Sahîh-i Müslim Hadis Kitabı

834-) - Bize Hasan el-Hulvânî ile Abd b. Humeyd hep birden Ya'kup b. İbrahim b. Sa'd'dan rivâyet ettiler. Dedi ki, Bana babam Sâlih'den, o da İbn Şihab'dan bu isnadla Yunusun rivâyeti gibi rivâyette bulundu.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Hayz
Konu: Ölü Hayvan Derilerinin Dibagatla Temizlenmesi Bâbı
835-) - Bize İbn Ebî Ömer ile Abdullah b. Muhammed ez Zührî de rivâyet ettiler. Lâfız İbn Ebî Ömer'indir. Dediler ki Bize Süfyân, Amr'dan, o da Atâ'dan, o da İbn Abbâs'dan naklen rivâyet etti ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) atılmış bir koyun ölüsünün yanına uğradı. Bu koyun Meymunenin azadlı bir cariyesine sadaka malından verilmişti. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): derisini alarak tabaklasalar da ondan istifade etseler ya!» buyurdular.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Hayz
Konu: Ölü Hayvan Derilerinin Dibagatla Temizlenmesi Bâbı
836-) - Bize Ahmet b. Osman en - Nevfeli rivâyet etti. ki): Bize Ebû Âsim rivâyet etti. ki): Bize İbn Cüreyc rivâyet etti. ki): Bana Amr b. Dinar haber verdi. ki): Bana hayli zaman önce Ata haber verdi. Dedi ki Bana İbn Abbâs haber verdi. onada Meymûne haber vermiş ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) zevcelerinden birinin bir koyunu varmış; koyun ölmüş de Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): derisini alsanız da ondan istifade etsenizdi ya!» buyurmuşlar.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Hayz
Konu: Ölü Hayvan Derilerinin Dibagatla Temizlenmesi Bâbı
837-) - Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivâyet etti. ki): Bize Abdürrahim b. Süleyman, Abdülmelik b. Ebî Süleymandan, o da İbn Abbâs'dan naklen rivâyet etti ki Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Meymûne'nin âzâdlı bir cariyesine âid (ölü) bir koyunun yanından geçmiş de.» derisinden istifade efsenizdi ya!» buyurmuşlar.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Hayz
Konu: Ölü Hayvan Derilerinin Dibagatla Temizlenmesi Bâbı
838-) - Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti. ki): Bize Süleyman b. Bilâl, Zeyd b. Eslem'den naklen haber verdi. Ona da Abdurrahman b. Va'le haber vermiş ki Abdullah b. Abbâs şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): tabaklandığı vakit temiz olur.» buyururken işittim.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Hayz
Konu: Ölü Hayvan Derilerinin Dibagatla Temizlenmesi Bâbı
839-) - Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Amru' - Nâkıd da rivâyet ettiler. Dediler ki Bize İbn Uyeyne rivâyet etti. H. Kuteybetü'bnü Saîd'de rivâyet etti. ki): Bize Abdülaziz yani İbn Muhammed rivâyet etti. H. Ebû Küreyb ile İshâk b. İbrahim dahi hep birden Veki’den, o da Süfyan'dan naklen rivâyet ettiler. Bunların hepsi Zeyd b. Eslem'den, o da Abdurrahman b. Va'le'den, o da İbn Abbâs'dan, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den bunun yani Yahya b. Yahya hadîsinin mislini rivâyet ettiler.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Hayz
Konu: Ölü Hayvan Derilerinin Dibagatla Temizlenmesi Bâbı
840-) – Bu hadisi bana İshak b. Mansûr ve Ebû Bekr b. İshâk rivâyet ettiler Ebû Bekr «Haddesenâ» İbn Mansûr ise; «Ahberanâ» tabirini kullandılar Mansur dedi ki. Bize Amr b. Rabî haber verdi dedi ki, bize Yahya b. Eyyüb, Yezid b. Ebî Habib'den naklen haber verdi. Ona da Ebû'l Hayır rivâyet etmiş Dedi ki. İbn Va'lete's Sebe'î- nin üzerinde bir kürk gördüm, de ona dokundum. İbn Va'le: neden dokunuyorsun? Ben Abdullah b. Abbâsa sordum. Dedim ki biz Mağribde bulunuyoruz yanımızda Berberîlerle, Mecusiler de var. Bazan onların kestikleri bir koç bize getiriliyor, ama biz onların kestiklerini yemiyoruz. Bize içine hayvan yağı koydukları tulumları da getiriyorlar?» İbn Abbâs şu cevabı verdi.» Biz bu meseleyi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e sorduk. «Deriyi tabaklayan şey, onun temizleyiçişidir.» buyurdular.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Hayz
Konu: Ölü Hayvan Derilerinin Dibagatla Temizlenmesi Bâbı
841-) - Bana İshak b. Mansûr ile Ebû Bekr b. İshâk da Amr b. Rabî'dan rivâyet ettiler. (Dediler ki) ; Bize Yahya b. Eyyüb, Ca'fer b. Rabîa'dan, o da Ebû'l Hayr'dan naklen haber verdi. Ebû'l Hayr Dedi ki, Bana İbn Va'lete's - Sebei rivâyet etti dedi ki: Ben Abdullah b. Abbâs'a sordum. Ve: Biz Mağrib'de bulunuyoruz. (Ba'zan) bize Mecusîler içlerinde su ve hayvan yağları bulunan tulumlar getiriyorlar dedim. İbn Abbâs sadece «iç» diye cevap verdi bunun üzerine ben: «Bu senin düşündüğün bir reymidir?» dedim. İbn Abbâs Ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’i «Deriyi tabaklayan şey, onun temizley içişidir.» buyururken işittim dedi. Hadîsi Buhârî Kitabu'z - Zekât «Kitabu’l - Buyu ve «Kitabuz Zebâih» da Ebû Dâvûd «Kitaâbu'l - Libas'da», Nesâî «Kitâbu'z - Zebâih» da tahric etmişlerdir.. Şerif burada olduğu gibi birçok tarîklerden muhtelif lâfızlarla rivâyet edilmiştir. Bunların bazılarında ölen koyunun Ümmü’l Müminin Sevde Binti Zem'a (radıyallahü anha)'ya diğer bazılarında Ümmü Seleme (radıyallahü anha)'ya, bir takımlarında da Zeynep (radıyallahü anha)'ya âit olduğu bildiriliyor. Hâdisenin ayrı ayrı geçmiş olması muhtemeldir. bu rivâyetler eceli ile ölen bir hayvan derisinin tabaklanmakla temizleneceğini bildirmektedir. Gerçi ölü hayvanın hiçbir yerinden istifade edilemiyeceğini bildiren hadisler de vardır. Fakat o hadisler zayıftır. Bunların bazıları «Tabaklanmadan istifade edilemez» şeklinde te'vil dahi edilmişlerdir. Tabaklanmakla derinin temizleneceğini bildiren hadisler ise sahihtirler. Binâenaleyh nesih iddiasına da lüzum kalmadan onlarla amel olunur. hadîsleri ile gerek Ashâb-ı Kiramdan gerekse tabiin hazerâtından pek çok zevat istidlal etmiş ve ölü hayvan derisinin tabaklanmakla temizleneceğine kail olmuşlardır. Ezcümle İbn Mes'ud (radıyallahü anh) ile Saîd b. El-Müseyyeb, Atâ b. Ebû Rabâh, Hasan-ı Basrî, Sa'bî İbrahim Nehâî, Salim İbn Cübeyr Katade Dahhak, Yahye'l Ensarî Leys, Evzâi, Süfyan'i Sevri ve Abdullah b. Mübarek hazerâtı buna kail oldukları gibi Hanefîler'le Şafiîler'in mezhebleri de budur. Hadîsler «Ölü hayvan derisi tabaklansa bile ondan istifade caiz değildir.» diyenlerle «Ölü hayvan derisinden tabaklanmadan dahi istifade edilebilir.» diyenlerin kavillerini reddetmektedir. İbn Şihâb-ı Zühri ile Leys b. Sa'd , Meşhur olan kavilerine göre ölü hayvan derisinden tabaklanmadan dahi istifade edilir demişlerdir. Maamafih aynı zevattan bunun hilafı da rivâyet olunmuştur. Ma’mer b. Raşid'in rivâyetine göre Zührî derinin tabaklanmasına lüzum görmez ondan ne surette olursa olsun istifade edilebileceğini söylermiş. Ebî Abdillah Mervezî «Buna Zührî'den önce hiçbir kimsenin kail olduğunu bilmiyorum, Zühri ise hadisin zahirine bakarak hüküm veriyordu. Çünkü Hadiste «Onun yalnız yenmesi haramdır, buyurulmuştur.» diyor. Tahavi (238-321) Leys ölü hayvan derilerinin satılmasında beis yoktur. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onlardan istifade etmeğe izin vermiştir. Satmak ta bir istifadedir.» dediğini rivâyet eder. ölü hayvanın derisinin satılabileceğine fukahâdan Leys'den başka hiçbiri kail olmamıştır.» demektedir. İmâmı Malik’den dahi İbn Şihâb'ın mezhebine benzeyen bir kavil rivâyet olunmuştur. Hazret-i Mâlik; «Bir kimse ölmüş bir hayvan derisi satın alırda onu tabaklar ve ayakkabı yapmak için parçalarsa kurumadan onu satamaz.» demiştir ki bu söz onun mezhebine göre tabaklanmamış ölü hayvan derisinin satılabileceğini gösterir. «El-Tavdîh» nâm eserde ölü hayvan derisinin tabaklanması ve temizlenmesi hususunda yedi kavil zikrediliyor. Şöyle ki:

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Hayz
Konu: Ölü Hayvan Derilerinin Dibagatla Temizlenmesi Bâbı
842-) - Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti, dedi ki, Mâlik'e Abdurrahman b. Kâsım'den dinlediğim, onunda babasından, onunda Âişe'den rivâyet ettiği şu hadisi okudum. Âişe şöyle dedi: Seferlerinin birinde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte (yola) çıktık. Beydâ' yahut Zatü'l - Ceyş denilen yere vardığımızda gerdanlığım koptu. Onu aramak için Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) o yerde bekledi, Cemaat da onunla beraber beklediler. Halbuki su başında olmadıkları gibi yanlarında su da yoktu. Bunun üzerine halk Ebû Bekr'e gelerek: Âişe'nin yaptığını görüyormusun? Hem Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i, hemde yanındaki insanları yollarından alıkoydu. Bunlar su başında değiller yanlarında su da yok, dediler. Derken Ebû Bekr yanıma geldi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) başını dizime koymuş, uyumuştu. Ebû Bekir (bana): hem Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i, hem de yanındaki insanları yollarından alıkoydun. Bunlar su başında değiller, yanlarında su da yok!» dedi. (Hasılı) Ebû Bekr beni (adamakıllı) azarladı ve Allah'ın dilediği kadar söylendi. Eliyle de böğrüme vurmaya başladı. Kıpırdamama ancak Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in dizimde bulunması mâni oluyordu. Böylece Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) uyudu ve susuz olarak sabahladı. Bunun üzerine Allahü teâla teyemmüm âyetini indirdi ve Ashâb teyemmüm ettiler. Nakîblerden biri olan Üseyd b. Hudayr. Bu sizin ilk bereketiniz değildir, Ey Ebû Bekr hanedanı! dedi. «Âişe ki: üzerinde bulunduğum deveyi kaldırdık gerdanlığı da altında bulduk.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Hayz
Konu: Teyemmüm Bâbı
843-) - Bize Ebû Bekr b. Ebû Şeybe rivâyet etti dedi ki, Bize Ebü Usame rivâyet etti, H. Ebû Küreyb'de rivâyet etti. ki): Bize Ebû Üsame ile İbn Bişr, Hişâm'dan o da babasından, o da Âişe'den naklen rivâyet etti ki; Âişe kızkardeşi Esma'dan emaneten bir gerdanlık almış bu gerdanlık kaybolmuş da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından bazı zevatı onu aramaya göndermiş. Namaz vakti gelince gerdanlığı arayanlar abdestsiz olarak namaz kılmışlar ve Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yanına geldikleri vakit vaziyeti kendisine şikayet etmişler. Bunun üzerine teyemmüm âyeti inmiş, Üseyd b. Hudayr (Hazret-i Âişe'ye: (radıyallahü anha): sana hayır ihsan eylesin. Vallahi senin başına birşey gelmemiştir ki Allah sana ondan bir mahlas ve Müslümanlara onda bir bereket halk etmesin.» demiş. hadîsi Buhârî «Kitâbüt - Teyemmüm» «Kitâbü'n Nikâh» «Fadlu Ebû Bekr» «Kitâbü't - Tefsir» ve «Kitâbü'l - Muharibin» de muhtelif râvilerden tahric ettiği gibi Ebû Dâvûd ve Nesâî'de rivâyet etmişlerdir. Ebû Ubeyd el-Bekr'in beyânına göre Mekke'ye Zülhüleyfe'den daha yakın bulunan bir yerdir. Yine Ebû Ubeyd bu yerin Zülhüleyfe'nin karşısındaki Şerif olduğunu söylemiştir. Kirmanı Beydâ' ile Zatü'l-Çeyş'in Medine ile Mekke arasında iki yer olduğunu söylemiştir. Hâdisenin Beydâ'da damı yoksa Zatü’l-Ceyş'demi geçtiğinde şüphe eden Âişe (radıyallahü anha)'dır. Âişe'nin kaybettiği gerdanlık hadisin ikinci rivâyetinde tasrih buyurulduğu vecihle kız kardeşi Esmâ'ya ait olup oniki dirhem kıymetinde ucuz bir şeymiş. Bundan dolayı babası Ebû Bekr-i (radıyallahü anh) Sıddık Hazret-i Âişe'yi muâhaze etmiş hattâ böğrüne dokunmuştur. Âişe (radıyallahü anha)'nin hâdiseyi anlatırken babam demeyip «Ebû Bekr beni azarladı» demesi onu ecnebi menzilesinde tuttuğu içindir. Çünkü Babalık makamı Merhamet ve şefkat iktizâ eder. Ebû Bekr (radıyallahü anh)’in tekdiri ise buna muhaliftir. seferin hangi sefer olduğu ihtilaflıdır. İbn Abdilber (368-463) «Et - Temlıîd» nâm eserinde bunun Benî Mustalik gazası olduğunu nakletmiş «El - İstizkâr» adlı eserinde de seferin bu olduğunu kati bir lisânla anlatmıştır. Ondan önce İbn Sa'd ile İbn Hibban dahi aynı şeyi söylemişlerdir. Beni Mustalik gazasına Gazve-i Müreysî' adı da verilir. Meşhur ifk kıssası bu gazada geçmiştir. Müreysi' gazası İbn Sa'd'ın rivâyetine göre Hicretin beşinci yılında vuku' bulmuştur. «El-îklil' sahibi Ebû Abdill ah dahi bunu tercih eder. Buhârî'nin İbn İshâk'dan rivâyetine göre ise Hicretin altıncı senesinde vaki' olmuştur. Hatta Mûsâ b. Ukbe'nin rivâyetine göre Hicretin dördüncü yılındadır. İbnül-Cevzi, İbn Habib'in: «Âişe (radıyallahü anha)'nin gerdanlığı hicretin dördüncü yılında Zatü'r-Rika' gazasında düşmüştür. İfk hadisesi ise Beni Mustalik gazasında vuku bulmuştur.» dediğini söylerse de, bu rivâyet Taberanî'nin rivâyetine muhalif düşer. Taberânî'nin rivâyetine göre ifk hâdisesi teyemmümün meşru kılınmasından öncedir. Onun rivâyetinde şöyle denilmektedir. «Âişe dedi ki:» gerdanlığım hadisesi geçtikten ve iftiracılar sözlerini söyledikten sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte başka bir gazaya çıktım ve yine gerdanlığım düştü de onu aramak için ordunun beklemesine sebep oldu, Fecr doğdu, ben de Allah'ın dilediği kadar Ebû Bekr'den tekdir yedim. Bana; her seferde âlemin başına belâ ve çile kesilirsin insanların yanında su yok dedi, üzerine Allah teyemmüm hakkındaki ruhsatını indirdi, Ebû Bekr'de bana; Senin ne mübarek olduğunu ben anlayamamışım, dedi.» hadisin isnadı güzeldir ,bazıları Taberânî'nin bu rivâyetine bakarak vak'anın ayrı ayrı seferlerde geçtiğini iddia etmişlerdir. Hattâ Muhammed b. Habîb-i Ensârî buna cezmen kail olmuş ve «Âişe'nin gerdanlığı hem Zatûr -' Rika, hem de Benî Müstalik gazasında düşmüştür,» demiştir. Sonra gelen ulemâdan bir takımları gerdanlığın Müreysi gazasında düşmesini ihtimalden uzak görmüşler ve Müreysi denilen yerin Mekke tarafında olduğunu Vak'anın ise Hayber taraflarında geçtiğini söylemişlerdir.. Onlar bunu Hazret-i Âişe'nin Beyda'a yahut, Zatül-Ceyş'e vardığımız zaman...» Sözünden almışlardır. Bu yerlerin Medine ile Hayber arasında bulunduğunu söylerler. Nitekim Nevevî de buna cezmetmiştir, fakat doğru değildir. Beyda, Zülhüleyfe'dir. Ebû Ubeyd'in beyânına göre Zatü’l-Ceyş, Medine'ye bir konak mesafede bulunan bir yerdir. Ve Medine ile Mekke arasına düşer. Humeydî'nin rivâyetinde gerdanlığın Ebva gecesi düştüğü bildirilmektedir ki bu da Vak'anın Mekke ile Medine arasında cereyan ettiğini gösterir. Çünkü Ebvâ, Mekke ile Medine arasındadır. Hadisin Ali b. Müshir rivâyetinde gerdanlığın düştüğü yerin ismi «Salsal» diye zikredilmektedir. Bunun Zülhüleyfe'de bir dağ olduğunu Bekrî söylemiştir. «el-Ubâb» sahibi; « (Salsal) Medine yolu üzerinde bir yerdir. Aslen Salsal, Yemâme yakınlarında Benî Aclan kabilesine ait kızıl bir tepenin içinden kaynayan bir sudur» demiştir. İfk vak'ası ile bu hadiste beyan edilen gerdanlık düşürme hâdisesi ayrı ayrı iki seferde vuk'u bulmuştur. sizin ilk bereketiniz değildir ey Ebû Bekr hanedanı!» diyen zat ikinci Akabe bey’âtında nâkib seçilen zevattan biri olan Üseyd b. Hudayr (radıyallahü anh) hazretleridir. Hicretin yirminci yılında vefat etmiş, cenazesini bizzat Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) kıldırarak Medine'nin «el-Bakî» namındaki kabristanına defnedilmiştir. İbn Nümeyr rivâyetinde «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir adam gönderdi o da gerdanlığı buldu» denilmekte Mâlik'in rivâyetinde ise «Deveyi kaldırdık ve gerdanlığı bulduk» buyurulmaktadır. Zahiren bu iki rivâyet birbirine zıt gibi görünürse de El-Mühelleb'in beyânına göre aralarında tearuz yoktur. Çünkü ihtimal gerdanlığı aramaya Üseyd b. Hüdayr hazretleri gönderilmiş fakat gittiği yerde bulamayıp döndükten sonra bulmuştur. Gönderilen zevat dönüp geldikten sonra gerdanlığı bizzat Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in deveyi kaldırırken bulmuş olması da muhtemeldir. Binâenaleyh iki rivâyetinde arasında tenâ'kuz yoktur. Maamafih yukarıda da işaret ettiğimiz gibi vak'a iki defa cereyan ettiği için El-Mühelleb'in te'viline hacet dahi yoktur. Rivâyetin biri vak'anın birine diğeri de ötekine aittir, demekle ortada tearuz kalmaz. «Hanedan» diye tercüme ettiğimiz «Âl» den murad bizzat Ebû Bekr (radıyallahü anh) dır. Ebû Bekr (radıyallahü anh) ile birlikte ailesi efradı ve ona tabi olanlar da kastedilmiş olabilir. Bu kelime eşraf hakkında kulanılır. Gerçi Kur'ân-i Kerîm'de «Âl-i Firavn» buyurulmuşsa da bu, ya fir'avn tesavvuruna göre böyle zikredilmiş yahut tehekküm ve istihza içindir. ile Beni Müstalik gazalarının hangisinin evvel vuk'u bulduğu Siyer ulemâsı arasında ihtilaflıdır. İbn Ebi Şeybe'nin Hazret-i Ebû Hüreyre'den rivâyet ettiği bir hadise göre Zatü'r - Rika gazası Beni Müstalik seferinden sonradır. Buhârî'ye göre de Zatü'r - Rika' Ebû Muse'l-Eş'ari (radıyallahü anh) Hazretlerinin gelişinden sonra vuk'u bulmuştur ki bu da o seferin Beni Müstalik gazasından sonra olduğuna delâlet eder. ayetine gelince: Bu bâbda İbn-l Arabî şunları söylemiştir: mesele müşkildir. Ben bunun derdine bir çare bulamadım. Çünkü Âişe (radıyallahü anha)'nın iki teyemmüm âyetinden hangisini kasdettiğini bilmiyoruz» İbn Battal (... — 444) Acaba bu âyet Sûre-i Nisa ayetimidir, yoksa Mâide süresindeki ayetimidir, diyerek tereddüdünü ifade etmiş; Kurtubi ise Sure-i Nisa'daki teyemmüm âyeti olacağını söylemiştir. Çünkü Maide Süresindeki ayete abdest âyeti derler. Sûre-i Nisa'daki ayette ise abdest zikredilmemiştir. Vahidi «Esbab’ün-Nüzul» de bu hadisi Nisa Süresindeki âyetin yanında zikretmiştir. Bu bâbda daha birçok sözler söylenmiştir. kelimesinin fi'li mazi ve emr-i hâzır olması ihtimali vardır Fi'li mazi olduğuna göre «Teyemmüm âyeti indikten sonra ashab teyemmüm ettiler» mânâsına gelir. Emir olduğuna göre Kur'ân'ın nazmini beyan yahut âyeteki lâfızdan bedel olur. Yani; Allahü teâlâ «Teyemmüm edin» ayetini indirdi demek olur. hadisin şerhinde safiîlerden Nevevî (631-676) şu izahatta bulunmuştur: lügatte kasdetmek mânâsına gelir. İmâm Ebû Mansur el-Ezherî Arap lisânında teyemmüm kast mânasına gelir» demiştir. Kitab, sünnet ve icma'i ümmetle sabittir, O Allahü teâlâ'nın bu ümmete tahsis buyurduğu bir imtiyazdır. Ümmetin ulemâsı gerek küçük gerekse büyük abdestden dolayı teyemmümün yalnız yüzle ellere yapılacağına ittifak etmişlerdir. Yalnız nasıl yapılacağı ihtilaflıdır. Bizim mezhebimizle ekseri ulemânın mezheplerine göre elleri iki defa toprağa vurmak ve biri ile yüze diğeriyle de dirseklere kadar kollara mesh etmek vâcibtir. Ashâb-ı kirâmdan Ali b. Ebi Talib, Abdullah b. Ömer, Hasan-ı Basri, Şa'bi, Salim b. Abdillah b. Ömer, Süfyan-ı Sevri, İmâm Malik, Ebû Hanife ve eshab-ı rey (radıyallahü anhûm) hazerâtı ile diğer birçoklarının mezhebleri budur. bir cemaate göre teyemmüm için eller yalnız bir defa toprağa vurulur. Ve onunla hem yüze hem kollara mesh edilir. Ulemâdan Atâ, Mekhul, Evzâi, Ahmed b. Hanbel, İshak ve İbn Münzir ile bilumum hadis İmâmları buna kaildirler. Zührî'nin «Kolları koltuklara kadar mesh etmek vacibtir» dediği rivâyet olunur. Ulemamızın ondan rivâyetleri budur. İmâm. Ebû Süleyman Hattâbi ise: «Dirseklerin arkasını mesh etmek lâzım gelmiyeceği hususunda ulemanın hiçbir ihtilâfı yoktur» demiştir. Ulemâmız İbn Sîrîn'in «Teyemmüm için elleri üçden daha az toprağa vurmak kâfi değildir. Eller bir defa toprağa vurularak yüze mesh edilir, ikinci vuruşla ellere, üçüncü vuruşlada kollara mesh edilir.» dediğini rivâyet ederler. küçük Abdest için teyemmüm etmenin caiz olduğuna ittifak ettikleri gibi cünüp, hayz ve nifash olanlar için dahi teyemmümün cevazına bütün şehirler uleması ile onlardan önce geçenler ittifak eylemişlerdir. Halef ve selefden bu babda muhalefet eden bulunmamıştır. Yalnız Ömerü'bnü'l Hattab ile Abdullah b. Mes'ud (radıyallahü anhüma)'nın bu meselede muhalefetleri rivâyet olunmuştur. Aynı kavil tabiinden İmâmı İbrahim Nehai'ye dahi nisbet edilir. Maamafih Ömer'le İbn Mes'ud hazeratının muhalefetten rücu' ettikleri söylenmektedir. Teyemmümün cünüp için de caiz olduğunu gösteren birçok sahih ve meşhur hadisler vardır. olan bir kimse teyemmümle namazını kıldıktan sonra yıkanması bilittifak vacib olur. Bu hususta muhalefet eden yalnız tabiinden Ebû Selemetü'bnu Abdirrahman'dir. Ona göre yıkanmak lâzım gelmez, ise de bu mezheb ondan evvelki ve sonraki ulemanın icma'ı ve bu bâbdaki sahih ve meşhur hadislerle terkedilmiştir, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) suyu bulduğu zaman cünüp kimsenin yıkanmasını emretmiştir. olan kimsenin bazı uzuvlarında nesacet bulunsa ve ondan dolayı teyemmüm etmek istese bizim mezhebimizle Cumhûr-u ulemanın mezheblerine göre bu teyemmüm caiz değildir. İmâm Ahmed b. Hanbel (rahimehüllah) «Pislik bedene bulaşmışsa teyemmüm caizdir. Elbisede ise caiz değildir.» demiştir. Böyle bir kimseye namazını tek-' rar kılmak icab etmediği hususunda Hanbeliyye uleması ihtilâf etmişlerdir. İbn Münzir diyorki «Sevri, Evzai ve Ebû Sevr, necaset yerini toprakla silerek namazını kılar derlerdi. kılman namazın iadesine gelince: Bizim mezhebimize göre hastalık veya yara gibi birşeyden dolayı teyemmüm eden kimseye namazını iade lâzım değildir. Ama su bulamadığından dolayı teyemmüm etmiş ise bakılır. Yolculuk gibi ekseriyette su bulunmayan bir yerde ise namazı iade etmesi vacib değildir. Fakat suyun nadiren bulunmadığı bir yerde teyemmüm etmişse sahih olan mezhebe göre namazın iadesi vacib olur. ile teyemmüm caiz olacak şeylerin cinsi hususunda ulema ihtilâf etmişlerdir. Şafiî, Ahmed b. Hanbel, İbn Münzir, Dâvûd-u Zahirî, ve ekseri fukahaya göre teyemmüm ancak azaya yapışacak tozu bulunan temiz toprağa yapılır. Ebû Hanife ile Mâlik yer cinsinden olan herşeye hatta yıkanmış taşa bile teyemmümün caiz olduğunu söylemişlerdir. Malikiler'den bazıları daha ileriye giderek yere bitişen ağaç vesaire gibi şeylere de teyemmüm etmenin caiz olduğunu beyan etmişlerdir. Kar üzerine teyemmüm hususunda İmâm Malik’in iki rivâyeti vardır. Evzai ile Süfyan-ı Sevrî'ye göre gerek kar gerekse yer üzerinde bulunan herşeyle teyemmüm caizdir. hükmü: Bizim mezhebimizle ekseri ulemanın mezhebine göre teyemmüm hadesi gidermez. Yalnız namazı mubah kılar. Onunla farz namazları ve dilediği kadar nafile kılmak mubahtır. Yalnız bir teyemmümle iki farz kılınmaz. Bir kimse farz namaz kılmak için teyemmüme niyet etse onunla farz ve nafile kılabilir. Fakat yalnız nafile namaz için niyet ederse o teyemmümle nafile kılar, farz kılamaz. Bir teyemmümle birkaç cenaze namazı kümak caiz'dir. Keza bir teyemmümle bir farz namazı birkaç cenaze namazı kılabilir: Namaz vakti girmeden teyemmüm edilemez. Su bulamadığı için teyemmümle namaz kılan bir kimse namazda iken suyu görse namazı bozulmaz onu tamamlaması icab eder. Ancak üzerine iade lâzım gelenlerden ise böylesinin namazı suyu görmekle bozulur. Allahu A'lem. Nevevî'nin izahatı burada sona erdi. göre suyu bulamayan veya kullanmaya kudreti olmayan kimse temiz olmak şartıyle toprak ve yer cinsinden olan kum, kireç, taş, vesaire gibi şeyler üzerine teyemmüm edebilir. Ancak İmâm Ebû Yusuf toprakla kumdan başka birşey üzerine teyemmümü caiz görmemiştir. Abdestsiz, cünüp, hayz, ve nifaslı kimselerin teyemmümle namaz kılmaları caizdir. Teyemmümde niyet farzdır. Yalnız taharete yahut namaz kılmak için teyemmüme niyet etmek kâfidir. Abdestsizliği ve cünüplüğü gidermek için niyetlenmek şart değildir. Teyemmüm eden kimse onunla istediği kadar farz ve nafile namaz kılabilir. Abdest aldığı takdirde yetişemiyeceğini tahmin eden bir kimse cenaze ve bayram namazları için teyemmüm edebilir. Fakat cuma namazı için teyemmüm edemez. Çünkü Cumanın halefi vardır. Ona yetişemiyenler öğleyi kılarlar, vaktin daralması dahi teyemmümü mubah kılamaz. Zira namazın kazası vardır. bozan herşey teyemmümü de bozar. Ayrıca suyu kullanmaya kudreti olan kimsenin suyu görmeside teyemmümünü bozar. Tafsilât fıkh kitaplarındadır.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Hayz
Konu: Teyemmüm Bâbı
844-) - Bize Yahya b. Yahya ile Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ve İbn Nümeyr toptan Ebû Muâviye'den rivâyet ettiler. Ebû Bekr dedi ki: Bize Ebû Muâviye A'meşden, o da Şakîkdan naklen rivâyet etti. Dedi ki; Ben Abdullah ve Ebû Mûsa ile birlikte oturuyordum. Ebû Mûsa'ya: Ebâ Abdirrahman bir adam cünüp olsada bir ay su bulamasa ne buyurursun. Bu adam namazı ne yapacak.» dedi Abdullah: «Bir ay suyu bulamasa da teyemmüm edemez» cevabını verdi. Bunun üzerine Ebû Mûsâ: «Ya Maide süresindeki şu: su bulamazsanız temiz toprağa teyemmüm ediverin" âyetine ne dersin?.» dedi Abdullah: Eğer bu ayette bu adamlara ruhsat verilmiş olsa nerdeyse suyu soğuk buldukları zaman toprakla teyemmüme kalkışırlar.» dedi. Bu sefer Ebû Mûsa Abdullah'a şunu söyledi.: «Sen Ammarın: Beni Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hacet peşinde gönderdi. Ben cünüp oldumda su bulamadım ve toprakda hayvan yuvarlanır gibi yuvarlandım. Sonra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelerek bu vak'ayı kendisine anlattım. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): şöyle yapman sana yeterdi.» buyurdular dediğini işittin mi? Sonra elerini bir defa yere vurarak sol eliyle sağ eline, avuçlarının dışına ve yüzüne mesh etti. Abdullah'da: «Ya sen Ömer'in Ammarın sözüne kanaat getirmediğini görmedin mi?» Cevabını verdi.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Hayz
Konu: Teyemmüm Bâbı
845-) - Bize Ebû Kâmil el-Cahderî dahi rivâyet etti. ki): bize Abdülvâhid rivâyet etti. ki): Bize A'meş Şakîk'ten rivâyet etti. Şakîk; Ebû Mûsa, Abdullah'a şöyle dedi diyerek. Hadîsi bütün kıssası ile Ebû Muâviye hadisi gibi rivâyet etmiş şu kadar varki o Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): yapman sana yeterdi.» buyurdu, demiş. Ve ellerini yere vurmuş. Sonra ellerini silkerek yüzüne ve kollarına mesh etmiş.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Hayz
Konu: Teyemmüm Bâbı
846-) - Bana Abdullah b. Hâşim el-Abdî rivâyet etti. ki): Bize Yahya yani İbn Saîd el-Kâttan, Şu'be'den rivâyet etti. Dedi ki bana Hakem Zerr'den o da Said b. Abdirrahman b. Ebzâ dan, o da babasından naklen rivâyet etti ki, bir adam Ömer'e gelerek: Ben cünüb oldum da su bulamadım, demiş. Ömer: Namaz kılma, cevabını vermiş. Bunun üzerine Ammar: Hatirlarmisın ya Emirel - Müminin! Hani senle ben bir seriyyedeydik ve ikimizde cünüb olmuş fakat su bulamamıştık, sen namaz kıl-mamıştın ama ben toprakda yuvarlanarak namazımı kılmıştım da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): sadece ellerini yere vurman, sonra üfürerek onlarla yüzüne ve kollarına mesh etmen yeterdi.» buyurmuştu, demiş. Bunun Üzerine Ömer: Allahtan kork ya Ammâr» demiş Ammâr: İstersen bunu hiç söylemiyeyim mukabelesinde bulunmuş. Hakem diyor ki: Bu hadîsi bana İbn Abdirrahman b. Ebza da babasından Zerr'in hadisi gibi rivâyet etti. ki): Bana Seleme de Zerr'den naklen Hakem'in zikrettiği bu isnadla rivâyet etti. Ömer: (Ammâr'a): aldığın mesuliyeti sana bırakıyoruz» demiş.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Hayz
Konu: Teyemmüm Bâbı
847-) - Bana Ishak b. Mansûr'da rivâyet etti". ki): Bize Nadr b. Şümeyl rivâyet etti. ki): Bize Şu'be Hakem'den naklen haber verdi ki: Zerr'i İbn Abdurrahman b. Ebzâ'dan naklen rivâyet ederken dinledim. Şunları söyledi: Hakem dedi ki: «Ben bu hadîsi İbn Abdurrahman b. Ebzâ'dan, o da babasından naklen rivâyet ederken dinledim ki: Bir adam Ömer'e gelerek: Ben cünüb oldum da su bulamadım; demiş, İbn Abdirrahman hardisi rivâyet etti ve ona şunu ziyade eyledi. Ammar: Ya Emîre'l Mü'min'in istersen Allah'ın üzerime farz kıldığı (İtâât) hakkın için ben bunu kimseye söylemiyeyim, demiş. Fakat «Bana Seleme Zerr'den rivâyet etti.» cümlesini söylemedi. Hadisi Buhârî «Kitâbü't - Teyemmüm» ve «Kitâbü't - Tahare»de; Ebû Dâvûd, Tirmîzi, Nesâî ve İbn Mâce «Kitabü't-Tahâre» de tahric etmişlerdir. birçok muhtelif rivâyetleri vardır. Kütüb-ü Sitte sahibleri onu kimi uzun kimi muhtasar olarak rivâyet etmişlerdir. Buhârî ile Müslîm'in rivâyetleri dahi muhtasardır. Bâzı rivâyetlerinde çölden bir bedevi gelerek Hazret-i Ömer (radıyallahü anh)'a sual sorduğu, keza bazı rivâyetlerinde teyemmüm için ellerin toprağa bir defa, diğer rivâyetlerinde iki defa vurulacağı zikredilmektedir. Ebû Dâvud bu hadisin tamamını Abdurrahman b. Ebzâ (radıyallahü anh) dan rivâyet etmiştir. O rivâyetde Abdirrahman (radıyallahü anh) Şöyle deditir. «Ömer (radıyallahü anh)'ın yanındaydım. Ona bir adam gelerek; Biz bir yerde bir veya iki ay kalıyoruz, cünüp oluyor su bulamıyoruz, dedi. Ömer: Ben su bulmadıkça namaz kılmam diye cevap verdi. Bunun üzerine Ammar ; emire'l - Mü'minin hatırlamazmısın hani seninle ikimiz develerin basındaydık. İkimiz de cünüp olduk. Ben yerde yuvarlandım. Sonra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e gelerek bunu kendisine anlattım» da: sadece şöyle yapman yeterdi.» buyurarak ellerini yere vurmuş sonra onları üfleyerek yüzüne ve yarıya kadar kollarına mesh etmişti, dedi. Ömer: Ammar Allah'tan kork.» mukabelesinde bulundu. Ammar: emire'l - Mü'minin! İstersen vallahi ben bunu ebediyyen kimseye söylemem» dedi. «Hayır vallahi biz senin üzerine aldığın mesuliyeti sana bırakıyoruz.» dedi. Ömer, Ammâr (radıyallahü anh)'a «Allahtan kork» ihtarını yapmakla rivâyet ettiğin hadise dikkat et! Belki unutmuşsundur, ihtimal bunu başka bir hadîsle karıştirmışsındir, demek istemiştir. Ammâr (radıyallahü anha) dahi «İstersen bunu kimseye söylemiyeyim» diyerek şayet söylememekde bir maslahat varsa söylemiyeceğini, çünkü Emirü'l-Mü'minine itaatin kendisine borç olduğunu anlatmıştır. Hazret-i Ammâr (radıyallahü anh) âzâdlılardan ve Bedr gazasına iştirak eden Ashâb-ı Kiramdandır. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onu Hazret-i Huzeyfe ile kardeş kılmıştır.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Hayz
Konu: Teyemmüm Bâbı
848-) - Müslim der ki: Leys b. Sa'd, Cafer b. Rabîa'dan, o da Abdurrahman b. Hürmüz'den, o da İbn Abbâs'ın azadlısı Ümeyr'den naklen rivâyet etti ki, Abdurrahman Umeyr'i şöyle derken işitmiş.: (sallallahü aleyhi ve sellem)’in zevcesi Meymûne'nin âzâdlısı Abdurrahman b. Yesâr ile ikimiz geldik ve Ebû Cehm b. Haris b. Sımmete'l - Ensârî'nin yanına girdik. Ebû Cehm şunu söyledi, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Bi'r-i Cemel tarafından geldi, kendisine bir adam rast gelerek selâm verdi ise de; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) hemen onun selâmını almadı: (Oradaki) bir duvara varınca yüzüne ve ellerine mesh etti, sonra selâmı aldı. hadisi Buhârî «Kitabü't-Teyemmüm» de Ebû Dâvûd, ile Nesai'de «Kitabü't - Tahare» de tahric etmişlerdir. bütün rivâyetlerinde bu hadis burada olduğu gibi Müslim'le Leys'in arası münkatı' olarak rivâyet edilmiştir. Böyle hadislere muallâk denildiğini kitabın mukaddimesinde görmüştük. Müslim'in Sahih'inde ondört yahut oniki münkatı' hadis vardır. Hadisin senedindeki Abdurrahman b. Yesar hata olarak zikredilmiştir. Doğrusu Abdullah b. Yesâr'dır. Buhârî, Ebû Dâvûd, Nesai ve diğer hadis İmâmları onu doğru olarak Abdullah b. Yesâr diye rivâyet etmişlerdir. Kâdî Iyâz (476-544) «Sahih-i Müslim'in bizim rivâyet ettiğimiz Semerkandî tarîkında bu isim Abdullah b. Yesâr şeklinde doğru olarak tesbit edilmiştir. Bunlar dört kardeştir. Abdullah, Abdurrahman, Abdülmelik ve Meymûne'nin azadlısı Atâ' » diyor. Yine bu hadîsteki Ebû Cehm ismi hatâdır. Doğrusu Buhârî ile diğer Hadis İmâmlarının tesbit ettikleri vecihle Ebû Cuheym'dir. Ayni ismi Müslim dahi «Esma'ül Rica'l» nâm eserinde Ebû Cüheym şeklinde tesbit etmiştir. Bu zatın ismi Abdullah'tır. Namaz kılanın önünden geçmenin hükmüne dâir hadîs rivâyet etmiştir. Tam ismi Abdullah b. Haris b. Sım'mete'l-Ensârî'dir. «Hamisa» hadîsinde ismi geçen Ebû Cehm başkadır. Bi'r-i Cemel, Medine'ye yakın bir yerin ismidir. Şerif Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in o defa su bulamadığı için duvardan teyemmüm ettiğine hamlolunmuştur. Çünkü su bularak onu kullanmaya kaadir olan kimseye teyemmüm caiz değildir. Bu hususta namaz vaktinin daralmasının da bir te'siri yoktur. Vakıa şafiilerden Beğavi (214-310) bazı Şafiîyye ulemâsından naklen vakit daralınca teyemmüm ederek farz namazın kılınacağını sonra abdest alarak o namazın kaza edileceğini söylemişse de bu kavil Şafiîler arasında ma'ruf ve makbul değildir. Onlara göre vaktin daralması sebebiyle bayram ve cenaze namazları için bile teyemmüm edilemez. Hanefîler'e göre cenaze ve bayram namazları için yetişememek endişesiyle su bulunduğu halde dahi teyemmüm caiz olduğunu az yukarıda görmüştük.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Hayz
Konu: Teyemmüm Bâbı
849-) - Bize Muhammed b. Abdillah b. Nümeyr rivâyet etti. ki): Bize babam rivâyet etti. ki): Bize Süfyan, Dahhâk b. Osman'dan, o da Nâfi'den, o da İbn Ömer'den naklen rivâyet etti ki; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) küçük abdest bozarken (yanından) bir zat geçmiş de kendilerine selâm vermiş fakat Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onun selâmını almamış.:» hadîsin muhtelif rivâyetleri vardır. Ezcümle Taberânînin «El-Evsât» daki rivâyetinde «Adam yolda görünmez olmak üzere iken Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ellerini duvara vurarak kollarına meshetti sonra o adamın selâmını aldı ve: selâmını almama bir mâni yoktu ama ben abdestsizdim.» buyurdu. Keza Bezzâr'ın sahih bir senedle tahric ettiği rivâyette «Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) küçük abdest bozarken yanından bir adam geçti de ona selâm verdi, o da selâmı aldı, adam geçti gittikten sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) arkasından seslendi ve: selâmını almama sebep, gider de ben Peygambere selâm verdim ama selâmımı almadı, dersin diye endişelenmemdir. Bir daha beni bu halele görürsen bana selâm verme, çünkü versen de selâmını almam!» buyurdu. denilmektedir. Bu bâbda daha başka rivâyetler de vardır. Bu rivâyette; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in kendisine abdest alırken verilen selâmı almadığı, Abdesti bitirdikten sonra özür dileyerek Allah'ın ismini abdestsiz olarak anmak istemediğini bildirdiği görülmektedir. bunun islâmiyetin ilk zamanlarına mahsus olduğunu, sonraları abdest alırken verilen selâmı kabul ettiğini söylerler. Tahavî Şerhinde «Selâm almamak meselesi abdest âyeti ile neshedilmiştir. Bazıları Âişe (radıyallahü anha)'dan rivâyet edilen hadisle nesh edildiğini söylemişlerdir: Mezkûr hadiste Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in her zaman Allah'ı zikrederdiği beyân ediliyor» denilmektedir. Hattâ Abdullah b. Alkame'nin babasından rivâyet ettiği bir hadisde: «Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) abdest almak istediği zaman biz kendisiyle konuşmazdık, o da bizimle konuşmazdı ona selâm verirdik, fakat o bize selâm vermezdi, bu hâl ta ruhsat âyeti (yani): mü'minler! Namaza kalkmak istediğiniz vakit yüzünüzü yıkayın." kavl-i kerimi ininceye kadar böyle devam etti» denilerek nesh meselesi tasrih edilmiştir. Bazıları neshe gitmeyerek hadisi istihbab manâsına te'vil etmişlerdir. Onlara göre abdestsiz selâm almak caizse de abdest bittikten sonra selâm almak müstahabdır.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Hayz
Konu: Teyemmüm Bâbı
850-) - Bana Züheyr b. Harb rivâyet etti. ki): Bize Yahya yani İbn Saîd rivâyet etti. ki: Bize Humeyd rivâyet etti. H. Ebû Bekr b. Ebi Şeybe de rivâyet etti lâfız onundur. ki): Bize İsmail b. Uleyye, Humeyd-i Tavil'den, o da Ebû Rafi'den, O da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti ki Ebû Hüreyre cünüp olarak Medine yollarından birinde Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e rastlamış ve hemen sıvışarak gitmiş, yıkanmış, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onu araştırmış, Ebû Hüreyre geldiği zaman: kaldın ya Eba Hüreyre?» diye sormuş. Ebû Hüreyre: Resûlüllah bana cünüp halimde tesadüf ettin. Ben de yıkanmadikça senin yanında oturmayı doğru bulmadım; demiş. Bunun üzerine (sallallahü aleyhi ve sellem): Mü'min necis olmaz.» buyurmuşlar. Hadîsi Buhârî «Kitâbü'l - Gusl» ün bir iki yerinde tahrîc ettiği gibi Ebû Dâvûd, Tirmîzî, Nesâî, ve İbn Mâce dahi muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir. Şerifteki yani (Sıvıştı) kelimesi biri bu olmak üzere dokuz şekilde rivâyet edilmiştir. Bu rivâyetlerin bazılarıda denilmiştir. Mezkûr kelimeler (Geriledim, Çekildim) ve (Döndüm) mânâlarına gelirler. Bâzı rivâyetlerde yani (Koştum) diğerlerinde yani (Kendimi necis itikad ettim), bir rivâyette yani (Şitab ettim), diğer rivâyette yani (Kendimi noksan buldum), başka bir rivâyette, yani (Kendimi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte yürümekten men ettim), diğer bir rivâyettede yani (Sıvıştım) denilmiştir. kelimesi evvelce de arz ettiğimiz gibi taaccüb ve hayret makamında kullanılır. Bu kelime mahzûf bir fi'lin mef'ulüdür. «Seni tenzih için tesbih ettim yâ Rabbî!..» takdirindedir. Daha başka takdirlerde yapılmıştır. Hattâ bazıları Sübhânallah»m mânâsı: «Tâat hususunda Allah'a koşarım» demektir. Mütâlâasında bulunmuşlardır.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Hayz
Konu: Müslümanın Necis Olmıyacağına Delil Bâbı
851-) - Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb'de rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Veki', Mis'ar'dan o da Vasıl'dan, o da Ebû Vail'den, o da Huzeyfe'den naklen rivâyet etti ki, Huzeyfe cünüp iken kendisine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) tesadüf etmiş. Huzeyfe hemen sıvışarak (Gitmiş) yıkanmış sonra gelerek: cünüptüm demiş Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Müslüman necis olmaz.» buyurmuşlar. (rahimehüllah) bu rivâyeti yükarkini takviye için zikretmiş olsa gerekir. Çünkü yukarki rivâyetin isnadı hakkında söz edilmiştir. Kâdi Iyaz, Ebû Abdillah Mâzerî'nin, «Bu isnâd münkâtı'dır. Hadisi Humeyd, Bekir b. Abdillah el Müzenî'den, o da Ebû Râfi'den, rivâyet etmiştir. Onu Buhârî ile Ebû Bekir b. Ebi Şeybe'de böyle tahric etmişlerdir.» dediğini söylemektedir. Filvaki' Buhârî öyle rivâyet ettiği gibi Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve diğer hadis İmâmlarida'aynı şekilde tahric etmişlersede Müslim'in böyle münkâtı rivâyet etmesinin metn-i hadîse hiçbir zararı yoktur. Çünkü hadîsin" metni Munkati’ senedli Ebû Hüreyre rivâyetinde ne ise buradaki muttasıl senedli rivâyetinde de odur. rivâyetinin senedine bir diyecek yoktur. Râvîlerinin hepsi Kûfelidir. Yalnız Huzeyfe (radıyallahü anh) ekseriyetle Me-dâin'de yaşamıştır.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Hayz
Konu: Müslümanın Necis Olmıyacağına Delil Bâbı
852-) - Bize Ebû Küreyb Muhammed b. Ala ile İbrahim b. Mûsâ rivâyet ettiler dediler ki; Bize İbn Ebî Zaide babasından, O da Hâlid b. Seleme den, o da Behiy' den, o da Urve'den, o da Âişe'den naklen rivâyet etti. Âişe: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) (zamanının) her anında Allah'ı zikrederdi» demiş. hadis bütün hallerde Allahü teâlâ'yı zikir, teşbih, tehlil, tekbîr ve tahmîd'in caiz olduğuna delildir. Bu hususta ulemâ ittifak halindedir. Yalnız cünüp ile hayzlı kimselerin Kur'ân okuyup okuyamaması hususunda ihtilâf vardır. Cumhûru ulemaya göre, cünüp ve hayzlı kimselerin Kur'ân okuması haramdır, Hattâ Şâfiilere göre; bu hususda bütün âyetle yarım âyetin farkı yoktur. İkisini de okumak haramdır. Onlara göre cünüp bir kimsenin Kur'ân kasdı ile (Bismillah), yahut (Elhamdülillah) demesi haramdır. Bunlarla zikri kasdeder, yahut hiçbirşey niyet, etmezse haram değildir. Cünüp ve hayzlının kalplerinden Kur'ân okumaları ve mushafa bakmaları caizdir. Yıkanmak istedikleri zaman zikir kasdiyle (Bismillah) demeleri müstahabdır. göre; Kur'ân kasdiyle (Bismillah) yahut (Elhamdülillah) demek mekruhtur. Fakat bunları nimete şükür yahut sena kasdiyle söylemekte kerahet yoktur. Mâlik Hayzlı kadına Kur'ân okumayı tecviz'etmiştir. Tahâvî'ye göre Cünüp ve hayzlılar yanın âyet okuyabilirler. Bu kavil İbn Semâ'a tarikiyle İmâm A'zam'dan da menkûldür. Onlara göre hayzlı bir muallime Kur'ân-i Kerîm'i kesik kesik kelimeler şeklinde okutabilir. Hattâ dua ve sena niyetiyle fatihayı okumak dahi caizdir. Zâhiriyye» adlı kitabda, «Hayzlı ile cünübün Tevrat, Zebur, ve incili okumamaları gerekir. Çünkü hepsi kelâmullahtır. Vitir duasını okumalarıda mekruhtur. Zira Übey b. Ka'b (radıyallahü anh) kunut duasını Kur'ân-ı Kerîm'den iki sûre saymıştır. veya küçük abdest bozarken ve cima halinde zikrin mekruh olduğunu teyemmüm Bâbında görmüştük. Şu halde Hadis-i Şerif o hallerle tahsis olunmuş demektir. Yani bu hadisten maksat o hallerden gayri Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in her zaman Allah'ı zikir ettiğini anlatmaktadır. Bu hususta abdestli abdestsiz veya cünüp bulunmakla ayakta, oturur, yürür veya yatar halde bulunmak arasında hiçbir fark yoktur.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Hayz
Konu: Cünüplük Halinde Ve Diğer Hallerde Allahü Teâlâyı Zikir Bâbı
853-) - Bize Yahya b. Yahya et - Temîmî ile Ebû'r Rabî' Ez -Zehrânî rivâyet ettiler. Yahya: Bize Hammâd haber verdi dedi. Ebû'r Rabî' ise; Bize Hammâd, Amr b. Dinar'dan o da Saîd b. el - Huveyris'den o da İbn Abbâs'dan naklen rivâyet etti ki Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) heladan çıkmış, kendisine yemek getirmişler ve Abdest lâfı etmişler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Ben namaz kılmak mı istiyorum ki, abdest alayım.» buyurmuşlar; dedi.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Hayz
Konu: Abdestsizin Yemek Yemesinin Cevazı, Bunda Hiçbir Kerahet Bulunmadığı Ve Abdest Almanın Hemen Vacib Olmadığı Bâbı
854-) - Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeybe'de rivâyet etti. ki): Bize Süfyan b. Uyeyne, Amr'dan, o da Saîd b. el-Huveyris'den naklen rivâyet etti. ki: İbn Abbâs'dan dinledim. Şöyle diyordu: (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yanında idik. Heladan gelmiş de kendisine yemek getirmişlerdi. Abdest almayacak mısın, dediler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): Namaz mı kılacağım ki, abdest alayım.» buyurdular.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Hayz
Konu: Abdestsizin Yemek Yemesinin Cevazı, Bunda Hiçbir Kerahet Bulunmadığı Ve Abdest Almanın Hemen Vacib Olmadığı Bâbı
855-) - Bize Yahya b. Yahya da rivâyet etti. ki): Bize Muhammed b. Müslim et - Tâifî, Amr b. Dinar'dan, o da Sâib oğullarının âzâdlısı Saîd b. Huveyris'den naklen haber verdi ki, Saîd, Abdullah b. Abbâs'ı şöyle derken işitmiş, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) helaya gitti; geldiği zaman kendisine yemek takdim ettiler ve: Resûlüllah! Abdest almayacakmısın? dediler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Niçin? Namaz için mi?» buyurdular.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Hayz
Konu: Abdestsizin Yemek Yemesinin Cevazı, Bunda Hiçbir Kerahet Bulunmadığı Ve Abdest Almanın Hemen Vacib Olmadığı Bâbı
856-) - Bana Muhammed b. Amr b. Abbâd b. Cebele dahi rivâyet etti. ki): Bize Ebû Âsim, İbn Cüreyc'den rivâyet etti. ki: Bize Saîd b. Huveyris rivâyet etti. Saîd, İbn Abbâs'ı şöyle derken işitmiş. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) helada kazâ-i hacet etti de kendisine yemek getirildi. O (bundan) yedi, fakat suya falan dokunmadı. Cüreye ki: Bana Amr b. Dînâr, Said b. Huveyris'den naklen şunuda ziyade etti. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e: Sen abdest almadın, demişler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): kılmak istemedim ki, abdest alayım.» buyurmuşlar. Amr bunu Said b. Huveyris'den dinlediğini söyledi. hadis-i Şerifin bütün rivâyetleri abdestsiz bir kimsenin yemek yiyebileceğini göstermektedir ulemâ abdestsiz yemek yemek, su içmek, Allah'ı zikretmek ve Kur'ân-ı Kerim okumak gibi şeylerin caiz olduğuna ittifak etmişlerdir. Bu hususta hiçbir kerahet yoktur. Bütün sahih hadisler bunların cevazına delâlet ettiği gibi icma-ı ümmet dahi mün'akid olmuştur. Abdest almak ancak namaz vakti daraldığı zaman vacib olur. rivâyetlerin metinlerinden de anlaşılacağı vecihle mevzu-i bahis olan abdestden murad: Şer'î abdesttir. Bununla beraber Kâdî îyâz onu lûgavî abdest mânâsına almış ve elleri yıkamaktan ibaret olduğunu söylemiştir. Kâdi İyaz yemekten önce el yıkamanın müstehap veya mekruh olduğu hususunda ulemânın ihtilâf ettiğini ve İmâm Mâlik'le Sevrî'nin bunun kerahetine kail olduklarına nakletmişse de Hadîsden murad! Neveyî'ninde beyân ettiği vecihle el yıkamak değil Şer'i abdesttir. Allah-u A'lem.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Hayz
Konu: Abdestsizin Yemek Yemesinin Cevazı, Bunda Hiçbir Kerahet Bulunmadığı Ve Abdest Almanın Hemen Vacib Olmadığı Bâbı
857-) - Bize Yâhyâ b. Yahya rivâyet etti. ki): Bize Hammâd b. Zeyd haber verdi, Yahya şunu da söyledi. Bize Hüşeym haber verdi. Bunların ikisi de Ahdulaziz b. Suheyb'den o da Enes'den naklen rivâyet etmişler. hadîsinde: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) helaya gireceği vakit...» Cümlesi, Hüseyin'in hadisinde: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kenîfe gireceği zaman...» ibareleri vardır. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) helaya girerken: Rabbi, Hübs ve Habâisden sana sığınırım.» derdi.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Hayz
Konu: Helaya Girmek İsteyenin Ne Okuyacağı Bâbı
858-) - Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb'da rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize İsmail -ki İbn Uleyye'dir - Abdulaziz'den bu isnadla rivâyet etti ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in: ve Habâisden Allah'a sığınırım.» dediğini söyledi. hadîsi Buhârî «Kitâbü'l - Vudû» ile «Kitâbü'd - Deavât» da Ebû Dâvûd, Tirmîzi, Nesâî ve İbn Mâce «Kitâbü't - Tahâre» de tahric etmişlerdir. (319-388)'nin beyânına göre; hubs, habisin cem'i, habâis ise habîsenin cem'idir. Bu iki kelimeden murad Şeytanların erkek ve dişileridir. Yani Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) helaya girerken erkek ve dişi şeytanlardan Allah'a sığmırmış. umumiyetle hadîs ulemasının bu kelimeyi «Hubs» şeklinde «ba»nın sükûnu ile telâffuz ettiklerini, fakat bunun hata olduğunu, kelimenin doğru olarak Hubus şeklinde okunacağını söylemiş ve sözlerine şunu ilâve etmiştir. Çünkü şeytanlar helalarda bulunurlar. Helalar Allah'ın zikredilmediği yerlerdir. Bu sebeple Resûl-ü Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) şeytanlardan korunmak için evvelâ Allah'a sığmırmış. Fakat Hattabî'nin hata iddiası doğru değildir. Çünkü tahfif için sakin okumak caizdir. Kelime burada olduğu gibi başka yerlerde de hubs şeklinde bâ'nın sükûnu ile rivâyet edilmiştir. Ulemâdan Ebî Ubeyd Kâsım b. Sellâm, Fârâbi ve Fârisî gibi zevat mezkûr kelimenin bu şekilde okunduğunu rivâyet etmişlerdir. Meşhur olan rivâyetide budur. Yalnız bazıları kelimenin mastarının da aynı şekilde gelmesine bakarak birbirlerine karışmasınlar diye bunun hubus okumanın evlâ olacağı söylenebilir, demişlerdir. Bazıları Huhs'dan murad küfür, Habâîs'de şeytanlardır, demişlerdir. İbn Battal (-444)'a göre hubus kelimesi bilumum kötülüklere şamil bir kelimedir. «Hubs» şeklinde okunursa pislik mânâsına masdardır. Bazan da isim olarak kulanılır. Habâis'den murad ona göre de şeytanlardır. Bu kelime hakkında İbnül-A'rabî şu tafsilâtı verir «Arap lisanında» Hubs'un aslı kerih görülen şey mânâsına gelir. Bu kelime söz hakında kullanılırsa sövmek, dinler hakkında kullanılırsa küfür, yemekler hakkında haram, içilen şeyler hakkında zararlı, mânâlarına gelir. Bazıları «Hubs» iyi ve makbul olmayan fiil yani kötülük, Habâis ise; bilcümle kötü fiiller ve çirkin huylar mânâsına gelir demişlerdir. Hela ve mirhâd, aynı manâya gelen sözlerdir. Bunlardan murad bizim de hela dediğimiz ayak yoludur.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Hayz
Konu: Helaya Girmek İsteyenin Ne Okuyacağı Bâbı
859-) - Bana Züheyr b. Harb rivâyet etti. ki): Bize İsmail b. Uleyye rivâyet etti H. Bize Şeyban b. Ferrûh dahi rivâyet etti. ki): Bize Abdülvaris rivâyet etti, bunların ikisi de Abdülaziz'den, o da Enes'den, naklen rivâyet etmişler. Enes şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) birisine yavaşça birşey söylerken namaza ikâmet getirildi. (Abdülvaris'in hadisinde: Nebiyullah (sallallahü aleyhi ve sellem) birisiyle gizlice konuşurken denilmiştir) fakat cemaat uyuyuncaya kadar kendisi namaza kalkmadı.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Hayz
Konu: Oturarak Uyumanın Abdesti Bozmayacağına Delil Bâbı
860-) - Bize Ubeydullah b. Mûâz el-Anberî rivâyet etti. ki): Bize babam rivâyet etti. ki): Bize Şu'be Abdüllaziz b. Süheyb'den, o da Enes b. Mâlik'den işitmiş olmak üzere rivâyet etti. Enes şöyle dedi: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir adamla gizlice konuşurken namaz için ikâmet getirildi. Fakat kendileri ashabı uyuyuncaya kadar gizli konuşmaya devam ettiler, sonra gelerek onlara namaz kıldırdılar.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Hayz
Konu: Oturarak Uyumanın Abdesti Bozmayacağına Delil Bâbı
861-) - Bana Yahya b. Habîb el-Hârisi dahi rivâyet etti. ki): Bize Halid —ki İbni Haristir— rivâyet etti. ki): Bize Şu'be Kâtade'den, naklen rivâyet etti. ki: Enes'i şöyle derken dinledim. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in ashabı uyurlar sonra abdest almadan namaz kılarlardı. ki: «Sen bunu Enes'den mi işittin?» dedim: eyvallah!» cevabını verdi.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Hayz
Konu: Oturarak Uyumanın Abdesti Bozmayacağına Delil Bâbı
862-) - Bana Ahmed b. Saîd b. Sahr ed - Dârimî rivâyet etti. ki): Bize Habbân rivâyet etti. ki): Bize Hammad, Sâbit'den, o da Enes'den naklen rivâyet etti ki Şöyle dedi: Yatsı namazına ikâmet getirildi. Bu sırada bir zât; benim bir hacetim var, dedi. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onunla gizlice görüşmeye gitti. Tâki cemaat yahut cemaatten Bazıları uyudular; sonra namazı kıldılar. hadîsi Müslim «Namaz» bahsinde de tahric ettiği gibi Buhârî «Ezan» bahsinde. Ebû Dâvûd'da namaz bahsinde tahric etmişlerdir. Hadisin muhtelif rivâyetlerinden anlaşıldığına göre Ashâb-ı Kiram yatsı namazını kılmak üzere toplanmışlar, namaz için ikâmet getirilmiş. Tam bu sırada bir kavmin büyüğü olduğu söylenen bir adam gelerek Resûl-ü Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) ile görüşmek istemiş, o da mescidin bir köşesine çekilerek kendisi ile gizlice uzun uzun görüşmüş ve onu İslama yatıştırmaya çalışmış. Aynî diyor ki; «Gelen bu zatın bir melek olması Enes (radıyallahü anh)'in onu insan suretinde görmesi ihtimalden uzak değildir. muhtelif rivâyetleri ile uykunun abdest bozmuyacağına delâlet etmektedir. Yine Enes (radıyallahü anh)'dan bir rivâyetde; (sallallahü aleyhi ve sellem)’in ashabı yatsıyı beklerken uyurlar hatta başları göğüslerine düşerdi; sonra namazı kılarlar, abdest almazlardı» denilmektedir. bir rivâyetinde Katâde «Enes rivâyet ederken işittim» dediği halde Şu'be'nin ona; «Sen bunu Enes'den mi işittin» diye sorması, işitip işitmediğini iyice tesbit etmek içindir. Çünkü Katâde (rahimehüllah) Müdellislerdendir. Şu'be ise tedlîsi son derece hor görenlerdendir. Hattâ «Zina etmek tedlis yapmaktan ehvendir» dediği rivâyet olunur. Evvelcede arzettiğimiz gibi müdellisin «an» edatı ile «filândan» diyerek rivâyet ettiği hadisle ihticac olunmaz. Filândan işittim derse ancak o zaman hadisi makbul olur. Bu sebepten Şu'be (rahimehüllah) Katâde'nin hadîsi işitip işitmediğini iyice tesbit etmek istemiştir. Her halde Katâde dahi onun bu fikrini anlamış olacakki hadîsi Enes'den işittiğini Allah'a yemin ederek söylemiştir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Hayz
Konu: Oturarak Uyumanın Abdesti Bozmayacağına Delil Bâbı
863-) Bize İshâk b. İbrâhîm el-Hanzalî rivâyet etti ki); Bize Muhammed b. Bekr rivâyet etti. H. Muhammed b. Râfi'de rivâyet etti ki): Bize Abdürrezzâk rivâyet etti. Bunların ikidi de; Bize İbn Cüreyc haber verdi, dediler. H. Hârûn b. Abdillâh dahi rivâyet etti. Lâfız onundur. ki: Bize Haccâc b. Muhammed rivâyet etti. Dedi ki, İbn Cüreyc bana İbn Ömer'in âzadlısı Nâfi', Abdullah b. Ömer'den naklen haber verdi, dedi. İbn Ömer Şöyle dedi: Medine'ye geldikleri zaman toplanırlar da namazların vakitlerini tayin ederlerdi. Namaz için hiçbir kimse ezan okumazdı. Derken bir gün bu hususta konuştular. Bazıları hıristiyanların çanı gibi bir çan ittihaz edin! diğer Bazıları, Yahûdilerin borusu gibi bir boru olsun, dediler. Bunun üzerine Ömer: çağıran bir adam gönderseniz ya: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): Bilâl kalk da namaza çağır» buyurdular. hadîsi Buhârî, Tirmizî ve Nesâî de tahrîc etmişlerdir. Lügatta ilâm yanî bildirmek mânâsına gelen kıyasî bir ism-i masdardir. Herevî «Ezan, ezîn» ve «Te'zin» kelimelerinin aynı mânâya geldiğini söylemiştir. Bâzılarına göre; ezîn mânâsına gelir. Ezan: Hususi zamanlarda husûsî lâfızlarla yapılan bir i'lâmdır. Husûsî zamanlardan murad, namaz vakitleridir. Husûsî lâfızlarda çifter çifter okunan ezan lâfızlarıdır.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Namaz
Konu: Ezanın Başlaması Bâbı
864-) Bize Halef b. Hişâm rivâyet etti ki): Bize Hammâd b. Zeyd rivâyet etti. H. Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti ki): Bize İsmail b. Uleyye haber verdi. Bunların ikisi birden Hâlid El-Hâzzâ'dan, o da Ebû Kılâbe'den, o da Enes'den naklen rivâyet etmişler. Enes şöyle dedi: ezanı çift, ikâmeti tek okuması emrolundu.. Yahya, İbn Uleyye'den rivâyet ettiği hadîsinde: -Ben bu hadîsi Eyyûb'a rivâyet ettim. Eyyûb; yalnız ikâmet lâfzı müstesna, dedi.» cümlesini ziyade etti.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Namaz
Konu: Ezanın Çift, İkametin Tek Lafızlarla Okunmasının Emredilmesi Bâbı
865-) Bize İshak b. İbrahim el-Hanzali de rivâyet etti ki): Bize Abdülvehhab es-Sakafî haber verdi, dedi ki; Bize Hâlid el-Hazzâ, Ebû Kılâbe'den, o da Enes b. Mâlik'den naklen rivâyet etti. Enes şöyle dedi: Ashab tanıyacakları bir şeyle halka namaz vaktini bildirmeyi konuştular da kimi ateş yakmayı kimi de çan çalmayı teklif ettiler. Bunun üzerine; Bilâl'e ezanı çift, ikâmeti de tek kelimelerle okuması emrolundu.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Namaz
Konu: Ezanın Çift, İkametin Tek Lafızlarla Okunmasının Emredilmesi Bâbı
866-) Bana Muhammed b. Hatim de rivâyet etti. ki): Bize Behz rivâyet etti ki): Bize Vüheyb rivâyet etti ki): Bize Hâlid el-Hazzâ bu isnadla rivâyet etti. Hâlid; Müslümanlar çoğalınca namaz vaktini bildirmeyi konuştular...» diyerek Sekafi hadîsi gibi rivâyet etmiş; yalnız burada; «Ateş yakmayı» tabirini kullanmış.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Namaz
Konu: Ezanın Çift, İkametin Tek Lafızlarla Okunmasının Emredilmesi Bâbı
867-) Bana Ubeydullah b. Ömer el-Kavârîrî dahi rivâyet etti. ki): Bize Abdülvâris b. Saîd ile Abdülvehhâb b. Abdilmecîd rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Eyyûb, Ebû Kılâbe'den, o da Enes'den naklen rivâyet etti. Enes; ezanı çift, ikâmeti tek (Lâfızlarla) okuması emrolundu» demiş. hadisi bütün Kütüb-ü Sitte sahihleri az lâfız değişikliği ile tahrîc etmişlerdir. İbadet zamanlarında hıristiyanlann çaldığı çandır. Yahûdiler bu iş için borazan mânâsına gelen bûk veya şebûr çalar, mecûsiler de ateş yakarlarmış. Ashâb-ı Kirâm'ın halkın tanıdıkları birşeyle namaz vaktini bildirmekden muradları, Namaz vaktini bildiren bir alâmet tayin et-mekdir. Bazıları bu alâmetin namaz vakti geldiğinde ateş yakmak, diğerleri de çan çalmak ve boru üfürmek gibi şeyler olmasını teklîf etmişlerdir. emrolundu» cümlesinde, emrolundu fiili meçhul sîgası ile vârid olmuştur. Emredenin Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yahut başka biri olması ihtimal dahilindedir. Sahâbînin «Emrolundu» demesi Usûl-ü Fıkh ulemâsı arasında ihtilaflıdır. Bazıları bu sîga ile rivâyet edilen hadîsin merfu', bazıları da mevkuf olduğunu söylemişlerdir. Kirmanı ekseri ulemânın mezkûr sîga ile rivâyet edilen hadisi merfu' saydıklarını, doğrusunun da bu olduğunu söylemişse de, Aynî bu sözün kendi mezhebini takviye için söylenmiş bir söz olduğunu beyan etmiştir. Nevevî dahi Kirmânî'nin yolundan giderek böyle hadîslere mevkuf diyenleri hatâya nisbet etmiş, doğrusu böyle hadisler merfu'dur. Çünkü emrolundu fiilinin faili emir ve nehiy sahibi olan Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dir. Yine bu kabilden olmak üzere Sahâbînin «şöyle emrolunduk, şundan nehyolunduk, insanlara şu emrolundu» gibi sözleri hep merfû'dur. Sahabinin bu sözleri Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında söylemesi ile onun vefatından sonra söylemesi arasında fark yoktur» demiştir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Namaz
Konu: Ezanın Çift, İkametin Tek Lafızlarla Okunmasının Emredilmesi Bâbı
868-) Bana Ebû Gassân el-Mismaî, Mâlik b. Abdilvâhid ile İshak b. İbrahim rivâyet ettiler. Ebû Gassan; Bize Muâz rivâyet etti, dedi. İshak ise; Bize Sahib-i Destevâi Muâz b. Hişâm haber verdi, dedi. Muâz Dedi ki; Bana babam Amir b. Ahval'den, o da Mekhûl'den, o da Abdullah b. Muhayrîz'den, o da Ebû Mahzûra'dan naklen rivâyet etti ki: Nebiyyullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine şu ezam öğretmiş: Allâhü ekber herşeyden büyüktür. Allah herşeyden büyüktür. en lâilâhe illallah, Eşhedü en lâilâhe illallah Allah'dan başka ilâh olmadığına şahadet ederim. Allah'dan başka ilâh olmadığına şahadet ederim. Muhammeden Resûlüllah, Eşhedüenne Muhammeden Resûlüllah Muhammed'in Resûlüllah olduğuna, şahadet ederim. Resûlüllah olduğuna şahadet ederim» sonra dönerek yine şöyle dedi: Allah'dan başka ilâh olmadığına şahadet ederim. Allah'dan başka ilâh olmadığına şahadet ederim. Muhammed'in Resûlüllah olduğuna şahadet ederim, Muhammed'in Resûlüllah olduğuna şahadet »derim, (sonra iki defa): namaza» Hayye ale’s-salâh iki defa da: Felaha» Hayye ale’l-felâh (demiş) Allâhü ekber illâllah «Allah herşeyden büyüktür, Allah herşeyden büyüktür. Allah'dan başka ilâh yoktur» cümlelerini de ziyade etti. Hadîs Müslim'in ekseri esas nüshalarında böyledir. Yani ezanın başında iki defa tekbir getirileceğini gösterir. Fakat Müslim'den başka hadis İmâmları rivâyetlerinde ezanın başında dört defa tekbir alınacağı zikredilmiştir. Kâdî Iyâd, Sahîh-i Müslim'in Fârisî tarîklarından bazılarında tekbirin dört defa getirileceği zikredildiğini söyler. Aynı ihtilâf Abdullah b. Zeyd hadîsinde dahi mevcuttur. Meşhur olan rivâyete göre ezanın başındaki tekbirler dörttür. Mezheb imanlarından Ebû Hanîfe, Şafiî ve Ahmed b. Hanbel ile cumhûru ulemânın mezhebleri budur. İmâm Mâlik iki defa tekbîr alınacağına kail olmuş ve bu hadîsle istidlal etmiştir. Mâli k'in bir delili de: amelidir. Onlar Hazret-i İmâma göre sünneti daha iyi bilirler. Cumhûru ulemâ «mu'temed râvinin ziyâdesi makbuldür» diyerek dört tekbire kail olmuşlardır. Bir delilleri de: dört tekbîr almasıdır. Mekke-i Mükerreme gerek hac mevsiminde gerekse şâir zamanlarda müslümanların toplandığı yerdir. Onların bu fiilini inkâr eden bulunmamıştır. şerif ezanda tercîa kaail olan İmâm Mâlik, Şafiî'e Ahmed b. Hanbel (rahimehümüllah) ile diğer ulemânın de-allerindendir. Tercî’ iki şahadeti alçak sesle okuduktan sonra dönerek tekrar bir de yüksek sesle okumak demektir. Hanîfe ile Küfe ulemâsına göre ezanda Terci’, meşru’ değildir, onlar Abdullah b. Zeyd hadisi ile istidlal ederler. O hadisde terci' zikredilmemiştir. Tercî'in ezanın bir rüknü olup olmadığı hususunda ihtilâf etmişlerdir. Esah olan kavle göre terci' sünnettir. Hadis İmâmlarından bir çokları ile diğer bir takım ulemâya göre müezzin terci’ yapıp yapmamakta muhayyerdir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Namaz
Konu: Ezanın Sıfatı Bâbı
869-) Bize İbn Nümeyr rivâyet etti. ki): Bize babana rivâyet etti. ki): Bize Ubeydullah, Nâfi'den, o da İbn Ömer'den naklen rivâyet etti. ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in İki müezzini vardı. Biri Bilâl, diğeri âmâ olan İbn Ümmü Mektûm

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Namaz
Konu: Bir Mescidde İki Müezzin Bulundurmanın Müstahab Oluşu Bâbı
870-) Bize yine İbn Nümeyr rivâyet etti ki): Bize babam rivâyet etti ki): Bize Ubeydullah rivâyet etti ki): Bize Kâsım, Âişe'den bu hadîsin mislini rivâyet etti: hadîsdeki müezzinlerden murâd Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Medine'deki müezzinleridir. Mekke devrindeki müezzini sesi son derece güzel olan Ebû Mahzura ile Sa'd (radıyallahu anhüma) idi.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Namaz
Konu: Bir Mescidde İki Müezzin Bulundurmanın Müstahab Oluşu Bâbı
871-) Bana Ebû Küreyb Muhammed b. Ala' El-Hemdânî rivâyet etti ki): Bize Hâlid yani İbn Mahled, Muhammed b. Cafer'den rivâyet etti ki): Bize Hişâm, babasından, o da Âişe'den naklen rivâyet etti, Âişe şöyle dedi: Ummi Mektüm a'ma olduğu halde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) müezzinlik yapardı.»

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Namaz
Konu: Yanında Gözü Gören Biri Bulunursa Âmanın Ezan Okumasının Cevazı Bâbı
872-) Bize Muhammed b. Selemete'l-Murâdî dahi rivâyet etti. ki): Bize Abdullah b. Vehb, Yahya b. Abdillâh ile Saîd b. Abdirrahman’dan, onlar da Hişâm'dan bu isnadla bu hadîsin mislini rivâyet etti. hadîsin ekseri hükümleri yukarıda görüldü. Burada maksad â'mânın ezan okumasının sahîh ve caiz olduğunu beyandır. diyor ki: Yanında gözü gören bir müezzin bulunduğu vakit â'mânın müezzinliği caizdir. Bu Hazret-i Bilâl ile birlikte İbn Ümmü Mektûm'un müezzinliğine benzer. Ulemâmız yalnız başına â'mânın müezzin olmasını mekruh görürler» Ebî Şeybe ile İbn Münzir'in rivâyetlerine göre Abdullah İbn Mes'ûd, İbn Zübeyr (radıyallahü anhüma) ve başkaları â'mânın müezzinliğini mekruh gö-rürlermiş. Fakat bu kavil â'mânın yanında gözü gören ve namaz vaktinin girdiğini ona haber veren başka bir müezzin olmadığı zamana hamledü-miştir. Nevevî, Ebû Hanîfe’nin «â'mânın ezanı sahih değildir» dediğini nakletmişse de bu nakil hatâdır. Çünki Ebû Hanîfe hazretleri böyle bir şey söylememiştir. Yalnız diğer Hanefî İmâmları â'mânın müezzinliğini mekruh görmüşlerdir. Mes'ele «El-Muhit», «Ez-Zâhire» ve «El-Bedâyî» gibi fıkıh kitaplarında zikredilmiştir. Kerahetin vechi; â'mânın namaz vakti girdiğini müşahede edememesi olsa gerektir. Çünkü müezzinlik esasen müşahedeye ibtinâ eder. Yoksa â'mânın yanında gözü gören bir müezzin bulunduğu zaman müezzinlik etmesi mekruh değildir. Hattâ gözü görenler içinde â'mâdan efdali bulunmadığı vakit â'mânın İmâm olması bile evlâdır. «El-Burhan» nâm eserde «gözü görenler içerisinde â'mâdan efdal kimse bulunmazsa â'mânın İmâm olması evlâdır; Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Tebûk gazasına gittiği zaman Medine'de kendi yerine İbn Ümmî Mektûm'u bırakmıştı. Bu zat â'mâ idi» denilmektedir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Namaz
Konu: Yanında Gözü Gören Biri Bulunursa Âmanın Ezan Okumasının Cevazı Bâbı
873-) Bana Züheyr b. Harb rivâyet etti. ki): Bize Yahya İbn Saîd, Hammâd b. Seleme'den rivâyet etti. ki): Bize Sabit, Enes b. Mâlik'ten naklen rivâyet etti. Enes şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) fecr doğduğu zaman baskın yapardı. Ezanı dinletirdi şayet ezan (sesi) işitirse (baskından) vazgeçer; işitmezse baskın yapardı. (Bir defa) Allah-u Ekber, Allahü Ekber diyen bir adam işitti. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): (ı islâm) üzere!» buyurdular. Sonra o zât: enlâ ilahe illallah, Eşhedü enlâilâhe illallah» dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ; çıktın» buyurdular. Müteakiben baktılar ki adamcağız bir keçi çobanıymış. Geceleyin ansızın yapılan baskın demektir. Geceleyin yapılması evlâdır. Sabaha doğru bırakılması ihtimal ezan sesini dinlemek içindir. Ezan sesi işitildiği zaman baskın yapmaktan vazgeçmesi o yer halkının müslüman olduğunu anladığı içindir. Çünkü imanla küfrün arasında alâmet-i farika ezandır. (sallallahü aleyhi ve sellem)'in «Fıtrat (ı islâm) üzere» buyurması: «Sen bu sözü insanların yaratıldığı islâm fıtratı üzere söyledin» demektir. O zatın kelime-i tevhidi söylediğini işitince de: «Cehennemden çıktın» buyurmakla onun tevhid sayesinde bu fıtrat üzere devam edeceğine ebeveyninin onu hıristiyan veya Yahûdi yapamayacaklarına işaret eylemiştir. Cehennemden kurtulacağını katiyyen ve sü-buta delâlet eden mazi sîgası ile ifade buyurması ya tefe'ül, yahut kafi surette kurtulacağını haber vermek içindir. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in söyledikleri doğrudur. Teâlâ hazretlerinin vâ'di haktır.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Namaz
Konu: Aralarında Ezan Sesi Duyulduğu Zaman Küfür Diyarında Bulunan Bir Kavme Baskın Yapmaktan Çekinme Bâbı
874-) Bana Yahya b. Yahya rivâyet etti. ki: Mâlike İbni Şihâb'dan duyduğum, onun da Atâ b. Yezîd el-Leysî'den, onun da Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen rivâyet ettiği şu hadîsi okudum. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): İşittiğiniz zaman siz de müezzinin dediğini deyin» buyurmuşlar. hadîsi Buhârî, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî veİbn Mâce dahi tahrîc etmişler. Tirmizî onun hakkında «Bu hadîs hasen sahihtir» demiştir. Vaddâh hadîsteki «müezzin» kelimesinin müdrec olduğunu iddia etmişse de bu iddia söz götürür. Çünkü Müdrec: İçersine râvînin sözü karışan hadîs demektir. Böyle birşey mücerred bir iddia ile isbât edilemez. Buhârî ve Müslim'in rivâyetlerinde müezzin lâfzı zikredilmiştir. «El-Umde» sahibinin metn-i hadîsten bu lâfzı hazfetmesi mühim birşey değildir. Bu babda en sarîh rivâyetlerden biri de Nesâî'nin tahrîc ettiği Ümmü Habîbe hadîsidir. Mezkûr hadîsde: (sallallahü aleyhi ve sellem) benim yanımda bulunduğu zaman müezzinin ezan okuduğunu duydu mu müezzin sustuğu vakit onun söylediğini söylerdi» denilmektedir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Namaz
Konu: Ezanı İşiten Kimseye Müezzinin Söylediklerinin Söylenmesi, Sonra Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Sellem’e Salavat Gatirmenin, Sonra Ona Vesileyi İstemenin Müstahab Oluşu Bâbı
875-) Bize Muhammed b. Selemete'l Murâdî rivâyet etti. ki): Bize Abdullah b. Vehb, Hay ve ile Saîd b. Ebî Eyyûb ve arkadaşlarından, onlar da Kâ'b b. Alkame'den o da Abdurrahman b. Cübeyr’den, o da Abdullah b. Amr b. Âs'dan naklen rivâyet etti. Abdullah Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i şöyle buyururken işitmiş: işittiğiniz vakit siz de onun dediğini deyin. Sonra bana salavât getirin. Çünkü her kim bana bir defa salavat getirirse, Allah ona o salâvat sebebiyle on defa salât eyler. Sonra Allah'dan benim için vesileyi isteyin. Zira vesile cennette bir makamdırki Allah'ın kullarından yalnız bir tanesine lâyıktır. Umarımki; o bir kişi de ben olayım. İmdi her kim benim için vesileyi isterse ona şefaatim vâcib olur.» Hadîsi Ebû Dâvud ile Nesâî dahi tahric etmişlerdir. Buhârî'deki rivâyetinde şöyle buyurulmuştur: kim ezanı işittikte Yarabbi şu tam davetin ve daimî salâtın rabbi olan Allah'ıml Muhammed'e vesileyi ve fazileti ver. Onu vâd buyurduğun makâm-ı mahmuda gönder! derse kıyâmet gününde o kimseye şefaatim vâcib olur.» Bu hadîs kitabımızın hadîsini tefsir etmiş oluyor. Çünkü Müslim'in rivâyetinde; Allahtan benim için vesileyi isteyin» buyurulmuş, fakat onu ne şekilde ve hangi kelimelerle isteyeceğimiz bildirilmemiştir. Buhârî hadîsi bu ciheti îzah etmiştir. kuluna salât etmesinden murâd rahmet ve mağfiret buyurmaşıdır. Lûgatde başkasına yaklaşmaya vâsıta olan şey ve hükümdarın yanında mevki' sahibi olmak mânâlarına gelir. Buradaki hadiste cennette bir mevki ve menzil diye tefsir buyurulmuştur. Faziletin vesileden başka bir makam olması ihtimali vardır. Buhârî hadisinde «Makâm-ı - Mahmûd» nekre olarak zikredilmiştir. Bu makam müphem olmadığı halde nekre zikredilmesi Kuran-ı Kerim'in nazmını hikâye etmek içindir. Zira Kur'ân-ı Kerim'de; «Muhakkakki rabbin seni bir makâm-ı mahmûd'a gönderecektir» buyurulmuştur. Tıybî (- 743) bu kelimenin nekre zikredilmesi nekre daha büyük ve geniş mânâ ifâde ettiği içindir. Sanki ne büyük makam, her dille övülen bir makam denilmiş gibidir, diyor. «Makâm-ı Mahmûd» un türkçesi övülen makam demektir. Bu tabir bâzı rivâyetlerde ma'rife olarak zikredilmiştir. İbn'l Cevzî ekseri ulemâya göre bundan muradın şefaat olduğunu söylemiştir. Bazıları Makâm-ı Mahmûd Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i arşın üzerine oturtmaktır. Diğer Bazıları kürsinin üzerine oturtmaktır demiş; bir takımları da herkesin göreceği ve tanıyıp methedeceği yerdir, diye tefsir etmişlerdir. Bu tabir Hamd-ü Senayı celbeden bütün ta'ziz ve ikram nev'-ilerine âmm ve şâmildir. İbn Abbâs (radıyallahü anhüma) Makam-ı Mahmud'u «Öyle bir makam ki; seni orada bütün gelmiş geçmiş ümmetler övecek ve orada bütün mahlûkata şeref vereceksin. İstediğin verilecek, şefaatin kabul edilecek, herkes senin sancağın altında toplanacaktır.» diye tavsif etmiştir. Hazret-i Ebû Hüreyre'den rivâyet olunan bir hadiste Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): mahmud benim Ümmetime şefaat edeceğim yerdir.» buyurmuştur. Bu makamı ona vereceğini bizzat Tealâ hazretleri vâ'd buyurmuştur. Allahü teâlâ - Hâşâ vaadinden dönmez. Şu halde ümmetin duasına ne lüzum vardır denilirse bu suale şöyle cevap verilir: Ümmetin duası bu makamın devam ve sebatını istemek içindir. Yahut ümmetden dua istenilmesi bir kimsenin başkasına dua etmesinin caiz olduğunu, hacet anlarında duadan ve bilhassa sâlih kulların duasından istifade ve is-tiâne'nin meşru' olduğuna işaret içindir. «Şefaata hak kazanır, şefaat kendisine helâl olur, şefaat kendisine vâcib olur,» mânâlarına gelir. Fakat buradaki helâl olmak evvelce haram idi mânâsına değil, yine şefaati hak eder manasınadır. Burada da şöyle bir sual hatıra gelebilir: Şefaat günahkârlara yapılacaktır. Burada ise; günahlı veya günahsız her kim ezan duasını okursa onlara şefaat edileceği bildiriliyor. Günahsızlar için şefaate lüzum var mıdır? Evet vardır. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in müteaddit şefaatleri olacaktır. Bunların Bazıları soruşuz sualsiz cennete girmek ve derecelerini yükseltmek gibi husûsatta günahsızlara âit-tir. Yani kıyâmet gününde haline göre herkese şefaat olunacaktır.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Namaz
Konu: Ezanı İşiten Kimseye Müezzinin Söylediklerinin Söylenmesi, Sonra Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Sellem’e Salavat Gatirmenin, Sonra Ona Vesileyi İstemenin Müstahab Oluşu Bâbı
876-) Bana İshâk b. Man’sûr rivâyet etti. ki): Bize Ebû Ca'fer Muhammed b. Cehdam es-Sekafî haber verdi ki): Bize İsmail b. Ca'fer, Umâratü'bnü Gaziyye'den, o da Hubeyb b. Abdirrahman b. İsaf’dan, o da Hafs b. Âsim b. Ömer b. Hattâb'dan, o da babasından, o da dedesi Ömer b. Hattâb'dan naklen rivâyet etti. ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Allahûekber, Allahûekber» dediği vakit sizden biriniz «Allahûekber Allahûekber» der: Sonra Müezzin «Eşhedû enlâ ilahe illallah» dediği vakit oda «Eşhedû enlâ ilahe İllallah» derse sonra Müezzin «Eşhedû enne Muhammeden Resûlüllah» dediği vakit oda «Eşhedû enne Muhamme-den Resûlüllah» der; müezzin «Hayyealessalah» dediği vakid oda «lâ havle velâkuvvete illâ billâh» der; sonra müezzin «Hayye ales'salâh» dediği vakit oda «lahavle velâkuvvete illâ billâh» derse; sonra «Allâhûekber Allâhû ekber» dediğinde oda «Allahû Ekber, Allahü ekber» derse; sonra müezzin lâ ilahe illallah dediği vakit oda bütün kalbiyle «lâ ilâheillâllah» derse cennete girer» buyurdular. hadîs için Dâre-Kutnî (306 - 385) «El-İstidrâk» nâm eserinde de şunu söylemiştir: «Bu hadîsi Derâ verdi- ve başkaları mürsel olarak rivâyet etmişlerdir», «Kitâbü'l İ'lel» inde ise onun muttasıl olduğunu söylemiş, muttasıl olarak rivâyet eden İsmail b. Cafer'in hafız ve mûtemed bir zât olduğunu, binaenaleyh yaptığı ziyâdenin kabul edileceğini» bildirmiştir. Doğrusu «Kitabü'l-t'lel» deki sözüdür. Çünkü hadîsi Bu'hârî ile Müslim de rivâyet etmişlerdir. Sahîh olduğunda şüphe yoktur. Mevsuk olan bir râvînin rivâyet ettiği ziyâde ise makbuldür. bu hadîsde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ezanın başındaki tekbîri iki defa, şahadetleri ve Hay'aleleri birer defa zikretmişse de, hadîs ezanın lâfızları ta'lim için sevk edildiğinden adet hakkında nass değildir. Bu bâbda nass olan hadislerde ezanın başındaki tekbirlerin dört, diğer elfazının ikişer olduğunu yukarıda görmüştük. Hayye ale's-Salâh ile Hayye ale'l-Felâh'ın kısaltılmış ifadesidir. Hayye ale'l-Felâh: Kurtuluşa cennette ebedi kalmaya sebep olan şey'e gelin; demektir. Arap lisânında hayrın bütün mânâlarına şâmil o-lan en cemiyyetli kelime Felah kelimesidir. Nasihat kelimesi de buna yakındır.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Namaz
Konu: Ezanı İşiten Kimseye Müezzinin Söylediklerinin Söylenmesi, Sonra Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Sellem’e Salavat Gatirmenin, Sonra Ona Vesileyi İstemenin Müstahab Oluşu Bâbı
877-) Bize Muhammed b. Rumh rivâyet etti. ki): Bize Leys, Hukeym b. Atdillah b. Kays el-Kureşî'den naklen haber verdi. H. Kuteybetü'bni» Said dahi rivâyet etti ki): Bize Leys, Hukeym b. Abdillah'dan, o da Âmir b. Sâ'd b. Ebi Vakkas'dan, o da Sa'd b. Ebi Vakkas'dan, o da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen rivâyet etti ki: Şöyle buyurmuşlar: kîm müezzini işittiği vakit derse günâhı afolunur.» Rumh kendi rivâyetinde: «Herkim müezzini işittiği zaman» «......» derse» dedi. Kuteybe ise «......» dediğini söylemedi. Şerîf müezzin kelime-i şahadeti okuduğu zaman dinleyenlerinde duasını okumalarının müstahab olduğuna delildir. Görülüyor ki müezzini can kulağıyla dinleyerek onun okuduklarını ta'rif e-dildiği vecihle tekrarlamak kulun günahlarının affına sebeptir. Bu hususda Kâdî Iyâz (rahimehüllah) şunları söylemiştir. «Malumun olsun ki; ezan îman akidesini cem etmiştir. Ezan, İmanın iki nev'ine de yani hem akliyata, hem sem'iyyata şâmildir. Ezanın evveli Allah'ın zâtını ve lâyık olduğu kemâl sıfatlarını zıtlardan münezzehîyyetini ispat eder. Bu isbât «Allahü Ekber» lâfzıylâdır. Mezkûr lâfız pek kısa olmakla beraber bu söylediklerimize delâlet eder. Ondan sonra ezan Allah'ın birliğini, şeriki olmadığını tasrih eder ki her dînî vazifenin başında gelen îman ve tevhid'in esası budur; Daha sonra Peygamberliği ve bizim peygamberimiz Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) şehâdeti ifâde eder. Allah'ın birliğine şahadetten sonra bu da büyük bir kaidedir. Yeri de tevhid'den sonradır. Çünkü Nübüvvet meselesi vuku'u caiz fiillerdendir. Öteki Mukaddimeler ise vâcibat kabilindendir. Bu kaidelerden sonra Allah hakkında vâcib, müstehil ve caiz olan bütün aklî akideler tekemmül etmiş bulunuyor. Bundan sonra ezan, kulları ibâdetlere davet eder. Namaza Nübüvveti ispattan sonra davet etmesi onun vücûbu aklen değil Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) tarafından bildirildiği i-çindir. Bundan sonra ezan felaha davet eder. Felah (Kurtuluş) daimî nimetler içersinde ebedî hayat demektir. Bu cümle Öldükten sonra dirilmek ve ceza görmek gibi âhiret umurunu bildirmektedir ki islâm akidelerinin en son mevzu'u budur. Bütün bunlar namaza başlandığını bildirmek için ikâmette de tekrar edilir. Bu tekrar îmanın te'kidini ifade eder. Ta ki; namaz kılan kimse bu ibâdete başlarken kalbi ve lisaniyle şahadet ve îman basireti ile girsin de başladığı işin yüceliğini, ibâdet ettiği Allah'ın hakkının büyüklüğünü, sevabının bolluğunu düşünsün...»

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Namaz
Konu: Ezanı İşiten Kimseye Müezzinin Söylediklerinin Söylenmesi, Sonra Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Sellem’e Salavat Gatirmenin, Sonra Ona Vesileyi İstemenin Müstahab Oluşu Bâbı
878-) Bize Muhammed b. Abdillah b. Nümeyr rivâyet etti. ki): Bize Abde, Talhatübnü Yahya'dan, o da amcasından naklen rivâyet etti. ki: Muâviyetü'bnü Ebî Süfyan'ın yanında idim. Derken müezzin onu namaza davete geldi. Bunun üzerine Muâviye; Ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i: kıyâmet gününde insanların en uzun boyunluları olacaklardır» buyururken işittim, dedi.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Namaz
Konu: Ezanın Fazileti Ve Onu İşitince Şeytanın Kaçması Bâbı
879-) Bana bu hadîsi Ishak b. Mansûr da rivâyet etti. ki): Bize Ebû Âmir haber verdi ki): Bize Süfyan, Talhatü'bnü Yahya dan, o da îsa b. Talha'dan naklen rivâyet etti. îsa: Ben Muâviye'yi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdular diyerek bu hadisin mislini rivâyet ederken dinledim demiş (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle mislini rivâyet ederken dinledim, demiş kıyâmet gününde en uzun boyunlu insanlar olmasından ne kastedildiği selef ve halef ulemâsı arasında ihtilaflı bir mes'eledir. Bazılarına göre bundan murâd müezzinlerin Rahmet-i ilâhiyyeyi görmeye en ziyâde özenen insanlar olmalarıdır. Çünkü; bir şeyi görmeye özenen ona doğru boynunu uzatarak bakar, binnetice bundan murâd pek çok se-vâb görmeleridir. Nadr b. Şümeyl'e göre kıyâmet gününde insanlar birbirlerinin terlerinden bunaldıkları zaman terden ve sıkıntıdan kurtulmak için müezzinlerin boyunları uzayacaktır. Bâzılarına göre; uzun boyunluluk reis ve kavminin büyüğü olmaktan kinayedir. Araplar büyüklerini uzun boyunlu olmakla tavsif ederler. Bazıları; «Bundan murâd kıyâmet gününde onlara tâbi olanların çokluğudur.» demişler, İbnül Arâbî ise; Bununla müezzinlerin amelleri en çok bulunan insanlar oldukları anlatılmıştır; demiştir. Iyaz ile diğer bazı hadîs ulemâsının rivâyetlerine göre «A'nâk» kelimesi «l'nak» şeklinde de rivâyet olunmuştur. «A'nâk» «U-nuk» un cem'idir. Boyunlar mânâsına gelir, «î'nâk» ise; mastar bir kelime olup acele etmek, sürat göstermek demektir. Bu takdirde hadisin mânâsı: kıyâmet gününde cennete en süratli gidecek insanlardır» demek olur. Ebû Hüreyre (radıyallahü anh)'dan iyi bir senetle rivâyet ettiği bir hadîste; Lâilahe illallah dedikleri için kıyâmet gününde insanların en uzun boyunluları olacaklardır.» buyurulmuştur. Hadisin bir rivâyetinde; gününde müezzinler boyunlarının uzun olması ile tanınacaklardır» denilmiştir. Bu rivâyeti İbn Hibban dahi «Sahih»inde tahrîc etmiştir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Namaz
Konu: Ezanın Fazileti Ve Onu İşitince Şeytanın Kaçması Bâbı
880-) Bize Kuteybetü'bnü Saîd ile Osman b. Ebî Şeybe ve ls-hâk b. İbrahim rivâyet ettiler. İshâk bize haber verdi, tâbirini kullandı. Ötekiler: Bize Cerîr, Âmeş'den, o da Ebû Süfyan'dan, o da Câbir'den naklen rivâyet etti, dediler. Câbir Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’i ki; şeytân namaza nida edildiğini işittiği vakittâ Ravhâ' denilen yere varılıncaya kadar gider» buyururken işittim, demiş. (El-A'meş) «Ebû Süfyan'a Ravha'nın nerede bulunduğunu sordum; Bu yer Medine'den 36 mil uzaktadır, cevâbını verdi» demiş.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Namaz
Konu: Ezanın Fazileti Ve Onu İşitince Şeytanın Kaçması Bâbı
881-) Bize bu hadisi Ebû Bekr b. Ebi Şeybe ile Küreyb de rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Ebû Muâviye, A'meş'den bu isnadla rivâyet etti.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Namaz
Konu: Ezanın Fazileti Ve Onu İşitince Şeytanın Kaçması Bâbı
882-) Bize Kuteybetü'bnü Saîd ile Züheyr b. Harb ve İshâk b. İbrahim rivâyet ettiler, lâfız Kuteybe'nindir. İshâk bize haber verdi, tabirini kullandı. Ötekiler; Bize, Cerir A'meş'den, o da Ebû Sâlih'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen rivâyet etti, dediler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): şeytân namaza nida edildiğini işittiği vakit kaçar. Müezzinin sesini duymamak için ses çıkararak yellenir. Müezzin susunca döner de vesvese verir, ikâmeti işittimi (yine) müezzinin sesini duymamak için (oradan) gider, sustu mu tekrar dönerek vesvese verir» buyurmuşlar.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Namaz
Konu: Ezanın Fazileti Ve Onu İşitince Şeytanın Kaçması Bâbı
883-) Bana Abdülhamîd b. Beyân el-Vâsıtî rivâyet etti. ki: Bize Hâlid yani İbn Abdillâh Süheyl'den, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti. Ebû Hüreyre şöyle dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): ezan okuduğu vakit şeytân geriler, onun sesle bir yellenmesi vardır» buyurdular.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Namaz
Konu: Ezanın Fazileti Ve Onu İşitince Şeytanın Kaçması Bâbı