Sahîh-i Müslim Hadis Kitabı
84-)
Bize Mahmûd b. Gaylân da rivâyet etti. ki: Dâvûd et-Tayâlisî'ye şunu söyledim: Abbâd b. Mansur'dan çok hadîs rivâyet ettin. Acaba bize Nadr b. Şümeyl'in rivâyet ettiği Attâre hadîsini ondan niçin dinlemedin? Bana şu cevabı verdi: Zîra ben ve Abdurrahman b. Mehdi, Ziyâd b. Meymun'la görüştük de kendisine sorduk: Bu rivâyet ettiğin hadîsler hep Enes'den midir? dedik. Bize cevaben; Ne dersiniz, bir adam günah işler de arkasından tevbe ederse Allah onun tevbesini kabul etmez mi? dedi. Evet, eder; dedik. Ben Enes'den hadîs namına az veya çok hiç bir şey işitmedim. Benim Enes'e yetişmediğimi başkaları bilmiyorsa siz de mi bilmiyorsunuz?» dedi. Ebu Dâvud ki: bir müddet sonra onun yine Enes'den hadîs rivâyet etmekde olduğunu duyduk. Ve yine Abdurrahman'la ikimiz ona gittik. (Bize) yine: Tevbe ediyorum, dedi. Fakat bir müddet sonra tekrar rivâyet etmeğe başladı. Artık biz de kendisini terk ettik.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Mukaddime
Konu: Hadis Ravilerinin Ve Nakledilen Haberlerin Kusurlarının Keşfi Ve Bu Hususta İmâmların Görüşleri Bâbı
85-)
Bize Hasen el- Hulvânî rivâyet etti. ki: Şebâbe'yi dinledim. Şunları söyledi: bize hadîs rivâyet eder ve (râvînin ismini) Süveyd b. Akale diye telâffuz eylerdi. Şebâbe: Ben de Abdülkuddûs'ü: (sallallahü aleyhi ve sellem) rüzgârın mal edinilmesini yasak etti; derken işittim.» dedi. Kendisine: «Bu nasıl şey?» dediler. rüzgâr girsin diye duvarda bir delik açılır... dedi.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Mukaddime
Konu: Hadis Ravilerinin Ve Nakledilen Haberlerin Kusurlarının Keşfi Ve Bu Hususta İmâmların Görüşleri Bâbı
86-)
Müslim der ki: «Ben de Ubeydullah b. Ömer el-Kavârirî'yi Şöyle derken işittim: Hammâd b. Zeyd'den dinledim. Mehdî b. Hilâl ders okutmağa oturduktan bir kaç gün sonra Hammâd bir adama: «Sizin taraftan kaynayan bu tuzlu kaynak nedir?» diyordu. O zât: yâ Ebâ İsmâîl» diye cevap verdi.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Mukaddime
Konu: Hadis Ravilerinin Ve Nakledilen Haberlerin Kusurlarının Keşfi Ve Bu Hususta İmâmların Görüşleri Bâbı
87-)
Bize el-Hasen el-Hulvânî de rivâyet etti, ki: Ben Affândan dinledim dedi ki. Ben Ebû Avâne'nin şunu söylediğini işittim: Bana Hasan'dan hiç bir hadîs ulaşmamıştır ki, onu Ebân b. Ebî Ayyâş'a arzetmiş olmayayım. Ebân hemen o hadîsi bana okuyuverirdi.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Mukaddime
Konu: Hadis Ravilerinin Ve Nakledilen Haberlerin Kusurlarının Keşfi Ve Bu Hususta İmâmların Görüşleri Bâbı
88-)
Bize Süveyd b. Saîd rivâyet etti. ki): Bize Alî b. Müshir rivâyet etti. ki: Ben ve Hamzetü-z-Zeyyât, Ebân b. Ebî Ayyaş'dan bin kadar hadîs dinledik: ki: sonra Hamza'ya rastladım. Bana rü'yasında Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i gördüğünü ve Ebân'dan işittiklerini kendisine arzettiğini fakat bunlardan ancak pek azını, beş veya altı hadîsi tanıdığını haber verdi.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Mukaddime
Konu: Hadis Ravilerinin Ve Nakledilen Haberlerin Kusurlarının Keşfi Ve Bu Hususta İmâmların Görüşleri Bâbı
89-)
Bize Abdullah b. Abdirrahman ed-Dârimî rivâyet etti: ki): — Bize Zekeriyyâ b. Adiy haber verdi. Şöyle dedi: Bana Ebû İshâk El-Fezârî: «Bakiyye'nin ma'ruf zevattan rivâyet ettiği hadîslerini yaz; ma'ruf olmayanlardan rivâyet ettiklerini yazma'. İsmail b. Ayyâş'ın ise ma'ruflardan olsun olmasın hiç bir rivâyetini yazma!» dedi.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Mukaddime
Konu: Hadis Ravilerinin Ve Nakledilen Haberlerin Kusurlarının Keşfi Ve Bu Hususta İmâmların Görüşleri Bâbı
90-)
Bize İshak b. İbrahim el. Hanzalî dahi rivâyet etti. ki: Abdullah (İbn'l-Mubârek)’in bir arkadaşından işitim. Şunları söyledi: «Bakıyye, ne iyi adamdır, ama isimleri künye, künyeleri de isim yerine kullanması olmasa! Bir zamanlar bize Ebû Saîd el-Vuhâzî'den hadîs rivâyet ediyordu. (Bu zatın sika olduğunu) tahkik ettik. Bir de baktık ki Abdülkuddûs imiş.» dedi.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Mukaddime
Konu: Hadis Ravilerinin Ve Nakledilen Haberlerin Kusurlarının Keşfi Ve Bu Hususta İmâmların Görüşleri Bâbı
91-)
Bana Ahmed b. Yusuf el-Ezdi de. rivâyet etti. ki: Abdürrazzak'i şunları söylerken işittim: İbnü'l-Mubârek'in Abdülkuddûs'den başkası için açıktan açığa yalancıdır dediğini görmedim. Ama onun için «yalancıdır.» derken işittim.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Mukaddime
Konu: Hadis Ravilerinin Ve Nakledilen Haberlerin Kusurlarının Keşfi Ve Bu Hususta İmâmların Görüşleri Bâbı
92-)
Bana Abdullah b. Abdirrahman ed- Dârimî dahi rivâyet etti. ki: Ebû Nuaym'ı dinledim. el-Muallâ b. Urfan'i da anarak şunları söyledi: el-Muallâ dedi ki: Bize Ebû Vâil rivâyet etti ve: Sıffîn'de iken yanımıza İbn Mes'ud çıkageldi; dedi. Bunun Üzerine Ebû Nuaym: Mes'ud Öldükten sonra dirildi mi dersin? şeklinde mukabelede bulundu.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Mukaddime
Konu: Hadis Ravilerinin Ve Nakledilen Haberlerin Kusurlarının Keşfi Ve Bu Hususta İmâmların Görüşleri Bâbı
93-)
Bana Amr b. Alî ile Hasen el-Hulvâni, ikisi birden Affân b. Müslim'den rivâyet ettiler: Affân Şöyle dedi: b. Uleyye'nin yanında idik. Derken bir zât birinden hadîs rivâyet etti. Ben hemen: adam mevsuk değildir.» dedim. O zât: «Adamı gıybet ettin.» dedi. İsmail: onu gıybet etmedi, ancak mevsuk olmadığına hüküm verdi» dedi.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Mukaddime
Konu: Hadis Ravilerinin Ve Nakledilen Haberlerin Kusurlarının Keşfi Ve Bu Hususta İmâmların Görüşleri Bâbı
94-)
Bize Ebû Ca'fer ed-Dârimî de rivâyet etti. ki): Bize Bişr b. Ömer rivâyet etti. ki: b. Enes'e Saîd b. el-Müseyyeb’den hadîs rivâyet eden Muhammed b. Abdirramân'ı sordum. değildir.» dedi. Ona Tev'eme'nin azadlısı Salih'i sordum: değildir.» dedi. Ebû’l-Huveyris'i sordum: değildir.» dedi. İbn Ebî Zi'b'in rivâyette bulunduğu Şu'be'yi sordum: değildir...» cevabını verdi. Haram b. Osman'ı sordum, Yine «Sika değildir» cevabını verdi. Hasılı, bu beş kişiyi Mâlik'e hep sordum o da: hadîslerinde sika değildirler» diye cevap verdi. Ona ismini unuttuğum diğer bir zâtı da sordum: benim kitaplarımda gördün mü?» dedi. dedim. olmuş olsa onu mutlaka benim kitaplarımda görürdün.» dedi.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Mukaddime
Konu: Hadis Ravilerinin Ve Nakledilen Haberlerin Kusurlarının Keşfi Ve Bu Hususta İmâmların Görüşleri Bâbı
95-)
Bana el-Fadl b. Sehl'de rivâyet etti. ki: Bana Yahya b. Maîn rivâyet etti. ki): Bize Haccâc rivâyet etti. ki): İbn Ebî Zi'b, Şurahbîl b. Sa'd'dan rivâyet etti; ama şurahbîl müttehem (bir râvî) idi.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Mukaddime
Konu: Hadis Ravilerinin Ve Nakledilen Haberlerin Kusurlarının Keşfi Ve Bu Hususta İmâmların Görüşleri Bâbı
96-)
Bana Muhammed b. Abdillâh b. Kuhzâz da rivâyet etti. ki: Ebû İshâk et-Tâlekaanî'yi şöyle derken işittim: dinledim. Şunları söylüyordu: Cennete girmekle Abdullah b. Muharrerle görüşmek arasında muhayyer bırakılsam, mutlaka onunla görüşüp sonra Cennete girmeyi ihtîyar ederdim. Fakat kendisini gördüğümde bir tezek benim için ondan daha makbul oldu.»
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Mukaddime
Konu: Hadis Ravilerinin Ve Nakledilen Haberlerin Kusurlarının Keşfi Ve Bu Hususta İmâmların Görüşleri Bâbı
97-)
Bana el-Fadl b. Sehl dahi rivâyet etti. ki); Bize Velîd b. Sâlih rivâyet etti. ki: Ubeydullah b. Amr şunları söyledi: yani İbn Ebî Üneyse: hadîs almayın!» dedi.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Mukaddime
Konu: Hadis Ravilerinin Ve Nakledilen Haberlerin Kusurlarının Keşfi Ve Bu Hususta İmâmların Görüşleri Bâbı
98-)
Bana Ahraed b. İbrahim ed-Devraki rivâyet etti. ki: Bana Abdüsselâm el-Vâbisi rivâyet etti. ki: Bana Abdullah b. Ca'fer er-Rakkî, Ubeydullah b. Amr'dan naklen rivâyet eyledi: Ubeydullah: «Yahya b. Ebî Üneyse yalancı idi» demiş.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Mukaddime
Konu: Hadis Ravilerinin Ve Nakledilen Haberlerin Kusurlarının Keşfi Ve Bu Hususta İmâmların Görüşleri Bâbı
99-)
Bana Ahmed b. İbrahim rivâyet etti. ki: Bana Süleyman b. Harb, Hammâd b. Zeyd'den naklen rivâyet etti. Hammâd Şöyle dedi: «Eyyûb'un yanında Ferkad' ın zikri geçti de Eyyûb: — Gerçekten Ferkad hadîs âlimi değildir, dedi.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Mukaddime
Konu: Hadis Ravilerinin Ve Nakledilen Haberlerin Kusurlarının Keşfi Ve Bu Hususta İmâmların Görüşleri Bâbı
100-)
Bana Abdurrahman b. Bişr el-Abdî de rivâyet etti. ki: b. Saîd el-Kattân'ı dinledim. Yanında Muhammed b. Abdillâh b. Umeyr el-Leysî'nin lâfı oldu da onu son derece zayıf buldu. Bunun üzerine Yahya'ya: Ya'kub b. Atâ'dan da mı zayıf? dediler. dedi. Sonra: hiç bir kimsenin Muhammed b. Abdillâh b. Ubeyd b. Umeyr'den hadîs rivâyet edeceğini zannetmezdim.» dedi.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Mukaddime
Konu: Hadis Ravilerinin Ve Nakledilen Haberlerin Kusurlarının Keşfi Ve Bu Hususta İmâmların Görüşleri Bâbı
101-)
Bana Bişrü'bnü'l-Hakem rivâyet etti. ki: b. el-Kattân'ı dinledim. Hakim b. Cübeyr ile Abdül'A'lâ'yı zaif buldu. Yahya, Mûsa b. Dinar'ı da zayıf buldu: hadîsi havadır.» dedi. Mûsa b. Dihkan île Îsâ b. Ebî Îsâ el-Medenîyi dahi zayıf çıkardı. ki: Hasen b. İsa'yı şöyle derken işittim: bana: Ceririn yanına geldiğim zaman onun bütün ilmini yaz; yalnız üç kişinin hadîsi müstesna! Ubeydetü'bnü Muattib, Seriy b. İsmâîl ve Muhammed b. Sâlim'in hadîslerini yazma! Dedi.» der ki: ilmin, müttehem hadîs râvîleri ile onların nakiselerine dair, bize benzer sözleri pek çoktur. Bunları bire varıncaya kadar kitabı uzatır. Muhaddislerin bu bâbta söyleyip îzâh ettikleri ve arayıp dinleyenler için bu kadarı kâfidir. Onların hadîs râvîleri nâkillerinin kusurlarını keşfetmeyi kendilerine vazife ve sorulduğu zaman buna fetva vereneleri, bu işin ehemmiyeti büyük olduğu içindir. Çünkü dîn batındaki haberler ancak bir şeyi helâl veya haram kılmak yahud emir veya nehiy, terhîb için gelirler. Eğer onları rivâyet eden râvî doğruluk mahal olmaz da sonra onu tanıyan biri ondan rivâyete kalkışır onu tanımayanlara beyan etmezse, bu yaptığından dolayı günahkar ve Müslümanların halk tabakasını aldatmış olur. Zira bu haberler bazı kimselerin onlarla yahud onların bir kısmıyla amel etmeye endîşe olunur. İhtimâl mezkûr haberlerin cümlesi veya ekserisi, aslı faslı olmayan bir takım yalanlardır. ve kanâatbahş râvîlerden gelen sahih haberler, kanaatbahş olmayan râvîlerin rivâyetlerine ihtiyaç bırakmayacak derecede çoktur. ki, tehlikesini belittiğimiz bu zayıf hadîslerle, meçhul isnadlara ve bu tür rivâyetlere ehemmiyet verilsin ve buna devam edilsin. Ancak bu zayıf hadîs rivâyetine devam etmek: "çok hadîs biliyormuş, çok hadîs toplamış ve çok te'lîfatı varmış" demesi içindir. Genelde her kim bu yolla ilme gider ve buna tevessül ederse, o kimsenin ilimden nasîbi yoktur. Böyle kimseye câhil demek, ona ilmi nisbet etmekten daha hayırlıdır.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Mukaddime
Konu: Hadis Ravilerinin Ve Nakledilen Haberlerin Kusurlarının Keşfi Ve Bu Hususta İmâmların Görüşleri Bâbı
102-)
Bana Ebû Hayseme Züheyr b. Harb rivâyet etti ki): Bbe Vekî' Kehmes'den o da Abdullah b. Büreyde'den o da Yahya b. Ya'mer'den naklen rivâyet etti. H. bize Ubeydullah b. Muâz el-Anberî rivâyet etti. Bu hadis onundur. ki): Bize babam rivâyet etti. ki): Bize Kehmes, İbn Büreyde'den o da Yahya b. Yâmer'den naklen rivâyet eyledi. Yahya şöyle demiş: kader hakkında ilk söz eden, Ma'bed el-Cühenı olmuştu. Bir ara ben ve Humeyd b. Abdirrahman el-Himyeri hacc —yahud Umre — yapmak üzere yola çıktık. Ve (kendi aramızda): Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in ashabından bir kimseye rastlasak da şu heriflerin kader hakkında söylediklerini ona sorsak, dedik. Az sonra mescide girmekte olan Abdullah b. Ömer b. el-Hattab'a tesadüf ettik. Ben ve arkadaşım, birimiz sağından birimiz solundan olmak üzere hemen etrafını çevirdik. Ben arkadaşımın sözü bana havele edeceğini anlayarak: Ebâ Abdirrahman! Bizim taraflarda bir takım insanlar türedi. Bunlar Kur'anı okuyor ve ilmi araştırıyorlar.» dedim. (Râvi diyor ki): Yahya bu adamların hâllerini, kader diye bir şey tanımadıklarını hâdisât Allah'ın hiç bir takdir ve malûmatı olmaksızın yeni yeni husule gelir, iddiasında bulunduklarım anlattı. Abdullah (radıyallahü anh) şunları söyledi. O halde sen onlarla görüştüğün zaman kendilerine hemen haber ver ki, ben onlardan beriyim. Onlarda benden beridirler. Abdullah b. Ömer'in kendisine yemin ettiği Allaha and olsun ki, onlardan birinin Uhud dağı kadar altım olsa da onu infak etse kadere inanmadıkça Allah onun infakını kabul eylemez. Abdullah (radıyallahü anh) sonra şöyle devam etti: babam Ömerü'bnü'l-hattâb rivâyet etti. ki: Bir gün Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yanında bulunduğumuz bir sırada anîden yanımıza, elbisesi bembeyaz, saçı simsiyah bizât çıkageldi. Üzerinde yolculuk eseri görülmüyor; bizden de kendisini kimse tanımıyordu. Doğru Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yanına oturdu; ve dizlerini onun dizlerine dayadı. Ellerini de uylukları üzerine koydu. Ve: Muhammed! Bana İslâmın ne olduğunu haber ver!» dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Allah'dan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın Resûlü olduğuna şehâdet etmen; namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman ve yol (külfetleri) cihetine gücün yeterse Beyt'i hacc etmendir.» buyurdu. O zât: söyledin.» dedi. Babam dedi ki: buna hayret ettik. (Zira) hem soruyor hem de tasdik ediyordu. imandan haber ver!» dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): Allah'ın Meleklerine, kitablarına, Peygamberlerine ve âhiret gününe inanman, bir de kadere; hayrına şerrine inanmandır.» buyurdu. zât (yine): söyledin.» dedi. (Bu sefer): ihsandan haber ver!» dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): Onu görüyormuşsun gibi ibâdet etmendir. Çünkü her ne kadar sen Onu görmüyorsan da O seni muhakkak görür.» buyurdu. zât: kıyâmetten haber ver!» dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): mes'elede sorulan sorandan daha âlim değildir.» buyurdular. halde bana onun alâmetlerinden bari haber ver!» dedi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): kendi sahibesini doğurması ve yalın ayak, çıplak, yoksul koyun çobanlarının bina yapmakta birbirleriyle yanş ettiklerini görmendîr.» buyurdu. Babam dedi ki: Bundan sonra o zât gitti. Ben hayli bir müddet (bekledim) durdum. Nihayet Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana: "Ömer! O sual soran zâtın kim olduğunu biliyor musun?» dedi. . ve Resûlü bilir." dedim. o Cibrîl'di. Sîze dininizi öğretmeğe gelmiş.» buyurdular.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İman, İslam Ve İhsanın Beyanı, Allahın Kaderini Îsbata İmanın Vücubu Kadere İnanmayandan Teberriye Ve Onun Hakkında Ağır Sözler Söylendiğine Delil Bâbı
103-)
Bana Muhammed b. Ubeyd el-Guberi ile Ebû Kâmîl el-Cahderî ve Ahmed b. Abde rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Hammad b. Zeyd, Matar b. el-Verrak dan o da Abdullah b. Büreyde'den o da Yahya b. Ya'mer'den naklen rivâyet etti. Yahya şöyle dedi: Ma'bed kader hakkında söylediklerini söyleyince biz bunları reddettik. Sonra «Ben ve Humeyd b. Abdirrahman el-Himeyrî birer hacc yaptık.» Râvîler hadîsi, Kehmes hadîsinin ma'na ve isnadiyîe rivâyet ettiler. (Yalnız) bu hadîsde biraz fazlalık ve bir kaç harf noksanlığı vardır. ma'nasına gelen «hicce» kelimesi hakkında İmâm Nevevî şunları söylüyor: kelime (hâ)nın fetih ve kesrîle (Hacce) ve (hicce) okunabilir. Araplardan işitilen şekli hicce'dir. Fakat kaidenin icâbı (darbe) kelimesiyle emsalinde olduğu gibi (hacce) okumaktır. Bunu lügat ulemâsı da böyle söylemişlerdir.»
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İman, İslam Ve İhsanın Beyanı, Allahın Kaderini Îsbata İmanın Vücubu Kadere İnanmayandan Teberriye Ve Onun Hakkında Ağır Sözler Söylendiğine Delil Bâbı
104-)
Bana Muhammed b. Hâtım rivâyet etti. ki): Bize Yahya b. Saîd el-Kattân rivâyet etti. ki): Bize Osman b. Gıyâs rivâyet etti. ki): Bize Abdullah b. Büreyde, Yahya b. Ya'mer ile Humeyd b. Abdirrahman'dan rivâyet etti. Şöyle dediler: b. Ömer'le karşılaştık; ona kaderi ve kader hakkında söylenenleri anlattık. Bunun üzerine Abdullah bu hadîsi râvîlerin anlattıkları şekilde, Ömer (radıyallahü anh)’dan, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen hikâye etti. Hadîsde bir parça fazlalık vardır. Ama Abdullah onun bir kısmını da eksik bıraktı.»
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İman, İslam Ve İhsanın Beyanı, Allahın Kaderini Îsbata İmanın Vücubu Kadere İnanmayandan Teberriye Ve Onun Hakkında Ağır Sözler Söylendiğine Delil Bâbı
105-)
Bana Haccâc b. eş-Şair rivâyet etti. ki): Bize Yûnus b. Muhammed rivâyet etti. ki): Bize el-Mu'temir, babasından o da Yahya b. Ya'mer'den, o da İbn Ömer'den, o da Ömer'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen bu râvilerin hadîsi gibi bir hadis rivâyet etti.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İman, İslam Ve İhsanın Beyanı, Allahın Kaderini Îsbata İmanın Vücubu Kadere İnanmayandan Teberriye Ve Onun Hakkında Ağır Sözler Söylendiğine Delil Bâbı
106-)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb beraberce, İbn Uleyye'den rivâyet ettiler. Züheyr dedi ki: Bize İsmâil b. İbrahim Ebû Hayyan'dan, o da Ebû Zür'ate'bni Amr b. Cerir'den o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti. Ebû Hüreyre şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gün halk arasına çıkmıştı. O sırada ona bir adam gelerek: Ya Resûlallah! İmân nedir? diye sordu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): Allah'ın Meleklerine, Kitabına, Allah'a kavuşmaya ve Peygamberlerine, bir de son dirilmeye inanmalıdır.» buyurdu. Adam: «Ya Resûlallah! İslâm nedir?» dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): Allah'a ibâdet etmen, Ona hiç bir şeyi şerik koşmaman, farz namazı ikaame etmen, farz olan zekâtı vermen ve Ramazanı tutmandır» buyurdu. Adam: Resûlüllah! İhsan nedir?» dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): Onu görüyormuşsun gibi ibâdet etmendir. Çünkü sen Onu görmüyorsan da O senî muhakkak görür.» buyurdu. Resûlüllah!. Kıyâmet ne zaman kopacak?» diye sordu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): meselede sorulan sorandan daha âlim değildir. Ama ben sana onun alâmetlerini söyleyeyim: Ne zaman câriye, kendi sahibini doğurursa İşte bu kıyâmet alâmetlerindendir. Ne zaman çıplak, yalın ayak takımı, insanlara baş olurlarsa bu da onun alâmeti erindendir. Ne zaman kuzu, oğlak çobanları yüksek bina yapmakta birbirleriyle yarış ederlerse işte bu da onun alâmetlerindendir. Kıyâmetin ne zaman kopacağı Allah'dan başka kimsenin bilmediği beş gâib şeyde dahildir.» buyurdu. sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şu âyeti okudu: ne zaman kopacağını bilmek şüphesiz ki Allah'a mahsustur. Yağmuru O indirir, rahimlerde olanları O bilir. Hiç bir kimse yarın ne kazanacağını bilemez; hiç bir kimse de nerede öleceğini bilemez. Muhakkak Allah hakkıyla bilen ve haberdar olandır.» Hüreyre ki: o adam dönüp gitti. Arkasından Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) — O adamı bana geri çevirin! dedi. üzerine ashab geri çevirmeye kalktılar; fakat hiç bir şey göremediler. (O zaman) Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) O Cibrîl'dir. İnsanlara dinlerini öğretmek için geldi,» buyurdular.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Îmânın Beyânı
107-)
Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr rivâyet etti. ki): Bize Muhammed b. Bişr rivâyet etti. ki); Bize Ebû Hayyân et-Teymî bu isnadla bu hadisin benzerini rivâyet etti. Ancak onun rivâyetinde: « Eme kocasını doğurduğu zaman» cümlesi vardır ki, cariyeleri kasdeder. yahud serarî: Seriyyenin cem'idir. Seriyye: Câriyedir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Îmânın Beyânı
108-)
Bana Züheyr b. Harb rivâyet etti. ki): Bize Cerir, Umâra'dan — ki İbn'l-Ka'kaa'dır — o da Ebû Zür'a'dan, o da Ebû Hüreyre’den naklen rivâyet etti. Ebû Hüreyre şöyle dedi: (sallallahü aleyhi ve sellem): «Sorun banal» dedi. Ashab ona bir şey sormaktan çekindiler. Derken bir adam geldi; ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in iki dizinin dibine oturarak: Resûlüllah! İslâm nedir?» dedi, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): hiç bir şeyi şerik koşmazsın; namazı dosdoğru kılarsın; Zekâtı verirsin ve Ramazanı tutarsın.» buyurdu. Adam: söyledin» dedi (tekrar;) Resûlüllah! İmân nedir? diye sordu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): Meleklerine, Kitabına, Allah'a kavuşmaya ve Peygamberlerine, bir de öldükten sonra dirilmeye inanman, bir de bütün kadere inanmandır.» buyurdu. Adam: söyledin.» dedi. (ve): Resûlüllah! ihsan nedir?» diye sordu.,Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): Onu gorüyormuşsun gibi korkmandır. Çünkü her ne kadar sen Onu görmüyorsan dâ O muhakkak seni görür.» buyurdu, O zât (yine): söyledin» dedi. (Bu sefer): Resûlüllah! Kıyâmet ne zaman kopacak?» dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): meselede sorulan sorandan daha âlim değildir. Ama ben sana onun alâmetlerini söyleyeyim: Kadının efendisini doğurduğunu görürsen işte bu kıyâmetin alâmetlerinden biridir. Yalın ayak, çıplak, sağır, dilsiz takımını yer yüzünün hükümdarları olmuş görürsen bu da onun alâmetlerindendir. Kuzu oğîak, çobanlarını binalar yapmakta yarış ederken görürsen bu da onun alâmetlerindendir. Kıyâmetin ne zaman kopacağı Allah'dan başka hiç bir kimsenin bilmediği beş gâib şeyde dahildir.» buyurdu. Bundan sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şu âyeti okudu: "Kıyâmetin ne zaman kopacağını bilmek şüphesiz ki Allah'a mahsustur. Yağmuru O indirir; rahimlerde olanları O bilir. Hiç bir kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Hiç bir kimse de nerede öleceğini bilemez. Muhakkak Allah en iyi bilen ve haberdar olandır." Ebû Hüreyre ki: o zât kalkıp gitti. Arkasından Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «O adamı bana geri getirin.- dedi. adam araştırıldı. Fakat onu bulamadılar. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): Cibrîl'dir. Sizin öğrenmenizi diledi. Çünkü siz sormadınız.» buyurdu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in: «Bana sorun!» buyurması ashaba canı sıkıldığı içindi. ashab bir çok sualler sormuşlardı. Hatta Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bazılarının kendisini müşkül mevki'de bırakmak için sual sorduklarını hissederek gadaba gelmiş; yüzü kıpkırmızı olmuştu. İşte bu teessür ve iğbirar haleti içerisinde onlara: bana, sorun! Vallahi şu yerimde bulunduğum müddetçe bana ne sorarsanız size ondan haber veririm...» buyurmuşlardı. Hadisin tamamı ileride gelecektir. bundan korktular. Sual hususuna dair bir de âyet nâzil oldu. Artık kimse sual sormaz oldu. Teâlâ Hazretleri, Cibrîl (aleyhisselâm)'ı insanlara dinlerini öğretmek için o zaman göndermiştir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İslâmın Beyânı
109-)
Bize Kuteybeti'bnü Said b. Cemil b. Tarif b. Abdillâh es-Sekafî, Mâlik b. Enes'den, ona da Ebû Süheyl tarafından babasından naklen okunan bir hadisi rivâyet etti. Ebû Süheyl'in babası, Talhatü'bnü Ubeydillâh-ı şöyle derken işitmiş: ahâlisinden saçı darmadağın bir adam Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e geldi. Biz sesinin mırıltısını duyuyor; fakat ne söylediğini anlayamıyorduk. Nihayet Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e yaklaştı. Meğer islâmın ne olduğunu soruyormuş. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Gece ile gündüzde beş (vakit) namazdır» cevabını verdi. Adam: bunlardan başka namaz var mı?» dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): Ancak kendiliğinden kılarsan o başka. Bir de Ramazan ayının orucu.» buyurdu. Adam: bundan başka oruç var mı?» diye sordu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): Ancak kendiliğinden tutarsan o başka.» buyurdu. (sallallahü aleyhi ve sellem) ona zekâtı da söyledi. Adam: bundan başka zekât var mı?» diye sordu. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): Ancak kendiliğinden verirsen o başka.» buyurdular. ki: Az sonra o zât: bundan ne ziyâde yaparım ne de noksan!» diyerek dönüp gitti. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): doğru söyledi ise felaha erdi.» buyurdular. hadisi Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesâî tahric etmişlerdir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İslamın Rükünlerinden Biri Olan Namazların Beyânı Bâbı
110-)
Bana Yahya b. Eyyûb ile Kuteybetü'bnü Saîd'in ikisi birden İsmaü b. Ca'fer den, o da Ebû Süheyl'den, o da babasından, o da Talhatü'bnü Ubeydillâh'dan, o da Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen bu hadîsi Mâlik'în hadîsi gibi rivâyet etdiler. Şu kadar var ki, (burada) Talha şöyle dedi: Bunun üzerine Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): Babasına and olsun, eğer doğru söyledi ise felaha erdi,» yahud: Babasına and olsun, eğer doğru söyledi ise Cennete girdi,» buyurdu.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İslamın Rükünlerinden Biri Olan Namazların Beyânı Bâbı
111-)
Bana Amru'bnü Muhammed b. Bükeyr en-Nâkıd rivâyet etti. ki): Bize Hâşim b. el-Kâsım Ebü'n-Nadr rivâyet etti. ki): Bize Süleyman b. el-Mugira , SâbH’den, o da Enes b. Malik'den naklen rivâyet eyledi- Enes şöyle dedi: (sallallahü aleyhi ve sellem)'e bir şey sormaktan nehiy olunmuştuk. Bundan dolayı çöl halkından aklı başında bir adam gelerek biz de dinlemek şartiyle Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e sual sorması çok hoşumuza giderdi. Derken çöl halkından bir adam geldi ve: Muhammed! Bize senin elçin geldi de şöyle bir lakırdı etti. Güya sen, Allah'ın seni Peygamber gönderdiği iddiasında bulunuyormuşsun öyle mi?» dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): (Evet) doğru söylemiş.» buyurdu. O zât: halde gök yüzünü yaratan kimdir?» diye sordu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): buyurdu. Adam: yeri kim yaratmıştır?.» dedi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): cevabını verdi. Adam: (Peki) şu dağlan kim dikti; ve onlarda her ne yarattı ise kim yarattı?» diye sordu. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) (yine): buyurdu. Adam: ise Gök yüzünü ye yeri yaratan, şu dağlan diken Allah aşkına seni Allah mı gönderdi?» dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): buyurdu. Adam: senin elçin bize günümüzle gecemizde beş namaz farz olduğunu söyledi?" dedi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): söylemiş» buyurdu. (Yine) o zat: ise seni gönderen Allah aşkına: Bunu sana Allah mı emretti?» dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): cevabını verdi. Adam: bize, mallarımızdan zekât vermenin farz olduğunu söyledi.» dedi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): söylemiş» buyurdu. Adam: gönderen Allah aşkına: bunu sana Allah mı emretti?» dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) (yine): buyurdu. Adam: bize, yılda bir Ramazan ayı orucunun farz olduğunu söyledi.» dedi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): söylemiş» buyurdu. Adam: gönderen Allah aşkına: bunu sana Allah mı emretti?» dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): buyurdu. Adam: bize, yoluna gücü yetenlerimize Beyti hacc etmenin farz olduğunu söyledi.» dedi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): söylemiş» buyurdular. ki: Sonra o adam: Seni hak (din) ile gönderen Allah'a yemin olsun ki, bu farzlardan ne fazla yaparım ne de eksik, diyerek dönüp gitti. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): olsun, eğer bu adam doğru söyledi ise mutlaka cennete girer.» buyurdular.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Allahü Teâlâya Îmânın Ve Dinin Hükümlerinin Beyânı
112-)
Bana Abdullah b. Hâşim el-Abdi rivâyet etti. ki): Behzi rivâyet etti. ki); Bize Süleyman b. el-Mugira, Sabit, den naklen rivâyet eyledi. Sabit ki: Biz Kur'anda Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e (lüzumsuz) bir şey sormaktan nehyolunmuştuk...» dedi; ve hadîsi bundan evvelki gibi rivâyet etti.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Allahü Teâlâya Îmânın Ve Dinin Hükümlerinin Beyânı
113-)
Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr rivâyet etti. ki): Bize babam rivâyet etti. ki): Bize Amru'bnü Osman rivâyet etti. ki): Bize Mûsâ b. Talha rivâyet etti. ki: Bana Ebû Eyyûb rivâyet etti ki: (sallallahü aleyhi ve sellem) bir seferde iken önüne bir a'râbî çıkarak devesinin yedeğini yahud yularım tutmuş. Sonra: Resûlüllah: Yahut Ya Muhammed! Beni cennete yaklaştıracak ve Cehennemden uzaklaştıracak şeyi bana haber ver!» demiş. Ebû Eyyûb diyor ki: üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sükût buyurdu. Sonra ashabı arasında göz gezdirdi ve: Yemin olsun tevfika mazhar oldu; yahud: Yemin olsun hidâyete erdirildi, buyurdu. Ebû Eyyûb diyor ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) o zata: «Nasıl demiştin?» diye sordu. da sorduğu şeyi tekrar etti. Müteakiben Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): ibâdet eder; ona hiç bir şey şerik koşmazsın. Namazı dosdoğru kılar; zekâtı verirsin. Sıla-i rahîmi de yaparsın. Deveyi bırak.» buyurdu."
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Kendisile Cennete Girilen İmanı Beyan Bâbı
114-)
Bana Muhammed b. Hatim ile Abdurrahman b. Bişr rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Behz rivâyet etti. ki): Bize Şu'be rivâyet etti. ki): Bize Muhammed b. Osman b. Abdillâh b. Mevheb ile babası Osman, Mûsâ b. Talha'yi Ebû Eyyûb’dan o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den dinlemiş olmak üzere bu hadîsin bir benzerini rivâyet ederken işittiklerini anlattılar. hadîsin bütün asıl nüshalarında birinci tarikinde senedinde Amr b. Osman; ikinci tarikinde Muhammed b. Osman zikredilmiştir. Halbuki râvi ikisinde de ayni zat olup ismi Amr b. Osman’dır. Ona şu'be yanlışlıkla bir defa Muhammed demiş ve bu ismi bir daha böyle bellemiştir. Şu'be'nin bu vehmini bir çok hadis uleması beyan etmişlerdir. Hadîsi Buhârî İmâm Ahmed b. Hanbel ve Nesai dahi rivâyet etmişlerdir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Kendisile Cennete Girilen İmanı Beyan Bâbı
115-)
Bize Yahya b. Yahya et-temîmî rivâyet etti. ki): Bize Ebû'l-Ahvas haber verdi (H). Ebû Bekir b. Ebî Şeybe de rivâyet etti. ki): Bize Ebû'l-Ah-vas Ebû İshâk'dan o da Mûsa b. Talha'dan o da Ebû Eyyûb'dan naklen rivâyet etti. Ebû Eyyûb ki: adam Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelerek: bir iş göster ki onu yaptığım takdirde beni cennete yaklaştırsın ve cehennemden uzaklaştırsın.» dedi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): ibâdet eder; ona hiç bir şey şerik koşmazsın. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirsin. Akrabana da iyilik edersin.» buyurdu. zât dönüp gidince Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): emrolunduğu şeylere sımsıkı sarılırsa cennete girmiştir.» buyurdu. Ebî Şeybe'nin rivâyetinde: bunlara sımsıkı sarılırsa» buyrulmuştur. cennete girebilmesi, emrolunduğu şeyleri yapmasına ve yasak edilenlerden kaçmasına bağlıdır. Binaenaleyh burada: şeylerden de kaçınırsa» cümlesi mukadderdir. ibâdetten murâd tâat olduğuna göre böyle bir takdire lüzum da görülmeyebilir. Bu hadîs, asıl nüshaların ekserisinde burada olduğu gibi emrolunduğu şeylere sımsıkı aarılırsa..» şeklinde zabtolunmuştur. Hafız Ebû Âmir el-Abderi kendisine emrettiğim şeylere sımsıkı sarılırsa...» şeklinde rivâyet etmiştir. Her iki rivâyet de sahihtir. (sallallahü aleyhi ve sellem)'in bu hadîsde sıla-i rahimi, başka hadîslerde daha başka şeyleri zikretmesi, soranların hâlini nazar-ı i'tibara aldığındandır.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Kendisile Cennete Girilen İmanı Beyan Bâbı
116-)
Bana Ebû Bekir b. İshâk rivâyet etti. ki): Bize Affân rivâyet etti. ki): Bize Vüheyb rivâyet etti. ki): Bize Yahya b. Saîd, Ebû Zür'a'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti ki: biri Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e gelerek: Yâ Resûlüllah ! Bana bir amel göster ki, onu yaptığım zaman cennete gireyim, demiş. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): ibâdet eder; ona hiç bir şeyi şerik koşmazsın. Farz olan namazı dosdoğru kılarsın; farz kılınan zekâtı verirsin. Ramazanı da tutarsın.» buyurmuş. Bedevî: Nefsim kabza-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, ebediyyen bundan ne fazla bir şey yaparım; ne de eksik bırakırım, demiş, O dönüp giderken Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): bir adam görmek isteyen şu zâta bakıversin!- buyurmuşlar. şârihi Aynî'nin beyanına göre gelen bedevinin adı Sa'd b. el-Ahram'dır. Anlaşılan Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu zatın sözünde durarak ibâdetine devam edeceğini ve cennete gireceğini bilmiştir. Burada şöyle bir sual hatıra gelebilir: Cennetle müj-delenenler on zâttır. Bununla on bir olmuyorlar mı? Bu suâlin cevabı şudur: on bir oluyorlar; fakat bir şeyi nassan bir sayı ile bildirmek o sayıdan fazla olamayacağına delâlet etmez. Binaenaleyh. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in bir defa cennetliklerin on kişi olduğunu beyan etmesi başka defa daha başkalarının da cennetlik olduğunu müjdelemesine mâni' değildir. Nitekim Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Hasan ve Hüseyn (radıyallahü anh) ile ümmehat-i mü'minin olan zevcelerinin de cennetlik olduklarını tebşir buyurmuştur.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Kendisile Cennete Girilen İmanı Beyan Bâbı
117-)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivâyet ettiler. Lafız Ebû Kureyb'indir. Dediler ki: Bize Ebû Muâviye , A'meş'den o da Ebû Süfyan'dan , o da Cabir'den naklen rivâyet etti, Câbir Şöyle dedi: (sallallahü aleyhi ve sellem)’e Nu'mân b. Kavkal geldi ve: Yâ Resûlüllah! Ne buyurursun? Farz namazı kıldığım, haramı haram ve helâli helâl bildiğim zaman ben cennete girer miyim? dedi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem); buyurdular. lakabıyla anılan Süleyman b. Mihrân müdellislerdendir. Müdellis bir râvînin «an fülânm» diyerek rivâyet ettiği hadîsle ihticâc olunamaz. Ancak o hadîsi başka bir tarikten işittiğini tasrih ederse o zaman kabul edilir. Buhârî ile Müslim'de bu nevi'den görülen hadîsler râvînin başka tarikten işittiğine hamlolunmuşlardır. Ebû Amr İbn Salâh'a göre: ds haram tanırsam...» cümlesinden murâd iki şeydir. haram i'tikad etmek ve bir de onu yapmamak. Helâli helâl tanımakta ise sadece o şeyin helâl olduğuna i'tikad etmek kâfidir. hadîs bütün imân vazifelerine ve sünnetlere şamildir. Zira haramı haram, helâli helâl tanımak şeriatın bütün emir ve nehiylerine uymaktan kinayedir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Kendisile Cennete Girilen İmanı Beyan Bâbı
118-)
Bana Haccâc b. eş-Şâir ile el-Kâsım b. Zekeriyya rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Ubeydullah b. Mûsâ , Şeyban'dan , o da A'meş'den, o da Ebû Salih ile Ebû Süfyân'dan onlar da Câbir'den naklen rivâyet ettiler. Câbir: b. Kavkal: Ya Resûlüllah!... dedi, diyerek bundan evvelki hadîsin benzerini rivâyet etmiştir. Ebû Salih ile Ebû Süfyân bu hadîse: bunun üzerine hiç bir şey katmazsam» cümlesini ziyade etmişlerdir. Nu'man'ın bu ve bundan sonraki hadîslerde farz namazı kılmayı ve haramı haram, helâli helâl tanımayı kabul ettikten sonra: Üzerine hiç bir şey katmazsam...» diyerek bunlarla iktifa etmesi ihtimal müslümanlığı yeni kabul ettiği içindir. Bu takdirde ona alışmak ve hayıra karşı kendinde bir hırs ve gayret hasıl obuası için âdeta mühlet istemiş oluyor. Maamafih cihâd gibi pek mühim hayır işleriyle meşgul olduğundan nafile ibâdetlere vakit bulamayacağım anlatmak istemiş olması ihtimali de vardır.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Kendisile Cennete Girilen İmanı Beyan Bâbı
119-)
Bana Selemetü'bnü Şebîb rivâyet etti. ki): Bize el-Hasen b. A'yen rivâyet etti. ki): Bize Ma'kil —ki İbn Ubeydillahtır— Ebû'z-Zübeyr' den, o da Câbir'den naklen rivâyet etti ki: adam Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e sormuş. Ve: Ne buyurursun? Farz namazları kıldığım, Ramazanı tuttuğum, helâli helâl, haramı haram tanıdığım ve bunların üzerine hiç bir şey ziyâde etmediğim zaman ben cennete girer miyim? demiş. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): buyurmuş. Adam: Vallahi bunun üzerine hiç bir şey ziyade etmem., demiş. senedinde İmâm Müslim (radıyallahü anh)'in Mâ'kıl b. Ubeydillah yerine: ki İbn Ubeydülah'dır» demesi, rivâyette «İbn» kelimesi bulunmadığındandır. Kitabımızın baş tarafında da görüldüğü vecihle böyle yerlerde Müslim'in âdeti burada olduğu gibi rivâyete bir şey katmamak şartıyla izâhda bulunmakdır.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Kendisile Cennete Girilen İmanı Beyan Bâbı
120-)
Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr el-Hemdânı rivâyet etti. ki): Bize Ebû Hâlid yani Süleyman b. Hayyân el-Ahmer, Ebû Mâlik el-Eşca'i'den , o da Sa'd b. Ubeyde'den o da İbn Ömer'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen rivâyet etti. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): beş şey üzerine kurulmuştur:1 - Allah'ın tevhid olunması, 2 - Namazın kılınması, 3 - Zekâtın verilmesi, 4 - Ramazanın tutulması, 5 - Hacc üzerine.» buyurmuşlar. Derken bir adam: tertibi: hacc edilmesi ve Ramazanın tutulması şeklinde değil midir?» demiş. İbn Ömer: (Ramazanın tutulması ve hacc edilmesi şeklindedir.) Ben bunu Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den böylece işittim.» demiştir. başka onun üzerine bina edilen şey başka olduğuna göre eğer bu hadîsdeki «İslâm» dan murad Cibrîl hadîsinde zikri geçen şeyler ise ma'na: beş şeyden kurulmuştur.» takdirindedir. İslâm bu beş şeyin kendisidir. Yok islâm kelimesiyle daha umumi bir mâna yani din kasdedilmişse o zaman bu kelime istiare olur. Yani din, beş rüknüyle birlikde, beş direk üzerine kurulan çadırla temsil edilmiş demektir. Zira bu beş şey dinin temelidir. nüshalarda bu hadîsin birinci ve dördüncü tariklerinde ki «Hamse» kelimesi müennes tası ile yani şeklinde; ikinci ve üçüncü tariklerde ise (tâ) sız yani şeklinde yazılmıştır. Hatta bazı mu'temed nüshalarda dördüncü tarikde bile (tâ) sız zikredilmiştir. Bu rivâyetlerin iki şeklide sahihtir, (tâ) ile rivâyet: rükün üzerine» diye yahud buna benzer bir şekilde; (tâ) sız rivâyet ise: haslet» diye yahud benzeri bir şekilde tavsif olunur. birinci ve dördüncü rivâyetlerde oruç hacdan evvel; ikinci ve üçüncü rivâyetlerde ise hacc oruçtan önce zikredilmiştir. Hazret-i İbn Ömer (radıyallahü anh) bu hadîsi iki şekilde de rivâyet etmişken neden haccı oruçtan evvel zikreden o zâta karşı inkârda bulunduğu ulemâ arasında ihtilaflıdır. İmanı Nevevî'nin tahminine göre ihtimal İbn Ömer (radıyallahü anh) bu hadîsi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'den iki defa işitmiş; ve bir defasında evvela haccı sonra orucu; diğerinde evvelâ orucu sonra haccı zikretmiş; o da muhtelif zamanlarda hadîsi iki şekilde rivâyet etmiştir. Ancak o zât kendisine itiraz ederek haccın oruçtan önce söyleneceği iddiasında bulununca Hazret-i İbn Ömer (radıyallahü anh): bir şey hususunda bana i'tiraz ederek karşı gelme ve ; tahkik etmediğin şeye dil uzatma! Bu hadisde oruç evvel zikredilmiştir. Ben bunu Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'den böyle işittim...» demiştir; ki bu söz kendisinin ayni hadîsi iki şekilde işitmiş olduğunu inkâr demek değildir. İkinci bir ihtimal de İbn Ömer (radıyallahü anh)’ın hadîsi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den iki vecihle işitmişken haccın evvel zikredildiği şeklini unutmuş olmasıdır. O zata inkârda bulunması bundandır. Bu babdâ üzerinde durulan en kuvvetli ihtimaller bunlardır. Ayrıca muhaddislerden Ebû Amr İbn' s-Salâh şunları söylemiştir: Ömer (radıyallahü anhüma)'ın Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den işittiği şekli muhafaza ederek aksini kabul etmemesi (vav)’in tertib iktiza ettiğine delil olabilir. Nitekim Şafiîyye fukahasından bir çoklarıyla bazı nahv İmâmlarının mezhebi budur.» tertib iktizâ etmediğini söyleyenler —ki cumhûra gorî muhtar olan kavil budur —: Ömer (radıyallahü anh)'ın bu şekilde hareket etmesi (vav) tertib , iktizâ ettiği için değil, Ramazan orucu hicretin ikinci yılında farz kılındığı, hacc farizası ise altıncı veya dokuzuncu yılda nâzil olduğu içindir. Tabiî ki ilk farz olanın hakkı evvel zikredilmektir. İbn Ömer (radıyallahü anhüma)'ın işittiği şekli muhafaza etmesi bundandır, diye bilirler. evvel zikredildiği rivâyete gelince: galiba bunu manâ itibariyle rivâyeti caiz gören biri yapmış olacak. Evvel zikredilmek icâbeden yahud daba mübını olan bir şeyi sonra zikretmek arapçada çok vâki olduğundan takdim te'hir yapmak suretiyle tasarrufta bulunmuştur. Bunu rivâyet eden râvi İbn Ömer (radıyallahü anh)'ın ayni şeyi yasak ettiğini de duymamıştır. Bunu iyi anla! Zira bu mesele ulema tarafından beyan edildiğini görmediğim müşküllerden biridir.» sözü burada bitti. Ancak onun bu mütalâasını imanı Nevevî iki verinle zaif buluyor. Şöyle ki: Her iki rivâyet (yanî bir rivâyette haccın diğer rivâyette orucun evvel zikredilmesi) sahih olarak sübût bulmuşlardır. Ma'nâ itibariyle ikisi de sahihtir; aralarında hiç bir münâfât yoktur. Binaenaleyh bu iki rivâyetin birini iptal etmek caiz olamaz. Böyle bir yerde takdim te'hir ihtimaline kapı açmak hem râvilere hem de rivâyetlere dokunmak demek olur. Çünkü eğer böyle bir kapı açılırsa bize rivâyet nâmına i'timada şayan pek az şey kalır. Bunun butlanı ile üzerine terettüp eden mef sedetlef ise meydandadır. Avâne'nin rivâyetinde Hazret-i İbn Ömer (radıyallahü anh) o zâta: «Ramazan orucunu Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ağzından işittiğin vecihle o beş şeyin sonuna bırak:» demiştir. bu rivâyetin Müslim rivâyetine mukavemet edemeyeceğini söylemiş ise de Nevevî bunun da sahih olması ihtimalinden bahsederek hadisenin ayrı ayrı, şahıslarla iki defa vuku' bulmuş olabileceğini ileri sürmüştür.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İslamın Erkanı İle Yüce Temellerini Beyan Bâbı
121-)
Bize Sehl b. Osman el-Askerî rivâyet etti. ki): Bize Yahya b. Zekeriyyâ rivâyet etti. ki): Bize Sa'd b. Târik rivâyet etti. ki: Bana Sa'd b. Ubeydete's-Sülemi, İbn Ömer'den o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen rivâyet eyledi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuşlar: beş temel üzerine kurulmuştur: 1- Allah'a İbâdet edilmek, Ondan başka (tapılan) şeylere de küfürde bulunulmak, 2- Namazın dosdoğruoru- kılınması, 3 - Zekâtın verilmesi, 4 - Beytin haccedilmesi, 5 - Ramazan orucunun tutulması üzerine..» lûgatta duâ etmek, çantı sallamak, bir şeyi yumuşatıp doğrultmak ve ateşe sokmak veya yaslamak ma'nalarına gelir. Erkân-ı ma'lume ve ef'al-i mahsusa'dır ki, bu erkân ve fiillerin içinde salâtın bütün lügat ma'nâlan mevcuddur. lûgatta temizlik, büyüyüp gelişme, lâyık olma ve bolluk içinde yaşama ma'nalarına gelir. Üzerinden sene geçen nisâb mikdarı malın bir cüzünü iâşimî olmayan bir fakire vermektir. Zekâtta da kelimenin lügat ma'naları mevcuddur. lûgatta, kasdetmek ma'nasınadır. Şer'an: İbâdet için Mîkke'yi kasdetmek olup: Vakt-i mahsusda mekân-ı mahsusu kasd-i mahsustur diye tâ'fif edilir. lûgatta yemekten kesilmek, yememek, susmak, rüzgârın sakinleşmesi gibi bir çok ma'nalara gelir. Şeriatte: Niyetli olmak şartıyla gündüzün yiyip içmekden ve cima etmekden kendini tutmaktır. ikâmesi: namazı bütün erkân ve şartlarına riâyet ederek kılmaktan kinayedir. zekât ve savm-ı ramazan terkipleriyle haccda hazifler vardır. asılları: «Zekâtı müstehak olanlara vermek,- ayının orucunu tutmak» hacc etmek» takdirindedirler. izafetler de hükmün sebebine izafeti kabilindendir. Çünkü hacem sebebi Beyt yani Kâbedir. Bundan dolayıdır ki sebebi tekerrür etmediği için hacc da tekerrür etmeyip bir kişiye ömründe bir defa farz olur. Orucun sebebi aydır. Ayı görmek her yıl tekerrür ettiği için oruçda her sene tekrarlanır.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İslamın Erkanı İle Yüce Temellerini Beyan Bâbı
122-)
Bize Ubeydüllah b. Muâz rivâyet etti. ki): Bize babam rivâyet etti. ki): Bize Âsim —ki İbn Muhammed b. Zeyd b. Abdillâh b. Ömer'dir — babasından naklen rivâyet etti. ki: Abdullah şunları söyledi: (sallallahü aleyhi ve sellem): buyurdular. beş temel üzerine kurulmuştur: 1 - Allah'dan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in onun kulu ve Resûlü olduğuna şehadet etmek, 2 - Namazı kılmak, 3 - Zekâtı vermek, 4 - Beyti haccetmek, 5 – Ramazan orucu üzerine.» hadislerin zahirlerine bakılırsa beş şeyden birini terk eden kimsenin müslüman olamayacağı anlaşılırsa da hakikatde bunlardan birini terk edenin dinden çıkmadığına icmâ-ı ümmet vardır. Vâkıâ İmâm Şafiî ile İmâm Ahmed b. Hanbel'e göre namazım kılmayan kimse öldürülürse de bu ceza küfür ettiği için değil bir hadd-i şer'i olmak üzere verilir. İmâm Ahmed'le bazı Mâlikîlerden bir rivâyete göre namazını kılmayan kimse küfrettiği için öldürülür; fakat bu rivâyet icmaı bozacak mahiyette değildir. kimse kasden bir namaz terkederse muhakkak kâfir olur.» hadis-i şerifi zecir ve tehdide hamlolunmuştur. namazı terketmeyi helâl i'tikad ederse, diye te'vü olunmuştur. Buradaki küfürden, küfran-ı ni'met ma'nası kasdedilmiş de olabilir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İslamın Erkanı İle Yüce Temellerini Beyan Bâbı
123-)
Bana İbn Nümeyr rivâyet etti. ki): Bize babam rivâyet etti, ki): Bize Hanzale rivâyet etti. ki: Hâlid'i Tâvûs'a şunu rivâyet ederken. işittim: Bir adam Abdullah b. Ömer'e: gaza etmiyor musun?» demiş. İbn Ömer (radıyallahü anh): «Ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i: ki islâm beş teineİ üzerine kurulmuştur: 1- Allah'dan başka hiç bir ilâh olmadığına şehâdet, 2 - Namazı kılmak, 3 - Zekâtı vermek, 4 - Ramazanı tutmak, 5 - Beyti hacc etmek (temelleri özerine) » derken işittim, cevabını vermiş. İbn Ömer (radıyallahü anhüma)'ya suâl soran zâtın Hakîm namında bir adam olduğunu söyler. Ömer hazretlerinin kendisine bu şekilde cevap vermesi onun cihâdı farz-ı ayın i'tikad ettiğim anladığı içindir. Halbuki cihâd farz-ı kifâyedir. Bunu kendisine hadîsle anlatmak istemiştir. Zaten nefs-i hadisde cihâdın zikredilmemesi ya farz-ı kifaye olduğundan yahud o gün henüz cihâd farz kılınmadığındandır. Hadîsde zikredilen beş şey ise farz-ı ayındırlar. Ulemâdan Davûdî'nin beyanına göre cihad evvelâ farz-ı ayn olarak meşru' kılınmış; Mekke'nin fethinden sonra kâfirlerden uzakta yaşayan müslümanlardan bu farz sakıt olmuş; kâfirlere yakın bulunanlara cihâd farz olarak kalmıştır. Hazret-i İbn Ömer (radıyallahü anh) ile Süfyan-ı Sevri ve İbn Şübrüme'ye göre cihâdın farz olmadığı rivâyet edilir. Ancak düşman hücum eder de islâm hükümdarı müslümanlara cihadı emreylerse onlara göre de cihad herkese farz olur. Mamafih bu onlardan gelen bir rivâyettir. İhtimal diğer bir kavle gere onlar da cihâdın farz olduğuna kaildirler. Bu suretle cihâdın farziyyetine icma-ı ümmet de vaki' olmuş ve bu mühim vazife kitab, sünnet ve icma'ı ümmet ile muhkem bir farize halinde meşru kılınmıştır. Şayet bu zevatın cihadın farz değil mendûb olduğuna kail bulundukları rivâyeti doğru ise te'vîli gerekir ve: «Onların muradı cihadın farz-ı ayın olmadığını beyandır.» denilir. Tafsilât fıkıh kitaplarındadır. bazı sualler hatıra gelebilir şöyle kir
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İslamın Erkanı İle Yüce Temellerini Beyan Bâbı
124-)
Bize Halef b. Hişâm rivâyet etti. ki): Bize Haramâd b. Zeyd, Ebû Cemre'den naklen rivâyet etti. Ebû Cemre: İbn Abbas'tan işittim, demiş. H. Yahya b. Yahya dahi rivâyet etti. Bu lâfız onundur. ki): Bize Abbâd b. Abbâd, , Ebû Cemre'den ,o da İbn Abbâs'tan naklen haber verdi. İbn Abbâs şöyle dedi: hey'eti Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in huzuruna gelerek: Yâ Resûlüllah! Şu mahalle sakinleri bizler, Rabîa’nın bir koluyuz. Seninle aramıza Mudar kâfirleri girmiştir. Bu yüzden sana ancak haram, aylarda gelebiliyoruz. İmdi bize öyle bir şey emret ki onunla hem kendimiz amel edelim hem de bizden sonrakileri ona da'vet ey ley elim; dediler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdular: dört şey emrediyor; dört şeyden de sizi nehyediyorum: 1 - Allah'a İmanı, (sonra bunu kendilerine tefsir ederek) Allah'dan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Resûlüllah olduğuna şehâdeti; 2 - Namazı kılmayı; 3 - Zekâtı vermeyi; 4 - Bir de aldığınız ganimetlerin beşte birini vermenizi (emrediyorum). 1 - Dubbâ'dan, 2 - Hantem'den, 3 - Nakir, 4 - Mukayyer'den de sîzi nehyediyorum.» kendi rivâyetinde: başka ilâh olmadığına şehâdeti...» ifadesini ziyâde etmiş ve bir parmağını yummuştur. beyanına göre hadîs ilmini bilmeyenler: hadîsin isnadını Müslim lüzumsuz uzatmış; halbuki böyle yerlerde gerek' kendisinin gerekse sair muhaddislerin âdeti silsileyi kısaltarak: Hammad ile Abbâd'dan, onlarda Ebû Cemre'den, o da İbn Abbâs’dan naklen rivâyet olunmuştur, demektir, şeklinde bir iddia da ortaya atabilirler. Fakat bu iddia bir vehimden ibarettir. Çünkü muhaddislerin iki rivâyeti birleştirmesi ancak râvilerin sözü birbirlerinin ayni olduğu zamandır. Burada öyle değildir. Hanım âdın Ebû Cemre'den rivâyetinde: İbn Abbâs'tan işittim, denilmiş; Abbâd'ın Ebû Cemre'den rivâyetinde ise; İbn Abbâs'tan rivâyet olunmuştur, ifâdesi kullanılmıştır. Binaenaleyh her iki râvinin rivâyetini olduğu gibi zikretmek gerekir. İmâm Müslim bu gibi inceliklere son derece dikkat eder.» Nevevî , talebenin İde dikkatli olmasını tenbih etmektedir. hadîsi Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî ve Nesâî muhtelif yerlerde tahric etmişlerdir. Mühim şeyler görüşmek üzere büyüklerin huzuruna gönderilmek için seçilen cemâattir. Müfredi (Vâfid) tir. Bazılarına göre vefd de-mlebi:_nek için uzaklardan gelmiş olmaları şarttır. Yakından gelenlere vefd denilmez. kabileleri içinde Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e ilk gelen hey'et budur ve Mekke'nin fethedildiği sene gelmiştir. Hey'e-tin başında el-Eşeccü'l -Aşarî lâkabını taşıyan el-Münir b. Âiz bulunuyordu. Bunların kaç kişi oldukları ihtilaflıdır. Bir rivâyette on dört, diğer bir rivâyete göre on üç süvari imişler. Kırk kişi oldukları dahi rivâyet olunmaktadır. Hatta hadîsin muhtelif rivâyetleri bir araya getirilince ayni hey'ete dahil olanların sayısı kırk beşe yükselmektedir. Binaenaleyh muayyen bir aded üzerinde durmak sahih görülmemektedir. Zâten Buhârî ile Müslim bu sebebten hadîsi muayyen bir adedle tahriç etmemişlerdir. hey'etin Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelmesinin sebebi şudur: Münkız b. Hayyan namında bir zât câhiliyyet devrinde Medine'ye ticaret mallan getirirdi. Bu işe hicreti Nebiy (sallallahü aleyhi ve sellem)'den sonra da devam etti. Bir gün Münkız bir yerde otururken yanından Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) geçti. Münkız onu görünce hemen ayağa kalktı. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine iltifatta bulundu; ve kavminin hal'ü şanını sordu. Sonra eşraf takımının birer birer isimlerini söyleyerek ne vaziyette olduklarını sordu. Bunun üzerine Münkız (radıyallahü anh) derhal müslüman oldu; ve Fatiha ile Alâk sûrelerini öğrendi. Bilâhare Hecer tarafına gitti. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onunla Abdülkays kabilelerine bir mektup gönderdi. Münkız (radıyallahü anh) mektubu götürdü. Ve bir kaç zaman yanında gizledi ise de sonra karısı onu buldu. Münkız’ın karısı el-Münzir b. Âiz'in yani Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e gelen hey'etin reisi el-Eşecc'in kızı idi. Hazret-i Münkız (radıyallahü anh) namaz kılar; Kur'ân okurdu. Karısı bundan kuşkulanmıştı. Keyfiyeti babasına açarak; Medine'den geleli esrarengiz bir hâl aldı. Ellerini ayaklarını yıkıyor — Kıbleyi göstererek — şu tarafa dönüyor; ve kimi belini eğiltiyor; kimi yere kapanıyor. Oradan geleli âdeti budur.» dedi. Bunun üzerine babası, Hazret-i Münkız (radıyallahü anh) ile buluştu; ve bu meseleyi görüştüler. Neticede Eşecc'in kalbine islâmiyyet yerleşti. Sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in mektubunu kavmine götürdü. Mektubu kendilerine okuyunca hepsi müslüman oldular; ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanına gitmeye ittifak ettiler. Evvela mevzu'u bahsimiz heyet yola çıktı. Medine'ye yaklaşınca Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yanındakilere: şarklıların en hayırlısı olan Abdülkays hey’eti içlerinde el-Eşec-cü’l-Asari olduğu halde ahîdlerini bozmadan, değiştirmeden ve şüpheye düşmeden gelmiştir...» buyurarak onların geldiklerini haber verdi. hey'etin kendilerini Rabia kabilesinden diye takdim etmeleri Abdülkays, Rabia kabilesinin bir dalı olduğundandır. Bunlar Bahreyn taraflarında yaşarlardı. Kendileriyle Medine arasında Mudar kabilesi bulunuyordu. Mudar kabilesi aslında Rabia'nın kardeşi olmakla beraber henüz müşrik idiler. Bu sebebten Rabia'lılar kolay kolay Medine'ye gidemiyor; oraya gitmek için haram ayların gelmesini bekliyorlardı. Çünkü kâfirler o aylara hürmeten onlarda harb etmezlerdi. Müslümanlar da bundan bilistifade Medine-i Münevvere'ye (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanına giderlerdi. Hadîsdeki: cümlesinde nahiv ilmine göre ihtisas vardır. Mansub oluşu bundandır, Cümle: şu kabile, Rabîanın bir koluyuz.» takdirindedir. aslında kabilenin oturduğu yerin ismi yani mahalledir. Sonra bu isim kabileye verilmiştir. izafet Küfe ulemasına göre mevsufu sıfatına izafet kabîlindendir. Bu onlara göre caizdir. Fakat Basra'lılara göre caiz değildir. Onlara göre burada cümlede mahzuf vardır. Terkib: olan vaktin ayı» takdirindedir. Buradaki terkibde şehr kelimesi müfred kullanılmışsa da maksad cins itibariyle bütün haram aylardır. Nitekim bazı rivâyetler: aylan» diye cem'i suretinde' zikredilmiştir. ayları: Zülka'de, Züîhicce, Muharrem ve Receb'tir. Bu hususta ulemanın ittifakı vardır. Yalnız mezkûr ayların nasıl sayılacağında ihtilâf etmişlerdir. Bazılarına göre Muharrem'den başlayarak Receb, Zülka'de ve Züîhicce denilir. Medineliler Zülka'de'den başlayarak Züîhicce, Muharrem ve Receb diye sayarlar. Ekseri ulemanın bu kavli tercih ettikleri söylenir. aylarda harbetmek tâ Hazret-i İbrahim (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında haram kılınmıştır. Bu tahrîm İslâmiyetin ilk zamanalrına kadar devam etmiş; nihayet Receb ayında harp helâl kılınmış; diğerlerinde yine haram olarak kalmıştır. Hatta bazılarına göre Eeceb ayında bile haramdır. Bunun sırrı, emniyeti sağlamaktır. Arabî aylardan yalnız Muharrem'in başına harf-i ta'rîf getirilerek el-Muharrem denilmiştir. Diğerleri harf-i ta'rifsiz kullanılırlar. Keza aylardan üçü yani Ramazan, Rebîülevvel ve Rebiülâhir şehr kelimesinin izâfetiyle Şehr-u Ramazan ilâh... şeklinde kullanılır. ay demektir. Aya bu ismin verilmesi ma'lûm ve meşhur olmasındandır. Bu hadîsi gerek Müslim gerekse Buhârî muhtelif lâfızlarla rivâyet etmişlerdir. Hatta bazı rivâyetlerde hacc, bazılarında oruç zikredilmemiştir. Bunları müşkil sayanlar olmuşsa da ehl-i tahkik ulemaya göre burada işkâl yoktur. Asıl işkâl Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Size dört şey emrediyorum» buyurmuş olduğu halde ekseri rivâyetlerde beş şey zikredilmesindedir. Ulema bu müşküle muhtelif cevaplar vermişlerdir. Mezkûr cevaplar içinde en ziyade kabule şayan olanı İbnİ Battal'in Sahih-i Buhârî şerhinde verdiği şu cevaptır: (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara va'dettiği dört şeyi emir buyurmuş; sonra ayrıca bir beşinciyi yani beşte bir meselesini ziyade etmiştir. Çünkü gelen hey'et Mudar kâfirlerine komşu yaşıyorlardı. Bu sebebten hepsi cengâver ve ehl-i ganimet kimselerdi.» Amr İbn Salâh dahi buna yakın izahatta bulunmuş ve şöyle deditir: (sallallahü aleyhi ve sellem)'in o hey'ete tekrar imânı emretmesi, söyleyeceği dört şeyi anlatmak ve onları imân diye tavsif etmek içindir. Ondan sonra dört şeyi: iki şehâdet, namaz, zekât ve oruçla tefsir buyurmuştur.» ki bu hadîs, islâmın beş temel üzerine kurulduğunu ifade eden hadîse ve Cibrîl hadîsinde islâmın beş şeyle tefsir edilmesine muvafıktır. İslama iman da denilebüdiği; imanla islâmın. bazen ayni ma'naya hazan da ayrı manalara geldikleri yukarıda görülmüştü. Salâh bundan sonra hulasaten şunları söyler: «Bu hadîsde haccın zikredilmemesi o zaman henüz hacc farz kılınma-dığındandır denilmiştir. Fakat ayni rivâyette orucun zikredilmemesi ra-vinin ihmalindendir. Yani Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den sâdır olma ihtilaftan değil, râvîlerin belleyiş ve zabıt hususundaki farklardan doğan ihtilaftandır. «Ganimetin beşte birini vermeniz...» ta'biri üzerine ma'tuf değildir. Zira bu takdirde va'dedilen dört şey beş olmuş olur. O ancak: üzerine atfedilir. Ve bu suretle dört şeye izafe ve ilâve edilmiş olur. Yani size dört şeyi ve bir de beşte bir meselesini emrediyorum, demek olur. Hadîsin bu cümlesi ganimet mallarınm beştebirini vermenin farzolduğunu ifade etmektedir. Bu bâbtaki tafsilât inşallah yeri gelince verilecektir. hantem, nakir ve mukayyerden nehiy buyurulmasına gelince: Dübhâ': Kuru kabaktan yapılan kaptır. Yeşil küpler demektir. Müfredi hanteme gelir. Ekseriyetle lügat, hadîs ve fıkıh ulemasının kavli budur. Diğer bir kavle göre her nevi' küplere hantem derler. Abdullah b. Ömer'le Said b. Cübeyr ve Ebû Seleme hazerâtı bu manaya kaildirler. bir kavle göre hantem, Mısır'dan getirilen içleri ziftli küplerdir. Bu ta'rif Hazret-i Enes b. Mâlik (radıyallahü anh) ile İbn Ebî Leylâ'dan rivâyet olunmuştur. Hatta İbn Ebî Leylâ bu küplerin kırmızı olduklarını söylemiştir. Dördüncü kavil Hazret-i Âişe (radıyallahü anha)'dan rivâyet olunmuştur. Buna göre hantem, boğazlan yan taraflarında olan kırmızı küplerdir, ki bunlarla Mısır'dan şarap getirilir. Beşinci kavil yine İbn Ebî Leylâ'dan mervîdir. Bu kavle göre hantem, ağızları yan taraflarında bulunan küplerdir, ki bunlarla Tâif'ten şarap getirilir. Halk bu küplere şıra koyar: onu şaraba kokuturlardı. Altıncı kavle göre hantem kılla karışık kan ve çamurdan yapılan küplerdir. Bu kavil Ata'dan rivâyet olunmuştur. Hantem hususunda daha başka kaviller de vardır. Hadîsin son rivâyetinde İzah olunduğu vecihle içi oyulmuş hurma kütüğünden yapılan kaptır. Ziftli kap demektir. Buna müzeffet de derler. Bu dört nevî' kabın yasak edilmesinden murâd, onlara şıra koymamaktır. Çünkü kap eskiden içtiği şarabı şıraya kusacağı için böyle kaplara konulan şıralar da necis olur. Ve şer'an mal olmaktan çıkar. İşte mevzu'u bahis kaplar bu suretle mal itlafına ve şıra zannıyle şarap içmeye sebeb olacakları için kullanılmaları yasak edilmiştir. Deriden yapılan kaplara ise şıra koymak yasak değildir. Zira deriden yapılan tulumlar ince oldukları için içindeki şıranın şarap olduğu kolay anlaşılır. Hatta içindeki şıra şarap olunca ekseriya bu gibi kaplar patlarlarmış. bu yasak sadrı islâmda bir müddet hüküm ferma olduktan sonra Büreyde hadîsi ile neshedilmiştir. Ebû Hanife ile Şafiî'nin ve cumhûru ulemanın kavli budur. Hattâbi: kail olmak en doğru sözdür.» demiş; ve bazı ulemanın hâla tahri-min bakî olduğuna kail bulunduklarını söyledikten sonra İmâm Mâlik ile İmâm Ahmed b. Hanbel ve İshak'ında bunlar arasında olduğunu beyan etmiştir. Tahrim, İbn'Abbâs ile İbn Ömer (radıyallahü anh)'dan da rivâyet olunur.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Allahü Teâlâ İle Resûlü Sallallahü Aleyhi Ve Selleme Ve Dinin Şeriatlerine İman, Dine Davet Île Onun Mahiyetini Sormayı Ve Bellemeyi, Kendisine Dini Ulaşmamış Olana Dini Tebliğ Etmeyi Emir Bâbı
125-)
Bize hem Ebû Bekir b. Ebî Şeybe hem de Muhammed b. el-Müsennâ ile Muhammed b. Beşşâr rivâyet ettiler. Hepsinin lâfızları bir birine yakındır, Ebû Bekir dedi ki: Bize Gunder, Şu'be'den naklen rivâyet etti. Diğer ikisi dediler ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivâyet etti. ki): Bize Şu'be, Ebû Cemre'den rivâyet etti. Ebû Cemre şöyle dedi: İbn Abbâs’ın huzurunda Onunla halk arasında tercümanlık ediyordum. Derken Ona bir kadın gelerek desti şırasını (n hükmünü) sordu. Bunun üzerine İbn Abbâs şunu söyledi: Abdülkays hey'eti Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e geldiler de Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendilerine: kimin hey'etisiniz?» yahud: hangi kavimsiniz?» diye sordu. Onlar: Rabiâ'yız dediler. geldiniz ey kavm!» yahut «hey'et» Allah sizi utandırmasın pişman etmesin» buyurdu. Bunun üzerine Hey'et: Yâ Resûlallah! Gerçekten bizler çok uzak bir yerden sana geliyoruz. Seninle aramızda Mudar kâfirlerinden (müteşekkil) şu kabile var, da haranı aylardan başka bir zamanda sana gelemiyoruz. Şimdi bize kestirme bir şey emret de onu bizden sonrakilere haber verelim; onunla cennete girelim...» dediler, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara dört şey emretti. Ve kendilerini dört şeyden nehiy buyurdu. Onlara (evvelâ) yalnız Allaha İmâm emretti. Ve: «Allaha imân nedir bilir misiniz?» dedi. ve Resûlü bilir,» cevabını verdiler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): başka îlâh olmadığına ve Muhammed'in Resûlüllah olduğuna şehâdet etmek, namazı dos doğru kılmak, zekâtı vermek, Ramazanı tutmak ve bir de ganimetin beşte birini vermenizdir.» buyurdu. kendilerini dübbâdan, hantemden ve müzeffetten nehyettî. Şu'be: nakirden de dedi» mukayyerden de dedi» demiştir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): belleyin de sizden sonra haber verin!» buyurmuştur. Bekir kendi rivâyetinde: «Sizden sonrakilere» demiştir. Onun rivâyetinde mukayyer lâfzı yoktur. senedine dikkat edilirse görülür ki, İmâm Müslim (rahimehüllah) âdeti vecihle yine büyük bir dikkat ve ihtiyat göstermiştir. Şöyle ki: Se-nedde zikri geçen Gunder ile Muhammed b. Ga'fer ayni şahıstır. Binaenaleyh sözü kısadan keserek: üç zât bize Gunder'den O da şu'be'den ilâh... rivâyet ettiler.» diye bilirdi. Fakat Müslim (rahimehüllah) bunu yapmadı. Çünkü râvî Ebû Bekir: Bize Gunder Şu'beden... diyerek rivâyet etmiş;; diğer iki zât ise: Muhammed b. Ca'fer rivâyet etti» ta'birini kullanmışlardır. Yani Ebû Bekir, ayni şahsın lakabını, diğerleri ise ismini zikretmişlerdir. Bir de Ebû Bekir «Şube'den» demiş; ötekileri: «Bize Şu'be rivâyet etti» ifadesini kullanmışlardır. Bu suretle iki rivâyet arasında iki cihetten muhalefet hasıl olduğu için Müslim (rahimehüllah) buna tenbihte bulunmuştur, kimin hey'etisiniz?» yahud «Siz hangi kavimsiniz?» ifade-sindeki «yahud» râvinin şüphesini bildiren bir sözdür. Buhârî şâ-rihi Aynî'nin beyânına göre bu söz Şu'be'nin olacaktır. Maamâfih Ebû Cemre'ni nolması ihtimali de vardır. Kirmânî onu İbn Abbâs (radıyallahü anh)'a nisbet etmek istemişse de doğru değildir. Bir lisânı başka lisânla ifâde etmektir. Rivâyete nazaran Hazret-i Ebû Cemre (radıyallahü anh) aslen acem olduğundan bu dille konuşulanları İbn Ab bas (radıyallahü anh)'a terceme edermiş. Ebû Amr îbni Salâh diyor ki: bu zât İbn Abbâs’ın sözünü, işitmeyenlere duyuruyordu. Bu da ya işitmeye mâni' olacak derecede kalabalıktan yahud sözün anlaşila-mayacak kadar kısa omlasından ileri gelirdi. Ebû Cemre (radıyallahü anh) onu anlatırdı...» Salah, tercemenin bir lisânı başka bir lisânla ifadeye mahsus olmadığını, ulemanın «bâb» yerine »terceme» sözünü de kullandıklarını söylüyor. tercemenin, berikinden duyduğunu Ötekilerine, ötekilerden işittiğini berikine anlatmak ma'nasına geldiğini kabul ediyor. «Merhaba» kelimesi masdardır. Mef'ulü mutlak olmak üzere nasbediîmiştir. Araplar bu kelimeyi hoş beşte ve birbirleriyle karşılaştıkları zaman ikram ve iyilik ma'nasında çok kullanırlar. Hattâ onlardan lisanımıza da geçmiştir. Bizde ekseriyetle selâm ma'nasında kullanılır. Aslında marhab: geniş yer ma'nasınadır. Gelen ziyaretçiye marhaba demek: yere geldin; rahat ol, sıkılma» ma'nasını ifade eder. Askeri’nin beyanına göre araplardan ilk defa merhaba diyen Zü Yezen olmuştur. Hazyân’ın cem'idir. Utanan demektir. Zelîl ve hakir manasına gelir diyenler de vardır. Hatta: belâya duçar oldu da Allah kendisini rezîl rüsvay etti» ma'nasına geldiğini söyleyenler vardır ki burada da bu ma'nada kullanılmıştır. Yani: Hiç bir belâya duçar olup da rezîl ve hakir olmuş değilsiniz. hâldir. Mamafih «Kavime sıfat olarak mecrur rivâyeti de vardır. Bazılarına göre nedınân'ın cem'idir; pişman olanlar ma'na-sınadır. Bir takımları bunun «nadimdin cem'i olduğunu söylerler. Bu takdirde cem'i «Nadimin» gelmek icâbederse de sözü güzelleştirmek için «Hazâya» kelimesine tâbi' kılınmıştır. Bunun emsali arapçada çoktur. Meselâ araplar: Ben ona sabahları akşamları gelirim» derler. Bu cümlede «Gadâyâ» kelimesi «Aşâyâ»'yâ tâbi' kılınmıştır. Müfredi «Gadât» olduğu için «Aşâyâ»'dan ayrılarak cemi' yapılsa «Gadevât» demek icâbeder, Herevi bu hadîsin ; şeklinde de rivâyet edildiğini söylemiştir. Hasılı Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın hoş beş ederken bu kelimeleri kullanmasından maksadı, kendilerine iltifatta bulunmaktır. Yani: müslümanlıği kabul etmekte gecikmediniz İnatlık göstermediniz. Sîzi utandıracak veya rezil-ü rüsvay edecek yahud geldiğinize pişman bırakacak esirlik ve benzeri bir halde başınıza gelmedi.» demek istemiştir. Cümlesindeki emrin iş ma'nasına da nehyin zıddı olan emir ma'nasına da kullanılmış olması ihtimali vardır. Birinci ihtimâle göre cümledeki «Fasıl» kelimesi «beyan edilmiş, açık» ma'nasına gelir. O halde cümlenin ma'nası şöyle olur: «Bize ayan beyan bir iş emret.» ihtimale göre «Fasıl» hakla bâtılın arasını ayıran demektir. Bu takdirde cümlenin ma'nası: hakla bâtılın arasım ayıran bir emir ver» şekline girer. kelimeleri asıl nüshalarda böyle bulunmuşlardır. İkisinin ma'nası da netice i'tibariyle birdir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Allahü Teâlâ İle Resûlü Sallallahü Aleyhi Ve Selleme Ve Dinin Şeriatlerine İman, Dine Davet Île Onun Mahiyetini Sormayı Ve Bellemeyi, Kendisine Dini Ulaşmamış Olana Dini Tebliğ Etmeyi Emir Bâbı
126-)
Bana Ubeydullah b. Muâz rivâyet etti. ki): Bize babam rivâyet etti. H. Nasr b. Alîy el-Cahdamî dahi rivâyet etti. ki: Bana babam haber verdi. İkisi (nin babaları) hep birden demişler ki: Bize Kurratü'bnû Hâlid , Ebû Cemre'den, o da İbn Abbâs'dan, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen bu hadîsi Şu'be'nin hadîsi gibi rivâyet etti. (Bu rivâyette) Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) «Sizi dübbâ, nakir, hantem ve müzeffet'de ekşitilen hoşafdan nehyediyorum.» buyurmuş: Mu âz babasından naklen rivâyet ettiği hadisinde şu cümleyi de ziyade etmiştir: dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Eşecc'e, Abdülkays’ın Eşecc'ine: sende Allah'ın sevdiği iki haslet var. Vakar ve teenni.» buyurdu. Akıl, vekar ve sabır ma'nalarına gelir. Acele etmeyip teenni ile hareket etmektir. Başı yarık ma'nasınadır. Eşecc'in ismi el-Münzir b. Âiz'dir. ve meşhur olan bu ise de ismi yine de ihtilaflıdır. İbn’l-Kelbî'ye göre el-Münzir b. el-Hâris'dir. Bazıları el-Münzir b. Âmir olduğunu söylemiş; bir takımları el-Münzir b. Ubeyd, daha başkaları Abdullah b. Avf olduğunu rivâyet etmişlerdir. Hatta Âiz b. el-Münzir olduğunu iddia edenler bile vardır. Bu zât Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in mektubunu Abdülkays kabilelerine götüren Münkız b. Hayyan (radıyallahü anh)’ın kayın pederidir. Yüzünde kılıç veya bıçak yarasından kalma iz bulunduğu için Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine «Eşecc» yani başı yarık lakabını vermişti. Sonraları Eşeccü Abdilkays diye şöhret buldu. lakab hâdisesi şöyle olmuştur: Abdulkays hey'eti Medine'ye vâsıl olunca derhal Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanına koştular. Yalnız Eşecc hayvanların yanında kalarak eşyayı topladı; devesini bağladı; ve en güzel elbisesini giydikten sonra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in huzuruna gitti. Hazret-i Fahr-i Kâinat (sallallahü aleyhi ve sellem) onu yanına oturtmak suretiyle kendisine ikram ve iltifatta bulundu. Sonra hey'ete şunu sordu: «Gerek kendiniz gerekse kavminiz için bey'at ediyor musunuz?» «Evet» diye cevap verdiler. O zaman Eşecc şunları söyledi: Resûlüllah ! şüphesiz ki sen bir kişiden, dininden daha aziz bir şey istemedin. Biz kendi nâmımıza sana beyat ederiz. Sen de bizimle birlikte onları dine da'vet edecek birini gönderirsin. Artık bize tâbi' olan bizden olur. Tâbi' olmayanı da öldürürüz...»' bu sözleri üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): söyledin. Hakikaten sende Allah'ın sevdiği iki haslet var: Vakar ve teenni.» buyurdu. Ya’lâ'nın Müsned'i ile diğer bazı eserlerde kaydedildiğine göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu söyleyince Eşecc hasletler bende eskiden mi vardı yoksa yeni mi peyda oldular?» diye sormuş. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): «Hayır eskidir.» buyurmuş. «Beni sevdiği iki hasletle yaratan Allah'a hamdolsun..» demiştir. Şerif, fitneye düşürmeyeceğinden emin olmak şartıyle bir kimseyi yüzüne karşı medhetmenin caiz olduğuna delâlet ediyor. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu bir çok ashabına karşı yapmıştır. Bâ husus Hazret-i Ebû Bekir (radıyallahü anh) hakkında: bir kimseyi kendime yakın dost ittihâz etseydim Ebû Bekir'i dost edinirdim.» demiş; Hazret-i Ömer (radıyallahü anh)'a: bir yolda sana rastlasa mutlaka başka yola sapar.» buyurmuş; Hazret-i Ali (radıyallahü anh)'a: dahi: nisbetle sen, Mûsa'ya nisbetle Harun yerîndesin.» hadîsiyle medh-u senada bulunmuştur. Bununla beraber: sakının; çünkü o insanı boğazlamaktır.» hadis-i şerifiyle Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in medheden birine:«Din kardeşinin boynunu vurdun.» buyurması gösteriyor ki, bir kimseyi yüzüne karşı medhde bulunmak tehlikeli bir iştir. Binaenaleyh bu bâbta kaide; fitneden yüzde yüz emin olmadıkça rnedhe yanaşmamaktır...
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Allahü Teâlâ İle Resûlü Sallallahü Aleyhi Ve Selleme Ve Dinin Şeriatlerine İman, Dine Davet Île Onun Mahiyetini Sormayı Ve Bellemeyi, Kendisine Dini Ulaşmamış Olana Dini Tebliğ Etmeyi Emir Bâbı
127-)
Bize Yahya b. Eyyûb rivâyet etti. ki): Bize İbn Uleyye rivâyet etti. ki): Bize Saîdü'bnü Ebi Arûbe Katâde'den naklen rivâyet etti. Katâde ki: Abdülkays kabilesinden Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e gelen hey'etle görüşen biri rivâyet etti. Said ki: Katâde Ebû Nadra dan, onun da Ebû Said-i Hudrî'den naklen rivâyet ettiği bu hadîsinde (şöyle demektedir): kabilesinden bir takım insanlar Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e gelerek: Nebiyyallâh! Bizler Kabîa'dan bir cemaatız. Seninle aramızda Mudar kâfirleri vardır. (Bu sebeble) haram aylardan başka zamanlarda sana gelemiyomz. Şimdi bize öyle bir şey emret ki onu bizden sonra gelenlere emredelim ve onu yaptığımız takdirde biz de onunla cennete girelim.» dediler. (sallallahü aleyhi ve sellem): dört şey emrediyorum; dört şeyden de sizi nehyediyorum: Allaha ibâdet edin; ve ona hiç bir şeyi şerik koşmayın. Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin, Ramazanı tutun, ganimetlerin beşte bîrini de verin, buyurdu. Hey'et: Nebiyyallâh! Nakir hakkında malumatın var mı?» dediler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Hay hay, bir hurma kütüğüdür. Onu oyar, İçine ufak hurmalardan atarsınız buyurdu. ki: Yahut «Kuru hurma atarsın, dedi. (Ve sözüne devamla) sonra içine su dökersiniz. Tâ ki galeyanı yatıştı mı onu içersiniz. Hatta sizden biriniz (yahut onlardan biri) amcasının oğlunu kılıçla pekâlâ vurur!» buyurmuşlar. O cemaatin içinde kendisine bu gûnâ bir yara isabet etmiş bir adam varmiş.O zat şunları söylemiş Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'den utandığıma bu yarayı gizliyordum. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in mezkur izahatı üzerine: halde biz ne içinden su içeceğiz Ya Resûlüllah? dedim.» bağlanan deri su kaplarından» buyurdular. Gelen hey'et: Resûlallah! Bizim arazîmiz çok sıçanlıktır. Orada deriden ma'mul su kapları duramaz.» dediler. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ise (üç defa): fareler de yese, onları fareler de yese; onları fareler de yese» buyurdular. Sa'd ki: (sallallahü aleyhi ve sellem) Abdülkays'in Eşeec'ine: sende Allahın sevdiği iki haslet var: Vakar ve teenni.» buyurmuşlar. râvilerinden Said b. Ebî Arûbe ömrünün sonuna doğru bunamış ve bildiği hadisleri karıştırmağa başlamıştır. Kaide icâbı böylelerin sağlamken rivâyet ettikleri makbul, bunadıktan sonra rivâyet ettikleri ile hangi devirde rivâyet ettikleri şüpheli olanlar merdûddur. Sahîhayn'da bu gibi zevattan rivâyet edilen hadîsler sıhhat devirlerine, yani bunamazdan önceki zamanlara aid kabul edilir. hey'etin: Nakîr hakkında ma'lûmatın var mıdır?» diye sormaları, onu bilmediğini zannettikleri içindir. Çünkü Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yaşadığı yerlerde bu kap kullanılmazdı. « jy-ü:» » Kelimesi 8 şekillerinde de rivâyet edilmiştir. bazı rivâyetlerde bu fiillerin if âl Bâbından kullanıldığı görülmüştür. Bununla beraber bütün şekillerinde bu kelime karıştırmak ma'nasına gelmektedir. Bir nevî' ufak hurmadır. Hurmanın koruğudur, diyenler de vardır. biriniz» yahut «Onlardan biri amcası oğlunu kılıçla vurur.» cümlesinin ma'nası şudur: Bir kimse bu şırayı içtimi sarhoş olur; aklı gider; ve sarhoşluk kendisini cûş-u huruşa getirir. Nihayet o derece coşar ki en ziyade sevdiği dostu ve akrabası olan amcası oğlunu bile vurur. Bu da şüphesiz pek büyük bir fesaddır. Demek oluyor ki hadis-i şerifde içkinin en büyük mazarratı zikredilmek suretiyle sair zararlarına tenbih ve işaret buyurulmuştur. biriniz» yahut «Onlardan biri» ifadesi râvinin şekkini göstermektedir. içindeki yaralı zâtın ismi Cehmü'bnü Kuşem'dir. Bu zât tıpkı Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in buyurduğu şekilde sarhoş olan amcası oğlu tarafından bacağından yaralanmıştı. Onun için de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den utanıyor ve yaralı olduğunu ondan gizliyordu. Lâkin Fahr-ı kâinat (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimiz nübüvvetine bu da bir nîşâne olmak üzere gaibten haber vererek mezkûr yarayı olduğu gibi anlattı. ekseri asıl nüshalarda bu şekilde rivâyet edilmişse de bazı rivâyetlerde denildiği görülmüştür. Bunların ikisinin ma'nası da sahihtir. Zira birinci rivâyete göre ma'nâ: «Deri kapların ağızlarına ip dolanarak onunla bağlanırlar.» İkinciye göre «Su kaplan ağızlarından bağlanırlar» demek olur. cümlesi: şeklinde de rivâyet olunmuştur. Cürazın cem'idir. Manası bazılarına göre bir nevi faredir. Diğer bazılarına göre erkek farelerdir. Mutlak surette faredir diyenler de vardır, hey'eti şeriatı Muhammediyyenin, kolaylık üzerine kurulmuş bir din-î ilâhî olduğunu bildikleri için, yerlerinin çok fârelik olduğunu söylemekle Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den bu bâbta bir ruhsat ümid etmişlerse de Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendilerine ruhsat vermemiştir. Çünkü farelerden korunmanın, ruhsat icâbettirecek derecede güç bir iş olduğunu kabul etmemiş; ve fareler yese dâhi suyu deri kaplardan içmeleri gerektiğini üç defa tekrarlayarak beyan buyurmuştur.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Allahü Teâlâ İle Resûlü Sallallahü Aleyhi Ve Selleme Ve Dinin Şeriatlerine İman, Dine Davet Île Onun Mahiyetini Sormayı Ve Bellemeyi, Kendisine Dini Ulaşmamış Olana Dini Tebliğ Etmeyi Emir Bâbı
128-)
Bana Muhammed b. el-Müsennâ ile İbn Beşşâr rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize İbn Ebî Adiy , Said'den, o da Katâ'deden naklen rivâyet etti. Katâ'de: o hey'etle görüşen bir çok kimseler rivâyet etti.» demiş ve Ebû Nadra'nın Ebû Said-i Hudrî'den rivâyeten Abdülkays hey'eti Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e geldikleri zaman ilah... hadîsini İbn Uleyye'nin ki gibi rivâyet ettiğini söylemiş. Şu kadar var ki bu rivâyette: «İçinde ufak hurma veya kuru hurma ile suyu karıştırırsınız.» ibaresi vardır. Ama: yahud (Kuru hurmadan) dedi» sözünü zikretmemiştir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Allahü Teâlâ İle Resûlü Sallallahü Aleyhi Ve Selleme Ve Dinin Şeriatlerine İman, Dine Davet Île Onun Mahiyetini Sormayı Ve Bellemeyi, Kendisine Dini Ulaşmamış Olana Dini Tebliğ Etmeyi Emir Bâbı
129-)
Bana Muhammed b. Bekkâr el-Basri rivâyet etti. ki: Bize Ebû Âsım , İbn Cüreyc'den rivâyet etti. H. Muhammed b. Bâfi' dahi rivâyet eyledi. Bu lâfız onundur. ki): Bize Abdürrezzâk rivâyet etti. ki): Bize İbn Cüreyc haber verdi. ki: Bana Ebû Kazea kendisiyle Hasan'a Ebû Nadra'-um haber verdiğini söyledi ikisine de Ebû Said-i Hudri'nin kendisine şunu haber verdiğini söylemiş: hey'eti Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e geldikleri vakit: Ya Nebiyyallah! Allah bizleri sana feda kılsın! Bize içki kaplarından hangisi elverişlidir?» dediler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ; «Nakilden içmeyin.» buyurdu. Hey'et: Nebiyyallah! Allah bizleri sana feda kılsın. Nakirin ne olduğunu sen biliyor musun?» dediler. Ortası oyulan hurma kütüğüdür. Dübbâdan da hantemden de içmeyin. Siz ağzı bağlı kaplardan ayrılmayın» buyurdular. hadîsin isnadı müşkilâttan sayılmıştır. Bu sebebîe hadîs İmâmlarının onun hakkındaki sözleri birbirini tutmamaktadır. Hatta bir çok hadîs hafızları bu bâbta hataya düşmüşlepdir. Meseleyi İmâm Ebû Mûsa el-Isbahânî bir cüz kitab yazarak güzelce tahkik ve izah etmiş; sonra onu İbn Salâh kısaltmıştır. tahkikden anlaşıldığına göre bu hususta hatâya düşenlerden sahih-i Müslim Ibiri Ebû Nuaym-ı îsbâhân'î'dir. Bu zât Sahih-i Müslim üzerine te'lif ettiğinde Ebû Kazea haber verdi ki, Ebû Nadra ile Hasan'a, Ebû Said-i Hudrî'nin kendisine şu hadîsi haber verdiğini bildirmiş.» demektedir.. Şu halde hadisi Ebû Said’den, Ebû Kazea işitmiş ve onu Ebû Nadra ile Hasan’a rivâyet etmiş oluyor ki, bunun hatâ olduğu şüphesizdir. hatayı yapanların başında Ebû Alî el-Gassânî gelir. Gaesânî İmâm Müslim'in buradaki rivâyetini reddederek: Ebû Kazea haber verdi. H. Ebû Nadra ile Hasen, Ebû Said'in ona (Ebû Nadra'ya) haber verdiği hadisi kendisine ikisi haber vermişler demiş.» oluyor ki Hazret-i Ebû Said-i Hudrî (radıyallahü anh)'dan hadîsi yalnız Ebû Nadra işitmiş; fakat Ebû Kazea'ya Hasan'la birîikde rivâyet etmişler. Filhakika Gassâni'nin iddiası budur. Bu babta bir çok hafızlar Gassâni'nin izinden gitmişlerdir. Hatta onlara göre buradaki Hasan'dan murad: Hasan-ı Basri'dir. Halbuki mesele onların dediği gibi değil, Müslim'in rivâyet ettiği gibidir. Yani hadîsi Hazret-i Ebû Said (radıyallahü anh)'dan Ebû Nadra işitmiş ve onu Ebû Kazea ile Hsan'a rivâyet etmiştir. Hafız Ebû Mûsa el-îsbahâni'nin beyanına göre burada zikri geçen Hasan, Hasan b. Müslim'dir. İbn Cüreyc mezkûr Hasan'dan buradaki hadîsden başka hadîsler de rivâyet etmiştir, Mes'ud ed-Dımeşki ile diğer bazı ulema hadisin senedinden Hasanı çıkarmışlardır. Zira zikri, işkâle yol açmasına rağmen rivâyete bir dahlü tesiri yoktur, cümlesinden murâd: «Allah seni belâlardan korusun» demektir. hadise aid hükümler yeri geldikçe yukarıda geçen rivâyetlerde görüldü. Son rivâyet ayrıca bir müslümana: «Allah beni sana feda kılsın» delâlet ediyor.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Allahü Teâlâ İle Resûlü Sallallahü Aleyhi Ve Selleme Ve Dinin Şeriatlerine İman, Dine Davet Île Onun Mahiyetini Sormayı Ve Bellemeyi, Kendisine Dini Ulaşmamış Olana Dini Tebliğ Etmeyi Emir Bâbı
130-)
Bize Ebû Bekir İbn Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb ve İshak b. İbrahim toptan Vekî'den rivâyet ettiler. Ebû Bekir dedi ki: Bize Vekî', Zekerîyya b. İshâk'tan rivâyet etti. ki: Bana Yahya b. Abdillah b. Sayfi, , Ebû Ma'bed'den , o da İbn Abbâs'tan, o da Muâz b. Cebel'den işitmiş olmak üzere rivâyet eyledi. Ebû Bekir dedi ki: Galiba Veki', İbn Abbâs'dan diyerek rivâyet etti. Muâz şöyle dedi: (sallallahü aleyhi ve sellem) beni (Yemen'e) gönderdi. Buyurdu ki: sen ehl-i kitaptan mâdut bir kavme gidiyorsun. İmdi onları; Allâhdan başka ilâh olmadığına benim de Allah'ın Resûlü olduğuma şehâdet getirmeye davet eyle. Eğer buna itâât ederlerse kendilerine bildir ki, Allah cidara her gün ve gecede beş vakit namaz farz kılmıştır. Buna da itaat ederlerse onlara bildir ki, Allah kendilerine, zenginlerinden alınıp fakirlerine verilecek bir zekât farz kılmıştır. Şayed buna da itâat ederlerse sakın mallarının en kıymetlilerini alma! Mazlumun (bed) duasından da korun! Çünkü bu dua île Allah'ın arasında perde yoktur.» Müslim (rahimehüllah) bu hadîsin isnadında dahi son derece ihtiyatlı ve dikkatli davranmış; ve birinci rivâyette «an Muâz» demiş; ikinci rivâyette ise «enne Muâzen» ta'birini kullanmıştır, «an» ile «enne» edatlarının ma'naları arasında ise fark vardır. Vakiâ cumhûr-u ulemaya göre ikisinin ma'naları birdir. Ve ikisi de hadîsin muttasıl olduğunu ifade ederlerse de bir çok ulema iki edat arasında fark görmüş ve «enne» ile rivâyet edilen hadîsin mürsel hükmünde olduğunu söylemişlerdir. Şu var ki buradaki irsali sahâbî yaptığı için hadîs yine muttasıl hükümündedir, Ekseri ulemanın kavli budur. Bu hususta muhalefet eden yalnız, Ebû İshâk-ı Esferâînî'dir. Ona göre sahâbinin mürseli ile ihticac olunamıyacağı için İmâm Müslim ihtiyatlı davranmış ve her iki rivâyet şeklini göstermiştir. hadîs kütübü sittenin hepsinde rivâyet edilmiştir. Buhârî onu, Tevhîd, Cenâiz, Megâzî, Zekât ve Mezâlim bahislerinde muhtelif ravîlerden tahric etmiş; Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce'de yine muhtelif râvilerden zekât bahsinde rivâyet eylemişlerdir. rivâyetine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Muâz'ı Yemen'e vali olarak gönderirken kendisine şu suâlleri tevcih buyurmuştur: ne ile hüküm vereceksin ya Muâz?» buna: kitâbîle...» cevabını vermiş. Kitabda bulamazsan ne yaparsın?» sualine; Resûlüllahın sünneti ile hükmederim...» diye mukabele etmiş; Ya sünnetde de bulamazsan?» sualine de: re'yimle İctihad ederim...» cevabını vermiştir. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): elçisini Resûlünün hoşnud olduğu şeye muvaffak eyleyen Allah'a hamdolsun» buyurmuşlardır. (radıyallahü anh)'ın Yemen'e vali gönderilmesi Tebük gazasından sonra yani dokuzuncu hicrî yılda vuku' bulmuştur. Bir rivâyette Hazret-i Muâz son derece cömerd bir zât olduğundan borçlanmış; ve nihayet alacaklıların müracaatı üzerine bütün malı alacaklılarına dağıtılarak elinde avucunda bir şey kalmamış. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisini Yemen'e vali ve kaadî olarak göndermiş ve: ki Allah mâlî vaziyetini İslah eyleye!» buyurarak, zekât memurlarının topladığı zekât mallarını tesellüme de onu tevkil eylemiştir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Yemen'i beş vilâyete ayırmış; bunlardan San'a vilâyetine Hâlid b. Said-i Kinde'ye Muhacir bin Ebî Ümeyye'yi, Hadra Mevt'e Ziyâd bin Lebîd'i, Cened'e Muâz'ı, Zebid ve Aden'e Ebû Mûse'l-Eş'arî'yi vali göndermiştir. ehl-i Kitâb idiler. «et-Telvih» nâm eserde bunların Yahûdi oldukları kaydedilmektedir. İslama da'vet, her sınıf halkın i'tikadına göre yapılmak icabeder. Bundan dolayıdır ki ehl-i kitâb yani Allah ve Peygamber tanıyan bir kavme gönderilen Muâz (radıyallahü anh)'a Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kelime-i şehâdetten işe başlamasını emir buyurmuştur. şöyle bir sual hatıra gelebilir: Ehl-i kitâb nâmı verilen yahu-dilerle hıristiyanlar Allah ve Peygamber tanıdıklarına göre bunları ayni şeyleri kabul ve tasdikâ da'vet etmek hâsılı tahsil olmaz mı? Hayır olmaz. Çünkü ehl-i kitâb her ne kadar Allah'in varlığını i'tiraf etseler de ona şerik koşmaktan hâli kalmazlar. Meselâ hıristiyanlar: «İsâ Allahın oğludur» derler. Yahûdiler dahi «Üzeyr (aleyhisselâm) Allah'ın oğludur» iddiasında bulunurlar. Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'-in peygamberliğini ise ya hiç kabul etmezler yahud kendilerine gönderildiğine inanmazlar. Bittabi böyle sakat inançlara seran îman denilemez. Onun için ehl-i kitâb her şeyden evvel Allah'dan başka ilâh olmadığına ve Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in onun Resûlü olduğuna şehâdet getirmeye da'vet edilmişlerdir. Bu hususta Kâdi Iyâz şunları söyler: (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Hazret-i Muâz'a, evvela yemenlileri Allah'ı tevhîd ve Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in peygamberliğini tasdike da'vet etmesini emir buyurması, onların Allahü teâlâ'yı bilmediklerine delildir.» hıristiyanlar hakkında hâzik kelâm ulemasının mezhebi de budur. Yahûdilerle hıristiyanlar her ne kadar ibâdet ederek ellerindeki sem'i deliller icâbı Allah'ı bildiklerini göstermek isterlerse de onlar hakikatta Allah'ı bilmezler. akıl, bir peygamberi tanımayan kimsenin Allahü teâlâ'-yı bilmesini mümteni' saymaz ama böylesi hakkında Kâdi Iyaz şöyle der: mahlûkatma benzeten ve onu cisimleştiren Yahûdilerle ona çocuk veya zevce izafe eyleyen yahud ona hululü, intikali ve imtizacı caiz gören hıristiyanlar; Keza Allah'ı, lâyık olmadığı sıfatlarla vasıflandıran veya ona şerik izafe eden ve mahlûkaatı hakkında muarız davranan me-cûsilerle seneviyye fırkaları Allah'ı bilmemişlerdir. Binaenaleyh onlar kendisine ibâdet ettikleri mabutları için «Allah» da deseler Allah o değildir. Çünkü o vacibu i-vücûd olan Allah'ın sîfatlariyîe mevsuf değildir. halde Yahûdilerle Hıristiyanlar Allah u Azîmüşşânı bilmiyorlar demektir...» bazılarına göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Yemenlilerden iki şehadeti getirmelerini istemesi, bunlar dinin temeli olduğu içindir. Zira temel olmazsa dinin fürûuna aid hiç bir şey sahih olamaz. ilk vâcib olan şey ikrardır» diyenlerin delili buradaki şehâdet emridir. Fakat bu istidlale i'tiraz edenler vardır. Derler ki: iki şehadeti getirmeye da'vetten murad: harp başlarken düşmana yapılan da'vetür. Bunun vâcib olup olmadığı ihtilaflı ise de hadis-i şerif vâcib olduğuna delâlet etmektedir. Dinde ilk vâcib olan şeyin ikrar olup olmaması ihtilâfı ise bulûğ zamanına mahsustur.» şerifde günle gecede beş vakit namaz emredildikten sonra: «Buna da itaat ederlerse...» buyurulmuştur ki bu itaatin iki veçhe ihtimali vardır:
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İki Kelime-i Şehadete Ve İslamın Şeriatlarına Davet Bâbı
131-)
Bize İbn Ebi Ömer rivâyet etti. ki): Bize Biş-rü'-bnü'-Seriy rivâyet etti. ki): Bize Zekeriyya b. İshak rivâyet etti. H. Abd b. Humeyd de rivâyet etti. ki): Bize Ebû , Zekeriyya b. İshak'dan, o da Yahya b. Abdillah b. Sayfi'den, o da Ebû Ma'bed'den, o da İbn Abbâs'dan naklen rivâyet etti ki: (sallallahü aleyhi ve sellem) Muâz'ı Yenıne'e göndermiş; (Veki' hadîsinde olduğu gibi): «Gerçekten sen bir kavme gideceksin ilah.» buyurmuştur. evvelki hadîsi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e müsned olarak Muâz (radıyallahü anh) rivâyet etmişti. Bu hadîsle bundan sonra gelen hadîsi ise yine müsned olarak İbn Abbâs (radıyallahü anh) rivâyet etmiştir. İki rivâyetin arası şöyle bulunur: İbn Abbâs (radıyallahü anh) hadîsi Muâz (radıyallahü anh)'dan işitmiştir. Ancak bazen muttasıl bazan da jnürsel olarak rivâyet ettiğinden Muâz (radıyallahü anh)'ı anmamıştır. Her iki şekildeki rivâyet sahihtir. Çünkü sahâbinin mürseli, senedde zikredilmeyen ravînin kim olduğu bilinmese bile hüccettir. Burada zikredilmeyen ravînin Hazret-i Muâz (radıyallahü anh) olduğu bilinip dururken hadîsin sıhhatinde elbette şüphe edilemez. Abbâs (radıyallahü anh) hazretlerinin bu hadîsi hem Muâz (radıyallahü anh)’dan işitmiş hem de onu Yemen'e giderirken Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanında bulunmuş olması da ihtimal dahilindedir. Bu takdirde hadîsi vasıtasız rivâyet etmesi, bizzat o meclisde bulunduğu içindir. Muâz (radıyallahü anh)'dan rivâyeti ise: Ya kendinin orada bulunduğunu unuttuğundan yahud başka bir sebeptendir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İki Kelime-i Şehadete Ve İslamın Şeriatlarına Davet Bâbı
132-)
Bize Ümeyyetü'bnü Bistâm el-Ayşî rivâyet etti. ki): Bize Yezid b. Zürey' rivâyet etti. ki): Bize Ravh —ki İbni’l-Kâsım'dir — İsmail b. Ümeyye'den, o da Yahya b. Abdillâh b. Sayfi'den, o da Ebû Ma'bed'den, o da İbn Abbâs'dan naklen rivâyet etti ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Muâz'ı Yemen'e gönderirken sen ehl-i kitâb bir kavme gidiyorsun. Şu halde onları ilk da'vet edeceğin şey Allah azze ve celeye ibâdet olsun. Allah'ı tanıdıkları vakit onlara haber ver ki, Allah kendilene günleriyle gecelerinde beş vakit namaz farz kılmıştır. Bunu yaparlarsa onlara haber ver ki, Allah kendilerine zenginlerinden alınıp fakirlerine verilecek bir zekât farz kılmıştır. Buna da itaat ederlerse onu kendilerinden al. Ama mallarının en iyilerini almaktan sakın.» buyurmuş: alınıp...» ifadesiyle zekâtın icâbında zorla alınacağına istidlal olunur. Bu cihet ittifakı ise de sahibinin rızası olmadığr halde zorla malından alınan zekâtın hakikaten zekât yerine geçerek sahibinin zimmetinden sakıt olup olmayacağı ihtilaflıdır.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İki Kelime-i Şehadete Ve İslamın Şeriatlarına Davet Bâbı
133-)
Bize Kuteybetü'bnü Said rivâyet etti, ki): Bize Leys b. Sa'd, Ukayl'den, o da Zühri'den naklen rivâyet etti. Zühri ki: Bana Ubeydullah b. Abdillâh b. Utbete'bni Mer'ud Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi. Ebû Hüreyre şöyle dedi: (sallallahü aleyhi ve sellem) dünyadan gidin de ondan sonra Ebû Bekir halife seçildiği ve araplardan küfredenler küfrettiği zaman Ömerü'bnü'l-Hattâb, Ebû Bekre: şunları söyledi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): İnsanlar: Allahdan başka ilâh yoktur deyinceye kadar (onlarla) çarpışmaya me'mur oldum; imdi her kim Allahdan başka ilâh yoktur, derse malını ve canını benden korumuş olur. Ancak hakkiyle olursa müstesna! Onun da hesabı Allaha kalmıştır, buyurduğu halde sen nasıl oluyor da insanlarla harb ediyorsun? Bekir: namazla zekâtın arasını ayıranlarla mutlaka harb edeceğim. Çünkü zekât, malın hakkıdır. Vallahi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e vere geldikleri yularları bana vermezlerse, vermediklerinden dolayı onlarla behemehal harb ederim.» dedi. Bunun üzerine Ömerü'bnü’l-Hattâb: iyi anladım ki Allah azze ve celle Ebû Bekr'in kalbine kıtal için fütuhat vermiş. Ve anladım ki bu kıtal bakmış» dedi. hadîsi Müslim (rahimehüllah) Ebû Hüreyre, Câbir, Abdullah b. Ömer ve Târik (radıyallahu anhüm) hazeratından tahric ettiği gibi Buhârî (rahimehüllah) dahi Ebû Hüreyre, Abdullah b. Ömer ve Enes (radıyallahu anhüm)'den namaz ve zekât bahislerinde rivâyet eylemiştir. Hadîs diğer sahih kitaplarda da mevcuddur. (sallallahü aleyhi ve sellem) dünyadan gidip de ondan sonra Ebû Bekir halife seçildiği ve araplardan küfredenler küfrettiği zaman...» ifadesini uzun uzadıya ve güzel bir şekilde şerh etmiş; Nevevî'de bunu beğenerek Müslim şerhine almıştır. Hulâsası şudur: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in irtihalinden sonra dinden dönenler iki sınıftır: Bunların biri tamamiyle dinden irtidâd edefek küfre dönmüştür. Hazret-i Ebû Hüreyre (radıyallahü anh)’ın anlatmak istediği işte bunlardır ki, iki taifeye ayrılırlar: taife Müseylemetü'l-Kezzâb'ın Peygamberlik iddiasını tasdik eden Benî Hanîfe ile onlara tâbi' olanlar; Ve el-Esvedü’l-Ans î'nin peşinden giden Yeme h'lilerle onlara tâbi olanlardır. Bu fırkaya mensub olanların cümlesi Hazret-i Muhammec Mustafa (sallallahü aleyhi ve sellem)'in peygamberliğini inkâr ediyorlardı. Hazret-i Ebû Bekir bunlarla harbetti. Binnetice Müseyleme'yi Yemame'de, El- Ansî'yi de Sanâ'da tepeletti ve onlara tâbi' olanların ekserisini helâk etti. Kurtulabilenler de dağılıp kaçtılar. taife dinden dönerek şeriatın bütün ahkâmını inkâr ve namaz, zekât gibi bütün ibâdetleri terkedenlerdir. Bunlar tamamiyle cahiliyyet devrindeki hallerine dönmüşlerdi. Bu sebeple Mekke, Medine mescidleriyle el-Bahreyn'deki Abdülkays mescidinden başka ibâdete açık mescid hemen hemen kalmamış gibi idi. Müslümanlar, Allah’ın yardımı yetişinceye kadar bir hayli sıkıntı çektiler. sınıf mürtedler namazla zekâtı birbirinden ayıranlardır. Bunlar namazın farz olduğunu kabul ediyor, fakat zekâtı tanımıyorlardı. Ha-kikatta mürted değil bâgi idiler. Ancak mürtedler arasına karıştıkları için onlara da mürted denilmiştir. Zekât vermeyenlerin içinde onu vermek isteyenler bile vardı. Yalnız reisleri buna mani' olduğundan veremiyorlar-dı. Benî Yerbû' kabilesi bunlardandır. Mezkûr kabile kendi aralarında zekâtlarım toplamış; tam Hazret-i Ebû Bekir (radıyallahü anh)'a göndermek üzere iken Mâlik b. Nüveyre buna mani' olmuş; ve toplanan zekât mallarım kabileye dağıtmıştır. Hazret-i Ömer (radıyallahü anh)'ın Ebû Bekir (radıyallahü anh)'a ı'tıraz eüeıch münakaşaya girişmesi bunlar hakkındadır. Hazret-i Ömer (radıyallahü anh)'ın i'tirazı hadîsin zahirine baktığı ve üzerinde fazla durmadığı içindir. Ebû Bekir (radıyallahü anh) ise şartları ifa edildiği takdirde meselenin mal ve can dokunulmazlığını tazammun ettiğini kasd-ederek: malın hakkıdır.» demişti. Hasılı Hazret-i Ebû Bekir, namaz kılmaktan imtina' edenlerle harb edileceğine ashâb-ı kirâmın icmaı bulunduğunu bildiği için zekât meselesini namaza kıyas etmiş; Hazret-i Ömer ise hadîsin umumu ile ihticacta bulunmuştu. Bu hâdise âmmın kıyasla tahsis edilebileceğine ve bir hüküm hakkında vârid olan emrin tazammun ettiği bütün şart ve istisnaların o hükmün sahih olabilmesi için muteber sayılacağına delildir. Hazret-i Ömer, Ebû Bekir (radıyallahü anh)'in haklı olduğunu, gösterdiği delilden anlayarak kabul edince, harbin lüzumu hususunda ona tâbi' olmuştur. fırkalarından Râfiziler Hazret-i Ebû Bekir'in, müslüman-ları esir eden ilk hükümdar olduğunu söyleyerek ona ta'n ederler. Akıllarınca Ebû Bekir (radıyallahü anh)’ın esir aldığı âsiler mürted değil, müteevvil müslümanlarmış. Çünkü Teâlâ hazretlerinin: mallarından, kendilerini temiz pak edeceğin bir zekât al...» âyet-i kerîmesi ve emsali hitablar Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e hâsmış. Zira zekât sahibini hiç bir kimse Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kadar temiz pak edemezmiş. Böyle bir şüphe karşısında ise zekâtlarını vermeyen mürtedler ma'zur görülerek öldürülmemek icâbeder-miş,.. Bu sözlerle Râfiziler Hazret-i Ebû Bekir (radıyallahü anh)'a zulüm isnad etmeye çalışırlar. Hattâbî: dinden nasipleri olmayan bir kavimdir. Sermayeleri yalnız yalan ve iftira, bir de selef-i salihîne atıp tutmaktır...» diyerek Râfizilerin kimler olduğunu güzel bir şekilde beyân etmiştir. bir değil bir kaç sınıf olduğunu az yukarıda gördük. Bunların içinden namazı, zekâtı ve bütün dinî ahkâmı inkâr edenlerine ashâb-ı kirâm kâfir hükmünü vermişlerdi. Onun için Ebû Bekir (radıyallahü anh) onları esir etmiş; sahabenin ekserisi de ona yardım etmişti. Hatta Hazret-i Ali (radıyallahü anh), Benî Hanîfe kabilesinden esir edilen bir câriye almış. Muhammedü'bnü'l.Hanefiyye ismindeki oğlu bu cariyeden doğmuştur. Ancak sonraları ashab, mürteddin esir alınamayacağına ittifak etmişlerdir. zekât almayı emreden âyeti Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e mahsusmuş gibi göstermeye çalışmaları bir mugaletadır. Âyet-i kerîme bütün müslümanlara âmm ve şamildir. Filvaki' Kur'ân-ı Kerîm'-de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e hâss emirler vardır. Fakat bunların ona mahsus olduğu hiç bir şüpheye mahal bırakmayacak şekilde beyan edilmiştir. «Gecenin bir kısmında o Kur'anla, sana mahsus bir ziyade farz olmak üzere namaz kıl.» — İsrâ: 79 mealindeki âyet-i kerime bunlardandır. Hulâsa: Kur'ân-ı Kerîm'in. hitabları üç kısımdır:
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Allahdan Başka İlah Yoktur; Muhammed Allahın Resûlüdür... Deyinceye Kadar İnsanlarla Çarpışmanın Emri Babı