir, dedim. "Malının bir kısmını kendinde tut, bu senin için daha hayırlıdır" buyurdu. de: Şu Hayber'deki hissemi kendimde alıkoyuyorum, dedim. Bundan sonra ben Rasûlüllah'a şunları söyledim: Yâ Rasûlallah! Allah beni bu sıkıntıdan ancak doğruluk sebebiyle kurtardı. Ve yine tevbemdendir ki, artık ben bundan böyle yaşadığım müddetçe doğru olandan başka bir söz söylemeyeceğim! dedi ki: Vallahi ben bunu Rasûlüllah'a söylediğim zamandan beri müslümânlardan hiçbirisini, doğru söylemekte Allah'ın bana yaptığı imtihandan daha güzel bir imtihan yaptığını bilmiyorum(yani imtihan mukaabilinde daha güzel in'âm ve ihsan yaptığını bilmiyorum). Rasûlüllah'a o sözlerimi söylediğimden bu günüme kadar yalan söylemek hatırımdan geçmedi. Bundan sonra yaşadığım zaman içinde de Allah'ın beni yalandan koruyacağını kuvvetle ümîd etmekteyim. Yüce Allah, Rasûlü üzerine: "And olsun ki Allah, Peygamber'ini, içlerinden birtakımının gönülleri hemen hemen eğrilmek üzere iken güçlük zamanında O'na tâbi' olan Muhacirler'le Ensâr'ı da tevbeye muvaffak buyurdu ve sonra onların bu tevbelerini kabul eyledi. Çünkü o çok şefkat edici, çok merhamet eyleyicidir. Savaştan geri bırakılan üç kişinin tevbelerini de kabul etti. Çünkü yeryüzü bunca genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini sıktıkça sıkmıştı. Nihayet Allah'ın hışmından, yine Allah'tan başka sığınacak hiçbir yer olmadığını anladılar da bundan sonra Allah onları da eski hâllerine dönsünler diye tevbeye muvaffak buyurdu. Şübhesiz ki Allah, tevbeyi en çok kabul eden, hakkıyle merhamet eyleyendir. Ey îmân edenler, Allah Han korkun. Bir de doğru olanlarla beraber olun!" (et-Tevbe: 17-19) kavline kadar indirdi. Allah'ın bana ihsan buyurduğu ni'metler içinde, beni İslâm Dîni'ne hidâyetinden sonra nefsimde Rasûlüllah'a doğru söylemekten daha büyük hiçbir ni'met asla ihsan etmemiştir. Evet, büyük ni'met,Rasûlüllah'a yalan söyleyip de helak olmuş bulunmamak ni'metidir. Nitekim Rasûlüllah'a yalan söyleyenler helak oldular. Çünkü Allah şu yalan söyleyenler hakkında vahyini indirdiği zaman, herhangibir kimse için söylediğinin en ağırını söyledi. Çok mübarek ve çok yüce Allah şöyle buyurdu: yanına döndüğünüz zaman, kendilerinden vazgeçmeniz için Allah 'a yemin edecekler. O hâlde onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar murdardırlar. İrtikâb edegeldiklerinin cezası olarak varacakları yer de cehennemdir onların. Kendilerinden hoşnûd olmanız için size yemîn edecekler, fakat eğer siz onlardan razı olursanız, şübhesiz Allah o fâsıklar güruhundan razı olmaz"(et-Tevbe: 95-96). dedi ki: Biz şu üçümüz hani -bizden önce Rasûlüllah'ı ikna için yemîn ettikleri vakit Rasûlüllah'ın yeminlerini kabul edip onlara bey'at ve istiğfar ettiği şu birtakım kimselerin affından (elli gece)- arkaya kalmıştık. Rasûlüllah bizim vaziyetimizi tâ Allah'ın hakkımızda vereceği hüküm ve kazaya kadar geri bırakmıştı. İşte bu geri bırakma sebebiyle Allah: “Hani şu tevbeleri Allah 'ın hükmüne kadar geri bırakılan üç kişiye..."(et-Tevbe: 119) buyurmuştur. Yoksa Allah'ın bu âyette zikrettiği yemîn etme ve geri bırakılma, bizim gazveden geri kaldığımızdan değildir. Bu ancak Rasülullah'ın bizim üçümüzü ve bizim tevbemizi,Rasûlüllah'a yemîn ve özür beyân edip de özürleri kabul olunanların tevbelerinden geri bırakmasıdır.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Kab İbn Mâlik Hadîsi İle Azîz Ve Celîl Olan Allahın: “ Savaştan Geri Bırakılan Üç Kişinin Tevbelerini De Kabul Etti Et-tevbe: Kavli Hakkında Bâb
4463-)  Abdullah ibn Omer(radıyallahü anh) şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) -Tebûk gazvesine giderken- Semûd kavminin yurdu olan el-Hıcr'e uğradı da: "Kâfirlikle kendilerine zulmetmiş (ve Allah'ın gazabına uğramış) bulunan kimselerin meskenlerine girmeyiniz. Çünkü onlara isabet eden azabın size de isabet etmesinden korkulur. Onların yurtlarına ancak ağlayıcılar olarak girebilirsiniz" buyurdu. sonra Peygamber başını örttü de o vâdîyi geçinceye kadar yürüyüşü çabuklaştırdı.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Sellemin Semûd Kavminin Yurdu Olan El-hıcr Vadisine İnmesi Bâbı
4464-) Abdullah ibn Omer (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Rasûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) Hıcr sâhiblerinin yakınında -yahut Hicr sâhibleri hakkında-: "Şu, azâba uğratılmış olanların yurduna, onlara isabet eden azâbın benzeri size isabet etmemesi için, ağlayıcılar tavrı takınmış olmanız dışında, girmeyiniz!" buyurdu.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Sellemin Semûd Kavminin Yurdu Olan El-hıcr Vadisine İnmesi Bâbı
4465-) el-Mugîre ibnu Şu'be (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hâcetinin birini yerine getirmek için gitti. Geldiğinde ben kalkıp O'nun eline su döküyordum. Mugîre'den rivayet eden oğlu Urve: Babamın muhakkak Tebûk seferinde dediğini bilmekteyim, demiştir. Peygamber yüzünü yıkadı ve iki kollarını yıkamağa davrandı. Fakat giydiği cübbenin yeni dar olduğu için kolunu sıvayamadı da, kollarını cübbenin alt tarafından çıkardı da öyle yıkadı. Bundan sonra ayakkabıları üzerine meshetti.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Bâb
4466-) Ebû Humeyd es-Sâidî (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Bizler Peygamber'in beraberinde Tebûk gazvesinden döndük. Nihayet Medine'yi yukarıdan gördüğümüz zaman, Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem): "İşte Tâbe, şu da Uhud'dur. Uhud, bizi seven, bizim de kendisini sevdiğimiz bir dağdır!" buyurdu.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Bâb
4467-) Bize Humeyd et-Tavîl, Enes ibn MâIik (radıyallahü anh)'ten(şöyle dediğini) haber verdi: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Tebûk gazvesinden dönüp de Medine'ye yaklaştığımızda: "Medine'de öyle topluluklar vardır ki, sizin yürüdüğünüz herbir yerde; sizin geçtiğiniz herbir vâdîde muhakkak onlar da sizin beraberinizde olmuşlardır" buyurdu. Yâ Rasûlallah! Onlar Medîne'de (oturmuşlar)dır! dediler. Rasûlüllah: "Evet, onlar Medine'de kaldılar. Fakat onları Medine'de özür habsetti" buyurdu.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Bâb
4468-) İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Ubeydullah ibnu Abdillah haber verdi, ona da İbn Abbâs(radıyallahü anhüma)şöyle haber vermiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Kisrâ'ya mektubunu Abdullah ibn Huzâfe es-Sehmî ile gönderdi ve Abdullah ibnu Huzâfe'ye mektubu götürüp Bahreyn'in büyüğüne -ki Kisrâ'nın Bahreyn Emîri'dir- vermesini emretti. İbnu Huzâfe de Bahreyn Emîri Munzir'e mektubu verdi. O da götürüp Kisrâ'ya verdi. Kisrâ mektubu okuyunca yırtıp parçaladı. Şihâb dedi ki: Ben Saîd ibnu'l-Müseyyeb'in şöyle dediğini zannediyorum: Bu haber kendisine ulaşınca Rasûlüllah (Kisrâ ile kavmine): "Parça parça olsunlar!" diye beduâ etti.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Sellemin Kisrâ İle Kaysere Gönderdiği Mektûb Bâbı
4469-) Bize Avf el-A'râbî, el-Hasen el-Basrî'den tahdîs etti ki, Ebû Bekre (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Cemel Vak'ası günlerinde cemel sâhiblerine katılarak, onlarla birlikte (Alî'ye karşı) harb etmeye başladıktan sonra, vaktiyle Rasûlüllah'tan işittiğim bir söz ile Allah bana hayır ve menfâat ihsan buyurdu (da bu cemel sâhiblerine katılmadım). Bekre dedi ki: Fars halkının Kisrâ Pervîz'in kızını kendilerine melik seçtikleri haberi Rasülullah'a ulaşınca: "Devlet başkanlığı işlerini bir kadının eline veren millet felah bulmaz!" buyurdu.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Sellemin Kisrâ İle Kaysere Gönderdiği Mektûb Bâbı
4470-) Ben ez-Zuhrî'den işittim, o da es-Sâib ibn Yezîd'den: es-Sâib ibn Yezîd (radıyallahü anh): Ben Rasûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem)'ı karşılamak üzere çocuklarla beraber Seniyyetu'l-Vedâ'ya (Veda Tepesi'ne) çıktığımı hatırlıyorum, diyordu. hadîste Sufyân, bir kerresinde "Gılmân", bir kerresinde "Sıbyân" demiştir.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Sellemin Kisrâ İle Kaysere Gönderdiği Mektûb Bâbı
4471-) Bize Sufyân, ez-Zuhrî'den; o da es-Sâib(radıyallahü anh)'den tahdîs etti ki, o: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i Tebûk gazvesinden döndüğü zaman kendisini karşılamak üzere çocuklarla beraber Seniyyetu'l-Vedâ'ya çıktığımı hatırlıyorum, demiştir.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Sellemin Kisrâ İle Kaysere Gönderdiği Mektûb Bâbı
4472-) Ve Yûnus ibn Yezîd el-Eylî, ez-Zuhrî’den söyledi ki, Urve şöyle demiştir: Âişe (r. anha) şöyle dedi: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat ettiği hastalığı içinde: "Yâ Âişe! Ben Hayber'de yediğim o zehirli yemeğin elemini devamlı hissedip durdum. İşte bu anlar o zehirden dolayı kalb damarımın kesilmesini hissettiğim zamandır" der idi.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Sellemin Hastalığı Ve Ölümü İle Yüce Allahın Şu Kavli Bâbı:
4474-) İbn Abbâs radıyallahü anhüma şöyle demiştir: Omer ibnu'l-Hattâb (radıyallahü anh) ben İbn Abbâs'ı kendi meclisine alır, kendisine yakın oturturdu. Abdurrahmân ibn Avf, Omer'e: (Bu genci ne için bizimle beraber meclisine alıyorsun?) Bunun yaşında bizim oğullarımız var? dedi. de: Şübhesiz ki o, sizin bilmekte olduğunuz bir cihetten dolayı bu mevki ve rütbededir, dedi. Omer, İbn Abbâs'a: "İzâ câe nasru'llâhi ve'l-fethu" âyetinden sordu. İbn Abbâs: O, Rasülullah'ın ecelidir. Allah, Peygamber'ine ecelini bildirdi, dedi. de: Benim bildiğim de senin bilmekte olduğun şeyden ibarettir, dedi.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Sellemin Hastalığı Ve Ölümü İle Yüce Allahın Şu Kavli Bâbı:
4475-) İbn Abbâs radıyallahü anhüma şöyle demiştir: Hani o perşembe günü, o perşembe günü ne acı gündü! O gün Rasûlüllah'ın ağrısı artmıştı da: "Haydin bana yazacak birşey getirin, size bir kitâb yazayım da, ondan sonra yolunuzu hiç şaşırmayasınız!" buyurdu. üzerine orada bulunanlar ihtilâf ettiler. Halbuki hiçbir peygamberin yanında ihtilâf yakışmazdı. Bâzı kimseler: Peygamber'in hâli nedir? (Hastalığından dolayı) sayıkladı mı? Kendisinden bu yazı yazmak isteğini iyice sorup anlayın, dediler. üzerine söylediği yazı malzemesi isteğini iyice tesbît etmek maksadıyle, o sözünü tekrar ettirmeye giriştiler. Bu sefer Peygamber: "Beni (kendi hâlime) bırakınız! Benim şu içinde bulunduğum hâl, sizin beni da'vet ettiğiniz (yazma gibi) şeylerden daha hayırlıdır" buyurdu. Rasûlüllah onlara üç şey vasiyet etti: "Bütün müşrikleri Arab yarımadasından çıkarınız! Elçilere, hey'etlere benim izin verip hediyeler ikram etmekte olduğum gibi, siz de gelmelerine izin verip hediyeler ikram etmek suretiyle hürmet gösteriniz" buyurdu. Abbâs üçüncü vasiyetten sükût etti, yahut: Ben üçüncüsünü unuttum, dedi.

Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitabu'l-megâzî
Konu: Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Sellemin Hastalığı Ve Ölümü İle Yüce Allahın Şu Kavli Bâbı: