Sahîh-i Buhârî Hadis Kitabı
4679-)
Bize Şu'be, Amr ibn Murre'den; o da Ebû Vâil'den tahdîs etti ki, Abdullah ibnu Mes'ûd (radıyallahü anh) şöyle demiştir: “Mü'minleri Allah'tan ziyâde kötülüklerden koruyan bir kimse yoktur. Mü'minlerin en büyük koruyucusu olduğu için Allah açık, gizli bütün kötülükleri, çirkin işleri haram kılmıştır. Bir de Allah'tan ziyâde medhedilip övülmeyi seven kimse de yoktur. İşte bunun için Allah kendisini (Kur'ân'da birçok güzel sıfatlarla) medhetmiştir”. Amr ibn Murre dedi ki: Ben Ebû Vâil'e: Sen bu hadîsi Abdullah ibn Mes'ûd'dan işittin mi? diye sordum. Vâil: ben bunu Abdullah'tan işittim, dedi. Ben yine ona: Abdullah ibn Mes'ûd bu hadîsi Peygamber'e yükseltti mi? dedim. Evet, yükseltti, dedi "Hafız, muhafaza edici ve etrafını çepçevre kuşatıcıdır. "Kabîl"in cem'idir, ma'nâsı birçok azâb nevi'leridir ki, o azâblardan herbir nev'i bir "Kabil", bir sınıftır. (Bâtıl söz): Bâtıl olduğu hâlde güzelleştirdiğin ve süslediğin herşeydir. İşte bu süslenmiş bâtıl bir "Zuhruf"tur. Ekin, mahsûl)": "Hıcrun" yani "Haram" demektir. Men' edilmiş herşey bir hıcr ve mahcurdur. "el-Hıcru", "Bina ettiğin her binâ"dır. Beygirlerden dişiye de "Hıcr" denilir; akl'a da "Hıcr" ve "Hıcen" denir. "el-Hıcr" ismine gelince, o, Semûd kavminin yeridir. Yerden etrafını duvarla çevirdiğin şey de bir "Hıcr"dır. İşte bu ma'nâdan dolayı Ka'be'nin Hatîm'ine "Hıcr" ismi verildi. Sanki bu, "Maktûl'den "Katil" gelmesi gibi, "Mahtûm"dan türemiştir. Yemâme'nin Hacr'ı ise, o bir menzildir. Allah'ın: "Muhakkak Allah bunu haram etti diye bildiğini söyleyecek şâhidlerinizi getirin! de..."(Âyet: 150). ahâlîsinin lügati, tekil için de, iki kişi için de, cem’î için de "Helumme"dir evvelden îmân etmiş olmayan hiçbir kimseye (o günkü)îmânı fayda vermeyecek”(Âyet: 158)
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-enâm Sûresi
4680-)
Ebû Hureyre (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Rasûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Güneş battığı yerden doğmadıkça kıyâmet kopmayacaktır. İnsanlar onu gördükleri zaman yeryüzünde bulunanlar îmân ederler. Fakat işte o gün ‘Daha evvelden îmân etmiş olmayan hiçbir kimseye (o günkü) îmânı fayda vermeyecek' zamandır"(Âyet: 158)
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-enâm Sûresi
4681-)
Bize Ma'mer ibn Râşid, Hemmâm ibn Münebbih'ten haber verdi ki, Ebû Hureyre(radıyallahü anh) şöyle demiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Güneş battığı yerden doğuncaya kadar kıyâmet kopmaz. Güneş oradan doğup insanlar onu görünce, toptan hepsi îmân ederler. İşte bu, hiçbir nefse îmânının fayda vermeyeceği zamandır". Rasûlüllah şu âyeti okudu:"Daha evvelden îmân etmiş veya îmânında bir hayır kazanmış olmayan hiçbir kimseye (o günkü) îmânı asla fayda vermez. De ki: Bekleyin! Çünkü biz de bekleyicileriz!".
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-enâm Sûresi
4682-)
Bize Şu'be, Amr ibn Murre'den; O daEbû Vâil’den; O da Abdullah ibn Mes'ûd'dan tahdîs etti. Amr ibn Murre dedi ki: Ebû Vâil'e: Sen bu hadîsi Abdullah ibn Mes'ûd'dan işittin mi? diye sordum. Vâil: Evet, bunu ondan işittim, dedi ve o bu hadîsi Rasûlüllah'a yükseltti. Dedi ki: “Mü'minleri Allah'tan ziyâde fenalıklardan koruyan bir kimse yoktur. Mü'minlerin en büyük koruyucusu olduğu için Allah, açık gizli bütün çirkin işleri haram kılmıştır. Ve yine Allah'tan ziyâde medh ve senayı seven kimse de yoktur. Bunun için Allah kendisini (Kur'ân'da birçok güzel vasıflarla) medhetmiştir” Mûsâ ta'yîn ettiğimiz vakitte geldi, Rabb'i ona (ilâhî sözünü) söyledi. Mûsâ: 'Rabb 'im, göster bana Sen'i göreyim' dedi. Yüce Allah: 'Sen beni kat'iyyen göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse, Sen de beni görürsün' buyurdu. Derken Rabb’i o dağa tecellî edince, onu paramparça ediverdi. Mûsâ da baygın yere düştü. Ayılınca: 'Seni tenzih ederim. Sana tevbe ettim. Ben îmân edenlerin ilkiyim' dedi" (Âyet: 143). Abbâs: "Bana göster (Sana bakayım)", "Bana atıyye ver" demektir, demiştir.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-arâf Sûresi
4683-)
Ebû Saîd el-Hudrî (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Yahûdîler'den bir adam, yüzüne tokat vurulmuş olarakPeygamber'e geldi ve: Yâ Muhammedi Ensâr'dan olan sahâbîlerinden bir adam yüzüme tokat vurdu, dedi. Peygamber: "Onu çağırın" buyurdu. Akabinde o adamı çağırdılar. Peygamber: "Bunun yüzüne niçin tokat vurdun?" diye sordu. O sahâbî: Yâ Rasûlallah, ben Yahüdîler'in yanına uğradım. Bu adamdan "Musa'yı bütün beşeriyet üzerine süzüp seçen Allah'a yemîn ederim" derken işittim."Muhammed üzerine de mi?" dedim ve o esnada beni bir Öfke tuttu da ona tokat vurdum, dedi. aleyhi ve sellem): "Peygamberler arasında beni daha hayırlı kılmayınız. Çünkü kıyâmet günü insanlar bayılacaklar(onlarla beraber ben de bayılacağım). İlk ayılan ben olacağım. Bu sırada ben Musa'yı Arş'ın ayaklarından birini tutmuş olarak göreceğim. Artık Mûsâ benden evvel mi ayıldı, yoksa Tûr'daki ilk bayılması ile mi mücâzât edildi, bilmiyorum" dedi ve's-selvâ(Kudret helvası ve bıldırcın);(Âyet: 160)
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-arâf Sûresi
4684-)
Bize Şu'be, Abdulmelik ibn Umeyr'den; o da Amr ibn Hureys'ten; o da Saîd ibn Zeyd (radıyallahü anh)'den tahdîs etti ki, Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem): "Domalan mantarı, kudret helvası (gibi Allah'ın külfetsiz ni'metleri) nev'inden bir rızıktır, suyu da göz ağrısına şifâdır" buyurmuştur. ki: Ey insanlar, şübhesiz ben göklerin ve yerin mülk ve tasarrufuna mâlik olan, kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan, hem dirilten hem öldüren Allah'ın size, hepinize gönderdiği elçisiyim. O hâlde Allah'a ve O'nun ümmî nebî olan Rasûlü'ne -ki kendisi de o Allah'a ve O'nun sözlerine îmân etmekte olandır - îmân edin, O'na tâbi' olun. Tâ ki doğru yolu bulmuş olasınız" (Âyet: 158)
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-arâf Sûresi
4685-)
Ebû İdrîs el-Havlânî tahdîs edip şöyle demiştir: Ben Ebu'd-Derdâ'dan işittim, şöyle diyordu: Ebû Bekr ile Omer arasında bir münâkaşa olmuştu da, Ebû Bekr, Omer'i öfkelendirmişti. Omer, öfkelenmiş olarak Ebû Bekr'den ayrılıp gitmiş, Ebû Bekr de ondan af istemek için ardından gitmiş. Fakat Omer bu affı yapmayıp Ebû Bekr'in yüzüne kapısını kapatmış. Bunun üzerine Ebû Bekr, Rasûlüllah'ın yanına geldi. dedi ki: Biz Rasûlüllah'ın yanında bulunuyorduk. "Şu arkadaşınıza gelince, o muhakkak kendisini tehlikeli bir şeye atmıştır" buyurdu. dedi ki: Omer de Ebû Bekr'i affetmemesinden pişman olup geldi, selâm verdi, Peygamber'in yanına oturdu ve Rasûlüllah'a kendisiyle Ebû Bekr arasında olan haberi anlattı. dedi ki: Rasûlüllah da öfkelendi. Ebû Bekr ise (iki dizi üstüne çökerek): Vallahi yâ Rasûlallah, bu işte ben Omer'den daha çok ileriye gitmişimdir, demeğe başladı. üzerine Rasûlüllah hepimize hitâb ederek: "Şimdi sizler benim sahibimi bana bırakıyor musunuz? Sizler benim dostumu bana bırakıyor musunuz? Ben: Ey insanlar, şübhesiz ben size, hepinize Allah’ın elçisiyim... dedim de sizler: Sen yalan söyledin, dediniz. Ebû Bekr ise: Sen doğru söyledin, dedi" buyurdu Allah'ın: 'Hıtta Deyiniz" (Âyet:161) Kavli Bâbı
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-arâf Sûresi
4686-)
Bize Ma'mer, Hemmâm ibn Münebbih'ten haber verdi ki, o, Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den şöyle derken işitmiştir: Rasûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "İsrâîl oğulları'na: 'Beytu'l-Makdis kapısından secde ediciler olarak (tevazu' ile) giriniz ve Hıtta (Yâ Rabb, dileğimiz günâhımızı affetmendir) deyiniz de günâhlarınızı sizin lehinize mağfiret edelim, denildi.Onlar ise bu emri ters çevirdiler de kıçları üzerinde sürünerek girdiler ve (Hıtta yerine) Habbetu fî şaaratin ( kıl çuval içinde tane) sözünü söylediler" afv yolunu (kolaylığı) tut, iyiliği emret, câhillerden yüz çevir"(Âyet: 199) Örf), "Ma'rûf' demektir.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-arâf Sûresi
4687-)
İbn Abbâs radıyallahü anhüma şöyle demiştir: Uyeyne ibn Hısn ibn Huzeyfe Medine'ye geldi ve kardeşi oğlu Hurr ibn Kays'ın yanına inip misafir oldu. Hurr ibn Kays ise Omer ibnu'l-Hattâb'ın kendisine yaklaştırmakta olduğu kimselerden idi. ihtiyar birtakım kurrâ ve fakîhler Omer'in meclislerinin sâhibleri ve onun müşaveresinde hazır bulunan kimselerdi (Omer, mühim âmme işlerini bunlara danışır, müşavere ederdi). Uyeyne, kardeşinin oğlu Hurr ibn Kays'a; Ey kardeşim oğlu! Senin şu Emîru'l-Mü'minîn'in yanında yüksek bir mevkiin var. Benim için huzuruna girmeye izin isteyiver, dedi. O da Ben senin için Halîfe'nin yanına girme izni isteyeceğim, dedi. İbn Abbâs dedi ki: Akabinde Hurr, Uyeyne için izin istedi, Omer de ona izin verdi. Uyeyne, Omer'in yanına girince, ona hitaben: Hiyy(yani şu bir felâkettir) ey Hattâb oğlu! Vallahi sen bize ne bol atıyye verirsin, ne de aramızda adaletle hükmedersin! dedi. bu sözlerden öfkelendi de Uyeyne'nin üzerine yürümeye kasdetti. Heybetli Halîfe bu bedevi zorbayı döveceği sırada, kardeşi oğlu Hurr ibn Kays müdâhale ederek: Yâ Emîra'l-Mü'minîn! Şübhesiz Yüce Allah, Peygamber'ine:''Halkın kusurlarını affet, ma'rûf ile emreyle ve câhillerden yüz çevir'' buyurdu. Ve şübhesiz bu Uyeyne de o câhillerdendir, dedi. Abbâs dedi ki: Hurr ibn Kays bu âyeti okuyunca, o haşmetli Halîfe, olduğu yerde çakılmış gibi irkildi. Vallahi bir adım ileri gitmedi. Esasen Omer, Allah Kitâbı'nın mukaddes huzurunda durup kalmak i'tiyâdmda idi.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-arâf Sûresi
4688-)
Bize Vekî' ibnu'l-Cerrâh, Hişâm'dan; o da Bâbası Urve'den; o da Abdullah ibnu'z-Zubeyr (radıyallahü anh)'den tahdîs etti ki, o, "Affı tut, ve urf ile emret..." kavli hakkında: Allah bu âyeti ancak insanların ahlâkı hususunda indirdi, demiştir.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-arâf Sûresi
4689-)
Abdullah ibnu Berrâd da şöyle dedi: Bize Ebû Usâme tahdîs etti: Bize Hişâm, babası Urve'den tahdîs etti ki, Abdullah ibnu'z-Zubeyr: Allah, Peygamberi'ne insanların ahlâkından affı alıp tutmasını emretti, demiştir yahut da dediği gibi demiştir.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-arâf Sûresi
4690-)
Saîd ibn Cubeyr dedi ki: Ben İbn Abbâsradıyallahü anhüma'a: el-Enfâl Sûresi (nin inmesi sebebi nedir)? Diye sordum. O: Bedir gazvesi hakkında indi, dedi "Silâh ve keskinlik"; 9), "Dalga dalga"; "Redifenî" ve "Erdefenî", "Benim ardımdan geldi" demektir. " (Ayet:50) "Başlayınız ve tecrübe ediniz" demektir, buradaki "Zevk(Tatma)", ağzın tatması nev'inden değildir. yerkumuhu"(Âyet:37), "Onu bir yere biriktirip toplar". "Dağıt"; in cenahû ile'ssilmi" (Âyet:67), "Ve eğer barışa meylederler, onu isterlerse". "es-Silmu, es-Selmu ve's-Selâmu"birdir, yani bir ma'nâyadır. "Hattâyushine"(Âyet.67), "Gâlib gelinceye kadar". de şöyle dedi: "Mukâen" (Âyet.35), parmaklarını ağızlarına sokmaları ve böylece ıslık çalmalarıdır; "Tasdiyeten", düdük çalıp ses çıkartma ve elleri birbirine çarparak ses çıkartmaktır. "Li-yüsbitûke" (Âyet: 30), "Seni habsetmeleri için". yerde yürüyen hayvanların Allah katında en kötüsü, hakkı akıllarına sokmaz (ve hakkı duyup söylemez olan) sağırlar ve dilsizlerdir"(Âyet: 22).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-enfâl Sûresi
4691-)
Bize Verkaa, İbnu Ebî Necîh'ten; o da Mucâhid'den tahdîs etti ki, İbn Abbâs "Şübhesiz yerde yürüyen hayvanların Allah katında en kötüsü, hakkı akıllarına sokmaz (ve hakkı duyup söylemez olan) sağırlar ve dilsizlerdir" âyeti hakkında: Bunlar Kureyş'în Abdu'd-Dâr oğulları kolundan bir topluluktur, demiştir. îmân edenler, sizi, size hayât verecek şeylere da'vet ettiği zaman Allah'a ve Rasûlü’ne icabet edin. Bilin ki, şübhesiz Allah, kişi ile kalbi arasına girer ve siz hakîkaten yalnız O'na dönüp toplanacaksınız" (Âyet: 24). "Ecîbû", yani "İcabet ediniz"; "Li-mâ yuhyîkum", "Size hayât verecek şeye; sizi ıslâh edip iyileştirecek şeye" demektir.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-enfâl Sûresi
4692-)
Ebû Saîd ibnu'l-Muallâ (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Ben namaz kılıyordum. Rasülullah bana uğradı ve beni çağırdı. Ben namazı bitirinceye kadar O'nun yanına gitmedim, O'ndan sonra yanına gittim. Rasûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem): "Senin gelmenden seni men' eden nedir? Allah: 'Ey îmân edenler, sizi, size hayât verecek şeylere çağırdığı zaman Allah'a ve Rasûlü'ne icabet edin... 'buyurmadı mı?" dedi. Rasûlüllah bana: "Sen bu mescidden çıkmadan önce, sana muhakkak Kur'ân'daki en büyük sûreyi öğreteceğim" buyurdu.. mescidden çıkmağa davrandığı zaman, ben kendisine va'd ettiği şeyi hatırlattım.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-enfâl Sûresi
4693-)
Ve Muâz ibnu Ebî Muâz şöyle dedi: Bize Şu'be, Habîb'den tahdîs etti ki, o, Hafs'tan işitmiştir. O da Peygamber'in sahâbîlerinden bir adam olan Ebû Saîd'den bu hadîsi işitmiştir:... Ve Rasûlüllah: "O sûre, ‘el-Hamdu lillâhi Rabbi'l-âlemîn' dir; namazda tekrar edilen yedi âyettir" buyurdu. bir zaman da: 'Yâ Allah, eğer bu, Sen'in katından (gelme) hakkın kendisi ise, durma bizim üstümüze gökten taş yağdır yahut bize acıtıcı bir azâb getir' demişlerdi" (Âyet: 32). ibn Uyeyne şöyle demiştir: Allah Kur'ân'da "Matar" ismini söylediğinde, muhakkak "Azâb" ma'nâsına söyledi. Arab kavmi ise "Yağmur"a "Gays" ismini verir. da Yüce Allah'ın şu kavlidir: "O, ümîdlerini kestikten sonra yağmuru indirmekte, rahmetini yaymakta olandır.. "(eş-Şûrâ: 28).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-enfâl Sûresi
4694-)
Bize Şu'be, Abdulhamîd'den -ki o ez-Ziyâdî'nin arkadaşı İbnu Kurdîd'dir-, Enes ibn Mâlik (radıyallahü anh)'ten işittiği şu haberi tahdîs etti: Ebû Cehl: Allah, eğer bu Kur'ân, Sen'in katından (gelme) hakkın kendisi ise, durma bizim üstümüze gökten taş yağdır yahut bize acıtıcı bir azâb getir"dedi. üzerine şu âyetler indi: "Halbuki sen içlerinde iken, Allah onları azâblandıncı değildi. Onlar istiğfar ederlerken de Allah yine onları azâblandırıcı değildir. (Sen içlerinden çıktıktan sonra) Allah onlara ne diye azâb etmeyecek? Onlar Mescidi Haram'dan kendileri ona (onun hizmetine) ehil olmadıkları hâlde, men' edip duranlardır. O (hizmete) takvaya erenlerden başkaları onun ehilleri değillerdir. Fakat onların pekçoğu bunu bilmezler" (Âyet: 33-34). Allah'ın Şu Kavli: 'Halbuki sen içlerinde iken, Allah onları azâblandırıcı değildi. Onlar istiğfar ederlerken de Allah yine onları azâblandırıcı değildir"(Âyet: 33).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-enfâl Sûresi
4695-)
Bize Şu'be, ez-Ziyâdî'nin sahibi olan Abdulhamîd'den tahdîs etti ki, o, Enes ibn Mâlik'in şöyle dediğini işitmiştir: Cehl: "Yâ Allah, eğer bu Kur'ân Sen'in katından (gelme) hakkın kendisi ise, durma bizim üstümüze gökten taş yağdır, yahut bize acıtıcı bir azâb getir" dedi. üzerine şu âyetler indi: "Halbuki sen içlerinde iken Allah onları azâblandırıcı değildi. Onlar istiğfar ederlerken de Allah yine onları azâblandırıcı değildir. Allah onlara ne diye azâb etmeyecek? Onlar Mescidi Haram'dan kendileri ona ehil olmadıkları hâlde men edip duranlardır. Halbuki takvaya erenlerden başkaları onun ehilleri değillerdir. Fakat onların pekçoğu bunu bilmezler" (Âyet: 33-34). fitne kalmayıncaya ve din tamâmiyle Allah'ın oluncaya kadar onlarla muharebe edin... " (Âyet: 39)
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-enfâl Sûresi
4696-)
Bize Hayve ibn Şurayh, Bekr ibn Amr'dan; o da Bukeyr ibn Abdillah'tan; o da Nâfi'den şöyle tahdîs etti: Abdullah ibn Omer(radıyallahü anh) 'e bir adam geldi de: Yâ Ebâ Abdirrahmân! Allah'ın kendi Kitâb'ında zikrettiği şu âyeti işitmiyor musun:"Eğer mü’minlerden iki zümre birbiriyle döğüşürlerse, aralarını bulup barıştırın. Eğer onlardan biri diğerine karşı hâlâ tecâvüz ediyorsa, siz o tecâvüz edenle, Allah 'ın emrine dönünceye kadar savaşın... "(d-Hucurât:9) buyuruyor. Allah'ın kendi Kitâb'ında zikrettiği gibi, müslümânlar arasındaki harbe katılıp kıtal yapmandan seni nasıl bir düşünce men' etti? Diye sordu. Omer de: Ey kardeşim oğlu! Okuduğun bu âyeti delîl edinip harbetmektense Yüce Allah'ın, içinde büyük tehdîdler buyurmakta olduğu şu âyeti delîl getirip onunla amel etmem, bana daha sevimlidir: "Kim bir mü'mini kasden öldürürse cezası, içinde ebedî kalıcı olmak üzere cehennemdir. Allah ona gazâb etmiştir, ona la'net etmiştir ve ona çok büyük bir azâb hazırlamıştır"(en-Nisâ:92), dedi. Omer'in bu sözü üzerine o Haricî zât: Şübhesiz ki Allah: "Bir fitne kalmayıncaya ve dîn tamâmıyle Allah'ın oluncaya kadar onlarla muharebe edin..." buyuruyor, dedi Omer de: Biz Rasûlüllah zamanında müslümânlar henüz az iken o harbi müşriklere karşı yapmışızdır (yoksa müslümânlar birbirlerine karşı değil). O zaman kişi dîni hususunda fitneye, musîbete uğratılır, baskı yapılırdı: Müşrikler ya onu öldürürler yahut da onu sımsıkı bağlarlardı. Nihayet müslümânlar çoğaldı, artık hiçbir fitne kalmadı, dedi. Haricî genç, ibn Omer'in, onun istemekte olduğu kıtal hususunda kendisiyle uyuşmaz olduğunu görünce (konuyu değiştirip): "Hatâ etti" dedikleri) Alî ve Usmân hakkındaki görüşün nedir? dedi. Omer: Alî ve Usmân hakkındaki görüşüme gelince: Allah Usmân'ı affetmiştir. Fakat siz onu affetmeyi istemediniz. (Usmân Bedir'de bulunmadı, Uhud'dan kaçtı, Rıdvan Bey'atı'nda yoktu dersiniz. Bedir sırasında Peygamber'in kızı olan eşi hasta idi. Rasûlüllah ona izin verdi; Uhud'da ordunun bozulması sırasında Usmân da bir tarafa çekilmişti; Rıdvan Bey'atı'nda ise Rasûlüllah onu vazîfe ile Mekke'ye göndermişti.) Alî'ye gelince: O,Rasûlüllah'ın amcasının oğlu ve kızının kocasıdır -eliyle Fâtıma'nın mezarına işaret ederek:- ve işte şu, Peygamber'in kızıdır; yahut: O'nun kızı, görüp durduğunuz şu yerdedir, dedi.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-enfâl Sûresi
4697-)
Saîd ibn Cubeyr şöyle dedi: Üzerimize yahut yanımıza İbn Omer çıkıp geldi. O sırada bir adam ona: Müslümânlar arasındaki fitne harbi hakkında nasıl düşünüyorsun? Diye sordu. Omer de onun sorusuna: Fitne nedir bilir misin? Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) müşriklerle harbederdi. Müşrikler üzerine harbe girmek bir fitne(ve müşrik baskısını gidermek) içindi. Yoksa sizin kıtaliniz gibi meliklik ve saltanat üzerine açılmış bir harb değildi, diye cevâb verdi Peygamber, mü’minleri harbe teşvik et. Eğer içinizden sabr ve sebata mâlik yirmi kişi bulunursa, onlar ikiyüze galebe ederler. Eğer sizden yüz kişi olursa, kâfirlerden binini yener. Çünkü onlar anlamazlar güruhudur"(Âyet: 65).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-enfâl Sûresi
4698-)
İbn Abbâs radıyallahü anhüma'tan(şöyle demiştir): "Eğer sizden sabredici yirmi kişi bulunursa, onlar ikiyüze gâlib gelirler" âyeti inince, mü'minler üzerine birinin on düşmandan kaçmaması farz yazıldı. ibn Uyeyne birçok kerre: Yirmi kişinin iki yüz düşmandan kaçmaması diye söyledi. Bundan sonra "Şimdi Allah sizden yükü hafifletti.." âyeti inince, Allah yüz kişinin ikiyüz düşmandan kaçmamasını farz kıldı. bir kerresinde şunu ziyâde etti: "Mü’minleri harbe teşvik et. Eğer içinizden sabredici yirmi kişi bulunursa, onlar ikiyüze galebe ederler... " (âyeti) indi, dedi. Sufyân dedi ki: Küfe kaadısı Abdullah ibnu Şubrume de: Ben ma'rûfu emretme ve münkerden nehyeylemeyi de zikredilen bu hüküm gibi zannediyorum, demiştir Allah sizden yükü hafifletti. Bildi ki sizde muhakkak bir za’f vardır. O hâlde eğer içinizden sabırlı yüz kişi olursa ikiyüzü yenerler, eğer sizden bin kişi olursa ikibine galebe ederler Allah'ın izniyle. Allah sabr ve sebat edenlerle beraberdir"(Âyet: 66).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-enfâl Sûresi
4699-)
İbn Abbâs radıyallahü anhüma şöyle demiştir: "Eğer sizden sabredici yirmi kişi olursa, ikiyüze gâlib gelirler" âyeti indiği zaman, mü'minler üzerine birinin on düşmandan kaçmaması farz kılındığında, bu müslümânlara ağır geldi. Akabinde şu hafifletme hükmü geldi de Allah şöyle buyurdu:"Şimdi Allah sizden yükü hafifletti. Bildi ki, sizde muhakkak bir za’f vardır. O hâlde eğer sizden sabırlı yüz kişi olursa, ikiyüzü yenerler", Abbâs: Allah mü'minlerden sayıyı hafifletince, onlardan hafifletilen mikdâr mukaabilinde sabırdan eksildi, demiştir
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: El-enfâl Sûresi
4700-)
Ebû İshâk şöyle demiştir: Ben el-Berâ ibn Âzib(radıyallahü anh)'den işittim. O:(Hükümlerden) en son inen âyet"Senden fetva isterler. De ki: Allah, Bâbası ve çocuğu olmayanın mîrâsı hakkındaki hükmü şöylece açıklar"(en-Nisâ:i76) kelâmı; en son inen sûre de Berâetun'dur. Diyordu. Allah'ın Şu Kavli: ' (Ey müşriker!) Yeryüzünde dört ay daha (güvenlikle) dolaşın. Bilin ki, siz Allah'ı âciz bırakabilecekler değilsiniz. Allah herhalde kâfirleri rüsvây edicidir" (Âyet: 2) edin)", "Yürüyün" demektir
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Berâe Sûresi
4701-)
Bana UkayI, İbn Şihâb'dan tahdîs etti. Ve bana Humeyd ibnu Abdirrahmân haber verdi ki, Ebû Hureyre (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Ebû Bekr (radıyallahü anh) şu (ma’lûm olan dokuzuncu yıldaki) haccda, birinci bayram günü gönderdiği birçok münâdîler içinde, beni de nida etmeye gönderdi. Bütün bu münâdîler Minâ'da "Bu yıldan sonra hiçbir müşrik hacc etmesin ve hiçbir çıplak kişi de Beyt'i tavaf etmesin" diye i'lân ediyorlardı. ibn Abdirrahmân dedi ki: Sonra Rasûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) Ebû Bekr'in ardından Alî ibn Ebî Tâlib'i gönderip, Berâe Sûresi'ni i'lân etmesini emretti. Hureyre dedi ki: Alî de bizimle beraber nahr gününde Mi-nâ'daki insanlar arasında Berâe'yi ve "Bu yıldan sonra hiçbir müşrik hacc etmesin, hiçbir çıplak da Beyt'i tavaf etmesin" diye bağıra bağıra i'lân etti Allah'ın Şu Kavli: bu, en büyük hacc günü Allah'tan ve Rasûlü'nden insanlara (şöyle) bir i'lamdır: Allah ve Rasûlü müşriklerden artık kesinlikle uzaktır. Eğer tevbe ve dönüş ederseniz bu sizin için hayırlıdır. Eğer yine yüz çevirirseniz, şunu bilin ki şübhesiz, siz Allah'ı âciz bırakabilecekler değilsiniz. O küfredenlere acıtıcı bir azâbı müjdele"(Âyet: 3). "Onlara bildirdi" demektir.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Berâe Sûresi
4702-)
İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Humeyd ibn Abdirrahmân haber verdi ki, Ebû Hureyre (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Ebû Bekr (radıyallahü anh) şu haccda, birinci bayram günü gönderdiği birçok münâdîler içinde beni de nida etmeye gönderdi. Bütün bu münâdîler Minâ'da: "Bu yıldan sonra hiçbir müşrik hacc etmesin, hiçbir çıplak da Beyt'i tavaf etmesin!" diye i'lân ediyorlardı. dedi ki: Sonra Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) Ebû Bekr'in ardından Alî ibn Ebî Tâlib'i gönderip, Berâe Sûresi'ni i'lân etmesini emretti. Hureyre dedi ki: Bunun üzerine Alî de bizimle beraber nahr gününde Minâ'daki halkın arasında Berâe'yi ve "Bu yıldan sonra hiçbir müşrik hacc etmesin, hiçbir çıplak da Beyt'i tavaf etmesin" diye i'lân ediyordu yaptığınız müşriklerden size hiçbirşey eksiklik yapmamış, aleyhinizde hiçbir kimseye yardım etmemiş olanlar(bu hükümden) müstesnadır" (Ayet: 4)
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Berâe Sûresi
4703-)
İbn Şihâb'dan; ona Humeyd ibn Abdirrahmân haber vermiştir. Ona da Ebû Hureyre(radıyallahü anh) haber vermiştir: Ebû Bekr(radıyallahü anh), Veda Haccı'ndan(bir sene) evvel Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onu hacc emîri yapıp Mekke'ye gönderdiğinde, Ebû Bekr de Ebû Hureyre'yi kurban bayramının ilk günü Minâ'da, insanlar içinde i'lân yapan büyük bir cemâat içinde (şu iki maddeyi) i'lâna me'mür etmiştir: Bu yıldan sonra hiçbir müşrik kesin olarak hacc etmeyecektir; Beyt'i de hiçbir çıplak tavaf etmeyecektir! Ve Humeyd: Nahr günü, Ebû Hureyre'nin bu hadîsinden dolayı büyük hacc günüdür, der idi. ahidlerinden sonra yine andlarını bozarlar ve dîninize saldırırlarsa)küfrün önderlerini hemen öldürün. Çünkü onlar andları olmayan adamlardır.., "(Âyet: 12)
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Berâe Sûresi
4704-)
Bize Zeyd ibnu Vehb tahdîs edip şöyle dedi: Bizler Huzeyfe ibnu'l-Yemân'ın yanında bulunuyorduk. Huzeyfe: Bu âyetin sahihlerinden üç kişi, münafıklardan da dört kişiden başka kimse kalmadı, dedi. bedevi de: Sizler ey Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in sahâbîleri, bize (birtakım şeyler) haber veriyorsunuz ki, bizler onları bilemiyoruz. Şu kimselerin hâli nedir ki, onlar bizim evlerimizi yarıp açıyorlar ve en kıymetli mallarımızı çalıyorlar? dedi. Bunlar(kâfirler ve münafıklar değil) fâsıklardır. Evet, onlardan dört kişiden başka kimse kalmadı. Onlardan biri çok yaşlı bir ihtiyardır ki, o soğuk su içse artık onun soğukluğunu da hissetmez olmuştur(şehvetinin gitmesi ve mi'desinin bozukluğundan dolayı eşya arasını farkedemez olmuştur), dedi Allah'ın Şu Kavli: "Altını ve gümüşü yığıp biriktirip de onları Allah yolunda harcamayanlar, işte bunlara pek acıklı bir azâbı muştula'' (Âyet: 34).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Berâe Sûresi
4705-)
Abdurrahmân el-A'rec tahdîs edip şöyle demiştir: Bana Ebû Hureyre (radıyallahü anh) tahdîs etti ki, kendisi RasûIullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'tan:" (Zekâtını vermeyen) herbirinizin hazînesi kıyâmet günü çok zehirli erkek bir yılan suretinde olacaktır" buyururken işitmiştir.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Berâe Sûresi
4706-)
Zeyd ibn Vehb şöyle demiştir: Ben bir ara Rebeze'ye, yani Ebû Zerr el-Gıfârî'nin yanına uğradım ve ona: Seni bu yere indiren sebeb nedir? diye sordum. O şöyle dedi: Biz Şam'da bulunuyorduk. Orada "Altını ve gümüşü yığıp biriktirip de onları Allah yolunda harcamayanlar; işte bunlara pek acıklı bir azâbı muştula" âyetini okur (ve bunun kitâb ehli ile müslümânlar hakkında indiğini) anlatırdım. ise: Bu âyet bizim hakkımızda değil, bu âyet ancak kitâb ehli hakkında inmiştir, dedi. Zerr dedi ki: Ben de Muâviye'ye: Bu âyet muhakkak hem bizim, hem de onlar hakkındadır, dedim. Ve Celîl Olan Allah'ın Şu Kavli Bâbı: "O gün bunlar, üzerlerine yakılacak cehennem ateşinin içinde kızdırılacak da o kimselerin alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak. İşte bu; nefisleriniz için toplayıp sakladıklarınız! Artık saklayıp istifçilik ettiğiniz bu nesneleri tadın! (denilecek)"(Âyet: 35).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Berâe Sûresi
4707-)
Ve Ahmed ibnu Şebîb ibn Saîd şöyle dedi: Bize Bâbam Şebîb ibn Saîd el-Basrî, Yûnus ibn Yezîd el-Eylî'den; o da İbn Şihâb'dan tahdîs etti ki, Hâlid ibnu Eşlem şöyle demiştir: Biz Abdullah ibn Omer'in beraberinde yola çıktık. İbn Omer: Bu "Altını ve gümüşü yığıp biriktirenler" âyeti, zekât indirilmeden önce idi.(Çünkü o zaman sadaka, yetecek mikdârdan fazla olanından farz idi.) Zekât âyeti indirilince, Allah zekâtı mallar için bir temizlik sebebi kıldı, dedi. Allah'ın Şu Kavlî Bâbı: "Hakikatte ayların sayısı Allah yanında, Allah'ın Kitâbı'nda -tâ gökleri ve yeri yarattığı gündenberi- oniki aydır. Onlardan dördü haram olanlardır" (Âyet: 36). "Kaaim olan, ayakta duran" demektir.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Berâe Sûresi
4708-)
Bize Hammâd ibn Zeyd, Eyyûb es-Sahtıyânî'den; o da Muhammed ibn Sîrîn'deıı; o da Abdurrahmân ibn Ebî Bekre(radıyallahü anh)'den tahdîs etti ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur. "İşte zaman (yani yıl) hakîkaten Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı günkü hey'eti gibi bir devre girmiştir. Sene oniki aydır. Bunlardan dördü haram aylardır ki, üçü birbiri ardınca olan zu'l-ka'de, zu’l-hicce ve muharrem, biri de Mudar'ın ayı olan cumada ile şa'bân arasındaki receb ayıdır". Allah'ın Şu Kavli: "Eğer siz ona yardım etmezseniz, kâfirler onu (Mekke'den)çıkardıkları zaman ikinin ikincisinden ibaret iken bizzat Allah ona yardım etmişti. O zaman onlar mağaranın içindeydiler. Peygamber, o vakit arkadaşına; 'Tasalanma, Allah hiç şübhe yok bizimle beraberdir diyordu"(Âyet: 40); yani Allah bizim yardımcımızdır, diyordu. "Sükûn" masdarından faile veznidir
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Berâe Sûresi
4709-)
Sabit el-Bunânî tahdîs edip şöyle demiştir: Bize Enes tahdîs edip şöyle dedi: Bana Ebû Bekr (radıyallahü anh) tahdîs edip şöyle dedi: Ben Sevr mağarasında Peygamber'in yanında idim. Bu sırada(bizi aramağa çıkmış ve mağaranın üzerine gelmiş olan) müşriklerin ayak izlerini gördüm. Yâ Rasûlallah, bunlardan biri ayağını kaldırsa bizi görecek, dedim. aleyhi ve sellem): "Üçüncüleri Allah olan iki kişiyi sen ne zannediyorsun?" buyurdu
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Berâe Sûresi
4710-)
Bize Abdullah ibnu Muhammed tahdîs etti. Bize Sufyân ibnu Uyeyne, İbnu Cureyc'den; o da İbnu Muleyke'den; o da Abdullah İbnu Abbâs(radıyallahü anh)'tan tahdîs etti. İbnu Muleyke dedi ki: ibn Abbâs ile İbnu'z-Zubeyr arasında bey'at sebebiyle bir darılma meydana geldiği zaman, ben İbn Abbâs'a (İbnu'z-Zubeyr'in şu şereflerinden dolayı bey'at edilmeye lâyık olduğunu belirtip): Onun babası Zubeyr ibnu'l-Avvâm'dır. Anası Ebû Bekr'in kızı Esmâ'dır, teyzesi Âişe'dir, dedesi Ebû Bekr'dir, Bâba tarafından ninesi Safiyye bintu Abdilmuttalib'dir -ki, bu Zubeyr'in anasıdır-, dedim. üstadı Abdullah ibn Muhammed dedi ki: Ben Sufyân ibn Uyeyne'ye: Bu hadîsin isnadı nedir? Diye sordum. Bunun üzerine Sufyân: "Bize tahdîs etti" dediği sırada onu bir insan (bir sözle yahut benzeri bir şeyle) meşgul etti de, bu sebeble İbnu Cureyc diyemedi
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Berâe Sûresi
4711-)
Bize Haccâc ibn Muhammed el-Missîsî tahdîs etti. İbn Cureyc şöyle dedi: İbn Ebî Muleyke şöyle dedi: Abdullah ibn Abbâs ile İbnu'z-Zubeyr arasında birşey vardı. Ben İbn Abbâs'ın yanına gittim ve: İbnu'z-Zubeyr'e harb etmek, bu suretle Allah'ın haram kıldığı Harem'de kıtali halâl kılmak mı istiyorsun? Dedim. İbn Abbâs: Böyle yapmaktan Allah'a sığınırım. Şübhesiz Allah İbn Zu-beyr ile Umeyye oğulları'nı Harem'de kıtali halâl kılanlar olarak takdir edip yazdı. Ben Allah'a yemîn ederim ki, ebedî olarak Harem'de harbi halâL kılmam, dedi. İbn Abbâs şöyle devam etti: İbn Zubeyr tarafından olan insanlar bana; İbn Zubeyr'e (halîfe olarak) bey'at et dediler. Ben onlara: Bu halifelik işi ibn Zubeyr'den uzak değildir. Zîrâ onun Bâbası Peygamber'in havârîsidir. -İbn Abbâs bu sözüyle ez-Zubeyr'i kasdediyordu.- Dedesine gelince,Peygamber'in mağara arkadaşıdır -Ebû Bekr'i kasdediyordu-. Annesine gelince, o da Zâtu'n-Nitakayn'dır -İbn Abbâs bununla Esma bintu Ebî Bekr'i kasdediyordu-. Teyzesine gelince, müzminlerin anasıdır -Bununla Âişe'yi kasdediyordu.- (Büyük) halasına gelince, o da Peygamber'in zevcesidir -İbn Abbâs bununla da Hadîce'yi kasdediyordu-. Peygamber'in halası ise onun ninesidir. -İbn Abbâs bununla Safiyye bintu Abdilmuttalib'i kasdediyordu-. Sonra İbn Zubeyr İslâm'da afiftir, ayıplardan nezihtir, Kur'ân'ı güzel okuyucudur.(İbnu Ebî Hayseme, Târîh'inde burada şunu ziyâde etti: Ben İbn Zubeyr'i kabullendim de amca oğullarımı, Umeyye oğulları'nı terkettim.) Vallâhî eğer Umeyye oğulları bana ulaşıp iyilik ederlerse, hısımlıktan dolayı iyilik ederler; eğer onlar üzerime emîrler olurlarsa, benzerlerim olan kerîm kişiler benim emîrim olmuş olurlar. İbn Zubeyr benim üzerime Tuveytler'i, Usâmeler'i ve Humeydler'i tercîh etti -İbn Abbâs bu sözleriyle Esed oğulları'nın bir kolu olan Tuveyt oğulları'ndan, Usâme oğullarından ve Humeyd oğulları'ndan birtakım batınları, soyları kasdediyor-. Şübhesiz İbnu Ebi'l-Âs meydana çıktı, şeref ve fazilette ileriye yürümektedir -İbn Abbâs bu sözüyle Abdulmelik ibn Mervân ibnu'l-Hakem ibn Ebi’l-Âs'ı kasdediyor-. O kişi ise muhakkak kuyruğunu büktü -İbn Abbâs bu sözüyle İbn Zubeyr'i kasdedip, onun büyük işlerden gerilediğini ifâde ediyor-
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Berâe Sûresi
4712-)
Omer ibnu Saîd şöyle dedi: Bana Abdullah ibnu Ebî Muleyke haber verip şöyle dedi: Biz İbn Abbâs'ın yanına girdik. O şunları söyledi: Sizler şu halifelik işine kalkışan İbn Zubeyr'e hayret etmiyor musunuz? Ben kendi kendime: Elbette nefsimle, Ebû Bekr ve Omer için yapmadığım hesâblaşmayı İbn Zubeyr için yapacağım, yânı İbn Zubeyr'e yardım etmek, onu müdâfaa hususunda nefsimle münâkaşa edeceğim. Ve elbette Ebû Bekr'le, Omer herbir hayra İbn Zubeyr'den daha yakın bulunuyorlardı, dedim. Ve yine: O, yani İbn Zubeyr, Peygamber'in halasının oğludur; Zubeyr ibnu'l-Avvâm'ın oğludur; Ebû Bekr'in oğlu, yani torunudur; Hadîce'nin erkek kardeşinin oğludur; Âişe'nin kızkardeşi Esmâ'nın oğludur, dedim. Bir de gördüm ki, o benden yüz çevirerek yükselip uzaklaşıyor da benim, kendisinin hâssasından olmaklığımı istemiyor! Bunun üzerine ben şöyle dedim: Zanneder değilim ki, ben kendimden bu yumuşaklığı ona izhâr edeceğim de o bunu terkedecek ve benden olan bu yumuşaklıktan razı olmayacak ve yine zannetmem ki, o benden uzaklaşmasında bana herhangibir hayır isteyecek! Eğer ondan meydana gelen bu hâlden, onun için bir ayrılma, bir kurtuluş yoksa yemîn olsun amcaoğullarım olan Umeyye oğulları'nın benim üzerimde emîr olmaları, bana onlardan başkalarının emîr olmalarından daha sevimlidir (Çünkü Umeyye oğulları, bana Esed oğulları'ndan daha yakındırlar) Allah'ın: "Kalbleri müslümânlığa alıştırılmak istenenlere..." (Âyet: 60) Kavli Bâbı Rasûlüllah onları atıyye ile ülfet ettirip alıştırıyordu, demiştir.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Berâe Sûresi
4713-)
Ebû Saîd el-Hudrî (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Peygamber'e(Yemen'den Alî ibn Ebî Tâlib tarafından arıtılmamış altın cevherinden) bir mikdâr gönderilmişti. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu dört kişi arasında bölüştürdü ve: "Ben bunları (kendilerine ulaşan bu mala rağbetle İslâm'da sabit olmaları için) alıştırıyorum" buyurdu. üzerine bir adam: Sen bu taksimde adalet etmedin, dedi. Peygamber: "Bu adamın soyundan öyle bir kavim çıkacaktır ki, onlar dînden, okun avı delip çıkması gibi çıkacaklardır" buyurdu Allah'ın Şu Kavli: bağışlarda bulunan mü’minlerle bir türlü, güçlerinin yetebildiğinden başkasını bulamayan fakirlerle diğer bir türlü eğlenenler; Allah onları maskaraya çevirmiştir. Onlar için pek acıtıcı bir azâb da vardır"(Âyet: 79). "Ayıplıyorlar"; "Cuhdehum" ve "Cehdehum", "Tâkatuhum" yani "Takatleri" demektir.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Berâe Sûresi
4714-)
Ebû Mes'ûd (el-Bedrî el-Ensârî -radıyallahü anh) şöyle demiştir: Sadaka vermekle emrolunduğumuz zaman, bizler ücretle arkamızda yük taşır (kazancımızdan sadaka verir)dik. Ebû Akîl de bir gün yarım sâ' hurma sadakası getirdi. Başka bir insan da ondan daha çok mikdârda sadaka getirdi. Bunları gören münafıklar: Şübhesiz Allah zengindir, bu birinci adamın getirdiği sadakaya muhtâc değildir. Şu diğer adam da o getirdiği çokça sadakayı, başka sebeble değil, ancak gösteriş olması için yapmıştır, dediler. bunun üzerine şu âyet indi: "Sadakalarda, bağışlarda bulunan mü'minlerle bir türlü, güçlerinin yetebildiğinden başkasını bulamayan fakirlerle diğer bir türlü eğlenenler; Allah onları maskaraya çevirmiştir. Onlar için pek acıtıcı bir azâb da vardır"
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Berâe Sûresi
4715-)
Ebû Mes'ûd el-Ensârî (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) sadaka vermekle emrederdi de (gücü olmayan) herhangi birimiz çalışır, uğraşır, sonunda (kazandığı ücret olan) bir müdd ölçeği getirirdi. Bu gün ise bunlardan birinin yüzbinlik (dirhem veya dînâr) serveti vardır. Şakîk: Ebû Mes'ûd bu son sözü ile kendisinin çok servete sâhib olduğunu kapalıca ifâde eder gibidir, demiştir Allah'ın Şu Kavli: “Onlar için istiğfar et yahut istiğfar etme. Eğer onlar için yetmiş defa istiğfar dahî etsen, yine Allah kendilerini asla mağfiret etmeyecektir..."(Âyet: 80)
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Berâe Sûresi
4716-)
Abdullah ibn Omer (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Abdullah ibnu Ubeyy ibn Selûl vefat ettiği zaman, oğlu Abdullah ibnu Abdillah, Rasûlüllah'a geldi de babasını içinde kefenlemek için kendisine gömleğini vermesini istedi,Rasûlüllah da ona kendi gömleğini verdi. Sonra Abdullah, Resûlüllah’ın, babasının cenaze namazını kıldırmasını istedi. Rasûlüllah onun cenaze namazını kıldırmak için ayağa kalkınca Omer de ayağa kalktı ve Rasûlüllah'ın elbisesinden tuttu da: Yâ Rasûlallah! Rabb'in Seni onun üzerine cenaze namazı kıldırmandan nehyetmiş olduğu hâlde, Sen yine onun üzerine namaz kıldıracak mısın? dedi. aleyhi ve sellem): "Allah beni ancak muhayyer kıldı da: Onlar için Allah'tan mağfiret iste yahut onlar için mağfiret isteme. Eğer onlar için yeftmiş defa mağfiret istesen de yine Allah onları asla mağfiret etmeyecektir buyurdu. Ben ise bu yetmiş üzerine mağfiret istemeyi artıracağım" dedi. yine: Muhakkak ki o bir münafıktır, dedi. dedi ki: Sonunda Rasûlüllah onun üzerine cenaze namazını kıldırdı. Bunun akabinde Allah: "Onlardan ölen hiçbir kimseye ebedî dua etme. (Gömmek veya ziyaret için) kabrinin başında da durma. (Çünkü onlar Allah’ı ve Rasûlü’nü inkâr ile kâfir oldular, onlar fâsıklar olarak öldüler)"(Âyet: 84) kavlini indirdi
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Berâe Sûresi
4717-)
İbn Şihâb şöyle dedi: Bana Ubeydullah ibnu AbdilIah, İbn Abbâs'tan haber verdi ki, Omer ibnu'l-Hattâb (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Abdullah ibnu Ubeyy ibn Selûl öldüğü zaman, Rasûlüllah onun cenaze namazını kıldırması için da'vet olundu. Rasûlüllah gitmeğe kalkınca ben O'na doğru sıçradım ve: Yâ Rasûlallah! Bu adam şu günde şöyle şöyle, şöyle ve şöyle sözler söylediği hâlde Sen yine bu Ubeyy oğlu'nun üzerine cenaze namazı kıldıracak mısın? Dedim ve Ubeyy oğlu'nun aleyhine, onun vaktiyle söylemiş olduğu sözlerini sayıyordum. aleyhi ve sellem) tebessüm etti ve: "Benden geri dur yâ Omer!" buyurdu. Ben kendine karşı sözü çoğaltınca da: "Ben istiğfar edip etmemek arasında muhayyer kılındım da istiğfar etmeyi tercih ettim. Eğer yetmişten fazla istiğfar ettiğim takdirde mağfiret olunacağını bilseydim, muhakkak yetmiş üzerine daha da arttırırdım" buyurdu. dedi ki: Akabinde Rasûlüllah onun üzerine cenaze namazını kıldırdı. Sonra namazdan ayrıldı. Az bir zaman geçince Berâe Sûresinde şu iki âyet indi: "Onlardan ölen hiçbir kimse üzerine ebedî dua etme, kabrinin başında durma. Çünkü onlar Allah h ve Rasû-lü 'nü inkâr ile kâfir oldular, onlar fâşıklar olarak öldüler "(Âyet:84). ibnu'l-Hattâb: Bundan sonra ben Rasülullah'a karşı olan cür'etime hayret ettim. Allah ve Rasûlü en bilendir, demiştir ALLAH'IN: "Onlardan hiçbir kimseye ebedî dua etme, kabrinin başında da durma" (Âyet: 84) Kavli Bâbı
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Berâe Sûresi
4718-)
İbn Omer (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Abdullah ibn Ubeyy ibn Selûl vefat edince, oğlu Abdullah ibn Abdillah, Rasülullah'a geldi. Rasûlüllah da ona kendi gömleğini verdi ve onu bunun içinde kefenlemesini emretti. Sonra da onun üzerine cenaze namazı kıldırmağa kalktı. Bu esnada Omer ibnu'l-Hattâb, Rasûlüllah'ın elbisesini tuttu ve: Bu bir münafık iken ve Allah Seni onlar lehine mağfiret istemekten nehyetmiş olduğu hâlde, Sen bu adam üzerine cenaze namazı mı kıldıracaksın? dedi. aleyhi ve sellem): "Allah beni muhayyer kıldı -yahut: Allah bana haber verdi de: Onlar için istiğfar et yahut onlar için istiğfar etme. Onlar için yetmiş kerre istiğfar etsen de Allah onlara asla mağfiret etmeyecektir buyurdu" dedi ve: "Ben yetmiş üzerine artıracağım" buyurdu. dedi ki: Rasûlüllah onun üzerine cenaze namazını kıldırdı, biz de O'nun beraberinde namazı kıldık. Bundan sonra Allah, Peygamberi üzerine:"Onlardan ölen hiçbir kimsenin üzerine cenaze namazı kılma, (Defin veya ziyaret için) kabrinin başında da durma. Çünkü onlar Allah’ı ve Rasûlü 'nü inkâr ile kâfir oldular, onlar fasık adamlar olarak öldüler" (Ayet:84) Allah'ın Şu Kavli: “Onlara döndüğünüz zaman kendilerinden vazgeçmeniz için Allah'a and edecekler. O hâlde onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar murdardır. Kazanageldiklerinin cezası olarak varacakları yer de cehennemdir" (Âyet: 95).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Berâe Sûresi
4719-)
Ka'b ibn Mâlik'in oğlu Abdullah şöyle demiştir: Ben babam Ka'b ibn Mâlik'ten, Tebûk gazvesinden geri kaldığı zaman şöyle dediğini işittim: Vallahi Allah'ın bana ihsan buyurduğu ni'metler içinde beni İslâm Dîni'ne hidâyetinden sonra nefsimde Rasûlüllah'a doğru söylemekten daha büyük hiçbir ni'met ihsan etmemiştir. Evet, büyük ni'met,Rasûlüllah'a yalan söyleyip de helak olmuş bulunmamak ni'metidir. Nitekim Rasûlüllah'a yalan söyleyenler helak oldular. Hakkında vahiy indirildiği zaman şöyle buyuruldu: "Onlara döndüğünüz zaman kendilerinden vazgeçmeniz için Allah 'a and edecekler. O hâlde onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar pistir. Kazanageldikleri günâhların cezası olarak varacakları yer de cehennemdir. Kendilerinden hoşnûd olmanız için size yemîn edecekler. Eğer siz onlardan razı olursanız şübhesiz Allah o fâsıklar güruhundan râzı Olmaz " (Âyet:95-96) Allah'ın Şu Kavli: "Diğer bir kısmı da günâhlarını îtirâf ettiler. Onlar iyi bir ameli başka bir kötü ile karıştırmışlardır. Olur ki, Allah onların tevbelerini kabul eder. Çünkü Allah hiç şübhesiz çok şefkatli, çok merhametlidir.” (Âyet: 102)
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Berâe Sûresi
4720-)
Semure ibn Cundeb (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Rasûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) bize şöyle buyurdu: "Bu gece bana iki melek geldi de beni uykudan uyandırdılar. Akabinde bunlar beni binaları altın ve gümüş tuğlalarla yapılmış bir şehre götürdüler. Bizi orada birtakım adamlar karşıladılar ki, onların vücûdlannın yarısı, senin gördüğün şeylerin en güzeli yaratılışında idi. Öbür yarısı da gördüğün şeylerin (yânı insanların) en çirkinine benziyordu. İki melek onlara: Şu nehre gidiniz ve içine giriniz! Dediler. da nehre girdiler, sonra bize dönüp geldiler. Bir de gördük ki, onlardan bu çirkinlik gitmiş ve en güzel bir insan suretine değişmişlerdi. O iki melek bana: İşte burası Adn Cenneti'dir. Şu (muhteşem) bina da Sen'in menzilindir! Dediler. sözlerine şöyle devam ettiler: Hani o yarı vücûd{arı güzel ve yarı vücûcllart çirkin olan insanlar topluluğu var ya, işte onlar güzel ve hayır işleri diğer şerr ve kötü işlerle karıştıran kimselerdi. Allah onların (günâhlarını i'tirâf ve tevbe sebebiyle) kötülüklerini affetti, dediler" Allah'ın Şu Kavli: “Ne Peygamberin, ne de mü'min olanların müşriklere mağfiret dilemeleri doğru değildir... "(Âyet: 113).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Berâe Sûresi
4721-)
Müseyyeb ibn Hazn (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Ebû Tâlib'e vefat (belirtileri) geldiği zaman, Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) onun yanına girdi. Ebû Tâlib'in yanında Ebû Cehl ile Abdullah ibnu Ebî Umeyye vardı. Peygamber: "Ey amcam! Lâ ilahe ille'llâh tevhidini söyle de, ben Allah katında bununla senin lehine münâkaşa ve mücâdele edeyim", dedi. karşı Ebû Ceh] ve Abdullah ibnu Ebî Umeyye ikilisi de: Yâ Ebâ Tâlib! Abdulmuttalib milletinden yüz mü çevireceksin? Diye men' ettiler. sonunda: "Yemîn ederim ki, ben hakkında mağfiret dilemekten nehy olunmadığım müddetçe muhakkak Allah'tan senin lehine mağfiret isteyeceğim" dedi. üzerine şu âyet indi: "Müşriklerin o çılgın ateşin sahibi oldukları muhakkak meydana çıktıktan sonra, artık onların lehine velev hısım olsunlar, ne Peygamberin, ne de mü'min olanların mağfiret istemeleri doğru değildir" Allah'ın Şu Kavli: "And olsun ki, Allah ve Peygamberi, içlerinden birtakımının gönülleri hemen hemen eğrilmek üzere iken güçlük zamanında ona tâbi' olan Muhacirler ile Ensâr'ı da tövbeye muvaffak buyurdu ve sonra onların bu tevbelerini kabul eyledi. Çünkü O çok şefkatli, çok merhametlidir'' (Âyet: 117).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Berâe Sûresi
4722-)
İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Abdurrahmân ibnu Ka'b haber verip şöyle dedi: Bana Abdullah ibnu Ka'b haber verdi. Bu Abdullah Ka'b kör olduğu zaman onun oğullarından babası Ka'b'ın yedicisi idi. Abdullah şöyle dedi: Ben babam Ka'b ibn Mâlik'ten, onun uzun hadîsi içinde şunu işittim:"Hani şu tevbeleri (Allah'ın hükmüne kadar) geri bırakılan üç kişi de o derece bunalmışlardı ki, yeryüzü bütün genişliğiyle bunlara dar gelmiş, vicdanları da kendilerini sıktıkça sıkmıştı..." bu hadîsin sonunda şöyle dedi: Yâ Rasûlallah! Allah ve Rasûlü'nün rızâsı için hâlis sadaka olmak üzere malımdan sıyrılıp çıkmam, tevbemin kabulü îcâbındandır, dedim. aleyhi ve sellem): " (Hayır,) sen malının bir kısmım kendine alıkoy. Bu senin için daha hayırlıdır..." buyurdu bırakılan (ve haklarında hüküm geciken) üç kişinin tevbelerini de kabul etti. Çünkü yeryüzü bunca genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini sıktıkça sıkmıştı. Nihayet Allah(ın hışmın)''dan yine Allah'tan başka sığınacak hiçbir yer olmadığını anladılar (da bundan)sonra Allah onları da eski hâllerine dönsünler diye tevbeye muvaffak buyurdu. Şübhesiz ki Allah, evet ancak O tevbeyi en çok kabul eden, hakkıyle merhamet eyleyendir" (Âyet: 118).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Berâe Sûresi
4723-)
ez-Zuhrî tahdîs edip şöyle demiştir: Bana Abdurrahmân ibn Abdillah ibn Ka'b ibn Mâlik haber verdi ki, Bâbası Abdullah ibn Ka'b şöyle demiştir: Ben babam Ka'b ibn Mâlik'ten işittim. Bu Ka'b, tevbeleri kabul edilen üç kişiden biridir. O Zorluk gazvesiyle Bedir gazvesinden başka, Rasûlüllah'ın yaptığı gazvelerden hiçbirinde Rasûlüllah'tan geri kalmamıştır. O şöyle dedi: Ben Rasülullah'ın o gazveden dönüp gelmesi yaklaştığı vakit, Rasûlüllah'a karşı doğru söylemeye karar verip azmettim. Rasûlüllah bir kuşluk vakti Medine'ye geldi. Rasûlüllah çıkmış olduğu herbir seferden muhakkak kuşluk vaktinde Medine'ye gelir ve(evine girmeden önce) ilk iş olarak mescide girip iki rek'at namaz kılar idi. (Ben huzurunda ma'ziretsiz olarak geri kaldığımı i'tirâf ettikten sonra) Peygamber benimle ve iki arkadaşımla konuşmaktan insanları nehyetti. Seferde geri kalanlardan bizden başka kimseyle konuşmaktan nehyetmedi. İnsanlar da bizimle konuşmaktan çekindiler. Böylece eğlenip kaldım. Nihayet bu iş üzerime uzadı. Ve bana, ölmem ve Peygamber'in benim üzerime cenaze namazı kılmaması yahut Rasülullah'ın ölmesi hâlinde benim insanlardan yana bu menzilede olup da onlardan hiç kimsenin benimle konuşmaması ve üzerime namaz kılmamasından daha üzücü hiçbirşey yoktu. (Bizimle konuşmaktan nehyetmesinden sonra geçen ellinci) gecenin son üçte biri kaldığı zaman,Rasûlüllah, Ümmü Seleme'nin yanında bulunduğu hâlde, Allahü Taâlâ Peygamberi'nin üzerine bizim tevbemizin kabulünü bildiren vahyini indirdi. Ümmü Seleme benim durumum hakkında iyilik edici ve işimi çok ehemmiyetle düşünen kimse idi. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yâ Ümme Selemete! Ka'b'ın tevbesi kabul edildi" buyurdu. Seleme: Ka'b'a haberci gönderip muştulayayım mı? dedi. Rasûlüllah: "O takdirde insanlar çok kalabalık edip sizi ezerler ve diğer gecelerde uyumanızı da men' ederler" buyurdu. Rasûlüllah sabah namazını kıldığı zaman Allah'ın bizim üzerimize tevbesini (pişmanlıklarımızın kabulünü) i'lân etmiştir... Esasen Rasûlüllah sevindiği zaman yüzü parlardı, hattâ o bir ay parçasına benzerdi. Ve bizler bilhassa şu üç kişi, o birtakım özürler beyân etmiş kimselerden kabul edilen hükümden geri bırakılan kimseleriz. Allah bizim tevbemizi indirdiği zaman, o seferden geri kalanlardan olup da bâtıl özürler beyân eden, Allah'ın elçisine yalan söyleyen kimseler Kur'ân'da zikredildikten zaman, bir kimsenin zikredildiği en şerrli biçimde anılmışlardır. Münezzeh olan Allah şöyle buyurdu: "Seferden onlara döndüğünüz vakit size özür beyân edeceklerdir. De ki: Faydasız özür dilemeyin. Size kesin olarak inanmıyoruz. Allah bize (hâllerinizden birçok) haberler vermiştir. (Bundan sonraki) hareketinizi de Allah, Rasûlü ile beraber görecektir. En sonra gizliyi ve aşikârı bilen Allah 'a döndürüleceksiniz de O size neler yapıyordunuz, hepsini haber verecektir" (Âyet:94) îmân edenler, Allah'ın korumasına girin, bir de sâdık olanlarla beraber olun" (Âyet: 119).
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Berâe Sûresi
4724-)
Abdullah ibnu Ka'b ibn Mâlik -ki kendisi Ka'b ibn Mâlik'in yedicisi idi- şöyle demiştir: Ben Ka'b ibn Mâlik'ten işittim, Tebûk kıssasından geri kaldığı zamanki haberini şöyle tahdîs ediyordu:(Bundan sonra ben Rasûlüllah'a şöyle dedim: Yâ Rasûlallah! Allah beni bu badireden ancak doğruluğumla kurtardı. Artık tevbemin kabulü ühâmındandır ki, ben, bundan böyle yaşadığım müddetçe doğrudan başka bir söz söylemeyeceğim.) dedi ki:- Vallahi Rasûlüllah'a vâki' olan bu sözlerimden beri müslümânlardan hiçbirisini bilmem ki, doğru söylemekte Allah'ın bana yaptığı imtihân (ve mukaabilinde in'âm ve ihsân)dan daha güzel imtihanım ona yapmış olsun! Rasûlüllah'a o sözlerimi arzettikten bugüne kadar yalan söylemek hatırımdan geçmedi. (Bundan öte yaşadığım zaman içinde de Allah'ın beni yalandan koruyacağını umarım.) Azîz ve Celîl olan Allah, Rasûlü'ne: "And olsun ki Allah, Peygamber ile Muhacirler ve Ensâr üzerine tevbe nasîb etti..." âyetim"Sâdıklarla beraber olun" kavline kadar indirdi olsun size kendinizden öyle bir Rasûl gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır ve güç gelir. Üstünüze çok düşkündür. Mü'minlere cidden şefkatlidir, çok merhametlidir"(Âyet: 128-129). "Re'fet" masdarından olup "Çok şefkatli" demektir
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Berâe Sûresi
4725-)
Bize Ebû'l-Yemân tahdîs etti. Bize Şuayb haber verdi ki, ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana İbnu's-Sabbâk şöyle haber verdi: Vahyi yazan kimselerden biri olan Zeyd ibn Sabit el-Ensârî şöyle demiştir: Ebû Bekr, Yemâme'de şehîd olanların ölümü haberini yollayıp beni çağırdı. Yanında Omer de bulunuyordu. Ebû Bekr bana şunları söyledi: Omer bana geldi ve: Yemâme gününde insanların öldürülmesi çok şiddetli oldu. Ben diğer harb sahalarında da harbin şiddetli olup Kur'ân hafızlarının şehîd edilmelerinden, bu sebeble de Kur'ân'dan büyükçe bir kısmın zayi' olup gitmesinden endîşe ediyorum, ancak Kur'ân'ı toplamanız hâlinde bu gitme olmaz. Binâenaleyh ben senin muhakkak Kur'ân'ı toplamanı düşünüyorum, dedi. Bekr dedi ki: Ben de Omer'e: Rasûlüllah'ın yapmadığı şeyi ben nasıl yaparım? dedim. Vallahi bu hayırdır, dedi ve bana bu hususta müracaattan vazgeçmedi. Nihayet Allah benim göğsümü bu iş için açtı ve ben de Omer'in düşündüğünü düşündüm. ibn Sabit dedi ki: Omer, onun yanında konuşmadan oturduğu hâlde Ebû Bekr bana hitaben şöyle dedi: Şübhesiz sen genç ve akıllı bir adamsın. Biz seni hiçbir kusurla ittihâm etmiyoruz. Sen Rasûlüllah için vahyi yazıyordun. Bu sebeble sen Kur'ân'ı tetebbu' et ve onu bir araya topla! bu teklife karşı: Vallahi eğer bana dağlardan bir dağın nakledilmesini emretmiş olsaydı, o iş benim üzerime Ebû Bekr'in bana emrettiği bu Kur'ân'ı toplama işinden daha ağır olmazdı, dedi. dedi ki: Ben: Sizler, Peygamber'in yapmadığı bir işi nasıl yapıyorsunuz? dedim. Bekr: Allah'a yemîn ederim ki, bu hayırlı bir iştir, dedi. bu i'tirâzımı tekrar tekrar ona döndürmekte devam ettim. Nihayet Allah, Ebû Bekr'le Omer'in akıllarını yatırdığı ve göğüslerini ferahlandırdığı bu işe benim de aklımı açtı ve gönlümü ferahlandırdı. Bunun üzerine ben kalktım, Kur'ân'ın ardına düşüp gereği gibi araştırdım ve onu yazılı bulunduğu deri parçalarından, kürek kemiklerinden, hurma dallarından ve hafızların ezberlerinden bir yere topladım. Ve et Tevbe Sûresi'nden iki âyeti, Ebû Huzeyme el-Ensârî'nin yanında buldum. O iki âyeti ondan başka kimsenin yanında bulmadım:"And olsun size kendinizden öyle bir Rasûl gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır ve güç gelir, Üstünüze çok düşkündür. Mü’minlere cidden şefkatlidir, çok merhametlidir" (Âyet:128-129). içlerinde Kur'ân toplanılan bu sahîfeler, Allah kendisini vefat ettirinceye kadar Ebû Bekr'in yanında kaldı. Sonra Allah kendisini vefat ettirinceye kadar Omer'in yanında kaldı. Bundan sonra da Omer'in kızı Hafsa'nın yanında kaldı hadîsi ez-Zuhrî'den rivayet etmesinde Şuayb'e, Usmân ibnu Omer mutâbaat etti. Ve yine Şuayb'e Leys ibn Sa'd da mutâbaat etti. Bunların ikisi de Yûnus ibn Yezîd'den; o da İbn Şihâb'dan diye rivayet ettiler. Ve el-Leys şöyle dedi: Bana Abdurrahmân ibnu Hâlid, İbn Şihâb'dan tahdîs etti ve: Ebû Huzeyme el-Ensârî'nin beraberinde buldum, dedi. Mûsâ ibn İsmâîl, İbrâhîm ibn Sa'd'dan söyledi ki, o: Bize İbnu Şihâb "Ebû Huzeyme'nin beraberinde" şeklinde tahdîs etti, demiştir. Mûsâ ibn İsmail'e İbrâhîm'den rivayet etmesinde Ya'kûb ibn İbrâhîm mutâbaat edip babası İbrâhîm ibn Sa'd'dan, künye ile "Ebû Huzeyme'nin beraberinde" şeklinde rivayet etmiştir. Ebû Sâmit Muhammed ibn Ubeydillah el-Medenî de şöyle demiştir: Bize İbrâhîm ibn Sa'd tahdîs edip "Huzeyme'nin beraberinde" yahut "Ebû Huzeyme'nin beraberinde" şeklinde şekk ile ve tahkîk ile söylemiştir.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Berâe Sûresi
4726-)
İbn Abbâs radıyallahü anhüma şöyle demiştir: Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye geldi, Yahudiler âşûrâ orucu tutuyorlardı. Onlar: Bu, kendisinde Musa'nın Fir'avn'a gâlib olduğu gündür, dediler. üzerine Peygamber sahâbîlerine: "Sizler Musa'ya onlardan daha ziyâde haklısınız, onun için sizler de bu günü oruç tutun" buyurdu.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Yûnus Sûresi
4727-)
İbn Cureyc şöyle dedi: Bana Muhammed ibnu Abbâd ibn Ca'fer haber verdi ki, o İbn Abbâs'tan "Elâ innehum tesnevnî sudûruhum” ( Gözünüzü açın, onların göğüsleri şiddetle bükülüp duruyor) şeklinde okurken işitmiştir. Muhammed ibn Abbâd dedi ki: Ben İbn Abbâs'a bunu sordum da, o şöyle cevâb verdi: Birtakım insanlar vardı ki, bunlar hâlâya gidip de avret yerlerini çıplak olarak meydana çıkarmalarından ve kadınlarıyle cinsî münâsebet yapıp da yine avret yerlerini çıplak olarak meydana çıkarmalarından utanıyorlardı. İşte bu kelâm onlar hakkında indi
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Hûd Süresi
4728-)
İbn Cureyc (şöyle demiştir): Ve bana Muhammed ibn Abbâd ibn Ca'fer haber verdi ki, İbn Abbâs "Elâ innehum tesnevnî sudûruhum" şeklinde okumuştur. (Muhammed ibn Abbâd dedi ki:) Ben: YâEbâ'l-Abbâs! "Mâ tesnevnîsudûruhum (Göğüsleri dürülüp bükülürler) ne demektir? Diye sordum. Abbâs: Erkek, karısıyle cinsî münâsebet yapar, bundan (yani avret yerini açmaktan) hayâ edip utanırdı yahut helâya gider, bundan da utanırdı. İşte bunun üzerine "Haberiniz olsun ki, onlar, ondan gizlemeleri için göğüslerini dürüp bükerler... "(Âyet: 5) indi.
Kaynak: Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t - Tefsîr
Konu: Hûd Süresi