Sahîh-i Müslim Hadis Kitabı

234-) Bana Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Bekir b. Hallâd-ı Bahilî rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivâyet etti. ki):Bize Şu'be, Vâkıd b. Muhammed b. Zeyd'den rivâyet eilti. Vâkıd babasını Abdullah b. Ömer'den rivâyet ederken işitmiş; o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve Se'demj'den nakletmiş ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Haccetü’l-Vedâ' da: size, yahud vay sîzin hâlinize! Benden sonra dönüp birbirinizin boyunlarını vuran kâfirler olmayın!» buyurmuşlar. müttefekun. aleyhdir. Buhârî onu: «Kitâbü’l- Edeb», «Kitabü'l-Mcğazî»,'«Kitâhü'l-Hudud», «Kitâbü'd-Diyât» ve «Kitabü'l-Fiten» de tahric etmiştir. size yahud vay size» ifâdesindeki şekli. Bedrüddin-i Aynî'nin beyanına göre râvi Muhammed b. Zeyd'den yahud ondan önceki râvidendir. Bu iki kelime arapçada çok defa yan yana da kullanılırlar. Telafuzları bir birine yakın olduğu için insanı kolayca şek ve şüpheye düşürebilirler. Ivez srapîan bir şeye şaştıkları veya acıdıkları zaman kullandığını söyler. İmâm Sibeveyh: «Veyl: helâka duçar olan kimse hakkında kullanılır; Veyh ise açmayı ifâde eder...» demiştir. Yine Sibeveyh'in; «Veyh, helâka duçar olan bir kimseyi men'etmek için kullanılır.» dediği rivâyet olunur. Sair ulema bu iki kelimenin helâk için beddua makamında kullanılmayıp sâdece şaşma ve acıma bildirdiklerini söylemişlerdir Hazret-i Ömer (radıyallahü anh): «Veyh merhamet kelimesidir.» demiştir. Herevî ise: «Veyh hak etmediği bir belâya duçar olan kimseye acıma ve ta'ziye için, veyl de: hak ettiği bir belâya çarpan için acımadan söylenen sözlerdir.» diyor. Abbâs (radıyallahü anh)'dan veyl'in meşakkat ma'nasına geldiği rivâyet olunmuştur

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Sellemün: «benden Sonra Dönüp Birbirinizin Boyunlarını Vuran Kafirler Olmayın» Hadislerin Manasını Beyan Bâbı
235-) Bana Harmeletü'bnü Yahya rivâyet etti ki): Bize Abdullah b. Vehb haber verdi. ki: Bana Ömer b. Muhammed'in rivâyetine göre babası kendisine (Abdullah) İbn Ömer'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den işitmiş olmak üzere Şu'be'nin Vâkıd'dan rivâyet ettiği hadisin mislini rivâyet etmiş.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Sellemün: «benden Sonra Dönüp Birbirinizin Boyunlarını Vuran Kafirler Olmayın» Hadislerin Manasını Beyan Bâbı
236-) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivâyet etti. ki): Bize Ebû Muâvîye rivâyet etti. H. İbnİ Nümeyr'de rivâyet etti. Bu lâfız onundur. ki): Bize babam ile Muhammed b. Ubeyd rivâyet ettiler. Bunlar hepbirden A'meş'den, o da Ebû Salih'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet ettiler. Ebû Hüreyre şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): iki haslet vardır ki, bu iki haslet onlarda küfürdür. Nesebe dil uzatmak ve ölüye feryad ederek ağlamak.» buyurdular. diî uzatmak, bir kimsenin babasından başkasına intisâb etmesi veya meşru' surette doğduğunu şüpheye düşürecek şekilde konuşmasıdır. ölen bir kimsenin iyiliklerini sayarak feryatla ağlamaktır. Bu iki şeyin küfür sayılması dahi yukarıda görüldüğü gibi muhtelif şekillerde te'vil edilmiştir. Ezcümle:

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Nesebe Dil Uzatmaya Ve Ölüye Ağlamaya Küfür Adı Verilmesi Bâbı
237-) Bize AK b. Hucr es-Sa'dî rivâyet etti. ki): Bize İsmail (yâ'ni İbn Uleyye), Mansûr b. Abdirrahman dan, o da Şa'bîden, o da Cerir' den naklen rivâyet etti. Şa'bî Cerirî: «Her hangi bir köle sahiplerinden kaçarsa, onlara donünceye kadar küfretmiştir.» derken işitmiş. Mansur: «Vallahi bu hadis gerçekten Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den de rivâyet olundu. Lâkin ben onun burada Basra'da benden rivâyet edilmesini istemiyorum» demiş. diğer bir rivâyetinde «Küfretmiştir» yerine: ondan beri olmuştur» denilmiştir. Bunun ma'nası: o kölenin zimmeti yoktur, demektir. lügatte söz vermektir; zemmden alınmıştır. Sözünden dönen kimse zemmi hak ettiği için söz vermeye zimmet denilmiştir. Emân ve garanti ma'nalanna da gelir. İstılahda ise; bâzı ulemaya göre: bir vasıf olup insan onunla lehine ve aleyhine bir şey lâzım gelmesine ehil olur. Bir takımları onu vasıf değil zât olarak kabul etmiş ve: «Zimmet, ahd-u peymanı olan bir nefistir.» diye ta'rifde bulunmuşlardır. Çünkü insan bü-jtün fukahâya göre lehine ve aleyhine bir şey vâcib olmaya elverişli bir zimmete sahip olarak dünyaya gelir. Sair hayvanlar böyle değildir. Salâh: «Burada zimmet zimâm yani hürmet diye tefsir edilen zimmet de olabilir; Allahm zimmeti, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in zimmeti yânı tekeffülü, emanet ve riâyeti kabilinden de olabilir. Bundan dolayıdır ki bir kaçak köle, sahibinin kendisini cezalandırmasından masundur. Zira kölenin kaçmasile zimmet (masuniyet) ortadan kalkmıştır.» diyor". Bittabi zimmeti kalmayınca harbî hükmüne girer ve kanı heder olur. başka bir rivâyetinde: kaçtığı zaman sahiplerinin yanına dönünceye kadar hiç bir namazı kabul olunmaz.» buyurulmuştur. hadisi İmâm Mâziri ve ona tebean Kâdî Iyaz tevil etmişlerdir. Onlara göre namazın kabul edilmemesi, kaçmayı helâl i'ti-kad eden köleye mahsustur. Bu köle kâfirdir. Onun hiç bir namazı ve başka ibâdeti kabul edilmez; zâten namazı zikretmekle sair ibâdetlere tenbih olunmuştur. Fakat Ebû Amr İbn Salâh buna i'tiraz etmiş ve: «Bilâkis bu hüküm helâl i'tikad etmeyende de câridir. Hem namazın kabul edilmemesinden onun sahih olması da lâzım gelmez; kaçak kölenin namazı sahih lâkin makbul değildir. Kabul edilmediğini bu ha-disden anlıyoruz. Çünkü ma'sıyetle birlikte kılınmıştır. Namazın sahih olması ise sıhhatim istilzam eden şartları ve erkânı bulunduğundandır. Burada hiç bir tenakuz da yoktur. Namazın kabul edilmemesinin eseri sevabsız kalmasında, sahih oluşunun eseri ise; kaza lâzım gelmemesinde ve bir de namazı terk edenler gibi cezalandırılmamasında kendini gösterir» demiştir. Ona göre te'vile hacet yoktur. kaçak köle hakkında «küfretmişîir.» denilmesi biraz yukarıda gördüğümüz sekiz şekilde te'vil edilir. hadisi Şa'bî tarikile Cerir'e mevkuf olarak rivâyet etmesi, sonra onun Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e merfu' olduğunu yeminle bildirerek: «lâkin ben onun burada Basra'da benden rivâyet edilmesini istemiyorum.» demesi o zaman Basra, hâriciler ve mu'tezile taifeleriyle dolu olduğu içindir. Mezkûr taifeler günah işleyenlerin ebediyyen cehennemde kalacaklarına kail hattâ Hâriciler küfrüne hükmettikleri cihetle Mansur kaçak kölenin de küfrüne hükmedeceklerinden korkmuştur. bid'at taifelerinin bâtıl mezheplerine sırası geldikçe kitabımızın bir çok yerlerinde lâzım gelen cevaplar verilecektir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Kaçak Köleye Kafir Denilmesi Bâbı
238-) Bize Ebû Bekir b. Ebi Şeybe rivâyet etti. ki): Bize Hafe b. Gıyâs, Dâvûd'dan, o da Şa'bi'den, o da Cerir'den naklen rivâyet eyledi. Cerir Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): hangi bir köle kaçarsa zimmet ondan berî olmuştur.» buyurdular. beri olmasının ma'nası o kimsenin emniyeti Bâbında îs-lâmiyetçe verilen ahd-u peyman kalkmıştır. Artık, o şahıs bir harbîden farksızdır; mâsun değildir demek olduğu yukariki hadisin şerhinde görüldü.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Kaçak Köleye Kafir Denilmesi Bâbı
239-) Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti. ki): Bize Cerir, Muğira' dan, o da şabi'den naklen haberverdi. ki: Cerir b. Abdillâh Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen onun: «Bir köle kaçtımı onun hiç bir namazı kabul edilmez.» buyurduğunu rivâyet ederdi. muradın ne olduğu yukariki rivâyette görüldü. Şunu da ilâve edelim ki; ekseri Şafiî âlimlerine göre; gasbedilen bir yerde kılman namaz sahihtir; yalnız sevabı yoktur. Bazıları, bu namaz sahih değildir demişlerdir. Hanefi âlimlere göre gasbedilen yerde namaz kılmak mekruhtur.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Kaçak Köleye Kafir Denilmesi Bâbı
240-) Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti. ki: Bana Salih b. Keysan'dan gelen, onun da Ubeydullah b. Abdillâh b. Utbe'den, onun da Zeyd b. Hâlid-i Cühenî'den naklen rivâyet ettiği bir hadisi Bîâlik'e okudum. Zeyd Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hudeybiyede bize sabah namazını geceleyin yağan yağmurdan sonra kıldırdı. «Namazdan çıkınca cemaata karşı döndü ve: Rabbınız ne buyurdu bilirmisiniz?» diye sordu. Cemaat — Allah ve Resûlü bilir; dediler. (sallallahü aleyhi ve sellem): kullarımdan bazısı bana mü'min, bazısı da kâfir olarak sabahladı. Kim; Allahın fadlu rahmetîle yağmura kavuştuk dedi ise, işte o bana imân, yıldıza küfretmiştir. Kim, filân ve filân yıldızın doğması veya batmasile yağmura kavuştuk dedi ise; o da bana küfür, yıldıza imân etmiştir, buyurdu.» dedi. müttefekun aleyhdir. Onu Buhârî: «Kîtâbü's-Sâlat» ile «Kitâbü'l- Meğâzi» de ve: «İstiska» Bâbında, Sünen sahiplerinden Ebû Dâvûd «Tıb» da. Nesâî de «Kitâbü's-Sâlat» da tahric etmişlerdir. Bu hadis-i şerif, kudsi hadislerden biridir. Onun için zamirleri Allah'a râc'idir. (sallallahü aleyhi ve sellem)'in: «Bilirmisiniz?» diye istifhamla söze başlaması, tenbih içindir. Hatta Nesâî'nin rivâyetinde: «işitmediniz mi Rabbiniz bu akşam ne buyurdu?» demiştir. bahis sabah namazı Hudeybiye'de kılınmıştır. Nitekim Buhârî'nin rivâyetinde sarahaten zikredilmiştir. Hudeybiye Mekkeye yakın bir köydür. Müşrikler Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i oradan geri çevirmiş; Beytullahı ziyaretine müsaade etmemişlerdi. Kerîmde zikri geçen «Ağaç altındaki beyât-î ridvân» orada olmuştur. kelimesi meşhur ve muhtar olan kavle göre (ya) nin tahfifile Hudeybiye şeklinde okunur, İmâm Safi ile lügat ulemasının ve bazı eh-li hadisin kavilleri budur, İmâm Kısai ile İbn Vehb ve ekser-i muhaddisîne göre (yâ) nin şeddesile Hudeybiyye oku-Ci'râne'nin (râ) sı üzerinde de ayni şekilde ihtilâf olunmuştur. ma'nası hususunda ulemâ iki kavil üzerine ihtilâf etmişlernur. dir. kavle göre: filân yıldızın doğması veya batmasüe yağmura kavuştuk demek Allah'a küfürdür. Bu söz, sahibini dinden çıkarır; yalnız bu hüküm yıldızın yağmur yağdıracağına inanan kimselere mahsus-tuı. Nitekim câhiliyyet devrinde böyle i'tikad edilirdi. Buna inanan bir kimsenin kâfir olduğunda şüphe yoktur, Cumhûr-u ulemanın kavli bu olduğu gibi hadîsin zahirinden anlaşılan ma'nâ da budur. Şu hâlde yağmuru Allahü teâlâ yağdırdığına, yıldızın doğması veya batması ona ancak âdi bir alâmet olduğuna inanmak şartile bu sözü söylemek küfrü icâbet-mez. Çünkü: Bize filân vakit yağmur verildi, ma'nasına gelir. Maamafih esah olan kavle göre böyle demek yine de kerâhet-i tenzihiyye ile mekruhtur. Kerahete sebeb, ayni sözün bâzan küfür için bazen da başka ma'-nada kullanılması ve bu suretle söylenene su-i zann edilmesi; bir de avni sözün câhiliyyet devrinin ve onların yolundan gidenlerin şiarı olmasıdır. kavle göre: Küfürden murâd: Allahın ni'metlerine karşı küf-randa bulunmaktır. Bu ma'na, yıldızın yağmur yağdırdığına inanmayana göredir. Bâbımız hadislerinin en sonuncusuda: «İnsanlardan bazısı şükrederek, bazısı da küfranda bulunarak sabahladı.» buyurulması, keza ondan evvelki rivâyette: «Allah gök yüzünden hiç bir bereket indirmemiştir ki, insanlardan bâzısı o berekete küfrând» bulunmasın.» denilmiş olması bu te'vili te'yid eder. aslında yıldız demek değildir. Bu kelime: yıldız battı ve kayboldu ma'nasına masdardır. Bazıları, yıldız doğdu ma'nasına geldiğini söylemişlerdir. Çünkü ayın menzilleri diye bilinen, bütün sene doğdukları yerler ma'lum yirmisekiz yıldızdan biri her onüç gecede bir garbda fecir zamanında batar; onun karşısında o saatte şarkda bir yıldız doğar-mış. Eğer yağmur yağarsa, câhiliyyet devri araplan bu yağmuru, batan yıldıza —Esmaiye göre doğana— nisbet eder; yağmuru o yıldızın yağdırdığına inanırlarmış. Bazen faile masdar ismini vermek kabilinden mecazen yıldıza da nev' denilir. göre yıldız demektir, Ebû İshâk ez-Zeccâc . garpda batan yıldızlara enva', şarkda doğanlara da bevârih denildiğini söylüyor. babta «Tecrid tercemesinde de şu ma'lumat verilmektedir: cem'i enva'dır. Enva' ayın menzilleri ma'nasınadır. Aym menzileri yirmi sekizdir. Ay her gece bunlardan bir menzilde bulunur. Bu menzillerden her biri o semâ sahasında bulunan yıldızlardan birinin ismile anılır.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Yıldızın Doğup Batmasile Yağmura Kavuştuk Diyenin Küfrünü Beyan Bâbı
241-) Bana Harmeletü'bnü Yahya ile Amr b. Sevvâd-i Âmiri ve Muhammed b. Selemete'l-Muradı rivâyet ettiler. Murâdî dedi ki: Bize Abdullah b. Vehb (Yunus) dan rivâyet etti. Diğer ikisi dediler ki: Bize İbn Vehb haber verdi: ki: Bana Yunus, İbn Şihâb'dan naklen haber verdi. ki: Bana Ubeydullah b. Abdillâh b. Utbe rivâyet etti ki, Ebû Hureyre şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): mi Rabbiniz ne buyurdu! Ben kullarıma hiç bir (yağmur) ni'met (i) ihsan etmemişİmdir ki, onlardan bir gurup o ni'mete küfrân etmesin. (Onu) yıldız (verdi); yıldız sayesinde (oldu) derler.»

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Yıldızın Doğup Batmasile Yağmura Kavuştuk Diyenin Küfrünü Beyan Bâbı
242-) Bana Muhammed b. Selemete’l-Murâdî rivâyet etti. ki): Abdullah b. Vehb, Amru'bnü'l-Hâris'den rivâyet etti. H. Amr b. Sevvâd da rivâyet etti. ki): Bize Abdullah b. Vehb haber verdi. ki): Bize Amrubnü’l-Hâris haber verdi ki, Ebû Hüreyre’nin âzadlısı Ebû Yûnus kendisine Ebû Hureyreden o da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen tahdis eylemiş. Buyurmuşlar ki: gökten hiç bir (yağmur) bereket (i) indirmemiştir ki insanlardan bir fırka ona küfranda bulunmamış olsunlar. Allah yağmuru indirir; onlar yıldız şöyle yaptı; böyle etti derler. Muradî'nin hadisinde ise: «şu ve şu yıldız sayesinde...» ifâdesi vardır.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Yıldızın Doğup Batmasile Yağmura Kavuştuk Diyenin Küfrünü Beyan Bâbı
243-) Bana Abbâs b. Abdilâzim el-Anberî rivâyet etti. ki): Bize Nadr b. Muhammed rivâyet etti. ki): Bize Ikrime — ki İbn Ammârdır— rivâyet etti. ki): Bize Ebû Zümeyl rivâyet etti. ki: Bana İbn Abbâs rivâyet eyledi. ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında halk yağmura kavuştu. Bunun üzerine Nebiyyullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdular. bâzısı şükrederek, bir takımı da küfrederek sabahladı. Bazıları: Bu, Allahın rahmetidir; dediler. Bazıları da gerçekten şu ve şu yıldızın nev'i doğru çıktı dediler. Abbâs dedi ki: Bunun üzerine şu âyet indi: «Yıldızların düşüş yerlerine yemin ederim...» ve tâ: «rızkınızı behemehal tekzib etmeğe mi kalkıyorsunuz?» (Vakıa: 75 - 82) âyetine vardı. Önceki iki rivâyetin birinde yağmura nimet denilmiş; diğerinde bereket tâbiri kullanılmıştır. Mezkûr ta'birlerden bilumum nimetler kasdedilmemiştir. bu tarzdaki konuşmaları eski bir âdet olup ihtimal o güne kadar sürüp gelmiştir, llaamafih hadisi duymazdan önceye aid olması da muhtemeldir. İslâm feylesoflarından Fârabi ile İbn Sina'nın  Aristo ya tâbi' olarak: «Birden yalnız bir çıkar» faraziyesine kail olmalarını ehl-i cahiliyyetin yıldıza yağmur isnadı kabilinden hezeyanlar diye vasıflandırmışlar. Bu feylesoflara göre: Allahü teâlâ vâ-cibü'l-vücud clunca, bir olması icâbeder. Bir olunca, ancak bir şey yaratması gerekir. Çünkü iki şey yaratmış olsa hadd-i zatında muhtelif iki şey itibarile yaratacaktır ki, bu ona vacib olan birliğe munâfi kesrettir. Binaenaleyh bir olan Allahdan ancak bir şey sadır olmuştur ki, o da akıldır. Sonra bu akıldan dört cevher, akl-i sâniden de dört cevher sâdır olmuş; derken bu tertib üzere ar. akıl, dokuz nefis ve dokuz felek meydana gelmiş. Sonra bu felekler harekete gelerek dört temel unsur denilen hava, su ateş ve toprak meydana gelmiş, daha sonra bu unsurlar hareket ederek gök kubbenin altındaki şu alem-i kevn ve fesâd vûcud bulmuş... beyanına göre feylesofların bu bâbtaki hezeyanları çoktur. Fakat müddeâîannı delil yolu ile isbât edecek hiç bir mesnedleri yoktur. Delil hususunda sıkıştırılacak olurlarsa: «Böyle şeyler deil ile anlaşılmaz; bunlar ancak riyazatla anlaşılır. Riyâzatı kim eyi yaparsa söylediklerimizi de o anlar...» derler. şerifde bahsedilen âyetler Vakıa Sûresinin 75, 32 âyetleridir. Bunlar hakkında İbn Salâh şöyle demektedir: Murad-ı İlâhi bütün bu âyetlerin yıldızlar hakkında söylenenler için indiğini anlatmak değildir. Bu hususta inen yalnız «rızkınızı behemehal tekzib etmeğe mi kalkıyorsunuz?» âyet-i kelimesidir. Diğer âyetler başka şeyler hakkında nâzil olmuştur. Ancak hepsi bir defada nâziî olduğu için hep birden zikredilmişlerdir. İbn Abbâs (radıyallahü anh)’dan gelen rivâyetlerin bâzılarında yalnız bu âyeti zikirle iktifa edilmiş olması da bunu gösterir. » tefsirine gelince: Ekseri müfessirler «buradaki nzıkdan murâd şükürdür.» diyorlar ki, Sultânü'l-Müfessirin İbn Abbâs (radıyallahü anh)'ın kavli de budur. Bu takdirde ma'na şöyle -lur: «Şükredeceğiniz yerde, yağmuru yıldıza nisbet etmek sûretile tekzibe mi kalkışıyorsunuz?» ile Ebû Alî Farisiye göre âyetten muzaf hazfedilmiştir. Mâna: «Rızkınızın şükrünü tekzihden ibaret mi yapıyorsunuz?» dernektir, Hasan-ı Basrî'ye göre rızkın ma'nası nasibtir... murad: ekser-i Müfesirine göre semâdaki yıldızların batmasıdır. Bazıları mevakı': doğdukları yerlerdir; demiş bir takımları da kıyâmet gününde dağılıp saçılmaları ma'nasını vermişlerdir. Hatta nücumdan murad: Kur'ân-ı Kerîmin nücûmudur diyenler vardır. Bu kavil İbn Abbâs (radıyallahü anh)'dan mervidir. Kur'ân’ın nücûmu kısım kısım indirilmesi; mevâkiî de indirildiği zamanlardır. Mücâhid: «Mevâkıu'n-nücum» Kur'ân'ın muhkem âyetleridir.» demiştir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Yıldızın Doğup Batmasile Yağmura Kavuştuk Diyenin Küfrünü Beyan Bâbı
244-) Bize Muhammedü'bnü'l-Müsennâ rivâyet etti. ki): Bize Abdurrahman b. Mehdi, Şu'beden, o da Abdullah b. Abdillâh b. Cebr’den naklen rivâyet etti. Abdullah Dedi ki; Enes-i şöyle derken işittim: Resûlülla (sallallahü aleyhi ve sellem): alâmeti Ensara buğzetmek, mü'minîn alâmeti ise Ensâri sevmektir.» buyurdular.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Ensar İle Ali Radıyallahu Anhümü Sevmanin Îmandan Ve Îman Alametlerinden, Onlara Buğz Etmenin İse Nifak Alametlerinden Olduğuna Delil Bâbı
245-) Bize Yahya b. Habîb el-Hârisi rivâyet etti. ki): Bize Hâlid yani İbn'l-Hâris rivâyet etti. ki): Bize Şu'be, Abdullah b. Abdillâh'dan, o da Enes'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen rivâyet etti ki, Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem): sevmek iman alâmeti, onlara buğzetmek ise nifak alâmetidir.» buyurmuşlar.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Ensar İle Ali Radıyallahu Anhümü Sevmanin Îmandan Ve Îman Alametlerinden, Onlara Buğz Etmenin İse Nifak Alametlerinden Olduğuna Delil Bâbı
246-) Bana Züheyr b. Harb rivâyet etti. ki: Bana Muâz b. Muâz rivâyet eyledi. H. Ubeydullah b. Muâz da rivâyet etti: Bu lâfız onundur. ki): Bize babam rivâyet etti. ki): Bize Şu'be, Adiy b. Sabüt'den rivâyet etti. Adiy ki: Berâ'ı Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen onun Ensâr hakkında: ancak mü'min olan sever; ve onlara ancak münafık olan buğzeder. Onları kim severse Allah da onu sever; kim buğzederse Allah da ona buğzeder.» buyurduğunu rivâyet ederken işittim. ki: «Adiy'ye: Bunu Berâ’dan mı işittin? dedim. «Bana anlattı.» dedi.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Ensar İle Ali Radıyallahu Anhümü Sevmanin Îmandan Ve Îman Alametlerinden, Onlara Buğz Etmenin İse Nifak Alametlerinden Olduğuna Delil Bâbı
247-) Bize Kuteybetü'bnü Said rivâyet etti. ki): Bize Yâkub (yani İbn Abdirrahmân el-Kaarî), Süheyl'den, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): ve âhiret gününe iman eden hiç bir kimse Ensara buğz etmez.» buyurmuşlar.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Ensar İle Ali Radıyallahu Anhümü Sevmanin Îmandan Ve Îman Alametlerinden, Onlara Buğz Etmenin İse Nifak Alametlerinden Olduğuna Delil Bâbı
248-) Bize Osman b. Muhammed b. Ebî Şeybe rivâyet etti. ki): Cerir rivâyet eyledi. H. Ebû Bekir İbn Ebî Şeybe dahi rivâyet etti. ki): Bize Ebû Üsâme rivâyet etti. Cerir ile Ebû Üsame her ikisi A’meş'den, o da Ebû Sâlih'den, o da Ebû Said'den naklen rivâyet ettiler. Ebû Said Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): ve âhiret gününe imân eden bir kimse Ensâra buğzetmez.» buyurdular. hadisi az farkla Buhârî ve Nesâî dahi tahric etmişlerdir. Buhârî'nin rivâyetleri: «Kitabü'Mmân» «Kitabü's-Sahâbe» «Kitabü's-Şehâdât» «Kitabü’l-Edeb» ve «Kîtâbü'l-Vasâya» dadir. alâmet ma'nasına geldiğini ve münafık hakkındaki kavilleri yukarıda görmüştük. Şimdi de bu hadislerin ma'nalannı görelim: Ensâr: nâsır'ın cem'idır. Nasîr'in cem'i olduğunu söyleyenler de vardır. Nasır! yardım eden demektir. Nasir'de öyledir; hattâ daha mubaleğalıdır. Medine'li Evs ve Hazrec kabileleri Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e pek büyük yardımlarda bulundukları için bu ismi onlara bizzat Resûlü Zîşân (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimiz vermiştir. Daha Önceleri her iki kabilenin büyük anneleri olan Kayle'nin ismine izafetle bunlara Beni kayle denilirmiş. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in tesmiyesinden sonra «Ensar» sözü kendilerine alem oldukdan maada çocuklarına, dost ve yardımcılarına da ensâr denilmiştir. Bazıları bu ismi onlara Allahü teâlâ'nın verdiğini söylerler. Ensar-ı kirâm islâmın neşri ve Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i müdâfaa uğrunda pek büyük yardımlarda bulunmuşlardır. Hicret günlerinde ona ve Mekke'den gelen muhacir müslümanlara en güzel misafirperverlik örneğini onlar göstermiş; onları kendi aileleri efradından daha ileri tutmuş; bu uğurda mallarını ve canlarım feda etmişlerdir. dinini meydana çıkarmak onu i'lâ etmek için her ta'rif ve tasvirin üstünde şehâmet ve fedâkârlıklar gösteren bu muhterem zevatı sevmek, kendilerine hürmet göstermek elbet de îmânın sıhhatma, İslâmiyet hususundaki sadâkata delâlet eder. Çünkü onları sevmek İslâmiyetin meydana çıkmasına ve kuvvet bulmasına sevinmek demektir, Ensar-ı kirâmı bu yararlıklarından dolayı sevmeyerek kendilerine buğzetmek şüphesiz ki; nifak alâmetidir, Boyleleri zahiren müslüman görünseler bile; kalben kâfirdirler. Bu ma'naca buğuzda bulunmak yalnız ensar hakkında değil bütün ashâb-ı kirâm hakkında memnû'dur. Nitekim bundan sonra gelen Hazret-i Ali (radıyallahü anh) hadîsinden de anlaşılacaktır. Bununla beraber ensâr-ı kirâmın yinede bir hakk-ı tekaddümleri vardır. ve diğer ashabdan biri hakkında bu ma'naya değil de başka bir cihetten muvakkaten bir adern-i muhabbet eseri göstermek nifaka alâmet değildir. Bu hususda Kurtubi Şöyle deditir: bir kimse bu cihetten başka, arızi bir sebeble, meselâ bir maksada muhalefet ve bir zarar veya benzeri bir şeyden dolayı ashâbtan birine buğzederse bundan dolayı münafık ve kâfir olmaz. Ashâb arasında bir çok muhalefet ve muharebeler olmuştur. Bununla beraber hiç biri diğerinin nifakına hükmetmemiştir. Onların bu husustaki hâlleri ahkâm Bâbında müctehidlerin hâlleri gibidir. Ya (bir kavle göre) hepsi hakka isabet etmiştir; denilir yahut (diğer bir kavle göre) isabet eden bir dâne-sidir. Fakat hatâ eden ma'zûr olur. Çünkü o re'yine ve zannına göre muhataptır. İşte bunlardan birine maazallah bir şeyden dolayı buğzeden kimse âsî olur; tevbe etmesi gerekir...» bâzı sualler hatıra gelebilir. Şöyle ki;

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Ensar İle Ali Radıyallahu Anhümü Sevmanin Îmandan Ve Îman Alametlerinden, Onlara Buğz Etmenin İse Nifak Alametlerinden Olduğuna Delil Bâbı
249-) Bize Ebû Bekir İbn Ebî Şeybe rivâyet etti. ki): Bize Veki' ile Ebû Muâviye, A'mesden rivâyet ettiler. H. Yahya b. Yahya dahi rivâyet etti. Bu lâfız onundur. ki): Bize Ebû Muâviye, A'meş'den, o da Adiy b. Sâbit'den, o da Zırr'den naklen haber verdi. Zirr ki: Aliy şunları söyledi: yaran ve insanı yaratan Allâha yemin ederim ki, beni raü'-mimjen başkasının sevmemesi ve munâfıkdan başkasının bana buğzetme-mesi ûmmî olan Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in bana kat-i bir ahdu peymamdır.» yaratmaktan murad ondan nebat çıkararak büyütmektir. însan demektir. Nefis ma'nasına olduğunu söyleyenler de vardır. Ezheri, nesemenin nefis ma'nasına geldiğini ve can taşıyan her hayvana neşeme denildiğini hikâye eder. okuma yazma bilmeyen demektir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmî idiler. Onun bu hâli Peygamberliğine delâlet eden en büyük mucizelerinden biridir. Aliyü'bnü Ebî Tâlib (radıyallahü anh)’ın Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e ne derece yakın akraba hatta onun damadı olduğunu, İslâmiyet uğurunda gösterdiği yararlıkları ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in kendisini son derece severek takdir ettiğini bilen bir kimsenin onu bundan dolayı sevmesi imân ve İslâmının sıdkı-na delâlet eder. Yine bu sebepten ona buğzeden şüphesiz münafık olur. Diğer ashâb-ı kirâmı sevmenin veya onlara buğzetmenin hükmü de budur.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Ensar İle Ali Radıyallahu Anhümü Sevmanin Îmandan Ve Îman Alametlerinden, Onlara Buğz Etmenin İse Nifak Alametlerinden Olduğuna Delil Bâbı
250-) Bize Muhammed b. Rumh b. el-Muhâdr-i Mısrî rivâyet etti. ki): Bize Leys, İbn'l-Hâd'dan, o da Abdullah b. Dinardan, o da Abdullah b. Ömer'den, o da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den işitmiş olmak üzere haber verdi. Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem): kadınlar cemâli! sadaka verin! istiğfarı da.,çok yapın! çünkü ben ekseriyetle cehennemliklerin sizlerden olduğunu gördüm.» buyurmuşlar. üzerine o kadınlardan aklı başında biri: Yâ Resûlüllah! Aceb biz ne yapmışız ki cehennemliklerin ekserisi bizden olmuş? demiş. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): siz çok lâ'net eder; kocalarınıza karşı küfran-ı nimette bulunursunuz. Akıl ve dîni noksan olanlardan hiç birinin akıllı bir kimseye sizin kadar galebe çaldığını görmedim.» demiş. Kadın: Yâ Resûlüllah! Akıl ve dinin noksanlığı nedir? diye sormuş. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Akıl noksanlığına gelince: iki kadının şahidliği bir erkeğin şahidliğine muâdildir. İşte aklın noksanlığı budur. Kadın günlerce namaz kılmaz; ramazanda (bii müddet) oruç tutmaz. Dinîn noksanlığı da budur.» buyurmuşlar.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Taatların Noksanlığı Sebebile İmanın Azalmasını Ve Küfür Lâfzının Hukuk Ve Nimete Küfran Gibi Allahı İnkardan Başka Manada Kullanılabileceğini Beyan Bâbı
251-) Bana bu hadisi Ebû't-Tâhir de rivâyet etti. ki): Bize İbn rehb, Bekir b. Mutlardan, o da İbn'l-Had'dan naklen bu isnadla bu hadisin mislini haber verdi.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Taatların Noksanlığı Sebebile İmanın Azalmasını Ve Küfür Lâfzının Hukuk Ve Nimete Küfran Gibi Allahı İnkardan Başka Manada Kullanılabileceğini Beyan Bâbı
252-) Bana Hasen b. Aliy el-Hulvânî ile Ebû Bekir b. İshâk rivâyet ettiler, dediler ki: Bize İtmü Ebi Meryem rivâyet etti. ki): Bize Muhammed b. Ca'fer haber verdi. ki: Bana Zeyd b. Eşlem, Iyâd b. Abdillâh'dan, o da Ebû Said-i Hudrî'den, o da Nebiy (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen haber verdi. H.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Taatların Noksanlığı Sebebile İmanın Azalmasını Ve Küfür Lâfzının Hukuk Ve Nimete Küfran Gibi Allahı İnkardan Başka Manada Kullanılabileceğini Beyan Bâbı
253-) Bize Yahya b. Eyyûb ile Kuteybe ve İbn Hücr rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize İsmail —ki İbn Ca'ferdir— Amr b. Ebî Amr'dan, o da el-Makburî'den o da Ebû Hüreyre'den, o da Nebiy (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen, İbn Ömer'in Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen rivâyet ettiği hadis ma'nâsında bir hadis rivâyet etti. hadisi Müslim bir kaç yoldan rivâyet ettiği gibi Buhârî dahi: ilayız, Oruç, Bayram namazları bahislerinde; Nesâî Namaz bahsinde taline etmiştir. Onu İbn Mâce ile başkaları da rivâyet etmişlerdir. rivâyetine göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir kurban veya ramazan bayramı namazına giderken kadınlara rastlamış ve hadisde geçen sözleri kendilerine o zaman söylemiştir. cemaat demektir. Kavm. rant ve nefer kelimeleri de ayni ma'nâya gelirler. Bunların müfredleri yoktur. Sa'lebi: «Ma'şer kelimesi erkekler cemaatine mahsustur.» demişse de bu söz kabul edilmemiştir. «Ma'şer, bir şeyde ortak olan cemaattir. Meselâ: insan bir ma'şer, cin ma'şer, kadınlar ma'şer, şeytanlar marşerdir; cem'i: meâşir gelir.» diyor. cehennemliklerin kadınlar olduğu Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e İsrâ gecesinde gösterilmiştir. Hâdiseyi anlatırken Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in kadınlara hitabe: «sizi gördüm» demekten muradı muhatabı olan kadınlar değil, hemcinsleridir. Yani ekseriyetle cehennemlikler sizin sınıftandır; demek istemiştir. Cennetlikler hakkında vârid olan bir hadisde: «Onların her birerlerinin ikişer karısı olacak...» buyurulmuştur. hadis, kadınların erkeklerden çok olacağına delâlet ederse de el-Übbi'nin beyanına göre; kadınların o gün erkeklerden çok olması her zaman onlardan fazla olmalarını istilzam etmez. Yahut: kadınlar cehennemde erkeklerden çoktur; bir erkeğe iki kadın verilmesi ise cehennemden çiktıkdan sonra olacaktır.» denilir. Maama'fih bir erkeğe verilen iki kadının hurilerden olması ihtimâli de vardır. Nitekim Teâlâ Hazretleri ehl-i cennet erkekleri hurilerle evlendireceğini va'detmiştir, f »ne sebeı^e ta'birindeki «bâ» sebep için «mâ» da istifhamiye olarak kullanılmışlardır. İstifham için gelen «mâ» kelimesi mecrur olursa teleffuzu hafifletmek için sonundaki elifi hazfederek mimi meftuh okumak vâcib olur. gibi. ayni kelime ism-i mevsul yahud mevsuf veya masdariyye olarak kullanılırsa elifi hazfedilmez. akıllı, fikirli demektir. İbn Düreyd'e göre cezâlet: akıl ve vakardır. Cezil: her şeyin büyüğü ve çoğudur. El-Übbi: «Kadının, korunmak maksadile yalnız —cehennemlik olmanın— sebebini sorması, onun cezâlletine delâlet eder.» demiştir. Lügatte hayırdan uzaklaştırmak, koğmak ve söğmek ma'nâsı-nadir. Lâ'net bundan alınma bir isimdir. şeye lâ'net etmek arap kadınlarının âdeti îdi. Sonra bu âdet erkeklerine de geçmiş ve o derece şüyu' bulmuştu ki beğendikleri her şeyi lâ'netle anarlar; meselâ: «filân ne de şâirmiş Allah lanet etsin!..» derlerdi. Hattâ İbn Düreyd'in kasidesini pek beğendikleri için onun hakkında da bu sözü söylemişler ve bu sebeble mezkûr kasideye «el-MeVûne» denilmiştir. Son nefesinde imanını kurtarıp kurtaramadığı bilinmeyen bir kimseye lâ'net etmek, ulemânın ittifâkile haramdır. Fakat İblis, Ebû Cehil ve Ebû. Leheb gibi akıbetleri nassan ma'lûm olan kâfirlere lâ'net caizdir. Çünkü kâfir olarak öldüğü veya öleceği nasla bildirilen kimse kat'î olarak Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılmıştır; binâenaleyh ona lanet edene günah yoktur. Ta'yin etmemek şartıyla bir sıfatın sahibine îâ'net etmek, meselâ: zâlimler, kâfirler... demek caizdir. cümleden murâd: kadınların kocalarına karşı küfran-ı ni'mette bulunduklarım, onlardan gördükleri nimetleri azın-sadıklarını beyândır. Koca demektir; muaşeretten alındığı için zevceye ve eşe dosta da aşîr denilir. Burada ondan murâd hassaten kocadır. kadınlara hıtâb umumîdir; yalnız mevcud olanlar orada bulunmayanlara tağlib edilmişlerdir. lâ'net etmekle küfrân-ı ni'met edenlerin cehennem azâbile teh-did olunmalarından bunların büyük günâh olduğu ma'nası çıkarılmıştır. Hatta Dâvudî: küfrân-i ni'met en büyük günahlardandır.» demiş-: tir. Ancak El-Übbî lâ'netle küfrân arasında hüküm i'tibârile fark görmektedir. Ona göre küfran-i ni'met büyük günahtır; çünkü cezası cehennemdir. Lâ'n ise küçük günahlardandır. Zira hadisde onun çok yapıldığı beyân buyurulmuştur; küçük günahlar ancak çok yapıldığı zaman büyük günaha inkılâb ederler. lügatte humkun zıddıdır. Asınaî'ye göre masdar bir kelimedir. İbn Düreyd (ıkaal)’den müştak olduğunu söylemiştir. Ikal devenin bacağını bağladıkları iptir; bu ip deveyi nasıl zabt ederse; akıl da insanı cehilden öylece koruduğu için ona bu isim verilmiştir. Ezherî'nin «Tehzib» inde: «Akıllı kimse, nefsini habseden ve onu hevâ-sına tabî' olmaktan men' eyleyendir.» denilmiştir. Bazıları aklı: «Bir ga-rizedir ki, manî' bulunmadığı takdirde zaruriyâtı bilmek buna tâbi'dir.» diye ta'rif etmişlerdir. Akim; hilm, hicr, lüb, maht ve zihn gibi bir çok müteradifleri vardır. Aklın yeri bâzılarına göre dimağdır. İmâm-ı A'zam’ın kavli de budur. İmâm Şafiî ile diğer bir takım ulemaya göre aklın yeri kalbur. Bazıları: «Akim yeri dimağdır. Ancak onu kalp tedbir eder.» demişlerdir. Bundan dolayıdır ki: «Akıl bir cevherdir. Allah onu dimağda yaratmış; nurunu kalbe vermiştir; onun sayesinde mugayyebât vasıta ile mahsusât ise müşahede suretile anlaşılır.» denilmiştir. ulemâsına göre akıl, ilim demektir. Aklın daha başka ta'rifle-ri de vardır. Hâlis akıl demektir. Akılla lübb arasında umûm ve husus mutlak vardır. Her lübb akıldır; fakat her akıl lübb değildir. Kadınlar nercihetten erkeklerden noksan oldukları halde yine onlara galebe çalarlar. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buna teaccüb etmiştir. Hazret-i Muâviye (radıyallahü anh)’in kadınlar hakkında: «Onlar iyi adamlara galebe çalarlar; kötü adamlar da onlara galebe çalarlar.» dediği rivâyet olunur. Lisanımızda da: «Kadının fendi erkeği yendi.» denilir. İmâm Gazâlî'nin rivâyetine göre Said b. el-Müseyyeb 40 yaşına vardığı zaman bir gözü görmez olmuş. Bundan sonra 40 yıl yaşadığı ve yalnız evinden mescide giderken görüldüğü halde: «Nefsim için en ziyâde korkum kadınlardandır.» dermiş. bu hadisden murad; akıl ve dinleri noksan olduğu için kadınları zemmetmek değildir. Çünkü: noksanlık onların yaradılışları ik-tizasıdır. Onun zikredilmesi, kadınların fitnesine kapılmakdan bilhassa aklı başında, tedbirli erkekleri sakındırmak içindir. Zira; böyleleri kadınların fitnesine kapılırlarsa onlar gibi akıl ve dinleri noksan; adaletleri sakıt olur. Artık başkalarîle birlikte dahi şehâdetleri kabul edilmez. diyor ki: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) in, namaz ve orucu terk ettikleri için kadınları din noksanlığı ile vasıflandırmasının ma'nası rhüşkil görülüyorsa da hakikat halde müşkil değildir. Çünkü dîn, iman ve İslâm kelimeleri ayni ma'nâda müşterektir. Kimin ibâdeti çok olursa dîn ve imânı da artar. İbâdeti noksan olanın dini de noksanlaşır.» Fakat Buhârî şârihi Aynî Nevevî'nin bu sözüne i'tiraz etmiş; ve: üç şeyin ma'nada müşterek olduğu iddiası müsellem değildir. Çünkü aralarında lügaten ve şer'an fark vardır. îmânı arttı veya azaldı demek, imanın zâtına değil, sıfatına râci'dır... demiştir. ve dîn noksanlığı bu hadisde bütün kadınlara âmm ve şâmil görünüyor. Halbuki Tirmiz! ile İmâm Ahmed b. Hanbel'in rivâyet ettikleri Enes (radıyallahü anh) hadîsinde Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): «cihan kadınlarından dört dânesi sana kâfidir: Meryem binti İmrân, Fir'avnin karısı Âsiye, Hadice binti Huveylid ve Fâtime binti Muhammed.» buyurmuştur. bu iki hadisin arasını bulmak için: «Umum ifâde eden kadınlar hadisinden bazı ferdler hâriç kalmıştır; çünkü bunlar azdır.» demişlerdir. Aliâme Aynî bu cevabı beğenmemiş; ve: «Bu hususta doğru cevap şudur: Bir şeyin bütününe hükmetmek onun her ferdine hüküm sayılmayı istilzam etmez.» demiştir. dinde noksanlığın yalnız günah icâb eden şekle münhasır kalmadığını beyanla şunları söylemiştir: . noksanlığı bâzan günah icâb edecek şekilde olur. Özürsüz namazı terk etmek gibi. Bâzan günah icabetmeyecek şekilde olur. Bir özürden dolayı cuma namazını terk etmek gibi. Bâzan da mükellef iken olur. Hayızlı kadının namaz ve orucu terk etmesi gibi. Fakat bu kadın ma'zur olduğuna göre acaba hayız zamanında kazasız olarak terk ettiği namazlardan dolayı kendisine sevap verilir mi? Nitekim hastaya sevap verilir; ve sağlamken kıldığı nafile namazlar, hastalığında da kalmış gibi yazılır» denilirse cevap şudur: Hadisin zahirine göre bu kadına sevap yoktur. Aralarındaki farka gelince: Hasta o namazları devam niyeti ile kılardı ve kılmaya da ehil idi. Hayızlınm hâli öyle değildir. Onun niyeti, hayız zamanında namazı terk etmektir. Hem nasıl terketmesin ki, o halde namaz kılmak kendisin o zâten haramdır.» Nevevî'nin bu son sözüne de i'tirâz etmiş-; ve: «haramı terk ettiğinden dolayı sevap verilmesi icâbeder.» demiştir. dinde noksanlık, nisbi bir şeydir. Dîni bütün bir kimse kendimden daha mükemmel olana nisbetle nakıs sayılır.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Taatların Noksanlığı Sebebile İmanın Azalmasını Ve Küfür Lâfzının Hukuk Ve Nimete Küfran Gibi Allahı İnkardan Başka Manada Kullanılabileceğini Beyan Bâbı
254-) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Ebû Muâvîyc, A'meş'den, o la Ebû Salih' den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti. Ebû Hüreyre şöyle dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): secde ayetini okuyup secde ederse, şeytan ağlıyarak uzaklaşır; ve der ki: Vay haline — Ebû Küreybin rivâyetinde vay halime şeklindedir — Âdemoğlu secde etmeye me'mur oldu ve hemen secde etti. Binaenaleyh cennet onundur. Ben de secde ile emrolundum; ama ben secdeden imtina' ettim. Bu sebeble cehennem de benimdir.»

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Namazı Terk Edene Kafir Adı Verilebileceğini Beyan Bâbı
255-) Bana Züheyr b. Harb rivâyet etti. ki): Bize Veki' rivâyet eyledi. ki): Bize A'meş bu isnadla bu hadisin mislini rivâyet etti. Ancak o (Ben secdeden imtina’ ettim cümlesinin yerine); «Ben isyan ettim. Bu sebeble cehennem de benimdir.» dedi. hadisi Müslimden maada Ahmed b. Hanbel, İbn Mâce ve İbn Hibbân da rivâyet etmişlerdir. beyânına göre; Müslim'in bu hadisle bundan sonrakini burada zikretmesi bâzı fiillerin terki hakikaten, bazılarının terki de ismen küfür olduğunu göstermek içindir. Burada şeytandan muradın İblis olduğu anlaşılıyor. Zira: «ben isyan ettim...» diyor. Secde emrine isyan ederek kâfir olan, İblistir. Nitekim Teâlâ Hazretleri bu bâbda: Meleklere: Âdem'e secde edin demiştik de melekler derhal secde etmişler, yalnız İblis imtina' etmiş; büyüklenmişti. O zâten kâfirlerdendi...» buyurmuştur. müfessirine göre; buradaki küfürden murâd iblisin ilm-i ilahideki küfrüdür. Bazıları: «secde etmediği için kâfir oldu.» demişlerdir. ağlaması pişmanlığından değil hasedindendir. Çünkü, Âdem oğlu onun cehennemlik olmasına sebeb olan şeyle cennete girmektedir. El-Übbî' ve göre; İblisin ağlamasından murâd hakikat olabilir ve bu mümteni' değildir; zira İblis cisimdir. «Vay haline» ma'nasina gelen «yâ veylehu» sözü konuşmanın âdâbındandır. Başkasından, kötü bir şey hikâye ederken mütekellim zamiri kullanmak icâb ederse kötülük kendine izafe edilmesin diye zamiri değiştirmek âdet olmuştur, meyletmek; alnını yere koymak, huzü' ve boyan bükmek ma’nâlanna gelir. Ancak meleklerin Hazret-i Âdem'e secde etmesi namaz secdesi gibi alınlarını yere koymakla değil tehiyye ve selâmlama secdesi idi. Bu secde eğilerek yapılmıştı. bâzılarına göre; tehiyye secdesi mubahtır. Hanefîler secde-i tilâvetin vâcib olduğuna bu hadisle istidlal etmişlerdir. Diğer mezheplere göre secde-i tilâvet sünnettir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Namazı Terk Edene Kafir Adı Verilebileceğini Beyan Bâbı
256-) Bize Yahya b. Yahya et-Temîmi ile Osman b. Ebî Şeybe ikisi de Cerir' den rivâyet ettiler. Yahya dedi ki: Bize Cerîr, A'meş’den o da Ebû Sûfyan' dan naklen haber verdi. ki: Câbîri şöyle derken işittim: Nebiy (sallallahü aleyhi ve sellem)'i: «Gerçekden kişi ile şirk ve küfrün arasında (yalnız) namazı terk etmek vardır.» buyururken işittim.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Namazı Terk Edene Kafir Adı Verilebileceğini Beyan Bâbı
257-) Bize Ebû Gassan el-Mismaî rivâyet etti. ki): Bize Dahhâk b. Mahled, İbn Cüreyc'den naklen rivâyet etti. ki: Ebû-s'Zübeyr haber verdi ki, Cabir b. Abdillahı, şöyle derken işitmiş. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile şirk ve küfrün arasında (yalnız) namazı terk etmek vardır.» buyururken işittim. bütün esas nüshalarında küfür kelimesi şirkin üzerine (vav) ile atfediîmiştir; ve ikisi de Allah'a küfretmek ma'nasında kullanılmıştır. Fakat Ebû Avâne el-Esferâînî ile Ebû Nuaym el-Isbâhânî'nin rivâyetlerinde ayni kelimeler birbiri üzerine, yahud ma'nasına gelen (ev) ile atfolunmuşlardır. Bu takdirde ma'naları da değişiktir. Ve şirk: Allahı i'tiraf etmekle beraber putlara ve sair mahlukaata tapanlara itlak olunur; küfür ise, ondan daha umumi bir ma'nada kullanılmış olur. Filhakika mezkûr kelimelerin bu tarzda kullanıldıkları da vardır. «Kişi ile şirk arasında namazı terk etmek vardır» hadisinin manâsı: «Bir müslünıam küfürden meneden şey, namaz kılmasıdır; namazı bıraktı mı artık o kimse ile şirk arasında mâni' kalmaz; küfre girer.» demektir. namazı terk eden kimse onun farz olduğunu inkâr ediyorsa; bütün ulemanın icmaı ile dinden çıkar. Yalnız yeni müslüman olup da henüz namazın farz olduğunu Öğrenecek kadar bir zaman rnüslümanlar arasında bulunamayan ma'zur sayılır. Farz olduğunu i'tikad etmekle beraber tenbelliğinden kılmıyorsa mesele ulemâ arasında ihtilaflıdır. İmâm Mâlik ile Şafiî ve diğer bir çok ulemâya göre kâfir değil fâsık olur; ve tövbekar olması istenir. Şayet tevbe etmezse hadd-i şer'isi tatbik edilir ki, bu da kılıçla öldürülmektir. den bir cemaata göre; namazı terk eden alelıtlak kâfir olur. Bu kavil Hazret-i Alî (radıyallahü anh)'dan rivâyet edilmiştir İmâm Ahmed b. Hanbel'den gelen iki rivâyetten biri bu olduğu gibi Abdullah b. el-Mübarek ile İshâk b. Râhuye'nin ve diğer bazı zevatın mezhebi de budur. A'zam ile Küfe'îi âlimlere ve Şâfiiler-den Müzenî'ye göre kâfir olmaz. Cezası da ölüm değil ta'zir ve namaz kılıncaya kadar hapisdir. kılmayanın küfrüne hükmedenler bu hadisin zâhiri ile ve bu meseleyi kelime-i tevhide kıyasla istidlal ederler. Öldürülmez diyenlerin delili: «Bir müslümanın kanı ancak üç şeyden birile helâl olur...» hadisidir. Mezkûr hadisde namaz zikredilmemiştir. ulema namaz kılmayanın dindeki çıkmadığına: ki Allah kendisine şirk koşulmasıni affetmez. Amma bundan aşağısını dilediğine afveder...» âyet-i kerimesi ve «Allahdan başka ilâh yoktur diyen cennete girecektir...» hadis-i şerifile istidlal etmişlerdir. lâzım geldiğine delilleri, Teâlâ Hazretlerinin: tevbe ederler de namazı kılarlar; zekâtı da verirlerse onları serbest bırakın.» âyet-i kerîmesile: «İnsanlarla tâ Allahdan başka ilâh yoktur diyerek namazı kılıncaya, zekâtı verinceye kadar mukaateleye me'mur oldum...» hadisidir. «Kul ile küfrün arasında (sadece) namazı terk etmek vardır.» diyen bu hadisi muhtelif şekillerde te'yil etmiş, ezcümle:

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Namazı Terk Edene Kafir Adı Verilebileceğini Beyan Bâbı
258-) Bize Mansur,b. Ebî Müzâhim rivâyet etti. ki): Bize İbrahim b. Sard rivâyet etti. H. Muhammed b. Ca'fer b. Ziyad da rivâyet etti. ki): Bize İbrahim yani İbn Sa'd, İbn Şihâb'dan, o da Said b. el-Müseyyeb'den o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi. Ebû Hüreyre şunları söylemiş: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e amellerin hangisinin daha faziletli olduğu soruldu. imandır.» buyurdular. Soran zat: Sonra nedir? dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): yolunda cihaddır.» buyurdular. Soran: Ondan sonra nedir? dedi. Resûlüllah mebrurdur.» buyurdular. b. Ca'fer'in rivâyetinde ise: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) «Allaha ve Resûlüne İmandır.» buyurdu; denilmektedir ,

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Allahü Teâlâya İmanın, Amellesin En Faziletlisi Olduğunu Beyan Bâbı
259-) Bana bu hadisi Muhammed b. Râfi' ile Abd. b. Humeyd de Abdurrâzzâk'dan rivâyet ettiler. ki): Bize Ma’mer, Zühri’den bu isnâdla bu hadisin mislini haber verdi.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Allahü Teâlâya İmanın, Amellesin En Faziletlisi Olduğunu Beyan Bâbı
260-) Bana Ebû'r-Rabi'ez-Zehrâni rivâyet etti. ki): Bize Hammâd b. Zeyd rivâyet etti. ki): Bize Hişâm b. Urve rivâyet eyledi, H. Halef b. Hişâm dahi rivâyet etti. Bu lâfız onundur. ki): Bize Hammâd b. Zeyd Hişâm b. Urve'den o da babasından, o da Ebû Murâvihu’l-Leysî'den, o da Ebû Zerr'den naklen rivâyet etti. Ebû Zerr şöyle emiş: Ya Resûlüllah, amellerin hangisi daha faziletlidir? dedim. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): îmanla Onun yolunda cihâddır.» buyurdu. Köle ve câriyelerin hangisi (ni âzad etmek) daha faziletlidir? dedim. en nefis sayılanlar ile fiyatı en yüksek olanlarıdır.» buyurdu. Ya (bunu) yapamazsam? dedim. bir kimseye yardım edersin, yahud yapamayan namına sen yaparsın.» buyurdu. Ben: Ya Resûlallah! Bu işin bir kısmını yapmakdan âciz kalırsam ne buyurursun? dedim. insanlardan men' edersin; zira bu, senden sana bir sadakadır.» uyurdular.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Allahü Teâlâya İmanın, Amellesin En Faziletlisi Olduğunu Beyan Bâbı
261-) Bize Muhammed b. Râfi' ile Abd b. Humeyd rivâyet ettiler. Abd «bize haber verdi» sığasını kullandı. İbn Râü' ise: Bize Abdurrazzâk rivâyet etti, dedi. (Abdurrazzâk Dedi ki): Bize Ma'mer Zühri'den, o da Utvetü'bnü'z-Zübeyr'in âzadlısı Habıb'den, o da Urvetü'bnü'z-Zübeyr'den, o da Ebû Murâ\'ih'den, o da Ebû Zerrden, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen bu hadisin mislini haber verdi. Şu kadar var ki o: (burada sânı'lâfzını ma'rife yaparak) «şu halde ya yapana yardım edersin yahud yapamayan namına sen yaparsın» dedi.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Allahü Teâlâya İmanın, Amellesin En Faziletlisi Olduğunu Beyan Bâbı
262-) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivâyet etti. ki): Bize Aliy b. Müshir, Şeybâni'den, o da el-Velid b. el-Ayzar'dan o da Sa'd b. İyâs Ebû Amr Şeybânî'den, o da Abdullah b. Mes’uddan naklen rivâyet etti. İbn Mes'ud Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, amelin hangisi daha faziletlidir diye sordum. (kılınan) namazdır.» buyurdu. Ondan sonra hangisidir? dedim. «Anneye babaya itaattir.» dedi. Sonra hangisidir? dedim. yolunda cihâddır.» buyurdular. Daha fazlasını sormayı ancak ona acıdığım kin bıraktım.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Allahü Teâlâya İmanın, Amellesin En Faziletlisi Olduğunu Beyan Bâbı
263-) Bize Muhammed b. Ebî Ömer el-Mekki rivâyet etti. ki): Bize Mervân el-Fezân rivâyet etti. ki): Bize Ebû Ya'fur, cl-Velid b. el-Ayzâr'dan, o da Ebû Amr Şeybânî'den, o da Abdullah b. Mes'ud'dan naklen rivâyet etti. Şöyle dedi: «Ya Nebiyyaîlah, amellerin hangisi cennete daha yakındır? dedim» Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): vaktinde kılmakdır.» buyurdu. (Bundan sonra) nedir ya' Nebiyyallâh? dedim. «Anneye babaya itaattir.» dedi. (Sonra) nedir yâ Nebiyyallâh? dedim. «Allah yolunda cihaddır.» buyurdular.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Allahü Teâlâya İmanın, Amellesin En Faziletlisi Olduğunu Beyan Bâbı
264-) Bize Ubeydullah b. Muâz el-Anbari rivâyet etti. ki): Bize babam rivâyet etti. ki): Bize Şu'be, El-Velid b. el-Ayzâr'dan rivâyet etti ki, el-Velid, Ebû Amr Eş-Şeybânîden dinlemiş. Ebû Amr: Bana şu evin sahibi rivâyet etti; (diyerek Abdullahın hanesine işaret etmiş') Abdullah Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e amellerin hangisi Allaha daha makbuldür? diye sordum. (kılınan) namazdır.» dedi. Ondan sonra hangisidir? dedim. «Anne babaya itaattir.» buyurdu. Sonra hangisidir? dedim. yolunda cihaddır.» buyurdular. Abdullah ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunları bana anlattı. Daha fazlasını sorsa idim mutlaka söylerdi.»

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Allahü Teâlâya İmanın, Amellesin En Faziletlisi Olduğunu Beyan Bâbı
265-) Bize Muhammed b. Beşşâr rivâyet etti. ki): Bize Muhammed b. Ca'fer rivâyet eyledi. ki): Bize Şu'be bu isnadla bu hadisin mislini rivâyet etti; ve «Abdullahın evine işaret etti amma onun adını bize söylemedi.» cümlesini ziyade eyledi.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Allahü Teâlâya İmanın, Amellesin En Faziletlisi Olduğunu Beyan Bâbı
266-) Bize Osman b. Ebû Şeybe rivâyet etti. ki): Bize Cerir, el-Hasen b. Ubeydillâh'dan, o da Ebû Amr eş-Şeybânî'den, o da Ab-dullah'dan, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen onun: -yahud amelin- en faziletlisi, vaktinde kılınan namazla babaya itaattir.» buyurduğunu rivâyet eyledi. Bâbın hadisleri Ebû Hüreyre, Ebû Zerr-i Gıfarî ve İbn Mes'ud (Radıyallahu Anhunif hazerâtından rivâyet olunmuştur. Birinci hadisde Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e suali soran zât Ebû Zerr (radıyallahü anh)’dir. Sormakdan maksadı da o ameli yapmaktır. Nitekim bütün Ashâb-ı kirâmın âdetleri, hayırlı bir iş gördükleri vakit hemen onu yapmak idi. hadislerde hacc-ı mebrur, birr-i vâlideyn gibi tabirler göze çarpmaktadır. mebrur: Bazılarına göre içine günah karışmayan haccdır; Bazı ulemaya göre ise; hacc-ı mebrur: makbul hacc demektir. Zira mebrur kelimesi me'cur ma'nasına gelir. Bu kelimenin aslı birr olup iyilik ve güzel iş demektir. vâlideyn ta'biri de bundan alınmıştır. Kâdi Iyâz'a göre mebrur. Sâdık ve sırf Allah için mânasına gedebilir. diyor ki: «Mebruru makbul ma'nasına almak müşkil sayılabilir. Çünkü bir amelin kabul edilip edilmediği bilinmez. Bunun cevabı şudur: bir ibâdeti yaptıkdan sonra o kimsenin hayrının artması o ibâdetin kabulüne alâmettir; denilmiştir. Vâlideyn: ana ve babaya itaat ve iyilik etmekdir. Hatta onların dostlarına iyilik ve ikramda bulunmak dahi bu hükme dâhildir. hadisde peçen «sâni'» tabiri bazı rivâyetlerde «zayi'» şeklinde zaptedilmiştir. Ma'na i'tibariyle bu da doğru ise de; burada kelimenin sahih rivâyeti «sâni'» dir. san'at sahibi, iş adamı demek olduğuna göre onun mukaabilinde san'atçı olmayan ma'nasına gelen «ahrâk»în zikredilmesi de bunu gösterir. Kelimeyi Hişam’ın tashif ederek «zayi1» okuduğu rivâyet olunur. hadislerinin ma'nalarına gelince: ki; Hazret-i . Ebû Hüreyre hadisinde âmellerin en faziletlisi Allaha imân ondan sonra cihad. sonra haccdır. Ebû Zerr (radıyallahü anh) hadisinde en faziletli amel imân ondan sonra cihaddır. İbn Mes'ud (radıyallahü anh) hadisinde ise amellerin en faziletlisi namaz, ondan sonra anne ve babaya itaat, ondan sonra cihad gelmektedir. «Tefadulü'l-İslâm» Bâbında geçen Abdullah b. Amr hadisinde: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e İslâmın hangi ameli daha hayırlıdır? diye sorulduğunu, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in buna cevaben: «Yemeği yedirir; selâmı tanıdığın ve tanımadığın herkese verirsin...»buyurduğunu; ve yine ayni bâbdaki Ebû Mûsa hadisinde: (sallallahü aleyhi ve sellem)’e müslümanların hangisi daha hayırlıdır? diye soruldukda Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in: en hayırlısı elinden ve dilinden müsi umanlar sn esen kaldığı kimsedir.» şeklinde cevap verdiğini görmüştük, Bunların emsali çok-^un jj^l böyle olunca mezkûr hadislerin aralarını bulmak da bir hayli müskil olmuş; bu bâbda ulema ihtilâf etmişlerdir. Ezcümle Şâfiiyye ulemasından Ebû Abdillâh El-Huleymi, üstadı Ebû Bekir el-Kaffâl eş-Şâşî'nin bu hadislerin aralarım iki vecihle bulduğunu söylemiştir. veçhe göre: Bu muhtelif cevaplar muhtelif hâl ve şahıslara göre verilmiştir. Zira bazen: eşyanın en hayırlısı denilir. Ama bundan o eşyanın bütün vecihlerden hayırlı olduğu kasdedilmez. Maksad bazı hallerde en hayırlı olduğunu anlatmaktır. Kaffâl bu hususda bir çok haberlerle ve bilhassa İbn Abbâs (radıyallahü anh)'dan rivâyet edilen bir hadisle istişhad etmiştir. Mezkûr hadisde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): bir kimse İçin bir hacc kırk gazadan daha faziletlidir. Amma hacc etmiş olan bir kimse İçin bir gaza kırk haccdan daha faziletlidir.» buyurmuş. veçhe göre: Hadislerin ibarelerinden edatı hazf edilmiştir. Fakat niyette mevcuddur. Binaenaleyh, amellerin en hayırlısı filân şeydir; sözünden murad: o şey amellerin en hayırlılarından biridir demektir. Nitekim: «falan kimse insanların en akıllısıdır.» derler. maksad: akıllılarından biridir; demektir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in: «sizin en hayırlınız ailesi için en hayırlı olanınızdır.» hadis-i şerifi de bu ma'nayadır. Çünkü bir insanın ailesine hayırlı olması, mutlak surette bütün insanların en hayırlısı olmasını icabetmez. ikinci veehe göre imân bütün amellerin efdalidir. Çünkü sıfatın şerefi müteallakının şerefine bağlıdır. İmanın rnüteallakı ise; Allah ve Resûlüdür. Fakat diğer faziletli ameller birbirlerine müsavidirler. Bunların birbirinden üstün olması delillerile anlaşılır. Mezkûr ameller şahıslara ve hâllere göre değişirler. bu ameller bâzı rivâyetlerde birbirleri üzerine « f » edatile atfedilmişlerdir. «Ondan sonra» ma'nasına gelen bu edat tertib ifade ederse de buradaki tertib yalnız zikirde yani sözdedir. Nitekim Teâlâ hazretlerinin: sarp yokuşun ne olduğunu bildin mi? Esir olanîbir başı çözmekdir. Yahud ümûrnî bir açlık gününde yakınlığı olan bir yetime veya toprak döşenen bir fakire yemek yedirmektir. Sonra imân edenlerden olmadı » âyet-i kerîmesi ve emsalindeki atıflar da bu kabildendir. aralarını bulmak için Kâdi Iyâz dahi iki vecih göstermiştir. Bunlardan biri Kaffâl'in dediği gibi muhtelif cevapların muhtelif hallere göre olmasıdır. göre: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in cihâdı haccın üzerine geçirmesi, sual İslâmiyetin ilk zamanlarına tesadüf ettiğindendir. Zira o günler harb darb günleri idi. sarihlerinden Ebû Abdillâh Muhammed b. İsmail et-Temîmî bu ikinci vecihle birlikde ayrı bir vecih olmak üzere (sümme) edatının tertib ifâde etmediğini söylemişse de; bu kavil Usul-i Fıkıh ulemasile lisan âlimlerince şâzz sayılmıştır. Temimi şöyle diyor; «Sahih olan şudur ki, cihadın efdal olması umumî ve mecburî seferberlik zamanına hamledilir. Çünkü o zaman cihâd herkese farz olur. Hal böyle olunca da cihâd ön plâna alınmaya ve Leşvika daha lâyık olur. Zira cihadda müslümanların âmme maslahatı vardır. Hem böyle zamanlarda cihad aletta'yin farzıayn olur. Hacc öyle değildir.» b. Ca'fer'in rivâyetinde amellerin en faziletlisi sorulunca Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in: «Allah ve Resûlüne imandır.» buyurmasını Nevevî imana amel denileceğine sarih delil saymaktadır. diyor ki: «Bundan murad —Allahu a'lem — kendisile İslâm dinine girilen imandır, ki o da kalb ile tasdik ve iki şehâdeti getirmekle olur. Tasdik kalbin, ikrar da dilin amelidir. Burada oruç, namaz, hacc, cihad ve saire gibi azanın amelleri imanda dâhil değildirler. Zira bunlar cihadla hacem kısımlarından sayılmışlardır. Bir de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buradaki suâle: «Allah ve Resûlüne imandır.» cevabını vermiştir ki, ameller hakkında böyle denilemez. Amma bu mezkûr amellere imân denilmesine mâni’ değildir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in köle ve cariyeler hakkında: «Sahiplerince en nefis sayılanlar ile fiyatı en yüksek olanlarıdır.» buyurmasını Nevevî şöyle izah ediyor: «Allahu a'-lem bundan murad: bir kişi âzâd etmek istemesidir. Fakat azâd edecek kimsenin bin lira parası olur da bununla ya iki kıymetsiz köle veya câriye yahud bir tane kıymetli ve pahalısını almak isterse iki tane kıymetsizi alması efdaîdır. Bu mesele kurbana benzemez. Çünkü Kurbanda semiz bir koyun kesmek iki tane zaiftan evlâdır. Bizim ashabımızdan Bağavî rahimehullah «et-Tehzib» nâm eserinde bu iki meseleyi benim zikrettiğim gibi anlattıkdan sonra şöyle deditir: Şafiî (rahimehüllah) kurban hakkında: Kıymetin çok, adedin az olması bence adedin çok, kıymetin az olmasından daha iyidir. Köle azadında ise adedin çok, kıymetin az olması bence kıymetin çok, adedin az olmasından daha makbuldür. Çünkü kurbandan maksad ettir. Semiz hayvanın eti ise hem daha çok, hem daha nefisdir. Köle azadından maksad: o şahsın hâlini mükemmelleştirmek ve onu kölelik mezelletinden kurtarmaktır. Bir cemaatı kurtarmak ise bir kişiyi kurtarmakdan evlâdır, demiştir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Allahü Teâlâya İmanın, Amellesin En Faziletlisi Olduğunu Beyan Bâbı
267-) Bize Osman b. Ebi Şeybe ile İshâk b. İbrahim rivâyet ettiler. İshâk: Bize Cerir haber verdi dedi. Osman ise: Bize Cerir, Mansur'dan , o da Ebû Vâil'den, o da Amr b. Şurahbil' den, o da Abdulfah'dan naklen rivâyet etti, dedi, Abdullah şunları söylemiş: (sallallahü aleyhi ve sellem)'e Allah ındinde en büyük günah nedir? dedim. yaratmış okluğu hâlde Allaha şirk koşmandır.» buyurdu." Bu gerçekten pek büyük; bundan sonra nedir? dedim. beraber yemek yiyeceğinden korkarak evlâdını öldürmendîr.» dedi. Ondan sonra nedir? dedim. sonra komşunun helâliyle zina etmendir.» buyurdular.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Şirkin Günahların En Çirkini Olduğunu Ve Ondan Sonraki Günahların En Büyüğünü Beyan Bâbı
268-) Bize Osman b. Ebî Şeybe ile İshâk b. İbrahim Cerirden rivâyet ettiler. Osman: Bize Cerir, A'meş'den, o da Ebû VâiTflen, , o da Amr b. Şurahbil'den naklen rivâyet etti; dedi. Abdullah Şöyle dedi: Bir adam: Yâ Resûlüllah! Allah ındinde hangi günah en büyüktür? dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): yaratmış olduğu halde Allah'ın bir naziri bulunduğuna kail olmandır.» buyurdu. O zât: Sonra hangisidir? diye sordu. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): beraber yemesinden korkarak evlâdını öldürmendir.» dedi. Ondan sonra hangisidir? deyince: helâliyle zina etmendir.» Allah (azze ve celle) bunları tasdik için: "Allahın hâlis kullan o kimselerdir ki, Allah'la beraber başka bir tanrıya duâ etmezler; Allah'ın haram kıldığı nefsi öldürmezler meğer ki hakla ola! Zina da etmezler. Her kim de bunları yaparsa ağır cezaya çarpar" âyet-i kerimesini indirdi. iki rivâyetin bütün râvilerinin Kûf e'Ü olması garib ve lâtif bir tesadüftür. Mes'ud hazretlerinin buradaki suali hakkında El-Übbi şunları söylemektedir: Amellerin en faziletlisi hususundaki suâlin vechi yukarıda geçti. Günahların en büyüğüne gelince: Bütün günahlardan sakınmayı te'min için bu suali sormamak daha muvafık olurdu... denilemez; çünkü bu suâlin vechi dahi: o günahdan daha çok korunmak için sorulmuş olmasıdır.» misil demektir. Ahfeş'den rivâyet edildiğine göre; nidd; zıd ve benzer ma'nâlarına gelir. El-Übtai'ye göre nidd, misilden de ehass'dir. Çünkü; nidd, çağınîan muhalif misildir. Bu takdirde Allaha — haşa— muhalif olmayan misil iddiası yasak değilmiş gibi bir ma'nâ hasıl olursa da El-Übbi buna cevaben: Bu söz: Rabbın kullarına zulmeden değildir.» âyeti kabilindendir, diyor. Yani sığası mübalağalı ismi fail olsa da âyetten mubeleğa murâd edilmemiştir demek istiyor. yaratmış olduğu halde...» cümlesinden murâd, Allah ile Ona nazir sayılan şey arasındaki farkı beyân ve bu inancı takbihtir. İmâm Ebû'l-Hasen Eş'ari Allahü teâlâ'nın ehass-ı vasfı kudret olduğuna bununla istidlal etmiştir. beraber yemesinden korkarak evlâdını öldürmendir.» cümlesindeki evlâd kaydı, katlin pek çirkin bir şey olduğunu anlatmak içindir. Çünkü; bu fiil babaların tabiatına tevdi' buyurulan şefkat ve merhamete zıddır. Binaenaleyh onu ancak canavar tabiatlı beyinsizler yapar. Bu cümle Teâlâ Hazretlerinin: korkusu ile evlâdınızı öldürmeyin!" âyet-i kerimesine işarettir. arapların en çirkin âdetlerinden biri, fakirlik ve açlık korkusu ile çocuklarını Öldürmeleri idi. Hatta büyürse, bir namussuzluk eder endişesiyle kız çocuklarını doğar doğmaz diri diri mezara gömerlerdi. Böyle diri diriye mezara gömülen kızlara mev'ûde denilir. Bu tüyler ürpertici çirkin âdet Kur'ân-ı Kerim'de: diriye mezara gömülen kıza, hangi suçundan dolayı öldürüldüğü sorulduğu vakit..." âyet-i kerimesiyle takbih olunmuştur. günaha girmek ma'nasına ise de âyet-i kerimede ondan murad; günahın cezasıdır. Nitekim lügat ulemasından Halil b. Ahmed'le Sibeveyh'in, Ebû Amr Şey bani, Ferrâ' ve Ebû Aliy'il-Farisî'nin kavilleri de budur. Yunus ile Ebû Ubeyde'ye göre ise «esâm»ın mânası tecziyedir. İbn Abbâs (radıyallahü anh) ile Süddî'ye göre cezadır. Bir çok müfessirler onun cehennemde bir vâdî olduğunu söylemişlerdir. helâli»ndan murad: Karışıdır. Zina mutlak surette haram ye büyük günah olmakla beraber burada komşunun karısı ile diye kayıdlanması, onunla zina etmenin daha da çirkin ve büyük suç olduğunu göstermek içindir. Bir de komşunun karısını hasseten zikretmesi, ekseriyetle zina komşular arasında yapıldığındandır. Zira evlerinin bir birine yakın olması görüşüp buluşmayı kolaylaştırır. şerifde komşunun karısı ile yapılan zinanın büyük günah olarak gösterilmesi komşu kızı, gelini ve nikâhlısı olmayan her hangi bir komşu kadını ile zina etmenin hükümden hâriç kaldığına delâlet etmez. Çünkü buradaki «karisi» tâbiri bir kayd-ı ihtirazı değil, kayd-ı vukûîdir. Yani ekseriyetle komşu kadınları evli oldukları için bu ta'bir kullanılmıştır. Yoksa evli olsun olmasın bütün komşu kadınları hükümde müsavidirler. Fakat «komşu ta'biri bir kayd-ı ihtirazıdır. Binaenaleyh komşu kadınla yapılan zina komşu olmayanla yapılan zinadan daha çirkin ve daha büyük bir suçtur. Evet, komşu komşusundan sadakat bekler. O evde yokken komşusu onun malını ve ailesini koruyacak ona her nevi' zararın gelmesine mâni' olacak onun gözlerini ardında bırakmayacaktır. Zira komşuya ikram ve ihsanda bulunmak hem Allahu Zü'l-celâl'in hem de Resûl-i zişân'ın emirleridir. Bu cihet nazar-ı i'tibara bara alınarak bir de komşunun karısı ile zina meselesi düşünülürse; onun ne derece çirkin bir fiil ve büyük bir günah olduğu kendiliğinden meydana çıkar. dolayıdır ki Hazret-i: Mikdâd (radıyallahü anh)'ın rivâyet ettiği bir hadisde: kimsenin on tane kadınla zina etmesi, komşusunun karısı ile zina etmesinden daha ehvendir.» buyurulmuştur. Araplar komşunun harim-i ismetini korumakla öğünürlerdi. Bu babda Arap Şairi Antere'den ve daha başkalarından şiirle nakledilmiştir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Şirkin Günahların En Çirkini Olduğunu Ve Ondan Sonraki Günahların En Büyüğünü Beyan Bâbı
269-) Bana Amr b. Muhammed b. Bükeyr b. Muhammed en-Nâkıd rivâyet etti. ki): Bize İsmail b. Uleyye, Saîd el-Cüreyri' den rivâyet etti. ki): Bize Abdurrahman b. Ebî Bekre babasından rivâyet etti. ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yanında idik. Üç defa: büyük günahların en büyüğünü haber vereyim mi? Allaha şirk koşmak, anaya babaya İtaatsizlik etmek ve yalancı şahitliği yapmaktır -yahud- yalan söylemektir-» dedi. (sallallahü aleyhi ve sellem) dayanmıştı. Hemen (doğrulup) oturdu. Artık bu sözü o derece tekrarladı ki, biz: sükût buyursalar dedik.» en büyük günah olduğunu bundan önceki bâbda ve sırası geldikçe başka yerlerde gördük. Bu babda ehl-i kıble olanlardan tek bir kimsenin şüphesi yoktur. babaya itaatsizliğe gelince: bu mesele hadis-i şerifde «Ukuk» kelimesiyle ifade olunmuştur. ve Ukûk lügatte: alâkayı kesmek sıla-i rahimde bulunmamak manâsınadır. haram olan ukûkun hakiki tarifini zabt eden ise azdır. Ebû Muhammed İbn Abdisselâm bu bâbda şunları söylemiştir: ve babaya itaatsizliğe ve onlara mahsus olan haklara dair . i'timâd edebileceğim bir kaide bulamadım. Filhakika onlara her emir ve nehy ettikleri şey hususunda itaat etmek bilittifak vacib değildir. Ama onların izni olmaksızın oğullarının cihada gitmesi haram kılınmıştır. Çünkü oğullarının öldürüleceğini veya azasından bir uzvun kesileceğini düşünür ve buna son derece üzülürler. Çocuklarının canı veya azasından bir uzvu için tehlikeli görülen her seferin hükmü de budur.» Amr İbn Salâh «Fetâvâ» sında anneye babaya itaatsizliği şöyle ta'rif eder: «Haram olan itaatsizlik; vâcib fiillerden olmamak şartiyle anne ve babaya azımsanmayacak derecede eziyyet veren her fiildir. Çok defa: «Günah olmayan her hususda anneye babaya itaat farzdır; bu babta onların emirlerine muhalefette bulunmak, itaâtsizlikdir.» denilir. Ulemâdan bir çokları şüpheli şeyler hususunda bile onlara itaati vâcib görmüşlerdir. Bizim âlimlerimizden bâzılarının «Anne ve babanın izni olmadan çocuk okumağa ve ticarete gidebilir» demesi, benim söylediklerime muhalif değildir. Çünkü bu söz mutlaktır. Benim söylediğimde ise bu mutlakı takyid vardır.» yere şahidlik meselesinde zayi olan hakkın büyük veya küçük olması arasında hükmen bir fark olmadığı hadis ve kavaidin umûmundan ve mutlak olmasından anlaşılmaktadır. söylemek ma'nasına gelen «kai-i zürû Kurtubi, yalancı şahitlik diye tefsir etmişse de El-Übbi buna i'tiraz etmekde ve şunları söylemektedir: «Öyle değildir. Bunun ma'nası, bilmediği bir şeye kasden şahidlik etmektir; isterse vakıa uygun düşsün. Nitekim bir kimse bilmeden Zeyd , Amrı öldürdü diye şahidlik etse de sonra bu sözün doğru olduğu anlaşılsa yalan yere şahidlik etmişdir...» beyanına göre yalanın en büyük günahlardan olması rnal ve can itlafına, haramı helâl, helâli haram yapmaya sebeb olduğundandır. Binaenaleyh şirkten sonra ondan daha büyük bir günah yoktur. Nitekim Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in onu söylerken doğrularak oturması, ona pek ziyade ehemmiyet verdiği içindir ki, bu da onun haram ve çok çirkin bir şey olduğunu bi't-te'kid ifâde eder, Maamâfih Nevevî insan Öldürmenin yelancı, şahidliği yapmakdan daha büyük günah olduğuna kaildir. «Keşke sükût buyursalar!..." demeleri Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e acıdıkları ve onu rahatsız etmiş olmaktan korktukları içindir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Büyük Günahları Ve Onların En Büyüğünü Beyan Bâbı
270-) Bana Yahya b. Habib cl-Hârisi rivâyet etti. ki): Bize Hâlid —ki İbn'l Haîris'dir— rivâyet etti. ki): Bize Şu'be rivâyet etti. ki): Bize Ubeydullah b. Ebî Bekir, Enes'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen büyük günahlar hakkında şöyle buyurduğunu haber verdi: şirk koşmak, anne babaya âsî olmak, İnsan öldürmek ve yalan söylemektir.»

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Büyük Günahları Ve Onların En Büyüğünü Beyan Bâbı
271-) Bize Muhammed b. el-Velid b. Abdilhamid rivâyet etti. ki): Bize Muhammed b. Ca'fer rivâyet etti. ki); Bize Şu'be rivâyet etti. ki: Bana Ubeydullah b. Ebî Bekir rivâyet etti. ki: Enes b. Mâlik'i dinledim. Şunları söyledi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) büyük günahları anlattı. Yahut kendisine büyük günahlar soruldu da; günahlar: Allaha şirk koşmak, insan Öldürmek ve anaya babaya âsî olmaktır.» dedi ve: büyük günahların en büyüğünü haber vereyim mi? O da yalan söylemektir - Yahut yalancı şahitliktir-» buyurdular. «Zann-ı galibime göre (yalancı şahitlik) dedi; demiş. şerifin son cümlesi hakkında Nevevî şöyle diyor: «Bu söz akla gelen zahiri ma'nasına gelmez. Çünkü; Şirk hiç şüphesiz yalancı şahidlikden daha büyüktür. Katil de öyledir. Şu halde onu te'vil etmek gerekir. Tevili hususunda da üç vecih vardır:

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Büyük Günahları Ve Onların En Büyüğünü Beyan Bâbı
272-) Bana Harun b. Said el-Eyli rivâyet etti. ki): Bize İbn Vehb rivâyet etti. ki: Bana Süleyman b. Bilâl, Sevr b. Zeyd den, o da Ebû'l-Gays'dan o da Ebû Hüreyre'den Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in şöyle buyurduğunu rivâyet eyledi: mühlik şeyden kaçının!» Bunlar nedir yâ Resûlüllah? diye sorulunca: şirk koşmak, sihir yapmak, Allah'ın haram kıldığı bir kimseyi haksız yere öldürmek, yetim malı yemek, faiz yemek, düşmana hücum anında harpden kaçmak, namuslu, kendi halinde mü'min kadınlara zina iftirası atmaktır.» buyurdular. hadisi İmâm Buhârî Ebû Dâvud ve Nesâî «Vasâyâ» bahsinde rivâyet etmişlerdir. «Mûbikaat» muhlikât yani helâk edici şeyler demektir. Sâ'lebi ile başkalarına göre bir şeyi güzel göstermek ve dinleyenlere onu bulunduğu hâlin zıddiyle tavsif etmektir ki: yalanı hak-mış gibi gösterdiği için bâtıl bir tezvirdir. burada namuslu kadınlar ma'nasına cemi'dir. Müfredi «Muhsane»dir. ise; hür, âkil baliğ ve müslüman olup hâlen sahih nikâhla evli yahud başından sahih nikâh geçmiş bulunan erkeğe «muhsan»; kadına da «Muhsane» denir. zinadan ve zina iftirasına uğradıklarından haberleri bile olmayan kendi halinde kadınlardır. başında: «Yedi mühlik şeyden kaçının!» buyurulmuştur ki; bu ifade «Bunları terk edin» demekten daha beliğdir. Nitekim Kur' Kerim'de de: «Zinaya yaklaşmayın!» buyurulmuşdur Budam etmeyin» demekden daha beliğdir. Kaçınılması icâbeden yedi şeyin birincisi; Allah'a şirk koşmak yânî ondan başka bir ilâh tanımaktır. Bundan daha büyük bir mühlîk İmadığı ma'lûmdur. Çünkü müşrik ebedî olarak cehennemde yanacak- sihirdir. lügatte: bir şeyin yönünü değiştirmektir. Cevheri: «Sihir: Efsûndur; Me'haz ve menşei lâtif ve gizli olan her şey sihirdir.» demiştir; aldatmak ma'nasınada gelir. Abdillah Râzî sihri sekiz, kısma ayırmıştır. Şöyle ki: Yalancıların ve yedi yıldıza tapanların sihri. Bunlar taptıkları yeli seyyarenin bu âlemi idare ettiğine, hayır ve şerrin onlardan geldiğine İnanırlar. Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm) bu kavme gönderilmişdi. Evham sahibleriyîe kuvvetli ruh sahiblerinin sihri, Cinlerin yardımile yapılan sihir. Buna azâim ve teshir denir. Tahayyül, göz boyacılık ve el çabukluğu ile yapılan sihir. Bazı mfessirlerin beyanına göre fir'avna yapılan sihir bu kabildendi. Bir takım mürekkeb aletlerle yapılan acaip fiiller. Bir takım devaların yani yiyecek ve yağların hâssalarından bilistifade yapılan sihir. Kalbin taallûku ile yapılan sihir. Bunda sihirbaz îsm-i azamı bildiğini ve ekseri işlerde cinlerin kendisine mut'i ve ram olduklarını iddia eder. El altından koğuculuk yapmak suretiyle meydana gelen sihirdir. Halk arasında şayi' olan sihir budur. sihrin hakikati var mıdır? Bu suâle Ebû'l-Muzaffer Yahya b. Muhammed şu cevabı vermiştir: «Ulema sihrin hakikati olduğuna ittifak etmişlerdir. Bundan yalnız Ebû Hanife müstesna kalmış; ve sihrin hakikat olmadığına kail olmuştur.» Kurtubi dahi: «Bizce sihir sabittir. Allahü teâla'nın dilediğini yaratmasiyle onun hakikati vardır. Bu babta mu'tezile ile şafiilerden Ebû İshâk el-Esferaini muhalefet etmiş; ve sihrin bir tahayyül ve gözü aldatma olduğunu söylemişlerdir.» demiş ve sihrin: şa'baze (el çabukluğu), Esma-i ilâhiyyeden bazılariyle ezber edilen bir takım sözler, şeytani ta'iiraat, yiyecek ve saire ile yapılan kısımları olduğunu bildirmiştir. Râzî tefsirinde mu'tezile taifesi için: «Bunlar sihrin mevcudiyetini inkâr eder: ve ona inananların küfrüne kail olurlar. Ama ehl-i sünnet, sihirbazın hevâda uçmasını, insanı eşeğe, eşeği insana kalbetmesini caiz görürler. Ancak sihirbaz muayyen efsun ve kelimeleri söylerken vücûda gelen şeyleri halk eden Allah'dır; derler. Onlar felsefecilerle müneccimler ve yıldız perestler gibi felek veya yıldızların müessir olduğuna kail değillerdir.» diyor. Râzi sihrin vâki' olduğunu ve onunla meydana gelen te'siri Allah halk ettiğine; Allahın izni olmaksızın o Sihirle hiç bir kimseye zarar veremezler.. âyet-i kerimesile ve Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e yapılan sihrin te'sir ettiğini bildiren hadislerle istidlal eder. Sihri öğrenme meselesine gelince: Râzi bu babda şunları söylemiştir; «Sihri öğrenmek ne çirkin ne de memnu'dur. Muhakkikin ulemâ buna ittifak etmişlerdir. Çünkü ilim zâtı i'tibâriyle şereflidir. Bir de şu var ki; eğer sihir bilinmezse onunla mucizenin farkını yapmak da mümkün olmaz. Mu'cizin âciz bırakan ma'nasına geldiğini bilmek vaciptir. Vacibin tevakkuf ettiği şeyde vaciptir. Bu ise sihri öğrenmenin vâcib olmasını iktiza eyler. Vacib olan bir şey nasıl haram ve çirkin olabilir?..» Sahih-i Buhârî sarihlerinden Bedrüddin Aynî Râzî nin bu sözüne bir kaç vecihle i'tiraz ederek demiştir ki:

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Büyük Günahları Ve Onların En Büyüğünü Beyan Bâbı
273-) Bize Kuteybetü'bnÜ Said rivâyet etti. (Dedî ki) Bize Leys İbn’l-Hâd'dan, o da Sa'd b. İbrahim'den, o da Humeyd b. Abdirrahman'dan, o da Abdullah b. Amr b. Âs'dan Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in şöyle buyurduğunu rivâyet eyledi: kimsenin ebeveynine söğmesi büyük günahlardandır.» Ashâb: Yâ Resûlallah! Hiç insan ebeveynine söğer mi? dediler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): bir adamın babasına söğer; o da onun babasına söğer. (Adamın) anasına söğer; o da onun anasına söğer.» huyurdular.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Büyük Günahları Ve Onların En Büyüğünü Beyan Bâbı
274-) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Muhammed b. el-Müsennâ ve İbn Beşşâr toptan Muhammed b. Ca'fer'den, o da şu’be'den naklen rivâyet eyledi. H. Muhammed b. Hatim de rivâyet etti. ki): Bize Yâhyâ b. Said rivâyet etti. ki): Bize Süfyân rivâyet etti. (Şu'be ile Süfyan'ın) her ikisi Sa'd b. İbrahim'den bu isnâdla bu hadisin mislini rivâyet etmişler. hadisi Buhârî ile Ebû Dâvud «Edeb» bahsinde, Tirmizî'de, «Kitabü'l*bi ^s» de tahriç etmişlerdir.. «Hiç insan ebeveynine söğer mi?» diye mukabelede bulunmaları, bu işin vukuunu uzak gördüklerindendir. Çünkü tab-ı selim bundan nefret eder. Resûlü Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) de cevaben, bu işi bir kimsenin ekseriyetle doğrudan doğruya değil de sebeb olmak sureti ile yaptığını beyan buyurmuştur. Anaya babaya sövmeğe sebeb olmak büyük günahlardan sayılınca onlara sarahaten söğmek şüphesiz ki en büyük günahlardan olur. beş yüz otuz üç yıl evvel yaşamış olan Buhârî şârihi Ayni bu babda şunları söylemiştir: «Bu zamanda Öyle insanlar var ki ebeveynine söğen kimseye ziyafet verir. Anasını babasını döğenler bile vardır. Bir çok kimseler ebeveyn âsisi mücrimlerin bu işi yaptıklarına şâhid olmuşlardır. Hattâ babasını kesenler olurmuş. Bu musibetin Mısır'da çok vuku' bulduğunu bana bir cemaat haber verdi. Allah’dan afvü afiyet dileriz.» (rahimehüllah) üstadı Zeynüddin'in merfu' ve mevkuf hadislerden alınan büyük günah sayısının kırka baliğ olduğunu söylediğine işaret ettikden sonra onun söylemediği büyük günahları sıralamıştır. Bunlardan bazıları şunlardır: Bir kimsenin babasından başkasını babamdır diye iddia etmesi, küçük günahı işlemeye İsrarla devam, müslümana bühtanda bulunmak, kin tutmak, zina, livâta, hırsızlık, kabahatsiz bir kimseyi koğuculukla öldürtmek, gıybet etmek, Kur'ân'dan bir sure veya âyet unutmak, nemmamlık etmek, ramazan gününde özürsüz orucu terk etme!.. Ölçü ve tartıda hıyanet etmek, özürsüz namazı vaktinden evvel veya sonra kılmak, haksız yere bir müslümani döğmek, ashâb-ı kirâma söğmek, rüşvet almak, deyyusluk etmek, emr-i’il ma'ruf, nehy-i ani'l münkeri muktedir olduğu halde terk etmek, hayvanı yakmak, sebeb-siz olarak kadının kocasına itaat etmemesi, ulema ile ehl-i Kur'ân'ı gıybet etmek, özürsüz domuz eti veya iaşe yemek ve hayz hâlinde cima", etmek Çalgı dinlemek ve ipek elbise giymek yahud ipek yaygı üzerine oturma;-gibi şeylerin büyük günah olup olmadığı ihtilaflıdır. İmâmü'l-Haremeyn Cüvevni ;ye göre bunlarda büyük günahlardandır. Râfiî ise sahih kavle göre küçük günah olduklarını beyan etmiştir. Battal bu hadisin sedd-i zerâyi' Bâbında bir temel kaide olduğunu söylemiştir. Harama götüren yolun da haram olduğu bundan, alınır. Hadisin aslı: başkasına; dua edenlere söğmeyîn.» âyet-i kerîmesidir. Usul uleması, putperest kâfirler Allah'a söğer diye puta söğmek gibi şeylerde sedd-i zerayi'in vücubuna kail olmuşlardır. di ipek giyeceği maTum olan bir erkeğe ipek satmayı, keza şarap yapacak bir kimseye şıra satmayı bu hadise istinaden men'etmiştir. göre ise şarap yapan kimseye şıra satmak caizdir. Çünkü ma'siy et işlenirken şıranın ayni değişmiş yani şarap olmuştur. Düşmana silâh satmak ise yasaktır; zira ma'siyet, satılan âletin ayniyle işlenecek, onunla müslümanlar öldürülecektir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Büyük Günahları Ve Onların En Büyüğünü Beyan Bâbı
275-) Bize Muhammed b. el-Müsennâ ile Muhammedi b. Beşşâr ve İbrahim b. Dînâr toptan Yahya b. Hammâd'dan rivâyet ettiler. İbn'l-Müsennâ dedi ki: Bana Yahya b. Hammâd rivâyet etti. ki): Bize Şu'be, Ebân b. Tağlib'den , o da Fudayl-i Fukaymi'den, o da İbrahim-i Nehai'den, o da Alkame'den, o da Abdullah b. Mes'ud'dan, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den nakletmiş olmak üzere haber verdi, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): zerre mikdari kibir olan kimse Cennete giremez.» buyurmuş. Bir zât: «İnsan elbisesinin güzel, ayakkabının güzel olmasını istiyor?» demiş. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): ki Allah güzeldir; güzelliği sever, Kibir; hakkı inkâr ve insanları tahkir etmektir.» buyurmuşlar.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Kibrin Tahrimi Ve Beyanı Bâbı
276-) Bize Mincâb b. el-Hâris et-Temîmi ile Süveyd b. Said ikisi de Aliy b. Müshir'den rivâyet ettiler. Mincâb dedi ki: Bize İbn Müs-hir, A'meş'den, o da İbrahim'den: o da Alkâme'den, o da Abdullah'dan nakletmiş olmak üzere haber verdi. Abdullah ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): hardal datıesi kadar iman olan hiç bir kimse cehenneme girmez; kalbinde hardal danesi kadar tekebbür bulunan hiç bir kimse de cennete giremez.» buyurdular.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Kibrin Tahrimi Ve Beyanı Bâbı
277-) Bize Muhammed b. Beşşâr rivâyet etti. ki): Bize Ebû Dâvûd rivâyet etti. ki): Bize Şu'be, Ebân b. Tağlib'den, o da Fu-dayl'den, o da İbrahim'den, o da Alkame'den, o da Abdullah'dan, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den nakletmiş olarak rivâyet eyledi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): zerre mikdarı kibir bulunan kimse cennete giremez.» buyurmuşlar. hadisi Ebû Dâvûd, Tirmizî, Ahmed b. Hanbel, İbn Asakîr ve Bey haki dahi tahriç etmişlerdir. İsnadında üç dane tabiînin yani A'meş, İbrahim ve Alkâme hazerâtının bir birlerinden rivâyette bulunmaları ve keza bu üç zatla Mincâb’ın ve Abdullah b. Mes'ud (radıyallahü anh)’in hep Kûfe'li olmaları nâdir tesadüf edilen letâiftendir. zerre mikdarı kibir olan kimse cennete giremez» ibaresinin te'vili hususunda ulema ihtilâf etmişlerdir. Süleyman Hattâbi bu ibareyi iki vecihle te'vil etmiştir:

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Kibrin Tahrimi Ve Beyanı Bâbı
278-) Bize Muhammed b. Abdillah b. Nümeyr rivâyet etti. ki): Bize babamla Vekî', Ameş'den, o da Şakîk'den o da Abdullah’dan nakletmiş olarak üzere rivâyet ettiler. Vekî: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu; iladesini kullanmış; İbn Nümeyr ise: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'den dinledim; diyerek rivâyet etti. Abdullah Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i: kim Aflaha bir şeyi şerik koşarak ölürse cehenneme girer.» buyururken işittim. Ben de dedim ki: hiç bir şeyi şerik koşmayarak ölen dahi cennete girer.» demiş.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Allaha Hiç Bir Şeyi Şerik Koşmayarak Ölen Kimsenin Cennete, Müşrik Olarak Ölenin Cehenneme Gireceği Bâbı
279-) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb de rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Ebû Muâviye, A'meş'den, o da Ebû Süfyan'dan, o da Cabir'den nakletmiş olmak üzere rivâyet etti. Câbir Şöyle dedi: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e bir zât gelerek: Ya Resûlallah! Cennetle cehennemi İcâbettiren iki şey nedir? diye sordu. Resûlü Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem): kim Allah'a hiç bir şeyi şerik koşmayarak ölürse cennete girer; ve her kim ona bir şeyi şerik koşarak ölürse cehenneme girer.» buyurdular.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Allaha Hiç Bir Şeyi Şerik Koşmayarak Ölen Kimsenin Cennete, Müşrik Olarak Ölenin Cehenneme Gireceği Bâbı
280-) Bana Ebû Eyyûb el-Gaylânî Süleyman b. Ubeydillâh ile Haccacü'bnü's Şa'ir tivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Abdülmelik b. Amr rivâyet eyledi. ki: Bize Kurre . Ebû'z-Zübeyr' den rivâyet etti. ki): Bize Câbir b. Abdillâh rivâyet etti. ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kim Allaha hiç bir şeyi şerik koşmayarak kavuşursa cennete girer; ve her kim ona şerik koşarak mülâkî olursa cehenneme girer.»buyururken işittim. Eyyûb dedi ki: «Ebû z-Zübeyr Cabir'den naklen dedi.»

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Allaha Hiç Bir Şeyi Şerik Koşmayarak Ölen Kimsenin Cennete, Müşrik Olarak Ölenin Cehenneme Gireceği Bâbı
281-) Bana İshâk b. Mansıir rivâyet etti. ki): Bize Muâz —ki İbn Hişam'dîr— haber verdi. ki: bana baham, Ebû'z-Zübeyr'den, o da Câbir'den naklen Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in bu hadisin mislini söylediğini rivâyet etti. hadisi Buhârî «Kitabü'l-Cenaiz», «Tefsir» «Eyman ve'n-Nüzür» bahislerinde muhtelif râvilerden tahric ettiği gibi Nesâî dahi «tefsir» bahsinde Muhammed b. Abdil'a'la tarikiyle tahric etmiştir. Allah elmakda cenâb-ı Hakka ortak bulunduğuna inanmaktır. Cevheri'nin «Sıhâh» mda şirk: küfürdür deniliyor. şeriki olmadığına inanmaya iman-ı şer'i derler. Binaenaleyh hadisin ma'nâsı: bir kimse —hasa— Ali ah'ın ortağıdır diyerek her hangi bir mevcuda velevki bir melek veya peygambere ibâdet etmek suretiyle şirk koşar da bu hâi üzere ölürse cehenneme girer; demektir. Nitekim hıristiyanlar, Hazret-i Cibrîl ile İsa (aleyhisselâm)'a bu ma'na-da ibâdet ettikleri için müşrikdirler. Çünkü ibâdet: Kendisinde Allahlık sıfatları görülen zâta karşı son derece tezellül ve huzû' göstermektir. Ancak şapla şekeri birbirinden ayıramayan bazı cahiller muhabbet ve itâatla ibâdeti bir şey zannederek peygamberlerden veya sulâhadan binne gösterilen mahabbet ve ta'zimi şirk sayarlar. Halbuki Peygamberleri (salavatullahi aleyhim ecmain) sevmek onlara ta'zimde bulunmak, bir çok şer'i delillerle emir buyurulmuşdur ki: «Her kim peygambere itaat ederse muhakkak Allah'a da itaat etmiş olur.» «Şüphesiz ki sana bey'at edenler ancak Allaha bey'at ederler...» ve emsali âyetlerle: bana itaat ederse muhakkak Allah'a itaat etmiş; ve bana isyan eden de Allah'a isyan etmiş olur.» hadisi bunlardandır. bir peygamberi veya ümmetinden bir zâtı sevmek ve bu se-beble ona tazimde bulunmak başka, ona — haşa — Allah'dır diye tapmak başkadır. Bunlardan birincisi makbul ve matlub; ikincisi menfur ve şirkdir. Ebû Hamza rivâyetinde İbn Mes'ud (radıyallahü anh) Şöyle deditir. (sallallahü aleyhi ve sellem) bir söz söyledi; ber de başkasını söyledim. O: her kim Allah'a bir eş iddia ederek ölürse cehenneme girecektir, dedi. Ben de: herkim Allah'a nazîr iddia et meyerek ölürse cennete girecektir, dedim.» Müslim'in bâzı nüshalarında buradakinin aksi yani Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Her kim Allaha hiç bir şeyi şerik koşmayarak ölürse cennete girecektir. buyurdu. Ben de: kim Allah'a bir şeyi şerik koşarak ölürse cehenneme gi recektir, dedim.» şeklinde rivâyet olunmuştur. Humeydi ile Ebû Avâne'nin rivâyetleri dahi böyledir. Anlaşılıyor ki mezkûr Câbi hadisindeki her iki şekil rivâyet, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in hadîsi olmak üzere sübût bulmuştur. Mes'ud (radıyallahü anh)’ın bunlardan birini Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e refederek ötekini kendi sözü gibi göstermesine gelince: bu hususda Kâdî Iyâz ve başkaları şunla: söylemişlerdir: sebebi: İbn Mes'ud'un Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den bu sözlerin yalnız birini işitmesidir. Öteki cümle yâ Kitabullah'dan bildiği için yahud Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den işittiğinin muktezâsı olarak kendisi ilâve etmiştir.» Nevevî bu söylenenleri noksan bulmakta ve İbn Mes'ud hadisinde her iki cümlenin de Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e refedildiğini hatırlatarak şöyle demektedir: «En iyisi: İbn Mes'ud bu iki cümleyi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den işitmiştir. Ancak bir müddet yalnız birini icâbettiği şekilde bellemiş; ötekini hatırında tutmamış; bu sebeble ezberindeki cümleyi merfu’ olarak rivâyet ederek ötekini ona kendinden katmış. Başka bir zaman da öteki cümleyi bellemiş; birinciyi unutmuş; ve yine bellediğini merfu' ötekini kendi sözü olmak üzere rivâyet etmiştir; demelidir.» bu şekildeki izahatını lüzumsuz bir tekelîüf ve itnâb sayarak İbn Mes'ud (radıyallahü anh)'m, sözünü mefhumu muhalefetten aldığına hamletmek isteyenler ve bu münasebetle lüzumsuz yere itnabda bulunanlar varsa da hadisin muhtelif rivâyetleri Nevevî’ nin ne derece haklı olduğunu göstermeye kâfi geldiği cihetle, muhalifinin uzun sözlerini burada nakle hacet görülmemiştir. «Acaba İbn Mes'ud bu hükmü nereden bilmiştir?» şeklindeki suâline Buhârî sarihi Aynî: «Sebebin mün-tefi olması müsebbebin de müntefî olmasını icâbettiğinden bilmiştir. Şirk müntefi oldu mu cehenneme girmek de kalmaz. Cehenneme girmek kalmadı mı cennete girmek lâzım gelir; zira bu iki şıkkın üçüncüsü yoktur. Teâlâ Hazretlerinin: ki Allah kendine şirk koşulmasını affetmez...» âyet-i kerimesile emsalinden anlamıştır.» diye cevap vermiştir. Müslim (rahimehüllah) bu hadisin senedinde Veki'in «Resûlüllah buyurdu» ifadesini kullandığını, İbn Nümeyr'in ise: (sallallahü aleyhi ve sellem)’den işittim» dediğini göstermek suretiyle mühim bir inceliğe tenbih etmiş; ve bu babtaki dikkat ve kemalini bir daha isbât etmiştir. İncelik şudur; «Semi'tü» yânî «işittim» sözü ulemanın ittifâkiyle hadisin muttasıl olduğunu gösterir. Hal-bu ki «Kaale» yani «dedi» tabiri ulemâ arasında ihtilaflıdır. Cumhûra göre bu da hadisin muttasıl olduğunu bildirir. Fakat bazıları «onun ittisal bildirmesi için delil lâzımdır.» demişlerdir. Şu halde onlara göre bu sözle rivâyei edilen bir hadis sahâbinin mürseli hükmündedir. Sahâbînin mür-seli ise ihtilaflıdır. Cumhûra göre onunla ihticac edilir; ama sahabiden gayri kimsenin mürseli hüccet değildir, Şâfiîlerden Ebû İshâk Esteraînî'ye göre sahâbînin mürseli ile de ihticac edilemez. Demek oluyor ki, hadis hem muttasıl hem mürsel olarak rivâyet edilmiştir. Böyle hem muttasıl, hem mürsel olarak rivâyet olunan hadisden hüccet olup olmayacağı dahi ihtilaflıdır. Bazıları hüküm mürsiledir, demiş; bazıları ekseriyete göre verilir; Kanaatinde bulunmuş; bir takımları da «Rivâyeti en iyi belleyenlere göre verilir» demişlerdir. Sahih olan kavil mevsul olan rivâyeti tercih etmektir. İşte Müslim (rahimehüllah)'ın gösterdiği dikkât ve ihtiyat buradadır. Bir de böyle, yapmasa hadisi mâna itibârı ile rivâyet etmiş olur. Halbuki îâfzan rivâyet bilittifak evlâdır. Hadis-i şerif, Allah’a şirk koşarak ölenlerin cehenneme, şirk koşmayarak ölenlerin cennete gireceklerine delâlet ediyor ki, bu hususda ulema müttefiktirler. Müşrikler cehennemde ebedî kalacaklardır. Müşrik tâ'bîri, ya'hudî, hırıs-tiyan, putperest ve sair bütün kafereye âmm ve şâmildir. koşmaksızm ölenlerin cennete gireceği dahi kafi isede evvelce de arz ettiğimiz vecihle hiç günah işlemeyenler cennete Önce gireceklerdir. Büyük günahları ısrarla işlerken ölenlerin hali Allah’ın meşieti-ne kalmıştır. Dilerse onları günahları nisbetinde azâb eder; de sonra cennetine koyar. Dilerse affederek hiç azâb göstermeden cennetlik eyler.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Allaha Hiç Bir Şeyi Şerik Koşmayarak Ölen Kimsenin Cennete, Müşrik Olarak Ölenin Cehenneme Gireceği Bâbı
282-) Bize Muhammed b. el-Müsennâ ile İbn Beşsâr da rivâyet ettiler. İbn’l-Müsennâ dedi ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivâyet etti. ki): Bize Şu'be, Vâsıl el-Ahdeb'den, o da el-Ma'rur b. Süveyd’den naklen rivâyet etti. ki: Ebû Zerr'i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’ûcn naklen rivâyet ederken dinledim. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): Cibrîl (aleyhisselâm) geldi; ve: ümmetinden her kim Allaha hiç bir şeyi şerik koşmayarak ölürse cennete girecektir; diye müjdeledi. Ben: Zina etse de hırsızlık yapsa da mı dedim.» (Evet) zina etse de hırsızlık yapsa da!.» buyurdular«

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Allaha Hiç Bir Şeyi Şerik Koşmayarak Ölen Kimsenin Cennete, Müşrik Olarak Ölenin Cehenneme Gireceği Bâbı
283-) Bana Züheyr b. Harb ile Ahmed b. Hırâş (495) rivâyet ettiler. Dediler hi: Bize Abdüssamed b. Abdilvâris rivâyet etti. ki): Büze babam rivâyet etti. ki: Bana Hüseyn el-Muallim, İbn Büreyde'den rivâyet etti. Ona da Yahya b. Ya'mer rivâyet eylemiş. Yahya'ya da Ebû’l-Esved-i Dilî, ona da Ebû Zerr rivâyet etmiş. ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e geldim. Üzerinde beyaz bir elbise olduğu hal-de uyuyordu. (Döndüm) sonra (yine) geldim. Bir de baktım yine uyuyor, (Döndüm) Sonra yine geldim. (Bu sefer) uyanmıştı. Hemen yanına oturdum. Müteakiben: başka îlâh yoktur diyen ve bu ikrar üzerine ölen hiç bir kul yoktur ki, cennete girmesin» buyurdu. Ben: Zina etse de hırsızlık yapsa da Öyle mı? dedim. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): zina etse de hırsızlık yapsa da!» buyurdu. Ben (tekrar): Zina etse de hırsızlık yapsa da mı? dedim. zina etse de hırsızlık yapsa da!» buyurdular. (Bu suâl cevap) üç defa tekrarlandı. Nihayet dördüncüde: Zerr patlasa da (öyle)» buyurdular. Ravî Ebû'l-Esved diyor ki: «Ebû Zerr (Oradan) çıkarken: «Ebû Zerr patlasa da (öyle)» diyordu. hadisi İmâm Buhari Cenaiz, Tevhid, Bed'ül-Halk, İsti'zân ve Rukaak bahislerinde ve Nesâî «El-Yevm ve’l-Leyle» de tahriç ettiği gibi, Ebû Davûd ile Tirmizî dahi rivâyet etmişlerdir. Tirmizî: «bu hadis hasen sahihtir» demiştir. Müslim onu zekât bahsinde de rivâyet etmiştir. bâbda Hazret-i Ebû'd-Derdâ' (radıyallahü anh)'dan da bir hadis vardır. Mezkûr hadisi Müsedded b. Müserhed Müsned'in. de şu lâfızlarla rivâyet eder: (sallallahü aleyhi ve sellem): bir kimse Allahdan başka ilâh olmadığına şehâdet getirir de Allaha hiç bir şeyi şerik koşmayarak ölürse cennete girer yahud cehenneme girmez.» buyurdu. Ben: Zina etse de hırsızlık yapsa da böyle mi? dedim. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): zina etse de hırsızlık yapsa da (öyle)» buyurdular. Horasanlı olup Bağdad'da yaşamıştır. hadisi iman Ahmed b. Hanbel'den Müsned'inde rivâyet etmiştir. Cibrîl'in Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e buradaki gelişi rü'ya halinde olmuştur. Nitekim Ebû'l-Esved rivâyetinde Ebû Zerr (radıyallahü anh)’in Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Üzerinde beyaz bir elbise olduğu halde uyuyordu» demesi buna delildir. (sallallahü aleyhi ve sellem)’in ümmeti: ümmet-i icabet ve ümmeti da'vet namlariyle iki kısma ayrıldığına göre buradaki ümmetten murâd: ümmet-i icabet yani ona iman edenlerdir. Maamâfih ümmet-i davetin kasdediîmiş elması da muhtemeldir. Çünkü imân ettikten sonra onlar da ümmet-i icabetten olurlar. olmayarak ölen ümmetin cennete gireceği haberi Hazret-i Ebû Zerr'in son derece merakını mucîb olmuş; meğer imanını kurtarabilenlere Allah'in ne büyük rahmeti varmış diye şaşarak: etse de hırsızlık yapsa da (Öyle mi?)» demiştir. Anlaşılan Hazret-i Ebû Zerr'in o anda hatırına: zinâ ederken mü'mîn olarak zina etmez...» hadisi gelmiş; onun için bu müjdeyi yadırgamiştır. Ebû Zerr (radıyallahü anh) âdeta, söyle demiş gibidir: zina etmeyen ve hırsızlık yapmayan için bir diyeceğim yok. Ama zina etse de hırsızlık yapsa da yine cennete girecek mi? Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Ebû Zerr'in pek büyük gördüğü bu işi isbât sadedinde Evet, zina etse de, hırsızlık yapsada (yine cennete girecek) buyurarak cevaplandırmıştır. günahların yalnız bu iki nev'ini zikretmesi: bir hak ya Allah'a yahud kullarına aid olduğu içindir. Bunlardan zina ile Allahü teâlâ'nın hakkına' hırsızlıkla da kulların haklarına işaret buyurmuştur. Hatta zina evli bir kadınla yapılırsa onunla hem Allah hakkı hem de kul hakkı temsil edilebilir. Çünkü böyle bir zina ile kocanın da hakkı yenmiş olur. şeriat kaidelerine göre sırf imanla ölmek kul haklarım ıskat etmez ama Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in bu cevabı o kaideleri bozmaz. Zira kul haklarının ölümle sakıt olmamasından Allahın onları tekeffül etmemesi lâzım gelmez. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Hazret-i Ebû Zerr'in bu işe imkânsız nazar ile bakmasını reddetmesi işte bundandır. «Zina etse de, hırsızlık yapsa da cennete girer» sözünden mu-râd: netice itibariyle cennete girer demektir. Bu da ya doğrudan doğruya yahud günahına göre hak ettiği azabı çektikden sonra olur. Binaenaleyh bazılarının Ebû Zerr hadisi hakkında ileri geri söz ederek: »Ebû Zerr hadisi bazı cahillerin kendisine i'timad ederek günah irtikâbına cesaret göstermelerine sebeb olan ümid bahş hadislerdendir.» şeklinde nıü-tâleada bulunmaları yersizdir. Çünkü görüldüğü veçhile hadisden murâd, zahirî ma'nası değildir. asıl ma'nası: Ebû Zerr'in burnu topraklansın demektir. Çünkü (rağime) fi'ili, toprak ma'nasına gelen (rağmen) dan alınmıştır. Bu ta'bir, zelîl ve hakir olsun ma'nasında kullanılır. Bazılarına göre ise «hoşlanmasa da» ma'nasına gelir. Buhârî'nin rivâyetinde: «Ebû Zerr bu hadisi rivâyet ettikçe daima: «Ebû Zerr patiasa da, derdi» Kaydı vardır. (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Hazret-i Ebû Zerr'e bunu söylemesi, zânî ile hırsızın affını ihtimalden uzak gördüğü içindir. Ebû Zerr' (radıyallahü anh) hakîkatde bu afva karşı değildi. Ancak günahdan ve onu işleyenlerden son derece nefret ettiği için hürmeti ayaklar altına alan zânî ile hırsızın affolunmalarını pek büyük bir hâdise te-lakkî etmiş ve şaşmıştı.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Allaha Hiç Bir Şeyi Şerik Koşmayarak Ölen Kimsenin Cennete, Müşrik Olarak Ölenin Cehenneme Gireceği Bâbı