Sahîh-i Müslim Hadis Kitabı

4-) Mal meydanda iken bedelinin verilmesini îcâb etmektedir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Alış Verişler
Konu: Memesinde Süt Biriktirilen Hayvanı Satmanın Hükmü Bâbı
4-) Hadisi Şerifde köpek mutlak zikredilmiştir. Binaenaleyh beyaz siyah vs. her renkdeki köpeğe şâmildir. İmâm Ahmed kara köpekle -öğretilmiş bile olsa avlanmak caiz değildir demiştir. Hadisi şerif onun aleyhine delildir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Av, Kesilen Ve Etî Yenen...
Konu: Öğretilmiş Köpeklerle Avlanma Bâbı
4-) Velâ' hakkı âzâd edene aittir. Bu hususta ihtilâf yoktur. Ancak velâ' hakkı olmamak şartiyle âzâd edilen köle veya câriye hakkında ihtilâf olunmuştur. Buna «sâibe» denir ki, cumhûra göre şart bâtıl, velâ' hakkı âzâd edene aittir. İmâm Ahmed'e göre şart bâtıl değildir; şarttan sonra, âzâd eden kimsenin o köle üzerinde velâ hakkı kalmaz; hattâ mirasından bir şey almışsa mislini iade etmesi lâzım gelir. Mâlik, Mekhûl, Ebû'l-Âliye, Zührî ve Ömer b. Abdilâziz bu takdirde velâ'nın bütün müslümanlara kalacağına kail olmuşlardır. Zîra sahabeden Bazıları böyle yapmışlardır.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Âzâd
Konu: Velanın Yalnız Âzad Edene Mahsus Olması Bâbı
4-) Buhârî'nin rivâyet ettiği İbn Ömer hadîsinde ; «Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), duhâ namazmı ancak iki gün kılıyordu...» denilmektedir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Yolcuların Namazı Ve ...
Konu: Duha Namazının Müstehab, En Azının İki En Mükenmelinin Sekiz; Ortasının Dört Yahut Altı Rekat Oluşu Ve Bu Namaza Devama Teşvik Bâbı
4-) Süt cihetiyle torunun annesini almak caizdir; lâkin neseb itibariyle bu caiz değildir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Ebvabu Taksîri's-salât
Konu: Doğum İtibariyle Haram Olan Herşeyin Süt İtibariyle De Haram Olması Bâbı
4-) -Kalbin i'tikaddan hâli oluşu. Dilin ise üç hâli vardır: mecmuundan, aşağıda sıralıyacağımız on iki kısım meydana gelir: bilerek dille ikrar. Eğer bu ikrarı sahibi kendi ihtiyarimle yaparsa o kimse hakikî mü'mindir. Cebren yaparsa zâhire göre kâfirdir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Münafık Hasletlerini Beyan Bâbı
4-) - Bu iş kâfirlerin işi gibi çirkin bir iştir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Sellemün: «benden Sonra Dönüp Birbirinizin Boyunlarını Vuran Kafirler Olmayın» Hadislerin Manasını Beyan Bâbı
4-) Cumhûr-u ulemâ'ya göre insan saçı temizdir. Sahîh kavle göre İmâm Şafiî'nin mezhebi de budur. Ebû Ca'fer-i Tirmizî bu hususta Hazret-i Şâfiî'ye muhalefet etmiş ve saç temizliğinin yalnız Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e mahsûs olduğunu, başkalarının saçları necis sayılacağını söylemiştir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Hacc
Konu: Traş Olmayı, Saç Kısaltmaya Tercih, Saç Kısaltmanın Da Caiz Olduğunu Beyan Bâbı
4-) - Küfür kelimesi hakikî ma'nasında kullanılmıştır. bu hüküm ta'n ile niyâhayı helâl i'tikad edenlere mahsustur. şerif nesebe ta'n ile niyahanm haram olduğunu ağır bir lisanla ifâde ediyor.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Nesebe Dil Uzatmaya Ve Ölüye Ağlamaya Küfür Adı Verilmesi Bâbı
4-) Buradaki nehy, keraheti bildirmek içindir. Yani bununla Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ikindiden sonra nafile kılmanın haram zannedilme vehmini gidermek istemişdir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Yolcuların Namazı Ve ...
Konu: Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Sellemin İkindiden Sonra Kılmakda Olduğu İki Rekat Namazı Tanıma Bâbı
4-) Mâ» zaide, «zâ» ismi işarettir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cihâd Ve Siyer
Konu: Esiri Bağlayıp Hapsetmenin Ve Ona Îyilikte Bulunmanın Cevazı Bâbı
4-) O günün geceye kadar diye kayıtlanması geceleyin mezkûr faydanın kalkmış olduğunu gösterir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, İçkiler
Konu: Medine Hurmasının Fazileti Bâbı
4-) Farz ve nafile oruç tutmak.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İman Şubelerinin Sayısını, Bunların En Üstün Ve En Aşağı Derecede Olanını; Utanmanın Faziletini Ve İmandan Olduğunu Beyam Bâbı
4-) Bir kısım ulemâya göre bu hadislerden murâd: Ölen kimsenin geride bıraktığı ağlayanları görerek rikkata gelmesi ve üzülmesidir. Onun azâb olmasından murâd budur. Cerîr-i, Taberi ile diğer bâzı zevatın mezhebleri budur. Iyâz bu kavli diğerlerinden evlâ bulmuştur. Bu zevatın delilleri Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in babasına ağlayan bir kadını ağlamaktan menettiğini bildiren bir hadistir. Mezkûr hadisde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Allah'ın kulları; Ağlamakla dîn kardeşlerinizi tâ'zîb etmeyin.» buyurmuştur.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Ebvâbu Salâti'l-havf
Konu: Ölen Kimsenin, Ailesinin Ona Ağlaması Yüzünden Azab Olunması Bâbı
4-) Diğer bâzı rivâyetlerde denilmişdir. Bunun mânâsı; (sallallahü aleyhi ve sellem) i'tikâfâ girdiği vakit, müezzinin ezan okuması hâlinde iki rek'ât sünnet kılardı.» demekdir. Yani cümledeki (İzâ)’nın cevâbı (Salla) cümlesidir. Ara yerdeki (Ezzene) cümlesi başına (Kad) takdir etmek sureti ile hâl olur.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Yolcuların Namazı Ve ...
Konu: Sabah Namazının İki Rekat Sünnetini Kılmanın Müstehab Oluşu; Bunlara Teşvik Ve Mezkür İki Rekatın Hafif Fakat Devam Üzere Kılınması Ve Bu İki Rekatda Okunması Müstehab Olan Sürelerin Beyanı Bâbı
4-) - Bu işin altından kalkamayacağından ve vahyin sıkletine tahammül edemiyeceğinden korkmuştur.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Resûlüllah Sallalahu Aleyhi Ve Selleme Vahyin Başlaması Bâbı
4-) Ta'zîrde otuz kırbacı geçmemelidir. Bu iki kavil Hazret-i Ömer'den rivâyet olunmuşlardır.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Hudûd
Konu: Tazir Kırbaçlarının Mikdarı Bâbı
4-) Yoksul, yetim ve zayıf için insanların en hayırlılarıdırlar. Beşinci olarak güzel bir cemileleri var, onlar kıralların zulmüne en fazla karşı duran insanlardır, dedi.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Fitneler Ve Kıyâmet...
Konu: Kıyâmetin Romalılar İnsanların En Çoğu Olduğu Zaman Kopacağı Bâbı
4-) - Mu'cizin âciz bırakan ma'nasına geldiğini öğrenmek asla sihir ilmine bağlı değildir. Sonra bizzarure ma'lumdurki sahabe tabiin ve müslümanlann büyükleri ile âmme kısmı mu'cizeyi bilirler; ve mucize ile başka şeylerin arasım ayırırlardı. Halbuki sihri bilmezlerdi. Onu ne okumuş ne de okutmuşlardı. Ulema ve fukahanın nassan bildirdiklerine göre: sihri öğrenmek de Öğretmek de büyük günahdır. «Et-Telvilt» nâm eserde bâzı Şâfiîlerin: «Sihri öğrenmek haram değildir; bilinip, onu yapana karşı koymak ve sihri evliyanın kerametinden ayırmak için Öğrenmek caizdir» dediği bildiriliyor. Aynî zahire göre bundan muradın Fahrüd- ibn-i Râzi ile İmâm Gazali olduğunu söylemiştir. öğrenerek yapmanın hükmü ulemaâ arasında ihtilaflıdır. Ebû Hanife Mâlik ve Ahmed b. Hanbel'e göre küfürdür, yalnız Hanefîlerden bazısına göre şerrinden korunmak için sihri Öğrenmek küfür değildir. Ama sihir yapmanın caiz olduğuna yahud fayda verdiğine inanmak küfürdür. Şeytanların insana istediğini yapabileceklerine inanmak dahi küfürdür. Şafiî Şöyle deditir: «Bir kimse sihri Öğrenirse kendisine: bize sihrini ta'rif et! deriz. Şayet Bâbillilerin i'tikad ettikleri yedi yıldıza ibâdet ve bu yıldızların kendilerinden istenen şeyi yapması gibi küfrü icâbedecek şekilde beyanda bulunursa o kimse kâfirdir. Beyanı küfür icabetmiyor da sihrin mubah olduğuna inanıyorsa yine kâfirdir.» yapan kimsenin şeri cezası ölümdür. Yalnız İmâm Mâlik ile Ahmed b. Hanbel'e göre bir defa yapmakla, Ebû Hanife ile Şafiî hazeratına göre ise bir kaç defa yapmakla yahud muayyen bir şahsa sihir yaptığım i'tiraf etmekle öldürülür. Şafiî'den gayri İmâmlara göre sihribazm öldürülmesi bir hadd-i seridir. Şâfiiye göre ise fiilin tekrarı veya i'tiraf halinde sihirbaz kısas olmak üzere öldürülür. A'zam Ebû Hanife'ye göre ehl-i kitabın sihirbazı da öldürülür. Eimme-i selâse denilen Mâlik, Şafiî ve Ahmed b. Hanbel'e göre Öldürülmez. Onlara göre sihir yapan kadının hükmü de erkek gibidir. Ebû Hanife'ye göre Öldürülmezse de hapsolunur. yapan kimsenin dünyaca tevbesinin kabul edilip edilmemesi ihtilaflıdır. İmâm Mâlik'e göre kabul edilmez. Ebû Hânife ile Ahmed b. Hanbel'den nakledilen meşhur kavle göre de hüküm budur. İmâm Şâfii'ye göre kabul edilir. İmâm Ahmed'in ikinci kavli de budur. İmâm Mâlik'den bir rivâyete göre sihirbaz yakalanırsa, zındık gibi onun da tevbesi kabul olunmaz. Fakat yakalanmadan tevbe eder de tevbekâr olarak gelir teslim olursa öldürülmez. Ancak yaptığı sihirle insan öldûrmüşse kendisi de öldürülür. İmâm Şâfii'ye göre sihirbaz: «Ben öldürmeyi kesdetmedim.» derse hatâ etmiş sayılarak kendisinden diyet almır. Br. hâri'nin naklettiğine göre Saidü'bnü’l-Müseyyeb, sihir yapan kimseden sihrini çözmesini istemeyi caiz görmüştür. Bazıları «Nüşra»ya cevaz vermişse de Hasan-ı Basrî bunu mekruh saymıştır;; cinlerin çarptığı zannolunan bir kimseye tatbik edilen ilâç ve okumadır. katildir: Haksız yere insan öldürmek İmâm Şafiî (rahimehüllah)'a. göre Allah'a şirkden sonran büyük günahtır. Bir hadisde: «Rahmanın arşı üç şeyden deprenir ve Allah üç şeyden gadaba gelir» buyurulmuş; katil bunlar arasında zikredilmiştir. Katilin tevbesi hususunda ihtilâf edilmiştir, İbn Abbâs (radıyallahü anh)'e göre kaatil ebedi olarak cehennemde kalacaktır. Hanefîlerle diğer ulemaya göre ebedî olmasa da cehennemde uzun zaman kalacaktır. Dünyevi cezası ise kısâsen öldürülmektir. Ancak maktulün velileri affeder yahud uzlaşirlarsa kısas edilmez: çünkü hak onlarındır. Kasden haksız yere insan öldürmede Hanelilere göre keffaret verilmez. Zira keffaretde ibâdet ma'nası vardır; binaenaleyhi onunla hâlis bir büyük günah olan katil Ödenemez. Şafiîlere göre ise keffaret lâzımdır. Onlar: «Hataen insan öldürmek bundan daha ehven olduğu halde onda keffaret meşru' olunca bunda evleviyetle meşru' olur.» diyorlar. yetim malı yemektir. Yetim: Babası ölen küçük çocuk-dur. Hatta Zemahşehrî’ye göre büyük çocuğa da yetim denilebilir. Zira kelimenin lügat ma'nası. yalnız kalmakdir. Ancak bu kelime daha ziyade küçükler hakkında kullanılır. Vakıa Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): Buluğdan sonra yetimlik yoktur» buyurmuşlarsa da ona göre bu hadisden murâd lügati değil, şeriatı öğretmektir. zahirine bakılırsa yetim rnahm yemek mutlak surette haramdır. Şu halde vasinin yemesi de memnu'dur. Nitekim buna kail olanlar vardır. Fakat cumhûra göre vasi veya velinin ma'ruf vecihîe ve israf etmemek şartiyle yetim malından yemeleri meşru'dur. ribâ yemektir. Kîba: Mal verip karşılığında mal alırken alınan veya verilen karşılıksız ziyadedir. Buradaki «yemek» ta'birinden maksad ribâ muamelesi yani faizcilik yapmaktır. Faizcilikle kazanılan malların çoğu yenildiği için mezkûr kazanca mecazen «yemek» denilmiştir. meselesi bir çok âyet ve hadislerde en şiddetli bir lisanla haram kılınmıştır. Düşmana hücum edileceği zaman harpden kaçmaktır. Ancak bu kacıs bir müslümanm karsısında bir veya iki kâfir bulunduğu zaman haramdır; daha fazla olurlarsa kaçmak caizdir. Hadis-i şerif harpden kaçmanın büyük günah olduğuna delâlet etmekdedir ki cumhûru ulemanın mezhebi de budur. Yalnız Hasan-ı Basri hazretlerine göre harpden kaçmak- küçük günahtır. Ona göre bu babdaki âyet hassaten Sedir gazileri hakkında nâzil oîmuşdur. Bazıları da âyetin başka bir âyetle neshedildiğine kaaildirler. Fakat doğrusu: kirn o gün çarpışmak için dönmek yahud başka bir bölükde mevki' ıSmak halleri müstesna olmak üzere kâfirlere arkasını dönerse muhakkak Allahın bir gadabına uğrar; varacağı yer de cehennemdir. O ise pek kötü bir yerdir» âyet-i kerimesi ne Bedir gazilerine mahsusdur; ne de mensuhdur. Onun hükmü, cumhûru ulemanın dedikleri gibi her harbe âmm İve şamil olmak üzere kıyâmete kadar bakidir. kadınlara zina iftirasında bulunmaktır. Bu hükümde erkeklere edilen zina iftirası da dahildir. Binaenaleyh kadın olsun erkek olsun: âkil, bâliğ ve namuslu olan bir müslümana zina iftirasında bulunmanın cezası hür olan müfteriye seksen, köleye kırk değnek vurmaktır. bir kadına zimmiyye bile olsa zina iftirasında bulunmak büyük günah değildir. Bu sebeble müfteriye hadd vurulmaz. Cariyeye yapılan zina iftirasının cezası ta'zirdir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Büyük Günahları Ve Onların En Büyüğünü Beyan Bâbı
4-) Ellerin ne zaman bağlanacağı meselesine gelince; bu bâbda esas şudur: İçersinde mesnûn zikir bulunan her kıyam halinde eller bağlanır. Zikr-i mesnûn bulunmayan kıyamda eller salınır. Binâenaleyh kunut duası okurken ve cenaze namazı kılarken eller bağlanır. Fakat Rükû'dan doğrulduktan sonra ve bayram tekbirlerinin arasında eller yanlara salınır, sahih olan budur. Ebû Ali En-Nesefî ile İmâm Ebû Abdullah ve diğer bazı zevata göre, Zikr-i mesnûn bulunsun bulunmasın her kıyamda mutlak surette eller bağlanır.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Namaz
Konu: Namaz Kılanın İhram Tekbirinden Sonra Sağ Elini Sol Elinin Üzerine Bağlıyarak Göbeğinin Üstüne Ve Göğsünün Altına Koyması, Secdede İse Ellerini Omuzları Hizasında Yere Döşemesi Bâbı
4-) - Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sözü ile kendini değil, ümmetini kasdetmiştir. Kendisinin şüphe etmeyeceği ismet delili ile malumdur. Çünkü Peygamberler şek ve şüpheden masumdurlar.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Delillerin Bir Birini Takviyesiyle İtminan-ı Kalbin Artması Bâbı
4-) Ulemâ aşûra orucunun, vâcib değil, sünnet olduğuna ittifak etmişlerdir İslâmiyetin ilk zamanlarında bu orucun hükmüne olduğu ihtilaflıdır. İmâm A'zam'a göre farzdı. Mer'den bu babda iki kavil naklolunur. Meşhur olan kavle göre Aşûra orucu ilk meşru olduğu zaman sünriet idi. Ve hâlada sünnettir. Mezkûr oruç hiç bir zaman farz kılınmamıştır: islâmın ilk devirlerinde kuvvetle müstehab idi." Ramazan orucu farz kılınınca eskisinden daha hafif olmak üzere müstehab olarak kaldı. kavle göre bu mes'elede Şâfiîler de İmâm A'zam gibi farziyete kaaildirler. İyaz, Seleften bâzılarının bu orucun farz olduğuna kaa-il olduklarını, onlarca farziyetine kaail olanlardan bu gün kimse kalmadığını, binâenaleyh farz olmadığına icmâ' husul bulduğunu, mezkûr orucun bu gün müstehab olduğunu söylemiştir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Oruç
Konu: Aşure Günü Orucu Bâbı
4-) - Peygambere melek insan şeklinde gelir. Nitekim Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e Cibrîli Emin bazan Dihyet ü'l-kelbi ismindeki sahâbî-i. celil suretinde gelirdi. Bu zatın suretine girmesi onun akran-u emsali arasında en güzel olmasındandır deniliyor. Hatta kadınların fitne ve tuzağına düşmemek için peçe takındığı rivâyet olunur. Başka surete girdiği de vakidir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Resûlüllah Sallalahu Aleyhi Ve Selleme Vahyin Başlaması Bâbı
4-) Kabir azabının hâli pek büyük ve korkunçtur. Onun için de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kabir azabından hem kendisi Allah'a sığınmış, hem de bunu ümmetine tavsiye buyurmuştur. azabı hakkında vârid olan hadislerin beyânına göre kabirde vâkî olacak fitne yani imtihan Münker ve Nekir ismindeki meleklerin suâllerine cevap vermek suretiyle icra edilecektir. melekler, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i kastederek: «Bu zât hakkında ne biliyordun?» diye soracaklar; ölen kimse mü'min ise «O, Allah'ın Resûlüdür." diye cevap verecek, münafık ise «âlemin onun hakkında bir şeyler söylediğini işittim; ben de onu söyledim... diyecektir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Küsûf
Konu: Husuf Namazında Kabir Azabında Zikri Bâbı
4-) Mukallidin i'tikadı ya ikrar ya inkâr yahud da sükût ile olur. Şayet kendi ihtiyariyle ikrarda bulunursa bu ikrar mukallidin imânıdır; ve bazı muhaliflere rağmen sahihtir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Münafık Hasletlerini Beyan Bâbı
4-) İmâmın besmeleyi aşikâr okuyup okumaması ihtilaflıdır. Şâfiî-lerden İbn Mülâkkin (923 - 804) «et-Tevhîd» nâm eserinde şunları söylüyor: «Bize göre cehrî okunan namazlarda İmâmın besmeleyi aşikâr okuması müstehabdır. Ekseri ulemânın kavilleri de budur. Cehr hakkında vârid olan hadîsler, sayılan yirmibire varan ashâb-ı kirâm tarafından rivâyet olunmuşlardır. Onlardan bazıları İmâmın besmeleyi â-şikâr okuyacağını tasrih etmiş; bir takımlarının da ifadelerinden bu mânâ anlaşılmıştır. Besmelenin aşikâre okunacağına ve bunun sahih olduğuna hüccet kâim olmuştur. Mülâkkin bundan sonra Ashâb-ı Kiramdan Ebû Hüreyre, Ümmü Seleme, İbn Abbâs, Ene s, Ali b. Ebi Tâlib, Semûratü'bnü Cündeb, Ammâr, Abdullah İbn Ömer, Numan b. Beşîr, Hakem b. Umeyr, Muâviye, Büreydetü'bnü Husayb Câbir, Ebû Saîd, Talhâ, Abdullah b. Ebî Evfâ, Ebû Bekri Sıddık, Mücâlid b. Sevr, Bişr b. Muâviye, Hüseyin b. Urfuda ve Ebû Muse'l-Eş'ârî (radıyallahü anhûm) hazerâtının isimlerini saymıştır. Şimdi bu zevattan rivâyet edilen hadîsleri gözden geçirelim: Ebû Hüreyre hadîsini Nesâî «Sünen» inde Nuaym'i Mücemmir'den tahrîc etmiştir. Bu hadîsde Nuaym şöyle demektedir: Hüreyre'nin arkasında namaz kıldım. Besmeleyi o-kudu, sonra fatihayı okudu, fatihanın sonunda (âmin) dedi, selâm verdikten sonra namaz itibarı ile içinizde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e en ziyade benzeyeniniz benim» dedi. hadîsi İbn Huzeyme ile İbn Hibbân «Sahih» lerinde Hâkim de «Müstedrek» inde rivâyet etmiş ve Buhârî ile Müslim'in şartlarına uygun olduğunu, fakat onu tahrîc etmediklerini söylemiştir. Dâre Kutnî dahi «Sünen» inde rivâyet etmiş ve «Bu sahih bir hadîstir», râvilerinin hepsi mevsuktur, demiştir. Beyhakî dahi «Sünen» inde tahrîc etmiş, isnadının sahih olduğunu, hadîsin birçok şahidleri bulunduğunu bildirmiştir. da ise râvilerinin hepsi mevsuk bilittifak âdil ve sahîh eserlerde kendileri ile ihticâc edilen kimseler olduğunu söylemiştir. Bu iddiaya Hanefî'ler tarafından birkaç vecihle cevap verilmiştir. Hadîs maluldür. Çünkü Hazret-i Ebû Hüreyre'den hadîs rivâyet eden 800 râvi arasında besmeleyi yalnız Nuaym-i Mücemmir zikretmiştir. Ebû Hüreyre (radıyallahü anh)'dan hadîs rivâyet eden mevsuk râvilerden hiçbiri onun Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen namazda besmeleyi aşikâr okuduğunu söylememiştir. Gerçi Nuaym-i Mücemmir de mevsuk bir zâttır. Binâenaleyh namazda besmelenin aşikâr okunması meselesi mevsuk bir râvinin ziyâdesi olur. Fakat böyle bir ziyâdenin kabul edilip edilmeyeceği ulemâ arasında ihtilaflı bir meseledir. Hadîsde «Okudu veya söyledi» denilmiş olması Nuaym'in. bunu Hazret-i Ebû Hüreyre'den işittiğini sarîh olarak ifâde etmez. Caiz ki; Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in besmeleyi gizli okuduğunu haber vermiştir. Yahut namazda yanında bulunduğu için Hazret-i Hüreyre'nin gizli okuduğu besmeleyi işitmiştir. Nitekim namaza girerken istiftâh ile a-yakta ve otururken, keza rükû' ile sücûd hallerinde okuduğu zikir lâfızları bu suretle rivâyet edilmiş, fakat bunların hiçbiri aşikâre okunduğuna delîl sayılmamıştır. Teşbih her cihetten benzerlik iktizâ etmez; ekseri fiillerde Resûl-ü Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem)’e benzemesi teşbih için kâfidir. Bu da Tekbîr vesaire ile tahakkuk eder. Zira tekbîr ve diğer namaz fiilleri Hazret-i Ebû Hüreyre rivâyeti ile sahih ve sabit olmuştur. Onun maksadı da bunları terk edenlere red cevabı vermektir. Besmeleye gelince; Onun Ebû Hüreyre rivâyetinden sahih ve sabit olması söz götürür. Binâenaleyh buradaki teşbih sahih ve sabit fiillere hamlolunur. Aksi takdirde bütün fiillerinde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e benzediği iddia olunursa (E'uzü) çekmenin de aşikâre olacağını iddia etmeleri gerekir. Çünkü İmâm Şâfiî'nin Ebû Muhammed Eslemî tarikiyle Salih b. Ebi Salih'den rivâyet ettiği bir hadîste: «Salih, Ebû Hüreyre'yi Cemaata İmâm olarak farz namazda yüksek sesle okuduğunu işitmiş, fatihadan sonra yavaşça demiş. Şâfiîler besmelenin aşikâr okunacağı hususunda Hazret-i Ebû Hüreyrenin Sahiheyn'deki hadîsi ile istidlal ettikleri gibi, teavvüz hususunda da bu hadîsle ihticâcda bulunmuşlardır. Sahiheyn hadîsinden murad, Hazret-i Ebû Hüreyre'nin «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in bize işittirerek okuduklarını biz de size işittiririz. Gizli okuduklarını biz de size gizli okuruz.» sözüdür. Hâl böyle iken Ebû Hüreyre (radıyallahü anh)’in teşbihi besmeleyi aşikâr okumasına nasıl hamledilir. Az yukarıda gördüğümüz; Tâalâ namaz sûresi olan fatihayı kulumla ikimiz arasında ikiye taksim ettim» buyurdu, hadîsini de Hazret-i Ebû Hüreyre rivâyet etmiştir. Mezkûr hadîste besmeleden bahsedilmemiştir. Bu onun fatihadan olmadığına delildir. Çünkü fatihadan bir âyet olsa onunla başlaması îcab ederdi. Bâbımız hadîsi hakkında Ebû Ömer; «Bu hadis muarızların endişesini kesmiştir. Çünkü Te'vil götürmez bir nasstır. Besmelenin sükûtu hakkında bundan daha açık bir hadîs bilmiyorum.» demiştir. Ancak buna Müteehhirin-i ulemânın biri, iki vecihle i'tirâz etmiştir. Bu hadîsi Müslim'in rivâyet etmiş olmasına bakılmaz. Çünkü râvilerderi Alâ b. Abdirrahman hakkında İbn Maîn söz etmiş ve «Onun hadîsinden hüccet olmaz, zira muztarîptir» demiş. İbn Adiy dahi onu yalnız Alâ b. Abdirrahman'in rivâyet ettiğini, binaenaleyh hüccet olmayacağını söylemiştir. Hadîsin sahih olduğunu kabul etsek bile; bâzı rivâyetlerinde besmele zikredilmiştir. Nitekim Dâre Kutnî'nin Abdullah b. Ziyâd b. Sem'ân tarikiyle Ebû Hüreyre (radıyallahu anh)’den tahrîc ettiği rivâyette besmele zikredilmiştir. Bü rivâyetler zayıf ta olsalar Müslim hadîsim iefsîr etmişlerdir. Ondan maksat âyet değil sûredir. Buhârî şârihi Aynî bu zata gu cevabı vermiştir: cehli ile ifrat derecesindeki taassubu ve düşüncesizliği, sahih bir hadîsi zayıf çıkararak terk etmesine sebep olmuştur. Çünkü hadîs onun mezhebine uymamaktadır. Hadîsin Müslim tarafından rivâyet edilmesine de bakılmıyacağım söylemiştir. Halbuki ayni hadîsi Alâ'dan İmâm Mâlik, Süf yan b. Uyeyne, İbn Cüreyc, Şuayb, Abdülâziz ed-Derâverdi, İsmail b. Ca'fer, Muhammed b. İshâk, Velid b. Kesir vesaire gibi nice mevsuk İmâmlar rivâyet etmişlerdir. Bizzat Ala dahi mevsuk ve özü sözü doğru bir zattır. Mûterizin istidlal ettiği hadîsi ise; yalnız İbn Sem'an rivâyet etmiştir.; Ömer b. Abdilvâhid; «İbn Sem'ânı Mâlike sordum, yalancı idi» cevabını verdi;» demiştir. Yahya b. Ma'n de aynı şeyi söylemiştir. Yahya b. Bükeyr onun hakkında Hişâm b. Urve'nin; «Vallahi benim üzerimden yalan söyledi ve kendisine riâyet etmediğim bir takım hadîsleri bana isnad ederek rivâyette bulundu.» dediğini söylemiştir. İmâm Ahmed'in; «O met-rûkü'l hadîstir» dediği, Ebû Dâvud'un da aynı sözü söylediği hattâ; «Yalancılardandır» dediği rivâyet olunur. Ebû Üveys tarikiyle Hazret-i. Ebû Hürey-r e'den tahrîc ettiği bir hadîste; «Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) cemaata İmâm olduğu vakit besmeleyi aşikâr okurdu.» denilmiştir. Aynı hadîsi Dâre Kutnî «Sünen» inde İbn Adiyde «el-Kâmil» nâm eserinde rivâyet etmişlerse de râvi Ebû Üveys zayıftır. Onu İmâm Ahmed b. Hanbel, İbn Ma'in ve Ebû Hatim zayıf bulmuşlardır. Binaenaleyh münferiden rivâyet ettiği hadîsleri ile ihticâc olunamaz; hele de burada olduğu gibi bir şeyi yalnız o söyler de ondan daha mevsuk bir râvi onun aksini rivâyet «t-miş olursa istidlal edilmeme işi evleviyette kalır. Gerçi Ebû Üveys ten İmâm Müslim dahi hadîs tahrîc etmiştir. Fakat Buhârî ile Müslim bu gibilerin hadîslerini ancak şâhid olarak rivâyet e? derler. Hadîsin onlarca mutlaka başka bir aslı vardır. İtimat da onadir. Şâhid olarak rivâyet ettikleri hadîsler bir takviyeden ibarettirler. Zayıf olan bir râvinin bilhassa mevsuk râvilere muhalif olan rivâyetini asla tahrîc etmezler. Bu bâbda Buhârî ile Müslim üzerine is-tidrak sureti ile eser yazanların bir çokları müsamaha ve tesahül göstermişlerdir. Bunu en çok yapan da Hâkim Ebû Abdillahdır. Hâkim «el-Müstedrek» nâm eserinde; «Bu hadîs Buhârî ile Müslim'in, yahut onlardan birinin şartı üzeredir» demiştir. Halbuki hadîs ma'luldür. Râvinin bir hadîsi Buhârî veya Müslim'de bulundu diye o râvinin her yerde rivâyet ettiği hadîsinin sahih olması îcap etmez. Hâkim bu hususta çok müsamahakâr davrandığı için İbn Dihye «Kitabü’l-llim» namındaki meşhur eserinde onun hakkında şöyle deditir: «Hadîs ulemâsının Hâkim Ebû Abdullah’ın söylediklerinden korunmaları îcab eder. Çünkü Hâkim'in hatâsı çoktur, düşüklükleri meydandadır. Ondan sonra gelenlerin bir çokları bundan gafil bulunmuş ve bu hususatta onu taklit etmişlerdir.» Dâre Kutnî'deki rivâyetinde dahi Hazret-i Ebû Hüreyre'nin Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen cehri namazların her rekâtında besmele çektiği bildiriliyor. Fakat bu rivâyetin de isnadı sakıttır. Çünkü râvilerden Hâlid b. İlyâs bilittifak zayıftır. Buhârî ile Ahmed b. Hanbel'in o-nun hakkında «Münkerü'l-Hadîs» dedikleri; İbn Maîn'in;«O bir şey etmez; hadîsi de yazılmaz» dediği rivâyet olunur, İbn Hibban ise; onun uydurma hadîsleri mevsuk râvilere isnad ederek rivâyet ettiğini söylemiştir. Dâre Kutnî buna benzer zayıf bir hadîs daha rivâyet etmiştir. Seleme hadîsine gelince, bu hadîsi Hâkim «el-Müstedrek»- inde rivâyet etmiştir. Hadîste Ümmü Seleme (radıyallahü anha)’nın; «Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) namazda besmele çekti ve onu fatihadan bir âyet saydı» dediği rivâyet olunuyor. Aynı hadîsi Dâre Kutnî ile Beyhakî dahi rivâyet etmişlerdir. Fakat bu hadîs de zayıftır. Çünkü râvilerden Ömer b. Hârun-u Belhi mecruhtur. Onun hakkında bir çok hadîs İmâmları söz etmişlerdir. İmâm Ahmed b. Hanbel; «Ben ondan hiç bir şey rivâyet etmem» demiş. Yahya b. Ma'în onun hiç birşey etmediğini söylemiş, İbn'l Mübarek yalancı olduğunu tasrih etmiştir. Hattâ İbn'l Cevzî, Yahy â'dan naklen; «O yalancı bir habistir; hadîsi beş para etmez» demiştir. Besmeleyi ispat hususunda Hazret-i Ümmü Selem e'den daha başka hadîslerde rivâyet edilmişse de bunların hepsi zayıftır. Abbâs (radıyallahü anhüma) hadîsini Beyhakî «Sünen» inde tahrîc etmiştir. Bunda da Hazret-i İbn Abbâs’ın Besmeleyi fatihadan bir âyet olmak üzere okuduğu bildiriliyor. Aynı hadîsi Tahavî de tahric etmiştir. Lâkin bu hadîs de zayıftır. Çünkü isnadında Abdülâzîz b. Cüreyc vardır. Buhârî onun hadîsine tâbi olunamayacağını söylemiştir. Sonra bu hadîs Ebû Hüreyre hadîsine muarızdır. Çünkü Müslim'in rivâyet ettiği Ebû Hüreyre hadîsinde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in ikinci rekâta kalktığı vakit kıraete fatihadan başladığı bildirilmektedir. Tahavî'nin dahi rivâyet ettiği bu hadîs besmelenin fatihadan bir âyet olmadığına açık delildir. Zîra fatihadan olsa, ikinci rekâtta onu da okurdu. Gerçi Hakim'in -el-Müstedrek» inde rivâyet ettiği İbn Abbâs hadîsinde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in besmeleyi aşikâr çekerdiği rivâyet olunmuş; Hâkim; «Bu hadîsin isnadı sahihtir, hiçbir illeti yoktur» demişse de, hadîs ne sarih ne de sahihtir. Sarih değildir; çünkü namazda okunduğuna dâir birşey söylenmemiştir. Sahih te değildir; çünkü: Râvilerinden Amr b. Hassan hadîs uydurmakla meşhurdur. Bunu hadîs sanatının İmâmı sayılan Ali b. el-Medînî söylemiştir. Ebû Hatim dahi onun hakkında; «Birşey etmez, yalan söylerdi» demiştir. Aynı hadîsi Dare Kutnî de Ebû's-Salt tarikiyle Hazret-i İbn Abbâs'dan rivâyet etmiştir. Bu rivâyette İbn Abbâs (radıyallahü anhûma) «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) namazda besmeleyi aşikâr okurdu» demiştir. Ancak bu rivâyet evvelkinden daha da zayıftır. Çünkü Ebû's Salt metruk bir râvidir. Ebû Hatim onun hakkında; «Bence doğru söyleyen bir kimse değildir» demiş. Dâre Kutnî dahi; «Pis bir rafizîdir» tâbirini kullanmıştır. İbn Abbâs Hazretlerinden Bezzâr, Tirmizî ve Dâre Kutnî’-nin rivâyet ettikleri birkaç hadîs daha varsa da bunların da hepsi zayıf olup, hiç biri ihticaca sâlih değildir. (radıyallahü anh) hadîsine gelince: Bu hadîsi ondan Muhammed b. Ebû'l Mütevekkil tarikiyle Hâkim ve Dâru Kutnî rivâyet etmişlerdir. Mezkûr hadîs te Besmelenin fatihadan önce aşikâre okunacağı bildirilmektedir. Ancak hadîs İbn Huzeym'in «Muhtasar» mda Taberânî'nin «Mücem» inde rivâyet, ettikleri Enes (radıyallahü anh) hadîsine muarızdır. Çünkü o hadîsde namazda besmelenin gizli okunduğu beyân edilmiştir. Vakıa Hâkim'in başka bir tarikle Hazret-i Enes'den rivâyet ettiği bir hadîste Enes (radıyallahü anh)'in; . «Ben Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Ebû Bekr, Ömer, Osman ve Ali (radıyallahü anhûm)'nin arkalarında namaz kıldım. Bunların hepsi besmeleyi aşikâre çekerlerdi»; demiş. Hâkim hadîsi rivâyet ettikten sonra onu şâhid olarak zikrettiğini söylemişse de bundan dolayı ulemânın şiddetli itirazlarına mâruz kalmıştır. Zehebî (673 - 748) «Muhtasar» in da; «Acaba Hâkim kitabında böyle uydurma bir hadîsi rivâyet etmekten hiç utanmıyor mu? İşte ben Allah için şahadet e-diyorum! Vallahi bu hadîs yalandır.» demiştir. Ali hadîsine gelince: onu da Hâkim «Müstedrek» inde Said b. Osman tarikiyle Hazret-i Ali ve Ammâr (radıyallahü anhûmâ)'dan rivâyet etmiştir. Bu hadîse göre de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de farz namazlarda besmeleyi aşikâre okurmuş. Hâkim bunun hakkında; «İsnadı sahihtir. Râvilerinden hiç birine cerh nisbet edildiğini bilmiyorum» demişse de yine Zehebî «Muhtasar» inda; «Bu haber hiçtir, galiba mevzu olacaktır» demiştir. Râvilerinden Abdurrahman, münker hadîsler rivâyeti ile maruf bir kimsedir. İbn Abdi’l-Hadi; «Bu hadîs bâtıldır» demiştir. Cündeb (radıyallahü anh) hadîsinin râvilerini Dâre Kutnî ile Beyhakî mevsuk bulmuşlar, Ebû Şamme ile başkaları da hadîsin sahih olduğunu söylemişlerdir. Mezkûr hadîste; (sallallahü aleyhi ve sellem)'in iki durağı vardı, Kur'ân okumayı bitirdimî duraklar; bir de besmeleyi çektiği zaman duraklardı» denilmiştir. Fakat bu hadîs, besmelenin aşikâr okunduğuna değil, gizli okunduğuna delildir. Binâenaleyh muarızların gösterdikleri bu delil Hanefîler lehine şâhiddir. Ammâr'dan Ali (radıyallahü anh) ile birlikte rivâyet ettikleri hadîsten başka rivâyet yoktur. b. Ömer hadîsini Dâre Kutnî, Ömer b. Hasen tarikiyle tahrîc etmiştir. Bu hadîste İbn Ömer (radıyallahü anh) Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Ebû Bekr ve Ömer'in arkalarında namaz kıldım, hepsi besmeleyi aşikâr okurlardı» demektedir. Mezkûr hadîs iki tarikle rivâyet edilmişse de bunların ikisi de bâtıldır. Çünkü birinci tarikin isnadında İbn Ebû Füdeyk zikredilmiştir. Halbuki bu zat bu hadîsi hiçbir zaman rivâyet etmemiştir. Kendisine rivâyet isnadında bulunan râvi Ahmed b. Îsâ'dır. Dâre Kutnî onun yalancı olduğunu söylemiştir. Dâre Kutnî'nin şeyhi Ömer b. Hasen dahi zayıftır; onun zayıf olduğunu bizzat Dâre Kutnî söylemiştir, diğer râvilerden Ca'fer b. Muhammed hakkında da söz edilmiştir. Dâre Kutnî onunla da ihticâc olunmayacağını söyler. Hadîsin ikinci tarîkinde râvilerden Abâdetü'bnü Ziyâd Şiilerin reislerindendir. Hafız Muhammed Nisâbûrî; «Bu adam bilittifak yalancıdır» demiştir. Hadîsin diğer râvisi Yûnus b. Yâ'fûr dahi zayıftır. Nesâî ile İbn Maîn onun zayıf olduğunu söylemişler; İbn Hibban; «Bence onunla ihticâc etmek caiz değildir; yine râvilerden Müslim b. Hayyân meçhuldür.» demektedir. b. Beşir hadîsini Dâre Kutnî «Sünen--inde Yâkup b. Yûsuf tarikiyle rivâyet etmiştir. Bu hadîste; (sallallahü aleyhi ve sellem) Cibrîl Ka'be'de bana İmâm oldu ve besmeleyi aşikâr okudu» buyurdular, deniliyor. Fakat bu hadîste münker, hattâ uydurmadır. Havilerinden Ahmed b. Hammâd'ı Dâre Kutnî zayıf saymıştır. Diğer râvi Yâkub b. Yûsuf ise hadîs rivâyeti ile meşhur değildir. Aynî, Dâre Kutnî ile Hatîb'in ve diğer hadîs hafızlarının böyle bir hadîsi rivâyet ettikten sonra susmalarını; «pek çirkin bir hareket!» diye tavsif ediyor». b. Umeyr hadîsini yine Dâre Kutnî9 E-bu'l Kâsım Hüseyin b. Muhammed tarikiyle Hâkem'den tahrîc etmiş ve «Hakem, Bedir gazasına iştirak eden Sahabe-i kirâmdandır.» demiştir. Mezkûr hadîste Hâkem: «Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in arkasında namaz kıldım. Besmeleyi gece namazları ile sabah ve cuma namazlarında aşikâr okurdu» demiştir. Aynî'nin beyanına göre bu hadîs garip ve münker hadîslerdendir. Hattâ bâtıldır. Zira Hakem b. Umeyr Bedr gazasına iştirak etmediği gibi, o gazaya iştirak edenler arasında Hakem b. Umeyr adında bir kimse de yoktu. Hattâ Umeyr'in sa-habî olduğunu bilen de yoktur. Kendisinden birçok münker hadîsler rivâyet olunmuştur. Zehebî; «Hakem b. Umeyr yahut Amru's-Sumâli el-Ezdî'nin isnadı zayıf hadîsleri vardır.» demiştir. Ondan rivâyet eden Mûsa b. Habib ise;, hiçbir saha-bi ile görüşmemiş, hattâ meçhuldür. Hadîsi ile ihticâc olunamaz. Taberânî «Mücem-i Kebîr» inde Hakem b. Umeyr'den bahisle, ondan on küsur münker hadîs rivâyet etmiştir, İbrahim b. Habib, Dâre Kutnî'nin hatâ olarak zikrettiği bir, isimdir. Doğrusu İbrahim b. İshâk es-Sînî'dir. Ayni isimde Dâre Kutnî iki hata yapmıştır. Çünkü Sînî'yi de Dabbî şeklinde okumuştur» diyor. hadîsine gelince: Bu hadîsi Hâkim «el-Mtis-tedrek» inde Abdullah b. Osman tarikiyle Enes b. Mâlik (radıyallahü anh)'dan rivâyet etmiştir. Mezkûr hadîste Hazret-i Muâviye'nin Medine'de sabah namazı kıldığı, besmele ile başlayarak Ümmü'l - Kur'ân'ı (Fatihayı) okuduğu, Fatihadan sonra okuduğu sûre için besmele çekmediği, bütün namazı bu minval üzere kıldığı, eğilirken tekbir almadığı, namazdan sonra kendisine; «Namazı çaldın mı, yoksa unuttun mu? Hani besmele, hani eğilip doğrulduğun zaman tekbirler, nerede kaldı?» denildiği, ondan sonra Muâviye’nin bir daha bunları bırakmadığı beyân ediliyor. Hâkim bu hadîs için; «Müslim'in şartı üzere sahihtir.» demiştir. Aynı hadîsi Dâre Kutnî dahi rivâyet etmiş ve bütün râvilerinin hep mu'temed olduklarını söylemiştir. İmâm Şafiî'nin besmeleyi aşikâre okuma hususunda iti-mâd ettiği Muâviye hadîsi budur. Hatîb; «Bu bâbda itimâda şayan en güzel hadîs budur.» demektedir. Fakat onun râvilerinden Abdullah b. Osman hakkında da söz edilmiştir. Bu zât Müslim'in râvilerinden de olsa Yahya b. Mâin; «Onun hadîsleri kavi değildir,» demiş. Nesâî onun hadîslerinin kavi değil, gevşek olduğunu söylemiş. Aliy b. El-Medini ise; «Münkerü'l hadîstir.» demiştir. Bu ihtilâflardan dolayı onun yalnız başına rivâyet ettiği hadîsler kabul edilmez. Halbuki hadîsin isnadı muztarib olduğu gibi, metni de şazz ve mualleldir. Zîra mevsuk ravilerin Enes (radıyallahü anh)'dan rivâyet ettikterine muhaliftir. Bu hadîs Hazret-i Enes'in bizzat Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Hulefâi Râ-şidin'den rivâyet ettiği hadîse muhalif olduğu halde, kendisinin onunla istidlal etmesine imkân var mıdır? Nitekim Enesle sohbetleri olduğu bilinen râvilerden hiçbiri ondan böyle bir şey rivâyet olunduğunu bilmemektedir. (radıyallahü anh) Basra'da yaşardı. Hazret-i Muâviye Medine'ye geldikten sonra Enes (radıyallahü anh)’in onunla beraber bulunduğunu söyleyen yoktur. Zahire göre beraber değildiler. Bu da Muâviye hadîsini reddeden bir delildir. Bir de Medine'lilerin öteden beri mezhebi besmeleyi aşikâr okumamakdır. Hattâ bazılarına göre besmele hiç okunmaz. Urvetü'bnü-z Zübeyr ki; yedi fakîhin biridir: «Ben İmâmlara yetişdim, onlar kıraete fatiha ile başlarlardı» demiştir. Şu halde sünnet bildikleri bir şeyi yapan Muâviye (radıyallahü anh)'a itirazda bulunmaları ma'kul olur mu? hadîsini Dâre Kutnî ile Hâkim tahric etmişlerdir. Bu hadîste Hazret-i Büreyde şöyle demektedir; (sallallahü aleyhi ve sellem) bana namaza durduğun vakit Kur'ân'a ne ile başlarsın?» dedi. Besmele ile başlarım» cevabını verdim. Tamamdır» buyurdular. Ancak hadîsin bütün senedleri hiçden i-barettir. hadîsini yine Hâkim «el-iklîl» nâm eserinde tahric etmiştir. Mezkûr hadîste Câbir (radıyallahü arifi) , Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana; durduğun vakit ne okuyorsun, dedi, fatihayı okurum dedim, «besmele çek» buyurdular.» diyor. bu emir besmelenin aşikâre okunacağına delâlet etmez. Saîd-i Hudrî (radıyallahü anh) hadîsini Hafız Bûşencî tahric etmiştir. Bu hadîste Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in onlara akşam namazını kıldırdığı ve besmeleyi aşikâre o-kuduğu bildiriliyorsa da, hadîsin isnadı hakkında söz edilmiştir. Ubeydillah hadîsini yine Hakim «el-iklîl» de Süleyman b. Müslim tarikiyle rivâyet etmiştir. Hadîste; kim Ummü'l Kur'ân'dan besmeleyi terkederse Allah'ın kitabından bir âyet terketmis demektir» buyurulmuşsa da, bu da besmelenin aşikâr okunacağına delâlet etmez. b. Ebî Evfâ hadîsim Dâre Kutnî zayıf bir isnadla tahrîc etmiştir. Bu hadîste; (sallallahü aleyhi ve sellem)’e bir adam gelerek; Ben Kur'ân'dan birşey anlamıyorum; bana ondan yetecek kadarını öğretiver, dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'de ona demesini öğretti.» deniliyorsa da hadîs hem zayıf hem de besmelenin aşikâre okunacağına delâlet etmemektedir. Bekr Sıddık (radıyallahü anh) hadîsini Hafız Ebû’l Kaasım el-Gâf ikî, «el-Müselsel- adlı eserinde tahrîc etmiştir. Senedi meçhullerle doludur. Bu hadîste Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Cibrîl (aleyhisselâm)'dan, o da İsrâfil (aleyhisselâm)'dan, o da Rabbü'l Âlemin hazretlerinden naklen Tealâ hazretleri: kim namazında fâtihay-ı kitaba bitişik olarak besmeleyi okuna ben onun günahlarım affederim" buyurdu, deniliyor; Fakat hadîs hem zayıf, hem de besmelenin aşikâr okunacağına delâlet etmemektedir. b. Sevr ile Bişr b. Muâviye hadîsini Hatîb tahrîc etmiştir. Senedinde meçhuller vardır. Mezkûr hadîse göre, Mücâlid ile Bişr hazerâtı Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e gelen hey'etler arasındaymışlar. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendilerine «Yâ-Sin» i Öğretmiş, Fatiha ile Muavvere-teyn sûrelerini okumuş, Kur'ân'a başlarken besmele çekmelerini ve namazda onu aşikâre okumalarını tâlim buyurmuş. Bu hadîs te ihticaca sâ-lih değildir. b. Urfuda hadîsini Ebû Mûsel-Medînî tahrîc etmiştir. Hadîsin isnadında meçhul râvîler vardır. Bu hadîste de Resûl-ü Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Hüseyin'e: kalktın mı besmeleyi çek: Tâ ki fatihayı besmele ile bitirmiş olasın!...» buyurmuştur. Bu hadîs dahi istidlale sâlih değildir. Mûse'l Eş'arî hadîsine gelince: onu da Bûşencî tahrîc etmişse de isnadı hakkında söz edilmiştir. O da istidlale salih değildir. Mezkûr hadîste; «Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) besmeleyi aşikâr okurdu» denilmektedir. sarihi Aynî diyor ki: «Besmelenin namazda aşikâre okunacağını bildiren hadîsleri rivâyet edenler çoksa da, bu hadîslerin hepsi de zayıftır. Ve sahîh kitaplara alınmadıkları gibi, meşhur müsned-lerde de bulunmamaktadırlar. Bunların ekserisini Hâkim ile Dâre Kutnî'nin rivâyet ettikleri görünür. Hâkim'in bu bâbda müsamahakâr davrandığını, zayıf hattâ bazı mevzu' hadîsleri sahih diye kabul ettiğini az yukarıda gördük. Dâre Kutnî'ye gelince: o da kitabını garip, şâzz ve muallel hadîslerle doldurmuştur. Onda nice hadîsler vardır ki; bu hadîsler başka yerde bulunmaz. Râvileri arasında tarih kitapları ile cerh ve tâ'dil kitaplarında bile bulunmayan nice yalancılar, zayıflar ve meçhuller vardır ki: Amr b. Semr, Câbir b. Cû'fi, "Hasan b. Muhârik, Ömer b. Hafs Mekkî, Abdullah b. Amr b. Hassan, «yalan dağarcığı» lâkabı verilen Ebû's-Salt el-Heravî, Ömer b. Harun el-Belhî, İsa b. Meymun el Medenî vesaire hep bunlar meyânındadır. Böyîelerinin rivâyet ettiği hadîslerle Buhârî ve Müslim'in sahihlerinde Enes'ten rivâyet ettikleri, ondan da birçok mevsuk İmâmların rivâyette bulundukları bir hadîse nasıl muaraza edilebilir. O mevsuk İmâmlardan birisi Kata-d e'dir ki; zamanının en büyük hafızı idi. Ondan da hadîste Emîrü'l Mü'minin lâkabını alan Şû'be rivâyet etmiştir. Ümmet onu kabul ile telâkki eylemiştir. İşte Buhârî bu kadar şiddetli taassubu ve Ebû Hanîfenin mezhebine ifrat dereceye varan hücumları ile beraber, kitab-ı sahihine o zayıf râvîlerden hiç birini koymamıştır. Sahihinde tahrîc etmek için besmelenin aşikâre okunacağını bildiren sahîh bir hadîs bulabilmek ümidiyle pek çok meşakkatlere katlanmış, fakat böyle bir hadîs bulamamıştır. Müslim de öyledir. O da bu bâbda hiçbir şey zikretmemiştir. İkisi de bu bâbda sadece Enes hadîsini tahric etmişlerdir ki; o da besmelenin gizli okunacağına delâlet eder. Şayet: Sen; «Onlar her sahih hadîsi kitaplarına almayı iltizam etmemişlerdir. Binâenaleyh kitaplarına almadıkları sahîh hadîsler meyânında besmelenin aşikâre o-kunacağını bildiren sahîh hadîsleri de terk etmiş olabilirler» dersen ben de derim ki: Bu sözü ancak muannitler yahut şaşkınlar söyleyebilir. Çünkü besmelenin aşikâre okunması meselesi en güzide ve fıkhın en müşkül, en münâkaşa götüren, kitaplarda en çok yer alan mes'elelerinden biridir. İnsanın Buhârî'nin kendi şartına uygun veya yakın böyle bir hadîs bulmuş olsa, kitabını ondan hali bırakmayacağına insanın Allah'a müekked yeminler vereceği geliyor. Buhârî'nin böyle bir hadîs bulduğu halde kitabına almadığını teslim etsek işte Ebû Dâvud, işte Tirmizî, işte Nesâî ve İbn Mâce!... Bu zevatın kitaplarında sakîm ve zayıf senetli hadîsler yer aldığı halde, besmelenin aşikâr okunmasına dâir hiçbiri bir tek hadîs tahrîc etmemiştir. Eğer bu zevat nazarında o hadîsler tamamiyle hiçten ibaret olmasaydı, onları bırakmazlardı; içlerinden yalnız Nesâî bir tek Ebû Hüreyre hadîsi rivâyet etmiştir. Sözde bu hadîs muhâliflerce o rivâyetlerin en kuvvetlisidir. Halbuki az yukarıda biz onun da birçok vecihlerden zayıf olduğunu beyân ettik. Eğer besmelenin aşikâre okunacağını bildiren hadîsler, gizli okunacağını bildiren hadîslere birkaç ve-cihle tercih edilirse: vecihlerden birincisi: Râvilerin çokluğudur. Çünkü gizli okunacağını bildiren hadîsleri sahabeden yalnız iki kişi rivâyet etmiştir. Onlar da Enes b. Mâlik ile Abdullah b. Mugaffel’dir. Aşikâre okunacağını bildiren hadîsleri ile yukarıda arzettiğimiz şekilde yirmibirden fazla sahâbî zikretmiştir. gizli okunacağını bildiren hadîsler nefiy bildirmekte; aşikâre okunacağını bildirenler ise; ispata şehâdet etmektedir. İspat nefye tercîh edilir. Ene s'den filcümle besmeleyi inkâr ettiği rivâyet olunmuştur. İmâm Ahmed ile Dâre Kutnî'nin rivâyet ettikleri Saîd b. Zeyd, Ebû Seleme hadîsinde Enes'e sordum, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) besmele çeker de fatihayı ondan sonra mı okurdu, dedim. Enes; Sen bana bellemediğim bir şeyi soruyorsun; yahut; Senden Önce bunu bana soran olmadı, cevabını verdi.» deniliyor. Dâre Kutnî; Bu hadîsin isnadı sahihtir diyor, dersen, ben de derim ki: vechin cevâbı şudur: Râvilerin çokluğuna itimad ancak delîl sahih olduktan sonradır. Besmelenin aşikâre okunacağmı bildiren hadîsler içinde ise, sahih ve sarîh bir tek hadîs yoktur. Fakat gizli okunacağını bildiren hadîsler böyle değildir. Onlar sahîh, sarîh, ve sabit hadîsler olup, sahîh kitaplarla ma'ruf müsnedlerde ve meşhur Sünen eserlerinde tahrîc edilmişlerdir. Bununla beraber Hanefîlerden bir cemâat râvilerin Çokluğu sebebiyle tercihe de kail değillerdir. vechin cevâbı: Söylediğin şehadet meselesi nefiy suretinde o-lursa mânâsı ispat çıkar. Maamafih bu mesele ihtilaflıdır. Bâzılarına göre, Nefiy ile ispat müsavidir. Bir takımları nefiy ispata tercih edilir, demişlerdir. Bazıları da bunun aksine kaildirler. vechin cevâbı: Hazret-i Enes'in inkârı sahih eserde kendisinden rivâyet edildiği sabit olan hadîse mukavemet edemez. İhtimal ki Enes (radıyallahü anh) yaşının geçkin olması sebebiyle sorulduğu an hadîsi unutmuştur. -Böyle haller çok vuku' bulmuştur. Nitekim bir gün kendisine bir mesele sorulduğunda: «Hasan'a gidin de ona sorun. Çünkü o bellemiştir. Biz unuttuk,» cevabını vermiş. Böyle bir hadîsi belleyip de sonradan unutan nice zevat vardır. İhtimal ki soran zat, besmeleyi çekmek namazda lâzım mı, değil mi anlamak istemiştir. Bu takdirde onun aşikâre veya gizli okunacağından bahis yoktur. Bu hadîslerin araları bulunur, Enes (radıyallahü anh) uzak olduğu için işitmemiştir. Bir de o zaman kendisi çocuktu denilebilir, dersen ben de derim ki; Bu söz merduddur. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in vefatında ise, yirmi yaşlarında bulunuyordu. Binâenaleyh Fahr-i kâinat (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimizin arkasında tam on sene namaz kılar da besmele çektiğini nasıl işitmez. Bu ihtimalden uzak, hattâ müstahîldir. Sonra Hazret-i Enes, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) devrinde hadîs rivâyet etmiştir. Ebû Bekr ve Ömer zamanlarında tam erkeklik çağma ermiş; Osman zamanında ise olgunluk devresine vardığı v,e hadîs rivâyet ettiği halde bunu nasıl duymamış olabilir? «en-Nâsih Ve’l-Mensûh» nâm eserinde; «Besmelenin aşikâre okunacağını bildiren hadîsler sahîh bile olsalar, bizim rivâyet ettiğimiz hadîsle nesh edilmişlerdir.» demiş ve Ebû Dâvûd tarikiyle Sâid b. Cübeyr'den rivâyet edilen şu eseri ileri sürmüştür. Saîd: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) besmeleyi Mekke'de iken aşikâre okurdu. Mekke'liler Müseylemetü'r-Rahmân'a taparlardı. Muhammed, Yemâme'nin ilâhına tapıyor, dediler. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) besmeleyi gizli okumaya me'mur oldu. Bir daha vefatına kadar onu aşikâre okumadı» demiştir. Eğer bu hadîs mürseldir, dersen, ben de derim ki: mürseldir. Lâkin Hulefâ-i Râşidin hazerâtmın fiilleri ile kuvvet bulmuştur. Çünkü onlar Resûl-ü Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem)’in son zamandaki umurunu en iyi bilen zevattır. «et-Tevhîd» sahibine şaşarım! ölüp ta besmelenin aşikâre okunacağına dair birçok hadîsler vârid olmuştur. Halbuki Resûl-ü Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem)’in onu gizli okuduğunu sarahaten bildiren yalnız iki rivâyet vardır. Biri İbn Mugaffel'dendir ve zayıftır. Diğeri Enes'dendir ve o da ihti-cacdan sükûtunu îcab ettirecek derecede mualleldir, diyebilmiştir. Bu olsa olsa basiretsizlikten ve bâtıl olan ifrad derecedeki asabiyetin şiddetindendir. Yukarıda hakkı bildikleri halde zulmeden mutaassıpların halini görmüştün, onlar hakka karşı göz yummuşlardır. Bundan daha acaip olmak üzere, bazıları bu fende yedi tülâ sahibi olduklarım iddia ederler. Bu adam nasıl oluyor da besmelenin aşikâr okunacağım ispat edenlerin hadîsle amel alettâyin lâzımdır, diyebiliyor. Bu adam nasıl cesaret edip te kabulden imtina ettiği bu söz kendinden sâdır olabiliyor. Ona göre, besmelenin aşikâr okunacağını gösteren hangi hadîs sahîh olmuştur ki bu sözü söyleyebiliyor!»

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Namaz
Konu: Namazda Besmele Aşikar Okunmaz Diyenlerin Delili Bâbı
4-) - Bize gülme yânî kuvvetli şehvet verme! Çünkü kuvvetli şehvet bizi cehenneme sürükleyebilir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Allahü Teâlânın Takat Getirilemeyecek Şeyleri Teklif Etmediğini; Beyan Bâbı
4-) Bir kelimede dahi yedi harf üzre kıraat caizdir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Yolcuların Namazı Ve ...
Konu: Kurânın Yedi Harf Üzerine Olmasını Ve Bunun Manasını Beyan Bâbı
4-) Dördüncü mezhebin kavli tevakkuftur. (453-536): «Mekruh olan şüpheli şeyler hakkında helâl veya haram denilemez.» mütaleâsında bulunmuş; başkaları: «Böyle bir şeyi terk etmek takva icâbıdır.» demişlerdir. Hattâbî şüpheli şeylere misâl olarak bir kimsenin malında haram şüphesi yahut ribâ karışmış olması ihtimalini göstermiş ve: «Böyle bir kimse ile alış-veriş muamelesi mekruh olur.» demiştir. Bu bâbta Kurtubî (-656) şunları söylüyor: Şüphesiz ki, ortada açık açık helâl ve haram kılınmış şeylerle helâl veya haram hükmü verilmesi tereddütlü olanlar vardır. İşte deliller bunlar hakkında birbirlerine muâraza etmektedir; müştebihât (şüpheli şeyler) de bunlardır. Bunların hükmü ihtilaflıdır. Bazıları: Haramdır; çünkü harama götürür; demiş. Bir takımları: Mekruhtur; vera' ve takva bunların terkini İcâbeder.» mütaleâsında bulunmuş; bunlar hakkında haram veya mekruh hükmü verilemeyeceğini söyleyenler de olmuştur. Doğrusu ikinci kavildir; çünkü şeriat onları haram olmaktan çıkarmıştır. Bunlar şüphe götüren şeylerdir. (sallallahü aleyhi ve sellem): yani: «Sana şüphe veren şeyi bırak, şüphe vermeyeni yap!» buyurmuştur ki, vera da budur.» bazıları: «Şüpheli şeyler helâldir ama vera' ve takva icabı terk edilirler.» demişlerse de Kurtubî bunlara şu cevabı veriyor: «Bu söz doğru değildir; zîra helâl derecelerinin en aşağısı bir şeyi yapmakla yapmamanın müsavi olmasıdır ki, buna mübâh denir; böyle bir şeyde ise vera' ve takva tasavvur edilemez; çünkü bir tarafı diğerine tercih edilmiş; böylelikle o şey mübâh olmaktan çıkmıştır. takdirde o şeyin ya terk edilmesi tercih olunacaktır ki, mekruh dediğimiz budur; yahut yapılması tercîh edilecektir; buna da mendup diyoruz. zikri geçtiği verinle delili açık ihtimalden hâli kalmayan tabaklanmış ölü hayvan derisi gibi şeylere gelince: İmâm Mâlik'in meşhur olan kavline göre böyle bir deri temiz değildir; binâenaleyh mayiâttan hiç birinde kullanılamaz; yalnız su için kullanılabilir; çünkü su, vasıflarından biri değişmedikçe pisliği atar. İşte Hazret-i İmâmin vardığı budur. Hanîfe ile Süfyân-ı Sevrî (radıyallahü anhûma) nın: «Gökyüzünden yere düşmem benim için “nebîzin azı haramdır” diye fetva vermekten ehvendir; ama kendim onu asla içmiş değilim; içmem de...» dedikleri hikâye olunur. oluyor ki, bu zevat fetvada tercih ile amel etmiş, fakat kendi şahıslan hakkında takvaya riayetkar kalmışlardır. biri: Hakime gereken hüküm ahkâm hususunda müslümanlara kolaylık göstermek; kendisi hakkında sıkı davranmaktır; diyerek bu mânâyı kasdetmiştir. Bu vera'ın menşei: Şeriatın metruk hükmü nazar-ı itibara alabileceğini düşünmektir. Bu düşünceden de (bir meselede isabet eden bir kişidir) sözü meydana çıkmıştır ki, İmâm Mâlik'in meşhur olan mezhebi budur. Onun mezhebinde (hilafa riâyet -olunur) sözü burada neş'et etmiştir.» riâyet meselesine İmâm Şafiî dahi kaildir. Bunu birçok meselelerde tasrîh etmiştir. diyor ki: «Buraya kadar anlatılanlardan bu hadîste zikri geçen ve korunulması gereken şüpheli şeyler hakkında birkaç kavil hâsıl oluyor:

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Müsâkaat
Konu: Helal İle Amel Ve Şüpheli Şeyleri Terk Bâbı
4-) Hazret-i Âişe, Ömer ile oğlu Abdullah (radıyallahü anhümâ)'yı hatâya nisbet etmiş, onların yanıldıklarını söylemiştir. Âişe (radıyallahü anha)’nın rivâyetlerinden ne murâd edildiği ulema arasında ihtilaflıdır. Hallâbi'ye göre mânâ Âişe (radıyallahü anha)'nın kanaat getirdiği şekildedir. Zira, Hazret-i Âişe azâb mes'elesinin bir Yahûdi hakkında olduğunu rivâyet etmiştir. Tefsir edilen haber mücmel bırakılan haberden evlâdır. Ömer (radıyallahü anh)’ın rivâyet ettiği hadisler dahi âyet-i kerîmeye muhalefet etmeksizin sahih olabilir. Çünkü araplar öldükten sonra kendilerine bağıra çağıra mersiyeler okunmasını vasiyet ederlerdi. diyor ki: «Bir rivâyet sabit oldumu, o rivâyeti zan ile çürütmeye imkân yoktur. Buradaki hadîsi hem Ömer hem de oğlu rivâyet etmişlerdir. Âişe'nin rivâyet ettiği hadisde onların rivâyetlerini hükümsüz bırakacak bir şey yoktur. Her iki tarafın rivâyet ettiği hadislerin sahih olmaları caizdir. Aralarında münâfaat yoktur. Ölünün azâb olması, sağlığında iken kendisine yas tutulmasını ve mersiye okunmasını vasiyet ettiği zaman lâzım gelir...» ölünün azâb görmesi hususunda ulemadan nakledilen kavillerin mühim olanlarını az yukarıda görmüştük... şimdi hadîslerin izaha muhtaç görülen yerlerine dönelim: Abbâs (radıyallahü anh)’ın bir zâtm delâleti ile cenaze yerine gelmesi âmâ olduğuna işarettir. Hakîkaten ömrünün sonlarına doğru gözleri görmez olmuştu. Gerek İbn Abbâs gerekse İbn Ömer ashâb-ı kirâm’ın büyüklerinden olup, «Abâdüe-i Erbaa» denilen dört Abdullah' dan ma'dûtturlar. Abdullah b. Ebî Müleyke'nin onlar derecesinde olmadığı hâlde aralarına oturması bir özürden dolayıdır. Yoksa özürsüz kendinden her cihetçe üstün olan iki zâtm arasına oturmak âdaba muhaliftir. İbn Ömer'in rivâyetini mürsel bırakmasından murâd: Ölen kimsenin, dirilerin ağlaması yüzünden azâb göreceğini mutlak olarak nakletmesi Hazret-i Âişe'nin rivâyeti gibi Yahûdi cenazesi olmakla kayıtlamaması, diğer rivâyetlerde olduğu gibi vasiyet veya ailesinden bâzüarınm ağlamasını zikretmemesidir. Hakîkatta «çöl», mânâsına gelirse de, burada ondan murâd: Mekke ile Medine arasında bir yerdir. rivâyetlerde ismi geçen Suheyb (radıyallahü anh)- Su-heyb-i Rûmi diye şöhret bulan Suheyb b. Sinan'dır. Küçüklüğünde Roma'hlann eline esir düştüğü için ana dilini unutmuş, sonradan tekrar öğrenmişse de doğru dürüst ve hatasız konuşa-mamıştır. Abdullah b. Cüd'an, kendisini Romalılardan satın alarak azâd etmiştir. Bundan sonra Hazret-i Suhayb müslüman olmuştur. Kendisi Mekke müşriklerinden ezâ cefâ çeken ilk müslümanlardandır. mecmu'undan anlaşıldığına göre Hazret-i Ömer Hacc'dan döner dönmez vurulmuştur. Âişe'nin «Güldüren de ağlatan da Allah'tır.» demesi: İbn Ömer'in rivâyet ettiği hadîsi kabul etmediğinin delilidir. Çünkü insanın gülmesi, ağlaması, keder ve sevinci Allah'tandır. İnsanın bunlarda hiç bir dahl-ü te'sîri yoktur. Şu hâlde bunlardan dolayı ölü değil; diri bile muâhaze olunamaz, demek istemiştir. Bir rivâyette bu sözü İbn Abbâs söylemiştir. Âişe (radıyallahü anha) nin bir rivâyette: Ebü Abdirrahmân'a rahmet eylesin.», diğer bir rivâyette «Allah Ömer'e rahmet eylesin.» demesi: Edep, terbiye ve nezâket icâbıdır. Abdirrahmân: Hazret-i İbn Ömer'in künyesidir. Âişe (radıyallahü anha) onlar hakkındaki bu sözleriyle kendilerini hatâya nisbet etmekden doğacak hoşnutsuzluğu gidermek için bir vâsıta yapmıştır. İbn Ebi Müleyke: «Vallahi İbn Ömer -hiç bir şey demedi.» sözüyle ihtimâl Hazret-i Âişe'yi haklı gördüğünü anlatmak istemiştir. Fakat ulemânın bu sükût hakkındaki kavilleri öyle değildir, İbn Münir: «İbn Ömer (radıyallahü anh)'ın susması, Âişe'nin sözünü kabul ettiğine delil olamaz. Belki de münâkaşadan kaçınmıştır.» diyor de: «İbn Ömer bu hedîsi merfü olarak rivâyet ettikten sonra burada susması: kendine ânz olan bir şüpheden dolayı değildir. Lâkin hadisin ona göre te'vîle ihtimâli vardır. O anda hadisi hamledecek bir te'vil yolu bulamamıştır. Yahut o meclisin münâkaşaya tahammülü yoktur...» demiştir. Âişe'nin son rivâyetlerinden birinde «İbn Ömer hatâ etmiş.» diyerek yaptığı tashihler meyânında onun hadisdeki «bilirler» kelimesinin yerine «işitirler» dediğini gösteren rivâyeti okumuş sonra hadîsde zikri geçen âyetleri okuyarak, onlardaki ölüye laf işittirme sözünü hakikate hamletmiştir. Hâlbuki bir çok rnüfes-sirlerle diğer ulemâya göre bu âyetlerdeki ölülerden murâd: Kâfirlerdir. Kâfirler işittiklerinden istifâde edememe hususunda öldükten sonra hiç bir şeyden istifâde edemeyen cesetlere benzetilmiştir. Bu takdirde bu âyetlerde Hazret-i Âişe'ye delil yoktur. Bedir gazasında Küffâr cesetlerinin atıldığı kuyudur. Bazıları bunu: «Taşlan işlenmemiş eski bir kuyu» diye tefsir etmişlerdir. müşriklerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in bir şeyler söylediğini ifâde için: «Onlara ne söylediyse söyledi.» denilmiştir. Bundan murâd: «Size vaad olunanın hak olduğunu anladınız mı?» buyurmuş olmasıdır. Ömer'in Suheyb (radıyallahü anh)’ı «Bilmez misin?» yahut «Duymadın mı?» diyerek azâb hadisini hatırlatmasını, Hazret-i Süheyb'in bu hadisi evvelce Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den bizzat işittiğine delildir. Herhalde -sonradan onu unutmuş olacaktır. «Hazret-i Ömer'in Suheyb'in ağlamasına karşı itirazda bulunması: sesle ağladığı içindir. Ömer (radıyallahü anh) bundan, öldükten sonra da ayni şekilde yahut daha fazla feryâd ederek ağlayacağı mânâsını çıkarmıştır. Hemen itirazda bulunması bundandır.» derler. ölene mersiye okumanın memnûiyeti Bâbında onbeş sahâbîden hadîs rivâyet olunduğunu «Et-Tevhîd» nâm eserden nakletmiştir. Hadis rivâyet eden ashâb-ı kirâm: İbn Mes'ûd, Ebû Mûsâ, Ma'kil b. Mukarrin, Ebû Mâlik'i Eş'arî, Ebû Hüreyre, İbn Abbâs, Muâviye, Ebû Said, Ebû Ümâme, Alî, Câbir, Kaysü'bnü Âsim, Cünâde-tü'bnü Mâlik, Ümmü Atiyye ve Ümmü Seleme (radıyallahü anhüm) hazerâtıdır. Mes'ûd hadisini Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce tahric etmişlerdir. Mûsâ hadîsini Buhârî tahric etmiştir. b. Mukarrin hadisi sahih senedle «Süneni Kebir»de rivâyet etti olunmuştur. Mâlik-i Eş'arî hadîsini Müslim rivâyet etmiştir. Bu hadîsde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): câhiliyet umurundan kalma dört şey vardır ki, bunları terketmezler. (Bu dört şey) soy sopu İle iftihar etmek, neseplere taanda bulunmak, yıldızlardan yağmur beklemek ve nfyânadır...» buyurmuşlardır. Hüreyre hadîsini yalnız Tirmizî rivâyet etmiştir. Mânâ itibârı ile bu hadis dahi Ebû Mâlik hadisi gibidir. Abbâs hadîsini İbn Merdûye «Tefsir» inde tahric etmiştir. hadîsini İbn Mâce rivâyet eder. Saîd-i Hudri hadîsini Ebû Dâvûd tahrîc etmiştir. Bu hadisde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): kadına ve onu dinleyen kadına Allah lanet etsin.» buyurmuştur. Ümâme hadîsini İbn Mâce tahrîc etmiştir. Mezkûr hadîsde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): tırmalayan, cebini yırtan, helâk ve azâb duasında bulunan kadınlara lanet olunmuştur.» buyurmaktadır. Ali hadîsi ile Câbir hadîsini İbn Ebî Şeybe «Mûsannaf » ında tahric etmiştir. Âsim hadîsini Nesâî; Cünâdetü'bnü Mâlik hadîsini Taberâni tahrîc etmişlerdir. Atiyye hadîsini Buhârî, Müslim ve Nesâî; Ümmü Seleme hadisini de İbn Mâce rivâyet etmişlerdir. bunlardan maada bu bâbda Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazretlerine beyat eden bir kadınla Ömer, Enes, Amrû'bnü Avf, İbn Ömer, Imrânû'bnü Husayn, Abbâs b. Abdilmuttalib, Selman, Semura hazerâtı ile Ebû Mûsâ (radıyallahü anh)’ın zevcesinden dahi hadîsler rivâyet edildiğini söylemiş ve bu hadislerin yerlerini göstermiştir. Şöyle ki: eden kadının hadîsini Ebü Dâvûd tahrîc etmiştir. (radıyallahü anh) hadîsini Buhârî, Müslim, Nesâîve İbn Mâce rivâyet etmişlerdir. hadisini Nesâî, Amrû'bnü Avf hadîsini Teberânî «El-Kebîr» nâm eserinde tahrîc etmiştir. Ömer hadîsini Beyhaki rivâyet etmiştir. Husayn hadisini Nesâî tahrîc etmiştir. Mezkûr hadisde: kimse ailesinin ona yaptığı feryâd-ü figân yüzünden âzab görür.» buyurulmaktadır. Bu hadîsi dinleyen bir zât: «Acaba Horasan' da vefat eden bir adamın ailesi burada kendisine âh-u zâr etseler, o adam yine azâb görecek mi?» diye sormuş; Râvi, ona: (sallallahü aleyhi ve sellem) doğru söylemiştir, sen İse yalan yaptın.» mukaabelesinde bulunmuştur. b. Abdilmuttalib hadîsini Taberânî «El Kebîr» inde; hadîsini yine Taberânî tahrîc etmiştir. hadîsini Bezzâr rivâyet eder. Mûsa (radıyallahü anh)'nın zevcesi hadisini Ebû Dâvûd rivâyet etmiştir. Bu kadının ismi «Ümmü Abdillâh» dır. Müslim bu bâbdaki hadîsleri kitabının sonuna der-cetmiştir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Ebvâbu Salâti'l-havf
Konu: Ölen Kimsenin, Ailesinin Ona Ağlaması Yüzünden Azab Olunması Bâbı
4-) Hubeye bin Cunâde hadîsini Tirmizî rivâyet etmiştir. Hazret-i Hubeyş: «Ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’i Hacc Ebû’l - Vedâ'da Arafat'ta ayağa kalkmış hutbe okurken dinledim...» demiştir. Bu hadîste Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şunu da söylemiştir: kimse malını çoğaltmak için âleme el açarsa kıyâmet günü yüzünde tırnak izleri ve cehennemde kızdırılmış taşlar olacak; Bu taşlar onun yüzünü yiyeceklerdir. Artık (buna göre) dileyen az, dileyen çok istesin.»

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: İnsanlar İçin Dilenmenin Çirkinliği Bâbı
4-) Zeccâc'a göre, ümmetinin hem lehinde; hem de aleyhinde şehâdetde bulunacakdır.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Yolcuların Namazı Ve ...
Konu: Kurân Dinlemenin, Onu Dinlemek İçin Bir Hafızdan Okumasını İstemenin Ve Kurân Okunurken Ağlayıp Tadebbür Etmenin Fazileti Bâbı
4-) - Bazıları: «Bu hadis muayyen bir münafık hakkında vârid olmuştur. Yalnız Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kimseniri yüzüne karşı sarahaten: «Filân münafıktır.» demez; işaretle anlatırdı. Meselâ: «Bazı kimselere ne oluyor ki şöyle şöyle yapıyorlar?» derdi! Burada da o adam bununla bilinsin diye ona «âyet» lafzîyle işaret etmiştir » derler.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Münafık Hasletlerini Beyan Bâbı
4-) - «Sizden biriniz kendisi için dilediğini dîn kardeşi için de dilemedikçe (tam) îmân etmiş olmaz.» b. Iyaz'in: «Her kim sözünü amelinden sayarsa lüzumsuz şeyler hakkında az konuşur.» dediği rivâyet olunur. Zün Nûn (rahimehüllah) dahi: «İnsanların nefsini en koruyanı en ziyade dilini tutanıdır.» demiştir. insan yerinde susmalı, icabında konuşmalıdır. Çünkü: «Hakkı söylemekten susan dilsiz şeytandır.» buyurulmuştur. Binaenaleyh yerine göre susmakla söylemenin ikiside şerefli hasletlerdir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Komşuya Ve Müsafire İkramı Teşvik, Hayır Konuşmak Müstesna Olmak Üzere Sükütu İltizam Ve Bütün Bunların Îmandan Oluşu Bâbı
4-) Ukbetü'bnü Âmir hadîsini Müslim tahrîc etmişdir. (Bâbımızın 293 numaralı hadîsi budur.) Hüreyre hadîsini Buhârî ile Müslim tahrîc etmişlerdir. (Bâbımızın İlk hadisi budur.)

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Yolcuların Namazı Ve ...
Konu: İçinde Namaz Kılınmakdan Nehy Edilen Vakitler Bâbı
4-) - Cübeyrü'bnü Mut'im hadîsini Nesâî tahrîc etmişdir. Bu hadîsde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ki Allah her gece alt semâya nüzul ederek: Acaba bir isteyen varmı ki, dilediğini ona vereyim! istiğfar eden varmı ki, onu affedeyim der.» buyurmaktadır. hadîsi İmâm Ahmed dahi «Müsned» inde tahrîc etmişdir. Onun hadîsinde «Tâ fecr doğuncaya kadar...» ziyâdesi de vardır.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Yolcuların Namazı Ve ...
Konu: Gecenin Sonunda Zikir Ve Duaya Teşvik Ve O Zamandaki İcabet Bâbı
4-) Cumhûr-u ulemâ bu husûsda en aşikâr ve salim olan yolu tutarak müteşâbih âyet ve hadîsleri olduğu gibi kabul etmiş; onlara îmân ile Allahü teâlâ'yı mahlûkatma benzemekden, ona keyfiyyet ve kemmîyet isbâtından tenzih eylemişlerdir. Evzâî, İbn'l-Mubârek, Mekhûl, Süfyân-ı Sevrî, Süfyân b. Uyeyne, Leys b. Sa'd, Hammâd b. Seleme ile mezhep İmâmlarından Ebû Hanîfe, Mâlik, Şafiî ve Ahmed b. Hanbel hazerâtının kavilleri de budur. A'zam'a, Allahü teâlâ'nın alt semâya nasıl indiği sorulmuş, Hazret-i İmâm: «Keyfiyyetsiz olarak inmişdir.» cevâbını vermişdir. b. Zeyd: «Allah'ın nüzulü, ikbâl ve teveccühüdür.» demişdir. «Şüphesiz ki nüzul: Cismin yukarıdan aşağıya intikaalidir. Allahü teâlâ ise bundan münezzehdir. Binâenaleyh bu mânâda varil olan hadîsler müteşâbihâtdandır. Müteşâbihât hususunda ulemâ ikiye ayrılmışlardır. Birinci kısma «Müfevvida» derler. Müfevvida: Havale edenler manasınadır. Bunlar müteşâbih âyet ve hadîslere îmân eder, mânâlarını Allahü teâlâ'ya havale kılarlar. Allahü teâlâ'nın noksan sıfatlardan münezzeh olduğuna da cezm'en i'tikaatda bulunurlar. kısma: «Müevvile» denilir. Müevvile; te'vîl edenler demekdir. Bu zevat müteşâbihleri yerlerine göre te'vîl ve tefsir ederler. Bu kabilden olmak üzere Allah'ın alt semâya inmesini dahi «Allah'ın emri yahut melekleri iner.» şeklinde ve «Bu bir istiaredir; mânâsı: Allah, duâ edenlere lütuf buyurur da dualarını kabul eyler; demekdir.» Veya buna benzer tarzlarda te'vîl etmişlerdir. diyor ki: «Bu hadîs, sıfat hadîslerindendir. Selef'in bu husûsdaki mezhebi Allah'ın sıfatlarına îmân etmek, o sıfatları zahirî mânâları üzerine bırakmak ve Allahü teâlâ'dan keyfiyeti nefyetmekdir...» Beyzâvî (-685) de şunları söylemişdir: «Allah Teâla'nın cism olmakdan, boşlukda yer tutmakdan münezzeh bulunduğu kat'î olan aklî deliller ile sübût bulunca, onun hakkında yukarıdan aşağı intikâl mânâsına gelen nüzul imkânsızdır. Şu hâlde onun hakkındaki nü-zül'den murâd, rahmetinin nurudur. Filhakika (Allah üst semâdan alt semâya iner.) diye hadîs vârid olmuşdur. Bunun mânâsı, celâl sıfatlarının muktezâsı olan düşmanı kahır ve âsîlerden intikam gibi şey'lerden ikram sıfatı olan rahmet, merhamet ve afve intikaldir.» ityân ve mecî' gibi kelimeler hareket ve sükûnu kabul eden bir cisme izafe edilerek kullanılırlarsa mânâları arasında fark yokdur. Fakat bunlar'intikal ve hareketi "lâyık olmayan Allahü teâlâ'ya izafe edilirlerse, onun sıfatına göre te'vîl olunurlar. Lûgatda beş muhtelif mânâda kullanılır. Bunlar: Bir yerden bir yere intikal. Bir şey'i bildirmek, bir şey'e yönelmek, bir şey'i söylemek ve hükmetmekdir. «Biz, gökyüzünden temiz su indirdik.» âyet-i kerimesindeki inzalden murâd, intikâldir. «Onu, Cebrâîl indirdi.» âyet-i kerimesindeki inzal, i'lân yani bildirmek manasınadır. Araplar «Filân iyi huylardan, ne tenezzül etti.» derler ki, iyilerden kötülere yöneldi; mânâsını kasde-derler. «Allah'ın inzal ettiğinin mislini, ben de İnzal edeceğim.» âyet-i kerî-meşindeki inzâl'den murâd, sözdür. Yani «Ben de Allah'ın söylediği gibi soyliyeceğim» demekdir. Araplar «Bizf filân oğulları bize nüzul edinceye kadar hayır ve adalet içinde yaşardık.» derler ki, buradaki nüzül'den maksad, hükmetmekdir. Yânı: «Bize, filân oğulları hükmetmeye başlayıncaya kadar hâlimiz ve rahatımız iyi idi.» demekdir. kelime birkaç mânâ arasında müşterek olunca Allahü teâlâ hakkındaki nüzulün, onun sânına yakışır bir şekilde te'vîli icâb eder. Mezkûr mânâlar arasından onun sânına yakışanı ise yeryüzünde yaşıyanlara ikbâl ve teveccüh buyurmasıdır. bütün rivâyetlerinde Teâlâ Hazretlerinin: mı duâ eden, kabul edeyim! Bir isteği olan var mı, vereyim! istiğfar eden var mı, affedeyim.» buyurur, denilmişdir. Bu üç şey arasında ulemâ şöyle, fark görürler: İstenilen bir şey ya zararın defi yahut menfaat'in celbine âiddir. Menfa'at dînî ve dünyevî olmak üzere iki kısımdır, îşte rivâyetlerdeki istiğfar ile zararın define; istek ile dünyevî hayîrın celbine, duâ ile de dîni hayrın celbine işaret buyurulmuşdur. şöyle bir suâl hatıra gelebilir: Allah kat'iyyen vaadinden dönmez. Böyle olmakla beraber acaba niçin bir çok duâ edenlerin duaları kabul edilmiyor? suâle Aynî şu cevâbı vermektedir: «Duanın kabul edilmemesi yâ duanın şartlarından bâzısı bulunmadığı yahut duâ eden kimse acele ettiği veya duası, günâha ve kat-ı rahime âid olduğu içindir. Yahut Allah, duayı kabul eder de istenilen şey'in olması Allah'ın dilediği vakte gecikir...» Allah iki yedini yayarak...» cümlesinin asıl mânâsı: «iki elini yayarak...» demek ise de müteşâbih olan yed kelimesi, tercümeye imkân görülemiyerek olduğu gibi zikredilmiştir, Müteşâbihleri te'vîl yoluna gidenlerce bu cümleden murâd: «Sonra Allahü teâlâ rahmet, nimet ve ihsanım yayarak, yoksul ve zâlim olmayan Allah'a adetâ Ödünç verircesine sadaka, namaz, oruç ve zikir gibi ibâdetlerde bulunan yok mu! Bu ihsanlarımı, onlara dağıtayım!..» ,denıekdir. şerif rahmet saatinin tanyeri ağarıncaya kadar devam ettiğine delildir. Bu rivâyetler, geceleri tanyeri ağarıncaya kadar duâ ve istiğfarda bulunmaya teşvik; duâ ve istiğfar gibi tâatlar için gecenin sonu evvelinden daha hayırlı olduğuna tenbîh etmektedirler.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Yolcuların Namazı Ve ...
Konu: Gecenin Sonunda Zikir Ve Duaya Teşvik Ve O Zamandaki İcabet Bâbı
4-) Cimriliği yahut yalanı da zikretmiştir. de kötü huylu küfürbaz, Gassan kendi hadîsinde: «İnfak et, biz de sana infak edeceğiz...» cümlesini anmadı.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cennet Ve Onun Nimetleri...
Konu: Dünyada Cennetliklerle Cehennemliklerin Bilinecekleri Sıfatlar Bâbı
4-) - Çocuklarına dinî terbiye vermek.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İman Şubelerinin Sayısını, Bunların En Üstün Ve En Aşağı Derecede Olanını; Utanmanın Faziletini Ve İmandan Olduğunu Beyam Bâbı
4-) - İnsanların aralarını islâh etmek. Âsi ve bâgilerle harbetmek bunda dahildir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İman Şubelerinin Sayısını, Bunların En Üstün Ve En Aşağı Derecede Olanını; Utanmanın Faziletini Ve İmandan Olduğunu Beyam Bâbı
4-) Bir kimsenin yanına girilince; nasılsın,- diyerek hâlini sormak müstehabdır.»

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Ebvâbu Sucûdi'l-kur'ân
Konu: Bir Kimsenin Cariyesini Âzad Ederek Sonra Onunla Evlenmesinin Fazileti Bâbı
4-) Kadınların gazaya gitmeleri caizdir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Tevbe
Konu: İfk Hadisi Ve Zina İsnadında Bulunan Kimsenin Tevbesinin Kabulu Hakkında Bir Bab
4-) Mesîh-i deccâlın fitnesinden,

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Mescidler Ve Namaz Kılınan...
Konu: Namazda İken Kendisinden Allaha Sığınılacak Şeyler Bâbı
4-) - Kirmânî'ye göre küfürden murâd ya küfre vardırır ma'nasınadır; yahud kâfirlerin fi'li gibi demektir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Sellemin: «müslümana Sövmek Fısktır; Onunla Çarpışmak İse Küfürdür» Hadisini Beyan Bâbı
4-) Cemâatdan birinin özürü bulunmadığı bilinmeli veya tahmin edilmelidir. Bu şartlardan biri bulunmadığı takdirde kısa okumak efdaldir. ve kısa sûrelerin neler olduğu mezhep İmâmları arasında ihtilaflıdır. Hanefîlere göre «Hucurât» dan «Bürûc» a kadar olan sûreler uzun; «Bürûc» dan «Beyyine» sûresine kadar olanlar orta; ondan «Nâs» sûresine kadar olanlar da kısa sûrelerdir. Uzun sûreler sabah ve Öğle namazlarında okunur. Yalnız Öğle namazında sabahdakinden biraz daha kısa tutulur. İkindi ile yatsı namazlarında orta sûreler; akşam namazında da kısa sûreler okunur. göre; uzun sûreler «Hücûrat» dan «Amme» ye kadar, orta sûreler «Amme» den «Duhâ» ya kadar; kısa sureler de «Duhâ» dan Kur'ân-ı Kerîm'in sonuna kadar olanlardır. Uzun ve kısa surelerin hangi namazlarda okunacağı meselesinde Şâfiîler, Hanefîlerle beraberdirler. Yalnız onlara göre; cuma günü sabah namazında «Secde» ile «Hel'etâ» sûrelerini okumak sünnettir. göre; uzun sûreler «Hücurât» dan «Nâziât» in sonuna kadar; orta sûreler «Nâadat» in sonundan «Duhâ» ya kadar, kısa sûreler de «Duhâ» dan Kur'ânı Kerîm'in sonuna kadar olanlardır. Sabah ile öğle namazlarında uzun -sûreler, ikindi ile akşam- namazlarında kısa sûreler, yatsıda ise; orta sûreler okunur. Fakat bu tertibe riâyet Mâlikîlere göre sünnet değil mendûpdur. göre: Uzun sûreler «Kaaf» dan «Amme» ye kadar; orta sûreler «Amme» den «Duhâ» ya kadar; kısa sûreler de «Duhâ» dan Kur’ân-ı Kerîm'in sonuna kadar olanlardır. Uzun sûreler yalnız sabah namazında, kısa sûreler de yalnız akşam namazında okunur, öğle, ikindi ve yatsı namazlarında orta sûreler okunur. Mamafih, hastalık ve yolculuk gibi bir özürden dolayı sabah namazı ile diğer namazlarda daha kısa o-kumak da mekruh değildir. Özürsüz kısa okumak yalnız sabah namazında mekrûhdur.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Namaz
Konu: Sabah Namazında Kıraat Bâbı
4-) Namaz kılan kimseye selâm vermek mekrûhdur.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Mescidler Ve Namaz Kılınan...
Konu: Namazda Konuşmanın Haram Kılınması Ve Evvelce Mübah Olan Konuşmanın Neshi Babi
4-) «Muhsaneler»den murâd: Hür kadınlar; milkden maksad da mutlak milktir. Âyet-i kerîme dörtten fazla hür kadınla evlenmeyi yasak etmektedir. Milk-i yeminle alınan cariyeler bundan müstesnadır. evli kadınlar kocalarından başkalarına haramdırlar. Ancak esîr etmek suretiyle alınan evli kadınlar bu hükümden müstesnadırlar. Çünkü esîr almakla onların nikâhları münfesih olur. Bunlar istibrâ müddeti geçtikten sonra kendilerini esîr alan müslümanlara milk-i yeminle; sair müslümanlara nikâhla helâl olurlar. İmâm Şafiî ile diğer bir takım ulemâya göre ehl-i kitâb olmayan küffâr kadınları müslüman olmadıkça milk-i yeminle ci-mâ'ları caiz değildir. Evtâs harbinde esîr alınan Arap kadınları putperest idiler. Binâenaleyh hadîs, «Müslümanlığı kabul etmişlerdir» diye te'vîl olunur. Nevevî buna benzer yerlerde bu te'vîlin mutlaka yapılması lâzım geldiğine işaret etmiştir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Ebvabu Taksîri's-salât
Konu: Esir Kadınla İstibradan Sonra Cimaın Caiz Oluşu Kocası Varsa Nikahının Esaretle Bozulması Bâbı
4-) - Caiz ki Ebû Said (radıyallahü anh) inkâra hazırlanmış; lâkin öteki zât ondan çabuk davranarak söze başlamış; Hazret-i Ebû Said de onu te'yid etmiştir. Müslim'in buradaki rivâyetine göre Mervan'la münakaşa eden zât cemaattan biridir. Buhârî ile tahriç ettikleri rivâyette ise bunun bizzat Hazret-i Ebû Said olduğu, namazgaha beraber geldikleri, Ebû Said'in Mervan’ın elini tutarak onu men'etmeğe çalıştığı, Mervan'in da ona red cevabı verdiği zikredilmektedir ki, bu hâl hâdisenin ayrı ayrı iki defa tekerrür ettiği ihtimalini doğurmuştur. Fakat Müslim şarihlerinden el-Übbî bu ihtimali vârid görmüyor. Ona göre vak'a birdir. Mervan'a cemaatten biri i'tirazda bulunmuştur. Mervan onu dinlemeyince bu sefer meseleye Ebû Said (radıyallahü anh) müdâhale etmiştir. Ebû Said'in: «Şu zât hakikaten kendisine düşeni yaptı.» demesi bu işi doğru bulmayıp reddettiğinin sarih ifadesidir. (sallallahü aleyhi ve sellem)'m: «Sizden her hangi biriniz bir kötülük görürse onu hemen eliyle değiştirsin!» buyurması bilic-ma' vücub ifâde eden bir emirdir. İslâmda iyiliği emre emr-i bil ma'ruf, kötülükten nehye de nehy-i anil münker derler. Bu mesele müslümanlara kitâb, sünnet ve icma-i ümmetle yani bütün naklî delillerle farz kılınmıştır. İyiliği emir, kötülükten nehiy ayni zamanda din demek olan nasihat-tan ma'duddur. Bu hususda bazı râfizilerden başka muhalefet eden yoktur. Onlann muhalefetlerinin ise bir kıymeti yoktur. bil ma'rufun vücubu mü'tezile taifesinin dedikleri gibi aklî de değil şer'idir. Vakıa Kur'ân-ı Kerîm'de: kendinizi kollayın; siz hidâyete erdikten sonra başkasının sapması size zarar etmez. buyurulmuştur. Amma bunun ma'nası siz başkalarına emri bil ma'rufla uğraşmayın demek değil, muhakkikin ulamanın beyanına göre: aldığınız tâ'Hmaâta göre emri bü-mâ'ruf, nehy-i ani’l-münkeri yaptınız mı artık başkalarının taksiri size zarar etmez» demektir. Çünkü kula yüklenen vazife yalnız iyiliği emir, kötülükten nehiydir. Bunları kabul ettirmek onun vazifesi değildir. Eserde vârid olduğuna göre Hazret-i Ebû Bekir bu âyeti minberde okumuş ve: «Siz bunu doğru te'vil edemiyorsunuz. Ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'den işittim: «Bir kavim zâlimi görürler de men'etmezlerse Allah'ın onlara kendi tarafından bir azâb göndermesi yakıncacıktır; buyuruyordu» demiştir. bil ma'ruf nehy-i ani'l-münker farz-ı kifâyedir. Binâenaleyh her farz-ı kifâye gibi o da bazı kimselerin ifâsıyle diğer rnüsîümanlardan saakıt olur. Lâkin hiç ifâ eden bulunmazsa özrü bulunmayan bütün mükellefler günahkâr olur. Emr bil rna'rufun farz-ı ayn olduğu yerler de vardır. Meselâ: Bir yerde bu vazifeyi bir kişiden başka bilen bulunmazsa o bir kişiye emri bilma'rufu ifâ etmek farz-ı ayın olduğu gibi bir babanın evlâdı ile karısına iyiliği emir, kötülüklerden kendilerini nehyetmesi de farz-ı ayndır. kirâm emri bil ma'ruf nehy-i ani'l-münker vazifesinin- mükelleflerden sakıt olmayacağını beyan etmişlerdir. Çünkü mükellefin vazifesi ettiği emir veya nehyin, muhatabına te'sir edip etmediğini düşünmek değil, sadece o emir veya nehyi etmektir. İhtarın mü'minlere fayda vereceği ise âyetle sabittir. Yine ulemanın temsillerine göre emri bil ma’rufa misal: avret yerinin bir kısmı açılan kimseye örtünmesini tenbih et mektir. bil ma'ruf vazifesini yapan kimsenin emrettiği şeye kendisinin de imtisal etmesi, nehyettiğinden kaçınması sözünün te'sirli olması için pek mühim ve lâzım ise de şart değildir. Eğer emir ve nehyetüği şeyle kendinde de varsa bu sefer vazifesi çift olur; ve evvela kendine emir vey nehiyde bulunması sonra ayni şeyi başkasına yapması icâbeder. göre kötülükten nehiy işini ancak kendisi kötülük etmeyen ifa edebilir. nefislerinizi unutub da âleme iyiliği mi emrediyorsunuz?» (Bake-re: 44) âyet-i kerîmesidir. Mutezileden bazıları; bir kimse kendinin etmediği kötülükten başkalarım nehyedebilir demişlerdir. bil ma'ruf nehiy ani'l-münker vazifesi yalnız devletin bu iş için tâyin ettiği me'murlara mahsus değildir; onu müslümanların efradı da yapabilirler. İmâmü'l-Harameyn:«Buna delil icma-i müslimîndir.» diyor. Filhakika gerek asr-ı seâdetde gerekse diğer asırlarda bu işin memuru olmayanlar me'murlara iyiliği emir, kötülüklerden onları nehyederler; sair müslümanlar onların bu yaptıklarını takrir ve kabul eyler; başkalarının işine karışıyorlar diye kendilerini ayıplamazlardı. Sonra bu vazifeyi ancak bilenler yapar. Şayed yapılacak emir namaz, oruç ve saire gibi herkesin bildiği vâciblerden, nehiy dahi zina ve içki gibi meşhur menhiyyattan olursa bunları emir ve nehiyde bütün müslümanlar müşterektir. Fakat nâdir tesadüf edilen fiil, kavil ve içtihada dair ise avam takımının gerek isbât gerekse nefi suretiyle bu işe karışmağa hakları yoktur; bu sefer mesele yalnız ulemaya mahsus kalır. Ulema dahi ittifakı meselelere dair emir ve nehiyde bulunurlar. İhtilaflı meseleler hakkında bir şey diyemezler. Çünkü iki mezhebin birine göre her müctehid hakka isabet eder. Diğerine göre hakka isabet eden yalnız bir kişidir; amma hangi müctehidin hatâ ettiğini bilmek kullara müyesser değildir. Hatâ edene günah dahi yoktur. kadar var ki, müctehidlerin hilafından çıkmak için nasihat yollu emri bil ma'rufda bulunmak güzel ve makbul bir iştir. Zira bir sünneti ihlâl etmemek veya başka bir hilafa sebeb olmamak şartiyîe ulema-i kirâm müctehidlerin hilafından çıkmaya bilittifak kaildirler. Meselâ dört mezhebin İmâmlarına göre ittifakla caiz olacak bir abdest; evvelâ niyet edilerek, her azayı âyetteki tertib üzere yıkamak, yıkarken hafifçe oğuş-turmak, bir uzuvdan ötekine geçerken fazla vakit kaybetmemek, yani azayı bir biri arkasından acele yıkamak, başın, bütününe meshetmekle alınır. Nevevî emri bil ma'ruf, nehiy ani'l-münker'in çok zamandır zayi' olduğundan, onun zamanında bundan pek az bir takım izler kaldığından bahsettikten sonra sözüne şöyle devam ediyor: «Emri bil ma'ruf, çok büyük bir bâbtır. Bu işin nizâm ve kıvamı ancak onunla kaimdir. Fenalıklar çoğalınca azâb iyiye ve kötüye umumi olarak gelir. Zâlime mâni' olmazlarsa Allahü teâlâ'nın azabını onlara umumüeş-tirmesi pek yakındır: emrine muhalefet edenler ya başlarına bir belâ gelmesinden yahud acıklı bir azaba duçar olmalarından korunuversinler!» halde âhiretinin ma'mur olmasını dileyen ve Allah'in rızasını korku ile tahsil etmeğe çalışan bir kimseye gereken vazife, bu baba ehemmiyet vermektir. Çünkü faydası çok büyüktür. Bâ husus, çoğunun elden gittiği bir zamanda!... Kendisine i'tirazda bulunan kimsenin rütbesi yüksek diye ondan korkmamalıdır. Zira Allahü teâlâ hazretleri: kendi dinine yardım edene elbet yardım edecektir." kim Allah (ın emirlerin)’e sarılırsa muhakkak doğru yola hidâyet olunur." "Bizim İçin mücâhede edenler yok mu, onları mutlaka (doğru) yollarımıza hidâyet edeceğiz." insanlar hiç imtihan olunmadan iman ettik demekle bırakılacaklar mı sandılar? Yemin olsun ki, biz onlardan öncekileri imtihan ettik. Doğru söyleyenleri Allah elbette bilecek, yalancıları da elbet bilecektir." buyurmuştur. ki, ecir külfete göredir. Emri bil ma'rufu bir kimseye olan sadakati, sevgisi, müdâhenesi, bir kimseden itibar beklediği veya onun yanında i'tibannın devam etmesini istediği için elden bırakmamalıdır. Çünkü; ona olan sadâkat ve sevgisi kendisine bir hürmet ve hak icâbeder. Onun haklarından biri de kendisine nasihat etmek ve ona âhireti için yararlı işleri göstermek, zararlılarından korumaktır. İnsanın dostu ve ahBâbı, âhiretini ma'mur etmeye çalışan kimsedir. Velev ki bu hâl onun dünyası hakkında bir noksanlığa bâdı olsun. Düşmanı ise âhiretinin zayi olmasına veya noksanlığına çalışandır; isterse bu sebeble ona dünyası için bir nevi menfaat hâsıl olsun. İblisin bize düşmanlığı böyledir. Peygamberler (salevâtullahi ve selâmuhu aleyhim ecmain) mü'minlerin dostlarıdır. Çünkü onların âhiretlerine yararlı şeylere ve o şeyler için kendilerine yol göstermeğe çalışırlar. Kerim olan Allah'dan bizi, dostlarımızı ve sair müslümanları rızâsına muvaffak kılmasını dileriz. Bizlere cûd-u rahmetini teşmil buyursun.» bil ma'rufu yapan kimsenin nezaket, rifk u mülâyemetle muamelede bulunması icâbeder. Zira maksada bu daha elverişlidir, İmâm Şafiî: «Bir kimse din kardeşine gizlice va'z ederse ona gerçekten nasihat etmiş ve onu ziynetlemiş olur. Aşikâre va'zeden ise onu muhakkak surette rezil etmiş ve batırmıştır.» demiştir. ekseriyetle insanların emri bil ma'rufa karşı göz yumdukları şeylere misal olarak kusurlu bir malı satılırken gorüh de i'tirazda bulunmamalarım, o malın kurusunu müşteriye söylememelerini gösteriyor; bunun açık bir hatâ olduğunu söylüyor; ve: «Halbuki bilenin satıcıya i'ti-raz ve inkârda bulunmasının, müşteriye malm kusurlu olduğunu bildirmesinin vâcib olduğunu ulema nassan beyân etmişlerdir.» diyor. nehyîn nasıl yapılacağını Resûlü Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) bu hadisde güzelce beyan etmiştir. Mezkûr beyandan anlaşıldığına göre bir kötülük gören kimse imkân bulursa onu eliyle men'edecektir. Buna gücü yetmiyorsa diliyle, bu da mümkün değilse kalbiyle mâni' olacaktır. Kalble mâni' olmanın ma'nası o şeyi kerih görmek, ondan tiksinmektir. Bu hakikatda bir kötülüğe mâ'ni olmak değilse de başkası elinden gelmediği için bizzarure onunla iktifa eder, Allahu â'lem bundan dolayı onun hakkında: «İmanın en zaifidir» buyurulmuştur. Yani kötülüğü değiştirme hususunda semeresi en az olan budur. Yoksa imanın en zayıfı yoldan eziyet veren şeylerin atılması olduğu yukarıda görülmüştü: Maamafih buradaki zaifliği mutlak bırakarak iki hadisin arasım bulmakda mümkündür. Bu takdirde eziyet veren şeyin atılmasiyle kötülüğü kalben değiştirmek birbirine müsavidir. Bundan daha zaif mertebe yoktur. Hatta kalben değiştirme daha da zayıftır. hadisi hakkında Kâdi Iyâz şunları söylemiştir: «Bu hadis, münkerin nasıl değiştirileceğini beyân hususunda esastır. Mün-keri değiştiren kimseye düşen vazife, kavlen olsun fi'len olsun onu gideren herşeyle değiştirmektir. Meselâ; bâtıl bir şeyin âletlerini kıracak, içkiyi ya bizzat dökecek, yahut birine döktürecek; gasbedilen mallan ya bizzat gasıbdan alarak sahiplerine iade edecek yahud imkânı varsa başkasına emrederek bu işi yaptıracaktır. değiştirirken câhil ile şerrinden korkulan kuvvet' sahibi zâlime karşı son derece yumuşak davranmalıdır. Çünkü bu şekilde hareket etmesi sözünün kabulüne daha ziyade yarar. bu işi vazife olarak üzerine alan me'murun da ayni ma'na-dan dolayı salâh ve fazilet ehli olması müstehabtır. Şaşkınlığında devam edenle tembelliğinde israfa varan hakkında şiddet göstermelidir. Amma bunu yapmak için gösterdiği şiddetin, değiştirdiğinden, daha kötü bir mün-kere sebeb olmayacağından emin bulunması şarttır. Kendisi zâlimin tasallutundan mahfuz olmalıdır. Eğer zann-ı galibine göre o münkeri eliyle değiştirmek kendisinin veya başkasının öldürülmesi gibi daha şiddetli bir münkere sebeb olacaksa elle değiştirmekten vazgeçerek dil ile söylemeli, nasihat ve korkutma ile iktifa etmelidir. Şayet söylemenin o münker gibi bir münkere sebeb olacağından korkarsa kalbiyle değiştirmelidir. Hadis-den murad inşallah budur. Eğer emri bil ma'ruf hususunda yardım edecek bir kimse bulunursa, silâh çekmeye ve harbe müncer olmamak şartiyle yardım diler...» göre öleceğini dahi bilse münkere karşı behemahal sarih sözle i'tirazda bulunmak lâzımdır. Fakat bu kavil doğru değildir. bâbda İmâmü'l-Haremeyn'de şöyle demektedir: «Mesele silah çekmeye ve harbe müncer olmamak şartiyle, lâfdan almayan büyük günah sahibini devletin tebaası efradı fi'len o günahdan men'edebilirler. İş harbe dayanırsa hükümdara havale edilir. Zamanının hükümdarı zâlim olur da zulmü meydana çıkar; ve yaptığı bu kötü hareketten sözle men'edüdiği zaman vazgeçemezse memleketin ileri gelenleri, silah çekme ve harbetme bahasına bile olsa onu hal' (Yani azil) için ittifak edebilirler...» İmâmü’l-Harameyn’ın bahsettiği bu hali' meselesi ulemâ arasında garib karşılanmış ve: «Bundan maksad: hükümdarın hal'i ile daha büyük bir fesad çıkacağından korkulmazsa o zaman hal'edilebilir; demektir.» şeklinde te'vil edilmiştir. Yine İmâmii'l-Haremeyn'in beyanına göre emri bil-ma'rufla vazifeli olan kimse mücerred zann üzerine evlere girip araştırma yapamaz. O ancak gördükleriyle meşgul olur. Mârûdî araştırma meselesini ikiye ayırmaktadır:

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Münkeri Nehyetmenin İmandan Olduğunu, İmanın Artıp Eksildiğini, İyiliği Emir Ve Kötülükden Nehyin Vacib Olduklarını Beyan Bâbı
4-) Yukarki üç kısımdan maada Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den sâdır olan bir fiile, o fiilin sıfatına göre hüküm verilir. Fiil, Resûlillah (sallallahü aleyhi ve sellem) hakkında vâcib ise ümmetine-de vâcib, mendûb ise ümmetine de mendûbdur. Sıfatı bilinmeyen fiiller hakkında ihtilaf olunmuştur. İmâm Mâlik'e göre mubah, İmâm Şafiî, İmâm A'zam ve ulemâdan bir cemaata göre mendûbdur. bu hususta bir şey söyliyemeyip tevakkuf etmişlerdir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Oruç
Konu: Cünüb Olduğu Halde Üzerine Fecir Doğan Kimsenin Orucunun Sahih Olması Bâbı
4-) Bize Muhammed b. Ubeyd el-Guberi rivâyet etti. ki: Bize Ebû Avâne , Ebû Hasîn'den o da Ebû Sâlih’den o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti. Ebû Hüreyre şöyle dedi: (sallallahü aleyhi ve sellem): Her kim benim üzerimden kasden yalan söylerse Cehennem’deki yerine hazır olsun.» buyurdular.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Mukaddime
Konu: Resûlüllah Sallallahü Aleyhi Ve Sellem’in Üzerinden Yalan Uydurmanın Pek Ağır Bir İftira Olduğunu Beyan Bâbı