Sahîh-i Buhârî Hadis Kitabı
4577-)
Bize Mâlik, Nâfi'den tahdîs etti ki, Abdullah ibn Omer (radıyallahü anh) kendisine korku namazı sorulduğu zaman şöyle der idi: İmâm Öne geçer, insanlardan bir taife de onun arkasında saff durur. İmâm onlara bir rek'at namaz kıldırır. Bu sırada onlardan bir taife namaz kılanlarla düşman arasında bulunur, namaz kılmayıp, onları korurlar, îmâm'ın beraberindekiler bir rek'at kıldıkları zaman selâm vermeyerek, o namaz kılmayanların bulunduğu yere çekilirler. Bu sefer o namaz kılmamış olanlar, imâmın arkasına geçip imâmla birlikte bir rek'at namaz kılarlar. Sonra imâm İki rek'at kılmış olduğu hâlde selâm verip namazdan çıkar. İmâm namazdan çıktıktan sonra o iki taifeden herbiri kendi başlarına birer rek'at daha namaz kılarlar. Böylece iki taifeden her biri iki rek'at namaz kılmış olur. Korku bundan da çok olursa, ister yaya olarak ve ayaküstü durarak (yani rükû' ve sucûdu terkederek), ister hayvan üzerinde olarak, kıbleye ister yüzleyerek, ister yüzlemeyerek(îmâ ile) kılarlar. İbn Omer bu ta'rîfi muhakkak Rasûlüllah'tan; O'nun ta'rîfi olmak üzere söyledi zannederim, demiştir zevcelerini geride bırakıp ölecek olanlar eşlerinin kendi evlerinden çıkarılmayarak, yılına kadar fâidelenmelerini vasiyet etsinler. Onlar kendiliklerinden çıkarlarsa artık onların bizzat yaptıkları meşru' işlerden dolayı size mes’uliyet yoktur... " (Âyet: 240).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-bakara Sûresi
4578-)
Bize Habîb ibnu'ş-Şehîd tahdîs etti ki, İbnu Ebî Muleyke şöyle demiştir: Abdullah ibnu'z-Zubeyr dedi ki: Ben Usmân ibn Affân'a: el-Bakara Sûresi'ndeki şu "Sizden zevcelerini geride bırakıp ölecek olanlar eşlerinin kendi evlerinden çıkarılmayarak, yılına kadar fâidelenmelerini vasiyet etsinler... " (Âyet: 240) âyetini diğer (234.) âyet neshetmiştir. Böyle iken sen o neshedilmiş âyeti niçin Mushaf'a yazıyorsun? dedim. Sen de onu yerinde bırakacaksın, ey kardeşimin oğlu! Ben Mushaf'tan hiçbirşeyi bulunduğu yerinden değiştirmiyorum, dedi. Humeyd ibnu'l-Esved: Bu metin tarzında demiştir. İbrahim: 'Ey Rabb’im, ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster demişti-.. "(Âyet: 260)
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-bakara Sûresi
4579-)
Ebû Hureyre (radıyallahü anh) şöyle demiştir:Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Biz şekketmeye İbrahim'den daha haklıyız: Hani İbrahim: Ey Rabb’im, ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster, demiş, Allah da: İnanmadın mı yoksa? Demiş; o da: İnandım, fakat kalbimin (gözümle de görerek) yatışması için (istedim) demişti" Allah'ın Şu Kavli: herhangi biriniz arzu eder mi ki, hurmalardan, üzümlerden onun bir bahçesi olsun, altından ırmaklar aksın, orada kendisinin her çeşit meyveleri bulunsun, (fakat) ona ihtiyarlık çöksün, âciz ve küçük çocukları da olsun, derken o bahçeye içinde bir ateş bulunan bir bora isabet etsin de o yanıversin? İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildirir. Olur ki iyi düşünürsünüz"(Âyet: 266).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-bakara Sûresi
4580-)
İbn Cureyc şöyle demiştir: Ben Abdullah ibn Ebî Muleyke'den işittim; o, İbn Abbâs'tan tahdîs ediyordu: Yine İbn Cureyc şöyle demiştir: Ben onun kardeşi Ebû Bekr ibn Ebî Muleyke'den de işittim; o da Ubeyd ibn Umeyr(el-Leysî el-Mekkî)'den tahdîs ediyordu. O şöyle demiştir: Omer ibnu'l-Hattâb (radıyallahü anh) bir gün Peygamber'in sahâbîlerine hitaben: Şu "Sizden herhangi biriniz arzu eder mi ki..." âyeti hangi şey hakkında indi düşünürsünüz? diye sordu. Allah en bilendir, dediler. cevâb üzerine Omer öfkelendi de: Biliyoruz, yahut bilmiyoruz deyiniz, dedi. İbn Abbâs: Benim gönlümde o âyetten birşey (bir ilim) var ey Mü'minlerin Emîri! dedi. Omer de ona: Ey kardeşim oğlu! Kendini küçük görmeyerek söyle! dedi. İbn Abbâs: Bir amel için mesel yapılmıştır, dedi. Omer: Hangi amel için? dedi. Abbâs yine "Bir amel için" dedi. Omer: Azîz ve Celîl olan Allah'ın tâatiyle amel eden zengin bir adam için ki, sonra Allah o adama şeytânı yolladı, o da ma'siyetlerle amel etti. Nihayet Allah o adamın iyi amellerini zayi' etti. ''Onları parça parça kes" demektir insanlardan yüzsüzlük edip de birşey istemezler..," (Âyet: 273). aleyye", "Elahha aleyye" ve "Ahfâni bi'l-mes'ele"; bunların hepsi bir ma'nâya olup "İstekte aşırı gitti" demektir. "Israrla istemekte sizi yorar" demektir.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-bakara Sûresi
4581-)
Atâ ibn Yesâr ile Abdurrahmân ibn Ebî Amre el-Ensârî; ikisi şöyle demişlerdir: Biz Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den işittik, o şöyle diyordu: Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Miskin, insanların verdiği bir hurma, iki hurma, bir lokma, iki lokmanın geri çevirdiği şu dilenci kişi değildir. Hakîkî miskin(kendisini geçindirecek nafakası olmadığı hâlde) insanlara el açıp istemekten çekinip iffetli kalmağa çalışan kimsedir. İsterseniz okuyunuz." üstadı Saîd ibn Ebî Meryem: Yüce Allah'ın şu kavlini kasdediyor, dedi: "Onlar insanlardan yüzsüzlük edip birşey istemezler...". Allah alışverişi halâl, ribâyı(faizi) haram kılmıştır" (Âyet: 275). "el-Mess", "Delilik"tir.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-bakara Sûresi
4582-)
Bize Müslim (ibnu's-Subayh el-Kûfî), Mesrûk'tan tahdîs etti ki, Âişe (r.anha) şöyle demiştir: el-Bakara Sûresi'nin sonundan ribâ hakkındaki âyetler indiği zaman, Rasülullah(sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyetleri insanlara karşı okudu. Sonra şarâb hususunda ticâret yapmayı haram kıldı Ribâyı Mahveder"(Âyet: 276). Onu Tamâmiyle Giderir.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-bakara Sûresi
4583-)
Süleyman ibn Mıhrân şöyle demiştir: Ben Ebû'd-Duhâ'dan işittim; O, Mesrûk'tan tahdîs ediyordu: Âişe (r.anha) şöyle demiştir: el-Bakara Sûresi'nin sonlarındaki âyetler indiği zaman Rasülullah çıktı da mescidde bunları okudu. Akabinde şarâb hususundaki ticâreti haram kıldı. (Eğer böyle yapmazsanız) Allah ve Rasûlü'nden mutlak bir harb olunacağını bilin''(Âyet: 279)
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-bakara Sûresi
4584-)
Şu'be, Mansûr'dan; o da Ebû'd-Duhâ'dan; o da Mesrûk'tan tahdîs etti ki, Âişe(r.anha) şöyle demiştir: el-Bakara Sûresi'nin sonundan o âyetler indirildiği zaman Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) onları mescidde okudu ve şarâb ticâretim haram kıldı. borçlu darlık içinde bulunuyorsa, ona geniş bir zamana kadar mühlet verin. Sadaka olarak bağışlamanız ise sizin için daha hayırlıdır, eğer bilirseniz"(Âyet: 280).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-bakara Sûresi
4585-)
Ve bize Muhammed ibn Yûsuf, Sufyân es-Sevrî'den; o da Mansûr'dan ve el-A'meş'ten; onlar da Ebû'd-Duhâ'dan; o da Mesrûk'tan söyledi ki, Âişe(r.anha) şöyle demiştir: el-Bakara Sûresî'nin sonundan o âyetler indirildiği zaman, Rasûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) mescidde ayağa kalktı da, bu âyetleri bize karşı okudu. Sonra şarâb hakkında ticâret yapmayı haram kıldı. bir günden sakının ki, hepiniz o gün Allah’a döndürüleceksiniz. Sonra herkese kazandığı tastamam verilecek, onlara haksızlık edilmeyecektir"(Âyet: 281).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-bakara Sûresi
4586-)
İbn Abbâs radıyallahü anhüma: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in üzerine inen son hüküm âyeti, ribâ âyetidir, demiştir. (Göklerde Ne Var, Yerde Ne Varsa Hepsi Allah'ındır.) siz içinizdekini açıklar yahut gizlerseniz, Allah onunla sizi hesaba çeker. Sonra kimi dilerse ona mağfiret eder, kimi dilerse onu da azâblandırır. Allah herşeye kaadirdir"(Âyet: 284).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-bakara Sûresi
4587-)
Bize Miskin (ibn Bukeyr el-Harrânî), Şu'be'den; o da Hâlid el-Hazzâ'dan; o da Mervân el-Asfar'dan; o da Peygamber'in sahâbîlerinden olan bir adamdan -ki o, İbn Omer'dir- bu "Eğer nefislerinizdekini açıklar yahut gizlerseniz... " âyeti nesh edilmiştir, diye tahdîs etti Rasûl, Rabb’inden kendisine indirilene îmân etti...” (Âyet: 285-286). Abbâs: "Isran", "Ahden" demektir; "Gufrâneke" denilir ki, "Mağfiretini isteriz, bize mağfiret eyle" demektir, demiştir.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-bakara Sûresi
4588-)
Bize Şu'be, Hâlid el-Hazzâ'dan; o da Mervânel-Asfar'dan; o da Rasûlüllah'ın sahâbîlerinden olan bir adamdan onun -el-Asfar: Ben o mübhem adamın İbn Omer olduğunu zannediyorum, demiştir “Eğer siz nefislerinizdekini açıklar yahut gizlerseniz. " âyetini ondan sonraki âyet neshetti, dediğini haber verdi.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-bakara Sûresi
4589-)
Bize Yezîd ibnu İbrâhîm et-Tusterî, Abdullah ibn Ebî Muleyke'den; o da el-Kaasım ibn Muhammed'den tahdîs etti ki, Âişe (r.anha) şöyle demiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şu âyeti okudu: "Sana Kitâb’ı indiren O'dur. Ondan bir kısım âyetler muhkemdir ki, bunlar Kitâbın anasıdır (temelidir). Diğer bir kısmı da müteşâbihlerdir. İşte kalblerinde eğrilik bulunanlar sırf fitne aramak ve onun te'vîline yeltenmek için, onun müteşâbih olanına tâbi' olurlar. Halbuki onun tevilini Allah’tan başkası bilmez. İlimde yüksek dereceye erenler ise: Biz ona inandık. Hepsi Rabb'imiz katındadır, derler. (Bunları) salim akıllılardan başkası iyice düşünemez" (Âyet: 7). dedi ki: Rasûlüllah: "Sen Kur'ân’ın yalnız müteşâbih âyetlerine uyan dalâlet sahiblerini gördüğünde, işte onlar Allah'ın bu âyette isim ve sıfatlarını söylediği kimselerdir, artık hepiniz onlardan sakınınız" buyurdu onu da, zürriyetini de o taşlanmış şeytandan Sana sığındırırım" (Âyet: 36).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Âl-i İmrân Sûresi
4590-)
Bize Ma'mer ibn Râşid, ez-Zuhrî'den; o da Saîd ibnu'l-Müseyyeb'den; o da Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den haber verdi ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Doğurulan hiçbir çocuk yoktur ki, doğurulurken şeytân ona muhakkak dokunur olmasın. İşte şeytânın ona bu dokunmasından dolayı çocuk çığrınarak ağlar. Şeytânın bu dokunmasından Meryem ile oğlu İsâ müstesnadırlar." Ebû Hureyre: İsterseniz "Ben onu ve zürriyetini o taşlanmış şeytândan Sana ısmarlarım" âyetini okuyunuz, dedi. Allah'a olan ahidlerine ve yeminlerine bedel az bir bahâyı satın alanlar, işte onlar; onlar için ahrette hiçbir nasîb yoktur -hiçbir hayır yoktur-... " (Âyet: 77) "el-Elem" kökünden "Mu'lim" yânı "Elem verici, acıtıcı" demektir. Bu "Elim" lafzı, muf’îl yerindedir.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Âl-i İmrân Sûresi
4591-)
…Abdullah ibn Mes'ûd (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Herkim Müslüman bir kişinin malını koparmak için hapsedilmiş olduğu yalan bir yemin yaparsa, o, Allah’a, Allah’ın gadabına uğrayarak kavuşur” buyurdu. Allah bu hadîsi doğrulamak için şu âyeti indirdi: "Hakikat, Allah'a olan ahidlerine ve yeminlerine bedel az bir menfaati satın alanlar, işte onlar; onlar için ahirette hiçbir nasîb yoktur. Allah kıyâmet günü onlarla konuşmaz, onlara bakmaz, onları temize çıkarmaz. Onlar için pek acıklı bir azâb vardır. " (Âyet: 77)
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Âl-i İmrân Sûresi
4592-)
Râvî dedi ki: Bu sırada içeriye el-Eş’âs ibn Kays girdi ve meclistekilere: Ebû Abdurrahman (Abdullah ibn Mus’ûd) sizlere ne tahsis ediyor? dedi. Biz: O bize şöyle şöyle hadis söylüyor dedik. O âyet benim hakkımda indirildi: Amcamın oğlunun toprağında benim bir kuyum vardı. (O bunu inkâr ediyordu.) Peygamber bana: " (O kuyunun senin olduğuna) Beyyinen yahut onun yemini lâzımdır" buyurdu. Ben: Yâ Rasûlallah, bu takdirde o yemîn eder, dedim. Bunun üzerine Peygamber: "Her kim müslümân bir kişinin malını koparıp almak için yalancı olarak sabr yemini yaparsa, o kimse Allah'ın öfkesine uğrayarak Allah'a kavuşur" buyurdu.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Âl-i İmrân Sûresi
4593-)
Bize el-Avvâm ibnu Havşeb, İbrâhîm ibn Abdirrahmân'dan; o da Abdullah ibn Ebî Evfâ (radıyallahü anh)'dan (şöyle dediğini) haber verdi: Bir kimse çarşıda bir malı satışa çıkardı. Satıcı, müslümânlardan alıcı olan bir kimseyi kandırmak için bu mala onun vermediği para verilmiştir diye yemîn etti. Akabinde şu âyet indi: "Hakikat Allah 'a olan ahidlerine ve yeminlerine bedel az bir bahâyı satın alanlar, işte onlar; onlar için âhirette hiçbir nasîb yoktur. Allah kıyâmet günü onlarla konuşmaz, onlara bakmaz, onları temize çıkarmaz. Onlar için pek acıtıcı bir azâb vardır"
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Âl-i İmrân Sûresi
4594-)
Abdullah ibn Ebî Muleyke'den (o, şöyle demiştir): İki kadın bir ev içinde yahut bir hücrede deri işleri dikerlerdi. Bunlardan birisi avucuna biz batırılmış olarak dışarı çıktı ve öbür kadın aleyhine da'vâ etti. Kadınların bu da'vâsı İbn Abbâs'a arz olundu. ibn Abbâs: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Eğer insanlara yalnız da'vâlarıyle (delilsiz, şâhidsiz) istedikleri şeyler verilecek olsaydı, kavmin malları ve kanları zayi' olup giderdi" buyurdu. Aleyhine da'vâ edilen kadına, Allah adına yalan yere yemîn etmenin fenalığını hatırlatınız ve şu âyeti de kendisine okuyunuz, dedi: "Allah'ın ahdini ve yeminlerini az bir paraya değişenler, işte bunlar için âhirette hiçbir nasîb yoktur..." Abbâs'ın bu emri üzerine oradakiler da'vâlı kadına bunları hatırlattılar. Bunun üzerine da'vâlı kadın suçunu i'tirâf etti. İbn Abbâs da'vâcı kadına da: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yemîn da'vâlıya düşer" buyurdu, dedi" ki: Ey kitâblılar, hepiniz bizimle sizin aranızda müsavi (ve âdil) bir kelimeye gelin: Allah'tan başkasına tapmayalım..." (Âyet: 64). "Kasdin" yani "Adaletli" demektir.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Âl-i İmrân Sûresi
4595-)
Bana İbrâhîm ibn Mûsâ, Hişâm ibn Yûsuf es-San'ânî'den; o da Ma'mer ibn Râşid'den tahdîs etti. yine bana Abdullah ibnu Muhammed el-Müsnidî tahdîs etti. Bize Abdurrazzâk tahdîs etti. Bize Ma'mer haber verdi ki, ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Ubeydullah ibnu Abdillah ibn Utbe haber verip şöyle dedi: Bana İbnu Abbâs tahdîs edip şöyle dedi: Bana Ebû Sufyân, kendi ağzından benim ağzıma olmak üzere, yani ağız ağıza tahdîs edip şöyle dedi: Ben, benimle Rasûlüllah arasında yapılmış olan sulh müddeti içinde gittim. Sufyân dedi ki: Ben Şam'da bulunduğum sırada iken Peygamber'den Hırakl'e bir mektûb getirildi. Sufyân dedi ki: Bu mektubu Dıhye ibn Halîfe el-Kelbî getirmiş ve mektubu Busrâ ahâlîsinin büyüğüne (Haris ibn Ebî Şemir el-Gassânî'ye) vermiş, Busrâ'nın büyüğü olan bu zât da mektubu Hırakl'e vermişti. Sufyân dedi ki: Hırakl: Şu kendisinin peygamber olduğunu söylemekte olan adamın kavminden burada kimse var mı? Diye sordu. Evet, vardır, dediler. Sufyân dedi ki: Akabinde ben Kureyş'ten bir toplulukla beraber çağrıldım. Hırakl'in huzuruna girdik ve Hırakl'in önünde oturtulduk. Hırakl: Peygamber olduğunu söylemekte olan bu Zât'a neseb yönünden en yakın bulunanız hanginizdir? Diye sordu. Sufyân dedi ki: Benim, dedim. Hırakl’in önünde oturttular, arkadaşlarımı da benim arkamda oturttular. Sonra tercümanım çağırdı da ona: Bunlara söyle ki, ben, peygamber olduğunu söylemekte olan o Adam hakkında bu zâta bâzı şeyler soracağım. Eğer bu zât bana yalan söylerse, sizler onu tekzîb ediniz de! dedi. Sufyân dedi ki: Allah'a yemîn ederim ki, arkadaşlarımın benim yalanımı ötede beride yaymaları olmayaydı, muhakkak (Peygamber hakkında) yalan uydururdum. Bundan sonra Hırakl, tercümanına: Bu adama: Sizin içinizde O'nun hasebi (kıymeti, şerefi) nasıldır? Diye sor! dedi. Sufyân dedi ki: O içimizde haseb sahibidir, dedim. Bâbaları içinde bir melik var olmuş mudur? Dedi. Ebû Sufyân dedi ki: Ben: Hayır, dedim. Söylediğini söylemesinden önce (yani davetten önce) siz O'nu hiç yalan söylemekle ittihâm ettiniz mi? dedi. Hayır, dedim. Hırakl: O'na insanların eşrafı mı, yoksa zaîfleri mi tâbi' oluyorlar? Dedi. Sufyân dedi ki: Ben: O'na halkın eşrafı değil, zaîfleri tâbi' oluyorlar, dedim. O'na tâbi' olanlar artıyorlar mı, yoksa eksiliyorlar mı? Dedi. Ebû Sufyân dedi ki: Ben: Hayır, onlar eksilmiyorlar, fakat artıyorlar, dedim. Hırakl: İçlerinde O'nun dînine girdikten sonra beğenmemezlikten dolayı dînden dönen kimse var mı? Dedi. Sufyân dedi ki: Ben: Hayır, yoktur, dedim. O'nunla harb ettiniz mi? dedi. Ebû Sufyân dedi ki: Ben: Evet, harb ettik, dedim. Hırakl: O'nunla harbiniz (in sonucu) nasıl oldu? Dedi. Ebû Sufyân dedi ki: Ben: Bizimle O'nun arasında harb nevbet nevbet olur: Bazen O bize zarar verir, bazen de biz O'na zarar veririz, dedim. O gadr ediyor mu (yani ahdi bozuyor mu)? Dedi. Ebû Sufyân dedi ki: Ben: Hayır, O gadr etmiyor, ancak biz şimdi O'nunla bir müddete kadar mütâreke halindeyiz; bu müddet içinde ne yapacağını bilmiyoruz, dedim. Sufyân dedi ki: Allah'a yeminle söylüyorum, bu sözden başka konuşma içine bir kelime sokmam bana mümkin olmadı. Hırakl: Sizden bu sözü O'ndan evvel söylemiş (yani O'ndan evvel peygamberlik da'vâsına kalkışmış) bir kimse var mı? Dedi. Hayır, yoktur, dedim. Sonra tercümanına dedi ki: Ona söyle: Ben sana içinizde O'nun hasebini sordum. Sen içinizde O'nun haseb sahibi olduğunu söyledin. Rasûller de böyle kavimlerin haseb sâhibleri içinden gönderilirler. Ben sana, O'nun Bâbaları içinde bir melik var mıdır? diye sordum. Sen hayır yoktur dedin. Ben de Bâbalarından bir melik olaydı, bu da Bâbalarının hükümdarlığını geri almak isteyen bir kimsedir diye düşünürdüm dedim. Ve yine ben sana O'na tâbi' olanlar halkın zaifleri midir, yoksa eşrafı mıdır? diye sordum. Sen: Hayır O'nun tâbi'leri halkın zaîfleridir, dedin. Rasûllerin tâbi'leri de zâten onlardır. Ve yine ben sana, o söylediği peygamberlik sözünü söylemesinden önce, sizler O'nu yalan söylemekle ittihâm eder miydiniz diye sordum. Sen: Hayır, O'nun yalan söylediğini görmedik, dedin. Ben de şu hakikati bildim ki: Önceden insanlara karşı yalan söylememiş iken, sonradan gidip de Allah'a karşı yalan söyleyemezdi. Ve yine ben sana, onlardan O'nun dînine girdikten sonra beğenmemezlikten dolayı dînden dönen var mıdır diye sordum. Sen: Hayır dînden dönen yoktur, dedin. îmân da mûcib olduğu neş'e ve gönül ferahı kalblere karışıp kökleşince böyle olur. Ben sana, onlar artıyorlar mı, yoksa eksiliyorlar mı diye sordum. Sen: Onlar artıyorlar, dedin. İşte îmân da tamamlanıncaya kadar hep böyle bu minval üzere gider. Ben sana, O'nunla harb ettiniz mi diye sordum. Sen: O'nunla harb ettiğinizi, harbin sizinle O'nun arasında nevbet nevbet olup bazen O'nun size zarar verdiğini, bazen de sizin O'na zarar verir olduğunuzu söyledin. Rasûller de böyle imtihana tâbi' tutulurlar, sonra akıbet onların lehine olur. Ben sana O zât gadr ediyor mu diye sordum. Sen, O'nun gadr etmez olduğunu söyledin. Rasûller de böyledir, gadr etmezler. Ben sana, O'ndan evvel bu peygamberlik sözünü söylemiş bir kimse var mı diye sordum. Sen: Hayır, yoktur, dedin. O'ndan evvel bu sözü söylemiş bir kimse olaydı, bu da kendisinden evvel söylenilmiş bir söze uymuş bir kimsedir diyebilirdim diye düşünürdüm, dedi. Ebû Sufyân dedi ki: Sonra Hırakl: O size ne emrediyor? Dedi. Ebû Sufyân dedi ki: Ben: O bize namaz kılmayı, zekât vermeyi, akraba ile ilgilenmeyi ve iffetli olmayı emrediyor, dedim. Eğer O'nun hakkında söylemekte olduğun şeyler doğru ise, O muhakkak bir peygamberdir. Ben bir peygamberin çıkacağını bilmekte idim, lâkin ben O'nun sizden olacağını zannetmezdim. Eğer ben O'nun yanına varabileceğimi bilseydim, elbette O'nunla buluşmayı çok arzu ederdim. Eğer ben O'nun yanında olaydım (O'na hizmet ederek) ayaklarım yıkardım. Yemîn ederim ki, O'nun hükümdarlığı şu ayaklarımın bastığı yerlere muhakkak ulaşacaktır, dedi. Sufyân dedi ki: Bundan sonra Hırakl, Rasûlüllah'ın mektubunu istedi ve onu okudu. Mektubun içinde şunlar yazılmıştı 'Bismillâhi'r-rahmâni'r-rahîm. Kulu ve Rasûlü Muhammed'den Rûm'un büyüğü Hırakl'e: Hidâyet yoluna uyanlara selâm olsun! Bundan sonra: Ben seni îslâm da'vetine, yani müslümânlığa da'vet ediyorum. İslâm 'a gir ki selâmette bulunasın. Müslüman ol ki, Allah senin ecrini iki kat versin! Eğer bu da'vetimi kabul etmezsen Hrıstiyan çiftçilerin günâhı senin boynuna olsun! Ey kitâblılar (Yahudiler ve Hristiyanlar), hepiniz bizimle sizin aranızda müsâvî (ve âdil) bir kelimeye gelin: Allah'tan başkasına tapmayalım,, O'na hiçbirşeyi ortak tutmayalım, Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi rabbler diye tanımayalım. (Buna rağmen) eğer kitâblılar bu da'vetten yüz çevirirlerse, siz de onlara: Şâhid olun, biz muhakkak müslümânlarız, deyiniz. " mektubun okumasını bitirdikten sonra yanında sesler yükseldi ye gürültü çoğaldı. Bizim dışarıya çıkarılmamız emredildi, biz de dışarıya çıkarıldık. Dışarıya çıktığımız zaman ben arkadaşlarıma: İbnu Ebî Kebşe'nin (yânı Peygamber'in) işi hakîkaten kuvvetlenip büyüyor. Şu da muhakkak ki, Asfar oğullarının, yânı Rûmlar'ın meliki O'ndan korkmaktadır, dedim. Rasûlüllah’ın işinin gâlib geleceğine tâ Allah kalbime İslâm'ı ve inkıyadı girdirinceye kadar kesin bilici olmakta devam ettim ez-Zuhrî şöyle demiştir: Nihayet Hırakl, Rûm büyüklerini da'vet etti de, onları Hımıs'ta bulunan bir sarayının içinde topladı ve onlara: Ey Rûm cemâati, (bu Zât'a bey'at edip de) felaha ve zamanın sonuna kadar rüşde nail olmayı ve mülkünüzün sizin için sabit olmasını istemez misiniz? Diye hitâb etti. dedi ki: Bu hitâb üzerine o topluluk, yaban eşekleri kadar sür'atle kapılara doğru kaçıştılarsa da kapıları kapanmış buldular. Hırakl, (onların bu derece kaçışlarını görüp îmânlarından ümîd kesince): Bunları benim huzuruma getirin! deyip, onları çağırdı. Akabinde: Ben ancak sizin dîniniz üzerindeki şiddetinizi denemişimdir. Şimdi ise sizlerden arzu ettiğim dîninize olan şiddetli bağlılığınızı gözlerimle görmüş bulunuyorum, dedi. söz üzerine oradakiler Hırakl'den razı olup ona ta'zîm için secde ettiler. sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcayıncaya kadar asla iyiliğe ermiş olmazsınız. Her ne infâk ederseniz şübhesiz Allah onu bilir" (Âyet: 92).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Âl-i İmrân Sûresi
4596-)
Enes ibn Mâlik (radıyallahü anh) şöyle diyordu: Ebû Talha Medîne'de hurmalık mal yönünden Ensâr'ın en zengini idi. Kendisine mallarının en sevimlisi de "Bîruhâ" (denilen bustânı) idi. Bîruhâ, Mescidin karşısında idi. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) da Bîruhâ'ya girer ve'onun içindeki güzel sudan içerdi. "Siz sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça hâlis iyiliğe ermiş olmazsınız" âyeti indirilince, Ebû Talha kalktı da: Yâ Rasûlallah! Şübhesiz Allah "Siz sevdiğiniz şeylerden harcamadıkça hâlis iyiliğe ermiş olmazsınız" buyuruyor. Mallarımın bana en sevimli olanı Bîruhâ'dır. Bîruhâ, Allah için sadakadır. Ben bu sadakanın hayrını ve Allah katında bunun âhiret zahîresi olmasını umarım. Yâ Rasûlallah, bu bustânımı Allah'ın Sana gösterdiği uygun bir yere sarfet, dedi. "Bu ne kadar büyük ve hoştur! Bîruhâ sahibine kazanç getiren bir maldır, Bîruhâ kazanç getiren bir maldır. Ben senin dediğini işittim. Ben bu bustânı hısımların arasında bölüştürmeni ve onlara vermeni uygun görüyorum" buyurdu. Talha: Ben de böyle yaparım yâ Rasûlallah, dedi. Ebû Talha, o bustânı kendi hısımları ve amcaoğulları arasında taksîm etti. ibn Yûsuf ile Ravh ibn Ubâde "Zâlike mâlun râyıhun ( = Bu gidici bir maldır)" şeklinde ("ye" harfiyle) söylediler. Yahya ibn Yahya tahdîs edip: Ben İmâm Mâlik'in huzurunda "Mâlun râbihun" şeklinde ("be" harfiyle) okudum, dedi
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Âl-i İmrân Sûresi
4597-)
Enes ibn Mâlik (radıyallahü anh): Ebû Talha o bustânı Hassan ibn Sabit ile Ubeyy ibn Ka'b'a tahsis etti. Ben Ebû Talha'ya o ikisinden daha yakın olduğum hâlde o bustândan bana birşey vermedi, demiştir ki: Eğer doğru söyleyenler iseniz Tevrat'ı getirin de onu okuyun" (Âyet: 93)
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Âl-i İmrân Sûresi
4598-)
Bize Mûsâ ibn Ukbe, Nâfi'den; o da Abdullah ibn Omer (radıyallahü anh) 'den şöyle tahdîs etti: Yahudiler, kendilerinden zina edişmiş bir erkek ile bir kadını Peygamber'e getirdiler. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara: "Siz kendinizden zina edenlere nasıl ceza yaparsınız?" diye sordu. Biz zina eden erkek ve kadının yüzlerine kömür sürüp karartır ve onları döveriz, dediler. "Siz Tevrat'ta recmi (yani taşlama cezasını) bulmuyor musunuz?" dedi. Biz Tevrat'ta böyle birşey bulmuyoruz, dediler. Bu sözleri üzerine Abdullah ibn Selâm onlara: Sizler yalan söylediniz: Eğer doğru söyleyenler iseniz Tevrat'ı getirin de onu okuyun! dedi. Tevrat'ı okutan âlimleri elini recm âyeti üzerine koydu da, recm âyetini okumayarak, ondan önceki ve sonraki âyetleri okumağa başladı. Abdullah ibn Selâm onun elini recm âyetinin üstünden çekti de: Bu nedir? dedi. Yahûdîler bu âyeti görünce: İşte bu, recm âyetidir, dediler. Peygamber zina edenlerin recm edilmelerini emretti, akabinde onlar mescidin yanında cenazelerin konduğu yerin yakınında recm edildiler. Ben o zina eden kadının erkek arkadaşını, kadını taşlardan korumak içiri, kadının üzerine doğru meyledip kapanır hâlde gördüm. insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz.. " (Âyet: ııo)
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Âl-i İmrân Sûresi
4599-)
Ebû Hureyre (radıyallahü anh) "Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz" kavlinin tefsîri hakkında: Siz insanların bâzıları için insanların en hayırlılarısınız. Çünkü sizler İslâm camiasına boyunlarında zincirler bulunan esîr insanları getirirsiniz, nihayet bu esîr insanlar İslâm Dîni'ne girerler, demiştir. zaman içinizden iki zümre za'f göstermişti. Halbuki onların yardımcısı Allah'tı. Mü'minler ancak Allah'a güvenip dayanmalıdır" (Âyet: 122)
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Âl-i İmrân Sûresi
4600-)
Amr ibn Dînâr şöyle demiştir: Ben Câbir ibn AbdilIah (radıyallahü anh)'tan işittim, şöyle diyordu: "O zaman içinizden iki zümre za'f göstermişti. Halbuki onların yardımcısı Allah'tı... " âyeti, bizim hakkımızda indi. dedi ki: İki taife bizleriz: (Evs'ten) Harise oğulları ve (Hazrec'den) Selime oğulları. Ve biz, Allah'ın "Halbuki onların velîleri Allah'tı" kavlinin inmemesini arzu etmeyiz. Râvî Sufyân ibn Uyeyne bir kerresinde:- "Halbuki onların velîleri Allah'tı" kavlinin inmemiş olması beni sevindirmezdi, şeklinde söylemiştir hiçbirşey sana âid değildir... " (Âyet: 128).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Âl-i İmrân Sûresi
4601-)
ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Salim, Bâbası Abdullah ibn Omer'den tahdîs etti. O Rasûlüllah'tan işitmiştir. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Uhud'da yaralanıp dişi kırıldıktan sonra) sabah namazının son rek'atinde rükû'dan başını kaldırıp: Semiallâhu limen hamideh. Rabbena leke'l-hamd dedikten sonra: "Yâ Allah, Fulân'a, Fulân'a ve Fulân 'a la'net et!" der idi. Bunun üzerine Allah: "İşten hiçbirşey sana âid değildir. Allah ya onların tevbesini kabul eder, yahut onları kendileri zâlim kimseler oldukları için azâblandırır" âyetini indirdi. hadîsi İshâk ibn Râşid el-Harrânî de ez-Zuhrî'den rivayet etti.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Âl-i İmrân Sûresi
4602-)
Bize İbnu Şihâb, Saîd ibnu'l-Müseyyeb ile Ebû Seleme ibn Abdirrahmân'dan; onlar da Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den olmak üzere tahdîs etti ki, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir kimsenin aleyhine beddua etmek yahut bir kimsenin lehine hayır duâ etmek istediği vakit rukû'dan sonra kunût yapardı. bazen şöyle demiştir: Rasûlüllah: "Semiallâhu limen hamideh Rabbena leke’l-hamd" dediği zaman "Yâ Allah, el-Velîd ibnu'l-Velîd'i, Seleme ibnu Hişâm'ı, Ayyaş ibn Rabîa'yı kurtar! Yâ Allah, Mudar'ı daha beterine, içinde bulundukları bu yılları Yûsuf Peygamber'in o şiddetli yıllarına benzet!" der ve bunu açıktan söylerdi. Rasûlüllah bâzı kerre sabah namazının bir kısmında: "Yâ Allah, Fulân veFulân'a la'net et!" diye bâzı Arab kabilelerine beddua ederdi. Allah: "İşten hiçbirşey sana âid değildir. Allah ya onların tevbesini kabul eder, yahut onları kendileri zâlim kimseler oldukları için azâblandırır" âyetini indirdi (de Peygamber namazda beddua etmeyi bıraktı) ise arkanızdan sizi çağırıyordu... " (Ayet: 153) lafzı "Ahırıkum" lafzının müennes kılınmışıdır. ibn Abbâs: İki güzelliğin biri fetih yahut şehîdliktir, demiştir
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Âl-i İmrân Sûresi
4603-)
el-Berâ ibn Âzib (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Uhud gününde okçu piyadelerin başına Abdullah ibn Cubeyr'i kumandan yapmıştı. Müslümanlar bozulmuş hâlde yönelip kaçtıkları zaman Rasûlüllah onların arkalarından ("Ey Allah'ın kulları, bana geliniz; ey Allah'ın kulları bana geliniz..." diye) çağırıyordu. O sıra Peygamber'in yanında oniki kişiden başka kimse kalmamıştı O Kederin Ardından Allah Üzerinize Öyle Bir Emînlik, Öyle Bir Uyku İndirdi Ki... " (Âyet 154): Kavli Bâbı
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Âl-i İmrân Sûresi
4604-)
Katâde şöyle demiştir: Bize Enes ibn Mâlik tahdîs etti ki, Ebû Talha şöyle demiştir: Bizler Uhud günü harb saflarımızda bulunurken bizleri uyku kapladı. Talha dedi ki: Kılıcım elimden düşerdi, ben onu alırdım. Kılıcım elimden tekrar düşerdi, ben onu yine alırdım Yara Îsabet Ettikten Sonra Yine Allah'ın Ve Rasûlün Da'vetine İcabet Edenler (Hele) İçlerinden İyilik Yapanlar Ve (Fenalıktan) Sakınanlar İçin Pek Büyük Mükâfat Vardır" (Âyet: 172) Bâbı "Yara" demektir. "îstecâbû", "Ecâbû ( = İcabet etti)"; "Yucîbu ( = İcabet eder)" ma'nâsınadır öyle kimselerdir ki, halk kendilerine: (Düşmanlarınız olan) insanlar size karşı ordu topladılar, o hâlde onlardan korkun dedi de, bu söz onların imânını artırdı ve: Allah bize yeter, o ne güzel vekildir, dediler" (Âyet: 173)
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Âl-i İmrân Sûresi
4605-)
İbn Abbâs radıyallahü anhüma: "Hasbunallâhu ve nîmel-vekîl (Allah bize yetişir, O ne güzel vekildir) cümlesini İbrahim Peygamber, Nemrûd ateşi içine atıldığı zaman söyledi. Ve yine bu cümleyi Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ile sahâbîleri de: "Halk kendilerine; (Düşmanlarınız olan) insanlar size karşı ordu topladılar, o hâlde onlardan korkun, dedikleri zaman bu söz onların îmânını artırdı ve: Allah bize yeter, O ne güzel vekildir, dediler".
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Âl-i İmrân Sûresi
4606-)
İbn Abbâs radıyallahü anhüma: İbrâhîm Peygamber'in ateşe atıldığı zaman söylediği son sözü "Hasbiye'llâhu ve nîme’l-vekîl = Allah bana yeter, O ne güzel vekildir” cümlesidir, demiştir fazlından kendilerine verdiğini (harcamakta) cimrilik edenler sakın bunun kendileri için bir hayır olduğunu sanmasınlar..." (Âyet: 180) "Boyunlarına halka yapılacak" demektir; "Boynuna halka taktım" sözündeki gibi.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Âl-i İmrân Sûresi
4607-)
Ebû Hureyre (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Her kim ki Allah kendisine mal verir de o malın zekâtını ödemezse, kıyâmet gününde o zekâtı verilmeyen mal, sahibi için çok zehirli erkek bir yılan suretine konulur. Bunun iki gözü üstünde iki nokta vardır. Bu azgın yılan kıyâmet gününde mal sahibinin boynuna gerdanlık yapılır. Sonra yılan (ağzı ile) sahibinin çenesini iki tarafından yakalar da: Ben senin (dünyâda çok sevdiğin) malınım, ben senin hazinenim! der.” Rasûlüllah şu mealdeki âyeti okudu: "Allah'ın fazlından kendilerine verdiğini (sarfetmekte) cimrilik edenler sakın bunun kendileri için bir hayır olduğunu sanmasınlar. Bilakis bu, onlar için bir şerrdir. Onların cimrilik ettikleri şey, kıyâmet günü boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mîrâsı Allah'ındır. Allah ne yaparsanız hakkıyle haberdârdır" (Âyet: 180) (And olsun ki, mallarınız ve canlarınız hususunda imtihana çekileceksiniz.) Sizden evvel kendilerine kitâb verilenlerden ve Allah’a eş tanıyanlardan da herhalde incitici birçok (lâflar) işiteceksiniz..." (Âyet: 186).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Âl-i İmrân Sûresi
4608-)
ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Urve ibnu'z-Zubeyr haber verdi; ona da Usâme ibn Zeyd (radıyallahü anh) şöyle haber vermiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Bedir vak'asından önce bir gün Fedek dokuması kaplı, saçaklı bir palan vurulmuş bir merkeb üzerine bindi ve (henüz çocuk bulunan) Usâme ibn Zeyd'i terkisine aldı da Haris ibn Hazrec mahallesınde (ki evinde hasta bulunan) Sa'd ibn Ubâde'ye hasta ziyaretine gitti. dedi ki: Giderken yolda Abdullah ibn Ubeyy ibn Selûl’ün içinde bulunduğu bir meclise uğradı. Bu vak'a Abdullah ibn Ubeyy müslümân olmazdan evvel idi. Bu mecliste müslünıânlardan, puta tapan müşriklerden, Yahûdîler'den Karışık birtakım kimseler vardı. Abdullah ibn Revâha da bu mecliste bulunuyordu. Merkebin kaldırdığı toz meclisi kapladığı için Abdullah ibn Ubeyy, kaftanıyle burnunu kapadı. Sonra: Bizim üzerimizi tozutmayınız! dedi. onlara selâm verdi. Sonra da durup merkebden indi ve onları İslâm'a da'vet etti ve onlara Kur'ân okudu. Bunun üzerine Abdullah ibn Ubeyy: Ey kişi! Bu söylediklerin hakk ve gerçekse, bunlardan güzel birşey olmaz. Fakat bizim meclisimize gelip de bizi bununla ezâlandırma! Kendi menziline git, sana gelen olursa ona anlat! dedi. üzerine (büyük şâir) Abdullah ibn Revâha: Yâ Rasûlallah, (İbnu Ubeyy'e bakma) meclisimizde bizi Kur'ân ile ört, onun nûrlarıyle bürü! Biz duanızı, Kur'ân okumanızı çok severiz! Dedi. üzerine müslümânlarla müşrikler, Yahudiler sövüşmeye başladılar. Hattâ birbirlerine saldırıp öldürmeye yaklaştılar. Rasûlüllah ise onları devâmh sükûnete kavuşturmaya çalışıyordu. Nihayet yatıştılar. Sonra Rasûlüllah merkebine binip yürüdü. En sonu Sa'd ibn Ubâde'nin evine varıp içeri girdi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) -Ensâr'ın Hazrec kolunun büyüklerinden olan- Sa'd'a: "Ey Sa'd! -Abdullah ibn Ubeyy’i kasdederek- Ebû Hubâb'ın ne söylediğini duymadın mı? (Duymuş ol ki) o şöyle şöyle söyledi" (diye biraz önce geçen vak'ayı) anlattı. ibn Ubâde de: Yâ Rasûlallah! Sen İbn Ubeyy'in kusurunu affet, biraz da onu ma'zûr gör! Sana Kur'ân indiren Allah'a yemîn ederim ki, Allah'ın irâdesi Sen'in üzerine indirdiği hakkın gelmesi suretiyle (yani Sana peygamberlik gelmesi suretiyle) tecellî etmiştir. Halbuki şu beldecik halkı İbn Ubeyy'in başına tâc giydirmeye, üzerine de melike mahsûs sarık sarmaya (bu suretle onu kendilerine melik edinmeye) hazırlanmışlardı. Allah Sana ihsan buyurduğu peygamberlik hakkıyle onların tasavvurlarını imkânsız bir hâle koyunca, bu mahrumiyetle İbn Ubeyy mahzun ve kederlenmiş oldu. Yâ Rasûlallah! Abdullah ibn Ubeyy işte bu kederle, gördüğün çirkin harekette bulunmuştur (Siz onu afv buyurun), dedi. (sallallahü aleyhi ve sellem) da onu affetti. Esasen Rasûlüllah ile sahâbîleri, Allah'ın emri veçhile, gerek müşriklerin gerek ehli kitabın kusurlarını affedip, ezalarına sabrediyorlardı. Çünkü Azîz ve Celîl olan Allah şöyle buyurmuştur: olsun ki, mallarınız ve canlarınız hususunda imtihana çekileceksiniz. Sizden evvel kendilerine kitâb verilenlerden ve Allah'a ortak tanıyanlardan da herhalde incitici birçok sözler işiteceksiniz. Eğer katlanır, sakınırsanız, işte bu, hâdiselere karşı gösterilmiş bir azim- (ve metânet)ctendir" (Âyet: 186). Allah şöyle buyurdu: ehlinden birçoğu, Hakk kendilerince belli olduktan sonra ruhlarındaki hasedden ötürü sizi îmânınızdan sonra küfre döndürmek hevesine düştü. Allah'ın emri gelinceye kadar şimdilik onları bırakın. Serzeniş de etmeyin. Şübhesiz ki Allah herşeye hakkıyle kaadİrdîr" (el-Bakara: 109). (sallallahü aleyhi ve sellem) bu affı, Allah'ın kendisine emrettiğine te'vîl ediyordu. En sonu Allah onlar hakkında (savunma harbine) izin verdi. Bu izin üzerine Rasûlüllah, Bedir gazvesine çıkıp da, Allah İslâm ordusu eliyle Kureyş müşriklerinin büyüklerini öldürünce, Abdullah ibn Ubeyy ibn Selûl ile onun müşriklerden ve puta tapanlardan olan maiyyeti: Artık Bedir vak'ası, müslümânlığa yönelip yüzünü göstermiş açık bir galebedir, dediler ve Rasûlüllah'a İslâm üzere bey'at edip müslümân oldular sevinen, yapmadıklarıyle de övülmelerini arzu eden kimseler; onların azâbdan kurtulacak bir yerde bulunacaklarını sakın sanma. Onlara pek acıtıcı bir azâb vardır" (Âyet: 188)
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Âl-i İmrân Sûresi
4609-)
Zeyd ibn Eşlem, Atâ ibn Yesâr'dan; o da Ebû Sai'd el-Hudrî (radıyallahü anh)'den şöyle tahdîs etti: Rasûlüllah zamanında münafıklardan birtakım kimseler, Rasûlüllah gazaya çıktığı zaman O' ndan arkada kalırlardı ve Rasûlüllah'tan geri kalıp evlerinde oturmalarından ferahlanırlardı. Rasûlüllah harbden dönüp geldiği zaman da çürük birtakım özürler ileri sürüp yemîn ederler ve yapmadıkları işlerle övülmelerini isterlerdi. İşte "Getirdikleriyle sevinen, yapmadıklarıyle Övülmelerini arzu eden kimseler..." âyeti bunlar sebebiyle inmiştir.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Âl-i İmrân Sûresi
4610-)
İbn Cureyc, Abdullah ibn Ebî Muleyke'den haber verdi ki, ona da Alkame ibn Vakkaas haber vermiştir: (Medîne vâlîsi) Mervân ibnu'l-Hakem kendi kapıcısı Râfi'e: Yâ Râfi'! İbn Abbâs'a git de şöyle sor: (Kur'ân'da bildirildiği üzere) kendisine verilen dünyalıkla ferahlanan ve yapmadığı bir işle medh olunmaya sevinen her kişi azâb olunacaksa, bütün müslümânlar herhalde azâb olunacaklardır (demektir)? Abbâs bu soruya şöyle cevâb vermiştir: Bu âyetle sizin aranızda ne münâsebet var? (Bu âyet YahûdîIer hakkında inmiştir.) Bir kerre Rasûlüllah, Yahûdîler'i çağırıp onlara (Tevrat'taki vasıflarına dâir) bir suâl sordu. Onlar da suâlin hakîkî cevâbını sakladılar da ondan başkasını haber verdiler. Bununla beraber verdikleri bu cevâb ile Rasûlüllah yanında takdîr olunduklarını sandılar ve hakîkati gizleyerek verdikleri cevâb ile de sevindiler. sonra İbn Abbâs: "Allah bir zaman kendilerine kitâb verilenlerden onu muhakkak insanlara açıklayıp anlatacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz diye teymînât almıştı. Onlar ise o sözü sırtlarının arkasına attılar. Onun mukaabilinde az bir menfâati satın aldılar. Müşteri oldukları o şey ne kötüdür. Getirdikleriyle sevinen, yapmadıklarıyle de övülmelerini arzu eden o kimseler; işte onların azâbdan kurtulacak bir yerde bulunacaklarını asla sanma. Onlara pek acıtıcı bir azâb vardır" (Âyet: 187-188). hadîsin râvîsi olan Hişâm ibn Yûsuf'a İbn Cureyc'den rivayet etmesinde Abdurrazzâk mutâbaat etmiştir.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Âl-i İmrân Sûresi
4611-)
İsmâîlî onu ulaştırıp şöyle demiştir: Bize Muhammed ibn Mukaatil el-Mervezî tahdîs etti. Bize el-Haccâc ibn Muhammed el-Mıssîsî el-A'ver, İbn Cureyc'den haber verdi. Bana Ubeydullah ibn Ebî Muleyke, Humeyd ibn Abdirrahmân ibn Avf'tan haber verdi ki, ona da Mervân bu hadîsi haber vermiştir. Allah'ın Şu Kavli: "Hakikat göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde temiz akıl sâhibleri için elbette ibret verici deliller vardır" (Âyet: 190).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Âl-i İmrân Sûresi
4612-)
İbn Abbâs radıyallahü anhüma şöyle demiştir: Ben bir gece teyzem Meymûne'nin yanında kaldım. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ailesi ile bir müddet konuştu. Sonra uyudu. Gecenin son üçte biri olunca oturdu da gökyüzüne baktı ve: "Hakikat göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün arka arkaya gelişinde temiz akıl sâhibleri için elbette ibret verici deliller vardır" ilâhî kelâmını söyledi. sonra kalktı ve dişlerini misvâklayarak abdest aldı. Akabinde onbir rek'at namaz kıldı. Sonra Bilâl ezan okudu. Rasûlulİah evde iki rek'at daha kıldı, sonra da çıkıp sabah namazını kıldırdı Ayakta İken, Otururken, Yanları Üstünde Yatarken Hep Allah'ı Hatırlayıp Anarlar Ve Göklerin, Yerin Yaratılışı Hakkında İnceden İnceye Düşünürler (Ve Şöyle Derler): Ey Rabb'imiz, Sen Bunları Boşuna Yaratmadın. Sen Pak Ve Münezzehsin. Bizi Ateş Azabından Koru" (Âyet: 191) Bâbı
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Âl-i İmrân Sûresi
4613-)
İbn Abbâs radıyallahü anhüma şöyle demiştir: Ben bir gece teyzem Meymûne'nin yanında kaldım. Ve kendi kendime: Ben muhakkak Rasûlüllah'ın (gece) namazına iyice bakacağım, dedim. Rasûlüllah için bir yastık atıldı. Akabinde Rasûlüllah o yastığın uzunlamasında uyudu. Uyandığında yüzünden uykuyu (gidermek için eliyle) yüzünü meshetmeye başladı. Sonra Âhı İmrân Sûresinden son on âyeti okuyup bitirdi. Sonra duvarda asılmış küçük bir su kırbasına geldi, onu alıp onun suyu ile abdest aldı. Sonra namaza durdu. Ben de kalktım, O'nun yaptığı gibi yaptım. Sonra gelip O'nun yanıbaşında namaza durdum. Rasûlüllah elini benim başımın üzerine koydu. Kulağımı tuttu ve onu bükmeye başladı (yani beni sağ tarafına geçirdi). Sonra iki rek'at namaz kıldı. Sonra yine iki rek'at, sonra yine iki rek'at, sonra yine iki rek'at, sonra yine iki rek'at, sonra yine iki rek'at namaz kıldı. Ondan sonra tek rek'atli bir namaz kıldı Rabbimiz, hakikat Sen kimi o ateşe sokarsan, şübhesiz onu hor ve hakîr edersin. (Orada) zâlimlerin hiçbir yardımcıları da yoktur" (Âyet: 192).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Âl-i İmrân Sûresi
4614-)
Abdullah ibn Abbâs, hizmetçisi Kureyb'e, teyzesi ve Peygamber'in zevcesi olan Meymûne'nin yanında bir gece geçirdiğini haber verip, şöyle demiştir: Ben başımı yastığın enine koyarak uzandım. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile ehli de yastığın boyuna başlarını koyarak uzandılar. Rasûlüllah uyudu. Gece yarıyı bulduğunda yahut biraz evvelce yahut biraz sonraca uyandı. Uykuyu (gidermek için) elleriyle yüzünü silmeye başladı. Ondan sonra Âlu İmrân Sûresi'nin son on âyetlerini okudu. Sonra kalkıp asılı duran küçük bir kırbaya uzandı. Oradan güzelce bir abdest aldı. Sonra namaza durdu. Ben de kalkıp O'nun yaptığı gibi yaptım. Sonra gittim, yanına (yani sol tarafına) namaza durdum. Sağ elini başımın üzerine koydu ve sağ kulağımı tutup büktü (yani beni sağ tarafına geçirdi). Sonra iki rek'at, sonra yine iki rek'at, sonra yine iki rek'at, sonra yine iki rek'at, sonra yine iki rek'at, sonra yine iki rek'at namaz kıldı. Ondan sonra tek rek'atli bir namaz kıldı. Sonra müezzin da'vete gelinceye kadar yine uzandı. gelince yine kalktı, hafif iki rek'at namaz kıldıktan sonra odasından çıkıp sabah namazını kıldırdı Rabbimiz, doğrusu biz 'Rabbinize inanın’ diye insanları îmâna çağıran bir da’vetçiyi işidip hemen îmâna geldik. Ey Rabb 'imiz, artık bizim günâhlarımızı mağfiret et, kusurlarımızı ört, canımızı da iyilerle beraber al. Ey Rabb 'imiz, Senin rasûllerine karşı bize va'd ettiklerini ver bize. Kıyâmet günü yüzümüzü kara çıkarma. Şübhe yok ki, Sen asla sözünden dönmezsin" (Âyet: 192-194).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Âl-i İmrân Sûresi
4615-)
İbn Abbâs radıyallahü anhüma hizmetçisi Kureyb'e, teyzesi ve Peygamber'in zevcesi olan Meymûne'nin yanında gecelediğini haber verip şöyle demiştir: Ben başımı yastığın enine koyarak uzandım. Rasûlüllah ile ehli de yastığın boyuna başlarını koyarak uzandılar. Rasûlüllah uyudu. Nihayet gece yarıyı bulduğunda yahut biraz evvelce yahut biraz sonraca uyandı. Oturdu da uykuyu (gidermek için) eliyle yüzünü silmeye başladı. Ondan sonra Âlu İmrân Sûresi'nin son on âyetlerini okudu. Sonra kalkıp asılı duran bir küçük kırbaya uzandı, ondan güzelce bir abdest aldı. Sonra namaza durdu. Abbâs dedi ki: Ben de kalktım, O'nun yaptığı gibi yaptım. Sonra gittim, yanına (yani sol tarafına) durdum. Sağ elini başımın üzerine koydu ve sağ kulağımı tutup büktü. Sonra iki rek'at, yine iki rek'at, yine iki rek'at, yine iki rek'at, yine iki rek'at, yine iki rek'at namaz kılıp, ondan sonra tek (rek'atli bir namaz) kıldı. Sonra müezzin da'vete gelinceye kadar yine uzandı. Ondan sonra yine kalktı, hafif iki rek'at namaz kıldıktan sonra odasından çıkıp sabah namazını kıldırdı.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Âl-i İmrân Sûresi
4616-)
Bize, İbrâhîm ibn Mûsâ tahdîs etti. Bize Hişâm ibn Yûsuf haber verdi ki, İbn Cureyc şöyle demiştir: Bana Hişâm ibn Urve, Bâbası Urve ibnu'z-Zubeyr'den; o da Âişe (r.anha)'den haber verdi(o şöyle demiştir): Bir adamın yanında babası ölmüş yetîm bir kız vardı. Bu adam o yetîm kızla evlendi. Yetîm kızın bir hurmalığı vardı. O adam kız için gönlünde bir arzusu olmadığı hâlde, bu yetîm kızı sırf o hurmalık sebebiyle tutuyordu. "Eğer yetîm kızlar hakkında adaleti yerine getiremeyeceğinizden korkarsanız, sizin için halâl olan diğer kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikâh edin. Şayet (bu suretle de) adalet yapamayacağınızdan endîşe ederseniz, o zaman bir (tane ile) yahut mâlik olduğunuz câriye (ile yetinin). Bu (tek zevce veya câriye) sizin (haktan) eğrilip sapmamanıza daha yakındır" âyeti, işte bu zât hakkında indi. Hişâm ibn Yûsuf: Ben Urve'nin: O yetîm kız bu hurmalıkta ve adamın malında ortağı idi, dediğini sanıyorum, demiştir
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: En-nisâ Sûresi
4617-)
Ibn Şihâb şöyle demiştir: Bana Urve ibnu'z-Zubeyr haber verdi ki, kendisi Âişe'den Yüce Allah'ın "Eğer yetîm kızlar hakkında adaleti yerine getiremeyeceğinizden korkarsanız... " kavlinin tefsîrini sormuş. Âişe (r.anha) de şöyle demiştir: Ey kız kardeşimin oğlu, bu âyetteki yetîm kız, velîsinin velayet ve vesayeti altında bulunup malında erkeğe ortak yapar. Kızın malı ve güzelliği, velîsi olan erkeğin hoşuna gider. Bu sebeble velîsi onunla evlenmek ister. Fakat kızın mehrinde adalet etmek ve başkasının vereceği kadar mehr vermek istemez. İşte(bu âyette) o çeşit velîlerin velayeti altındaki yetîm kızları -haklarında adalet ve onların mehirlerini en yüksek mikdârına yükseltmedikçe- nikâh etmeleri nehyolunup, bunlardan başka kendilerine halâl olan kadınlardan nikâh etmeleri emrolunmuştur. devamla dedi ki: Bu âyet indikten sonra insanlar Rasülullah'a sorup fetva istediler. Bunun üzerine Allah şu âyeti indirdi: "Senden kadınlar hakkında fetva isterler. De ki: Onlara dâir fetvayı size Allah veriyor; Kendileri için yazılmış olanı (mîrâsı) onlara vermediğiniz ve nikâhlarını da beğenip istemediğiniz yetîm kızlar ve(henüz ergin olmayan) küçük çocuklar hakkında, bir de yetimlere karşı adaleti ayakta tutmanız (onlara iyi bakmanız) hususunda işte Kitâb'da okunup duran âyetler (2., 3., 6., 9., 10. ve 11. âyetleri kasdediyor). Hayırdan daha ne yaparsanız şübhesiz Allah onu da hakkıyle bilicidir" (Âyet:127). dedi ki: Yüce Allah'ın bu diğer âyetteki "Ve tergabûne en-tenkıhû-hunne" kavli de herhangi birinizin himayesinde bulunan yetîm kıza, mal ve güzelliği az olduğu zaman onunla evlenmeye rağbet göstermemesidir. dedi ki: Bu mal ve güzelliği az olan yetîm kızlara rağbet etmediklerinden dolayı malına ve güzelliğine rağbet ettikleri yetîm kızları -adalete riâyet etmedikçe- nikâh etmekten yetîm velîleri nehyolundular (Velîlerden) kim zengin ise (yetimin malını yemekten) kaçınsın. Kim de fakır ise, o hâlde örfe göre yesin. Artık onlara mallarını teslim ettiğiniz vakit karşılarında şâhid bulundurun. Tam bir hesâb sorucu olmak bakımından ise Allah yeter" (Âyet: 6). "Mubâdereten" (yânı: Hacet yokken, bulûğlarından önce çabuk davranarak) demektir. "A'dednâ" (yânı "Aded"in ifâl babından) "Hazırladık" demektir. "A'tâd'' “Hazırlık" ( masdarın)dan olan "Efalnâ" (yânı A'tednâ) da aynı ma'nâyadır.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: En-nisâ Sûresi
4618-)
Âişe (r. anha); “(Velîlerden) kim zengin ise yetimin malından yemekten kaçınsın. Kim de fakir ise, o hâlde örfe göre yesin..." kavli hakkında: Bu âyet yetîm malı hususunda indi. Yetîmin velîsi fakîr olduğu zaman, o malın işlerini iyilikle bakıp yerine getirmesi karşılığında (hizmet ücreti ve zarurî olan ihtiyâcı kadar) o maldan yer, demiştir taksim olunurken (mirasçı olmayan) hısımlar, yetimler, yoksullar da hazır bulunursa kendilerini ondan (birşey vererek) rızıklandırın, (gönüllerini alacak) güzel sözler de söyleyin”(Âyet: 8).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: En-nisâ Sûresi
4619-)
İkrime'den: İbn Abbâs radıyallahü anhüma: “Miras taksim olunurken (mîrâsçı olmayan) hısımlar, yetimler, yoksullar da hazır bulunursa..." âyeti muhkemdir, neshedilmiş değildir, demiştir. hadîsi İbn Abbâs'tan rivayet etmekte İkrime'ye Saîd ibn Cubeyr mutâbaat etmiştir. size mîrâs taksimini şöyle tavsiye eder; Çocuklarınızda erkeğe iki dişinin payı mikdârıdır... (Âyet: 11).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: En-nisâ Sûresi
4620-)
Câbir ibn Abdillah (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Peygamber ile Ebû Bekr beraberce yürüyerek Benû Selime yurdundaki evimde beni hasta ziyaretine gelmişlerdi. Peygamber beni birşey düşünemez derecede baygın bulmuştu. Bunun üzerine Peygamber abdest suyu isteyip abdest almış, sonra abdest suyundan bir mikdârını benim üzerime serpmişti. Ben ayıldım ve: Yâ Rasûlallah! Malımda (veraset hususunda) ne yapmamı(ne suretle tasarruf etmemi) emredersin? diye sordum. üzerine şu mealdeki âyet indi: "Allah size miras taksimini şöyle tavsiye eder: Çocuklarınız hakkında (ki hüküm) erkeğe iki dişinin payı mikdârıdır. Fakat çocuklar ikiden fazla kadınlar iseler, ölünün bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Dişi çocuk bir tek ise, o zaman terikenin yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, ana-babadan her-birine terîkenin altıda biri verilir. Çocuğu olmayıp da ona ana ve babası mîrâsçı olduysa üçte biri anasınındır. Erkek, dişi kardeşleri varsa o vakit altıda biri anasınındır. (Fakat bütün bu hükümler ölenin) edeceği vasiyetten veya borc (unun ödenmesinin sonradır. Siz babalarınızdan ve oğullarınızdan hangisinin faide cihetinden size daha yakın olduğunu bilmezsiniz- (Bu hükümler ve hisseler) Allah’tan birer farizadır. Şübhesiz ki, Allah hakkıyle bilicidir, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir". çocuğu yoksa terîkesinin yarısı sizindir. Eğer onların çocuğu varsa, size terîkesinden (düşecek hisse) dörtte birdir..." (Âyet: 12)
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: En-nisâ Sûresi
4621-)
İbn Abbâs radıyallahü anhüma şöyle demiştir: İslâm'ın başlangıcında kişinin malı, öldüğü zaman mîrâs olarak oğluna kalırdı. Vasiyet de ana ile babanın hakkı idi (yalnız ebeveyne vasiyet edilirdi). Bilâhare Allah bundan irâde ettiği kısmını(mîrâs âyetiyle) neshetti de mîrâsı erkeğe, iki dişi payı kadar ta'yîn buyurdu. Ana ile babadan her birisine de(eğer çocuk varsa) altıda bir verdi, çocuk yoksa üçte bir verdi. Yine kadına (çocuk bulunduğu surette) sekizde bir, çocuksuzsa dörtte bir verdi. Zevceye de(çocuk yoksa) yarı, (çocuk varsa) dörtte bir hisse verdi. Kadınlara zorla mirasçı olmanız ve onları -kendilerine verdiğiniz mehirden birazını giderebilmeniz için- tazyik etmeniz size halâl olmaz.." (Âyet: 19) İbn Abbâs'tan: "Lâ ta'dulûhunne", "Onları kahretmeyin"; "Hüben", "Günâh"; "en-Teûlû", "Meyletmeniz"; "Nıhleten", "en-Nıhletu", "el-Mehru" demektir, diye tefsir ettiği zikrolunuyor.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: En-nisâ Sûresi
4622-)
Bize (Ebû İshâk Süleyman ibnu Feyrûz) eş-Şeybânî, İkrime'den; o da İbn Abbâs'tan tahdîs etti. eş-Şeybânî şöyle dedi: Bu hadîsi Ebü'l-Hasen Atâ es-Suvâî de zikretti ki, ben onun bunu muhakkak İbn Abbâs'tan zikrettiğini düşünüyorum: "Ey îmân edenler, kadınlara zorla mîrâsçı olmanız ve onları -kendilerine verdiğiniz mehirden birazını gider (ip elinize geçire)bilmeniz için- tazyik etmeniz size halâl olmaz. Meğerki arayı açacak bir fuhuş işlemiş olsunlar. Onlarla iyi geçinin. Eğer kendilerinden hoşlanmadınızsa, olabilir ki birşey sizin hoşunuza gitmez de Allah onda birçok hayır takdir etmiş bulunur"(Âyet: 19). Abbâs dedi ki: Câhiliyet halkının şu âdetleri vardı: Bir adam vefat ettiği zaman, onun velîleri kalan zevcesini de mîrâs almaya herkesten haklı olurlardı. Velîlerden bâzısı isterse ilk mehri ile o kadınla evlenir, isterlerse onu başka birisiyle evlendirip mehrini alırlardı. Yine isterlerse o kadını kimseyle evlendirmezler(fidye vermesi için habsederler, ölünce mîrâsını alırlar)dı. Ölenin velîleri o kadına, kadının ailesinden daha haklı olurlardı. İşte bu âyet, bunlar hakkında (bu kötü âdetleri kaldırmak hususunda) indi. Allah'ın Şu Kavli: (Erkek ve dişiden) herbiri için baba ve ananın, yakın hısımların terîkelerinden de vârisler yaptık. Akd ile yeminlerinizin bağladığı kimselere de hisselerini verin. Allah herşeyin üstünde hakîkî bir şâhiddir"(Âyet: 33) "Velîler", "Mirasçılar" demektir. Ma'mer de şöyle demiştir: "Evliya", "Mevâlî'dir, yine "Evliya", "Mirasçılar”dır. karşılıklı muâhade akdettiği kimseler..."; bu, yemîn mevlâsıdır ki, yeminle bağlanan kişiden ibarettir. "el-Mevlâ", yine "Amcaoğlu"; "el-Mevlâ’l-mu'tıku", "Kölesine hürriyet veren kişi"; "el-Mevlâ’l-mu'taku", "Kendisine hürriyet verilen kimse"; "el-Mevlâ’l-meliku", "İnsanların işlerini(yürütmeyi, idare etmeyi) üzerine alan kimse", bir de dînde olan "Mevlâ" vardır
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: En-nisâ Sûresi
4623-)
İbn Abbâs radıyallahü anhüma'tan(o, şöyle demiştir): "Erkek, dişi; herbiri için mevtalar kıldık ", "Mirasçılar kıldık" demektir. "Karşılıklı yeminlerinizin bağladığı kimseler", Muhâcirler'le Ensâr'dır ki, Muhacirler Medine'ye geldikleri ilk zamanlarda Peygamber'in bunlarla Medîneli Ensâr arasında kurduğu kardeşlik akdleri sebebiyle Zevu'l-Erham'dan evvel (hısımlık sahihlerinden evvel) mirasçı olurlardı. Fakat sonra "Erkek, kadın; herbiri için mirasçılar kıldık" âyeti inince, akidleşme ve kardeşlik akdiyle kurulmuş olan mîrâsçılık nesholundu. İbn Abbâs,"Karşılıklıyeminlerinizin bağladığı kimseler" kavli hakkında: Artık bu yalnız yardım etmek, ihsan etmek, nasîhat etmekten ibaret kaldı. Akidleşen iki kişi arasında mîrâsçılık gitmiş oldu. Ancak yeminli dostu için vasiyet edebilir. dedi ki:) Bu hadîsi râvî Ebû Usâme, İdrîs ibn Yezîd'den işitti. İdrîs de Talha ibn Musarrıf ’tan işitti. Allah'ın Şu Kavli: ki, Allah zerre kadar haksızlık etmez. Bir iyilik olursa onu kat kat artırır. Kendi canibinden pek büyük bir mükâfat verir'' (Âyet: 40).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: En-nisâ Sûresi
4624-)
Bana Muhammed ibnu'l-Abdilazîz tahdîs etti. Bize Ebû Omer Hafs ibnu Meysere, Zeyd ibn Eslem'den; o da Atâ ibn Yesâr'dan; o da Ebû Saîd el-Hudrî(radıyallahü anh)'den şöyle tahdîs etti: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında birtakım insanlar: Yâ Rasûlallah! Biz kıyâmet gününde Rabb'imizi görecek miyiz? dediler. "Evet (kıyâmet gününde Rabb'inizi göreceksiniz); Güneşin ziyâını öğle vakti önünde hiçbir bulut yokken görmek için itişip kakışmaya', birbirinize zahmet vermeye hacet görür müsünüz?" diye sordu. Hayır görmeyiz, dediler. "Ayın ondördüncü gecesi önünde hiç bulut yok iken görmek için birbirinize zahmet vermeye hacet görür müsünüz?' dedi. Hayır, görmeyiz, dediler. Peygamber: "İşte bu iki kürreden herhangi birisinin ziyâını (sıkışmadan, meşakkatsiz, tam bir açıklıkla) gördüğünüz gibi, kıyâmet gününde Aziz ve Celîl olan Allah'ı, birbirinize meşakkat ve zahmet vermeden açıkça göreceksiniz" buyurdu. şöyle devam etti: "Kıyâmet günü olduğu zaman bir dellâl: Her ümmet neye ve kime tapıyor idiyse onun ardına düşer (yani düşsün) diye i'lân edecek. Bunun üzerine Allah'tan başka şeylere: Putlara, heykellere, dikili taşlara tapagelen ne kadar müşrik varsa, onlardan hiçbiri geri kalmaksızın cehennemin içine dökülecekler. Artık ortalıkta yalnız Allah 'a ibâdet eden gerek sâlih, gerek fâcir kimselerle (müşrik olmayan) kitâb ehli bakıyyelerinden başka kimse kalmayınca, Yahûdîler'den geri kalanlar çağırılacak ve onlara: Siz kime ibâdet ederdiniz? Diye sorulacak. Onlar: Biz Allah'ın oğlu Uzeyr'e ibâdet ederdik! Diye cevâb verecekler. üzerine onlara: Siz yalan söylüyorsunuz. Allah hiçbir eş ve oğul edinmedi! Denilecek. Şimdi siz ne istersiniz? Diye sorulacak. Onlar da: Ey Rabbimiz, çok susadık, bize su ihsan et! Diyecekler. Bunun üzerine onlara: Haydi, su başına gelmez misiniz? Diye işaret olunacak. onlar bir araya getirilip cehenneme doğru sevk olunacaklar. O cehennem ateşine ki, onların görüşünde yalımları birbirini kırıp geçiren serâb gibi görünecek ve onu su zannedip birbiri ardınca ateşin içine dökülecekler. Sonra Nasrânîler (in bir taifesi) çağrılacak. Onlara da: Siz kime tapardınız? Diye sorulacak. Onlar da: Biz Allah'ın oğlu Îsa'ya ibâdet ederdik, diyecekler. Onlara da: Siz yalan söylüyorsunuz. Allah hiçbir eş ve hiçbir oğul edinmiş değildir, denilecek ve: Ne istiyorsunuz? Diye sorulacak. da kendilerinden evvelki Yahûdîler'in su isteyip cehenneme sevkolunmaları gibi cehenneme sevkolunacaklar. meydanda sâlih veya fâsık olarak Allah'a ibâdet eden mü min muvahhidlerden başka kimse kalmayınca, Âlemlerin Rabbi onlara evvelden bildikleri en yakın bir sıfatta gelecek, yani tecellî edecek ve Allah tarafından bu muvahhidlere. Sizler ne bekliyorsunuz? (Görüyorsunuz) her ümmet ibâdet etmekte bulunduğu şeyin ardına düşüp gidiyor! buyurulacak. da: Ey Rabb'imiz, biz dünyâda iken(seni tanımayan, sana ibâdet etmeyen) şu insanlardan kendilerine en ziyâde muhtâc olmamıza rağmen ayrılıp ayrı yaşadık, Sen'in rızân için bunlarla arkadaşlık yapmadık. Biz şimdi kendisine kulluk edegeldiğimiz Rabb'imizi (O'nun kerem ve inayetini) bekliyoruz! Diyecekler. üzerine Yüce Allah onlara iki yahut üç kerre: Ben sizin Rabb'inizim! Buyuracak. da her seferinde: Biz Allah'a hiçbirşeyi ortak kılmayız! Diyecekler" ümmetten birer şâhid, onların üzerine de seni bir şâhid olarak getirdiğimiz zaman nice olur?"(Âyet: 41). ve "el-Hattâl" birdir. yüzleri silmemizden önce", "Onları enseleri gibi oluncaya kadar dümdüz yapmamızdan önce" demektir. = Kitabı sildi)", "Onu mahvetti" demektir. "Saîran", çok yanıcı ateş demektir.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: En-nisâ Sûresi
4625-)
(Buradaki iki senedde) Abdullah ibnMes'ûd (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) bana hitaben: "Bana karşı Kur'ân oku!" diye emretti. Ben de O'na: Kur'ân Senin üzerine indirildiği hâlde, ben onu Sana karşı mı okuyacağım? dedim. "Şübhesiz ben Kur'ân'ı kendimden başkasından işitmeyi severim" buyurdu. de kendisine en-Nisâ Sûresi'ni okumağa başladım. "Her ümmetten birer şâhid, onlar üzerine de seni bir şâhid olarak getirdiğimiz zaman nice olur!" âyetine ulaştığımda Peygamber bana: "Okumayı tut (yânı durdur)" buyurdu. sırada gördüm ki, Peygamber'in iki gözü yaş döküyordu Allah'ın Şu Kavli: Eğer hasta olur, ya bir sefer üzerinde bulunursanız yahut sizden biriniz ayak yolundan gelirse,.."(Âyet: 43) "Yeryüzü" demektir. Câbir şöyle demiştir: Câhiliyet'te kendileri önünde muhakeme olmak istedikleri tâğûtlar, Cuheyne kabilesinde bir tâğût, Eşlem kabilesinde bir tâğût ve Arab kabilelerinden herbirinde birer tâğût idi. Bunlar birtakım kâhinlerdir ki, üzerine şeytânlar müstakbel hakkında kâinattan haberlerle inerler. Omer ibnul-Hattâb da: "es-Sıhr"; "et-Tâğûtu", "eş-Şeytân"dır, demiştir. de: "el-Cibt", Habeşe dilinde "Şeytân", "et-Tâğût" ise "Kâhin" demektir, demiştir
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: En-nisâ Sûresi
4626-)
Âişe (r.anha) şöyle demiştir: Esmâ'ya âid olan bir gerdanlık kayboldu. Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) onun aranması için birtakım adamlar yolladı. (Kendisi ve ordu bekledi.) Bu sırada namaz vakti geldi. Halbuki bir subaşında değillerdi, bir su da bulamadılar. Akabinde abdestsiz oldukları hâlde namaz kıldılar. Bunun üzerine Yüce Allah şunu, yani Teyemmüm âyeti'ni indirdi Allah'ın Şu Kavli: îmân edenler, Allah'a itaat edin. Rasûl’e ve sizden olan emir sahiplerine de itaat edin... "(Âyet: 59).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: En-nisâ Sûresi