Sahîh-i Müslim Hadis Kitabı
2388-)
Bize Vâsıl b. Abdil'a'lâ İle Ebû Küreyb ve Muhammed b. Yezîd Er-Rİfâî rivâyet ettiler. Lâfız Vâsıl'mdır. Dediler ki: Bize Muhammed b. Fudayl, babasından, o da Ebû Hâzim'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti. Ebû Hüreyre şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) i bütün ciğerparelerini attın ve gümüşten sütunlar hâlinde kusacak; kaatil gelerek: Ben, bunlar için öldürdüm; diyecek, akrabasına yardım etmeyen, gelerek-. Ben, bunlar için akrabam ile alâkamı kestim, diyecek; hırsız gelerek: Benim elim, bunlar için kesildi! diyecek. Sonra bu altın ve gümüşü terkedecek, onlardan hiç bir şey almayacaklar, buyurdu. Feliz'in cem'idir. Felîz dahi Felze'nin cem'idir. Uzunluğuna kesilmiş ciğer parçasıdır. Burada hassaten onun zikredilmesi: Kuzunun en güzel yeri olduğu içindir. mânâsı: Yerden çıkan altın ve gümüş parçalarının kuzu ciğerine benzetilmesidir. altın ve gümüşlerin sütunlarla temsil buyurulması dahi onların çokluğunu ve büyüklüğünü sütunlara benzetmek suretiyle ifadesidir. hadîs dahi yukarkiler gibi kıyâmet alâmetlerini bildirmektedir. Bu hâl kıyâmete pek yakın zuhur edeceği içindir ki: Vaktiyle altınla gümüş uğurunda can veren kaatil, akrabağsından geçen kaatı', elinden olan hırsız şimdi onlan önlerinde hazır buldukları hâlde bir parçasını bile almıyacaklardır.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Sadakayı Kabul Eden Kimse Bulunmaz Olan Zaman Gelmezden Önce Sadaka Vermeye Teşvik Bâbı
2389-)
Bize Kuteybetü’bnu Said rivâyet etti. ki): Bize Leys, Saîd b. Ebi Saîd'den, o da Saîd b. Yesâr'dan naklen rivâyet etti, o da Ebû Hüreyre'yi şöyle derken işitmiş. (Ebû Hüreyre şöyle dedi). Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir kimse helâlinden bir sadaka vermemiştir ki, Rahman olan Allah onu yemini ile kabul buyurmuş olmasın. — (Zaten) Allah helâlden başkasını da kabul buyurmaz— velev ki (sadaka) bir hurma tanesinden ibaret olsun. Bu hurma Rahmân'ın keffinde sizden birinizin tayını yâhût sütten kesilen deve yavrusunu büyüttüğü gibi büyür hattâ dağdan daha büyük olur.» buyurdular.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Helal Kazançtan Verilen Sadakanın Kabulü Ve Sevabının Arttırılması Bâbı
2390-)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivâyet etti. ki): Bize Ya'kub yânî İbn Abdirrahmân el-Kaarî, Süheyl'den, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'- bir kimse helâl bir kazançdan bir hurma tanesi tesadduk etmez ki Allah onu yemini İle alarak tâ dağ kadar yahut daha büyük oluncaya kadar sizden birinizin tayini veya dişi deve yavrusunu büyüttüğü gibi büyütmesin.» buyurmuşlar.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Helal Kazançtan Verilen Sadakanın Kabulü Ve Sevabının Arttırılması Bâbı
2391-)
Bana Ümeyyetübnü Bistâm rivâyet etti. ki): Bize Yezîd yân» İbnü Zürey' rivâyet etti. ki): Bize Ravh b. Kâsım rivâyet etti. H. bu hadîsi Ahmed b. Osman el-Evdi de rivâyet etti. ki): Bize Hâlid b. Mahled rivâyet etti. ki): Bana Süleyman yânı İbn Bilâl rivâyet eyledi. (Ravi ile Süleyman'ın) ikisi birden Süheyl’den bu işnâd ile rivâyette bulundular. hadîsinde: «Helâl olan kazancdan tesadduk ederek onu gerektiği yere verirse...» ifâdesi vardır. Süleyman'ın hadîsinde ise; «Onu yerine koyarsa...» denilmiştir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Helal Kazançtan Verilen Sadakanın Kabulü Ve Sevabının Arttırılması Bâbı
2392-)
Bana bu hadîsi Ebû't-Tâhir de rivâyet etti. ki): Bize Abdullah b. Vehb haber verdi. ki): Bana Hişâm b. Sa'd, Zeyd b. Eslem'den, o da Ebû Sâlih'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen, Ya'kûb'un, Süheyl' den rivâyet ettiği hadis gibi rivâyette bulundu. hadîsi Buhârî «Kitâbu'z-Zekât» ile «Kâtabu't-Tevhid»' de tahric etmiştir. rivâyetinde «Bir hurma» yerine «Bir hurmaya muâdil» denilmiştir. murâd: Helâl kazanç'dır. (Zâten) Allah helâl'den başkasını kabul buyurmaz.» ifâdesi bir cüm-le-i mu'terizadır. Bu cümle te'kid için hasr suretiyle şart ve cezanın arasına getirilmiştir. Sağ el, kef: Avuç, mânâsına gelirse de, burada mezkûr kelimeler müteşâbihâttandır. Ve sadakanın kabulünden kinayedir. diyor ki: «Yeminin zikredilmesi, sadakanın hüsn-u kabulünü göstermek içindir. Zira insanların örf-ü âdetine göre kıymetli şeyler sağ el ile alınır.» «Bundan murâd: Sadakanın derhâl kabulüdür.» demişlerdir. bâbda Tıybi'de şunları söylemiştir: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem); sadakayı helâl olmakla kayıtladıktan sonra bunu Allah'ın yemini ile kabul ettiğini bildirmiştir. Çünkü şeref hususunda helâl ile yemîn arasında münasebet vardır. Bundan dolayıdır ki. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) sağ elini temizlik için tahsis buyurmuştu.» Erkek tay, demektir. Dişisine «filve» denir. Bu kelime hakkında daha başka tefsirlerde bulunanlar da olmuştur. birinizin tayını büyüttüğü gibi...» cümlesi bir temsildir. Zira tay beslendikçe büyür. Amelin neticesi olan sadaka da öyledir. Sadaka helâl maldan verilirse Allahü teâlâ, onun sevabını katlamakta devam eder. Nihayet bir hurma tanesi dağ kadar büyükmüş gibi muazzam sevaplara sebep olur. şerîfde «Dağdan daha büyük oluncaya kadar büyür.» bu-yurulmasının mânâsı budur. Dâvûdi diyor ki: «Yani bir hurma tnesi tesadduk eden, kimse dağ kadar mal tesadduk etmiş gibi olur.» büyütülmesi, ecirlerinin katlanmasıyla olur. Maamâ-fih Dâvûdinin dediği gibi hadis-i şerif den bizzat sadaka olarak verilen malın büyütülmesi kastedilmiş de olabilir. Bunun hikmeti: O malın kıyâmet günü mizanda ağır basınasıdır. Nitekim Bâbımızın ikinci rivâyetinde: «Dağ kacfar yahut daha büyük.» Duyurulması bu mânâyı te'yîd eder. Cerir'in başka bir vecihle Kâsım'den naklettiği rivâyette: kıyâmet gününde sadakasının Uhud dağından daha büyük olduğunu görecektir. buyurulmuştur. Kâsım'in Tirmizî' deki rivâyetinde: lokma, Uhud dağı kadar olacaktır.» denilmiştin Dişi deve yavrusu, demektir. Erkeğine «Kalûs» demezler. Memeden ayrılmış deve yavrusu, demektir. şerif "Allah ribâyı mahveder. Ama sadakaları büyütür. Süre-i Bakara âyet 276 " âyet-i kerimesine muvafıktır.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Helal Kazançtan Verilen Sadakanın Kabulü Ve Sevabının Arttırılması Bâbı
2393-)
Bana Ebû Küreyb Muhammedü'bnu’l-Alâ' rivâyet etti. ki): Bize Fudayl b. Merzûk rivâyet etti. ki): Bana Adiyy b. Sabit, Ebû Hâzim'den, o da Ebû Hüreyreden naklen rivâyet etti. Ebû Hüreyre şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): İnsanlar! Şüphesiz ki Allah, Tayyibdir. Tayyîb'den başka bir şey kabûl etmez. Allah, mü'minlere de Resullere emrettiği şeyleri emir ederek: "Ey Resuller! Helâl olan şeylerden yiyin ve sâlih amellerde bulunun. Çünkü ben. Sizin yaptıklarını pekâlâ bilirim" Sûre-i müminin Âyet 51 (Başka bir âyette): "Ey imân edenler! Size verdiğimiz rızıkların helâl hoş olanlarından yiyin. Sûre-i Bakara âyet 172 buyurmuştur." dedi. şunları söyledi: Bir kimse (Hak yolunda) uzun sefere çıkar, saçları dağılmış, toza toprağa bulanmış bir hâlde ellerini semâya uzatarak: Yâ Rabbî, yâ Rabbî! diye duâ eder. Hâlbuki yediği haram, içtiği haram, giydiği haram (hâsılı) kendisi haramla beslenmiş olursa böylesinin duası nasıl kaböl edilir?» îyâz'ın beyânına göre Allahü teâlâ’nın «Tayyib» diye sıfatlanması: Her türlü noksanlıklardan münezzehtir, manasınadır. Binâenaleyh Kuddûs gibidir. Lûgatta «Temizlik- ve «kirden pastan selâmette kalan» mânâsına gelir. hadis, islâmm temellerini teşkil eden hadislerden biridir. Kâdı îyâz: «Ben, bu gibi hadîslerden 40 tanesini bir cüz hâlinde topladım.» demektedir. (sallallahü aleyhi ve sellem) hacc, sıleyrahm ve müsta-hab olan ziyaretler gibi tâatlardan birini ifâ için uzun yola çıkan fakat yediği içtiği her şeyi haram olan yani haramdan beslenen bir kimsenin duası ve taatı kabul edilmiyeceğini beyân buyurmuştur. Bundan maada hadîs-i şerîfde şu hükümler çıkarılmıştır:
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Helal Kazançtan Verilen Sadakanın Kabulü Ve Sevabının Arttırılması Bâbı
2394-)
Bize Avn b. Sellâm El-Kûfi rivâyet etti. ki): Bize Züheyr b. Muâviyete'l - Cu'fi, Ebû İshâk'dan, o da Abdullah b. Mâ'kîl'den, o da Adiyy b. Hâtim'den naklen rivâyet etti. Adiyy: Ben, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’i her kim cehennemden velev varım hurma tanesiyle koruna-bilecekse hemen bunu yapsın.» buyururken işittim, demiş.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Yarım Bir Hurma Veya Güzel Bir Söz İle De Olsa Sadakaya Teşvik Ve Sadakanın Cehennemden Koruyan Bir Perde Olduğunu Beyan Bâbı
2395-)
Bize Aliyy b. Hucr Es-Sa'dî ile İshâk b. İbrahim ve Alî b. Haşrem rivâyet ettiler. İbn Hucr (Haddesena), ötekiler (Ahberane) tâbirini kullandılar. (Dediler ki): Bize Îsâ b. Yûnus haber verdi. ki): Bize A'meş, Hayseme'den, o da Adiyy b. Hâtim'den naklen rivâyet etti. Adiyy Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) hiç bir kimse yoktur ki, Allah onunla konuşmasın. (Hem) aralarında tercüman da bulunmayacaktır. Sağ tarafına bakacak (âhirete) gönderdiklerinden başka bir şey göremeyecek, sol tarafına bakacak: Gönderdiklerinden başka bir şey göremiyecek. Önüne bakacak-. Yüzünün karşısında cehennemden başka bir şey göremiyecektir. Binâenaleyh yarım hurma ile bile olsa cehennemden korun un.»buyurdular. Hucr şunu da ziyâde etti: «A'meş dedi ki: Bana Amr b. Mürra, Hayseme'den naklen bu hadîsin mislini rivâyet etti. O, bu hadîste ziyâde olarak (Velev ki güzel bir kerime ile olsun.) ibaresini rivâyet etmiş.» da: «A'meş, Amr b. Murra'dan, o da Hayseme'den naklen rivâyet etmiş.» da: «A'meş, Amr b. Murra'dan, o da Hayseme'den naklen rivâyet etti; dedi.» şeklinde rivâyette bulundu.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Yarım Bir Hurma Veya Güzel Bir Söz İle De Olsa Sadakaya Teşvik Ve Sadakanın Cehennemden Koruyan Bir Perde Olduğunu Beyan Bâbı
2396-)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Ebû Muâviye, A'meş'den, o da Amr b. Murra' dan, o da Hayseme'den, o da Adiyy b. Hâtim'den naklen rivâyet etti. Adiyy Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) cehennemi zikrederek yüzünü çevirdi ve korundu. Sonra: korunun.» buyurdu. Sonra yine yüzünü çevirdi ve korundu. Hattâ biz onu görüyor galiba zannına kapıldık. Sonra (tekrar): hurma fle de olsa cehennemden korunun. Onu da bulamıyan (hiç olmazsa güzel) bir sözle cehennemden korunsun.» buyurdular. Küreyb (gâlibâ) kelimesini zikretmedi. Ve: «Bize Ebû Muâ" viye rivâyet etti. ki): Bize A'meş rivâyet etti...» dedi.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Yarım Bir Hurma Veya Güzel Bir Söz İle De Olsa Sadakaya Teşvik Ve Sadakanın Cehennemden Koruyan Bir Perde Olduğunu Beyan Bâbı
2397-)
Bize Muhammedü'bnüTMüsenhâ ile İbn Beşşâr rivâyet ettiler. (Dediler ki): Bize Muhammed b. Ca'fer rivâyet etti. ki): Bize Şu'be, Amr b. Murra'dan, o da Hayseme'den, o da Adiyy b. Hâ-tim'den, o da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen rivâyet etti ki, Efendimiz üç defa cehennemi anarak, ondan (Allah'a) sığınmış. Yüzü ile de sakınmış. Sonra: hurma ile bile olsa cehennemden korunun onu da bulamazsanız (hiç ofmazsa) güzel bir sözle (cehennemden sakının.)» buyurmuşlar. hadîsi Buhârî «Zekât» bahsinin bir-iki yerinde ve “Kitâbu'r-Rukaak»'da tahrîc ettiği gibi İmâm Ahmed, İbn Huzeyme ve İbn Ebî'd-Dünyâ dahi muhtelif râvîlerden tahric etmişlerdir. geçen «Tercüman» kelimesi «Tercüman» şeklinde de okunmuştur. Başkasının sözünü tefsir ve îzâh eden kimsedir. diyor ki: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in: bakacak; Ahirete gönderdiği şeylerden başka bir şey göremiye-cek... ilâh... buyurması: Temsil kabilin dendir. Çünkü insan başı dara geldiği vakit sağına soluna bakmarak yardımcı arar.» Bundan murâd: Kaçacak yol araması olabilir. Cehennemi gören kimse ondan kurtulmak için kaçacak bir yol arar fakat Allah'ın takdir buyurduğu cehennem yolundan başka bir şey göremez.» demişlerdir. kelimesinin mânâsı hakkında bir çok sözler söylenmiştir. İmâm Halil b. Ahmed ile diğer bir takım ulemâya göre bu kelime: Uzaklaştırdı, çevirdi; mânâlarına gelir. Ekser-i ulemâya göre: Korundu ve bir işte ciddiyet gösterdi, demektir. gelen; diğer Bazıları: Kaçan, mânsına geldiğini; bir takımları da: Arkasındakine mâni olarak, sana doğru gelen, demek olduğunu söylemişlerdir. göre: Burada bu manâların hepsi kastedilmiş olabilir. Yani Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) sanki cehennemi görüyormuş gibi korunmuş yahut cidden îzâha çalışmış veya konuşarak muhatabına yönelmiş yahut kaçan kimse gibi çekinerek cehennemden korunmayı tavsiyede bulunmuştur. sözden murâd: Nasihat ve tâlim gibi şer'an tâat sayılan sözlerdir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Yarım Bir Hurma Veya Güzel Bir Söz İle De Olsa Sadakaya Teşvik Ve Sadakanın Cehennemden Koruyan Bir Perde Olduğunu Beyan Bâbı
2398-)
Bana Muhammedü'bnü'l-Müsennâ El-Anezî rivâyet etti. ki): Bize Muhammed b. Ca'fer haber verdi. ki) -. Bize Şu'be, Avn b. Ebî Cuhayfe'den, o da Münzir b. Cerir'den o da babasından naklen rivâyet etti. Cerîr Şöyle dedi: Biz gündüzün ortasında Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yanında bulunuyorduk. Derken yalın ayak kaplan postu rengindeki gömleklerini veya abalarım başlarına geçirmiş, kılıçlarını çekmiş; ekserisi hattâ hepsi Mudar kabilesine mensup çıplak bir takım adamlar Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e geldiler. Onların muhtaç hâlini görünce Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yüzü değişti. îçeri girip çıktıktan sonra Bilâl'e emir buyurdu, Bilâl ezanı okuyarak kaamet getirdi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’de namazı kıldırdı. Sonra hutbe okudu ve: insanlar! Sizi bir kişiden yaratan Rabbinizden korkun... "Sûre-i Nîsa âyet âyet-i kerimesini sonuna (yani) "Şüphesiz ki Allah sizin üzerinizde gözcüdür" âyetine kadar ve Haşr süresindeki "Allah'dan korkun. Her nefis yârın (Âhiret) için ne gönderdiğine bir baksın. Allah’tan korkun... Sûre-i Haşr âyet 18 " âyet-i kerimesini okudu. devamla) «Bir adam dinarından, dirheminden, elbisesinden, bir sâ' buğdayından, bir sâ' kuru hurmasından sadaka vermelidir. Velev ki yarım hurma olsun» buyurdu. Ensâr'dan bir zât hemen hemen elinin taşıyamıyacağı kadar hattâ elinin taşımaktan âciz kaldığı bir kese getirdi. Sonra bir biri ardınca herkes bir şeyler getirdiler. Netice'de yiyecek ve elbiseden müteşekkil iki yığın gördüm. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in (mübarek) yüzünde altınla yaldızlanmış gibi parladiğını gördüm. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kim İslâm'da güzel bir çığır açarsa, o çığırın ecri ile kendisinden sonra o çığırla amel edenlerin ecirlerinden hiç bir şey noksan edilmemek şartıyla sevapları kendine aittir. Ve her kim İslâm'da kötü bir çığır açarsa o çığırın vebalı ile kendisinden sonra onunla amel edenlerin vebalı hiç bir noksanları olmamak üzere ona aittir.» buyurdular.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Yarım Bir Hurma Veya Güzel Bir Söz İle De Olsa Sadakaya Teşvik Ve Sadakanın Cehennemden Koruyan Bir Perde Olduğunu Beyan Bâbı
2399-)
Bize Ebû Bekir b. Ebİ Şeybe rivâyet etti ki): Bize Ebû Üsâme rivâyet etti, H. Ubeydullah b. Muâz El-Anberî de rivâyet etti. ki): Bize Babam rivâyet etti. Bu râvîlerin ikisi birden demişler ki: Bize Şu' be rivâyet etti. ki): Bana Avn b. Ebî Cuheyfe rivâyet etti. ki): Ben, Münzir b. Cerîr'i babasından naklen rivâyet ederken dinledim; Şöyle dedi: Biz, gündüzün ortasında Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yanında idik...» hadîsi İbn Ca'fer hadisi gibi rivâyet etti. Muâz hadîsinde: «Sonra öğle namazını kıldırdı, sonra hutbe okudu, dedi.» ziyâdesi vardır.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Yarım Bir Hurma Veya Güzel Bir Söz İle De Olsa Sadakaya Teşvik Ve Sadakanın Cehennemden Koruyan Bir Perde Olduğunu Beyan Bâbı
2400-)
Bana Ubeydullah b. Ömer El-Kavârîrî ile Ebû Kâmil ve Muhammed b. Abd il melik El-Emevî rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Ebû Avâne, Abdülmelik b. Umeyr'den, o da Münzir b. Cerîr'den, o da babasından naklen rivâyet etti. Cerir Şöyle dedi: «Ben, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanında oturuyordum. Derken kaplan postu rengindeki gömleklerini başlarına geçirmiş bir takım insanlar Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e geldiler...» bu hadîsi kıssası İle rivâyet ettiler. Bu hadîste: «Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) öğle namazını kıldırdı. Sonra küçük bir minbere çıkarak Allah'a hamd-ü senada bulundu. Ve: Bundan sonra: (Malûmunuz olsun ki) Allah, kitabında (Ey insanlar! Rabbinizden korkun!..) âyet-l kerîmesini indirdi; buyurdular.» İbaresi de vardır.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Yarım Bir Hurma Veya Güzel Bir Söz İle De Olsa Sadakaya Teşvik Ve Sadakanın Cehennemden Koruyan Bir Perde Olduğunu Beyan Bâbı
2401-)
Bana Züheyr b. Harb rivâyet etti. ki): Bize Cerir, A'meş'den, o da Mûsâ b. Abdîllâh b' Yezîd ile Ebû'd-Duhâ’dan, onlar da Abdurrahmân b. Hilâl El Absi'den, o da Cerir b. Abdillâh'dan naklen rivâyet etti. Cerîr Şöyle dedi: «Bedevilerden bir takım İnsanlar Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e geldiler, üzerlerindeki giyimleri yapağıdandı. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onların bu kötü hâlini gördü; muhtaç vaziyette idiler...» hadîsi yukarıdakilerin hadisleri mânâsında rivâyette bulundu. Nemre'nin cem'idir. Yapağından dokunan çizgili kumaştır. Siyah beyaz çizgileri hâvi olduğu için kaplan postuna benzetilerek, kumaşa bu ismin verilmiş olması muhtemeldir. Nîmâr» tâbiri: yapağıdan dokuma örtülerini ortadan yararak başlarına geçirmişler, mânâsına gelir. veya kevm: Yığın, demektir. Esâs ittibâriyle bu kelime «Râ-biye» gibi tep eve yüksek yer, mânâsına gelir. Sonradan mecazen her şey'in yığın hâlinde çok olan miktarına «Kûm» denilmiştir. kelimesi «Müdhüne» şeklinde de rivâyet olunmuşsa da Kâdi Iyâz ile diğer hadîs İmâmlarının beyânına göre bu rivâyet tasniftir. tefsiri hakkında Kâdı îyâz iki vecih beyân etmiştir; veçhe göre: Bu kelimenin mânâsı: Altınla yaldızlanmış gümüş, demektir. Yüzün güzelliğini ve nurunu ifâde hususunda bu mânâ daha beliğdir. veçhe göre: Râvî Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in güzelliğini ve nurunu altın yaldızlı derilere benzetmiştir. deriden yaptıkları bâzı eşyanın üzerine altın çizgiler çizerlerdi. Kâinat (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimizin sevinmesine sebep: Müslümanların kendi emrine imtisâlen tâatullah'a koşmalarını ve gelen muhtaç insanların başlarını çözmelerini gözleriyle görmesidir. birbirlerine gösterdikleri şefkat ve yardım, kendilerini son derece memnun etmiştir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Yarım Bir Hurma Veya Güzel Bir Söz İle De Olsa Sadakaya Teşvik Ve Sadakanın Cehennemden Koruyan Bir Perde Olduğunu Beyan Bâbı
2402-)
Bana Yahya b. Mâîn rivâyet etti. ki): Bize Gunder rivâyet etti. ki): Bize Şu'be rivâyet etti. H. bu hadîsi Bişrü'bnü Hâlid dahi rivâyet etti. Lâfız onundur. ki): Bize Muhammed yani İbn Ca'fer, Şu'be'den, o da Süleyman'dan, o da Ebû Vâil'den, o da Ebû Mes'ûd'dan naklen haber verdi. Ebû Mes'ûd Şöyle dedi: Sadaka vermeye me'mûr olduk (Bu maksatla) hammallık ediyorduk. (Bir defa) Ebû Akil yarım sâ' sadaka verdi. Başka biri ondan daha çok bir şey getirdi. Derken münafıklar: «Şüphesiz ki Allah bunun sadakasından müstağnidir; öteki de ancak riya için fazla verdi.» dediler. üzerine "mü'mînlerden nafile sadaka verenlerle güçlerinin yettiğinden başka bir şey vermeyenleri alaya alanlar yok mu, Allah onları rezîl rusvay edecektir." Sûre-i Tevbe: âyet 79 âyet-i kerîmesi nâzil oldu. «Nafile sadaka verenler» tâbirini söylemedi.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Ücretle Yük Taşıyarak Sadaka Vermek Ve Sadaka Veren Kimseyi Az Verdi Diye Küçümsemekten Şiddetle Nehi Bâbı
2403-)
Bize Muhammedü'bnü Beşşâr rivâyet etti. ki): Bana Saîdü'bnü Ram" rivâyet etti. H. bu hadîsi İshâk b. Mansûr da rivâyet etti. ki): Bize Ebû Dâvûd haber verdi. Bu râvîlerin ikisi de Şu'be'den bu isnâdla rivâyette bulunmuşlardır. Saîdü'bnü Rabî' hadîsinde: «Biz, sırtlarımızda yük taşıyorduk, dedi.» ibaresi vardır. hadîsi Buhârî «Kitâbu't-Tefsîr» ve «Kitâbu’z-Zekât»'da tahrîc etmiştir. şerif burada meçhul sigasıyla vârid olmuşsa da, Buhârî'nin «Kitâbu'z-Zekât»'daki rivâyetinde «Sadaka âyeti nâzil olunca biz sırtımızla yük taşımaya başladık...» buuyrularak, sadaka emrini verenin Allahü teâlâ olduğu bildirilmiştir. ki «Sadaka âyeti» denilen «Onların mallarından sadaka-ol» emr-i ilâhisi nâzil olunca Ashâ-b-ı kirâm hemen sadaka vermeye şitâb etmiş, verecek sadaka bulamıyanlar hammallık ederek kazandıkları yevmiyeden sadaka vermişlerdir. sâ' sadaka veren Ebû Akil (radıyallahü anh)'in ismi Habbâb'dır İbn Abdilberr'in beyânına göre Ebû Akü (radıyallahü anh) sâ’ kuru hurma getirerek odanın içine boşaltmış, bunu gören münafıklar gülüşerek: «Allah, Ebû Akîl'in sâ' ından ganîdir.» demişler. Çerir'in rivâyetine nazaran Hazret-i Ebi Akil: bir iki sâ' kuru hurma mukaabilinde çalıştım. Birini aileme götürdüm, diğerini ibâdet olmak üzere Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e getirirdim. Ona vararak sadaka getirdiğimi haber verince: sadakayı, sadaka matlarının yanına dök.) buyurdular. Derken münafıklar alay ettiler. Ve: (elbette, Allah bu fakirin sadakasından müstağnidir) dediler. Bunun üzerine: gönülleri ile sadaka veren mü'minleri alaya alanlar yok mu...) âyet-i kerimesi nâzil oldu. bâbda vârid olan bir çok hadîslerden anlaşılıyor ki: Sadaka getirenlerin sayısı yalnız iki zâta münhasır değildir. buradaki hadîste Hazret-i Ebû Akîl'in yarım sâ'; zekât hadisinde ise bir zâtın bir sâ'; tesadduk ettiğine bakarak bunların ayrı ayrı kimseler olmaları ihtimâli üzerinde durmuştur. ismi zikredilemeyen bir zât daha vardır. Onun hakkında: «Çok şey tesadduk etti.» denilmiştir. bu zâtın Abdurrahmân b. Avf radıyallahü anh) olduğunu söylemiştir. Hazret-i Abdurrahmân dört yahut sekizbin dirhem sadaka getirmiştir ki bu miktar o günkü malının yansı olduğu söylenir. o gün Âsim b. Adıyy (radıyallahü anh) yüz ölçek kuru hurma tesadduk etmiştir. Ahmed b. Hanbel'in hadîsde Hazret-i Abdurrahmân b. Avf'ın Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e 40 okiyye sadaka getirdiği, Ensâr'dan bir zâtın da bir sâ' yiyecekle geldiği; bunu gören bâzı münafıkların: «Vallahi Abdurrahmân bunu riya için getirdi.» dedikleri, yiyecek getiren zât için de: «Allah ve Resûlü bu bir sâ'dan müstağnidirler.» diyerek alay ettikleri bildirilmektedir. şerif Müslümanları sadakaya itinâ göstermeye, verecek bir şey bulamadıkları zaman ücretle çalışmak gibi mubah sebeplerle sadaka vermenin yolunu aramaya teşvik etmektedir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Ücretle Yük Taşıyarak Sadaka Vermek Ve Sadaka Veren Kimseyi Az Verdi Diye Küçümsemekten Şiddetle Nehi Bâbı
2404-)
Bize Züheyr b. Harb rivâyet etti. ki): Bize Süfyân b. Uyeyne, Ebû'z - Binâd'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre' den merfûan rivâyet etti ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)? edin! Sabahleyin bir kap, akşamleyin bir kap süt veren bir deveyi meniha olarak bir aileye veren bir kimse için bunun sevabı pek büyük olur.» buyurmuşlar.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Menihanın Fazileti Bâbı
2405-)
Bana Muhammed b. Ahmed b. Ebî Halef rivâyet etti. ki): Bize Zekeriyyâ b. Adîyy rivâyet etti. ki): Bize Ubeydullah b. Amr, Zeyd'den, o da Adîyy b. Sâbit'ten, o da Ebû Hâzim'den, o da Ebû Hüreyreden, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen haber verdi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) nehîy buyurarak bâzı hasletler söylemiş ve: kim meniha olarak birine sağmal bir hayvan verirse, o hayvanın sabah öğünü de, akşam Öğünü de bir sadaka olur.» buyurmuşlar. hadîsi Buhârî «Hibe» bahsinde tahric etmiştir. Lügatte; atîyye, bahşiş ma'nâsınadır. Şeriat ıstılahında ise: Bir kimseye bir müddet sütünden istifâde ederek sonra sahibine iade şartîle verilen sağmal deve veya koyundur. Bir müddet yününden veya yapağından istifâde için verilen hayvan) dahi menîhadır. Kazzâz'in beyânına, göre meniha ancak koyunla deveden olur. Bu bâbda Ebû Ubeyd şunları söylemiştir: menîha iki surette yapılır: Birinci surete göre: meniha, bir kimsenin dostuna hediyye vermesidir; verilen mal o şahsın olur. surete göre: Bir deve veya koyunu yün ve sütünden bir müddet istifâde ettikten sonra tekrar sahibine iade şartîle emaneten vermektir. Lügat ulemâsının beyânlarına göre «menîha» kelimesi «minha» şeklinde dahi okunabilir, ve hayvanda olduğu gibi meyve sâirede de yapılabilir. sahih bir rivâyette Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Hazret-i Ummî Eymen'e bir hurmalığı menîha olarak verdiği beyân olunmuştur cümlesi «Bu deve sabahleyin tas dolusu süt vererek gider; akşamleyin de tas dolusu süt vererek gelir.» yani «akşam sabah büyük tas dolusu süt verir.» mânâsına menîhayı metheden bir sıfat cümlesidir. Büyük tas, demektir. İki kişiyi doyuracak kaptır. Sabahleyin sağılan süt: Akşamleyin sağılan süt, demektir. Iyâz’ın beyânına göre bu iki kelime «Sadaka»1 dan bedel olmak üzere mecrûr okunurlar. Zarf olmak üzere mansûb okunmaları da caizdir. şerif, menihanın faziletine delildir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Menihanın Fazileti Bâbı
2406-)
Bize Amru'n-Nâkıd rivâyet etti. ki): Bize Süfyân b. Uyeyne, Ebû'z - Zinâd'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen rivâyet etti. Amr şöyle dedi: Bize Süfyân b. Uyeyne de rivâyet etti. ki): İbn Cüreyc Hasan b. Müslim'den, o da Tâvûs'dan, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen rivâyet ettiğini söyledi. Efendimiz şöyle buyurmuşlar: edenle, sadaka verenin misâli üzerinde memelerinden köprücük kemiklerine kadar İki cübbe yahut İki zırh bulunan bir adamın misâli gibidir. İnfâk eden öteki râvî: Sadaka veren istediği vakit; demiş. Sadaka vermek İstedimi cübbesi bedenini kaplar. Yahut üzerine yayılır. Cimri olan kimse infâk etmek istedimi cübbesi büzülür ve her halkası yerini alır. O derecede ki: parmak uçlarını kaplar ve izini örter.» Hüreyre: «Cübbeyi genişletmeye çalışır, ama genişletmez, demek istiyor.» demiş.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Cömert İle Bahilin Misali Bâbı
2407-)
Bana, Süleyman b. Ubeydillâh Ebû Eyyûb El - Gaylânî rivâyet etti. ki): Bize Ebû Âmir yani El - Akadî rivâyet etti. ki): Bize İbrahim b. Nâfi', Hasen b. Müslim'den, o da Tâvûs'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti. Ebû Hüreyre şöyle dedi: (sallallahü aleyhi ve sellem) cimri ile cömerti üzerlerinde demirden zırhlar bulunan ve elleri memeleri ile köprücük kemiklerine doğru sıkıştırılan fki adamla temsil buyurdu. Cömert her sadaka verdikçe zırhı genişler; o derece ki: Parmak uçlarını bile kaplar; izini de örter. Cimri bir sadaka vermek istedimi zırhı büzülür ve herhalkasi yerini alır.» Hüreyre! «Ben, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’i parmağını yakasına sokarak işaret ederken gördüm. Onun zırhını genişletmeye çalışıp, zırhın genişlemediğini bir görseydin (şaşar kalırdın.)» demiş.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Cömert İle Bahilin Misali Bâbı
2408-)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivâyet etti. ki): Bize Ahmed b. İshâk el - Hadramî, Cüheyb'den rivâyet etti. ki): Bize Abdullah b. Tâvûs, babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti. Ebû Hüreyre şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): île cömertin misâli, üzerlerinde demirden zırhlar bulunan iki adamın misâli gibidir. Cömert olan, bir sadaka vermek İstedimi cübbesi izini örtecek derecede genişler. Bahil, bir sadaka vermek istedimi cübbesi büzülür de, elleri köprücük kemiklerine yapışır. Ve her halka, Yanındaki halkaya sıkışır.» buyurdular. müteakip: Ben, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’i: genişletmeğe çalışır amma genişletemez...» buyururken işittim. hadîsi Buhârî «Zekât», «Libâs» ve «Cihâd» bahislerinde; ve Nesâî dahi «Zekât» bahsinde muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir. İyâz’ın beyânına göre hadîsin birinci rivâyetinde râvilerin vehimlerinden neş'et eden bir çok tashîf, tahrif, takdim ve te'hîrler vardır. Hadîsin doğru şekli, sonraki rivâyetlerinden anlaşılmaktadır. Meselâ birinci rivâyette «Münfık ile mütesaddık...» denilmiştir; bu hatâdır. Doğrusu: «Mütasaddık ile bahîl...»'dir. bu rivâyette «Bir adamın misâli gibidir.» denilmiştir. Doğrusu «iki adamın misâli»'dir. rivâyette «İki zırh yahut iki cübbe.» denilmiştir. Doğrusu seksiz olarak «İki zırh...»dır. Nitekim sonraki rivâyetler bu şekildedir. Zırh demektir. Bu rnânâ nefs-i hadîste halkalarından bahsedilmek suretiyle beyân buyurulmuştur. bütün nüshalarında «Merrat» kelimesi zikredilmektedir. Ulemâ bunun da hatâ olduğunu söylemişlerdir. Doğrusu «müddetedir ve «sebeğat» gibi o da kapladı mânâsına gelir. Nitekim ikinci rivâyette bunun yerine «inbisât» kelimesi kullanılmıştır. Maamâfih «merrat» kelimesi dahi ayni mânâya kullanılabilir. Bu kelimeyi Buhârî «Mâdet» şeklinde rivâyet etmiştir. Meyletti, demektir. kelimenin bâzı rivâyetlerde «Mâret» yani: «aktı», yayıldı» şeklinde zaptedildiği görülmüştür. ilk rivâyetteki «Cübbesi büzülür ve her halkası yerini alır. O derecede ki: Parmak uçlarını kaplar ve izini örter.» ifâdesi hakkında Kâdi Iyâz şunları söylemiştir: «Bu sözde çok bozukluk vardır. Zira (parmak uçlarını kaplar ve izini örter.) sözü cimri hakkında değil, cömert için vârid olmuştur. Bu söz cimrinin zıddını tavsif etmektedir. Cimrinin vasfı (Her halka yerine sıkışır.) ve (Zırhı genişletmeğe çalışır ama genişlemez.) sözleri ile ifâde buyurulmuş-tur. Râvî cimriyi, cömertin sıfatları ile vasfetmiş, bu suretle söz bozularak tenakuz vukü bulmuştur. Bâzı rivâyetlerde (Tücinnu) yerine (Tahhüzzü siyâbehû) (Elbisesini parçalıyor.) denilmiştir. Bu da bir vehimdir. Doğrusu: Cumhûr'un rivâyet ettiği şekilde (Tücinnu)'dur. Tücinnu: Örtünür demektir. (Siyâbehû) kelimesi dahi vehimdir. Doğrusu (Benânehû)'dur. Cumhûr'un rivâyeti budur. Nitekim ikinci rivâyette bunun yerine (Enâmilehû) denilmiştir. Benân ile enâmil: Parmak uçları, demektir.» «Râvi Amr’in bu şekildeki rivâyetinin sahîh olması ihtimâli vardır. Bu takdirde hadisde mahzûf vardır. Ve şöyle takdir edilir: Sadaka veren cömert ile cimrinin msiâli: Üzerlerinde cübbe veya zırh bulunan iki adamın misâli gibidir. Cümleden cimrinin hazfedilmesi, tezat suretiyle cömertte bu mânâ anlaşıldığı içindir. Nitekim Allahü teâlâ hazretlerinim. "Sizi sıcaktan koruyacak gömlekler giyersiniz" Sûre âyet-i kerimesi de bu kabildendir. Yani sizi sıcak ve soğuktan koruyan gömlekler manasınadır. Sıcak kelimesinden tezat tarikiyle soğuk da anlaşılacağı için âyetten soğuk kelimesi hazf edilmiştir. (Mütesaddık) kelimesi bâzı esâs nüshalarda (Mussaddık) şeklinde zapt edilmiştir. Bunların ikisi de doğrudur. (Racül) kelimesine gelince; Bütün esâs nüshalarda burada olduğu gibi müfred sîgası ile rivâyet edilmişse de. bunun bâzı râvîler tarafından değiştirildiği anlaşılıyor. Doğrusu (Racûleyin)'dir.» diyor. sahibinin izini örtmesi bir temsildir. Bununla sadakanın malı arttıracağı, cimriliğin ise azaltılacağı anlatılmak istenilmiştir. bu cümlenin, cömertlikle bahilliğin çokluğunu temsil ettiğini söylerler. Zîrâ cömert olan bir kimse sadaka verirken eli açılır ve yayılır. O, buna alışır. Bahîl ise elini yumar; bu da onun için bir âdet olur. Bazıları «izini örter.» cümlesini -günahlarını yok eder.» mânâsına almışlardır. giydiği zırhın halkalarının büzülmesini ve her halkanın yerini almasını dahi kıyâmet gününde bu zırhla dağlanacaktır şeklinde tefsir etmişlerdir. Nevevî bu tefsiri beğenmemiş, hadîsin bir temsilden ibaret olduğunu, kıyâmette vukûbulacak şeyleri haber vermediğini söylemiştir. göre cömertle cimri hakkındaki bu temsilin hikmeti Teâlâ Hazretlerinin cömerti verdiği sadaka sebebiyle hem dünyâda hem âhirette affedeceğini, verdiği sadakaların bir zırh gibi kusurlarını örteceğini cimrinin ise dar bir cübbe giyerek avret mahalli açıkta kalmış gibi dünyâda da âhirette de kusurlarının açıkta kalacağını beyândır. hususta daha başka mütâlâa yürütenler de olmuştur, rivâyette Hazret-i Ebû Hüreyre’ nin: «Cübbeyi genişletmeye çalışır ama genişlemez.» sözü yeknazârda müdrec gibi görünürse de, hakikatta müdrec değil, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in hadisindendir. Nitekim ikinci rivâyette: cübbeyi genişletmeye nasıl çalıştığını fakat cübbenin genişlemediğini bir görseydin, şaşar kalırdın.» demesi bunu gösterir. kalırdın...» cümlesi, şartın cevâbıdır. Ve anlaşılacağı için hafzedilmiştir. Bu cümleyi temenni mânâsına anlamak da mümkündür. Bu takdirde mânâ şöyle olur: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in zırhı nasıl genişletmeye çalıştığını ve zırhın genişlemediğini bir görmeliydin.»
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Cömert İle Bahilin Misali Bâbı
2409-)
Bana Süveyd b. Saîd rivâyet etti. ki): Bana Hafs b. Meysera, Mûsâ b. Ukbeden, o da Ebû'z - Zinâd'dan, o da Arac'dan, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen rivâyet etti. Şöyle buyurmuşlar: adam: Ben, bu gece mutlaka bir sadaka vereceğim; dedi, ve sadakasını çıkararak bir fahişenin eline verdi. Derken halk: bu akşam bir fahişeye sadaka verildi, diye lâf etmeye başladılar. O adam: Yâ Rabbî bir fahişeye sadaka verdiğim için sana hamd olsun. Ben behemahâl bir sadaka (daha) vereceğim; dedi. Ve sadakasını çıkararak bir zenginin eline verdi. (Bu sefer) halk (yine): Bir zengine sadaka verildi; diye lâf etmeye başladılar. Sadaka veren adam: Yâ Rabbî! Bir zengine sadaka verdiğim için sana hamd olsun. Ben elbette bir sadaka (daha) vereceğim; dedi ve sadakasını çıkararak onu bir hırsızın eline verdi. Halk (yine): Bir hırsıza sadaka verildi! diye lâf etmeye başladılar. Bunun üzerine sadaka veren zât: Yâ Rabbî Bir fahişeye, bir zengine ve bir hırsıza sadaka verdiğim için sana hamd olsun; dedi. (rüyasında) ona gelenler oldu ve: «Senin sadakan kabul olundu. Fahişeye gelince: Umulur ki bu sadaka sebebiyle zinasından vazgeçip namuslu olur. Umulur ki: Zengin de İbret alır da, Allah'ın kendine verdiği maldan infâk eder. Ve yine umulur ki: Hırsız da bu sadaka sebebiyle hırsızlığından vazgeçerek namuslu bir adam olur; dediler.» hadîsi Buhari ile Nesâî «Zekat» bahsinde tahric etmişlerdir. vermeyi adayan zâtın ismi malûm değildir. Yalnız İmâm Ahmed b. Hanbe‘in, İbn Lehi'a tarikiyle Arac'dan naklettiği rivâyette bu zâtın Benî İsrail’ den Olduğu büdîrilmiştir. evvelâ bir fahişeye sonra bir zengine, daha sonra hırsıza vermesi kasdii değil, onların hâllerini bilmediğindendir. diline düşerek sadakasını müstahikkına vermediğini anlayınca, yaptığı işten dolayı Allah'a hamdetmiştir. nin beyânına göre: Bundan maksadı ya inkâr yahut teaccübdür. Eğer inkârı kastetmişse mânâ şudur: Bu zât sadakasını müstahikkına vermek istemiştir. Ve yüzde yüz kabul olunacağını ümid ettiği için sözünü yeminle te'kîd etmiştir. Sonradan sadakasının bir fahişe ve bir hırsız eline düştüğünü anlayınca, bunlardan daha kötü hâili olanlara tesaadüf etmediği için Allah'a hamd eylemiştir. gelince: Şaşılacak bir şey görüldüğü zaman Allah'a hamd ederek ta'zîmde bulunmak âdettir. Nitekim bir çok defalar şaşılacak bir hâl görülünce «Sübhânallah» denilir. diyor ki: «Bu zâtın bir fahişeye sadaka verdiği halkın diline düşünce, yaptığı iş'e kendisi de şaşmış ve Allah'a hamdetmiştir. «Alâzâniyetin» sözü mahfuz bir fiile mutaallıktır.» mahfuzun fiilin «Ben sadaka mı verdim?» mânâsına gelen «Etesaddaktu» olduğunu söylemiştir. Aynî' nin beyânına göre Bazıları bu cümlenin mânâsını anlayamamışlardır. şöyle bir suâl hatıra gelebilir: «Hamd-ü sena yalnız iyi şeyler için yapıldığı hâlde bu zât n'için fahişe ve emsaline verdiği sadakadan dolayı Allah'a hamdetmiştir. suâlin cevâbını Kirmânî vermiş ve: «Sana hamd ederim... demek: Fahişeye verilen sadakadan dolayı hamd bana değil sanadır yâ Rabbî« Çünkü bu iş benim değil, senin irâdenle olmuştur, demektir. Allah'ın her irâdesi güzeldir hattâ kâfirlere nzık vermeyi irâde buyurması bile güzeldir.» demiştir. veren zâta kimin geldiği bildirilmemiştir. Ayni' nin beyânına göre o, bunu ya rüyasında görmüş, yâ bir melek veya başka biri tarafından kendisine nida edilmiş yahut zamanın Peygamberi tarafından haber verilmiştir. Bir âlimin fetvası olmak ihtimâli de vardır. Nuaym’ın «Müstahrec»'inde tahric ettiği rivâyette: «Söylentiler o zâtın fenasına gitti. Derken rüyasında, kendisine gelenler oldu ve: Allah Azze ve Çelişenin sadakanı kabul etti; denildi.» buyurularak hadisenin rüya hâlinde geçtiğine işaret olunmuştur. nin rivâyetinde dahi rüya hâlinde geçtiği zikredilmiştir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Sadaka, Müstahıkkinin Eline Geçmese Bile Veren Îçin Ecir Saabit Olacağı Bâbı
2410-)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Amir El-Eş'arî, İbn Nümeyr ve Ebû Küreyb hep birden Ebû Üsâme'den rivâyet ettiler, Ebû Âmir dedi ki: Bize Ebû Üsâme rivâyet etti. ki): Bize Büreyd, Dedesi Ebû Bürde'den, o da Ebû Mûsa'dan, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen rivâyet etti. Şöyle buyurmuşlar; ki aldığı emri infaz eden —Ebû Mûsâ: Galiba veren, buyurdu; demiş.—; gönü! hoşluğu ile tastamam veren ve teslimine me'mûr olduğu şahsa teslim eden emniyetli müslüman vekîl-i hare iki sadaka verenin biridir.» hadîsi Buhârî «Zekât» bahsinin bir iki yerinde tahric etmiştir. Vekîl-i hare yani bir kimsenin işlerine bakan, onun nâmına İcâb eden yerlere para veren kimsedir. ve bundan sonraki hadislerden murâd: Allah'a tâat hususunda bir kimseye ortak olan asıl sevapta da ortak olur, demektir. Yani birine verilen sevap, ötekine de verilir. Bundan, verilen sevapların biribirine müsavi olması îcâb etmez. Birinin sevabı ötekinden daha çok olabilir. Fakat verilen sevabın aslında müsavidirler. Meselâ mal sahibi vekîl-i harcına yüz lira vererek: «Şu parayı kapıdaki fakire ver.» dese, mal sahibinin sevabı vekil-i harcın kinden daha çok olur. Fakat bir parça ekmeği»veyâ bir salkım üzüm gibi fazla kıymeti ol-mıyan bir şey'i uzak mesafedeki bir fakire gönderirse, bu sefer vekîl-i harcın sevabı mal sahibininkinden daha çok olur. Zira uzak yere gidip gelme ücreti, ekmek veya üzümün kıymetinden fazla tutar. Bazen her ikisinin sevapları müsavi olur. Meselâ gönderilen ekmekle gidip gelme ücreti müsavî olduklarında hâl böyledir. harcın müslüman, emniyetli, me'mûr olduğu işi gönül hoşluğu ile tastamam İfâsı şart kabilinden vasıflardır. Sevap kazanmak isteyne vekîl-i karcın bu şartlara riâyet etmesi gerekir. ki mezkûr şartlara riâyet eden vekil-i hare sevap hususunda efendisi ile ortaktır. Iyâz vekil-i harem sevabın azlığı ve çokluğu hususunda da mal sahibine ortak olabileceğine işaret etmiş ve: «Çünkü sevap Allahü teâlâ'nın bir fazlıdır. Allah, onu dilediğine verir. Böyle peyler kıyâsla anlaşılamaz. Sevap amellere göre de değildir. O, sırf, bir fazl-ı ilâhidir...» demiştir. birinci kavlin muhtar olduğunu söylemektedir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Emniyetli Vekil-i Harcın Ve Kocasının Sarahaten Yahut Örfen İzniyle Onun Malından Zararsızca Sadaka Veren Kadının Ecri Bâbı
2411-)
Bize Yahya b. Yahya ile Züheyr b. Harb re İshâk b. İbrahim toptan Cerîr'den rivâyet ettiler. Yahya ki): Bize Cerir, Mansûr'dan, o da Şakîk'den, o da Mesrûk'dan, o da Âişe'den naklen haber verdi. Âişe şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) «Kadın zarar vermeksizin evinin yiyeceğinden infak ederse, infâki sebebiyle kendisine; malı kazanması sebebiyle de kocasına ecir verilir. Vekîl-i harc için de bunun gibi ecir vardır. Bunlar birbirlerinin ecirlerinden hiç bir şey azaltmazlar.» buyurdu.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Emniyetli Vekil-i Harcın Ve Kocasının Sarahaten Yahut Örfen İzniyle Onun Malından Zararsızca Sadaka Veren Kadının Ecri Bâbı
2412-)
Bize, bu hadîsi İbn Ebî Ömer de rivâyet etti. ki): Bize Fudayl b. Iyâz, Mansûr'dan bu isnâdla rivâyet etti. (Yalnız o): «Kocasının yiyeceğinden.» demiştir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Emniyetli Vekil-i Harcın Ve Kocasının Sarahaten Yahut Örfen İzniyle Onun Malından Zararsızca Sadaka Veren Kadının Ecri Bâbı
2413-)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivâyet etti. ki): Bize Ebû Muâviye, A'meş'den, o da Şakîk'den, o da Mesrûk'dan, o da Âişe'den naklen rivâyet etti. Âişe şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kocasının evinden zararsızca infâkta bulunursa, yaptığı in-fâk sebebiyle ecri kendinin; malı kazanması sebebiyle bir misli de kocasının olur. Vekîl-i hare için de bunun misli vardır. (Bunlar) birbirlerinin ecirlerinden hiç bir şey azaltmazlar.» buyurdular.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Emniyetli Vekil-i Harcın Ve Kocasının Sarahaten Yahut Örfen İzniyle Onun Malından Zararsızca Sadaka Veren Kadının Ecri Bâbı
2414-)
Bize, bu hadîsi İbn Nümeyr dahi rivâyet etti. ki): Bize babamla Ebû Muâviye, A'meş'den, bu isnâdla bu hadîsin benzerini rivâyet ettiler. hadîsi Buhârî «Zekât» bahsinin bir iki yerinde ve «Kitâbü'l-Buyû'» da; Ebû Dâvûd ile Tirmizî «Zekât» bahsinde; Nesâî «Işrâtü'n-Nisâ» da; İbn Mâce «Ticârât»'da muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir. onu iki tarîkden tahrîc etmiş. Muhammedü'bnü'l-Müsennâ tarikiyle Hazret-i Âişe' den rivâyet ettikten sonra: «Bu hadis hasendir.» demiştir. İkinci tariki Mahmûd b. Gaylân vasıtasıyla yine Hazret-i Âişe' den rivâyet etmiştir. Mezkûr rivâyet için Tirmizî: «Bu hadîs hasen sahihtir ve birinci tarikten daha sahilidir.» demektedir. şerif, muhtelif lâfızlarla rivâyet olunmuştur. Bunların bâzılarında: «Kadın infâk ederse...» denilmiş; Tirmizî' nin bir rivâyetinde: «Kadın tesadduk ederse...», diğer rivâyetinde: kocasının evinden bir şey verirse...» buyurulmuştur. infâk ettiği şeyin «Evinin yiyeceğinden.» diye kayıtlanması âdeten yiyecek vermek hususunda müsamaha gösterildiği içindir. ve gümüş gibi şeylerin verilmesi âdet olmadığı için kadın onları kocasının izni olmaksızın veremez. birikirlerinin ecirlerinden hiç bir şey azaltmazlar.» cümlesinden murâd: Kadın ve vekîl-i hare amellerine göre kadının kocası ile vekil-i harem efendisi de mallarına göre sevap kazanırlar, birbirlerinin sevaplarını paylaşmak suretiyle azaltmazlar, demektir. diyor ki: «Vekîl-i hare, çırak, köle ve kocası olan kadın tasarruf hususunda mutlaka efendilerinden izin almak mecburiyetindedirler. Hiç bir suretle izin almamışlarsa sevap değil, başkasının malında izni olmadan tasarrufta bulundukları için günâha girerler. İzin iki kısımdır; biri nafaka ve sadaka vermek için sarahaten müsâade etmekle olur. Diğeri örf-ü âdetten anlaşılan izindir. Dilenciye bir parça ekmek vermek gibi örf ve âdet olan ve zevç ile mal sahibinin rızâları yine Örfen bilinen şeyler bu kabildendir. Bu gibi şeyler hususunda zevç ile mal sahibi bir şey söylemeseler bile rizâlan mevcut sayılır. Fakat örf muhtelif olur da, rizâ hususunda şüpheye düşülür yahut zevç ile mal sahibinin cimri oldukları hâllerinden anlaşılır veya şüphe edilirse, kadın kocasının malından hiç bir şey veremediği gibi, köle ve emsalinin dahi efendilerinin malından bir şey vermeleri caiz olamaz. Bu takdirde onların tasarrufları efendilerinin sarahaten iznine bağlıdır... kadının gerekse çırak ve emsalinin âdetten fazla bir şey vermeleri caiz değildir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): evinin yiyeceğinden zararsızca infâkta bulunursa...) sözü ile bu mânâya işaret buyurmuştur.» bundan sonra kadın, köle, vakil-i hare gibi kimselerin kimlere infâkta bulunabileceklerini beyânla: «Nafakadan mu-râd: Mal sahibinin, çocuklarına, hizmetçilerine, işlerine, misafir ve yolcu gibi ziyaretçilerine infâkta bulunmaktır.» demiştir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Emniyetli Vekil-i Harcın Ve Kocasının Sarahaten Yahut Örfen İzniyle Onun Malından Zararsızca Sadaka Veren Kadının Ecri Bâbı
2415-)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile İbn Nümyer ve Züheyr b. Harb, toptan Hafs b. Gıyâs'dan rivâyet ettiler. İbn Nümeyr ki): Bize Hafs, Muhammed b. Zeyd'den, o da Âbî'l-Lahm'ın azatlısı Umeyr'den naklen rivâyet etti. Umeyr Şöyle dedi: Ben, köle idim; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)-. «Efendilerimin mallarından bir şey tesadduk edebilir miyim?» diye sordum; «Evet, ecir de aranızda yarı olur.» buyurdular.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Kölenin, Efendisinin Malından İnfakı Bâbı
2416-)
Bize Kuteybetü'bnu Saîd rivâyet etti. ki): Bize Hatim yani İbn İsmâîl, Yezîd yani İbn Ebî Ubeyd'den rivâyet etti. ki): Ben, Âbi'l-Lâhm'ın azatlısı Umeyr'den dinledim, şöyle dedi: Sahibını bana et doğramamı emretti. Derken yanıma bir fakir geldi, ben de kendisine bu etten yedirdim. Sahibını bunu öğrenince be- ni dövdü. Bunun üzerine ben, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e gelerek hâdiseyi kendisine anlattım. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onu çağırdı ve: «Bunu niçin dövdün?» diye sordu. Sahibim: «Emrim olmaksızın yiyeceğimi başkasına veriyor.» dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) «Sevap ikinize birdendir.» buyurdular. ecir de aranızda yarı olur.» cümlesi hakkında Nevevî (631-676) şunları söylemiştir: «Bu hadis yukarıda geçtiği vecîhle Hazret-i Umeyrin efendisinin razı olacağını bildiği miktarda sadaka vermesi için izin aldığına hamledilmiştir. rivâyet dahi Hazret-i Umeyr'in efendisinin razı olacağını zannettiği bir miktar et verdiğine mahmuldür. Fakat efendisi razı olmamıştır. Binâenaleyh Umeyr için ecir vardır. Çünkü tâat itikaad ettiği bir şey'i tâat niyeti ile yapmıştır. Efendisine de ecir vardır. Zira malı onun nâmına telef edilmiştir.» Müslim sarihlerinden Übbi bu hususta Nevevî'ye itiraz etmiş ve: -Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sözü ile kölenin alel-ıtlâk efendisinin malında tasarrufa hakkı olduğunu bildirmek istememiştir. O, yalnız doğru hareket ettiği anlaşılan bir iş için kölenin dövülmesini doğru bulmamış, bu sebeple sahibini çağırarak kendisini sevap kazanmağa teşvik buyurmuştur.» demiştir. İkinize birdendir.» yani razı olursan bu işten sana da, kölene de sevap vardır; demektir. Aksi takdirde köleye sevap olamaz. Meğer ki Hazret-i Umeyr'in yaptığı gibi te'vîl ederek efendisinin razı olacağına kanâat getirmiş ola...
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Kölenin, Efendisinin Malından İnfakı Bâbı
2417-)
Bize Muhammed b. Râfi' rivâyet etti. ki): Bize Abdürrezzâk rivâyet etti. ki): Bize Ma'mer, Hemmâm b. Münebbih'den naklen rivâyet etti. Hemmâm: Bize Ebû Hüreyre'nin Muhammed Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'den rivâyet ettikleri şunlardır; diyerek bir takım hadisler zikretmiş ezcümle: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında İken onun izni olmaksızın kadın oruç tutmasın, kocası yanında iken onun izni olmaksızın evine girmeye kimseye Ezin vermesin, kocasının emri olmaksızın onun kazancından kadın ne infâk ederse, sevabının yarısı kocasının olur.» buyurdular, dedi. hadîsin ilk cümlesini Buhârî «Nikâh» bahsinde tahric etmiştir. Onun rivâyetinde «Oruç tutmasın» yerine «Oruç tutamaz.» buyurulmuştur. Tirmizî'nin rivâyeti de öyledir. Dâvûd'un rivâyetinde: bir kadın kocası yanında iken Ramazan ayından maada oruç tutmasın. Kocası izin verirse o başka.» buyurulmuştur. Hüreyre hadisini Tirmizî hasen bulmuş; İbn Hibbân ise sahih olduğunu söylemistir. Dâvûd'un rivâyetinden sarahaten anlaşılıyor ki mevzubahis oruç: Nafile oruç'dur. Filhakika kocasının izni olmaksızın yanındaki zevcesi nafile oruç tutamaz. Çünkü kocanın hakkı, nafile oruçdan evvel gelir. Ramazan orucu ise farz olduğu için kocanın iznine muhtaç değildir. Zâten Ramazanda karı koca ikisi de oruç tutmakla mükelleftirler. Bu husus ittifakıdır. Yalnız ramazanın kazası hususunda ihtilâf edilmiş: Bazıları: «Kadın izinsiz ramazan orucunu kaza edemez. Onu Şaban ayma te'hîr eder.» demiş; bir takımları da: Kaza orucu farz olduğu için izine ihtiyâç bulunmadığını, kadının onu izinsiz de tutabileceğini söylemişlerdir. yanında iken...» ifâdesinden murâd: Onun mukim olmasıdır. Zîrâ seferde iken kadın izinsiz oruç tutabilir. îmam «Ulemâmızdan Bazıları kadının izinsiz nafile oruç tutmasının mekruh olduğunu söylemişlerdir. Bununla beraber izinsiz niyetlense orucu sahilidir, tamamlaması gerekir.» demiştir. hadîsin son cümlesini Buhârî «Kitâbu'n-Nafakaat» ile «Kitâbü'l Buyû'» da; Ebû Dâvûd «Zekât» bahsinde tahric etmişlerdir. yanında iken onun izni olmaksızın evine girmeye kimseye izin vermesin...» cümlesi hakkında «Bu cümle kocanın rızâsı bilinmediğine hamledilmiştir. Kadın, kocasının evine girmesine razı olduğunu bildiği kimseleri izinsiz de içeri kabul edebilir.» demiştir. infâk ettiği şey'in yan ecri kocasının olması, infâk ettiği şey aralarında ortak olduğu içindir. göre buradaki yarım ecirden murâd: Mecazî mânâdır. Yani karı koca sevapta müsavidirler. Her birine tam ecir verilecektir, iki kişi oldukları için bir bütünün iki yarımına benzediklerinden sevapları da yarım tâbiri ile ifâde buyurulmuştur. «İhtimâl ki karı ile kocanın ecirleri biribirine denk olduğundan bir bütünün iki parçasına benzetilmiştir.» demişlerdir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Kölenin, Efendisinin Malından İnfakı Bâbı
2418-)
Bana Ebû't Tâhir ile Harmeletü'bnü Yahya Et-Tü-cîbî rivâyet ettiler. Lâfız Ebû Tâlur'indir. Dediler ki: Bize İbn Vehb rivâyet etti. ki): Bana Yûnus, İbn Şihâb'dan, o da Numeyr b. Abdirrahmân'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuşlar: kim Allah yolunda çifte infâkta bulunursa, cennette keydisine: Ey Allah'ın kulu! Şu hayırdır; diye nîdâ olunacak. Namaz kılanlardan ise namaz kapısından, cihâd edenlerden ise cihâd kapısından, sadaka verenlerden ise sadaka kapısından, oruç tutanlardan ise reyyân kapısından çağırılacaktır.» Bekr-i Sıddîk: «Ya Resûlallah! Bir kimsenin bu kapıların hepsinden çağırılmasında bir zarar yoktur. Şu hâlde bir insan bu kapıların hepsinden çağırılacak mı?» diye sormuş; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): Ben, senin de onlardan olmanı ümîd ederim.» buyurmuşlar.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Sadaka İle Hayır İşlerini Bir Araya Getirenler Bâbı
2419-)
Bana Amru'n-Nâkıd île Hasan-ı Hûlvâni ve Abd b. Humeyd rivâyet ettiler. (Dediler ki): Bize Ya'kûb —yani İbn îbrâhîm b. Sa'd— rivâyet etti. ki): Bize babam, Sâlih'den rivâyet etti. H. Abd b. Humeyd de rivâyet etti. ki): Bize Abdürrazzâk rivâyet etti. CDedi ki): Bize, Ma'mer haber verdi. Bu râvîlerin İkisi de Zührî'den, Yûnus'un isnadı ile ve onun hadisi mânâsında rivâyette bulunmuşlardır.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Sadaka İle Hayır İşlerini Bir Araya Getirenler Bâbı
2420-)
Bana Muhammed b. Râfi' rivâyet etti. ki): Bize Muhammed b. Abdillâh b. Zübeyr rivâyet etti. ki): Bize Şeybân rivâyet etti. H. Muhammed b. Hatim dahi rivâyet eyledi. Lâfız onundur. ki): Bize Şebâbe rivâyet etti. ki): Bana şeybân b. Abdir-rahmân, Yâhyâ b. Ebî Kesîr'den, o da Ebû Selemete'bni Abdirrah-mân'dan naklen rivâyet etti. O da Ebû Hüreyre'yi şöyle derken işitmiş: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'. kim Allah yolunda çifte infâkta bulunursa, o kimseyi cennetin bekçileri çağırırlar. Her Bâbın bekçileri: Ey fülân! Buraya buyur! derler.» buyurdu. Bunun üzerine Ebû Bekir: «Ya Resûlallah! îşte helâk olmayacak zât budur.» dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Ben, senin de onlardan olmanı pek ziyâde ümîd ederim.» buyurdular. nida olunacak...» cümlesinden murâd Cennetin kapılandır. Aynî' nin beyânına göre bu kapılar cennetin sekiz kapısından ayrıdırlar. Battal t?-444): «Bir iriü'min ancak bir kapıdan girecektir. Ona bütün kapılardan nida edilmesi ise ikram ve tahyîr içindir. Yani kapıların hangisinden dilerse ondan girmesi hususunda muhayyer bırakılacaktır.» diyor. şerîfdeki «hayır» lâfzı ism-i tafdil değildir. Tenvini de ta'zîm ifâde etmek içindir. Mânâsı: îşte bu, hayırlardan bir hayırdır, demektir. Bâzılarına göre bu kapı senin için başkalarından daha ha-hırlıdır mânâsına gelir. Bu şekilde? ihbarın faydası onun büyüklüğünü beyândır. kapısından çağırılacak, cihâd kapısından çağırılacak...» gibi cümlelerden murâd: Nafile namazları çok kılanlar ve diğer nafile ibâdetleri çok yapanlardır. Aksi taktirde bütün mü'minler ibâdete ehildirler. Fakat burada maksat yalnız farz ibâdetleri ifâ edenler değil, nafileleri çok yaparak imtiyaz kazananlardır. suya kanan demektir. Ulemânın beyânına göre oruç tutanların çağırılacakları cennet kapısına bu isim verilmesi, oruç tutarken susayanların cennette kana kana içeceklerine tembih içindir. kelimesi meşhur rivâyetlerde bu şekilde zaptolunmuştur. Iyâz'la diğer hadis İmâmları başka şeklini zikretmemişlerdir. Bazıları onu «Fül» diye zaptetmişlerse de, birinci rivâyeti daha doğrudur. Iyâz: «Bu kelimenin mânâsı fülân demektir. Ter-hîm yapılmış ve kelimenin i'râbi nakledilmiştir. Bazıları bu kelimenin terhîmsiz olarak fülân mânâsında bir lügat olduğunu söylerler.» diyor. .
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Sadaka İle Hayır İşlerini Bir Araya Getirenler Bâbı
2421-)
Bize İbn Ebî Ömer rivâyet etti. ki): Bize Mervân yani el - Fezârî Yezîd'den —ki İbn Keysân'dır— o da Ebû Hâzim'i Eşcaî'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti. Ebû Hüreyre şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) gün sizden kim oruçlu olarak sabahladı?» diye sordu Ebû Bekir: «Ben» diye cevap verdi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Bu gün sizden kim bir cenaze teşyî' etti?» buyurdu? Ebû Bekir: -Ben» dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) «Bu gün sizden hanginiz bir fakîr doyurdu?» diye sordu; Ebû Bekir: «Ben.» cevâbını verdi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) «Bu gün sizden kim bir hasta dolaştı?» dedi; (yine) Ebû Bekin «Ben.» cevâbını verdi. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) «Bu hasletler kendisinde toplanan hiç bir kimse yoktur ki, cennete girmesin...» buyurdular. diyor ki: «Ulemâdan bir cemaatla tasavvuf erbâbından bir kırfa, bir insanın kendisi için (Ben) demesini kerîh görmüşlerdir. Hattâ ehl-i tasavvuftan Bazıları (Bu kelime sahibine dâima uğursuzluk getirir.) diyerek iblisin (Ben) dediği için Allah'ın lanetine uğradığına işaret etmişlerdir. Delilleri Bâbınıda görülecek Câbir hadîsidir. Mezkûr hadîsde Hazret-i Câbir: Ben, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e geldim, kapıyı çaldığımda: Kim o? dedi; Ben! diye cevâp verdim. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)' Ben, ben; diye diye yanıma çıktı. Gâlibâ bunu kerih gördü.) demektedir. mes'ele bu zevatın zannettikleri gibi değildir. Onlara red cevâbı hususunda Bâbımız hadisi kâfidir. Zira Ebû Bekr-i Sıddîk (radıyallahü anh), Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in huzurunda (Ben) diyerek konuşmuş; kendisine bu bâbda bir şey dememiştir. (Ben) kelimesi Kur'ân-ı Kerîm de ve hadislerde çok varîd olmuştur...»» bu hususta gerek Kur'ânı dan gerekse hadîslerden bir çok misâller getirdikten sonra şunları söylemiştir: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'vn Câbir hadîsinde (Ben) sözünü kerih görmesi beyân icâb eden yerde Câbir (radıyallahü anh) sözünü müphem bıraktığı içindir. Câbir (Ben Câbir' im) deseydi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona bir şey demezdi. gelince Ona lanet buyurulması, kendisine (Ben) dediği için değil; Rabbi Teâlâ'nın emrini alaya alarak (Ben Âdem' den daha hayırlıyım.) dediği içindir.» şerîfde sayılan hasletlerin bir kişide toplanmasından murâd: Günlerden bir gündür. O hasletlerin konuşulduğu gün değildir. (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimizin bu hasletleri kendinde toplayanın cennete gireceğini beyân buyurmaları, o kimse hakkında şehâdettir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Sadaka İle Hayır İşlerini Bir Araya Getirenler Bâbı
2422-)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivâyet etti. ki): Bize Hafs yani İbn Gıyâs, Hişâm'dan, o da Fâtıme binti Münzir'den, o da Esma binti Ebî Bekir (radıyallahü anh)’dan naklen rivâyet etti. Esma' Şöyle dedi: Bana, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): et —yahut dök, yahut ver— cimrilik etme ki Allah da sana rızkını esirgemesin.» buyurdular.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: İnfaka Teşvik Ve Cimriliğin Keraheti Bâbı
2423-)
Bize Amru'n-Nâkıd ile Züheyr b. Harb ve İshâk b. İbrâhîm hep birden Ebû Muâviye'den rivâyet ettiler. Züheyr ki): Bize Muhammed b. Hâzim rivâyet etti. ki): Bize Hişâm b. Urve, Abbâd b. Hamza ile Fâfıme binti Münzir'den, Fâtıme de Esma' dan naklen rivâyet etti. Esma şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): —yahut dök, yahut infâk et— cîmrilik etme ki Allah da sana olan nimetlerini esirgemesin. Malının fazlasını saklama ki Allah da fazl-u keremini senden menetmesin.» buyurdular.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: İnfaka Teşvik Ve Cimriliğin Keraheti Bâbı
2424-)
Bize İbn Nümeyr rivâyet etti. ki): Bize Muhammed b. Bişr rivâyet etti. ki): Bize Hişâm, Abbâd b. Hamza'dan, o da Esmâ'dan naklen rivâyet etti ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine yukarıdakilerin hadîsi gibi beyânda bulunmuş.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: İnfaka Teşvik Ve Cimriliğin Keraheti Bâbı
2425-)
Bana Muhammed b. Hatim İle Hârûn b. Abdillâh rivâyet ettiler. (Dediler ki): Bize Haccâc b. Muhammed rivâyet etti. ki): İbn Cüreyc şunu söyledi: Bana İbn Ebî Müleyke haber verdi, ona da Abbâd b. Abdillâh b. Zübeyr, Esma’ binti Ebi Bekir'den naklen haber vermiş ki, Esma', Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e gelerek: «Yâ Nebiyullah! Zübeyr'in bana getirdiği şeylerden başka hiç bir şeyim yok. Onun bana getirdiklerinden bir parça infâk etsem bana bir günah var mıdır?» demiş, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Gücünün yettiği kadar infâkta bulun. Malının fazlasını saklama ki Allah da sana fazl-u ihsanını kesmesin.» buyurmuşlar. hadîsi Buhârî Kitâbul-Hîbe»'de tahrîc etmiştir. şerif Ebû Dâvûd, Tirmizî Nesâî’ nin «Sahih»'lerinde ide mevcuttur. onun sahih olduğunu söylemiştir. Esma, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in kendisine «Enfikî» mi, yoksa «indahî» veya «infahiy» mi? buyurduğunda şekketmiştir. Bu kelimelerden birincisinin mânâsı: Başkasına nafaka ver; ikincinin mânâsı: Atıyye ve bahşiş ver; demektir. Suyu dökmek, mânâsına gelir. Burada ondan bu mânâ kastedilmiş olması muhtemeldir. dahi: Atıyye ve bahşiş, mânâsına geldiğinden «Nadh»‘ın ondan daha beliğ olmak üzere su döker gibi harcamak mânâsına kullanılmış olması ibareye daha münâsibdir. Bir şey'i hatalı şekilde sayıp dökmektir. Burada ondan murad: Geriye bırakmak ve biriktirmek için saymak, Allah yolunda sarfetmemektir. cümlesinin asıl mânâsı: «Fazla malını biriktirme ki Allah da sana fazlını biriktirmesin.» demekse de, biriktirmenin ve sayıp tutmanın hakikati Allahü teâlâ'ya nisbetle muhal olduğundan -Allah da sana olan nimetlerini esirgemesin.» şeklinde te'vil edilmiştir. bu cümle gerekse müteakip rivâyetteki cümlesi mukaabele ve teçhiz kabilinden mecazdırlar. şeyi kap içinde saklama.» demektir. Burada ondan murâd: Fazla malını muhtaçlara vermeyi esirgeme demektir. Az bir şey vermek, demektir. «Bu hadîsin mânâsı: Tâat hususunda mal sarfına teşvik, malı elinde tutarak cimrilik göstermekten ve malı kapta biriktirmekten nehiydir.» diyor. Esma «Zübeyr'in bana getirdiği şeylerden başka hiç bir şeyim yok.» demekle kocasının kendisine mülk olarak verdiği şeyleri anlatmak istemiştir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ise sadaka vermesini emir buyurmuş, kocasından izin istemesine lüzum görmemiştir. diyor ki: (sallallahü aleyhi ve sellem)’m, Hazret-i Esmâ'ya (Gücünün yettiği kadar infâkta bulun.) buyurması Zübeyr’in razı olacağı miktarda infâk et manasınadır. Bu cümlenin takdiri şudur: Şenin için azar azar infâk hususunda birbirinden farklı mubah olan dereceler vardır. Zübeyr bunların hepsine razı olur. Binâenaleyh sen bu derecelerin en yükseğini yap yahut kendi mülkünden infâkta bulun.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: İnfaka Teşvik Ve Cimriliğin Keraheti Bâbı
2426-)
Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti. ki): Bize Leys b. Sa'd haber verdi. H. Kuteybetü'bnü Saîd de rivâyet etti. ki): Bize Leys Saîd b. Ebî Said'den, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti ki Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): Müslüman kadınları! Sakın bir komşu kadın bir koyun parçasıyla da olsa komşu kadına (hediye ve) sadaka vermeyi hakir görmesin.» buyururlarmış. hadîsi Buhari «Hibe» bahsinin başında tahric etmiştir. Onu Tirmizî dahi rivâyet etmiş ve garib olduğunu söylemiştir. îyâz ibaresini üç vecihle okunduğunu söylemiştir. veçhe göre: «Nisa'» kelimesi mansûb; «Müslimât» da izafetle mecrûrdur. Meşhur olan da bu vecîhdir. «Şarkta bütün üstatlarımızdan bize bu vecîhle rivâyet olundu.» demiştir. Bu veçhe göre terkib, bir şey'i kendi nefsine ve mev-sûfu sıfatına izafet kabîlindendir. Nitekim «Mescidü'l - Camiî» ve «Canibü'l - Garbîyyi» terkipleri de böyledir. Bu izafet Küfe' lilere göre caizdir. Basra ulemâsı ise böyle yerlerde bir mahfuz takdir ederler. Meselâ «Mescidü'l- Camiî» terkibi onlarca «Mescidü'l - Mekâni'l -Camiî» takdiz indedir. Onlara göre bu hadîsteki terkip dahi «Yâ Ni-sâe'l - Enfüsi'l - Müslimâti» takdirindedir. bu terkibin «Yâ FâdılâÜ'l -Müslimâti» takdirinde olduğunu söylemişlerdir. veçhe göre: «Nisa1» ve «Müslimât»'ın ikisi birden meifû okunur. Bu veçhe göre münâdâ mevsûf demektir. «Memleketimiz ulemâsı onu böyle rivâyet ederler.» demiştir. veçhe göre: «Nisa'» kelimesi merfû', «Müslimât»'ın sonu meksûr okunur. Bu taktirde «Müslimât» kelimesi mahallin sıfatı olmak üzere mansûb demektir. Komşu kadın, demektir. yanında bulunmasına bakarak zevcehe de «Cara» denilir. arapların kadının ortağına da kinaye yoluyla «Cara» dediklerini söylerler. «Cara» kelimelerinden murâd: Komşu kadınlardır. nehiy, veren komşuya aittir. Yani bir kadın vereceği sadaka veya hediyeyi az görerek komşusuna vermekten çekinmesin. Az da olsa, o hiç olmamaktan evlâdır; demektir. «Licâratihâ» câr ve mecrûrunun bir mahzûfa mütaallik olduğunu söylemiştir. Ona göre mânâ: «Hiç bir komşu kadın, komşusuna hedive olarak verilen bir şey'i hakir görmesin.» demektir. (sallallahü aleyhi ve sellem)'in: «Bir koyun paçasıyla da olsa...» sözü hediye edilen şeyin azlığını mübalağa suretiyle ifâde etmektedir. Yoksa koyun paçasının hakikati, murâd değildir. Çünkü hediye olarak koyun paçası vermek âdet değildir. Maksat elde olan bir şey'i hediye etmek, onun azlığına çokluğuna bakmamaktır. Zira cömertlik eldeki mevcuda göre olur. nehyin, hediye edilen komşuya râci' olması da ihtimâl dahilindedir. Bu taktirde mânâ «Hiç bir komşu kadın az da olsa kendisine hediye edilen şey'i hakir görmesin.» demek olur.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Az Bir Şey De Olsa Sadaka Vermeye Teşvik Ve Azı Hakir Görerek Vermekten Îmtina Etmemek Gerektiği Bâbı
2427-)
Bana Züheyr b. Harb ile Muhammedü'bnü'l - Müsennâ hep birden Yahye'l – Kattan’dan rivâyet ettiler. Züheyr ki): Bize Yahya b. Saîd, Ubeydullah'dan rivâyet etti. ki): Bana Hubeyd b. Abdirrahmân, Hafs b. Asımdan, o da Ebû Hüreyre’den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen haber verdi; şöyle buyurmuşları sınıf İnsan vardır ki Allah onları kendi (arş'ının) gölgesinden başka hiç bir gölge bulunmayan (kıyâmet) gün (ün)de (arş'ının) gölgesinde gölgelendirecektir. (Bunlar): Âdil hükümdar, Allah'a ibâdet ede ede yetişen genç, kalbi mescidlere bağlı olan kimse, Allah için sevişen, onun için bir yere gelen; onun için biribirinden ayrılan iki kimse, kendisini mevkii sahibi, güzel bir kadın (fenâtiğa) davet ettiği hâlde: Ben Allah'dan korkarım; diyen adam, sol elinin verdiğini sağ eli duymayacak derecede gizli sadaka veren kimse ve tenha bir yerde Allah'ı zikrederek gözleri boşanan kimselerdir.»
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Sadakayı Gizli Vermenin Fazileti Bâbı
2428-)
Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti. ki): Mâlik'e Hubeyd b. Abdirrahmân'dan dinlediğim, onun da Hafs b. Asım'dan, onun da Ebû Saîd-i Hudrî'den yahut Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet ettiği su hadîsi okudum: Ebû Saîd yahut Ebû Hüreyre şunları söylemiş: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)— buyurdu.» Ubeydullah'ın hadisi gibi rivâyette bulunmuş ve «Mescid' den çıktığı vakit tekrar ona dönünceye kadar (kalbi) mescide bağlı olan adam...» demiştir. hadîsi Buhârî «Ezan?» ve «Zekat» bahislerinde, Tirmizî «Zühd»'de, Nesâî «Kaza» ve «Rukaak» bahislerinde muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir. (Yedi) tâbirine «Yedi sınıf insan...» diye mânâ verilmesi, kadınlara da şâmil olsun diyedir. Zîrâ usûl-ü fıkıh ulemâsı şeriatın ahkamının bütün mükelleflere şâmil olduğunu söylemişlerdir. Tahsise delil olmadıkça bir kişiye verilen hüküm bütün mükelleflere verilmiş sayılır. hadîste betahsîs yedi sınıf insan zikredümişse de usûl-ü fıkıh ilmine göre bir şey'i adetle bildirmek, hükmün o adetten mâadasına şâmil olmadığına delâlet etmez, Nitekim Müslim'in rivâyet ettiği bir hadiste: kira borçlu bir fakire mühlet verir yahut alacağını bağışlarsa Allah o kimseyi arş'ının gölgesinden başka gölge bulunmayan kıyâmet gününde arş'ınnı gölgesinde gölgelendirir.» buyurulmuştur. hadiste beyân buyurulan iki haslet Bâbımız hadîslerin-deki hasletlerden başkadır. Bu da gösterir ki bir şey'i adetle bildirmek hükmün o adetten başkasına şumûlü yok mânâsına gelmez. îyâz'ın beyânına göre zillin Allah'a izafesi, mil-kin izafesi kabilindendir. Her zül, Allah'ın milkidir. Fakat Ayni' ye göre buradaki izafet teşrif kabilindendir. Zîrâ başkalarından te-mayyûz ancak bu suretle hâsıl olur. Nitekim yeryüzündeki bütün mescidler Allah'ın nülki olduğu hâlde, teşrif için Kabe' ye: «Beytullah» yani Allah'ın evi, denilmiştir. Bundan maksat: Onun şerefini beyândır. teâlâ hakkında gölgenin hakikatim murâd etmek muhaldir. Çünkü gölge cisimlerin hâssalarındandır. Teâlâ Hazretleri ise bu gibi şeylerden münezzehtir. Allah'ın zillinden murâd: Arş'ın gölge-sidir. Nitekim bir rivâyette: onları arş'ının gölgesinde gölgelendirecektir.» buyurularak bu cihet tasrih olunmuştur. «Allah'ın gölgelendirmesinden murâd: «Onları rahmeti ile örtmesidir.» demişlerdir. Ki, arş'ın gölgesinde gölgelendirmek te bunu istilzam eder. takımları: «Buradaki gölgeden murâd: Tûbâ ağacının yahut cennet'in gölgesidir.» demişlerse de, hadîsimizdeki «Allah'ın arş'ı gölgesinden başka gölge bulunmayan...» ifâdesi bu kavli reddetmektedir. Zira gölge bulunmayan günden murâd: Kıyâmet günüdür. ağacı ile cennetin gölgeleri ise cennetlikler cennete girip yerlerini aldıktan sonra görülecektir. Sonra cennetteki gölgeler oraya giren bütün insanlara âmm ve şâmildir. Hâlbuki Bâbımız hadîsi zikri geçen yedi sınıf insanın sair insanlardan ayrı muamele göreceklerine delâlet etmektedir ki, bu ancak kıyâmette insanlar Rabbü'l-Âlemîn Hazretlerinin huzûr-u mânevisine durdukları, güneşin tepelerine inerek kendilerini kasıp kavurduğu o müthiş günde vukûbula-caktır.' hükümdar hakkında ulemâ birkaç vecıhie beyanâtta bulunmuşlardır. Şöyle ki:
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Sadakayı Gizli Vermenin Fazileti Bâbı
2429-)
Bize Züheyr b. Harb rivâyet etti. ki): Bize Cerir, Umaratü'bnü Ka'kaa'dan, o da Ebû Zür'a'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti. Ebû Hüreyre şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e bir adam gelerek: «Ya Resûlallah! (Sevap ittibârı ile) sadakanın hangisi daha büyüktür?» diye sorduj Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Sağlam, cimri olduğun, fakirlikten korktuğun ve zenginliğe tama' ettiğin hâlde verdiğin sadakadır. (Bu işi), can gırtlağa gelip de filâna şu Kadar, filâna da şu kadar (verilsin) deyinceye kadar geri bırakma. Dikkat et ki (O mal) zâten filânın olmuştur.» buyurdular.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Sadakanın Efdali, Sağlam Olan Cimrinin Sadakası Olduğunu Beyan Bâbı
2430-)
Bize Ebû Bekir b. Ebi Şeybe ile İbnİ Nümeyr rivâyet ettiler. (Dediler ki): Bize İbn Fudayl, Umâra'dan, o da Ebû Zür'a'dan, Bir adam Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e gelerek: o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti. Ebû Hüreyre şöyle dedii «Ya Resûlallah! Sevap ittibârı ile sadakanın hangisi daha büyüktür?- diye sordu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Dikkat et! Babana yemin olsun ki bu suâlin cevâbını alacaksın Sağlam, cimri, fakirlikten korktuğun ve çok yaşamayı umduğun hâlde sadaka vermendir. (Bu işi) can gırtlağa gelip de, filâna (malımdan) şu kadar; filâna da şu kadar (vasiyet ediyorum.) deyinceye kadar geciktirme. O (zaman mal zâten) filânın olmuştur.» buyurdular.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Sadakanın Efdali, Sağlam Olan Cimrinin Sadakası Olduğunu Beyan Bâbı
2431-)
Bize Ebû Kâmil El-Cahderi rivâyet etti. ki): Bize Abdülvâhid rivâyet etti. ki): Bize Umâratü'bnü Ka'kaab' bu isnâdla Cerir'in hadisi gibi rivâyette bulundu. Yalnız O: «Sadakanın hangisi efdaldır?» dedi. hadîsi Buhârî «Kitabü'z - Zekât» ve «Kitâbü'l - Vasâ-yâ»'da Nesâî «Kitâbü'z- Zekât»'da tahrîc etmişlerdir. (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelen zâtın kim olduğu malûm değildir. Bazıları Hazret-i Ebû Zerr olmasını muhtemel görmüşlerdir. Çünkü İmâm Ahmed b. Hanbel'in «Müsned»'inde Hazret-i Ebû Zerr' in «Sadakanın hangisi efdaldır?» diye sorduğu tasrih edilmiştir. dahi Ebû Ümâme' den hadîsi rivâyet etmiştir. Ancak Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ona verdiği cevap buradaki gibi değil, «Malı az olanın cehd ederek verdiği sadakadır.» şeklindedir. sağlam ve mala tama' ettiği hâlde vermesinin efdal oluşu bu hâllerde sadaka vermek nefse güç geldiği içindir. gırtlağa gelmesi'nden murâd: O ânın yaklaşmasıdır. Zîrâ hakikaten can gırtlağa geldiği zaman vasiyet ve şâir tasarruflar sahih değildir. mânâsı şudur: «Sadakanın efdalı hâl-i hayâtında vücûdun sağlam ve mala ihtiyâcm varken verdiğin sadakadır. Çünkü ölüm döşeğinde verdiğin sadaka senin olmaktan çıkmış, malına mirasçılarının hakkı taalluk etmiştir. Ebû Sad' in rivâyet ettiği bir hadîs de bu te'vîli te' yid etmektedir. Mezkûr hadîste: kimsenin hâl-i hayâtında bir dirhem tasadduk etmesi, ölürken yüz dirhem tasadduk etmesinden daha hayırlıdır.» buyurulmuştur. şerif de zikredilen «filân»'larm ikisi kendisine mal vasiyet olunan kimseden üçüncüsü de mirasçıdan kinayedir. Yani: «Iş'i ölürken filân ve filâna şu kadar mal vasiyet ediyorum, demeye bırakma. Çünkü o mal o anda filân mirasçının olmuştur.» demektir. Mirasçı isterse o vasiyeti iptal eder. Ebû'd -Derda’ dan rivâyet olunan bir hadîste: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): köle azâd eden bir kimsenin hâil, doyduktan sonra hediye verene benzer;» buyurdu, denilmektedir. b. Mihrân, Hişâm'ın zevcesi Rukiyye'nin vefat ettiğini ve ölürken bütün kölelerini azâd ettiğini duyunca: «Bunlar mallan hususunda Allah'a iki defa isyan ediyorlar. Bir kere cimrilik edip, mallarının sadakasını vermiyorlar, sonra malları başkasının oldumu, o malları israf ediyorlar.» demiş. diyor ki: «Bu hadîs, hastalığın insanın malından bir kısmını elinden aldığına ve hastalık anında yapılan sehâvetin cimrilik lekesini gidermediğine delildir. Onun içindir ki Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) sadaka veren kimsenin bedeni sağlam, mala düşkün olmasını şart kılmıştır. Zîrâ böylesi çok yaşacağım ümidiyle sadaka verirken, malım gidiyor diye kalbinde bir te'sîr ve elem duyar; fakir kalıyorum diye korkar.» dilediği takdirde vasiyeti bozması mutlak değildir, yapılan vasiyet malın üçte birinden fazla olduğu taktirdedir. Çünkü ölüm döşeğinde yapılan vasiyet malın üçte birinden tenzif edilir. «O mal vasiyet olunan kimsenin üzerine mahkeme karâriyle tescil edilmeden önce bozabilir.» diyenler de olmuştur. şöyle bir suâl hatıra gelebilir: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Allah'tan başkasına yemin etmeyi nehî buyurduğu hâlde acep neden burada muhatabının babasına yemin etmiştir?» suâli İmâm Nevevî şöyle cevaplandırmıştır: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kasten Allah'dan başkasına yemîn etmeyi nehip buyurmuştur-. Bu hadîsteki lâfız ise kasıtsız olarak ağzından çıkıvermiştir. Binâenaleyh yemin değildir. Bu gibi sözler memnu değildirler.»
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Sadakanın Efdali, Sağlam Olan Cimrinin Sadakası Olduğunu Beyan Bâbı
2432-)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd, Mâlik b. Enes'den, ona okunanlar meyânında Nâfi'den, o da Abdullah b. Ömer'den naklen rivâyette bulundu ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) minber üzerinde sadakayı ve dilenmekten nezîh kalmayı anlatırken: el, alçak elden daha hayırlıdır. Yüksek elden murâd: Veren; alçak'tan murâd da: Dilenen eldir.» buyurmuşlar. hadîsi Buhârî «Zekât» bahsinde tahrîc etmiştir. şerif Ebû Dâvûd ile Nesâî' nin «Sahih»' lerinde dahi mevcuttur. iki tarîki vardır. Birinci tarîkinde Ebû Nu'mân'dan, ikinci tarikinde Abdullah b. Mesleme' den rivâyet olunmuştur. tariklerde «Münfika» yerine «Müteaffife» denilmiştir. «Ebû Dâvûd onu bu şekilde rivâyet etmiştir.» demişse de, Aynî bu bu sözü hatalı bulmaktadır. Çünkü Ebû Dâvûd, hadîsi İmâm Mâlik' den, o da Nâfi'den, o da İbn Ömer' den naklen «Münfika» lâfzı ile tahric ettikten sonra: Eyyûb'un, Nâfi'den rivâyeti ihtilaflıdır. Abdül vâris demişse de, ekseri râviler Hammâd b. Zeyd' den, o da Eyyûb'dan naklen şeklinde rivâyet etmişlerdir. Bir tanesi «Müteaffiye» tâbirini kullanmıştır.» demiştir. «El-Maâlim» nâm eserinde «Müteaffife» rivâyetini tercih etmiş ve: «Bu rivâyet daha muvafık; mânâ ittibârı ile daha sahihtir. Çünkü İbn Ömer bu hadîste sadakayı anlatırken teaffüf kelimesini kullanmıştır...» demiştir. Abdilberr ise «Et-Temhîd» adlı eserinde «Münfika» rivâyetini tercih etmiş, onun evlâ ve sevaba daha yakın olduğunu bildirmiştir. Buhari Müslim' deki rivâyeti dahi «Münfika» şeklindedir. Nevevî bu rivâyetin sahih olduğunu söyledikten sonra: «Her iki rivâyetin sahih olması da muhtemeldir. Zîrâ «Münfika» kelimesi mâ'nâ i'tibârı ile «Sâile»'den: A'lâ olduğu için «Müteaffife» dahi «Sâile»'den â'lâdır.» demiştir. Cumhûr'a göre yüksek elden murâd: Sadaka veren eldir. Bazıları yüksek el sadaka alan, alçak el sadaka vermeyendir, demişlerdir. (sallallahü aleyhi ve sellem) bu hadîsleri ile zengini sadaka vermeye, fakiri de dilenmekten nezih davranmaya teşvik buyurmakta ve dilenmeyi zemmetmektedir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Yüksek Elin, Alçak Elden Daha Hayırlı; Yüksek Elden Murad: Veren El, Alçak Elden Murad: Alan El Olduğunu Beyan Bâbı
2433-)
Bize Muhammed b. Beşşâr ile Muhammed b. Hatim ve Ahmed b. Abde toptan Yahya El - Kattan dan rivâyet ettiler. İbn Beşşâr ki): Bize Yahya rivâyet etti. ki): Bize Amr b. Osman rivâyet etti ki): Ben, Mûsâ b. Talhâ'yı rivâyet ederken dinledim, ona da Hakim b. Hizam rivâyet etmiş ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuşlar: efdalı —yahut sadakanın en hayırlısı—, geriye artan maldan verilendir. Yüksek el, alçak etden daha hayırlıdır. Sen (sadakaya) nafakasını vermekte olduğun kimselerden başla.» hadîsi Buhârî -Zekât- bahsinde bir iki yerde muhtelif râvîlerden tahrîc ettiği gibi;; ; Nesâî dahi ayni bahiste rivâyet etmiştir. nin Hakim b. Hizam rivâyetinde hadîsin sonunda: kim afif olmak İsterse, Allah onu afif kılar; ganî olmak İsterse Allah ganî kılar.» cümlesi de vardır. da işaret ettiğimiz gibi cumhûr- ulemâya göre yüksek elden murâd: Sadaka veren; alçak elden murâd da: Dilenen el'dir. bâbda İbnü'l-Arabi' den muhtelif kaviller rivâyet olunur. kavle göre: Yüksek elden murâd: sadaka veren el'dir. kavle göre: Yüksel el: alanın elidir. kavle göre: Yüksek el- iffetli el, demektir. kavle göre: Yüksek el'den murâd: Allah'ın yed-i kudret-i dir. Ondan sonra sadaka verenin eli gelir. Alçak el ise dilencinin elidir. îyâz, ulemâdan bâzılarının: «Yüksek el, alanın eli; alçak el de: Sadaka vermeyen eldir.» dediklerini rivâyet etmiştir. «Buradaki elden murâd: nimettir.» demişlerdir. Bu taktirde hadisin mânâsı: «Çok sadaka vermek, az vermekten daha hayırlıdır.» demek olur ki, en kısa sözlerle iyi ahlâka teşvik ifâde eder. şerif muhtelif lâfızlarla rivâyet olunmuştur. Taberâni'nin rivâyetinde: cemâat! bilmiş olun ki üç kısım el vardır. Bunların en yükseği Allah'ın yed-i kudreti, ortası: sadaka verenin eli; en aşağısı da: Sadaka alanın elidir. Binânaleyh siz arka ile odun satmak suretiyle olsun iffet ve nezâhet gösterin. Dikkat edin tebliğ ettim mi?» buyurulmuştur. diyor ki: «Şeyhimiz Zeynüddîn (rahimehüllah): Doğrusu yüksek elden murâd: Veren eldir. Nitekim sahih hadisler de buna şahittir; demiştir.» vermekte olduğun kimselerden başta...» cümlesinden murâd: Aile efradı ile köle, hizmetçi vb. gibi nafakası bir kimseye farz olan kimselerdir. Nafakadan murâd da: yiyecek, giyecek ve meskendir. cihet: Nesâî'nin Târık-ı Muharibi tarikiyle rivâyet ettiği şu hadîs pek güzel îzah etmektedir. Hazret-i Târik ki: « Medîne'ye geldik: bir de baktık Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) minber üzerinde cemaata hutbe okuyor. (Hutbesinde): «Verenin eli: yüksek eldir. Sen infâka geçindirdiklerinden yani annenden, babandan, kız kardeşinden ve kardeşinden başla. Sonra daha aşağı doğru in; buyurdular.» Nesâî’nin İbn Aclân tarikiyle Hazret-i Ebû Hüreyre'den rivâyet ettiği bir hadîste Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Sadaka verin.» buyurdu. adam: «Yâ Resûlallah! Bende bir altın var.» dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Sen onu kendine tesadduk et!» buyurdu. O zâtı Bende bir altın daha var.» dedi Efendimiz: «Onu zevcene tesadduk eyle!» buyurdu. O zât: -Bende bir altın daha var.» dedi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) «Onu çocuklarına tesadduk et!» buyurdu. O zât: «Bende bir altın daha var.» dedi. Resûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) «Onu da hizmetçine tesadduk et!» buyurdu. O zât (tekrar): «Ben de bir altın daha var.» dedi. Resûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem): «Onu da artık sen bilirsin! buyurdular.» denilmektedir. hadisi İbn Hibbân «Sahih»'inde aynen rivâyet etmiş; Hâkim ise çocukları zevceden evvel zikrey lemistir. (319 - 388) diyor ki: «Hadîsteki bu tertibi düşünürsen Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in evlâ ve daha yakın olanı ilk plâna aldığım görürsün. Karşısındaki zâta nafaka hususunda kendinden başlamasını, sonra çocuklarına geçmesini emrediyor. Çünkü evlâdı kendi cüz'ü mesabesindedir. Ona bakmazsa helâk olur. Ve infâk hususunda onun yerini tutacak kimse bulamaz. Zevceyi üçüncü dereceye bırakmışdır. Zira zevcesine verecek nafaka bulamazsa araları ayrılır. Ve kocası yahut yakın akrabağsı tarafından nafakası verilir. Daha sonra hizmetçiyi zikretmiştir. Çünkü nafakasını veremezse köle satılır.» «Er-Ravda» nâm eserinde beyân ettiği vecihle ashâb-ı kirâm zevcenin çocuklar üzerine takdimine ittifâk etmişlerdir. Zevcenin nafakası çocukların nafakasından daha müekked olarak farzdır. Çünkü zamanla veya fakirlik sebebiyle sakıt olmaz. Bir de zevcenin nafakası ivez olarak farzdır. Çocukların nafakası ise büyüdükleri ve nafakalarım kendileri te'mîn etmeğe başladıkları zaman babalarından sakıt olur. rivâyetlerin bâzılarında çocuklar zevceden evvel, bâzılarında zevce çocuklardan evvel zikredilmiştir. hâl karşısında ulemâ tercih cihetine gitmiş, hadisleri tetkikten geçirdikten sonra çocukların evvel zikredildiği rivâyeti tercih etmişlerdir. Nevevî' nin sözüne itirazla: «Nasıl oluyor da Nevevî zevceyi çocukların üzerine takdim edebiliyor! Hâlbuki babanın bir cüz'ü mesabesindedir. Zevce ise ecnebidir. Sonra sözünü ta'lîl ederek (Zevcenin nafakası çocuklarınkinden daha müekketdir. Çünkü zamanla veya fakirlik sebebiyle sakıt olmaz!) diyor. Bu da şaşılacak bir şeydir. Zîrâ zevcenin nafakası hadd-i zâtında bir sile yani teberrüdur. Sile kabilinden olan şeyler sükûtu kabul eder. Evlâdın nafakası ise kat'î bir farzdır. Hiç bir şeyle sakıt olmaz.» diyor. Hakim b. Hizam, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in «Sadakanın eidalı» mı yoksa «sadakanın en hayırlısı» mı buyurduğunda şekketmiştir, gmâ» tâbirinden murâd: İhtiyâçtan artan fazlalıktır. Cümlenin takdiri şöyledir: Sadakanın en hayırlısı ihtiyâçtan artan maldan verilenidir. diyor ki: «Bu suretle verilen sadakanın bütün malını vermekten daha faziletli olması bütün malını tesadduk edenler ekseriya sonradan pişman oldukları içindir. Yahut muhtaç kaldıkları zaman pişman olur; (keski hepsini vermeseydim) derler. Malının fazlasından sadaka veren ise hiç bir zaman pişman olmaz. Bil'akis verdiğine sevinir. Ulemâ bir kimsenin bütün malım tesadduk etmesi hususunda ihtilâf etmişlerdir. Bizim (yani Şâfiîlerin) mezhebimize göre borcu ve çoluğu çocuğu olmayan bir kimsenin fakirliğe ve sabır ve tahammül göstermesi şartıyla bütün malını tesadduk etmesi müstehabdır. Bu şartlar kendisinde bulunmayanın tesadduku mekruh olur.» ty âz, cumhûr-u ulemâ' ya göre bir kimsenin bütün malını tesadduk edebileceğini söylemiştir. göre: Malın hepsi sahibine iade edilir. Bu kavil Hazret-i Ömer (radıyallahü anh)'dan rivâyet olunmuştur. ulemâsına göre: Malın üçte biri sadaka olarak tenfiz edilir. Bakîsi sahibine iade olunur. olarak verilen miktar, bütün malın yarısından ziyâde ise yarısı kabul edilir; ziyâdesi sahibine iade olunur.» diyenler de vardır. kavil Mekhûl'den rivâyet olunur. Ebû Ca'fe-ri Tahâvi ile Taberî: «Bütün malın tesadduku caiz olmakla beraber, hepsim değil; üçte birini tesadduk etmek müstehabdır.» demişlerdir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Yüksek Elin, Alçak Elden Daha Hayırlı; Yüksek Elden Murad: Veren El, Alçak Elden Murad: Alan El Olduğunu Beyan Bâbı
2434-)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Amru'n - Nâkîd rivâyet ettiler. (Dediler ki): Bize Süfyân, Zührî'den, o da Urvetü'bnü Zübeyr ile Saîd'den, onlar da Hakîm b. Hizâm'dan naklen rivâyet etti. Hakim Şöyle dedi: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den istedim, (istediğimi) verdi. Sonra (tekrar) istedim yine verdi. Sonra (tekrar) istedim yine verdi. Sonra şöyle buyurdu: şu mal yeşil ve tatlıdır. Binâenaleyh onu her kim gönül hoşluğu ile alırsa o malda kendisine bereket verilir. Her kim de ona göz dikerek alırsa o malda kendisine bereket verilmez ve yiyip de doymayan kimse gibi olur. Yüksek el, alçak elden daha hayırlıdır.» hadîsi Buhârî «Zekât», «Vasâyâ», «Hums» ve «Rukaak» bahislerinde Tirmizî «Zühd» bahsinde; Nesâî «Zekât» ve «ftukaak» bahislerinde muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir. rivâyetinde şu ziyâde vardır-. «Dedim ki: Ya Resûlallah! Seni hak dînle gönderen Allah'a yemin ederim ki senden sonra dünyâdan gidinceye kadar hiç bir kimseden bir şey isteyerek malını azaltmam. Ebû Bekir (radıyallahü anh) Hakîm'i kendisine ganimet malından bir şey vermek için çağırır fakat Hakîm bunu kabulden imtina ederdi. Sonra Ömer (radıyallahü anh) dahi bir şey vermek üzere kendisini çağırdı fakat Hakîm yine hiç bir şey kabul etmedi. Bunun üzerine Ömer: Ey Müslümanlar cemâati! Sizi, Hakîm'e şâhid olmaya dârvet ediyorum. Çünkü ben kendisine şu ganimetten hakkını vermek istiyorum, o almaktan çekiniyor; dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in vefatından sonra Hakîm ölünceye kadar hiç bir şey kabul etmedi.» Yeşillik, demektir. Kelimenin müennes olarak kullanılması ya yeşillik nevileri itibârı ile yahut yeşil fâkihe yani yemiş takdirinde olduğu içindir. Mala çok rağbet gösterilmesi yeşil ve tatlı yemişe benzetilmiştir. Çünkü manzara itibârı ile yeşil renk hoşa gider. Tatlı olan bir şey de makbuldür. Ayrı ayrı hoş ve makbul olan bu iki şey beraberce bulununca elbette rağbet o nisbette artar. cümlede malın bakî olmadığına işaret vardır. Çünkü insanların mala meyil ve hırsı, yeşil ve tatlı yemişlere benzetilmiştir. Bunlar ise baki değildirler. hadiste zikri geçen «Tıyb-i nefis» hakkında Kâdı Iyâz iki vecih ihtimâlinden bahsetmiştir. Birinci ihtimâle göre. «gönül hoşluğu» mânâsına gelen bu terkîb alana aittir. Yani musallat olur-casına istemeden verilen şey'i alırsa bereketini görür, demektir. ihtimâle göre: Bu tâbir verene aittir. Mânâsı: Sahibi tarafından gönül hoşluğu ile gözü kalmadan ve istemeden verilen bir şey'i alırsa onun bereketini görür, demektir. beyânına göre «îşrâf-ı nefis»'den murâd: Birinin malına göz dikmek, ona musallat olmak ve tama' etmektir. de doymayan»'dan murâd: Bâzılarına göre oburluk hastalığıdır. takımları «Buradaki teşbihden murâd: İhtimâl ki aç gözlünün otlayan hayvana benzetilmesidir.» demişlerdir. diyor ki: «Bence bundan anlaşılan mide usaresinin şiddeti ve galebesidir. Yemke mideye iner inmez hemen hazmolunur. Aksi taktirde bir mideye istiâb edeceği miktardan fazla yiyeceğin doldurulması tasavvur olunamaz. Hikâye müelliflerinin anlattıklarına göre Bedeviler' den bir adam bütün bir deveyi, karısı da bütün bir deve yavrusunu yemişler...» Hakim'in Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) dünyâdan gittikten sonra evvelâ Ebû Bekir sonra Ömer (radıyallahü anhümâ)'nın vermek istedikleri ganimet hissesini hakkı olduğu hâlde kabul etmemesi, âdet olacağından korktuğu içindir. Zira nefis almağa alışırsa bu hâl bir âdet olur. Hakkı olmayan şeyleri kabul etmeye başlayabilir. Bu düşünce ile nefsin tamâ'mı kırmış ve şüpheli şeylere yanaşmaktan çekinmiştir. Bir de Hazret-i Hakim Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e ondap sonra kimseden bir şey almayacağına hattâ bir rivâyette o günden sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'den bile bir şey istemeyeceğine söz vermişti. Ömer'in, Hakîm (radıyallahu anh)’ın ganimet hissesini almadığına şahit çağırması, Hakîm'in kötü te'vîlinden korktuğu içindir. Ömer (radıyallahü anh) bununla Beytü’l-Mâl'den verildiği hâlde hakkını almayan kimsenin bir daha o malda hakkı kalmadığını da göstermiştir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Yüksek Elin, Alçak Elden Daha Hayırlı; Yüksek Elden Murad: Veren El, Alçak Elden Murad: Alan El Olduğunu Beyan Bâbı
2435-)
Bize Nasr b. Aliyy El - Cehdamî ile Züheyr b. Harb ve Abd b. Humeyd rivâyet ettiler. (Dediler ki): Bize Ömer b. Yûnus rivâyet etti. ki): Bize İkrimetü'bnü Ammâr rivâyet etti. ki): Bize Şeddât rivâyet etti. ki): Ebû Ümâme'yi şöyle derken işittim: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Âdem oğlu! Senin fazla malım sadaka olarak vermen kendin için hayır; vermemen ise şerrdir. (Ama) kendine yelecek kadar elinde mal bulundurduğundan dolayı muaheze olunmasın. Hem (sadakaya) nafakasını verdiğinden başla. Yüksek el alçak elden hayırlıdır.» buyurdular. hadîsden murâd: İnsanın zaruri ihtiyâçlarından fazla olan malını hayır yollarına sarfetmesi, sevap yönünden daha hayırlı olduğunu vermeyip, biriktirmenin kendisine hiç bir hayır ve sevap te' min etmediğini beyândır. Zira üzerine farz olan nafaka gibi şeyleri vermezse azaba müstahak olur. Mendûb olan sadakayı vermezse sevabı noksanîaşır. Bunlarsa manen kendisi için şerrdir. İhtiyâç miktarını vermediği için muhaze olunmaması, o miktara şer'an bir hak teveccüh etmemek şartıyla mukayyeddir. şerif yukarıdaki emsali gibi nafaka hususunda evvelâ aile efradından ve yakınlarından başlanacağına delildir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Yüksek Elin, Alçak Elden Daha Hayırlı; Yüksek Elden Murad: Veren El, Alçak Elden Murad: Alan El Olduğunu Beyan Bâbı
2436-)
Bize Ebû Bekir b. Ebİ Şeybe rivâyet etti. ki): Bize Zeydü'bnü Hubâb rivâyet etti. ki): Bana Muâviyetü'bnü Salih haber verdi. ki): Bana Rabiatü'bnü Yezîd Ed - Dimaşki, Abdullah b. Amir-i Yahsubî'den naklen rivâyet etti. ki): Muâviye'yi şöyle derken işittim: Çok hadîs rivâyet etmekten sakının! Yalnız Ömer zamanında rivâyet edilen hadîs müstesna. Çünkü Ömer, halkı Allah azze ve celle'den korkutuyordu. Ben, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’i: her kime büyük bir hayır vermek dilerse onu dînde fakîh kılar.» buyururken işittim. ben, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’i şöyle buyururken işittim: ancak hazinedarım. Her kime gönül hoşluğu ile bir şey verirsem, verdiğimin bereketini görür. Her kime de dilendiği ve aç gözlülük ettiği için verirsem, o kimse yiyip de doymadan gibi ofur.»
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Dilenmekten Nehi Bâbı
2437-)
Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr rivâyet etti. ki): Bize Süfyân, Amr'dan, o da Vehb b. Münebbih'den, o da kardeşi Hemmâm'dan, o da Muâviye'den naklen rivâyet etti. Muâviye şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ısrar etmeyin! Vallahi sizden biriniz benden bir şey ister de razı olmadığım hâlde benden bir şey kopartırsa, verdiğim malın asla bereketini görmez.» buyurdular.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Dilenmekten Nehi Bâbı