Sahîh-i Müslim Hadis Kitabı

2288-) Bana, bu hadîsi Ebû Bekir b. Hallâd-ı Bâhili de rivâyet etti. ki): Bize Yahya yani Kattan rivâyet etti. ki): Bize Süfyân rivâyet etti. ki): Bana Habîb bu isnâdla rivâyette bulundu. Ve: «Tarumar etmediğin hiç bir suret bırakmayasın.» dedi. düzeltmekten murâd: Pek fazla yükseltmeyip, bir karış kadar yerden kaldırmaktır. göre: Kabrin üzerini deve hörgücü gibi kamburlaştırmak müstehabdır. Zira Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in kabri bu şekilde tesviye edilmiştir. Ekseri ulemânın ve İmâm Mâlik'in mezhepleri de budur. diğer bâzı ulemâya göre: Kabrin üzerini kambur değil, tavan şeklinde düz yapmak müsıehabdır. hadisdeki timsâl ve suretlerden murâd: Canlıların heykel ve suretleridir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Ebvâbu Salâti'l-havf
Konu: Kabrin Yerle Bir Yapılmasını Emir Bâbı
2289-) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivâyet etti. ki) -. Bize Hafs b. Gıyâs, İbn Cüreyc'den, o da Ebû'z - Zübeyr'den, o da Câbir'den naklen rivâyet etti. Câbir Şöyle dedi: (sallallahü aleyhi ve sellem), kabrin kireçlenmesini, üzerine oturulmasını ve üzerine bina yapılmasını nehiy buyurdu.»

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Ebvâbu Salâti'l-havf
Konu: Kabri Kireçlemekten Ve Üzerine Bina Yapmaktan Nehiy Bâbı
2290-) Bana Hârûn b. Abdillâh rivâyet etti. ki): Bize Hac-câcü'bnü Muhammed rivâyet etti. H. Muhammedü'bnü Râfi' de rivâyet etti. ki); Bize Abdurrazzâk rivâyet etti. (Bu iki râvî) hep birden İbn Cüreyc'den rivâyet etmişlerdir. ki: Bana Ebû'z - Zübeyr haber verdi. Kendisi Câbir b. Abdillâh'i: (sallallahü aleyhi ve sellem)'den dinledim.» diyerek yukarki hadîsin mislini rivâyet ederken işitmiş.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Ebvâbu Salâti'l-havf
Konu: Kabri Kireçlemekten Ve Üzerine Bina Yapmaktan Nehiy Bâbı
2291-) Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti.. ki): Bize îsmâil b. Uleyye, Eyyûb'dan, o da Ebû'z - Zübeyr'den, o da Câbir'den naklen haber verdi. Câbir: kireçlemek yasak edildi.» demiş. Kireçlemek, demektir. Kireçtir. şerif, kabri kireçle badana etmenin ve üzerine oturmanın, kezâlik bina yapmanın memnu' olduğuna delildir. göre: Bu bâbda Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in sünnetinde görülmeyen her şey mekruhtur. Kabristanda meşru olan yalnız ziyaret, duâ ve Kur'ân-ı Kerim okumaktır. kabir üzerine bina yapma hususunda şunları söylemektedir: «Kabir üzerine bina yapmaya gelince: Eğer o yer bina yapanın milkinde ise bu iş mekruhtur. Umûma âit kabristanda ise kabrin üzerine bina yapmak haramdır. Buna İmâm Şâfit ile şâir ulemâmız tasrih etmişlerdir. Şafiî (El - Ümm) nâm eserinde şöyle diyor: Mekke'de hükümdarların kabir üzerine yapılan binların yıkılmasını emrettiklerini gördüm. şerifte (Düzeltmediğin hiç bir yüksek kabir bırakmayasın) buyurulması da yıkma mes'elesi te'yid eder. kireçle badana etmek Şâfiîler'le diğer ulemâya göre de mekruhtur.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Ebvâbu Salâti'l-havf
Konu: Kabri Kireçlemekten Ve Üzerine Bina Yapmaktan Nehiy Bâbı
2292-) Bana Züheyr b. Harb rivâyet etti. ki): Bize Cerir Süheyl'den, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti. Ebû Hüreyre şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): bir kor üstüne oturup da, o kor'un elbisesini yakması ve taa cildine işlemesi, kabir üzerine oturmasından çok daha hayırlıdır.»

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Ebvâbu Salâti'l-havf
Konu: Kabir Üzerine Oturmaktan Ve Kabir Üzerinde Namaz Kılmaktan Nehiy Bâbı
2293-) Bize, bu hadîsi Kuteybetü'bnü Saîd dahi rivâyet etti. ki): Bize Abdülazîz yani Derâverdî rivâyet etti. H. bu hadisi Amru'n - Nakıd da rivâyet etti. ki): Bize Ebû Ahmed-i Zübeyri rivâyet etti. ki): Bize Süfyân rivâyet etti. Bu râvîlerin ikisi birden Süheyl'den bu isnâdla, bu hadisin mislini rivâyet etmişlerdir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Ebvâbu Salâti'l-havf
Konu: Kabir Üzerine Oturmaktan Ve Kabir Üzerinde Namaz Kılmaktan Nehiy Bâbı
2294-) Bana Alîyyü'bnü Hucr Es - Sa'dî rivâyet etti. ki): Bize Velîd b. Müslim İbn Câbir'den, o da Büsur b. Ubeydillâh' dan, o da Vasile den, o da Ebû Mersed-i Ganevî'den naklen rivâyet etti. Ebû Mersed Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): üzerine oturmayın; onlara doğru namaz da kılmayın.» buyurdular.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Ebvâbu Salâti'l-havf
Konu: Kabir Üzerine Oturmaktan Ve Kabir Üzerinde Namaz Kılmaktan Nehiy Bâbı
2295-) Bize Hasenü'bnü'r - Rabi' El - Beceli rivâyet etti. ki): Bize İbn'l - Mübarek, Abdurrahmân b. Yezîd'den, o da Busür b. Ubeydillâh'dan, o da Ebî İdrîs-i Ha'lâhTden, o da Vasilet ü'bnü Eskaa' dan, o da Ebû Mersed-i Ganevi'den naklen rivâyet etti; Şöyle dedi: Ben, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i: doğru namaz kılmayın, üzerlerine de oturmayın. » buyururken İşittim. üzerine oturmak îmam Şafiî ile diğer bir çok ulemâya göre haramdır. göre: Kabir üzerinde oturmak ve uyumak tenzîhen mekruh, büyük ve küçük aptest bozmak gibi şeyler ise tah-rimen mekruhtur. göre: Kabir üzerinde oturmak ve uyumak caizdir. Büyük ve küçük aptest bozmak gibi şeyler ise haramdır. hadîslerde kabre karşı namaz kılmanın memnu olduğu tasrîh buyurulmaktadır. Filhakika Hanefiiler'le diğer bir çok ulemâya göre kabre karşı namaz kılmak mekruhtur. hususta İmâm Şafiî (rahimehüllah): «Bir mahlûkun kabri mescid ittihâz edilecek derecede ta'zîm olunmasını ben, kerîh görürüm. Çünkü bunun hem ona hem ondan sonra gelecek insanlara fitne olacağından korkarım.» demiştir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Ebvâbu Salâti'l-havf
Konu: Kabir Üzerine Oturmaktan Ve Kabir Üzerinde Namaz Kılmaktan Nehiy Bâbı
2296-) Bana Alîyyü'bnü Hucr Es - Sa'di ile İshâk b. îbrâhîm El-Hanzalî rivâyet ettiler. Lâfız İshâk'ındır. Alî: (Bize rivâyet etti.) tâbirini kullandı. İshâk ise: Bize Abdülazîz b. Muhammed, Abdülvâhidl b. Hamza'dan o da Abbâd b. Abdillâh b. Zübeyr'den naklen haber verdi ki Âişe Sa'dû'bnü Ebî Vakkaas'ın cenazesi mescide getirilerek, namazı orada kılınmasını emretmiş. Fakat halk, kendisine itirazda bulunmuşlar. Bunun üzerine Âişe: insanlar Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Süheyl b. Beydâ'nın cenaze namazını mescidden başka yerde kılmadığını ne çabuk unutmuşlar!» demiş.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Ebvâbu Salâti'l-havf
Konu: Cenaze Namazının Mescidde Kılınması Bâbı
2297-) Bana Muhammedü'brü Hatim rivâyet etti. ki): Bize Behz rivâyet etti. ki): Bize Vüheyb rivâyet etti. ki); Bize Mûsâ b. Ukbe, Abdülvâhit'den, o da Abbâd b. Abdillâh b. Zübeyr' den naklen rivâyet etti. Abbâd, Âişe'den şunu rivâyet etmiş: «Sa'dü'bnü Ebî Vakkaas vefat edince Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'n zevceleri cenazesinin mescide getirilmesini, kendilerinin de cenazesinin mescide getirilmesini, kendilerinin de cenaze namazını kılacaklarını bildirmek için haber gönderdiler. Cemâat da öyle yaptılar. Derken cenazeyi, namazını kılmak üzere Ümmehât-ı Mü'mînîn'in hücreleri önünde durdurdular. Ve peykelere bakan cenazeler kapısından çıkardılar. Müteakiben halkın bunu ayıpladıklarını haber aldılar. Halk-. Cenazeler mescide sokulmamalı idi; diyorlardı. Âişe bunu duyunca: Şu insanlar bilmedikleri bir şey'i ayıplama hususunda ne de sür'at gösterirler; Bir cenazenin mescidden geçirilmesi hususunda bizi ayıplamışlar. Hâlbuki Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Süheyl b. Beydâ'nın cenaze namazını ancak mescidin içinde kılmıştı; dedi.»

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Ebvâbu Salâti'l-havf
Konu: Cenaze Namazının Mescidde Kılınması Bâbı
2298-) Bana Hârûn b. Abdillâh ile Muhammedü'bnü Râfi' rivâyet ettiler. Lâfız İbn Râfi'indir. Dediler ki: Bize İbn Ebî Füdeyk rivâyet etti. ki): Bize Dahhâk yani İbn Osman, Ebû'n - Nadr' dan, o da Ebû Selemetü'bnü Abdirrahmân'dan naklen haber verdi ki, Sa'dü'bnü Ebî Vakkaas vefat ettiği vakit Âişe: mescide getirin de, cenaze namazını ben de kılayım.» demiş, bu sözüne İtiraz etmişler. Bunun üzerine Âİşe: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Beydâ'nın oğulları Süheyl ile kardeşinin cenaze namazlarını mescidde kıldı.» demiş. diyor ki: «Süheyl b. Da'd, Beydâ'nın oğludur. Annesi: Beydâ'dır.» beyânına göre: Beydâ oğulları üç kişidir. îsimler: Sehl, Süheyl ve Safvân' dır. Annelerinin isimleri: Da'd'dır. Beyza: Sıfatıdır. Babaları da Vehb b. Rabia'dır. Kureyş kabilesine mensuptur. Bu üç kardeşten Süheyl eskiden Müslüman olmuş ve Habeşistan'a hicret etmiştir. Sonra Mekke'ye dönmüş; daha sonra Medine-i Münevvere'ye göç eylemiştir. Bedir ve diğer gazalara iştirâk etmiştir. Vefatı Hicret'in 9. yılına tesadüf eder.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Ebvâbu Salâti'l-havf
Konu: Cenaze Namazının Mescidde Kılınması Bâbı
2299-) Bize Yahya b. Yahya Et - Temimi ile Yahya b. Eyyûb ve Kuteybetü'bnü Saîd rivâyet ettiler. Yahya b. Yahya: (Bize haber verdi.) tâbirini kullandı. Ötekiler: Bize İsmail b. Ca'fer, Şerîk'den, —ki İbn Ebî Nemir'dir.— o da Ata b. Yesâr'dan, o da Âişe'den naklen rivâyet etti ki, şunları söylemiş: dediler: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Âişe'nin nevbeti olan her gece, gecenin sonunda (Medine'nin kabristanı) Bakî'a çıkar ve: size ey Mü'minler diyarı! Size yârın verileceği vaad olunan şey verilmiştir. Sizler bekletilmedesiniz. İnşaallah biz de size katılacağız. Allah' im! Bakî'-ı Garkat'da yatanlara mağfiret buyur.» derdi. Kuteybe: «Size gelmiştir.» sözünü söylememişdir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Ebvâbu Salâti'l-havf
Konu: Kabristana Giderken Okunacak Şeyler Ve Orada Yatanlara Dua Bâbı
2300-) Bana Hârûn b. Saîd El-Eylî rivâyet etti. ki): Bize Abdullah b. Vehb rivâyet etti. ki): Bize İbn Cüreyc, Abdullah b. Kesir b. Muttalib'den naklen haber verdi. O da Muhammed b. Kays'ı şöyle derken işitmiş: Âişe'yi şunları rivâyet ederken dinledim; ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den ve kendimden bir şeyler söyliyeyim mi?» Biz: «Hay hay» dedik. H.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Ebvâbu Salâti'l-havf
Konu: Kabristana Giderken Okunacak Şeyler Ve Orada Yatanlara Dua Bâbı
2301-) Bana, Haccâc-ı A'ver'den dinleyen biri rivâyet etti. Lâfız onundur. ki): Bize Haccâcu'bnü Muhammed rivâyet etti. ki): Bize İbn Cüreyc rivâyet etti. ki): Bana, Abdullah (Kureys'den bir zât), Muhammed b. Kays b. Mahreme b. Muttalip'den naklen haber verdi ki, bir gün şunları söylemiş: Size kendimden ve annem'den bir şeyler anlatayım mı? Biz kendisini doğuran annesini murâd ediyor sandık. Sözüne devamla ki): Âişe şunları söyledi: «Size kendimden ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’ den bir şeyler anlatayım mı?» Biz: «Hay hay..!» dedik. «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanımda bulunduğu nevbetim gecesi gelince Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) değişti. Cübbesini yere koydu, ayakkaplarını çıkarıp; ayaklarının yanına koydu. Kaftanının bir tarafını döşeğinin üzerine yayarak, uzandı. Çok geçmeden benim uyuduğumu zannederek yavaşça cübbesini aldı; yavaşça ayakkaplarını giydi ve kapıyı açarak çıktı. Sonra yavaşça kapıyı kapadı. Ben, hemen entarimi başıma geçirdim, baş bezimi sarındım, çarşafıma burundum. Sonra onun peşinden yola düştüm. Bakî'a varınca durdu, hem de epeyi durdu. üç def'â ellerini kaldırdı, sonra geri döndü. Ben de döndüm. O sür'atle yürüdü, ben de sür'atle yürüdüm; o eşkin gitti, ben de eşkin gittim; o koştu, ben de koştum. Neticede onu geçerek eve girdim. Ben yatar yatmaz o da girdi ve: Sana ne oluyor yâ Âişe? Heyecanlanmışsın... buyurdu. Ben: Bir şey yok; dedim. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'- Ya söylersin yahut latif u Habîr olan Allah bana mutlaka haber verir; dedi. Ben: Ya Resûlallah! Annem babam sana feda olsun, dedim ve macerayı kendisine haber verdim. Ya, önümde gördüğüm karaltı sen miydin? dedi; Evet! cevâbını verdim. Bunun üzerine beni göğüsümden öyle bir itti ki, canımı yaktı. Sonra şunları söyledi: (Allah ve Resûlü sana zülüm mü edecekler sandın?) İnsanlar neyi gizlerse gizlesin, Allah onu bilir. Evet, Resûlüllah (sözüne devamla): Senin gördüğün zaman bana Cibrîl geldi de, nida etti. Ama nidasını senden gizledi. Ben, kendisine cevap verdim fakat ben de cevâbınıı senden gizledim. Sen soyunmuş bir vaziyette iken yanına girecek değildi ya. Ben, senin uyuduğunu zannettim de, uyandırmak istemedim. Korkacağından da şüphe ettim. Cibrîl şunları söyledi: Bakî'de yatanların yanına giderek onlar için istiğfarda bulunmanı sana emrediyor.) Ben: Onlara ne diyeyim ya Resûlallah? dedim; Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)- Selâm mü'min ve Müslümanlardan bu diyarda yatanlara!... Allah, bizim geçmişlerimize de, geleceklerimize de rahmet eylesin. Bizler de in-şaallah sizlere katılacağız; de buyurdular.» cümlesinde «Dara» kelimesi münâdâ olmak üzere mansûp okunur. Cümlede muzâf hafzedilmiş, muzâfun ileyh onun yerine geçirilmiştir. Terkîb: «Yâ ehle dârin» takdirindedir. Bazıları bu kelimenin ihtisas üzere mansûp olduğunu söylemişlerdir. zamirinden bedel olmak üzere mecrûr okunmasını caiz görenler de olmuştur. diyor ki: «Hadis-i şerif, kabristana (Dâr) denilebileceğini gösteriyor ki, doğrudur. Zira lûgatta meskûn olan yere de, harâbezâra da (Dâr) denilir.» Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in kabristanda yatanlara selâm verdikten sonra «inşallah» tâbirini kullanarak: «Biz de size katılacağız.» demesi teberrük ve emr-i ilâhiyye imtisal içindir. Çünkü Kerim'de: (inşaallah'ı söylemek sizin bir şey için (Ben, bunu yârın yaparım.) deme...) buyurularak her yapacağı iş için (inşaallah) tâbirini kullanması kendisine emrolunmuştur. Bazıları, buradaki «inşaallah» ile aynen o kabristan kastedildiğini söylemişlerdir. Medîne-i Münevvere' nin meşhur kabristanıdır. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ona «Bakî'-i Garkad» namını vermesi: Vaktiyle içinde büyük bir diken ağacı bulunduğundandır. ikinci rivâyeti hakkında Ebû Alî El-Gassânî şunları söylemiştir: «Bu hadîs «Sahîh-i Müslim»'deki maktu' hadislerden biridir. Ayni zamanda râvîleri hakkında vehmolunmuştur. Zira ayni hadîsi Abdurrazzâk «Mûsannaf»'ında İbn Cüreyc'den tahric etmiştir. İbn Cüreyc: «Bana Muhammed b. Kays b. Mahreme haber verdi ki. Âişe'yi şöyle derken işitmiş; demiştir...» îyâz hadisin maktu olduğunu kabul etmemiş: «Bü'akis, hadîs müsneddir. Yalnız râvilerinin ismi verilmemişti. Bu ise munkatı' değil, meçhul bâbındandır. Çünkü munkatı'; Tabiî'nden önce, senedinden bir râvisi düşen hadistir. Bu hadîsin senedinde bir işkâl daha vardır ki, şudur: Müslim (Bana Haccâc-ı Â'ver'i dinleyen biri rivâyet etti. Lâfız onundur; dedi ki: Bize Haccâcü'bnü Muhammed rivâyet etti.) demiştir. Bu söz, Haccâc-ı Â'ver’in bu hadîsini Haccâcü'bnü Muhammed ismini taşıyan başka bir râviden naklettiği zannını veriyor. Hâlbuki hakikat öyle değildir. Haccâcü'bnü Muhammed hiç şüphesiz Haccac-ü A’ver' kendisidir. Müslim'in sözü şöyle takdir edilir: Bana Haccâc-ı A'ver'den dinleyen biri rivâyet etti. Bu zât dedi ki: Bana Haccâcü'bnü Muhammed rivâyet etti. Yani Müslim muhaddisin sözünü hikâye etmiş demektir.» demiştir. Nevevl, Kâdı' nın sözüne de İtiraz etmiş, İmâm Müslim'in senedinde meçhul bir kimse bulunan bu hadisi buraya dercetmesinin mutemet bir rivâyet olmak üzere değil, mütâbaat tarîki ile olduğunu binâenaleyh asıl itimât edilecek rivâyeti sahih isnâdla bundan önce zikrettiği için ikinci rivâyetin zikri hadîse zarar vermiyeceğini söylemiştir. Âişe! » sözü: Murahham bir münâdâdır. Böyle yerlerde iki vecih caiz olduğu için ayni kelimeyi «Yâ Âişu» okumak da caizdir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Ebvâbu Salâti'l-havf
Konu: Kabristana Giderken Okunacak Şeyler Ve Orada Yatanlara Dua Bâbı
2302-) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Muhammed b. Abdillâh El -Esedî, Süfyân'dan, o da Âlkametü'bnü Mersed'den, o da Süleyman b. Büreyde' den, o da babasından naklen rivâyet etti. Babası Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), kabristana çıktığımız vakit ne söyliyeceğimizi bize öğretirdi. İçimizden birimiz (Ebû Bekir'in rivâyetinde): diyardakilere selâm» (Züheyr'in rivâyetinde ise): size ey bu diyarın mü'min ve müslim olan halkı! Bizler de inşaallah (Size) katılacağız. Allah'dan bize ve size afiyet dilerim.» derdi. ve yukarki rivâyetler Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile ashâb-ı kirâmın kabir ziyaretine gittiklerini ve kabirde yatanlara selâm verip, duâ ettiklerini bildirmektedirler. Binâenaleyh mezkûr rivâyetlerden şu hükümler çıkarılmıştır:

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Ebvâbu Salâti'l-havf
Konu: Kabristana Giderken Okunacak Şeyler Ve Orada Yatanlara Dua Bâbı
2303-) Bize Yahya b. Eyyûb ile Muhammed b. Abbâd rivâyet ettiler. Lâfız Yahya'nındır. Dediler ki: Bize Mervânü'bnü Muâviye, Yezîd yani İbn Keysân'dan, o da Ebû Hâzim'den o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti. Ebû Hüreyre şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) istiğfar etmek için rabbimden izin İstedim de, bana izin vermedi. Fakat kabrini ziyaret etmek İçin İzin İstedim; bana izin verdi.» buyurdular.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Ebvâbu Salâti'l-havf
Konu: Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Sellem’in Annesinin Kabrini Ziyaret İçin Allahü Teâlâ Hazretlerinden İzin İstemesi Bâbı
2304-) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Muhammed b. Ubeyd Yezîd b. Keysân'dan, o da Ebû Hâzim'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti. Ebû Hüreyre şöyle dedi: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) annesinin kabrini ziyaret ederek ağladı. Yanındakileri de ağlattı. Sonra şöyle buyurdu: için istiğfarda bulunmak hususunda Rabbimden izin istedim. Fakat bana izin verilmedi. Kabrini ziyaret etmek için izin istedim; ona izin verildi. Binâenaleyh sizler de kabirleri ziyaret edin. Çünkü kabir ziyareti ölümü hatırlatır.» hadîsi Ebû Dâvûd, Nesâî ve İbn Mâce muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir. beyânına göre: Hadîs-i şerif Ebû’l-Alâ b. Mâhân tarafından Mağrib'de rivâyet edilmiş, Mısır taraflarında Abdülgâfir-i Fârisî kolundan gelen rivâyetlerde bulunamamıştır. Lâkin cenaze bahsinin sonunda bir çok esâs nüshalarda mevcuttur. Nevevî onun hakkında: «Hiç şüphesiz, sahih bir hadistir.» demektedir. zahirine bakılırsa, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)' in annesi müşrik olarak vefat ettiği için, ona dua ve istiğfar hususunda kendisine izin verilmemiştir. Hattâ bu hadîsle istidlal edilerek: -Müşrikleri ziyaret etmek caizdir. Bu ziyaret hâl-i hayatlarında da caiz hattâ evlâdır. Çünkü vefatlarından sonra onları ziyaret etmek caiz olunca, hayâtlarında bil'evlâ caizdir...» denilmiştir. Fakat evvelce de işaret ettiğimiz gibi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in ebeveyni fetret zamanında vefat ettikleri için mü'min mi yoksa kâfir mi sayılacakları ulemâ arasında ihtilaflıdır. Sahih olan kavle göre mü'mindirler. Mü'min olduklarını beyân hususunda üç görüş vardır:

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Ebvâbu Salâti'l-havf
Konu: Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Sellem’in Annesinin Kabrini Ziyaret İçin Allahü Teâlâ Hazretlerinden İzin İstemesi Bâbı
2305-) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr ve Muhammedü'bnü'l - Müsennâ rivâyet ettiler. Lâfız Ebû Bekir ile İbn Nümeyr'indir. Dediler ki: Bize Muhammedü'bnü Fudayl, Ebû Sinan yani Dırâr b. Mürra'dan o da Muhârib bi Disâr'dan, o da İbn Büreyde'den, o da babasından naklen rivâyet etti. Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) sizi kabirleri ziyaretten menetmiştim, artık onları ziyaret edin. Kurban etlerini üç günden fazla tutmaktan da menetmiştim, onları da münâsip gördüğünüz zamana kadar tutun. Deri kaplardan maada bütün kaplara hurma şırası koymanızı dahi yasak etmiştin; bundan böyle gütün kaplardan şıra içebilirsiniz. Yalnız sarhoşluk veren içkileri İçmeyin.» buyurdular. Nümeyr, kendi rivâyetinde: «Abdullah b. Büreyde'den, o da babasından...» dedi.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Ebvâbu Salâti'l-havf
Konu: Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Sellem’in Annesinin Kabrini Ziyaret İçin Allahü Teâlâ Hazretlerinden İzin İstemesi Bâbı
2306-) Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti. ki): Bize Ebû Hayseme, Zübeyd-i Yâmî'den, o da Muhârib b. Disâr'dan, o da İbn Büreyde'den, zannederim o da babasından, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen haber verdi. (Buradaki şekk Ebû Hayseme'dendir.) H.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Ebvâbu Salâti'l-havf
Konu: Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Sellem’in Annesinin Kabrini Ziyaret İçin Allahü Teâlâ Hazretlerinden İzin İstemesi Bâbı
2307-) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe de rivâyet etti. ki): Bize Kabi-satü'bnü Ukbe, Süfyân'dan, o da Âlkametü'bnü Mersed'den, o da Süleyman b. Büreyde'den, o da babasından, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen rivâyet etti. H.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Ebvâbu Salâti'l-havf
Konu: Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Sellem’in Annesinin Kabrini Ziyaret İçin Allahü Teâlâ Hazretlerinden İzin İstemesi Bâbı
2308-) Bize İbn Ebî Ömer ile Muhammed b. Râfi’ ve Abd b. Humeyd dahi toptan Abdürrazzâk'dan, o da Ma'mer'den, o da Atâ-i Horasani’den naklen rivâyet ettiler. Ata’: «Bana Abdullah b. Büreyde, babasından o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen rivâyet etti.- demiş. Bu râvilerin hepsi yukarki Ebû Sinan hadîsi mânâsında rivâyette bulunmuşlardır. hadis, hem nâsih hem mensûh hadîslerden biridir. hakkında kabir ziyaretinin yeniden meşru olduğu hakkında sarihtir. Kadınların ziyareti ihtilaflıdır. «Bütün ulemâya göre bu hadîsdeki izin erkeklere mahsûstur.» demiş; İbn Abdilberr ise vaktiyle kabir ziyareti umûmî olarak yasak edildiği gibi, bu hadîsle de umûmi olarak herkese mubah kılındığını söylemiştir. Bu bâbda bir çok hadisler rivâyet olunmuştur. Büreyde, İbn Mes'ûd, Enes Ebû Hüreyre, Âişe, Hayyân-ı Ensârî, Ebû Zerr, Ali b. Ebî Tâlib, İbn Abbâs, Mücemmi b. Câriye ve Ömer (radıyallahü anhüm) hazerâtının rivâyetleri bunlar meyânındadır. hadisi sadedinde bulunduğumuz rivâyettir. Mes'ûd hadisini İbn Mâce tahrîc etmiştir. Bu hadisde: «Ben, sizi kabirleri ziyaretten menetmiştim, artık siz kabirleri ziyaret edin...» buyurulmaktadır. hadîsini: İbn Ebi Şeybe tahrîc etmiştir. Bu Bu hadîste: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) vaktiyle kabir ziyaretini yasak etmişti, sonra: ziyaret edin ama kötü söz söylemeyin; buyurdular.» denilmektedir. Hüreyre hadîsini Ebû Dâvûd tahrîc etmiştir. Bu hadis, Bâbımızın birinci ve ikinci rivâyetleri mânâsındadır. Âişe (radıyallahü anha) hadîsini İbn Mâce tahrîc etmiştir. Mezkûr hadîsde: «Kabir ziyaretine ruhsat verildi.» denilmiştir. Ensârî hadîsini Taberânî «El-Kebîr» nâm eserinde rivâyet etmiştir. Bu hadîsde Hayber gazasında Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in hutbe okuduğu ve ashâbma evvelce yasak ettiği üç şey'i yani: Kurban etlerini biriktirmeyi, kabir ziyaretini ve kapları helâl kıldığı bildirilmektedir. Zerr hadîsini Hâkim tahrîc etmiştir. Bu hadiste: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): ziyaret et, bununla âhireti hatırlarsın; buyurdu.» denilmektedir. Alî hadisini İmâm Ahmed tahrîc etmiştir. Bu hadis hemen hemen İbn Mes'ûd hadîsi gibidir. Abbâs hadîsini İmâm Ahmed tahrîc etmiştir. Mezkûr hadisde: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): takım kabirlerin yanına uğradı da, yüzünü onlara dönerek; Selâm size! buyurdu.» denilmiştir b. Câriye hadîsini İbn Ebi'd-Dünyâ tahrîc etmiştir. Bunda dahi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in kabirde yatanlara selâm verdiği bildirilmişdir. Yalnız senedinde îsmâil b. Ayyaş vardır. Bu zât zayıftır. (radıyallahü anh) hadîsinde Hazret-i Ömer'in kabristana giderek, orada yatanlara selâm verdiği ve: -Ben, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i bunlara selâm verirken gördüm.- dediği bildiriliyor. Abdilberr'in rivâyet ettiği sahîh bir hadîsde: -Eğer bir kimse dünyâda iken tanıdığı mü'min bir kardeşinin kabrine gider de, selâm verirse, mü'min kardeşi onu tanır ve selâmını alır.» buyurulmuştur. Büreyde hadîsini tahrîc ettikten sonra şunlan söylemiştir: «Ulemâ ındinde amel bu hadîse göredir. Onlar kabir ziyaretinde bir beis görmezler. İbn Mübarek ile Şafiî, Ahmed ve İshâk’ın kavilleri de budur.» Ebû Hüreyre hadîsini dahi rivâyet etmiş ve onun hakkında: «Bu hadis hasen sahihtir.» demiştir. Hüreyre hadîsinden murâd: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Kabirleri ziyaret eden kadınlara Allah lanet etsin, buyurdu.» mealindeki hadistir. Tirmizî bundan sonra dahi şöyle demektedir: «Ulemâdan bâzılarının re'yince bu yasak, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kabir ziyaretine ruhsat vermezden önceye aittir. Ruhsat verince onun ruhsatına erkekler de, kadınlar da dâhil olmuştur.» bâzılarına göre kabir ziyareti yalnız kadınlara mekruhtur. Çünkü kadınların sabrı az, yaygarası çoktur. Ebû Dâvûd'un İbn Abbâs' dan rivâyet ettiği bir hadîste Hazret-i İbn Abbâs Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): ziyaret edip, üzerlerine mescid yapan ve kandil yakan kadınlara lanet etti.» demiştir. hadîsle istidlal eden bir cemâat: «Kabir ziyareti hakkındaki ibâha erkeklere mahsûstur; kadınlara kabir ziyareti caiz değildir.» demişlerdir. kabir ziyaretini mubah görenler Hazret-i Âişe hadîsi ile istidlal etmişlerdir. Mezkûr hadisin beyânına göre bir gün Hazret-i Âişe (radıyallahü anha) kabir ziyaretinden dönüyormuş, kendisine Abdullah b. Ebî Müleyke tesadüf ederek: Mü'minlerin annesi! Nereden geliyorsun?» demiş Âişe (radıyallahü anha): «Kardeşim Abdurrahmân b. Ebî Bekr'in kabrini ziyaretten geliyorum.» cevâbını vermiş. İbn Ebî Müleyke: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kabir ziyaretini yasak etmedi iniydi?» deyince Âişe: «Evet, etmişti, ama sonra da ziyaret olunmasını emir buyurdu demiş. Bazıları yaşlı kadınlarla tazeler arasında fark görmüşlerdir: «Genç kadınlara kabir ziyareti haramdır. Fakat ihtiyarlarına bu mubahtır. Erkeklerden ayrı çıkarlarsa, kabir ziyareti hepsine caiz olur.» demiştir. Kurtubi'nin beyânına göre: Ulemâdan Bazıları kadınları kabir ziyaretine çıkmaktan meneden hadîsi, kabristana çok giden kadınlara hamletmek istemişlerdir. çok gitmek, kocasının hakkını yemeye, kırıtarak dillere destan olmaya, yaygara vb. gibi mefsedetlere sebep olacağı için kadınların çok kabir ziyaret edenleri bu işden menedilmişlerdir. Zâten zûvvârât ile zâirât arasında fark vardır. Çok ziyaret edenler; zâirât ise: Alel'âde ziyaretçi kadınlar, mânâsına gelir. ile îbrâhim Nehâi'ye göre: Kabir ziyareti meşru değildir. Bazıları, onların Büreyde hadîsini duymadıklarına kaail olmuşlardır. Çünkü Büreyde hadisi kabir ziyretinin tekrar mubah kılındığı hususunda nass'dır. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) her sene Şühedâ'nın kabirlerini ziyaret eder, onlara selâm verir, duâ ederdi. Bunu Hulefâ-i Râşidin hazerâtı da yaparlardı. Hazret-i Alî, İbn Mes'ûd ve Enes (radıyallahü anhüm)'ün kabir ziyaretine cevaz verdikleri rivâyet olunur. Fâtıme her Cuma Hazret-i Hamzâ'nın kabrini ziyaret edermiş. Hazret-i Ömer'in babasının kabrini Âişe (radıyallahü anhüma)'nın Mekke'de kardeşi Abdurahmânm kabrini ziyaret ettikleri rivâyet olunmuştur. dolayıdır ki İbn Habib: «Kabirleri ziyaret ederek, yanlarında oturmak ve geçerken orada yatanlara selâm vermekde bir beis yoktur. Bunu Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’de yapmıştır.» demiştir. kabir ziyareti yalnız ilk zamanlarda yani putperestliğin henüz bırakıldığı devirlerde yasak edilmişti. İslâmiyet kuvvet bulup, kabirlere tapmak mefsedetinden endîşe kalmayınca bu bâbdaki nehy kaldırılmıştır. Çünkü kabir ziyareti insana âhireti hatırlatır. diyor ki: «Bütün bunlardan, kabir ziyaretinin kadınlar için mekruh hattâ bu zamanda haram olduğu mânâsı çıkar. Bahusus Mısır kadınlarına!.. Çünkü onlar dışarıya fitne ve fesâd için çıkarlar. Hâlbuki ziyaret ruhsatı âhireti hatırlatmak ve geçenlerden ibret alarak dünyâya dalmamak içindir.» şıra koyma mes'elesi «îmân» bahsinde kısmen görülmüştü. Bakiyyesi inşaallah «meşrubat» bahsinde görülecektir, hakkında dahi yeri gelince malûmat verilecektir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Ebvâbu Salâti'l-havf
Konu: Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Sellem’in Annesinin Kabrini Ziyaret İçin Allahü Teâlâ Hazretlerinden İzin İstemesi Bâbı
2309-) Bize Avn b. Sellâm El - Kufi rivâyet etti. ki): Bize Züheyr, Simâk'den, o da Câbir b. Semura'dan naklen haber verdi. Câbir Şöyle dedi: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e kendini oklarıyla öldüren bir adam getirdiler de, onun cenaze namazını kılmadı. mevzuda bazı hadisler «îmân» bahsinde geçmişti... Ebû Şeybe'nin «Mûsannef»'inde tahrîc ettiği bir hadiste şöyle denilmektedir: (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ashabından biri yaralandı, yarası kendisine pek ziyâde elem ve ızdırâp verince yassı demirli bir ok alarak, onunla intihar etti. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onun cenaze namazını kılmadı.» hadîsi Câbir b. Semûre rivâyet etmiştir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in bu gibi cinayetlerden menetmek için o kimsenin cenaze namazını kılmadığı; fakat ashabına: cenaze namazını kılın.» buyurduğu da rivâyet olunmuştur. b. Semûre hadîsini Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce tahrîc etmişlerdir. «Cenaze» bahsinde Sabit İbn Dahhâk (radıyallahü anh)'dan tahrîc ettiği bir hadiste Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): kim kasten İslâmdan gayri bir dînin sâliki olmak üzere yemin ederse, o kimse dediği gibidir. Ve her kim kendini bir demirle öldürürse, cehennem ateşinde onunla azâb görür.» buyurmuşlardır. hadîsi İmâm Müslim de «Eymân» bahsinde tahrîc etmiştir. Yeri gelince inşaallah görülecektir. Mişkas'ın cem'idir. Geniş oklak manasınadır.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Ebvâbu Salâti'l-havf
Konu: Întihar Edenin Cenaze Namazını Terk Bâbı
2310-) Bana Amrü'bnü Muhammed b. Bükeyr En - Nâkıd rivâyet etti. ki): Bize, Süfyân b. Uyeyne rivâyet etti. ki): Amrü'bnü Yahya b. Umâra'la sordum da, bana babasından, o da Ebû Saîd-i Hudrî'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen haber verdi; vesk'dan azda zekât yoktur. Beş tane üçer yaşında deveden daha az da zekât yoktur; beş okiyye'den daha az dan gümüşte zekât yoktur.» buyurmuşlar.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Bab
2311-) Bize Muhammedü'bnü Rumh b. El-Muhâcir rivâyet etti. ki): Bize Leys haber verdi. H. Amru'n - Nâkıd da rivâyet etti. ki): Bize Abdullah b. İdrîs rivâyet etti. Leys ile Abdullah'ın ikisi birden Yahya b. Saîd'den, o da Amr b. Yahya'dan bu isnâdla yukarki hadîsin mislini rivâyet etmişlerdir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Bab
2312-) Bize Muhammedü'bnü Râfi' rivâyet etti. ki): Bize Abdurrazzâk rivâyet etti. ki): Bize İbn Cüreyc haber verdi. ki): Bana Amr b. Yahya b. Umara, babasından, o da Yahya b. Umara' dan naklen haber verdi. Yahya şöyle dedi: Ben, Ebû Saîd-i Hudrî'yi şunları söylerken işittim: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i şöyle buyururken dinledim; Hem avucuna beş parmağı ile işaret ediyordu.» sonra İbn Uyeyne hadîsi gibi rivâyette bulundu.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Bab
2313-) Bana Ebû Kâmil Fudayl b. Hüseyin El-Cahderî rivâyet etti. ki): Bize, Bişr yani İbn Muf addâl rivâyet etti. ki): Bize Umârutü'bnü Gaziyye, Yahya b. Umâra'dan naklen rivâyet etti. ki: Ebû Saîd-i Hudrî'yi şunları söylerken işittim: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'- vesk'den daha az da zekât yoktur. Beş tane üçer yaşında deveden daha aşağı da zekât yoktur. Ve beş okiyye'den daha az gümüşte zekât yoktur.» buyurdular.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Bab
2314-) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Amru'n - Nâkıd ve Züheyr b. Harb rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Vekî', Süfyân'dan, o da İsmail b. Ümeyye'den, o da Muhammed b. Yahya b. Habbân'dan, o da Yahya b. Umâra'dan, o da Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen rivâyet etti. Ebû Saîd Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) olsun, hububattan olsun beş vesk'den daha az da zekât yoktur.» buyurdular.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Bab
2315-) Bize İshâk b. Mansûr rivâyet etti. ki): Bize Abdurrahmân yani İbn Mehdi haber verdi. ki): Bize Süfyân, İsmail b. Ümeyye'den, o da Muhammed b. Yahya b. Habbân'dan, o da Yahya b. Umâra'dan, o da Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen rivâyet etti ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): veski bulmadıkça hububatla hurmada zekât yoktur. Üçer yaşında beş deveden daha az da zekât yoktur. Beş okiyye gümüşten daha az da zekât yoktur.» buyurmuşlar.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Bab
2316-) Bana Muhammed b. Râfi' rivâyet etti. ki): Bize Abdur-Âdem rivâyet etti. ki): Bize Süfyân-ı Sevrî İsmâil b. Ümeyye' den bu isnâdla İbn Mehdi hadisi gibi rivâyette bulundu.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Bab
2317-) Bana Muhammed b. Aafi' rivâyet etti. ki): Bize Abdur-razzâk rivâyet etti. ki): Bize Sevrî ile Ma'mer, Jsmâil b. Ümey-ye'den bu isnâdla İbn Mehdî ve Yahya b. Âdem hadîsi gibi haber verdi. Yalnız o «Hurma» yerine «Yemiş» demiştir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Bab
2318-) Bize Hârûn b. Mâruf ile Hârûn b. Said El - Leylî rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize İbn Vehb rivâyet etti. ki): Bana Iyâz b. Abdillâh, Ebû'z - Zübeyr'den, o da Câbir b. Abdillâh'dan, o da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen haber verdi ki: okiyye'den daha az olan gümüşte zekât yoktur; üçer yaşında beş deveden daha azında zekât yoktur. Beş vesk'den daha az hurmada zekât yoktur.» buyurmuşlar. Şaid hadîsini Buhârî «Zekât» bahsinin bir-iki yerinde; Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce ayni bahisde muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir. Okiyye'nin cem'idir. Okiyye fıkıh, hadîs ve lügat ulemâsının ittifakı ile kırk dirhemdir. Buna «Hicaz okiyyesi» de derler. Iyâz: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında okiyye ile dirhemin meçhul kalması mümkün değildir. Çünkü bu ölçülerle zekâtı vâcib kılan bizzat Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dir. Sahih hadîslerde sabit olduğuna göre: Alışverişler, nikâhlar hep bunlarla yapılmıştır. Bu gösteriyor ki: Dirhemler Abdülmelik b. Mervân zamanına kadar malûm değildi. Onları ulemânın re'yi ile Abdülmelik topladı ve her onluğu yedi miskâal ağırlığında, bir dirhemin ağırlığını da altı dânık yaptı... iddiasında bulunanların sözü bâtıldır. Yalnız bunlar Müslümanlar tarafından husûsi surette ve muayyen şekilde basılmamışlardır. Kimisi Acem kimisi Rum basınası şeylerdi. Ve büyüklü küçüklü idiler. Bazıları da hiç basılmamış ve nakşedilmemiş gümüş parçalarından ibaret olup, Yemen'e veya Mağrib'e aittiler. Nihayet bunların İslâmi bir şekille basılıp, nakşedilmeleri ve değişmeyen bir tek vezin hâline getirilmelerine lüzum görülerek büyüğü küçüğü bir araya toplandı. Ve münaasip gördükleri vezinde basıldı. Şüphesiz ki o zaman dirhemler malûmdu. Aksi takdirde onlara zekât vb. hususunda hukûkullah ve ve hukûk-u ibâd nasıl taalûk edebilirdi? Nitekim o zaman okiyye de malûmdu.» diyor. bâbda Nevevîde şunları söylemiştir: «îlk asırda yaşı-yanlar mâruf olan bu vezinle kıymet takdirine ittifak etmişlerdir. Yani dirhem altı dânıktır. Her on dirhem yedi miskaâl ağırlığında gelir. Miskaâl ise gerek câhiliyet gerekse İslâmiyet devirlerinde değişmemiştir.» İbn Sa'd'ın «Tabakat»mdan şunları naklet-miştir: «Abdülmelik b. Mervân 75. târihinde dirhemle dinarı darbetmiştir. Onları ilk darbeden ve üzerlerine nakış vuran o'dur.» Ubeyd Kâsım b. Sellâm «Kitâbü’l-Emvâl» nâm eserinde şunları söylemiştir: «İslâmiyetten önce dirhemler irili ufaklı idi, İslâmiyet gelince dirhemleri darbetmek istediler. Zira her iki nev'înden de zekât veriyorlardı. Büyük dirhem: 8 dânık, küçük dirhem ise, 4 dânık idi. Müslümanlar büyük dirhemi küçük dirheme katarak; bunlardan iki müsavi dirhem yaptılar. Böylelikle altışar dâ-nıklık iki dirhem meydana geldi. Sonra dirhemleri miskaâllerle ölçtüler. Miskaâl ilelebet mahdut, eksilip artmayan bir ölçüdür. Bir tanesi altı dânıktan ibaret olan on dirhemi miskaâlle ölçünce yedi miskaâl ağırlığında geldiğini gördüler. Büyüklü küçüklü dirhemler arasında bu dirhem ortayı teşkil ediyordu. Zekât hususunda Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in sünnetine de muvafık idi. Binâenaleyh dirhem meselesi ondan sonra bu minval üzere devam etti. Ümmet de bu hususta ittifak eyledi. Artık tam dirhem altı dânık olarak, değişmeden devam etti.» kitaplarında beyân olunduğuna göre: İlk zamanlarda dirhemler üç nev'idi, birinci nev'in her on dirhemi on miskaâl geliyordu. Yani bir dirhem bir miskaâl ağırlığında idi. İkinci nev'în on dirhemi altı miskaâl tutuyordu. Üçüncü nev'în on dirhemi beş miskaâl geliyordu. Halk, bu dirhemlerin her biri ile muamele görüyordu. Bu hâl taa Hazret-i Ömer'in hilâfeti zamanına kadar böyle devam etti. Ömer (radıyallahü anh) haraç denilen vergiyi büyük dirheme göre almak istedi. Mükellefler kendisinden bunu hafifletmesini rica ettiler, o da zamanının hesap âlimlerini toplayarak dirhemlerin arasını buldurdu. Neticede âlimler her nev'i dirhemin üçte birini alarak, yedi miskaâl ağırlığındaki dirhemi buldular. fetva kitaplarında her beldenin kendine mahsûs dinar ve dirhemi nazar-ı itibâra alınacağı ve zekâtın ona göre verileceği beyân olunmuştur. veya verk: Madrup olsun olmasın «gümüş» demektir. Bazıları esâs itibârı ile her nev'î gümüşe verik denildiğini; diğer Bazıları da dirhem şeklinde darbedilmiş gümüşe verik denildiğini, dirhem olmayan gümüşe ise ancak mecazen vekik itlâk edilebileceğini söylemişlerdir. altınla gümüşün ikisine birden verik denildiğini söyliyen-ler vardır. -Mikâyîl»'de Vâkıdi'den naklen şöyle deniliyor: «Câhiliyet devrinde Kureyş'în kendine mahsûs bir takım vezinleri vardı. İslâmiyet gelince bunlardan okiyye'yi olduğu gibi yani kırk dirhem, ritılı da oniki okiyye yani seksendört dirhem olarak kabul etti. Arapların «neş» ve «Nevât» denilen birer ölçüleri daha var di: 20 dirhem, nevât: 5 dirhem ağırlığında idi. Miskaâl: 22 kirât' dan bir dâne noksan gelen ölçü idi. On dirhemin ağırlığı 7 miskaâl gelirdi. Bir dirhem 15 kîrâtdan meydana gelirdi. (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz Medine' ye gelince veznine bakarak külçe altına dînâr; ve yine veznine bakarak külçe gümüş dirhem ismini verdi. Medine' nin ölçüleri bu suretle tekarrur etti ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): Medîne'lilerin nizâmıdır.» buyurdular.» Câbir'den rivâyet edilen bir hadîste Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): dînâr yirmidört kîrâtdır.» buyurduğu bildirilmişdir. Abdilberr: «Bu hadîsin senedi sahîh değilse de, ulemânın onun mûcebince amel etmesi halkın onun mânâsına göre amel hususunda ittifakı senedinni sıhhâtma ihtiyâç bırakmamıştır.» diyor. Ortalama beş arpa tanesi ağırlığında bir ölçüdür. Veks'in cem'idir. Müfredi visk şeklinde dahi okunabilir. Fakat vesk kîrâatı daha meşhurdur. bâzılarına göre, vesk: Bir deve yükü, demektir. Bazıları Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimizin ölçeği ile altmış ölçek, demek olduğunu söylerler. takımları vesk'in mutlak surette bir yük, mânâsına geldiğine kaaildirler. Dâvûd'un, Hazret-i Ebû Saîd-i Hudri’ den rivâyet ettiği merfû bir hadiste Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) vesk'den daha azda zekât yoktur. Bir vesk altmış mühürlü ölçektir» buyurmuş olduğunu rivâyet etmiştir. Ancak: «Ebû'l-Buhteri, Ebû Said'den işitmemiştir.» diyerek bu hadisin munkatı' olduğuna İşarette bulunmuştur. Ubeyd Kâsım b. Sellâm’ın beyânına göre «mühürlenmiş ölçek»den murâd: Üzerine ziyâde veya noksan yapılmasın diye matbu mühür vurulan ölçektir. Bunu vaktiyle hükümdarlar yaparlarmış. mânâsına gelen sa' 51/3 Bağdat rith eder. Bağdat rith hakkında muhtelif kaviller vardır. Bunların en meşhuru 128 4/7 dirhem olmasıdır. Bazıları Bağdat ritlının tam 128 dirhem, bir takımları da 130 dirhem olduğunu söylemişlerdir. Şu hâlde beş vesk binaltıyüz Bağdat rith eder. Esah kavle göre beş veski, ritl denilen ölçüyle takdir etmek yüzdeyüz değil, takribidir. Üç'den on'a kadar olan devedir. Bâzılarına göre iki ile dokuz arasındaki dişi devedir. Erkek develere zevd denilmez. Zevd: Üçten, onbeş'e kadar olan develerdir.» demiş; bir takımları üçten yirmiye kadar hattâ İbnü'l-A'râbî üçden, otuz'a kadar olan dişi develere zevd denildiğini söylemiştir. takımları, bir deveye de zevd denilebileceğini söylemişlerdir. İbn Kuteybe: «Bir cemâat zevd'in müfred mânâsına geldiğini, diğlerleri cemi' olduğunu söylemişlerdir ki, muhtar olan da budur.» demiştir. İbn Abdilberr bunu beğenmemiş: «Bu söz bir şey değildir.» demiştir. zevd kelimesi rant, kavm ve nisa kelimeleri gibi lâfzında müfredi bulunmayan cemi'lerdendir. bâbda daha bir çok sözler söylenmiştir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Bab
2319-) Bana Ebû't-Tâhir Ahmed b. Amr b. Abdillâh b. Amr b. Şerh ile Hârûn b. Saîd El -Eylî Amr b. Sevvâd ve Velîd b. Şucâ' hep birden İbn Vehb'den rivâyet ettiler. Ebû't - Tahin Bize Abdullah b. Vehb, Amr b. Hâris'den naklen haber verdi, ona da Ebû'z - Zübeyr rivâyet etmiş; o da Câbir b. Abdillâh'ı Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den şöyle buyururken işittiğini rivâyet etmiş; demiş; yağmur sularının suladıkları mahsûllerde öşür; hayvanla sulanan mahsûllerde yarım öşür vardır.» Öşür'ün cem'idir. Kâdı îyâz: «Biz, bu kelimeyi umumiyetle üstatlarımızdan aşûr şeklinde zaptettik. Aşûr: Çıkan mahsûlün ismidir.» diyor. - Envâr» sahibi dahi «Şeyhlerin ekserisi bu kelimeyi ile uşur okuyorsa da, doğrusu aşûrdur.» demiştir. Fakat Nevevî bu iddianın doğru olmadığını söylüyor. Ve: «Kendisi de itilâf etti ki: Üstatların bir çoğu bu kelimeyi uşûr okumuş. Doğrusu aa budur.», diyor. . murâd: Yağmurdur, Müslim' den başkaları bu kelimeyi «Gayl» şeklinde rivâyet etmişlerdir. Ubeyd'in beyânına göre «Gayl»: Büyük sel derecesine varmamak şartıyla nehirlerden akan sulardır. Sikkît: «Gayl: Yer üzerine akan sudur.» demiştir. Su çıkarmakta kullanılan devedir. Buna «Nadih» dahi derler. şerif, yağmur ve nehir suları ile sulanan mahsûllerde öşür yani onda bir; hayvanla sulananlarda işe meşakkat ve masraf daha çok olduğu için yarım Öşür verilmesi icâb ettiğine delildir. Yukarıda da işaret ettiğimiz vecihle ulemâ yerden çıkan her mahsûl, meyve, çiçek vb.'nin zekâtı verilip verilmiyeceği hususunda ihtilâf etmiş ve ortaya dokuz kavil çıkmıştır. Şöyle ki: İmâm A'zam'a göre az olsun çok olsun yerden çıkan her mahsûlün zekâtı vardır. Bundan yalnız odun, kamış, ot ve saman gibi şeyler müstesnadır. Bu cihet ittifMÖdir. Ancak istisna kamış vb.'nin kendiliğinden yetişmesine nazaşandır. Sâhibi tarafından kasden kamışlık veya koru yetiştirilirse öşür yine lâzımdır. Şeker kamışı gibi şeylerde öşür vardır. «Nu'man’ dan başka onun sözüne kaail olan bilmiyoruz.» demişse de, -Suruci kendisine cevap vermiş ve: «Vallahi bu hususta İbn'l- Münzir yalan söylemistir. Çünkü bu kavle Ebû Hanîfe’ den" başka da kaail olanlar bulunduğunu o bilir. Ancak asabiyeti kendisini böyle şeyler irtikâbına sevkeder» demiştir. da işaret ettiğimiz vecihle Ebû Hanife' nin kavli îbrâhîm Nehâî, Mücâhid, Hammâd, İmâm Züferve Halife Ömer b. Abdilaziz' in de mezhepleridir. Bu kavil İbn Abbâs (radıyallahü anh)' dan rivâyet olunmuştur. Vesk ile ölçülmeyen şeyler hakkında Dâvûd-u Zahirî ile sair Zahirîye ulemâsının mezhepleri de budur. Devamlı olan mahsûllerin miktarı beş vesk olursa öşür vacibidir. îmam Ebû Yûsuf'la İmâm Muhammed' in, kavilleri budur. kavun karpuz ve hıyar gibi mahsûllerde öşür yoktur. İmâm Muhammed ayva, incir, elma, armut, şeftali, kayısı ve erik gibi şeylerde öşür olmadığını nassan beyân etmiştir. - Yenâbî'» nâm eserde: «Bir sene devam edebilen ceviz, badem, fındık ve fıstık gibi meyvelere de öşür vaciptir.» deniliyor. «El -Mebsût»'da ise İmâm Ebû Yûsuf un kavline göre ceviz, badem ve fıstıkta öşür vacip İmâm Muhammed' in kavline göre ise bunlarda öşür vâcib değildir.» deniliyor. ve yaş hurma gibi kurutulduğu takdirde bir sene devam edebilen meyvelerde öşür vardır. Muhammed' den bir rivâyete göre: Kurutulmaya yaramıyan üzümde öşür yoktur. Soğan ve sarımsak gibi sebzeler hakkında İmâm Muhammed' den iki kavil vardır. Buğday, arpa, mısır, pirinç, mercimek, nohut bakla, fasulye ve bezelye gibi biriktirilip gıda yapılabilen şeylerde öşür vâcibdir. İmâm Şafiî' nin kavli budur. İmâm Mâlik’in kavli Sâfii'nin kavline benzer; bâzı cihetlerde farklıdır. İmâm Ahmed'e göre: Devam eden, kurutulan ve ölçekle ölçülen hububat ve meyvelerde öşür vâcibdir. Hububat ile sebzelerde ve meyvelerde öşür vâcibdir. İmâm A'zam'in üstadı Hammâd'in kavli budur. Mezrûâtdan yalnız buğday, arpa ile meyvelerden kuru hurma ve üzüm kurusunda öşür vâcibdir. Bunlardan maada hiç bir şeyde öşür yoktur. Bu kavil Sevrî ile İbn Ebi Leylâ ve Evzâi'den naklolunmuştur. Yalnız Evzâi'ye göre zeytinde de öşür vardır. İkiyüz dirhem kıymetindeki sebzede öşür vardır. Hasan-ı Basri ile Zühri'nin mezhepleri budur. Vesk'le ölçülen şeylerin beş vesk miktarında öşür vardır. Vesk le ölçülmiyenlerin ise azına çoğuna öşür vermek îcâb eder. Zahirilerin mezhebi de budur.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Öşür Yahut Yarım Öşür Îcab Eden Şeyler Bâbı
2320-) Bize Yahya b. Yahya Et - Temimi rivâyet etti. ki): Mâlik'e, Abdullah b. Dinar'dan dinlediğim, onun da Süleyman b. Yesâr'dan, onun da Irak b. Malik'den, onun da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet ettiği şu hadîsi okudum: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): kölesi ile atı için zekât yoktur.» buyurmuşlar.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Müslümana Kölesi İle Atı İçin Zekat Lazım Gelmediği Bâbı
2321-) Bana Amru'n -Nakıd ile Züheyr b. Harb rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Süfyân b. Uyeyne rivâyet etti. ki): Bize Eyyûb Mûsâ, Mekhûlden, o da Süleyman b. Yesâr'dan, o da Irak b. Mâlikden, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti. Amr: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den dedi. Züheyr ise: (Ebû Hüreyre, hadîsi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e vardırdı.) tâbirini kullandı. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kölesi ile atı için zekât yoktur.» buyurmuşlar.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Müslümana Kölesi İle Atı İçin Zekat Lazım Gelmediği Bâbı
2322-) Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti. ki): Bize Süleyman b. Bilâl haber verdi. H. Kuteybe de rivâyet etti. ki): Bize Hammâd b. Zeyd rivâyet etti. H. Ebû Bekir b. Ebî Şeybe dahi rivâyet etti. ki): Bize Hatim b. İsmail rivâyet etti. Bu râvîler hep birden Huseyn b. Irak b. Mâlik'den, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den bu hadisin mislini rivâyet etmişlerdir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Müslümana Kölesi İle Atı İçin Zekat Lazım Gelmediği Bâbı
2323-) Bana Ebû't - Tâhir ile Hârûn b. Saîd El-Eyli ve Ahmed b. Îsâ rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize İbn Vehb rivâyet etti. ki): Bana Mahreme, babasından, o da Irak b. Mâlik'den naklen haber verdi. Irak Şöyle dedi: Ebû Hüreyre'yi, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'den rivâyet ederken dinledim; Efendimiz: için sadaka-i fitirdan başka sadaka yoktur.» buyurmuşlar. hadîsi Buhari, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce muhtelif lâfızlarla «Zekât» bahsinde muhtelif râvilerden tâhrîc etmişlerdir. bâbda Alîyyü'bnü Ebî Tâlib, Amr b. Hazm Ömerü'bnü'l-Hattâb, Huzeyf, Abdullah b. Abbâs, Abdurrahmân b. Semure ve Semuratü'bnü Cündeb (radıyallahü anhüm) hazerâtından da rivâyetler vardır. Ali hadisini Ebû Dâvûd, Tirmizî Nesâî ve İbn Mâce tahric etmişlerdir. Mezkûr hadiste Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): köle zekâtını size affettim.» buyurmuştur. b. Hazm hadîsini Taberâni El-Kebir» nâm eserinde tahrîc etmiştir. Mezkûr hadiste Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Yemen’ lilere ferâiz ve sünnetleri muhtevi bir mektup yazdığı ve ezcümle Müslümanın kölesi ile atma zekât olmadığını bildirdiği kaydedilmektedir. Ömer ile Huzeyfe (radıyallahü anh)’ın hadisini İmâm Ahmed rivâyet etmiştir. Bu hadisde: «Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Ebû Bekir at ve köleler için zekât almadılar.» denilmektedir fakat hadis zayıftır. Abbâs hadîsini Taberâni «Es-Sağir» ve «El-Evsat» nâm eserlerinde rivâyet etmiştir. Bu hadîs de Hazret-i Âişe hadisi gibidir. b. Semura hadîsini Taberânî ile Beyhakî rivâyet etmişlerdir. Fakat bu hadîsin râvileri arasında Süleyman b. Erkam vardır: Süleyman: metrûkü'l - hadis'dir. Abdurrahmân hadisinde: «Merkep, at ve köleler için zekât yoktur.» denilmektedir. Cündeb hadîsini Bezzâr rivâyet etmiştir. Bu hadîste dahi köleler için sadaka verilmiyeceğinden bahsedilmışse de, isnadı zayıftır.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Müslümana Kölesi İle Atı İçin Zekat Lazım Gelmediği Bâbı
2324-) Bana Züheyr b. Harb rivâyet etti. ki): Bize Alîyyü'bnü Hafs rivâyet etti. ki): Bize Verkaa', Ebû'z - Zinâd' dan, o da A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti. Ebû Hüreyre şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ömer'i sadaka toplamaya gönderdi. İbn Cemîl ile Hâlidü'bnü Velîd ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in amcası Abbâs zekât vermedi, denildi. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): Cemî! zekât vermekten İmtina etmez şu kadar var ki o fakir İdi. Allah, kendisini zengin yaptı; Hâlid'e gelince: Siz, Hâlid'e zulmediyorsunuz. O bütün zırhlarını ve harp âletlerini Allah yolunda hapsetmiştir. Abbâs'ın zekâtı ise bir misl'r de beraberinde olmak üzere benim üzerimdedir.» buyurdu, sonra (sözüne devamla): Ömer! Sen, bir kimsenin amcasını babasının aslından olduğunu bilmez misin?» dedi. hadisi Buhârî «Zekât» bahsinde az çok lâfız değişiklikleri ile tahrîc etmiştir. murâd. Zekâtdir. Bu kelime farz olan zekât ile farz olmıyan tetavvû' mânâlarında kullanılır. cumhûr-u ulemânın onu bu hadîsde farz olan zekât mânâsına aldıklarını söyler. Maamâfih ulemâdan Bazıları tetavvû' sadakası mânâsına geldiğini söylemişlerdir. hadîsi Abdürrazzâk da rivâyet etmiştir. Onun rivâyetinde: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) insanları sadaka vermeye teşvik etti...» denilmektedir. Kassâr: «Sadaka mânâsı bu kıssaya daha lâyıktır. Çünkü biz Ashâb-ı Kiram' dan hiç birini farz olan zekâtı vermediklerini zannetmeyiz.» demiştir. takdirde Hazret-i Hâlid'in vermemekte mâzûr olduğu kendiliğinden anlaşılır. Çünkü Hâlid (radıyallahü anh) bütün malını hak yolunda vakfetmişti. Sevabına sadaka vermek için elinde bir şey kalmamıştı. İbn Cemil nafile sadaka verme hususunda cimrilik gösterdiği için Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisini takdir etmiş, Hazret-i Abbâs için: sadakası bir misli de beraberinde olmak üzere benim üzerimdedir.» yani, o, kendisinden sadaka isıenildiği zaman bundan imtina «tmez; buyurmuştur. Mâlikî' lerden İbn Kassâr hadisi bu suretle te'vil etmiştir. Fakat Kâdı ty âz bu mutâbâayı kabul etmemiş, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Hazret-i Ömer'i sadaka toplamaya gönderdiğini bildiren sahîheyn hadîslerini zahiri mânâlarına hamlederek: «Sadaka toplamak için adam göndermek yalnız farz olan zekâtlara mahsûsdu» demiştir. dahi: «Sahih ve meşhur kavle göre bu mes'ele sadaka değil, zekât hakkındadır.» diyor ve şunları ilâve cdivor: Bum, binâen gerek bizim ulemâmıza gerekse başkalarına göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in: Abbâs'in sarakası bir misli de beraberinde olmak şartıyla benim üzerimdedir; buyurması: Ben, ondan iki senelik zekatı peşin aldım; manasınadır. Zekâtın vakti gelmeden verümesini caiz görmeyenler Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in du sözünü (Abbâs’ın zekâtını, onun nâmına ben veririm.) diye te'vîl etmişlerdir. Bir takımları: «Bu sözün mânâsı; O zaman Hazret-i Abbâs muhtaç vaziyette olduğu için Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onun zekâtını vakti hâli iyileşinceye kadar te'hîr etmiştir.» mütâlâasında bulunmuşlardır. Fakat doğrusu Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in sözü: «Ben, Abbâsin sadakasını peşinen aldım mânâsına gelir. Nitekim Müslim'in rivâyet ettiği başka bir hadîste: Abbâs'dan iki senelik sadakasını peşîn aldık.» buyurulmuştur.» İbn Cemil ile arkadaşlarının sadaka vermediklerini söyliyen zât bizzat Hazret-i Ömer' dir. İbn Cemil’in ismi bâzılarına göre Abdullah, bir takımlarına göre Humeyddir. İbn Cüreyc rivâyetinde İbn Cemîl yerine Ebû Cehm b. Huzeyfe zikredilmişse de, yanlıştır. Bütün ulemâ sadaka vermeyen bu zâtın İbn Cemil olduğunda müttefiktir. Zira İbn Cemil: Ensârdandır. Ebû Cehm ise Kureyş kabîlesine mensûbdur. (sallallahü aleyhi ve sellem)'in: Cemîl zekât vermekten İmtina etmez, şu kadar var ki o fakir İdi. Allah kendisini zengin yaptı.» sözünden muradı: Nimetin karşılığı bu değildir, o zekâtını vermelidir.» demektir. Bu söz de beyân ulemâsının «Medhi, zemme benzeyen bir sözle; zemmi de medhe benzeyen bir sözle te'kîd.» dedikleri san'at vardır. zemme benzeyen bir sözle te'kide misâl Şâir'in; «Onların hiç bir kusuru yoktur. Ancak kılıçlarında müfrezelerle çarpışmadan mütevel-lik çentikler vardır.» beytidir. şerif zemmi, medhe benzeyen bir sözle te'kide misâldir. Yani İbn Cemil' in sadaka vermemesine Allah'ın kendisini zengin etmesinden başka bir sebep yoktur. Bu ise zekât vermemeyi îcâb edecek bir sebep değildir. Binâenaleyh küfrân-ı nîmet etmiyerek Allah'ın verdiği maldan sadaka vermesi îcâb eder. Mühelleb'in beyânına göre İbn Cemîl münâfıkmış, zekât'ı bundan dolayı vermemiş. Bunun üzerine Teâlâ Hazretleri zekât vermekten ancak Allah ve Resûlü kendilerini fadl-ı İlâhî ile zengin kıldıkları için imtina ettiler. Ama tevbe ederlerse kendileri için hayırlı olur.» âyet-i kerimesini indirmiş. İbn Cemil de «Rab-bını beni tevbeye davet etti.» diyerek tevbe ve islah-ı hâl etmiştir. Hazret-i Hâlid kıssasının bir kaç vecîhle te'vîî edildiğini söyler, şöyle ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Hazret-i Hâlid'in mâzûr olduğunu çünkü ibâdet niyeti ile bütün mallarını hak yolunda vakfettiğini bildirmiştir. Hak yolunda bütün malını vakfetmek farz değilken infâk eden bir zât, farz olan zekâtdan elbet de imtina etmez. Onun imtina etmesi elinde avucunda bir şey kalmadığı içindir. Zekât me'mûru Hâlid (radıyallahü anh)'dan zırhlarının kıymeti üzerinden zekât istemiştir. Çünkü onları ticâret mah zannetmiştir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de bunların ticâret malı değil, vakf olduğunu binâenaleyh zekât lâzım geldiğini haber vermiştir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Hazret-i Hâlid' in hak yolunda vakfettiği mallarını zekât saymasını caiz görmüştür. Zira zekâtın sarfedüeceği yerlerden biri (sebîlullah)'dır. Bundan murâd: Hak yolunda çarpışan mücâhîdlerdir. Mallarını peşinen onlara vakfetmesi, zamanı gelince zekât vermesi gibidir. Dir'in cem'idir. Dir': Zırh, demektir. Silâh ve hayvan gibi harâletleri mânâsına gelir. Müfredi: atâd'dır. Ated diyenler de vardır. şerifte Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) amcası Hazret-i Abbâs b. Abdilmuttalib'in kendi babasının aslından olduğunu haber vermiş: Bu meyânda onun hakkında «sini» tâbirini kullanmıştır. Bir kökten biten hurma ağaçları, mânâsına gelir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bununla Hazret-i Abbâs ve kendi babası Abdullah’ın öz kardeş olduklarına işaret buyurmuştur. Hakem b. Uteybe'den rivâyet olunan bir hadîste: «Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Ömerü'bnü'l - Hattâb zekât toplamaya gönderdi de, Abbâs kendisini Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e şikâyet etti. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hattâb oğlu! Bilmez misin ki bir İnsanın amcası, babasının mislidir. Biz, onun zekâtını geçen sene peşin aldık.» buyurdu.» denilmektedir. şerifin Abbâs (radıyallahü anh)’ın sadakası hususundaki cümlesi muhtelif şekillerde rivâyet olunmuştur. Müslim'de; Buhâride başka bir rivâyettedir. Buhârî’nin rivâyetine göre mânâ: «Bu sadaka onun farz olan zekâtı borcudur. Ama onu bir misli ile beraber vakti gelmeden edâ etmiştir. Üçüncü rivâyetin mânâsı da Buhârî rivâyeti gibidir. Çünkü ulemâdan Bazıları «aleyhi» ile «lehû» kelimelerinin ayni mânâya geldiklerini söylemişlerdir. Maamâfih mezkûr rivâyetin: Abbâs'in sadakası onun nâmına benim üzerimdedir.» mânâsına gelmesi de muhtemeldir. rivâyetinden murâd: « Abbâs'in sadakasını ben üzerime alıyorum, onun nâmına ben ödeyeceğim.» demektir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Zekatı Önceden Verme Ve Hiç Vermeme Hususunda Bir Bab
2325-) Bize Abdullah b. Meslemete'bni Ka'neb ile Kuteybetü'bnü Said rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Mâlik rivâyet etti. H. Yahya b. Yahya dahi rivâyet etti. Lâfız onundur. ki): Mâlik'e, Nâfi'den dinlediğim, onun da İbn Ömer'den naklen rivâyet ettiği şu hadisi okudum: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ramazanda sadaka-i fıtri Müslümanların hür veya köle, erkek veya kadın her birine hurmadan bir sa' veya arpadan bir sa' olmak üzere farz kıldı.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Müslümanlara Hurma İle Arpadan Fıtır Zekati Vermenin Vücübü Bâbı
2326-) Bize İbn Nümeyr rivâyet etti. ki): Bize babam rivâyet etti. H. Ebû Bekir b. Ebî Şeybe de rivâyet etti. Lâfız onundur. ki): Bize Abdullah b. Nümeyr ile Ebû Üsâme, Ubeydullah'dan, o da Nâfi'den, o da İbn Ömer'den, naklen rivâyet ettiler. İbn Ömer Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) sadaka-i fıtri köle veya hür, küçük veya büyük herkese, hurmadan bir sa' veya arpadan bir sa' olmak üzere farz kıldı. hadîsi Buhârî, Ebû Dâvûd, Nesâî ve Tirmizî «Sadaka-i fıtır» bahsinde muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir. Buhârî'nin rivâyetinde hadîsin sonunda Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sadakanın halk namaza çıkmazdan önce verilmesini emir buyurdu.» cümlesi de vardır. (sallallahü aleyhi ve sellem) forr kıldı.» cümlesi hakkında Ebû Ömer İbn Abdilberr şunları söylemiştir: Farz kıldı: sözü iki veçhe ihtimâllidir. Birinci veçhe göre —ki bu daha zahirdir.— vâcib kıldı manasınadır. îkinci veçhe göre: Farz kılmaktan murâd: Takdir etmektir. Nitekim (Hâkim yetime nafaka farz kıldı.) denilir. Bunun mânâsı: Nafaka takdir etti, demektir. Bence farz kelimesine icâb mânâsı vermelidir. Ancak takdir mânâsına geldiğine icmâ bulunursa, ona diyeceğim yoktur. Fakat bu bâbda. icmâ bulunmamaktadır. Çünkü farzın mânâsı vâcib değildir, demek ya şüzüzdur yahut süzûz mânâsında bir sözdür.» göre sadaka-i fıtır ıstılahı mânâsında vâcipdir. Bu mânâya vacip, farzla sünnet arasında bir mertebedir. Şafiî' ye göre: farzla vacip arasında fark olmadığı için sadaka-i fıtır farzdır. İbn Dakîki’l-îd: «Farzın lûgatta asıl mânâsı: «Takdî»'dir. Lâkin şeriat örfünde bu kelime vü-cûba hamledilmiştir. Binâenaleyh onu vücûba hamletmek, aslî mânâsı olan takdire yormaktan evlâdır. sadaka-i fıtır hakkında «Sünnetdir.» dediklerini söylemiştik. Çünkü onlara göre bu hadislerde vârid olan farz kelimesi takdir manasınadır. Onlar kelimeyi asli mânâsına almışlardır.» diyor. dahi: «Farz lâfzından şeriat örfünce vücûb anlaşılır. Râvînin farzla mendûbun aralarındaki farkı bildiği hâlde men-dûba: «farz» demesi caiz değildir.» demektedir. bunlara şu cevâbı vermiştir: «Bu zevatın farzla vacip arasındaki farkı bildikleri hâlde aralarında fark görmemeleri, mezkûr iddialarını reddeder.»

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Müslümanlara Hurma İle Arpadan Fıtır Zekati Vermenin Vücübü Bâbı
2327-) Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti. ki): Bize Yezîd b. Zürey', Eyyûb'dan, o da Nâfi'den, o da İbn Ömer'den naklen haber verdi; İbn Ömer Şöyle dedi: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Ramazan sadakasını hür, köle, erkek, kadın herkese kuru hurmadan bir sa' yahut arpadan bir sa' olarak farz kıldı da, insanlar bunu buğdayın yarım sa'ına denk tuttular.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Müslümanlara Hurma İle Arpadan Fıtır Zekati Vermenin Vücübü Bâbı
2328-) Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivâyet etti. ki): Bize Leys rivâyet etti. H. Muhammed b. Ruhm dahi rivâyet etti. ki): Bize Leys, Nâfi'den naklen haber verdi ki, Abdullah b. Ömer şunları söylemiş: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) sadaka-i fıtrin kuru hurmadan bir sa' yahut arpadan bir sa' verilmesini emir buyurdu. Müteakiben insanlar iki müd buğdayı buna denk tuttular.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Müslümanlara Hurma İle Arpadan Fıtır Zekati Vermenin Vücübü Bâbı
2329-) Bize Muhammed b. Râfi' rivâyet etti. ki): Bize İbn Ebî Füdeyk rivâyet etti. ki): Bize Dahhâk, Nâfi'den, o da Abdullah b. Ömer'den naklen haber verdi ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ramazan'ın sadaka-i fıtrini hür veya köle, erkek veya kadın, küçük veya büyük her Müslümana kuru hurmadan bir sa' yahut arpadan bir sa' olmak üzere farz kılınmış. hadîsi Buhârî, Ebû Dâvûd ve İbn Mâce «sadaka-î fıtır» bahsinde tahrîc etmişlerdir. «İnsanlar iki müd buğdayı buna denk tutarlar.» cümlesindeki insanlardan murâd Hazret-i Muâviye ile ona tab'i olanlardır. Nitekim Humeydinin «Müsned»'inde tahrîc ettiği bir rivâyette: «Sadaka-ı fıtır arpadan ve kuru hurmadan bir sâ'dır. İbn Ömer dedi ki: Hilafete geçince halk yarım sâ' buğdayı bir sâ' arpaya denk tuttular.» denilerek bu cihet tasrîh olunmuştur. Aynı hadisi İbni Huzeyme dahi «sahih»'inde başka bir tarik-den rivâyet etmiştir. Dâvûd'un Hazret-i Abdullah b. Ömer' den naklettiği rivâyetde şöyle denilmiştir: « İbn Ömer: (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında halk sadaka-ı fıtri arpadan, kuru hurmadan, kabuksuz arpadan ve üzüm kurusundan bir sa' olarak verirlerdi. Ömer (radıyallahü anh) halife olup da buğday çoğalınca bu şeylerin yerine Ömer yarım sâ' buğdayı koydu dedi.» Gerçi Müslim «Kitabu't - temyiz» nâm eserinde bu hadîsin râvîlerinden Abdülaziz'in vehmettiğini söylemiş İbn'l- Cevzî dahi bu sebeble hadîsi ili etlendirmiş ise de «Tenkîh» sahibi onlara şu cevabı vermiştir: «Mezkûr Abdülaziz hakkında her ne kadar İbn Hibbân sözetmişse de onu Yahya El-Kattan, İbn Ma'in, Ebû Hatim - Razî ve başkaları mu'temed saymışlardır. Onu mu' temed kabul edenler zaıf sayanlardan daha iyi bilirler. İstişhad için Buhârî bile onun hadisini tahric etmiştir.» Ömer hadisini Tahâvi dahi tahrîc etmiştir. Mezkûr hadîsten pek'âla anlaşılıyor ki Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Ashâb-ı bir sâ' arpa veya kuru hurma yerine iki müdd buğday vermeyi kabul etmişlerdir. Ashâb-ı Kiram'in adaletlerini kabul ve sözleri ile amel etmek vaciptir. Hazret-i Ömer (radıyallahü anh)'ın Yemin kefaret-i hususunda: «Benim için on fakir doyur; her fakire yarım sâ' buğday yâhud bir sâ' kuru hurma veya arpa ver.» dediği rivâyet olunur. Şöyle bir rivâyet Hazret-i ,Alî'den dahi naklolunmuştur. Sadaka-ı fıtır hakkında Hazret-i Ebû Bekir, Ömer ve Osman (radıyallahü anhüm)'ün: «Bu sadaka buğdaydan yarım sâ'dır.» dedikleri dahi rivâyet olunur. Bir şey'in kendi cinsinden vezin veya mikdarda mislidir. Adi ise: bir şey'in yerini onun cinsinden olmayan başka bir şey'in tutma-sıdır. Çeyrek sâ'dır. hadîsle sadaka-ı fıtrin vacip olduğuna istidlal edilir. Bazıları buna itiraz ederek: «Hadîs sadaka-ı fıtrin aslına değil mikdarına taalluk eder.» demişlerse de Ayni kendilerine cevap vermiş: «Miktar vacip olunca biz zarûre aslında vacip olduğuna delâlet eder: çünkü mikdârın vacip olması aslın vücûbuna imtina eder.» demiştir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Müslümanlara Hurma İle Arpadan Fıtır Zekati Vermenin Vücübü Bâbı
2330-) Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti. ki): Mâlik'e Zeyd b. Eslem'den dinlediğim, onun da İvaz b. Abdillah b. Sa'd b. Ebî Serhden, naklen rivâyet ettiği şu hadisi okudum: İvaz. Ebû Saîd-i Hudri'yi şöyle derken işitmiş: «Biz sadaka-ı fıtri taamdan bir sâ’ yahut arpadan bir sâ' veya kuru hurmadan bir sâ' yahut kuru sütden bir sâ’ kuru üzümden de bir sâ’ üzerinden veriyorduk.» hadîsi Buhârî, sadaka-ı fıtır bahsinde tahrîc etmiştir. lügat de buğday, arpa ve kuru hurma gibi nafaka olarak kullanılan her şeydir. Ulemânın bu babdaki ihtilâflarını, müteakip hadîste göreceğiz burada taamdan murâd buğdaydır. Arpanın taam üzerine atfedilmesi buna delildir. Kurutulmuş süt demektir. Aynî, Türkçede buna kara-kurd denildiğini söylüyor.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Müslümanlara Hurma İle Arpadan Fıtır Zekati Vermenin Vücübü Bâbı
2331-) Bize Abdullah b. Meslemet'bni Ka'nep rivâyet etti. ki):Bize Dâvûd yanî İbn Kays, Iyaz b. Abdillah'dan, o da Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen rivâyet etti. Ebû Saîd Şöyle dedi: (sallallahü aleyhi ve sellem) aramızda iken biz sadaka-ı fıtri küçük büyük, hür veya memlûk her baş için taamdan bir sâ' yahut kuru südden bir sâ' veya arpadan bir bir sâ' yahut kuru hurmadan bir sâ', veya kuru üzümden bir sâ' üzerinden verirdik. Bunu tâ bize Muâviyetü'bnü Ebî Süfyan hac yahut ömre yapmak için gelinceye kadar bu minval üzere vermeye devam ettik. Sonra Muâviye minber üzerinde halka bir konuşma yaptı ez cümle: Ben Şam buğdayından iki müddün bir sâ' kuru hurmaya muadil olduğu fikrindeyim dedi; Bunun üzerine halk onun re'yiyle amel ettiler.» Ebû Saîd ki: «Bana gelince, ben bunu yaşadığım müddetçe ilelebet eskiden verdiğim gibi vermekte devam ediyorum.»

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Müslümanlara Hurma İle Arpadan Fıtır Zekati Vermenin Vücübü Bâbı
2332-) Bize Muhammed b. Rafî rivâyet etti. ki): Bize Abdurrezzak, Ma'mer'den, o da İsmail b. Ümeyye'den naklen rivâyet etti. ki: Bana Iyaz b. Abdillah b. Sa'd b. Ebî Şerh haber verdi kendisi Ebû Said-i Hudrî'yi şöyle derken İşitmiş: (sallallahü aleyhi ve sellem) aramızda iken biz sadaka-ı fıtri küçük büyük, hür memlûk herkes için üç sınıfdan (yani) kuru hurmadan bir sa, kuru sütden bir sâ', arpadan bir sâ olarak verirdik. Muâviye halife oluncaya kadar onu böylece vermeye devam ettik. O iki müdd buğdayın bir sâ kuru hurmaya muadil olacağını tensib etti.» Said: «Bana gelince, ben onu böylece vermeye devam ediyorum.» demiş.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Müslümanlara Hurma İle Arpadan Fıtır Zekati Vermenin Vücübü Bâbı
2333-) Bana Muhammed b. Rafî rivâyet etti. ki): Bize Abdurrezzak rivâyet etti. ki): Bize İbnü Cüreyc, Haris b. Abdirrahman b. Ebi Zûbab'dan, o da Iyâz b. Abdillah b. Ebî Şerh'd en, o da Ebû Said-i Hudri'den naklen haber verdi. Ebû Saîd Şöyle dedi: sadaka-ı fıtri üç sınıf dan: kuru süt, kuru hurma ve arpadan verirdik.»

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Müslümanlara Hurma İle Arpadan Fıtır Zekati Vermenin Vücübü Bâbı
2334-) Bana Amru'n-Nâkıd rivâyet etti. ki): Bize Hâtim b. İsmail İbnİ Aclan'dan, o da Iyâz b. Abdillah b. Ebî Serh'den, o da Ebû Saîd-i Hudri'den naklen rivâyet etti ki Muâviye buğdaydan yarım sâ' kuru hurmanın bir sa'ına muadil tutunca Ebû Saîd bunu kabul etmemiş ve: bu sadakayı ancak Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında verdiğim gibi kuru hurmadan bir sâ', yahud kuru üzümden bir sâ', veya arpadan bir sâ', yahud kuru sütden bir sâ olarak veririm» demiş. hadîsi Buhârî «Sadaka-i fıtır» bahsinde tahrîc etmiştir. Muhammed b. Rafi' tarîkına Dârakutni istidrâkde bulunmuş; ve: «Saîd b. Mesleme bu hadisde Ma'mer'e muhalefet ederek onu İsmâil b. Ümeyye'den, o da Haris b. Abdirrahmân b. Ebî Zûbâb'dan o da Iyâz'dan naklen rivâyet etmiştir. Hâlbuki hadîs Hâris'den mahfuzdur.» demişse de, Nevevî bu istidrâki yersiz bulmuştur. Çünkü îsmâîl b. Ümeyye'nin Iyâz'dan işittiği sahih ve sabittir. şerif merfû hükmündedir. Çünkü yapılan iş Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanına izafe edilmiştir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) verilen sadaka-i fıtri duymuş ve takrir buyurmuştur. Bahusus bâzı rivâyetlerde sadakanın onun emri ile toplanarak, onun huzuruna getirildiği tasrîh edilmiştir. Sadakanın toplanıp dağıtılmasını emreden bizzat kendisidir. (319-388): «Burada taamdan murâd: Buğday'dır. Bu isim ona mahsûstur. Mutlak olarak söylenildiği zaman buğday mânâsında kullanılır. Meselâ birisine (Git pazardan taam al!) denilse, o kimse bundan buğdayı anlar. Örfen ekseriyetle bir mânâda kullanılan söze, o mânâ verilir.» demiştir. Fakat İbn Münzir, Hattâbi’nin hatâ ettiğini söylemiştir. Çünkü Hazret-i Ebû Said evvelâ (taam) kelimesini mücmel bırakmış, sonra tefsir etmiştir. Hattâ Hafs b. Meysera' nin Zeyd'den, onun da Iyâz' dan naklettiği rivâyette: «O zaman bizim taamımız arpa, kuru üzüm, kuru süt ve kuru hurmadan ibaretti.» diyerek sözünü te'kîd etmiştir. İbn Huzeyme' nin Fudayl tarîki ile Hazret-i İbn Ömer'den naklettiği rivâyet de bunu te'yîd eder. Mezkûr rivâyette İbn Ömer (radıyallahü anh): (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında bu sadaka ancak kuru hurma, kuru üzüm ve arpadan verilirdi, buğday yoktu.» demiştir. İbn Münzir (?-310); «Buğday hakkında Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den İtimâda şâyân bir haber bilmiyoruz, o zaman Medine'de pek az buğday bulunurdu; sahabe zamânında buğday çoğalınca yanın sâ' buğdayı bir sâ' arpaya muadil tuttular. Bu zevat dîn İmâmlarıdır. Binaenaleyh onların kavilleri değiştirilemez. Meğer ki kendileri gibi zevatın başka bir kavli ola.» demiş, sonra is-nâdları ile Hazret-i Osman, Alî, Ebû Hüreyre, Cabir, İbn Abbâs, İbn Zübeyr, Esma binti Ebî Bekir (radıyallahü anhüm) hazerâtından sahih hadîsler rivâyet etmiştir. Bu hadîslerin her biri sadaka-i fıtrin buğdaydan yarım sâ' verileceğini bildirmektedir. Bazıları buna itiraz ederek; «Lâkin Ebû Saîd hadisi bizzat Hazret-i Ebû Said'in yarım sâ’ buğdaya muvafakat etmediğini göstermektedir. İbn Ömer (radıyallahü anh) dahi ayni fikirdedir. Binâenaleyh Tahâvi'nin icmâ' iddiası doğru değildir: bu mes'elede icmâ' yoktur.» demişlerdir. Fakat Aynî bu iddiayı reddetmiş ve Tahâvi'nin Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile ashabından ve onlardan sonra gelen Tâbiin' den sadaka-i fıtırın buğdaydan yarım sâ', geri kalan şeylerden bir sâ’ verileceğini bildiren bir çok hadîsler rivâyet ettiğini söylemiştir. (236 - 321): «Biz, bu hususta ne Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ashabından, ne de Tabiîn' den bir hilaf rivâyet olunduğunu bilmiyoruz. Şu hâlde bu mes'elede hiç bir kimsenin muhalefette bulunması doğru değildir. Zîrâ mes'ele hakkında Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Alî (radıyallahü anh) zamanlarında icmâ' mün'akid olmuştur...» demiştir. mes'elede icmâ' bulunmadığını iddia edenlerin delili Hazret-i Ebû Saîd ile İbn Ömer (radıyallahü anhüma)’nın muvafakat göstermemeleridir. diyor ki: «Ebû Saîd sadaka-i fıtır hakkında kuru hurma, arpa, kuru süt ve kuru üzümden başkasının caiz olduğunu bilmiyordu. Buna delil: ondan rivâyet olunan şu hadîstir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında sadaka-i fıtri kuru hurmadan bir sâ' yahut arpadan bir sâ'... olarak veriyorduk, bunlardan başka hiç bir şeyden sadaka vermiyorduk.» hadisin bir rivâyetinde Hazret-i Ebû Said-. «Biz, sadaka-i fıtri taâm'dan bir sâ' olarak veriyorduk.» demiştir. Fakat Aynî buna, şu cevâbı vermiştir: «Evvelce de beyân ettiğim vecîhle yenilen ve nafaka olarak kullanılan her şey'e taam denilir. Şu hâlde bu kelime Hazret-i Ebû Saîd'in hadisinde zikrettiği yiyecek nev'ilerinin hepsine şâmildir. İkinci bir cevap da şudur: Hazret-i Ebû Sald in, Muâviye (radıyallahü anh)'a îtirâz etmesi buğdaydan sadaka-i fıtır verildiğini bilmediği içindir, İbn Ömer' den nakledilen rivâyet dahi bu mânâya hamledilir. de cevap verilebilir-. Hazret-i Ebû Said'in verdiği bir sâ'ın yansı tetavvu' yani sevâbınadır. şerif kölenin sadaka-ı fıtri sahibine vâcib olduğuna delildir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Müslümanlara Hurma İle Arpadan Fıtır Zekati Vermenin Vücübü Bâbı
2335-) Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti. ki); Bize Ebû Hayseme, Mûsâ b. Ukbe'den, o da Nâfi'den, o da İbn Ömer'den naklen haber verdi ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) sadaka-i fıtrin halk Bayram Namazına çıkmazdan önce verilmesini emir buyurmuş.»

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Sadaka-i Fıtrin Bayram Namazından Önce Verilmesini Emir Bâbı
2336-) Bize Muhammed b. Rafi’ rivâyet etti. ki): Bize İbn Ebî Füdeyk rivâyet etti. ki): Bize Dahhâk, Nâfi'den, o da Abdullah b. Ömer'den naklen haber verdi ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) sadaka-i fıtrin halk bayram namazına çıkmazdan evvel verilmesini emir buyurmuş. diyor ki: «Sadaka-i fıtrin vakti hususunda ulemâ ihtilaf etmişlerdir. Şafiî' nin sahih kavline göre sadaka-i fıtır güneş kavuşarak, gecenin ilk cüz'ü girmekle vâcib olur. İkinci kavle göre Bayram sabahı fecrin doğması ile vâcib olur. Diğer Şâfiîyye ulemâsına göre hem bayram akşamı güneşin kavuşması ile, hem de fecrin doğması ile vâcib olur. Binâenaleyh bir çocuk güneş kavuştuktan sonra doğsa yahut fecir doğmadan ölse onun İçin sadaka-i fıtır vâcib değildir. İmâm Mâlik' den dahi Şâfii'nin kavilleri gibi iki kavil rivâyet olunur. İmâm A'zam'a göre sadaka-i fıtır Bayram sabahı fecrin doğması ile vâcib olur.» şerif sadaka-i fıtrin Bayram gününden sonraya bırakılmasını caiz görmiyen cumhûr-u ulemânın delilidir. Efdal olan bu sadakayı namazgaha çıkmadan vermektir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Sadaka-i Fıtrin Bayram Namazından Önce Verilmesini Emir Bâbı
2337-) Bana Süveyd b. Saîd rivâyet etti. ki): Bize Hafs yani İbn Meysarete's - San'ânî, Zeyd b. Eslem'den rivâyet etti, ona da Ebû Sâlih-i Zekvân haber vermiş. Kendisi Ebû Hüreyre'yi şöyle derken işitmiş: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Şöyle buyurdular: gümüşün haklarını vermeyen hiçbir altın ve gümüş sahibi yoktur ki, kıyâmet gününde bunlar ateşten levhalar hafine getirilip de, cehennem ateşinde kızdırılarak onlarla sahibinin yanları alnı ve sırtı dağlanmasın... Bu levhalar soğudukça miktarı 50.000 sene olan bir günde kullar arasında verilecek hüküm bitinceye kadar sahibine azâb için tekrar (kızdırılarak) iade olunacaklardır. Nihayet kendisine ya cennete ya cehenneme doğru (giden yolu) gösterilecektir.» «Ya Resûlallah! Yâ (zekâtı verilmeyen) develer ne olacak?» denildi; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Hiç bir deve sahibi de yoktur ki, —bu hayvanların hakkı su başlarına geldikleri gün sağılıp, muhtaçlara vermek iken— onların hakkını vermesin de, kıyâmet gününde o develerin altına alabildiğine düz ve geniş bir sahaya yatırılarak develerden bir tek yavru bile hâriç kalmamak şartı ile onu ayakları ile ezmesin ve dişleri ile ısırmasınlar. Deve sürüsünün baş tarafı üzerinden (çiğneyip) geçtikçe son tarafı onun üzerine iade edilir. Bu ameliye miktarı 50.000 sene olan bir günde kullar arasında verilecek hüküm bitinceye kadar (devam eder.) Nihayet ya cennete yahut cehenneme (giden) yolu kendisine gösterilir.» Resûlallah! Sığırlarla koyunlar ne olacak?» dediler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) «Hiç bir sığır ve koyun sahibi yoktur ki, onların hakkını vermesin de, kıyâmet günü geldiğinde düz ve geniş bir yerde onların altına serilerek, mezkûr hayvanlardan hiç biri hâriç kalmamak ve içlerinde çarpık boynuzlu, boynuzsuz, kırık boynuzlu bulunmamak şartı ile onu boynuzları ile süsmesin; tırnakları İle ezmesinler. Bu hayvanların önde bulunanları, üzerinden (çiğneyip) geçtikçe sondakiler onun üzerine tekrar iade edilirler. (Bu miktarı 50.000) sene olan bir günde tâ kullar arasında verilecek hüküm bitinceye kadar (devam eder.) Nihayet ya cennete veya cehenneme (giden) yolu kendisine gösterilir.» buyurdu. Ashabdan: «Ya Resûlallah! Ya atlar ne olacak?» diyenler oldu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'- «Atlar üç kısımdır; bir kısmı sahibi için bir yük; bir kısmı sahibi için örtü; bir kısmı da sahibi için ecirdir. Atı kendisine yük olan adama gelince: Bir kimsenin öğünmek, riya ve Müslümanlara düşmanlık için bağlayıp beslediği attır. Bu at ona bir yüktür. sahibine örtü olan at'a: Bu, bir kimsenin Allah yolunda bağlayıp beslediği; sonra onun sırtında ve boynunda Allah'ın hakkı olduğunu unutmadığı attır. Bu at, onun için bir örtüdür. ecir olan at ise: Bir kimsenin Allah yolunda Müslümanlar için çayır ve bahçede bağlayıp beslediği attır. At bu çayırdan veya bahçeden ne yerse, yediği şeyler adedince sahibine hasenat yazılır. Ona atın pislikleri ile bevlleri sayısınca dahi hasenat yazılır. ipini koparır da bir veya iki tur atarsa, sahibine onun izleri ve pislikleri miktârınca hasenat yazılır. Yahut sahibi onu bir nehir kenarından geçirirken sulamağa niyeti olmadığı hâlde o nehirden su İçerse Allah, sahibine onun içtiği su yudumları miktârınca hasenat yazar.» buyurdular. Ashâbdan: «Ya Resûlallah! Ya eşekler ne olacak?» diyenler oldu, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) «Eşekler hakkında bana şu bir tek cem'iyyetli âyetten başka bir şey indirilmedi: Her kim zerre' miktarı bir hayır işlerse, onu (n mükâfatını) görür. Zerre miktarı kötülük işleyen de, onu (n mücâzâtını) görür.» buyurdular.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Zekat Vermiyenin Günahı Bâbı