Sahîh-i Buhârî Hadis Kitabı
2759-)
Abdullah ibn Omer (radıyallahü anh): Rasûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem), Hayber arazisini, orada çalışmaları ve ekincilik yapmaları ve araziden çıkacak mahsûlün yarısı onların olması şartı üzere, Hayber Yahûdîleri'ne verdi, demiştir.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'ş-şurüt
Konu: Her Çeşit Akid Muamelelerindeki Şartlar In Hükümlerini Beyân Bâbı
2760-)
Ukbe ibnu Âmir (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):"Yerine getirmeniz gereken şartların en haklısı, kendisi ile ferçleri helâl kılmak istediğiniz şarttır" buyurdu.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'ş-şurüt
Konu: Nikâh Düğümünü Bağlama Sırasında Tayîn Edilen Mehr Hakkındaki Şartların Hükmünü Beyân Bâbı
2761-)
Ben Râfi' ibn Hadîc (radıyallahü anh)'den işittim; o da şöyle diyordu: Biz tarla(ve arazî) yönünden Ensâr'ın en çok mallısı idik. Biz arazîleri (kısımlara ayırıp) kiraya verirdik. Bazen bu arazî parçası mahsûl çıkarırdı da, şu arazî parçası mahsûl çıkarmazdı. (Bazen ortağın, bazen arazî sahibinin zararı olurdu.) İşte bunun için bizler bu nevi' ekicilik anlaşmasından nehyolunduk, fakat gümüş para ile kiraya vermekten nehyolunmadık.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'ş-şurüt
Konu: Ekicilik Akdindeki Şartlar Bâbı
2762-)
Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den (şöyle demiştir):Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Şehirli, köylünün malını onun adına satmaz. (Başkalarını kandırmak için yalandan) -fiyat kızıştırması yapmayınız. Hiçbir kimse (dîn ve toprak) kardeşinin alış-verişi üzerine artırma yapmasın. Ve yine hiç kimse kardeşinin istemekte olduğu kadını istemeye kalkmasın. Hiçbir kadın da kendi (dîn ve toprak) kardeşi olan diğer bir kadının çanağının altını üstüne getirmek için onu boşaltmayı istemesin” buyurdu
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'ş-şurüt
Konu: Nikâh Akdinde Caiz Olmayan Şartlar Bâbı
2763-)
Ebû Hureyre ile Zeyd ibn Hâlid(radıyallahü anh) her ikisi şöyle demişlerdir: Bedevî Arablar'dan bir adam (hasmı ile birlikte)Rasûlüllah'a geldi de: Yâ Rasûlallah! Sana Allah'ın adiyle yemîn eder ve benim için yalnız Allah'ın Kitabı ile hükmetmeni dilerim, dedi. Öbür hasım ise daha anlayışlı ve edebli idi. O da: Evet yâ Rasûlallah, aramızda Allah'ın Kitabı ile hükmet ve (söz söylemek üzere) bana izin ver, dedi. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Söyle!" buyurdu. ikinci hasım söze başladı: Benim oğlum bu bedevinin yanında ücretli bir işçi idi. Bu adamın karısıyla zina etmiş. Bana, oğlum üzerine taşlama cezası lâzım geldiği haber verildi. Ben de bu adama yüz koyun ve bir de câriye fidye verip, oğlumu bu cezadan kurtardım. Sonra ben bunu ilim sahibi olanlara sordum. Onlar da bana:(Henüz bekâr olan) oğluma ancak yüz değnek vurma ile bir sene gurbete gönderme cezası düştüğünü; bunun karısına da taşlama cezası lâzım geldiğini haber verdiler; ( Sen nasıl hükmedersin)? dedi. üzerine Rasûlüllah: "Nefsim elinde olan Allah'a yemîn ederim ki, ben, aranızda elbette Allah'ın Kitabı ile hükmedeceğim: Câriye ile koyunlar sana geri verilir; oğluna da yüz değnek vurulup bir sene sürgün edilir" buyurdu. sahâbîlerden) Uneys'e de: "Yâ Uneys! Sen kuşluk vaktinde bu adamın karısına git. Eğer suçunu i'tirâf ederse, ona taşlama cezası uygula!" buyurdu. Uneys, kadına gitti. Kadın da suçunu i'tirâf etti. Rasûlüllah kadının taşlanmasını emretti, kadın taşlandı, dedi.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'ş-şurüt
Konu: Dînî Cezalarda Helâl Olmayacak Şartlar Bâbı
2764-)
Eymen şöyle demiştir: Ben Âişe(r.anha)'nin yanına girdim. O şöyle dedi:Berîre, hürriyeti satın alma yazışmasına bağlanmış köle bir kadın hâlinde iken benim yanıma girdi de: Ey Mü'minlerin Anası! Sen beni sahiblerimden satın al da, beni hürriyetime kavuştur. Çünkü sahihlerim beni satıyorlar, dedi. Âişe dedi ki:(Ben ona): Evet (ben seni satın alır ve sana hürriyet veririm, dedim). Berîre: Sahiblerim mîrâsa sebeb olan velâ hakkımın kendilerine âid olması şartını koyuyor ve bu şart kabul olmadıkça beni satmıyorlar, dedi. dedi ki: Ben Berîre'ye: Benim için senin hakkında hiçbir ihtiyâç yoktur, dedim. konuşmamızı Peygamber işitti, yahut bu konuşmamız Peygamber'e ulaştı da, O: "Berîre'nin işi nedir?" buyurdu. kendisine Berîre'nin durumunu anlattım. Bunun üzerinePeygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bana: "Sen Berîre'yi satın al da onu hürriyetine kavuştur. Onlar istedikleri şartı koysunlar" buyurdu. dedi ki: Bu emir üzerine ben Berîre'yi satın aldım ve ona hürriyetini verdim. Sâhibleri de onun velâsının kendilerine âid olmasını şart kıldılar. aleyhi ve sellem): "Velâ, hürriyeti verene âiddir. İsterlerse yüz tane şart koşsunlar"buyurdu .
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'ş-şurüt
Konu: Kendisinin Hürriyete Kavuşturulması İçin Satın Alınmaya Razı Olduğu Zaman, Hürriyetini Satın Alma Yazışmasına Bağlanmış Olan Kölenin Şartlarından Caiz Olacak Şeyler Bâbı
2765-)
Bize Muhammed ibn Ar'ara tahdîs edip şöyle dedi: Bize Şu'be, Adiyy ibn Sâbit'ten; o da Ebû Hâzım'dan; o da Ebû Hureyre'den tahdîs etti. Ebû Hureyre (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Rasûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) beldeye mal getiren süvarileri karşılamaktan; şehirde oturan muhacirin, bedevi adına bedevinin malını alıp satmaktan; kadının nikâh sırasında beşer kardeşi olan diğer bir kadını boşamayı şart kılmasından; kişinin beşer kardeşi olan diğer birisinin pazarlık etmesi aleyhine pazarlığa girişmesinden nehyetti. Ve yine Rasûlüllah, başkalarını aldatmak için yalandan pazarlık sırasında fiyat artırmaktan; keza alıcıları aldatmak için hayvanı sağmadan sütünü memede biriktirmekten de nehyetti. hadîsi Şu'be yolundan Peygamber'e yükseltmeyi açıkça söylemekte Muâz ibn Muâz ile Abdussamed, Muhammed ibn Ar'ara'ya mutâbaat etmişlerdir. Gunder ile Abdurrahmân "Nehyolundu" demişlerdir. Âdem ibn Ebî Iyâs ise "Biz nehyolunduk" demiştir, en-Nadr ile Haccâc ibnu Minhâl ise "Nehyetti" diye söylemişlerdir.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'ş-şurüt
Konu: Boşama Hususundaki Şartlar Bâbı
2766-)
İbn Cureyc şöyle dedi: Bana Ya'lâ ibnu Müslim ile Amr ibnu Dînâr, Saîd ibn Cubeyr'den haber verdi. Bu iki râvîden herbiri arkadaşının rivayeti üzerine artırma yapmaktadırlar. Bu iki râvîden başkaları şöyle haber verdi: İbnu Cureyc şöyle demiştir: Ben bu ikinin başkasından işittim; o da Saîd ibn Cureyc'den tahdîs ediyordu ki, Saîd ibn Cubeyr şöyle demiştir: Bizler muhakkak İbn Abbâs'ın yanında bulunduk; o şöyle dedi: Bana Ubeyy ibn Ka'b tahdîs edip şöyle dedi: Rasûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah'ın Rasûlü olan Mûsâ, (İmrân oğlu Musa'dır; Kelîmullah'tır; başka bir Mûsâ değildir)" buyurdu da Mûsâ ile Hızır kıssası hakkındaki hadîsi zikretti. Bu hadîste Hızır, Mûsâ'ya: "Sen beraberimde asla sabredemezsin demedim mi, dedi" Gerçekten bu birinci soru Mûsâ tarafından bir unutma eseri olmuştu. Orta soru ise söz ile bir şart olmuştu. Üçüncü soru ise kasden olmuştu. Birinciye şu kavliyle işaret etti: "Unuttuğum şeyden dolayı beni muaheze etme, şu arkadaşlığımızda bana güçlük çıkarma, dedi". bir şart olan orta soruya şu sözle işaret etti: "Yine gittiler. Nihayet bir oğlan çocuğuna rast geldikleri zaman o hemen bunu öldürdü... Mûsâ; Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam, benimle arkadaşlık etme, dedi". soruya da sununla işaret etti; "Yine gittiler.... Derken yıkılmak isteyen bir duvar buldular. O bunu derhâl doğrultuverdi...". İbn Abbâs: "Gemiye gelince, o denizde iş yapan yoksullarındı. Onun için ben onu kusurlu yapmak istedim ki, arkalarında her sağlam gemiyi zorla almakta olan bir hükümdar vardı"(el-Kehf: 79) âyetindeki "Verâehum = Arkalarında)" sözünü "Emâmehum melikun = Önlerinde bir melik vardı" şeklinde okumuştur.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'ş-şurüt
Konu: Şâhid Dikmeden Ve Yazıya Da Geçirmeden İnsanlarla Sâdece Söz İle Yapılan Şartlar Bâbı
2767-)
Âişe (r.anha) şöyle demiştir: Berîre bana geldi de: Ben sâhiblerim ile her bir yılda bir ûkıyye ödemek üzere dokuz ûkıyyeye kendi hürriyetimi satın alma yazışması yaptım. Bunun için bana yardım et, dedi. Eğer sahiplerin arzu ederlerse şöyle yaparım: Ben bu bedeli onlara peşin olarak sayarım, velâ'n da bana âid olur, dedi. üzerine Berîre sâhiblerine gitti ve Âişe'nin dediği teklifi onlara söyledi. Onlar velânın Âişe'ye âid olmasını kabul etmediler. Berîre onların yanından Âişe'ye geldi. Bu sırada Rasûlüllah, Âişe'nin yanında oturuyordu. Berîre: Ben sahiplerime senin teklifini arz ettim. Onlar, velânın kendilerine âid olması şartında dayattılar, dedi. Peygamber de bunu işitti. Âişe de bunu Peygamber'e haber verdi. Bunun üzerine Peygamber, Âişe'ye: "Sen Berîre'yi (satın) al! Velâyı da onlara şart kıl. Çünkü velâ ancak hürriyet verenindir" buyurdu. bu satın alma ve âzâd etme işlerini yaptı. Sonra Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) (mescidde) insanlar içinde ayağa kalktı. Allah'a hamd etti ve lâyık olduğu sıfatlarla övdü. Bundan sonra şu hutbeyi yaptı: "Bir takım insanların hâli nedir ki, onlar Allah'ın Kitâbı'nda bulunmayan birçok şartları şart kılıyorlar? Allah'ın Kitabı'nda bulunmayan herhangi bir şart bâtıldır; hükümsüzdür. İsterse yüz kerre şart edilmiş olsun (onun hükmü yoktur). Allah'ın hükmü en haklıdır; Allah'ın şartı en sağlamdır. Velâ ancak hürriyet verenindir!" buyurdu.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'ş-şurüt
Konu: Velâ Hakkındaki Şartlar In Hükmünü Beyân Bâbı
2768-)
İbn Omer (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Hayber ahâlîsi Abdullah ibn Omer'in bir organını kırdıkları zaman bir hutbe yaparak şöyle dedi: Şüphesiz Rasûlüllah, Hayber Yahudileri'ne, fetihten önce kendilerinin olan malları mülkleri üzerinde ortaklık muamelesi yapmış ve: "Sizleri bu arazîler üzerinde Allah'ın sizleri burada bıraktığı müddetçe bırakıyoruz" buyurmuştur. Abdullah ibn Omer, Hayber'deki malına çıkıp gitmişti. Geceleyin kendisine zulmedildi de, iki eli ve iki ayağı burkuldu. Bizim o Hayber arazîsinde Yahûdîler'den başka düşmanımız yoktur. Onlar bizim düşmanlarımızdır. Biz bu suçla onları ittihâm ediyoruz. Ve ben onları Hayber'den sürüp çıkarmayı düşündüm, dedi. onları çıkarmaya karar verince, kendisine Yahûdî başkanlarından Ebû Hukayk oğulları'ndan biri geldi de: Ey Mü'minlerin Emîri! Muhammed bizleri burada bırakmış, mallar üzerine bizimle ortaklık anlaşması yapmış ve bizleri vatanımızda bırakmayı şart kılmış iken, sen bizleri çıkarıyor musun? dedi. Omer de: Sen benim, Rasûlüllah'ın sana söylediği şu sözü unuttuğumu mu sandın: "Hayber'den çıkarıldığın zaman uzun bacaklı, yürüyüşe sabırlı dişi deven seni geceden geceye akıtıp götürürken, senin hâlin nice olur!" buyurmuştu, dedi. Yahûdî, Omer'e: Bu söz Ebû'l-Kaasım'dan bir şakacık idi, dedi. Omer: Yalan söyledin ey Allah'ın düşmanı! Dedi ve onları Hayber'den sürüp çıkardı ve onlara mahsûlden olan haklarının kıymetini mal olarak, deve olarak, deve semerleri, ipler ve daha başka şeylerden metâ'lar olarak kendilerine verdi.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'ş-şurüt
Konu: Bâb: Arazî Sahibinin Ekicilik Anlaşmasında İstediğim Zaman Seni Çıkarırım Şartını Koyması
2769-)
Bu hadîsi Hammâd ibn Seleme, Ubeydullah'tan; sanıyorum ki o da Nâfi'den; o da İbn Omer'den;; o da Omer'den; o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den rivayet etti ve hadîsi Hammâd kısalttı.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'ş-şurüt
Konu: Bâb: Arazî Sahibinin Ekicilik Anlaşmasında İstediğim Zaman Seni Çıkarırım Şartını Koyması
2770-)
Bize Ma'mer ibn Râşid haber verip şöyle dedi: Bana ez-Zuhrî haber verip şöyle dedi: Bana Urvetu'bnu'z-Zubeyr, el-Mısver ibn Mahrame ile Mervân ibnu'l-Hakem'den haber verdi. Bu iki râvîden her biri arkadaşının hadîsini doğrulayarak şöyle demişlerdir aleyhi ve sellem), Hudeybiye zamanında(Medine'den yola) çıktı. Yolun bir kısmına vardıklarında Peygamber, sahâbîlerine: "Hâlid ibnu'l-Velîd bir takım Kureyş süvarisi ile öncü ve gözcü olarak Ganîm mevkiindedir. Şimdi siz yolun sağ tarafını tutunuz!" buyurdu. Hâlid, Peygamber ile beraberindekilerin hareketini sezemedi. Nihayet Hâlid, Peygamber ordusunun kaldırdığı kara tozu gördü de, hayvanını ayağı ile vurup koşturarak (Peygamber'in geldiğini) Kureyş'e bildirmek üzere sür'atle gitti. Peygamber de (sahâbîleriyle) yürüdü. Nihayet Seniyye mevkiine gelmişti ki, oradan Kureyş (karargâhı) üzerine inilirdi. Peygamber'in binek devesi burada çöktü. İnsanlar: Kalk yürü, kalk yürü! diye azarlama yaptılar. Fakat deve çökmekte ısrar etti. Bu sefer insanlar: Kasvâ çöküp kaldı! Kasvâ çöküp kaldı! dediler. Bunun üzerine Peygamber: "Kasvâ çöküp kalmaz; onun çökme huyu da yoktur. Fakat vaktiyle fîli (Mekke'ye girmekten) men' eden Allah, şimdi Kasvâ'yı men' etti" buyurdu. sonra Rasûlüllah: "Hayâtım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Kureyş, Allah'ın (Harem içinde) muhterem kıldığı şeyleri ta'zîm kasdederek benden ne kadar müşkil istekte bulunursa, ben onu muhakkak onlara vereceğim" buyurdu. Kasvâ'yı sürdü. Hayvan hemen sıçrayıp kalktı. Râvî dedi ki: Bu defa Rasûlüllah, Kureyş tarafından saptı da, nihayet suyu az olan "Semed' kuyusu yolu üzerindeki Hudeybiye mevkiinin en sonuna indi. Bu az suyu, insanlar birer parça alıyor ve insanların orada eğlenip ikaamet etmeleri için su bırakmıyor da kuyunun suyunu kamilen çekiyorlardı. Şimdi Rasûlüllah'a susuzluktan şikâyet edildi. Bunun üzerine Rasûlüllah ok mahfazasından bir ok çıkardı. Sonra onlara bu oku Semed kuyusuna koymalarını emretti. Vallahi o anda kuyunun suyu coşmağa başladı. Suyun bu fışkırması Rasûlüllah'ın sahâbîleri oradan dönünceye kadar, onları suya kandırmak için devam etti. ile sahâbîleri bu hâlde iken, Budeyl ibn Verkaa el-Huzâî, kendi kabilesi olan Huzaa'dan birkaç kişi ile çıkageldi. (Mekke ve havalisindeki) Tihâme kabileleri arasında Huzaalılar, öteden beri Rasûlüllah'ın sırdaşı idiler.(Müslim olsun, müşrik bulunsun bütün Huzaalılar, Mekke'de olup biten her şeyi Rasûlüllah'tan saklamazlar, gizlice bildirirlerdi -ibn İshâk-.) Budeyl gelince, Peygamber'e: (Haberiniz olsun! Kureyş'in) Ka'b ibn Luey ile Âmir ibn Luey kabileleri Hudeybiye sularının en zengin kaynaklarına kondular. Sütlü ve yavrulu develeri (kadınları ve çocukları) da yanlarında bulunuyor. Şimdi ben onları bu hâlde bıraktım, geliyorum. Bunlar muhakkak size karşı harb edecekler, dedi. şöyle buyurdu: “Fakat biz hiçbir kimse ile harb etmek için gelmedik. Biz yalnız umre yapmak niyetiyle geldik. Bununla beraber harb, Kureyş'in maddî ma'nevî kuvvetlerini zayıflatmış ve onları zarara uğratmıştır. Eğer Kureyş arzu ederse, ben onlarla aramızda barış için bir müddet ta'yîn ederim. Onlar da benimle diğer müşriklerin arasını serbest bıraksınlar. Eğer ben Arablar'a gâlib olursam, Kureyş müşrikleri de insanların girdiği bu itaat yoluna girmek isterlerse (kendi arzûlarıyle)girebilirler. Şayet ben (müşriklerin sandıkları gibi)Arablar'a gâlib gelmezsem, bu ihtimâle göre de müşrikler (benimle harb etmek zahmetinden kurtulup) rahata ererler. Mekkeliler böyle bir mütârekeyi kabul etmez ve diğer Arablar'la beni kendi hâlimize bırakmayıp, müdâhale etmek isterlerse, hayâtım elinde olan Allah'a yemîn ederim ki, şu müdâfaa ettiğim müslümânlık uğrunda başım vücûdumdan ayrılıncaya kadar Mekkeliler'e karşı cihâd edeceğim, bu muhakkaktır. Şu kesindir ki,(o zaman) Allah, Kur'ân'daki nusrat va'dini yerine getirecektir". üzerine Budeyl, Rasûlüllah'a: Şimdi ben senin bu söylediklerini muhakkak Kureyş'e tebliğ edeceğim, dedi. râvînin beyânına göre, gidip Kureyş karargâhına vardı. Ve: Şimdi ben yanınıza şu adamın yanından geliyorum. Onu şöyle bir söz söylerken işittik; eğer sizler bizim o sözleri sizlere arz etmemizi isterseniz arz ederiz, dedi. Kureyş'in beyinsizleri: Senin bize ondan birşey haber vermene ihtiyâcımız yoktur, diye karşıladılar. içlerinden re'y sahibi olan birisi: Haydi ondan söylerken işittiğin sözü getir, dedi. Budeyl: Ben O'ndan şöyle şöyle sözleri söylerken işittim, diyerek, Peygamber'in söylediği sözleri birer birer anlattı. Bunun üzerine Urve ibn Mes'ûd ayağa kalktı ve Kureyş'e şunları söyledi: Ey kavmim! Siz benim babam yerinde değil misiniz? Diye sordu. Kureyşliler: Evet, diye doğruladılar. Bunun üzerine Urve ibn Mes'ûd: Ben de sizin oğlunuz mesabesinde değil miyim? dedi. Onlar: Evet, diye tasdik ettiler. Sonra Urve: Sizler beni bir kabahat ile ittihâm ediyor musunuz? diye sordu. Onlar buna da: Hayır, diye cevâb verdiler. Bu defa Urve ibn Mes'ûd: Ukâz halkını size toptan yardıma çağırdığımı ve onların bu yardımdan çekinmeleri üzerine kendim ailem ve çocuklarımla ve bana itaat eden tâbi'lerimle size yardıma koştuğumu pekâlâ bilirsiniz değil mi? dedi. da (bir ağızdan): Evet; biliriz, diye tasdik ettiler.(Bu te'mînâtları aldıktan sonra) Urve: Bu adam size hayır ve iyilik yolu gösteriyor. O yolu kabul ediniz! Ve beni bırakınız, O'na gideyim! dedi. Mekkeliler: Haydi git, diye izin verdiler. ibn Mes'ûd, Peygamber'e geldi ve O'nunla olanları konuştu. Peygamber de Urve'ye, Budeyl'e söylediği sözlere benzer bir surette fikirler beyân etti.(Bu arada Peygamber: "Bir mütâreke kabul etmezlerse, Kureyş ile Ölünceye kadar harb edeceğim" buyurunca) Urve ibn Mes'ûd: Ey Muhammed! Sen kavminin kökünü kazıdığını farz etsek, ne düşünürsün, bana söyle! Senden evvel Arab'dan kendi kavmim toptan helak eden bir kimse işittin mi? Ya mesele diğer şekilde meydana gelirse(Kureyş'in size ne kötü muamele edecekleri, size gizli değildir). Vallahi ben aranızda ileri gelenlerden bâzı kimseler görüyorum, bu muhakkak olmakla beraber, yine ben bir takım kabilelerden toplanmış karışık kimseler de görüyorum ki, bunlar harb sırasında kaçıp, Seni yalnız bırakabilecek kaabiliyettedirler, dedi. Bekr, (Urve'nin, Peygamber'in sahâbîlerini harbden kaçmakla ittihâm etmesine dayanamadı da) Urve'ye: Haydi sen, Lât putunun fercini yala! Biz mi harbden kaçıpRasûlüllah'ı yalnız bırakacağız(hâşâ)! diye sövüp reddetti. Bu kimdir? diye sordu. Sahâbîler: Ebû Bekr'dir, dediler. Urve: Dikkat et Ebû Bekr! Nefsim elinde olan Allah'a yemîn ederim ki, eğer üzerimde henüz ödeyemediğim bir iyiliğin olmasaydı, elbette ben de sana cevâb verirdim, dedi. dedi ki: Urve, Peygamber'e söz söylemeye devam etti. Ve (konuşma arasında Arab âdeti üzere) her söz söyledikçe eliyle Peygamber'in sakalını tutuyordu. Halbuki bu sırada Mugîre ibn Şu'be -ki Urve'nin kardeşinin oğludur-, başında miğfer ve yalın kılıç bir hâlde Peygamber'in başı üzerinde duruyor, O'nu koruyordu. Ve Urve her ne zaman Peygamber'in sakalına eliyle uzanıp okşamaya girişirse, derhâl Mugîre kılıcının kınının ucuyla Urve'nin eline vuruyor ve Urve'ye: Rasûlüllah'ın sakalından elini çek! Diyordu. Mugîre'nin bu hareketi üzerine Urve başını kaldırdı da: Bu da kimdir? diye sordu. Sahâbîler: Mugîre ibn Şu'be'dir, dediler. Bunun üzerine Urve: Ey gaddar! Ben hâlâ senin (Câhiliyet'teki) gadr ve hıyanetini ödemeye çalışmakla meşgul değil miyim? dedi. Câhiliyet'te Mâlik oğulları'ndan bâzı kimselerle yol arkadaşlığı yapmış ve yolda bunları öldürüp mallarını almış, sonra Medine'ye gelip müslümân olmuştu. (Bu mallan Peygamber'e arz ettiğinde) Peygamber: "İslâm olmana gelince, bunu kabul ediyorum. Mallara gelince (bunlar gadrdır); ben bunlardan hiçbir şeyi de (alıcı) değilim" buyurdu. Urve, Peygamberin sahâbîlerini iki gözü ile iyice tedkîke başladı. (Ve arkadaşlarına:) (Bu ne ta'zîmdir!) Vallahi Rasülullah ağzından bir şey atarsa bu muhakkak sahâbîlerinden bir adamın avucuna düşüyor ve o adam bunu yüzüne ve bedenine sürüp ovalıyor. Onlara bir şey emredince, sahâbîleri derhâl emrini yerine getirmeye koşuşuyorlar. Abdest aldığı zaman da abdest suyunun artanını almak için birbirlerini öldürmeye yaklaşıyorlar. Peygamber söz söylediği zaman, huzurundaki bütün sahâbîler seslerini alçaltıyorlar(yânı O'na alçak sesle cevâb veriyorlar). O'nu ta'zîm için yüzüne dikkatle bakamıyorlar, dedi. Urve, Kureyş'in yanına geldi ve gördüklerini şöyle bildirdi: Ey kavmim! Vallahi ben vaktiyle birçok meliklerin huzuruna sefir olarak çıktım. Rûm meliki Kaysar'ın, Fars meliki Kisrâ'nın, Habeş meliki Necâşî'nin dîvânlarına elçilikle girdim. Vallahi bunlardan hiçbir melikin adamlarını, Muhammed'in sahâbîlerinin Muhammed'i ta'zîm ettikleri derecede hükümdarlarını asla ta'zîm eder görmedim. Muhammed'in sahabeleri, O'nun tükürüğü ile bile teberrük ediyorlar! O birşey emredince, O'nun sahâbîleri derhâl emrini yerine getirmeye koşuşuyorlar. O abdest aldığı zaman da, abdest suyunun fazlasını birbirlerinin üzerine yığılarak paylaşıyorlar. O söz söylediği zaman sahâbîleri hafif bir sesle O'nu tasdîk edip cevâb veriyorlar. Muhammed'in sahâbîleri O'nu ta'zîm için, O'nun yüzüne dikkatle bakamıyorlar. Muhammed size güzel bir barış ve iyilik yolu arz etti. Bunu kabul edin! dedi. üzerine Kinâne oğulları'ndan birisi Kureyş'e hitaben: Beni bırakınız, bir kerre de Muhammed'in yanına ben gideyim, dedi. da: Pekâlâ git! dediler. Kinânlı zât, Peygamber'in sahâbîlerine doğru giderken, Rasûlüllah: "Bu gelen fulan kimsedir. O öyle bir kabiledendir ki, onlar hacc ve umre kurbanlarını ta'zîm ederler. Gerdanlıklı kurban develerini bu zâtın gözü önüne salıverin!" buyurdu. bütün kurbanlık develeri onun geleceği yolun üzerine salıverdiler; sahâbîler de yüksek sesle Lebbeyk, Allâhümme lebbeyk diyerek Kinânî'yi karşıladılar. Kinânî zât kurban develerini ve sahâbîlerin telbiye ile karşılamalarını görünce hayret ederek: Subhânallahl Bu zâtların Beyt'i ziyaretten men' edilmeleri, bunlara yakışmayan bir harekettir, dedi. yanına döndüğünde de: Ben bunların umre için kesecekleri kurban develerini kılâdelenmiş ve alâmetlendirilmiş bir hâlde gördüm. Ben bunların Beyt'i ziyaretten men' edilmelerini uygun görmem, dedi. Kureyşliler arasından Mıkrez ibn Hafs denilen birisi kalktı ve: Bana müsâade edin de Muhammed'e bir de ben gideyim, dedi. Onlar da: Haydi git! dediler. sahâbîlere doğru gelirken, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Şu gelen Mıkrez'dir, gaddar bir kimsedir" buyurdu. Mıkrez Peygamber ile konuşmağa başladı. Peygamber ona söz söyleyeceği sırada, Süheyl ibnAmr çıkageldi. Râvî Ma'mer dedi ki1: Bana Eyyûb es-Sahtiyânî, ibn Abbâs'ın âzâdlısı İkrime'den haber verdi ki, Süheyl ibn Amr gelince, Peygamber bu isim ile tefe'ül ederek, sahâbîlere: "Artık işiniz size bir dereceye kadar kolaylaştı" buyurdu. Ma'mer ibn Râşid dedi ki: ez-Zuhrî, kendi hadîsinde şöyle dedi: Süheyl ibn Amr gelince, Peygamber'e: Haydi (yazı malzemesi) getir; bizimle sizin aranızda bir barış mektubu yaz! dedi. Bunun üzerine Peygamber yazı yazacak olan kâtibi(Alî ibn Ebî Tâlib'i) çağırdı. Ve: "Bismillâhirrahmânirrahîm yaz!" buyurdu. (Câhiliyet koruyuculuğu sevkı ile) Peygamber'e: Rahman ismine gelince, vallahi ben onun mâhiyetini bilmiyorum. Fakat vaktiyle Senin de yazdırdığın gibi "Bismikellâhumme = Allahım, Senin isminle yazmağa başlarım)" diye yaz! Dedi. Müslümanlar da bir ağızdan: Vallahi biz onu yazmayız, ancak Bismillâhirrahmânirrahîm yazılmasını isteriz, dediler. Peygamber(Alî'ye hitaben): "Haydi Bismikellâhumme yaz!" buyurdu. Sonra da: "Bu, Muhammed Rasûlüllah'ın, üzerinde barış andlaşması yaptığı hükümler kitabıdır” diye yazmasını emretti. sefer de Süheyl (buna karşı koyarak): Vallahi biz Senin Allah'ın Rasûlü olduğunu biliyor ve tasdîk ediyor olaydık, biz Seni Beyt'ten men' etmez ve Sana karşı harbe 'girişmezdik. Fakat Sen "Muhammed ibn Abdillah" yaz! dedi. teklif üzerine Peygamber: '' Vallahi siz yalanlasanız da ben şübhesiz Allah Rasûlü'yüm'' buyurdu ve Alî bin Ebî Tâlib'e: "Haydi(Rasûlüllah lâfzını sil de) Muhammed ibn Abdillah yaz!" diye emretti. Vallahi ben Sen'in Rasûlüllah unvanını kat'iyyen silmem, dedi. Bunun üzerine Peygamber kitabı eline alıp o ta'bîri sildi ve Muhammed ibn Abdillah yazdırdı.) şöyle demiştir: Peygamber'in gerek Besmele'nin, gerek barış mektubunun unvanının yazılma sureti hakkında Süheyl ibn Amr'ın teklîflerine uyması, Peygamber'in evvelce:"Kureyş, Allah'ın Harem içinde muhterem kıldığı şeyleri ta'zîm kasdederek, benden ne kadar müşkil istekte bulunursa bulunsun, ben onu muhakkak onlara vereceğim" suretinde verdiği kararın netîcesi ve tecellîsidir. yazısının başlığı: "Yâ Allah, Sen'in isminle başlarım.. Bu Muhammed ibn Abdillah'ın üzerinde barış andlaşması yaptığı hükümler kitabıdır" suretinde kararlaşıp, böyle yazıldıktan sonra, Peygamber anlaşma şartlarını teklif ederek, Süheyl ibn Amr'e: "Siz bizimle Beyt arasını serbest bırakacaksınız; biz de Beyt'i tavaf edeceğiz" buyurdu. bu teklife de i'tirâz edip: Vallahi sizinle Beyt arasını boş bırakamayız. Çünkü Arab milleti cebren ve kahren isti'lâ olunduk diye hakkımızda dedikodu eder; şu kadar ki, bu boşaltma işi gelecek seneden i'tibâren başlasın, dedi. (bu suret kabul olundu da) Alî bunu yazdı. Süheyl ibn Amr da şu maddeyi teklîf etti: Sana bizden bir erkek gelirse, o gelen kimse Sen'in dîninde olsa bile, onu bize geri vereceksin! dedi. Bu teklife müslümânlar hayret ederek: Subhânallah! İslâm camiasına sığınan bir müslümân, müşriklere nasıl geri verilir? Dediler. bu hâlde iken, Süheyl ibn Amr'ın oğlu Ebû Cendel, ayakları bukağılı olarak seke seke çıkageldi. (Ebû Cendel müslümân olmuş, bu yüzden Mekke'de habs olunmuştu.) Mekke'nin aşağısındaki habsedildiği yerden kaçmış ve nihayet kendisini müslümânlar arasına atmıştı. Bunun üzerine Süheyl: İşte yâ Muhammed! Sana karşı imza edeceğim anlaşmanın birinci maddesi uyarınca bunu bana geri vermelisin! dedi. "Biz barış yazısını henüz yazıp bitirmedik (imza etmedik)"buyurdu. O takdirde vallahi ben de Sen'inle hiçbir madde üzerinde barış anlaşması yapmam, dedi. Peygamber: "Haydi şu Ebû Cendel'i bana bağışla da imza et" buyurdu. Süheyl: Ben bunu Sana bağışlamayı asla caiz görmem, diye reddetti. Peygamber: "Hayır, bu işi benim hatırım için yap!" buyurdu. Süheyl ısrar edip: Asla yapmam, dedi. ibn Hafs da (temsilci olduğu için) Peygamber'e hitaben: Bunu Sana caiz kıldık, dedi. (Fakat imzaya yetkili olan Süheyl kabul etmedi.) Şimdi Ebû Cendel, babasının inadından üzülerek: Ey Müslümanlar cemâati! Müslüman olarak geldiğim hâlde şimdi ben müşriklere geri mi veriliyorum? Benim karşılaştığım şu kötü hâli görmüyor musunuz? diye haykırdı. zavallı Ebû Cendel, Allah yolunda Kureyş'in şiddetli işkencesiyle azâb olunmuştu. İbn İshâk burada şu ziyâdeyi rivayet etmiştir: Rasûlüllah: Ebâ Cendel! Sabr et, Allah'tan ümitli ol! Biz müslümânlar mağdur ve mağlûb olmayız. Yüce Allah yakında sana da kurtuluş yolu bahşedecektir" (buyurdu.) müşkil vaziyetten üzülen Omer ibnu'l-Hattâb şöyle demiştir: Bunun üzerine ben Peygamber'e vardım ve: Sen Allah'ın hakk peygamberi değil misin? Dedim. Peygamber: "Evet, Allah'ın hakk peygamberiyim!" buyurdu. Ben: Biz müslümânlar hakk üzerinde; düşmanlarımız ise bâtıl üzerinde bulunmuyorlar mı? Dedim. Peygamber: "Evet, öyledir" buyurdu. Ben: O hâlde dînimiz hakkında bu aşağılık hâli niçin kabul ediyoruz? Dedim. "Muhakkak surette ben Allah'ın Rasûlü'yüm ve ben (bu anlaşmayı kabul etmekle) Allah 'a isyan etmiş değilim. Allah benim yardımcımdır!"buyurdu. yine: Vaktiyle Sen bize: "Yakında Ka'be'ye varıp tavaf edeceğiz!" diye haber vermez miydin? dedim. Rasûlüllah: "Ben sana (vakit ta'yîn ederek) 'Bu sene varıp tavaf edeceğiz!' diye haber verdim mi?" buyurdu. Ben de: Hayır, dedim. Rasûlüllah: "Muhakkak sen (yakın zamanda)Beyt'e varıp onu tavaf edeceksin" buyurdu. ibn Hattâb dedi ki: Bunu müteâkıb ben, Ebû Bekr'e vardım ve: Yâ Ebâ Bekr! Bu adam Allah'ın hakk peygamberi değil midir? Dedim. Bekr de: Evet, hakk peygamberidir, dedi. Ben: Biz müslümânlar hakk üzerinde; düşmanlarımız bâtıl üzerinde bulunmuyor mu? dedim. O da: Evet öyledir, diye cevâb verdi. Ben tekrar: Öyle ise niçin biz dînimize küçüklük veriyoruz? Dedim. Ebû Bekr: Behey adam! Muhammed muhakkak Allah'ın Rasûlü'dür. O, Rabb'ine âsî değildir. Allah O'nun yardımcısıdır. Sen hemen O'nun emrine sarıl! Vallahi Muhammed hakk üzeredir, dedi. Ben tekrar: O bize Medîne'de "Beyt'e varacağız, tavaf edeceğiz" demedi mi? diye sordum. Ebû Bekr: Evet öyledir. Fakat sana "Bu sene varıp tavaf edersin” diye mi haber verdi? dedi. Ben de: Hayır, dedim. Ebû Bekr: (Dur bakalım!) Sen muhakkak yakın bir zamanda Beyt'e varıp onu tavaf edeceksin! dedi. ez-Zuhrî dedi ki: Omer (radıyallahü anh): Bu itirazlarınmdan dolayı keffâret olarak sonra birçok iyi işler yapmışımdır, demiştir. Râvî dedi ki: Rasûlüllah barış andlaşmasının yazım ve imzasını bitirip ayrıldığı zaman, sahâbîlere : "Haydi artık kalkın, kurbanlarınızı kesip, başlarınızı tıraş edin!" buyurdu. dedi ki: Vallâhî sahâbîlerden bir kişi olsun kalkmadı. Hattâ Rasûlüllah bu emri üç kerre söyledi. Sahâbîlerden hiçbirisi kalkmayınca, Rasûlüllah zevcelerinden Ümmü Seleme'nin yanına girdi ve sahâbîlerden gördüğü kayıdsızlığı ona söyledi. Ümmü Seleme: Ey Allah'ın Peygamberi! Sen bu emri yerine getirmek istiyor musun? O hâlde şimdi dışarı çık, sonra tâ kurbanlık develerini kesinceye ve berberini çağırıp, o seni tıraş edinceye kadar sahâbîlerinden hiçbirisine bir kelime bile söyleme! dedi. üzerine Peygamber, Ümmü Seleme'nin yanından çıktı ve sahâbîlerinden hiçbirisi ile konuşmayarak, umre ibâdetlerini yerine getirdi. Kurbanlık develerini kesti ve berberi(Huzaalı Hırâş ibn Umeyye'yi) çağırıp tıraş oldu. Sahâbîler Peygamber'i bu hâlde görünce, onlar da hemen kalkarak kurbanlarını kestiler, birbirlerini tıraş etmeye başladılar, hattâ (icabet çabukluğunun meydana getirdiği sıkışıklıktan) birbirlerini öldüre yazdılar. tıraş olduktan sonra huzuruna bir takım mü'min kadınlar geldi. Bu hususta, yâni kadınlar hususunda yapılacak işleri öğretmek için de Yüce Allah şu âyetleri indirdi: "Ey imân edenler, mü'min kadınlar muhacirler olarak size geldikleri zaman onları imtihan edin. Allah onların îmânlarını daha iyi bilendir ya. Fakat siz de mü'min kadınlar olduklarına bilgi edinirseniz, onları kâfirlere döndürmeyin. Bunlar onlara helâl değildir. Onlar da bunlara helâl olmazlar. Sarf ettikleri mehri onlara geri verin. Sizin onları nikâhla almanızda, mehirlerini verdiğiniz takdirde, üzerinize bir günâh yoktur. Kâfir kadınların ismetlerini nikâhınızda tutmayın..." (el-Mumtehine: ıo). âyetin inmesi üzerine Omer, müşrik hâlde bulunan iki karısını boşadı. Bunlardan birisini (Kureybe'yi) Muâviye ibn Ebî Sufyân, diğerini de Safvân ibn Umeyye zevceliğe aldı. Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) Medîne'ye döndü. Akabinde Kureyş'in yemînli dostu olan Ebû Basîr (Utbe es-Sakafî) müslümân olarak geldi. Bunu istemek üzere de Kureyş iki kişi gönderdi. Bunlar Peygamber'e: Bize karşı imza ettiğin ahdi hatırlatırız, dediler. Peygamber de (muahede gereğince) Ebû Basîr'i bu iki kişiye geri verdi. Bunlar Ebû Basîr ile yola çıktılar. Nihayet Zu’l-Huleyfe'ye eriştiler.(Dağarcıklarındaki) hurmadan bir mikdârını yemek için oraya indiler. Ebû Basîr bu iki kişiden birisine (Huneys'e): Yâ Fulân! Vallahi ben senin şu kılıcını emîn ol çok güzel görüyorum, dedi. sahibi olan) o birisi de, kılıcı kınından çekip: Evet, vallahi bu kılıç çok iyidir. Onu ben birçok kerre tecrübe ettim, dedi. Basîr de: Müsâade et de bakayım, dedi. bir fırsat bulup elinden aldı. Hemen de Huneys'e vurdu. Huneys nihayet öldü. Öbür arkadaşı (bir rivayette Huneys'in kölesi Kevser) kaçarak tâ Medîne'ye vardı. Mescide koşarak girdi. Rasûlüllah onun telâşla koşup geldiğini görünce: "Muhakkak bu adam bir korku görüp geçirmiştir " buyurdu. Kevser, Peygamber'e yaklaşınca, O'na: Vallahi sahibim öldürüldü. (Men' etmezseniz) muhakkak ben de öldürüleceğim, dedi. Bu sırada Ebû Basîr de geldi ve: Ey Allah'ın Peygamberi! Vallahi Allah sana ahdini îfâ ettirdi; beni müşriklere geri verdin. Sonra Allah beni onlardan kurtardı, dedi. Bunun üzerine Peygamber, sahâbîlere hitaben: "Anası helak olası Ebû Basîr'e hayret olunur! Bu adam harb gelberisidir, eğer bunun fikrine yardım eden bulunsa (o fırın karıştırır gibi harbi ateşleyecek, sulhu bozacak)" buyurdu. Basîr Peygamber'in bu sözlerini işitince kendisini müşriklere hemen geri vereceğini anladı. Peygamber'in yanından çıktı ve deniz sahiline kadar kaçtı; "Iys" mevkiine yerleşti. dedi ki: Süheyl'in oğlu Ebû Cendel de(yetmiş süvari müslümân ile birlikte) müşrikler arasından kaçarak Ebû Basîr'e katıldı. Şimdi artık müslümân olan herkes, Kureyş arasından ayrılarak Ebû Basîr'e katılmaya başladı. Nihayet Ebû Basîr'in başında mühim bir kuvvet toplandı. Vallahi bunlar, Kureyş'in Şam'a bir ticâret kaafilesinin gittiğini duyar duymaz, hemen onları çevirirlerdi. Kendilerini öldürüp mallarını alırlardı. kendisini korkutan bu vaziyet üzerine Peygamber'e (Ebû Sufyân'ı husûsî yetki ile) gönderdi. Şimdi Kureyş, Peygamberden Allah rızâsı için ve aradaki yakınlığa hürmeten Ebû Basîr cemâatinin baskın ve yağmalarının men' edilmesini ricaya başlamıştı. "Artık bundan böyle Mekke'den Medine'ye kim giderse emindir (geri getirilmeyecektir)" diye haber gönderdiler. aleyhi ve sellem), Ebû Basîr cemâatine mektûb gönderdi(Medîne'ye gelmelerini bildirdi). Bunun üzerine Yüce Allah şu âyetleri indirmiştir: sizi Mekke'nin karnında, onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi onlardan çekendi. Allah ne yaparsanız hakkıyla görücüdür. Onlar, küfreden, sizi Mescidi Hâram'dan ve alıkonulmuş hediyelerin mahalline ulaşmasından men edenlerdir. Eğer (Mekke'de) kendilerini henüz tanımadığınız mü'min erkeklerle mü'min kadınları bilmeyerek çiğneyip de o yüzden size bir vebal isabet edecek olmasaydı (Allah size fetih için elbette izin verirdi). Bunu, kimi dilerse onu rahmetine kavuşturmak için yaptı. Eğer onlar, seçilip ayrılmış olsalardı, biz onlardan küfredenleri muhakkak elem verici bir azaba uğratmıştık bile. O küfredenler kalblerine o taassubu, o cahillik taassubunu yerleştirdiği sırada idi ki, hemen Allah, Rasûlü'nün ve mü'minlerin üzerine ma'nevî kuvvetini indirdi; onları takva sözü üzerinde durdurdu. Onlar da buna çok lâyık ve buna ehil idiler. Allah her şeyi hakkıyle bilendir" (el-Feth: 24-26) hamiyyetleri: Muhammed'in Allah'ın Peygamberi olduğunu ikrar etmemeleri, Bismillahirrahmâhirrahîm’i ikrar etmemeleri, müslümânlarla Beyt arasına engel olmalarıdır. Abdillah el-Buhârî dedi ki: "Maarratun", uyuz illeti demek olan "el-Urrun"dur, "Tezeyyelû", ayrılıp seçilselerdi demektir. "Hameytu'l-kavme" demek, "onları koruma olarak men' ettim" demektir. Ve "Ahmeytu’l-hımâ", "onu içine girilmez bir koruluk yaptım" demektir. Kendisini iyice kızdırdığım zaman: "Ahmeytu'l-hadîde" ve "Ahmeytu'r-racule" derim. Ukayl, ez-Zuhrî'den söyledi: Urve şöyle demiştir: Bana Âişe (r.anha) haber verdi ki, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) mü'min kadınlardan hicret edip gelenleri(yemîn vererek ve diğer deliller ve emarelere bakarak) imtihan ederdi. dedi ki: Bize şu haber ulaştı: Yüce Allah, müşriklerin mü'min olup da hicret etmiş bulunan kadınlarına yaptıkları mehir harcamalarını onlara geri vermeleri (el-Mümtehime: ıo) âyetini indirdiği ve yine bu âyette “Kâfir kadınları nikâhlarında tutmamalarını” müslümânlar üzerine hükmedince, Omer, henüz müşrik hâlde bulunan iki karısını birden boşamıştır. Bunlardan birisi Kureybe -yahut Karîbe- bintu Ebî Umeyye , diğeri de Ümmü Kulsüm ibnetu Cervel el-Huzâîdir -ki bu kadın Abdullah ibn Omer'in anasıdır-. Bu boşama akabinde Kureybe'yi Muâviye ibn Ebî Sufyân zevceliğe almış; diğer kadın Ümmü Kulsüm'ü de Ebû Cehm zevceliğe almıştır (ki o sırada Muâviye ile Ebû Cehm müşrik hâlde idiler). - “Sarf ettiğinizi isteyin, kâfirler de sarf ettiklerini istesinler"(el-Mümtehıne:10) âyeti gereğince- müslümânların, zevcelerine yaptıkları harcamaları ödemeyi ikrar ve kabul etmekten çekindikleri zaman Yüce Allah: “Eğer zevcelerinizden bir şey sizden kâfirlere kaçar da, siz de muharebede ganimete kavuşursanız, zevceleri gitmiş olan müslümânlara harcadıkları (mehir) kadar verin..." (el-Mümtehine:11) âyetini indirdi. Bu âyetteki "el-Akbu", müslümânların, karısı müslümânlara hicret etmiş olan kâfir erkeklere ödeyecekleri masraftır. İşte Allah, müslümânlardan karısı dînden, çıkarak kâfirlere gitmiş olan kimselere de, kâfirlerin müslümânlara hicret etmiş olan kadınlarına vermiş oldukları mehrin benzerinin verilmesini emretti. Fakat biz îmân etmesinden sonra dîninden dönmüş hiçbir muhacir kadın bilmiyoruz. şöyle dedi: Yine bize ulaştı ki, Ebû Basîr ibnu Esîd es-Sakafî, Peygamber'in huzuruna bu barış müddeti için bir mü'min muhacir olarak gelmiştir. Bunun üzerine el-Ahnes ibnu Şerîk de Peygamber'e bir mektûb yazıp, Ebû Basîr'i (barış maddesi gereğince kendilerine) geri göndermesini istiyordu. Bu iş için iki de adam gönderdiler, diyerek yukarıda geçen hadîsi zikretti.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'ş-şurüt
Konu: Cihâdda Ve Harb Ehli İle Yapılacak Barış Andlaşmalarında İleri Sürülecek Şartlar Ve Bu Şartların Yazılması Nı Beyân Bâbı
2772-)
Ebû Hureyre (radıyallahü anh) tahdîs etti. Rasûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle zikretmiştir: "Bir kimse İsrâil oğullarının bâzısından ödünç olarak kendisine bin dînâr vermesini istedi. O da bu parayı belli bir müddet sonunda ödemesi şartıyla ona verdi..."(Borç alanın bu parayı bir odun içine koyup denize atması suretiyle ödemesi hadîsi). ibn Omer ile Atâ ibn Ebî Rebâh: Ödünç vermede, borç veren kimse belli bir müddet tayin ettiği zaman, bu müddet tayîni ile ödünç vermek caiz olur, demişlerdir.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'ş-şurüt
Konu: Ödünç Vermek Hususundaki Şartlar Bâbı
2773-)
Âişe (r. anha) Berîre'nin kendisine geldiğini ve kendisinden hürriyetini satın alma yazışması hususunda yardım istediğini zikretti. Âişe, Berîre'ye: "Eğer istersen ben senin sahihlerine bu bedeli vereyim ve senin üzerindeki velâ da benim olur, dedi. Âişe dedi ki: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) gelince bunu kendisine hatırlattım. Peygamber bana: "Berîre'yi satın al ve ona hürriyet ver. Şüphesiz velâ hakkı hürriyet verene âiddir" buyurdu. sonra Rasûlüllah minber üzerinde ayakta durdu ve şunları söyledi: "Bir takım insanlara ne oluyor ki, onlar Allah'ın Kitabında olmayan birçok şartları şart koşuyorlar. Her kim Allah'ın Kitabında bulunmayan (ve ona aykırı olan) bir şartı şart kılarsa, -isterse böyle yüz şart kılmış olsa da- o şartın kendi lehine hiçbir fâidesi yoktur".
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'ş-şurüt
Konu: Hürriyeti Satın Alma Yazışmasına Bağlanan Kimsenin Hükmü İle Allahın Kitâbına Aykırı Neviden Helâl Olmayan Şartlar In Hükmü Bâbı
2774-)
Bize Ebu'z-Zinâd, el-A'rac'dan; o da Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den tahdîs etti ki, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah'ın yüzden bir eksik olarak doksan dokuz ismi vardır. Bu isimleri kim (tamamen) sayarsa cennete girer" buyurmuştur.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'ş-şurüt
Konu: Şart Kılmak Ve Borç İkrarında İstisna Yapmak Nevinden Câiz Olanları Beyân İle İnsanların Kendi Aralarında Örf Edinip Tanıya Geldikleri Şartları Beyân Bâbı
2775-)
Bize İbnu Avn Abdullah el-Basrî tahdîs edip şöyle dedi: Bana Nâfi', İbn Omer'den haber verdi ki, Omer ibnu'l-Hattâb(radıyallahü anh) Hayber'de Semg denilen kıymetli bir arazîye sâhib olmuş. Sonra Peygamber'e gelip o arazîyi nasıl kullanacağı hususunda istişare ederek: Yâ Rasûlallah! Ben Hayber'de öyle bir arazîye sâhib oldum ki, benim yanımda asla ondan daha güzel hiçbir mala sâhib olmamışımdır. Şimdi bana bu mal hakkında ne emredersin? Dedi. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "İstersen onun kökünü, aslını habsedersin ve oradan gelecek mahsûlü de sadaka yaparsın!" buyurdu, dedi ki: Omer de bu arazîyi o suretle vakfetti. Omer: Artık o satılmaz, hibe edilmez, mîrâs yapılmaz, dedi. Omer bu malın gelirini de fakîrlere, yakınlara, köle ve esirleri hürriyete kavuşturma yolunda ve Allah yolunda mücâhede edenlere, yolculara ve zayıflara sadaka yaptı. Bununla beraber vakfa mütevelli ta'yîn edilen kimsenin, vakfın köküne tecâvüz etmeyerek, yalnız gelirinden örfe göre yemesinde ve dostuna yedirmesinde üzerine günâh yoktur. Avn dedi ki: Ben bu hadîsi İbn Sîrin'e tahdîs ettim. İbn Sîrîn: "Gayre müteessilin mâlen", yânı ''mal toplayıcı olmayarak" diye söyledi.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu'ş-şurüt
Konu: Vakıftaki Şartlar In Hükmünü Beyân Bâbı
2776-)
Bize Mâlik, Nâfi'den; o da Abdullah ibn Omer (radıyallahü anh)'den haber verdi ki, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Vasiyyet edecek bir şeyi bulunan herhangi müsiümân bir kimseye vasiyyeti yanında yazılı bulunmadıkça iki gece geçirmesi asla caiz olmaz". hadîsin aslını Amr ibn Dinar'dan; o da İbn Omer'den; o da Peygamber'den rivayet etmekte İmâm Mâlik'e, Muhammed ibn Müslim mutâbaat etmiştir.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbü'l-vesâyâ
Konu: Vasiyyetler Bâbı
2777-)
Rasûlüllah'ın kayın biraderi ve mü'minlerin anası Cuveyriye bintu'l-Hâris'in erkek kardeşi olan Amr ibnu'l-Hâris şöyle demiştir: Rasûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem), vefatı zamanında ne dirhem, ne dînâr, ne (âzâdlanmamış) erkek ve dişi köle, ne de bir şey (veya koyun) bıraktı. Yalnız beyaz dişi bir katırla harb silâhını, bir de sadaka(yani vakıf) yaptığı arazîyi bıraktı .
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbü'l-vesâyâ
Konu: Vasiyyetler Bâbı
2778-)
Bize Talha ibnu Musarrıf tahdîs edip şöyle dedi: Ben Abdullah ibn Ebî Evfâ(radıyallahü anh)'ya: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) vasiyyet etti mi? diye sordum. O: Hayır (vasiyyet etmedi), dedi. Bunun üzerine ben: Öyleyse insanlar üzerine vasiyyet etmek nasıl farz yazıldı, yahut insanlar nasıl vasiyyet etmekle emrolundular? dedim. ibn Ebî Evfâ: Rasûlüllah, Allah'ın Kitâbı'na tutunmak ve onunla amel etmeyi vasiyyet etti, dedi.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbü'l-vesâyâ
Konu: Vasiyyetler Bâbı
2779-)
el-Esved en-Nahâî şöyle demiştir: Bir kerre Âişe'nin yanında Alî'nin Peygamber'in vasisi olduğunu(Peygamber'in ölüm hastalığında Alî'yi vasî ta'yîn ettiğini) zikrettiler. Bunun üzerine Âişe: Rasûlüllah, Alî'ye ne zaman vasiyyet etmiş? Ben Rasûlüllah'ı hayâtının son deminde göğsüme veya elbiseme dayamıştım. Bu sırada bir tas istedi. Akabinde kucağımda bütün azası sarkıverdi. (Meğer vefat etmişti.) Fakat ben O'nun öldüğünü hissetmedim, anlamadım. hâlde Rasûlüllah, Alî'ye ne zaman vasiyyet etmiştir? diye onları reddetti.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbü'l-vesâyâ
Konu: Vasiyyetler Bâbı
2780-)
Sa'd ibn Ebî Vakkaas (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Ben Mekke'de (Veda haccında yahut fetih sırasında hasta) iken, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bana hasta ziyaretine geldi. Sa'd, vaktiyle hicret ettiği bu toprakta ölmeyi istemiyordu. Peygamber: "Allah, Sa'd ibn Afrâ'ya merhamet eylesin!" diye duâ etti. Ben de: Yâ Rasûlallah! Ben malımın hepsini vasiyyet etmek istiyorum, dim. "Hayır(öyle yapma)!" buyurdu : Ben: Yansım vasiyyet edeyim, dedim. Rasûlüllah yine: "Hayır" diye men' etti. Bu defa ben: Malımın üçte birini vasiyyet edeyim, dedim Rasûlüllah: "Evet, üçte bir kâfidir.Üçte bir de (aşağısına nisbetle) çoktur. Çünkü ey Sa'd! Senin, mirasçılarını zengin bırakman, onları insanlara avuç açarak dilenir, fakirler hâlinde bırakmandan hayırlıdır. (Sen inşâallah yaşarsın.) O zaman senin yaptığın her harcama sadakadır. Hattâ (gönlünü hoş etmek için) kadınının ağzının içine kaldırıp yedireceğin bir tek lokma da bir sadakadır. Ey Sa'd, Allah'tan ümtd ederim ki, Allah seni bu hastalıktan kaldırır da, senin(fetihlerin)le birçok insanlar faydalanır ve yine seninle diğer birçokları da zarar görür" buyurdu. böyle söylediği günlerde Sa'd ibn Ebî Vakkaas'ın mîrâsçı olarak yalnız bir tek kızı vardı.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbü'l-vesâyâ
Konu: Kişinin Mirasçılarını Zengin Bırakması, Onları İnsanlara Avuç Açar Hâlde Bırakmasından Hayırlıdır.
2781-)
İbn Abbâs radıyallahü anhüma: Keski insanlar vasiyyet hususunda üçte birden azaltıp da dörtte bire gitseler!(Böyle yapmaları temenni olunur.) Çünkü Rasûlüllah (Sa'd ibn Ebî Vakkaas'a): "Üçte bir (caiz olur), fakat üçte bir de çoktur" yahut "büyüktür" buyurdu, demiştir.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbü'l-vesâyâ
Konu: Malın En Çok Üçte Bir Miktârının Vasiyyet Edilmesi Bâbı
2782-)
Sa'd ibn Ebî Vakkaas (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Ben Mekke'de hastalandım. Peygamber bana hasta ziyaretine geldi. Bu ziyarette ben: Yâ Rasûlallah! Beni topuğum üzerine geri döndürmemesini (yani beni hicret etmiş olduğum Mekke'de öldürmemesini) Allah'a duâ ediver! dedim. aleyhi ve sellem): "Ümîd ederim ki, Allah seni bu hastalıktan kaldıracak ve seninle birçok insanları faydalandıracaktır" buyurdu. Ben malımı vasiyyet etmek istiyorum. Çünkü (mîrâs payına sâhib olanlardan) benim ancak bir tane kızım var, dedim ve: Ben malımın yarısını vasiyyet ediyorum, diye ilâve ettim. Rasûlüllah: "Yarısı çoktur" buyurdu. Ben: Üçte birini vasiyyet edeyim, dedim. Rasûlüllah: "Üçte bir(olur), fakat üçte bir de çoktur, yahut büyüktür" uyurdu. yahut berisindeki râvî: İnsanlar üçte bir miktarını vasiyyet ettiler, bu onlar için caiz oldu, demiştir.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbü'l-vesâyâ
Konu: Malın En Çok Üçte Bir Miktârının Vasiyyet Edilmesi Bâbı
2783-)
Peygamber'in zevcesi Âişe (r.anha) şöyle demiştir: Utbe ibn Ebî Vakkaas, kardeşi Sa'd ibn Ebî Vakkaas'a: Zem'a'nın cariyesinin doğurduğu oğlu -Abdurrahmân- benim -gayrı meşru' münâsebetimden dünyâya gelmiştir; bu çocuk bendendir.Sen bu çocuğu Zem'a'nın elinden al ve nesebini bana kat, diye ahd ve vasiyyet etmiş idi. fethi yılı olunca Sa'd ibn Ebî Vakkaas, kardeşinin bu vasiyyetini yerine getirmek için Abdurrahmân'ı tuttu ve: Bu çocuk benim kardeşimin oğludur, kendisi beni bu çocuk hakkında vasî ta'yîn etmiş idi, dedi. Zem'a'nın sulbî oğlu olan Abd ibn Zem'a ayağa kalktı ve: (Hayır,) bu çocuk benim kardeşimdir ve babamın cariyesinin oğludur; babamın döşeği üzerinde doğurulmuştur, dedi. her iki taraf, Rasülullah'ın huzuruna muhakemeye gittiler, Sa'd: Yâ Rasûlallah! Bu çocuk, benim kardeşimin oğludur. Kardeşim beni bu çocuk hakkında vasî ta'yîn etmişti, dedi. ibn Zem'a da: Bu benim kardeşimdir ve babamın cariyesinin oğludur, dedi. İki taraf böylece da'vâlarını ortaya koyup savunmalarını yaptıktan sonra, Rasûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem), Abd ibn Zem'a'nın lehine hükmedip: ''Çocuk döşeğindir; zina edene mahrumiyet düşer" buyurmuştur. ve amelî olarak İslâm hukukunda şer'î hüküm böyle olmakla beraber) sonra Rasûlüllah, bu zina mahsûlü olduğu iddia edilen çocuğun sîmâsında, zânî olduğu iddia edilen Utbe ibn Ebî Vakkaas'a bir benzerlik gördüğünden, zevcesi Sevde bintu Zem'a'ya: "Sen bu Abdurrahmân'dan örtün" diye emretti. Abdurrahmân, Allah'a kavuşuncaya(yânı ölünceye) kadar Sevde'yi açık görmemiştir.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbü'l-vesâyâ
Konu: Vasiyyet Edicinin Kendi Vasisine: Çocuğumun İşlerini Yürütmeyi Üzerine Al Demesi Ve Gerektiğinde Bu Vasinin Çocuk İçin Davâ Açmasının Cevazı Bâbı
2784-)
Bize Hemmâm ibn Yahya, Katâde ibn Diâme'den;o da Enes (radıyallahü anh)'ten tahdîs etti ki: Bir Yahûdî (Ensâr'dan) bir cariyenin başını iki taş arasında ezmişti. Kadın, Peygamber'in huzuruna getirilip: Bu cinayeti sana kim yaptı? Fulân mı, Fulân mı? diye soruldu. Nihayet cinayeti işleyen Yahûdî'nin ismi anılınca, yaralı câriye başıyle işaret etti. Bunun üzerine Yahûdî yakalandı, sorguya devam edildi. Nihayet cürmünü i'tirâf etmesiyle Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) emretti de, Yahûdî'nin başı (kısas olarak) iki taş arasında ezildi.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbü'l-vesâyâ
Konu: Vasiyyet Edecek Hasta Kimse, Başıyla Beyân Edici Açık Bir İşaret Yaptığı Zaman, Bu Vasiyyet Caiz Olur.
2785-)
O da Atâ ibn Ebî Rebâh'tan tahdîs etti ki, İbn Abbâs radıyallahü anhüma şöyle demiştir: İslâm'ın evvelinde kişinin malı, öldüğü zaman (mîrâs olarak) oğluna kalırdı. Vasiyyet de ana ile babanın hakkı idi. Yalnız ana-babaya vasiyyet edilirdi. Sonra Allah bundan irâde buyurduğu kısmını (en-Nisâ: 11-12. Mîrâs âyetiyle) neshetti de mîrâsı, erkeğe iki dişi payı kadar ta'yîn buyurdu. Ve ana ile babadan her birisine (eğer çocuk varsa) altıda bir verdi. Yine kadına (çocuk bulunduğu takdîrde) dörtte bir, zevc'e de (çocuk yoksa) yarı, (çocuk varsa) dörtte bir hisse verdi.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbü'l-vesâyâ
Konu: Mirasçı İçin Vasiyyet Yoktur
2786-)
Ebû Hureyre (radıyallahü anh) şöyle demiştir:Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e bir adam geldi ve: Yâ Rasûlüllah! Hangi sadaka daha faziletlidir? diye sordu. Rasûlüllah: "Sadakanın en faziletli olanı, vücûdun tamamen sıhhatte olup, mal toplamaya hırslı bulunduğun; zengin olmayı emel edinir, fakirlikten de korkar olduğun hâlde verdiğin sadakadır. Sakın sen sadakanı can boğaza ulaşıp da: Şu malım fulânındır, bu malım da fulânındır, diye vasiyyet etmeye başladığın, Halbuki o mal fulân mirasçının olduğu, hayâtının son demine kadar ihmâl edip geri bırakma!" diye cevâb ve öğüt verdi.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbü'l-vesâyâ
Konu: Ölüm Sırasında Sadaka Yapmanın Cevazı Bâbı
2787-)
Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): alâmeti üçtür: söylediği zaman yalan söyler; bir şey emânet edildiğinde hıyanet eder; ettiği zaman va'dinden döner" buyurmuştur.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbü'l-vesâyâ
Konu: Yüce Allahın: Bu Mîrâs Payları Ölenin Edeceği Vasiyyetin Yerine Getirilmesinden Veya Borcunun Ödenmesinden Sonradır En-nisâkavli Bâbı
2788-)
Hakîm ibn Hızâm (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Ben Rasûlüllah'tan(dünyalık) istedim, O bana verdi. Sonra kendisinden yine istedim, yine verdi. Sonra bana hitaben şöyle buyurdu: "Yâ Hakim! Şu mal yeşil, tatlı bir meyvedir. Her kim bu malı nefis cömertliği ile(hırs göstermeden)alırsa, o malda kendisi için bereket ve meymenet ihsân olunur. Kim de bu malı hırs ile alırsa, o malda alan için bereketlilik olmaz- O hırslı kimse dâima yiyen ve doymayan bir kimse olmuştur.(Veren) yüksek el, (alan) alçak elden hayırlıdır". dedi ki: Ben: Yâ Rasûlallah! Seni hakk peygamber gönderen Allah'a yemin ederim ki, ben şu dünyâdan ayrılıncaya kadar Sen'den başka hiçbir kimseye, hiçbir şey için elimi uzatmam, dedim. (Hakîkaten) Ebû Bekr(halifeliği zamanında) Beytu'l-mâl'deki hakkını vermek için Hakîm'i da'vet etmiş, fakat Hakîm, Ebû Bekr'in bu atıyyesini kabulden çekinmiştir. Sonra Omer de hakkını vermek için çağırmış; ondan da atıyye almaktan çekinmiştir. Bundan sonra Omer (sahâbîlerin toplantısında): Ey müslümânlar topluluğu! Ben harâc ve ganîmet malından Allah'ın kendisine taksim eylemiş olduğu hakkını kendisine vermek için arz ediyorum. O ise bunu almaktan çekiniyor! dedi. Ve(hakîkaten) Hakîm, Rasûlüllah'tan sonra, tâ ölünceye kadar hiç kimseden bir şey almamıştır.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbü'l-vesâyâ
Konu: Yüce Allahın: Şayet Çocuğunuz Varsa Terikenizden Sekizde Biri, Edeceğiniz Vasiyyet Ve Borcun Ödenmesinden Sonra Yine Onlarındır” En-nisâ: Kavlinin Tevîli Bâbı
2789-)
ez-Zuhrî dedi ki: Bana Salim, babası İbn Omer'den; da babası Omer(radıyallahü anh) 'den haber verdi ki, o şöyle demiştir: Ben Rasûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem)'tan işittim; şöyle buyuruyordu: "Her birerleriniz güdücüdür (yânı elinin altındakileri iyi korumakla vazifelidir) ve her birerleriniz idaresi altındakilerden sorumludur. Devlet adamları birer çobandır ve her biri idare ettiklerinden sorumludur. Erkek, ailesi içinde bir çobandır ve idaresi altındakilerden sorumludur. Kadın da kocasının evinde bir çobandır ve o da idaresi altındakilerden sorumludur. Hizmetçi de efendisinin malında bir çobandır ve elinin altındakilerden sorumludur". Rasûlüllah'ın: "İnsan babasının malında bir çobandır ve elinin altındakilerden sorumludur" buyurduğunu zannediyorum, demiştir.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbü'l-vesâyâ
Konu: Yüce Allahın: Şayet Çocuğunuz Varsa Terikenizden Sekizde Biri, Edeceğiniz Vasiyyet Ve Borcun Ödenmesinden Sonra Yine Onlarındır” En-nisâ: Kavlinin Tevîli Bâbı
2791-)
Bize Mâlik, İshâk ibn Abdillah ibn Ebî Talha'dan haber verdi ki, o, Enes(radıyallahü anh)'in şöyle dediğini işitmiştir:Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Ebû Talha'ya: "Ben bu bustânı senin kendi hısımlarına tahsis etmeni daha uygun görüyorum" buyurdu. Ebû Talha da: Ben de Sen'in uygun gördüğün gibi yaparım yâ Rasûlallah, dedi. Ve! Ebû Talha, Beyruhâ bustânını akrabaları ve amca oğulları arasında taksim etti. ibn Abbâs şöyle dedi: "Sen en yakın hısımlarını inzâr et" (eş-şuarâ: 214) âyeti indiği zaman, Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem):"Yâ Fıhr oğulları, yâ Adiyy oğulları!" diye Kureyş'i oymak oymak çağırmaya başladı. Ebû Hureyre de: "Sen en yakın hısımlarım inzâr et " (eş-şuarâ: 214) âyeti indiği zaman Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem): Kureyş topluluğu!" diye nidâ etti, demiştir.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbü'l-vesâyâ
Konu: Bir Şahıs Vakıf Yaptığı Yahut Yakınlarına Vasiyyet Yaptığı Zaman, Bu Yakınlar Kimlerdir?
2792-)
Ebû Hureyre (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Azîz ve Celîl olan Allah: "Sen en yakın aşiret ve kabile hısımlarını inzâr et" (eş-şuarâ: 214) âyetini indirdiği zaman, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kalktı da şöyle buyurdu:"Ey Kureyş topluluğu! (Yâhud buna benzer bir kelime ile hitâb etti.) Canlarınızı, nefislerinizi satın alınız (yânı İslâm'a girmek suretiyle nefislerinizi Allah'ın azabından koruyunuz). Ben Allah'ın azabından hiçbir şeyi sizden def edemem. Ey Abde Menâf oğulları!Ben sizden de Allah'ın azabından hiç bir şeyi def' edemem. Ey Abbâsu'bne Abdilmuttalib! Senden de Allah'ın azabından hiçbir parçasını men edemem. Ey Allah Elçisi'nin halası olan Safiyye! Senden de ben Allah 'ın azabından bir kısmını olsun def edemem. Ey Muhammed'in kızı Fâtıma! Malımdan dilediğin şeyi iste (vereyim, fakat) Allah'ın azabından hiçbir şeyi senden def edemem". hadîsi Abdullah ibn Vehb'den; o da Yûnus ibn Yezîd'den; o da İbn Şihâb'dan rivayet etmekte Esbağ ibnu’l-Ferec, Ebû'l-Yemân'a mutâbaat etmiştir.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbü'l-vesâyâ
Konu: En Yakınlara Vasiyyet Yapıldığı Zaman Bu En Yakın Hısımlar İçine Kadınlar Ve Çocuklar Girer Mi?
2793-)
Bize Ebû Avâne, Katâde'den; o da Enes (radıyallahü anh)'ten şöyle tahdîs etti: Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) kurbanlık deve sevk eden bir adam gördü de, ona: "Bu deveye bin!" buyurdu. O zât: Yâ Rasûlallah Bu deve kurbanlıktır, dedi. Rasûlüllah, üçüncü yahut dördüncü defasında: "Helak olası -yahut: yazık olası-, sen bu kurbanlık devene hin!" buyurdu.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbü'l-vesâyâ
Konu: Vakıf Yapan Kişi Kendi Vakfı İle Faydalanır Mı?
2794-)
Bize Mâlik, Ebu'z-Zinâd'dan; o da el-A'rac'dan; o da Ebû Hureyre(radıyallahü anh)'den şöyle tahdîs etti: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kurbanlık devesini sevkeden bir adam gördü ve: "Deveye bin!" buyurdu. O zât: Yâ Rasûlallah! Bu deve kurbanlıktır, dedi. üzerine Rasûlüllah, ikinci yahut üçüncü defasında: "Helak olası, bin şu kurbanlık deveye!" buyurdu .
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbü'l-vesâyâ
Konu: Vakıf Yapan Kişi Kendi Vakfı İle Faydalanır Mı?
2795-)
Bize İbnu Cureyc haber verip şöyle dedi: Bana Ya'lâ ibn Müslim haber verdi ki, kendisi İkrime'den şöyle derken işitmiştir: Bana İbn Abbâs radıyallahü anhüma şöyle haber verdi: Sa'd ibnu Ubâde, anasından uzak bir yerde bulunduğu hâlde anası öldü.Bunun üzerine Sa'd: Yâ Rasûlallah! Ben anamdan uzakta iken anam vefat etti. Şimdi ben onun adına bir şey sadaka etsem, bu sadaka yapacağım şey ona fayda verir mi? dedi. "Evet(onun adına yapacağın hayır, ona fayda verir)" buyurdu. ibn Ubâde: Ben seni şâhid yapıyorum: Benim şu Mıhrâf ismindeki duvarlı bustânım anamın üzerine sadakadır, dedi.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbü'l-vesâyâ
Konu: Bir Şahıs Benim Şu Arazîm Ve Şu Bustânım Anam Adına Allah İçin Sadakadır Dediğinde, Kimlere, Yani Fakirlere Mî Yahut Başkalarına Mı Olduğunu Beyân Etmese De Bu Vakıf Caiz Olmuştur
2796-)
İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Abdurrahmân ibn Abdillah ibn Ka'b haber verdi ki, babası Abdullah ibn Ka'b şöyle demistir: Ben babam Ka'b ibn Mâlik'ten şöyle dediğini işitmişimdir: Ben: Yâ Rasûlallah! (Günâhlarımdan tevbe ettim.) Bütün malımı Allah rızâsı ve Rasûlü'nün sevgisi için sadaka yaparak, malımdan tamâmiyle sökülüp soyulmam da tövbemdendir(yani tövbemin tamamlayıcısıdır), dedim. aleyhi ve sellem): "Ya Ka'b! Sen malının bir kısmını kendi üzerinde alıkoy. Bu senin için hayırlı bir harekettir" buyurdu. Ben de: Hayber'de bulunan hissemi üzerimde tutuyorum, dedim.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbü'l-vesâyâ
Konu: Bir Kimse Malının Bir Kısmını Yahut Kölesinin Bir Kısmını Yahut Hayvanlarının Bir Kısmını Sadaka Veya Vakfettiği Zaman, Onun Bu Sadakası Ve Vakfı Caizdir.
2797-)
Ve İsmail şöyle dedi: Bana Abdulazîz ibnu Abdillah ibn Ebî Seleme, İshâk ibn Abdullah ibn Ebî Talha'dan -Buhârî: Ben bu hadîsi ancak Enes yolundan biliyorum, demiştir- o da Enes(radıyallahü anh)'ten olmak üzere haber verdi. Enes ibn Mâlik (radıyallahü anh) şöyle demiştir: "Siz sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcayıncaya kadar hâlis iyiliğe ermiş olmazsınız.." (Âlu İmrân: 92) âyeti inince(üvey babam) Ebû Talha, Rasûlüllah'a geldi de: Yâ Rasûlallah! Allah Tebâreke ve Teâlâ kendi Kitâbı'nda "Siz sevdiğiniz şeylerden harcayıncaya kadar hâlis iyiliğe ermiş olmazsınız"(Âlu İmrân: 92) buyuruyor. Mallarımın bana en sevgili olanı da "Bîruhâ"dır. -Râvî Enes dedi ki: Bu Bîruhâ, Mescid'in karşısında bir bahçe idi. Rasûlüllah bu Bîruhâ bahçesine girer, orada gölgelenir ve onun içindeki güzel sudan içer idi.- İşte bu Bîruhâ bahçesi Azîz ve Celîl olan Allah ve O'nun Rasûlü yoluna sadakadır. Ben bu sadakanın hayrını ve âhiret azığı olmasını ümîd ediyorum.Yâ Rasûlallah! Sen bu bahçemi, Allah'ın sana gösterdiği yere koy, sarf et, dedi. söz üzerine Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Güzel, yâ Ebâ Talha! Bu, sahibine kazanç getiren bir maldır. Biz bu malı senden kabul ettik ve onu tekrar sana geri verdik. Sen onu en yakın hısımların arasına koy" buyurdu. Talha da onu, kendine hısımlık sahibi olanlar üzerine sadaka yaptı. dedi ki: Ubeyy ibn Ka'b ve Hassan ibn Sabit o yakın hısımlardan idi. Enes dedi ki: Hassan, kendisine sadaka verilmiş olan bu maldaki hissesini Muâviye ibn Ebî Sufyân'a sattı. Hassân'a bu konuda: Sen Ebû Talha'nın sadaka ettiği malı mı satıyorsun? denildi de, Hassan: Dikkat edin! Ben bir sâ' ölçeği hurmayı bir sâ' ölçeği dirhemler mukaabilinde satıyorum, dedi. dedi ki: Bu bahçe, Muâviye ibn Ebî Sufyân'ın kurmuş olduğu Hudeyle oğulları kasrının bulunduğu yerde idi.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbü'l-vesâyâ
Konu: Vekiline Sadaka Yapan, Sonra Da Vekili O Sadakayı Müvekkiline Geri Veren Kimse Nin Hükmünü Beyân Bâbı
2798-)
İbn Abbâs radıyallahü anhüma şöyle demiştir: Bir takım insanlar bu en-Nisâ: 8. âyeti neshedildi diye iddia ediyorlar. Hayır, vallahi bu âyet neshedilmedi. Fakat bu âyetin hükmü, insanların gevşeklik gösterip amel etmedikleri hükümlerdendir: Terikede tasarruf edici ve terike işini üzerine alanlar, iki(türlü) vâlîdir: Biri (meselâ asabe gibi) mala vâris olur; işte bu, taksîmde hazır bulunan ihtiyâç sâhiblerini de zıklandırır. Bir diğer vâlî (meselâ yetîm velîsi gibi) mîrâs almaz; bu da güzel sözler söyleyen kimsedir: Bu, o ihtiyâç sahihlerine: Ben sana vermek için bu maldan hiçbir şeye mâlik değilim (çünkü bu mal ancak şu yetimindir. Şayet bundan benim bir şeyim olaydı, muhakkak sana verirdim), der .
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbü'l-vesâyâ
Konu: Yüce Allahın Şu Kavli Bâbı:
2799-)
Bize İsmâîl tahdîs edip şöyle dedi: Bana Mâlik, Hişâm'dan; o da babası Urve ibnu'z-Zubeyr'den; o da Âişe(r.anha)'den tahdîs etti ki, bir adam Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e: Anamın canını Allah ansızın giderdi. Ben öyle sanıyorum ki, eğer anam konuşabilseydi sadaka yapacaktı. Şimdi ben anam adına sadaka yapayım mı? diye sordu. Peygamber: "Evet, anan adına sadaka yap!" buyurdu.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbü'l-vesâyâ
Konu: Birdenbire Ölüveren Kimse İçin Sâhiblerinîn O Ölü Adına Sadaka Yapmalarının Müstehâb Olacağı Ve Üzerinde Adak Borçları Bulunan Ölünün Bu Adaklarının Yerine Getirilmesinin De Müstehâblığı Bâbı.
2800-)
Bize Abdullah ibn Yûsuf tahdîs edip şöyle dedi: Bize Mâlik, İbn Şihâb'dan; o da Ubeydullah ibn Abdillah'tan; o da İbn Abbâs radıyallahü anhüma'tan haber verdi ki, Sa'd ibn Ubâde(radıyallahü anh) Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'tan fetva isteyip: Annem öldü; üzerinde(ödeyemediği) adak borcu vardı? Dedi. "Sen o adağı annen adına yerine getir!" buyurdu.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbü'l-vesâyâ
Konu: Birdenbire Ölüveren Kimse İçin Sâhiblerinîn O Ölü Adına Sadaka Yapmalarının Müstehâb Olacağı Ve Üzerinde Adak Borçları Bulunan Ölünün Bu Adaklarının Yerine Getirilmesinin De Müstehâblığı Bâbı.
2801-)
Bize İbrâhîm ibn Mûsâ tahdîs edip şöyle dedi: Bize Hişâm ibn Yûsuf haber verdi ki, onlara da İbn Cureyc haber verip şöyle demiştir: Bana Ya'lâ ibn Müslim haber verdi ki, kendisi İbn Abbâs'ın himayesinde bulunan İkrime'den şöyle derken işitmiştir: Bize İbn Abbâs haber verdi ki, Sâide oğularının kardeşi olan Sam ibn Ubâde uzak bir yerde iken annesi vefat etti. Akabinde Sa'd ibn Ubâde Peygamber'e geldi ve: Yâ Rasûlallah! Ben kendisinden uzakta iken annem vefat etti. Onun adına herhangi bir şey sadaka etsem bu şey ona fayda verir mi? diye sordu. aleyhi ve sellem): "Evet(fayda verir)" buyurdu. Sa'd da: Ben Sen'î şâhid yapıyorum ki, benim el-Mıhrâf adındaki duvarlı bustânım annem üzerine sadakadır ,(yani annemin iyiliğine ve hayrına sarf edilecektir), dedi.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbü'l-vesâyâ
Konu: Vakıf Ve Sadaka Yapmak İşlerinde Şahit Göstermek Bâbı
2802-)
Bize Ebû'l-Yemân tahdîs edip şöyle dedi: Bize Şuayb, ez-Zuhrî'den haber verdi. O şöyle demiştir: Urvetu'bnu'z-Zubeyr, Âişe (r.anha)'ye: "Eğer yetim kızlar hakkında adaleti yerine getiremeyeceğinizden korkarsanız, sizin için helâl olan diğer kadınlardan... nikâh edin" (en-Nisâ: 2-3) âyetinin tefsirini sorduğunu tahdîs ediyordu. Urve (Âişe'den haber verici olarak; Ebû Zerr'de Âişe) şöyle dedi: O, şu yetîm kızdır ki, velîsinin himayesinde bulunur. O velî, onun güzelliğine ve malına rağbet eder ve o kızla, o kıza yakın olan kadınlara verilmesi kaanûn olan mehirden daha az bir mehir vermek suretiyle evlenmek ister. İşte (bu âyette) o çeşit velîlerin veliliği altındaki yetîm kızları, haklarında onların mehirlerini kemâle ulaştırmak hususunda adalet yapmadıkça nikâh etmeleri nehyolunup, bunlardan başka kendilerine halâl olan kadınlardan nikâh etmeleri emrolunmuştur. Âişe, tefsirine devamla dedi ki: Sonra insanlar bu(en-Nisâ: 2) âyetin inmesinin ardından, Rasûlüllah'tan fetva istediler. Bunun üzerine Azîz ve Celîl olan Allah şu âyeti indirdi: kadınlar hakkında fetva isterler. De ki: Onlar hakkında fetvayı size Allah veriyor: Kendileri için yazılmış olanı(mîrâsı)onlara vermediğiniz ve nikâhlarını da beğenip istemediğiniz yetîm kızlar ve küçük çocuklar hakkında, bir de yetimlere karşı adaleti ayakta tutmanız hususunda Kitâb'da size karşı okunup duran âyetler. Hayırdan daha ne yaparsanız şübhesiz Allah onu da hakkıyle bilicidir" (en-Nisâ: 127) dedi ki: İşte Allah bu âyetin içinde şunu beyân etti: Yetîm kız güzellik ve mal sahibi olduğu zaman, velîleri onun nikâhına rağbet ettiler, fakat onu, mehrini kemâle ulaştırmak suretiyle akranlarına verile gelen mehir sünnetine katmadılar. Yetîm kız mal ve güzellik azlığından dolayı nikâhına arzu edilmemiş olunca bu kızı terk ettiler ve ondan başka kadınları aradılar. dedi ki: Nitekim siz, kadınları, mal ve güzellik azlığından dolayı nikâhlarını arzu etmediğiniz zaman, onları terk ediyorsunuz. İşte böyle erkekler için malı ve güzelliğinden dolayı nikâhlanmayı arzu ettikleri zaman bu kızları nikâh etmeleri hakkı yoktur. Ancak onlar o mal ve güzellik sahibi olup, kendilerine rağbet edilmiş bu kızlara en mükemmel mehir ta'yîn etmek ve haklarını kendilerine vermek suretiyle onlara adalet yapmaları hâlinde, onlarla nikâh olmayı hakk ederler.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbü'l-vesâyâ
Konu: Yüce Allahın Şu Kavli Bâbı:
2803-)
Bize Hârûn tahdîs edip şöyle dedi: Bize Hâşim oğulları himayesinde bulunan Ebû Saîd tahdîs edip şöyle dedi: Bize Sahr ibnu Cuveyriye, Nâfi'den; o da İbn Omer'den tahdîs etti ki, babası Omer, Rasûlüllah zamanında(Medine'nin karşısında) kendi öz malı olan ve "Semğ" denilen bir hurmalığı sadaka yapmak kararını vermişti. Bu kararı üzerine Omer: Yâ Rasûlallah! Ben nazarımda en güzel ve kıymetli bir hurmalığa mâlik bulunuyorum. Hâlis kazancım olan bu malımı sadaka yapmak istedim, dedi. de: "Sen bu malın kökünü sadaka (yânı vakıf) yap. Artık o satılmaz, hibe edilmez, mîrâs olunmaz; fakat onun mahsûlü infâkolunur(ihtiyâç sâhiblerine yedirilir)" buyurdu. de bu malını o suretle sadaka(yani vakıf) etti. Ve Omer'in bu sadakası Allah yolunda gaza eden mücâhidlere, esirlikten kurtulmak isteyen kölelere, fakirlere, konuklara, yolculara, vakfedenin yakın hısımlarına harcanır idi. Bununla beraber bu vakfın işini yürütmeyi üzerine alan mütevellinin bu maldan mal biriktirici ve aslına tecâvüz edici olmayarak, yalnız gelirinden örfe göre yemesinde ve dostuna yedirmesinde günâh yoktur.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbü'l-vesâyâ
Konu: Yetimin Malında Çalışmasından Dolayı Vasinin Alacağı Ücret Ve Çalışma Hakkına Karşılık Yetim Malından Yiyeceği Şey?
2804-)
Âişe (r. anha): (Velîlerden) Kim zengin ise (yetîmin malını yemeye tenezzül etmesin) kaçınsın. Kim de fakir ise, o hâlde örfe göre (bir şey) yesin... " (en-Nisâ: 6) âyeti, yetîm vâlîsi hakkında indirildi. Yetîm malının vâlîsi muhtâc bir kimse olduğu zaman, malının mikdârına göre ve ma'rûf surette yetîmin malına nail olması hakkında indirildi, demiştir
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbü'l-vesâyâ
Konu: Yetimin Malında Çalışmasından Dolayı Vasinin Alacağı Ücret Ve Çalışma Hakkına Karşılık Yetim Malından Yiyeceği Şey?
2805-)
Bize Abdulazîz ibnu Abdillah tahdîs edip şöyle dedi: Bana Süleyman ibn Bilâl, Sevr ibn Zeyd el-Medenî'den; O da Ebu'l-Gays'tan; O da Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den tahdîs etti ki, Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem): "Helak edici olan yedi şeyden çekininiz" buyurdu. Sahâbîler: Yâ Rasûlallah! Bu yedi şey nedir? diye sordular. Rasûlüllah: Allah'a ortak tanımak,
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbü'l-vesâyâ
Konu: Yüce Allahın Şu Kavli Bâbı:
2807-)
Enes (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye geldi kendisinin hiçbir hizmetçisi yoktu. (Üvey babam) Ebû Talha benim elimden tuttu da, beni Rasûlüllah'a götürdü ve: Yâ Rasûlüllah! Enes akıllı bir oğlandır; Sana hizmet etsin, dedi. Enes dedi ki: Artık ben bundan sonra seferde ve hazarda devamlı surette Rasûlüllah'a hizmet ettim. O bana bunca hizmetim süresince yaptığım bir şey için "Sen bunu niçin böyle yaptın?" demedi. Yapmadığım bir şey için de "Bunu niçin böyle yapmadın" da demedi.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbü'l-vesâyâ
Konu: Yetîm İçin İyilik Olduğu Zaman, Seferde Ve Hazarda Yetimi Hizmette Kullanma Ve Vasî Olmasalar Da Ananın Ve Ananın Kocasının Yetime Bakmaları Nın Hükmünü Beyân Bâbı
2808-)
Bize Abdullah ibn Mesleme, Mâlik'ten; o da İshâk ibn Abdillah ibn Ebî Talha'dan tahdîs etti ki, o, Enes ibn Mâlik(radıyallahü anh)'ten şöyle derken işitmiştir: Ebû Talha hurmalık mal yönünden Medîne'de Ensâr'ın en zengini idi. Malının ona en sevimli olanı da Mescid'i karşısında bulunan Biyruha bustânı idi. Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) Beyruhâ'y girer ve onun içindeki güzel sudan içerdi. Enes dedi ki; “Siz sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda)harcayıncaya kadar asla hâlis iyiliğe ermiş olmazsınız”(Âlu İmrân-92) âyeti inince ubû Talha ayağa kalktı ve: Yâ Rasûlallah! Şübhesiz ki Allah "Siz sevdiğiniz şeylerden harcayıncaya kadar kesin olarak hâlis iyiliğe ermiş olmazsınız" buyuruyor. Ve yine şüphesiz ki, mallarımın bana en sevimli olanı da (Biyruhâ"dır. İşte bu Biyruhâ bustânı Allah için sadakadır. Ben bu sadakanın hayrını ve Allah katında âhiret azığı olmasını umarım. Şimdi Sen, bu bustânımı Allah'ın sana gösterdiği yere koyup sarfet, dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ne kadar güzel! Bu kazanç getirici- râvî Abdullah ibn Mesleme şekk edip: Yâhud: Bu gidici- bir maldır. Ben senin söylediğin sözü işittim. Ben senin bu bustânını yakın hısımların arasında bırakmanı uygun görüyorum" buyurdu. Bunun üzerine Ebû Talha: Yâ Rasûlallah! Ben de Sen'in bu arzun üzere yaparım, dedi. Akabinde Ebû Talha Biyruhâ'yı yakın hısımları ve amcaoğulları arasında taksim etti. ibn Ebî Uveys, Abdullah ibn Yûsuf, Yahya ibn Yahya: Bunların üçü de İmâm Mâlik'ten yaptıkları rivayette "yâ" harfi "Râyıhun (Bol, geniş bir mal)" diye söylemişlerdir.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbü'l-vesâyâ
Konu: Bir Şahıs, Sınırları Beyân Etmeyerek Bir Araziyi Vakıf Yaptığı Zaman Arazi Meşhur Ve Seçkin İse Bu Vakıf Caizdir.
2809-)
Bize Muhammed ibnu Abdirrahîm tahdîs edip şöyle dedi: Bize Ravh ibnu Ubâde haber verip şöyle dedi: Bize Zekeriyyâ ibnu İshâk tahdîs edip şöyle dedi: Bana Amr ibnu Dînâr, İkrime'den; o da İbn Abbâs radıyallahü anhüma'tan şöyle tahdîs etti: Bir adam Rasûlüllah'a anasının vefat ettiğini (söyleyip): Eğer onun adına sadaka yaparsam, bu sadaka anama fayda verir mi? dedi. Rasûlüllah:"Evet (fayda verir)" buyurdu. O zât: Benim "Mıhrâf" adında bir bustânım vardır. Ben Sen'i şâhid tutuyorum ki, ben de bustânımı anam adına sadaka yapmışımdır, dedi.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbü'l-vesâyâ
Konu: Bir Şahıs, Sınırları Beyân Etmeyerek Bir Araziyi Vakıf Yaptığı Zaman Arazi Meşhur Ve Seçkin İse Bu Vakıf Caizdir.
2810-)
Bize Müsedded tahdîs edip şöyle dedi: Bize Abdulvâris, Ebu't-Teyyâh'tan tahdîs etti ki, Enes (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Mescid'in bina olunmasını emretti de: "Ey Neccâr oğulları! Şu arsanızın bedelini bana söyleyin!" buyurdu. ise: Vallahi olmaz! Biz onun bedelini ancak Allah'tan isteriz! dediler.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbü'l-vesâyâ
Konu: Bir Topluluk Ortak Ve Yaygın Hisseli Bir Arazîyi Vakıf Yaptıklarında, Bu Vakıf Caizdir
2811-)
İbn Omer (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Omer, Hayber'de bir arazîye nail oldu. Akabinde Peygamber'e geldi ve: Ben mal olarak ondan daha iyisini asla elde etmediğim bir arazîye sâhib oldum. Bana bu mal ile ilgili nasıl emredersin? dedi. Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem): "İstersen hurmalığın kökünü hapset de, bu hapsedilmiş arazîyi sadaka yap" buyurdu. üzerine Omer o arazîyi aslı satılmaz, hibe olunmaz, mîrâs edilmez surette fakirlere, yakınlara, esirlikten kurtulmak isteyen kölelere, Allah yolunda savaşan mücâhidlere, konuklara, yolculara tahsîs etti. Bununla beraber bu vakıf arazînin işlerini yürütmeyi üzerine alan kimseye, mal biriktirip mülk edinici olmayarak, bunun gelirinden ma'rûf suretle yemesi yahut dostuna yedirmesinde günâh yoktur .
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbü'l-vesâyâ
Konu: Vakıf Nasıl Yazılır Bâbı