Sahîh-i Müslim Hadis Kitabı

5-) Ümmü Seleme (radıyallahü anh) hadîsini Müslim, Buhârî ve İbn Hibbân tahric etmişlerdir. Hadis-i şerif az sonra gelecektir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Oruç
Konu: Oruçlu Îken Öpmenin, Şehvetini Harekete Getirmeyen Kimselere Haram Olmadığını Beyan Bâbı:
5-) İbn Mes'ûd hadîsini İmâm Ahmed tahrîc etmişdir. Bu hadîsde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): son üçte biri oldumu Allah (azze ve celle) alt semâya hübût buyurur. Sonra gök kapılan açılır; sonra yed-i kudretini yayarak: Acep bir şey isteyen varmı ki, dilediği verilsin! der. Fecir doğuncaya kadar bu minval üzere devam eder.» buyurmaktadır.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Yolcuların Namazı Ve ...
Konu: Gecenin Sonunda Zikir Ve Duaya Teşvik Ve O Zamandaki İcabet Bâbı
5-) Kadınlar erkeklere galiptir. Mühim işlerde erkeklere onlar hüküm eder.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Namaz
Konu: Fitneye Sebep Olmamak Şartı Île Kadınların Mescidlere Çıkmaları, Fakat Koku Sürünerek Çıkmamaları Bâbı
5-) Fasıklığı veya bid'atçılığı yüze vuran bir kimseyi aşikâre irtikab ttiği günahlar sebebiyle gıybet etmek caizdir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, İyilik, Sile Ve Âdâb
Konu: Gıybetin Haram Kılınması Bâbı
5-) Süt çocuğunun nenesi ile evlenmek caiz; fakat neseben çocuğunun nenesini almak haramdır. Zîra neseben çocuğunun nenesi o kimsenin ya Öz yahut üvey annesidir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Ebvabu Taksîri's-salât
Konu: Doğum İtibariyle Haram Olan Herşeyin Süt İtibariyle De Haram Olması Bâbı
5-) - Meleğe bakmaktan âciz kalarak öleceğinden ve gördüğü dehşetten kalbinin yerinden oynayacağından korkmuştur.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Resûlüllah Sallalahu Aleyhi Ve Selleme Vahyin Başlaması Bâbı
5-) İcabet sati güneşin doğmasını ta'kîb eden zamandır. Bu kavli Muhibb-i Taberî rivâyet etmişdir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cuma
Konu: Cuma Günündeki İcabet Saati Hakkında Bir Bab
5-) Âişe (radıyallahü anhâ)'ya göre, bu hadiselerden murâd: Gerek kâfir, gerekse âsî Müslüman bir kimsenin arkasından ağlayarak yaygara koparılmak sebebile değil; onlar ağlarken kendi günâhı sebebi ile azâb görür. Aynî, ulemânın bu bâbdaki kavillerini sekize çıkartmıştır. kavillerin içinde sahih olanı cumhûrun kavlidir. Muhtelif mezheblere sâlik bulunan ve zevat buradaki ağlamaktan murâd: Sırf gözyaşı dökmek değil; feryad-ü figân ederek sesle ağlamak olduğuna ittifak etmişlerdir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Ebvâbu Salâti'l-havf
Konu: Ölen Kimsenin, Ailesinin Ona Ağlaması Yüzünden Azab Olunması Bâbı
5-) Hâkim'in rivâyet ettiği İbn Ebî Evfâ hadîsinde: «Şüphesiz ki Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) , kuşluk namazını Cehl'in kellesinin koparıldığı ve Mekke'nin fethedildiği müjdelendiği zaman, iki rek'ât olarak kıldı.» deniliyor.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Yolcuların Namazı Ve ...
Konu: Duha Namazının Müstehab, En Azının İki En Mükenmelinin Sekiz; Ortasının Dört Yahut Altı Rekat Oluşu Ve Bu Namaza Devama Teşvik Bâbı
5-) İbn Abbâs (radıyallahü anh) hadisini Ebû Ya’lâ ile Taberânî rivâyet etmişlerdir. Hadîsin ravîsi İkrime şöyle demiştir: (sallallahü aleyhi ve sellem) Erkam b. Ebİ'l-Erkam'ı zekât me'mûru tâyin etmişti. O da Ebû Rafi'i yanına almak istedi. Ebû Râfi', Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelerek sordu; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Yâ Ebâ Râfi'! Şüphesiz ki sadaka bana ve Âl-i Muhammed'e haramdır. Bir kavmin azatlısı da kendilerinden sayılır.» buyurdular.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Resûlüllah Sallallahü Aleyhi Ve Sellem İle Beni Haşim Ve Benil - Muttalibden İbaret Olan Âline Zekat Almanın Haram Kılınması Bâbı
5-) Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in İbn Abbâs'ın kulağını çekmesi, bâzılarına göre namaza ve namazda nereye duracağına dikkat etsin diyedir. Bazıları uykusunu gidermek için kulağım büktüğünü söylemişlerdir. Bu vecih daha makbul görülmüşdür.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Yolcuların Namazı Ve ...
Konu: Gece Namazında Ve Kıyamında Dua Bâbı
5-) Taberânî'nin Hazret-i Ubâde tü'bnü's-Sâmit (radıyallahü anh)'dan rivâyet ettiği bir hadîsde şöyle buyurulmuştur: Ramazan geldiğinde bir gün Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): Size Ramazan geldi. Bu ay bereket ay'ıdır. Bu ayda Allah size yardım eder. Rahmetini indirir, günahları affeder, duaları kabul buyurur. Allah, sizin ibâdet hususundaki yarışınızı görür de sizinle meleklerine iftihar eder. Binâenaleyh siz Allah'a hayır İşlediğinizi gösterin. Çünkü şakı bu ayda Allah'ın rahmetinden mahrum kalan kimsedir»; buyurdular. isnadında Muhamed b. Ebî Kays vardır. Bu zâtın hâli keşif ve îzâha muhtaçtır.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Oruç
Konu: Ramazan Ayının Fazileti Bâbı
5-) - Hadisin ma'nası; tekfiri kendisine döner demektir. Yanî dönen küfür değil, tekfirdir. Zira dîn kardeşini kâfir sayması kendini tekfir etmek gibidir. ulemanın bu te'villeri, kâfir diyen şahıs sözünü tefsir etmediğine göredir. Şayed tekfirinin sebebini izah ederse günahkâr değil, ma'zur olur. Nitekim asr-ı seâdetde Hâtıb b. Beltea (radıyallahü anh) Mekke müşriklerine mektup yazarak İslâm ordusunun ahvâlini bildirmek istediği zaman Ömer (radıyallahü anh) kendisine münafık demiş; fakat bu sözü, müşriklere mektup yazmakla hakikaten münafık oldu zannıyla söylediği için ma'zur sayılmıştır; Söylediği sözün hükmünü veya kâfir dediği şahsın hâlini bilmeyen de Allahu a'lem ma'zur olur. Buhâ ri'de bu hususa dair bir bâb vardır.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Müslüman Kardeşine «ey Kafir» Diyen Kimsenin İman Halini Beyan Bâbı
5-) Kendisine nida edilen kimsenin gücüne gitmemek şartıyla ismini terhîm ile söylemek caizdir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Ebvâbu Salâti'l-havf
Konu: Kabristana Giderken Okunacak Şeyler Ve Orada Yatanlara Dua Bâbı
5-) Bedeli kuru hurma yahut zahire ile takdir etmiştir. Halbuki telef edilen mallar ancak misilleriyle veya kıymetleri ile ödenir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Alış Verişler
Konu: Memesinde Süt Biriktirilen Hayvanı Satmanın Hükmü Bâbı
5-) - Hadisden murad küfrün hakikatidir. Ya'ni: «Küfretmeyin, müslüman kalmakta devam edin! demektir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Sellemün: «benden Sonra Dönüp Birbirinizin Boyunlarını Vuran Kafirler Olmayın» Hadislerin Manasını Beyan Bâbı
5-) - Birtakım ulema hadisden muradın Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanındaki münafıklar olduğunu söylemişlerdir. Bu münafıklar: «îmân ettik» diyerek yalan söylemiş; dinlerine emniyet olunduğu zaman hıyanet etmiş; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e din Bâbında yardım va'dinde bulunmuş, fakat sözlerinden dönmüşlerdir. Kâdî Iyâz, bir çok İmâmların bu kavle meylettiklerini söyler. Bu hadîsin tefsiri Bâbında Atâ’ b. Ebî Rebâh'ın kavli bu olduğu gibi Hasan-ı Basri, dahi bu kavle dönmüştür. Ashâb-ı kirâmdan Abdullah b. Amr, İbn Abbâs, Said b. Cübeyr (radıyallahu anhüm) hazerâtının mezhebi de budur. bâbda rivâyet olunan bir hadîse göre Basra'lı bir adam Atâ b. Ebi Rebâh'a şunları söylemiş: «Hasan- Basri'yi: Her kimde üç haslet bulunursa ben ona münafık demekten çekinmem: Konuştuğu zaman yalan söyleyen, Va'dettiği zaman sözünden dönen, Kendisine emniyet olunduğu zaman hıyanet eden... derken i-şittim. Bunun üzerine Atâ o adama şu sözleri söylemiş: «Hasan'-ın yanına döndüğün vakit ona de ki: Atâ' sana selâm ediyor ve Yûsuf (aleyhisselâm)’in kardeşlerine ne dersin? Onlar da konuştular yalan söylediler; va'dettiler sözlerinden döndüler; kendilerine emniyet olundu; hıyanet ettiler; münafık oldular mı? diyor.»Bundan sonra Ata’ yanındakilere bakmış ve: Ulemâdan size rivâyet olunan şeylerin doğru olanlarını kabul, doğru olmayanlarını reddedin!» demiş. sarihlerinden Ebû Abdilîâh el-Übbî Atâ'in bu i'tirazını beğenmemiş; ve: «Bu inkâr Hasan'a teveccüh etmez. Yusuf (aleyhisselâm)’ın kardeşlerinin yaptıkları, nadirâttandır. Onlar bu yaptıklarında ısrar etmemişlerdir.» demiştir. hadisdeki münafık hasletlerini kendinde bulunduran bir müslümanın münafık olmadığına delil olarak mezkûr hasletlerin Hazret-i Yusuf (aleyhisselâm) fm kardeşlerinde de bulunduğunu ileri sürmüş-se de el-Übbî ona da i'tirâz etmiş ve: «Gerek eskiden gerekse şimdi olsun ulema bu temsili reddetmekte ve onu Nevevî'nin takvasına yakıştıramamaktadır...» demiştir. Rivâyete nazaran Said b. Cübeyr bu nifak hadîsine merak etmiş ve onu Abdullah b. Ömer'le İbn Abbâs (radıyallahu anhüm) hazera-tına sormuş. Onlar: «Buna biz de senin kadar merak ediyoruz.» demişler. Bunun üzerine hep birlikte onu Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e sormuşlar. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) gülmüş ve: «O sözlerden sîze ne? Ben onları münafıklara tahsis ettim. Konuşursa yalan söyler dediğim Allahın bana indirdiği münafıklar geldiği zaman) ... «âyeti hususundadır. Sizler de böyle misiniz?» demiş. Onlar; hayır! cevâbını vermişler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «O halde size bir şey yok; siz bundan berisiniz!» buyurmuşlar. «Va'dederse sözünden döner; dediğim Teâlâ Hazretlerinin: bazıları: eğer bize fadl u kereminden bir şeyler verirse diye Allah ile muahede yapanlar... » âyet-i kerimesi hakkındadır. de böylemisiniz? demiş. Hayır! cevabını vermişler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):: «O halde size bir şey yok; siz bunlardan berisiniz» buyurmuş. «Emniyet olunursa hıyanet eder dememe gelince: bu da Allahü teâlâ'nın bana indirdiği: ki biz o emaneti göklere, yere ve dağlara arzettik... , âyet-i hakkındadır. İmdi dini hususunda kendisine emniyet olunan her insan görünür görünmez her yerde cünüplükden yıkanır; namaz kılar; oruç tutar. Münafık ise bunu yalnız görünür yerde yapar. Sizler de böyle misiniz?» demiş. Yine, hayır! cevabını vermişler. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): «Öyle ise size bir şey yok; siz bundan berisiniz.» buyurmuşlar.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Münafık Hasletlerini Beyan Bâbı
5-) Bâzı rivâyetlerde de, (sallallahü aleyhi ve sellem) i'tikâfâ girdiği, müezzin de ezânr okuduğu vakit, iki rek'ât sünnet Hardı.» denilmişdir Ancak bu rivâyetlerden Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, sabahleyin sünnet kılması i'tikâf hâline mahsûsmuş zannedilmemelidir. Çünkü Hazret-i Hafsa'nın, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’i sünnet kılarken görmesi, i'tikâf hâlinde olabilir. Fakat bundan: «O namazı i'tikâf'dan başka vakitlerde kılmazdı.» mânâsı çıkmaz. (radıyallahü anha) hadîsi, sabah namazının, sünneti iki rek'ât kılınacağına, bu iki rek'âtm hafif tutulacağına, namazın fecir doğdukdan sonra -kılınacağına delâlet etmektedir. (radıyallahü anha) hadîsini Buhârî «Ezan» ve «Teheccüd» bahislerinde; Ebû Dâvûd ile Neşâî de «Namaz» bahsinde muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir. bâzı rivâyetlerinde Âişe (radıyallahü anha)’nın Fâtiha'ya «Ümmü'l-Kur'ân» yani Kur'ân'ın anası, diğer bâzı rivâyetlerde «Ümmü'l - Kitap» yani kitâb'ın anası, dediği görülüyor. Fatiha’ya, bu ismin verilmesi Kur'ân-ı Kerîm'in esâsını teşkil ettiği içindir. Zâten srapçada (Ümm) kelimesi: Asıl ve esâs mânâsına gelir. Filhakika Fatiha, Kur'ân-ı Kerim'in üç külli mânâsını ihtiva etmektedir. Bunlar: Mebde', ma'âş ve ma'âd'dır. Mebde': Allahü teâlâ'ya, senada bulunmak, Maaş: Ona ibâdet etmek; Ma'âd da: Cezadır. diyor ki: «Hazret-i Âişe'nin (Ben, acaba bu iki rek'atda fâtihâ'yı okudumu; diyordum.) sözü onu okuyup okumadığında şüphe etmiş mânâsına gelmez. Bu sözden murâd şudur: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şâir zamanlarda nafile namazları uzun tutardı. Sabah namazının sünnetinde kısa kesince, sâir nafilelere nisbetle hiç okumamış gibi olmuşdur.» bu husûsdaki ihtilâfı bundan sonraki hadislerde görülecekdir. namazının, sünneti hakkında bâbımızdakilerden başka bir çok hadîsler vârid olmuşdur. Meselâ: Ebû Dâvûd'un, Hazret-i Ebû Hüreyre'den rivâyet ettiği bir hadîsde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): süvariler bile koğsa yine sabah namazının ilci rek'ât sünnetini bırakmayın!» buyurmuşdur. Ebû Dâvûd'un, Bilâl-i Habeşî (radıyallahü anh)'dan rivâyet ettiği bir hadîsde: Bilâl, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e; «İyice sabahladın...» demiş; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): daha fazla sabahlasam yine sabahın iki rek'ât sünnetini güzelce ve yerliyerînce kılardım.» mukabeledinde bulunmuşdur. İbn Ömer (radıyallahü anh)'dan rivâyet ettiği bir hadîsde Resûli Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem): doğdukdan sonra iki secdeden başka (nafile) namaz yokdur.» buyurmuşdur. Tirmizî, bunu «Fecr doğdukdan sonra, sabah namazının iki rek'ât sünnetinden başka nafile namaz kılınmaz.» şeklinde tefsir etmişdir. Daha başka hadîsler de vardır.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Yolcuların Namazı Ve ...
Konu: Sabah Namazının İki Rekat Sünnetini Kılmanın Müstehab Oluşu; Bunlara Teşvik Ve Mezkür İki Rekatın Hafif Fakat Devam Üzere Kılınması Ve Bu İki Rekatda Okunması Müstehab Olan Sürelerin Beyanı Bâbı
5-) - Kaabei Kavseyn'e kadar Refrefe binmiştir. mahiyetini bilmeye bizim için imkân yoktur. Binaenaleyh hepsine haber verildikleri şekilde inanır bu bâbtaki ilmi, Allah ve Resülü'ne havale ederiz. Gerçi Kâdir-i mutlak olan Allah'ü Zülcelâl için bunların hiç birine ihtiyaç yoksada Habib-i Ekrem'ini mu'tad olan vasıtalarla yürüterek fazla heyecanlanmasına mâni olmak hikmetine mebni kendilerine hususi binekler tahsis buyurmuştur. İsrânın gece olmasının hikmeti de Allâh'ü a'lem gece halvet ve muhabbet zamanı olduğu yahud bir çok peygamberlere muhtelif mu'ci-zeler geceleyin verildiği içindir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) göklere münacaat için kaldırılmıştır. Onun için de kendisine evvelden vakit tahsis edilmemiştir. Çünkü vakit tayin etmeden bir kimseyi huzura çağırmak o kimse üzerinde daha tesirli olur. Mûsa (aleyhisselâm)'ı Teâlâ Hazretleri evvelden bildirdiği bir vakitte Tur dağına davet eder kendisine emirlerini orada bildirirdi. Cebel-i Tur ile Beyti Ma'mur'un yüceliği arasındaki fark; pek büyük olduğu düşünülürse Hazret-i Mûsa ile Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in makamları arasındaki fark kendiliğinden anlaşılır. Keza Süleyman (aleyhisselâm)’a rüzgâr müsahhar kılınmış onu bir aylık mesafeye en kısa zamanda ulaştırıyordu. Fahr-i kâinat (sallallahü aleyhi ve sellem) ise bir anda yatağından arşı alaya kaldırılmıştır. seyahatta Re sullülâh (sallallahü aleyhi ve sellem)'e Hazret-i Cibrîl biri, süt, diğeri şarap dolu iki kap takdim ederek: hangisini istersen buyur» demiş; Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sütü tercih etmiştir. Bunun üzerine kendilerine: isabet ettin; eğer şarabı tercih etseydin ümmetin azardı.» denilmiştir. rivâyette süt ve şarap takdiminin Beyt-i Mahdis'de geçtiği, başka bir rivâyetde işe Sidre-i Münteha'da yapıldığı bildiriliyor. Kapların sayısında da ihtilâf vardır. Bazı rivâyetlerde peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e dört kap sunulduğu bunların ikisinde sütle şarap, ikisinde de bal ve su bulunduğu beyan ediliyor. Bu rivâyetlerin arası şöyle bulunmuştur; ya ibaredeki (sümme) edatı (vav) manasınadır. Yani tertibe delalet etmez. Yahut süt takdimi hadisesi biri; Kudus'de susadığı zaman, biri de Sidretü-i Münteha'da olmak üzere iki defa vâkî olmuştur. ıtratı İslâm ve istikâmet diye tefsir etmişlerdir. Görülüyor ki; süt İslâmiyete şarapta sapıklığa alâmet kılınmıştır. Çünkü süt güzel ve temiz bir gıdadır onun akıbeti daima selâmettir. Bu sebeble ekseriya hastalara süt içmeleri tavsiye olunur. Şarap ise; her türlü pisliklerin ve kötü hallerin esasıdır. Onun için şaraba ümmü'l-habais derler. şöyle bir suâl hatıra gelebilir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i haram olan şarapla, helâl süt arasında muhayyer bırakmanın hikmeti nedir?. Ulemâ buna şöyle cevap veriyorlar: Bu muhayyerlik ya o zaman henüz şarap haram kı-lınmadığı içindir, yahud gelen şarap cennet şarabı olduğundandır. Cennet şarabı haram değildir. Aliyyü-l Kari'ye göre buradaki hikmet peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in doğruyu seçtiğini göstermek suretiyle onun, faziletini meleklere bildirmektir. (aleyhisselâm) birinci semanın kapısını çaldığı zaman o semanın bekçisi kendisine kim olduğunu; yanında kimin bulunduğunu sormuş; Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) olduğunu anlayınca: gönderildi mi?» diye sormuştur. Ulemânın beyanına göre bu sualden murâd peygamber olup olmadığını öğrenmek değil: «Göklere çıkmak için gönderildi mi?» demektir. Yoksa o ana kadar Resul üllâh (sallallahü aleyhi ve sellem)'in peygamber gönderildiğim bilmiyen hiç bir melek tasavvur edilemez. Vakıa Kâdi İyaz bu hususta ihtilâf olunduğuna işaret ile sualin hakikaten peygamber oldumu olmadımı mânasında sorulmuş olduğuna kail olanlar bulunduğunu anlatmak istemişse-de bu kavil doğru.. değildir. Hadis-i şerifte zikri geçen Beytü’l Mâ'mûr, Sidretü'l Münteha ve emsali müsenımaların hakikatini ancak Allah ve Resûlü bilir. Biz bunların ancak isimleri ile bazı vasıflarını biliyoruz. Beyt-i Mâ'mûr hadiste beyan buyurulduğu vecihle içerisine her gün 70.000 melâikenin girdiği bir yerdir. Sahih haberlere göre Kur'ân-ı Kerîm Levh’l-Mahfuzdan buraya bir defada inmiş oradanda Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e yirmi üç senede inzal buyurulmuştur. Nebk ağacıdır. Keyfiyyetini Allah bilir. İbn Abbas ile diğer müfessirlerin beyanına göre buna Sidretü'l Münteha Tesmiye edilmesinin vechi meleklerin ilmi onda nihayet bulduğu içindir. Onun ötesine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den başka geçen olmamıştır. Bazı rivâyetlerde görülen Şakk-i Sadır hadisesine gelince: Muhtelif rivâyetlerden anlaşıldığına göre bu hadise üç defa vuku bulmuştur. defa: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) , Beni Sa'd kabilesinde süt annesi Halime'nin nezdinde iken vuku bulmuş. Mi'raç gecesinde olmuştur. Bazıları Mi'raç gecesinde böyle bir şey olmadığını iddia etmişlersede bu kavil merdûttur. Çünkü Mi'raç gecesinde de vakî olduğu sahih hadisle sabittir. Mucize kabilinden olan bu gibi harikaları inkâra mecal yoktur. Küçüklüğündeki hadise Müslim'in Şeyban b. Ferruh rivâyetinde şöyle izah edilmiştir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) çocuklarla oynarken kendisine ,Cibrîl-i Emin (sallallahü aleyhi ve sellem) gelerek onu tutmuş yere yatırarak karnını yarmış ve kalbini çıkarmış ondan bir kan pıhtısı aldıktan sonra Resûlü Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem)'e: şeytanın senden nasibi budur.» demiş sonra kalbini altın bir tas içinde zemzem suyu ile yıkayarak dikmiş ve yerine koymuş. Bu hadiseyi gören çocuklar telâşla süt annesine koşarak «Muhammed öldürüldü» diye haber vermişler. Sonra onu karşılamaya döndükleri zaman rengini uçmuş görmüşler. Ulemânın beyanına göre bu ameliyenin hikmeti Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i şeytandan korumaktır. hâdise Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e vahiy geldiği zaman olmuştur. Bunun hikmeti onun kalbini kuvvetlendirmektir. Bu suretle kendisine yahiy edilen şeyleri kolaylıkla telâkki etmiş vahyin bütün ağırlıklarına tahammül buyurmuştur. de: Semavata çıkacağı zaman olmuştur. Bunun hikmeti de Resûlü Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem)'i münacat için hazır lamaktır. diyor ki: Gerek Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in göğsünün yarılması gerekse kalbinin çıkarılması meselesinde çıkar yol menkul ile mâkul arasını bulmak iddiasiyle boş yere uğraşmak değil doğrudan doğruya vakıayı teslim ve tasdik etmektir. Hamdolsun biz muhbir-i sadık olan Resûl-ü Zişan'ın verdiği haber hususunda hakikatten mecaze gitmeğe cevaz vermiyoruz. Maamafih ülema-i zahirin pek doğru bulduğumuz bu sözlerine karşı ülema-i Batın bu rivâyetlerdeki lâfızlardan hakikî mânalarının kastolunmadiğını bunların birer temsilden ibaret olduğunu iddia etmişlerdir. Bu zevata göre Şakk-ı Sadır hadisesi berzah alemine ait bir temsildir. Şah Veliyullah (Huccetul-lahi'l-Baliga) adlı eserinde şunları söyler. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in göğsü yarılarak imanla doldurulmasının misali ona nur doldurmak ve bu nurun, onun ruhuna galebe çalması beşeri tabiat alevlerinin sönmesi ve sema aleminden taşıp gelen tecellilere tâbi olmasıdır. Lâkin Şeyban b. Ferruh rivâyetindeki tafsilata dikkat edilirse anlaşılırki; ehl-i batının bu te'villerine mecal yoktur. Zira hadiseyi gören çocukların Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in süt annesine koşarak «Muhammed Öldürüldü» demeleri sonra onu karşıladıklarında renginin uçtuğunu mülâhaza etmeleri ve nihayet Enes (radıyallahü anh)’ın: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in göğsünde o iğnenin eserini görürdüm demesi bu bâbta hiç bir te'vile imkân bırakmayacak kadar sarih hakikatlardır. Mucizeye imanı olan bir müslümanın bu bâbta tereddüd göstermesi asla caiz olamaz. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in kalbine bir altın kapla iman ve hikmet doldurulması mecazdır. Bundan murâd tasın içinde kemâl-i imanla hikmete sebep olan bir şey'in bulunmasıdır. O şey imanla hikmete sebep olabileceği için mecazen iman yerinde kullanılmıştır. Yani mecazen imanın sebebine iman denilmiştir. hadisinde zikri geçen karaltılar Âdem oğullarının ruhları diye tefsir edilmiştir. Vakıa kâfir ruhlarının «siccin» de olacağını mü'min ruhlannınsa cennette sefa süreceğini bildiren sahih haberler varid olmuştur. Binaenaleyh nasıl olurda kâfirlerin ruhları Hazret-i Âdem (aleyhisselâm)’in yanında bulunabilir? Şeklinde bir sual hatıra gelebilirsede zaman zaman bütün ruhların Âdem (aleyhisselâm)'a arz olunması Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in böyle arz esnasında oradan geçmiş bulunması ihtimal dahilinde olduğu gibi cennetliklerle cehennemliklerin daimi şekilde değilde bazan yerlerine girmeleri sair vakitlerde Hazret-i Âdem'in etrafında bulunmaları da muhtemeldir. Hatta üçüncü bir ihtimal olmak üzere cennetin Âdem (aleyhisselâm)'ın sağında cehennemin de solunda bulunması caizdir. Âdem (aleyhisselâm)'ın sağ tarafına baktığı zaman gülmesi zürriyetinin iyi hallerde olmalarına sevindiği için sol tarafına bakıp ağlaması da yine zürriyetinden bazılarının kötü hallerine acıdığı içindir. Mûsa (aleyhisselâm)'ın ağlaması dahi — Haşa— Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’i çekemediği için değil onun ümmetine nispetle kendi ümmetinin az olmasıdır. Keza Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hakkında (çocuk) tabirini kullanması onu tahkir için değil Peygamberimiz (aleyhisselâtü ve sellem)'a ömrü en kısa olduğu halde Teâlâ Hazretlerinin en büyük minnet ve ihsanda bulunduğunu ve onu bütün peygamberlerden şerefli ümmetinin de bütün ümmetlerden üstün ve çok olduğunu görerek takdir ettiğindendir. rivâyetinde: (aleyhisselâm)'ın altıncı semada olduğu bildiriliyor. Buhari'nin Şerik rivâyetinde de Öyledir. Bu iki rivâyetten mâda heryerde Hazret-i ibrahim (aleyhisselâm)’in yedinci katta olduğu zikredilmiştir. Mir'ac müteaddid defalar vâki olmuştur, dersek rivâyetler arasında tearuz yoktur. Aksi takdirde yedinci katta rivâyetini tercih ederiz. öyle bir seviyeye çıktım ki, orada kalemlerin hışırtısını işitiyordum.» buyurmuştur. diyor ki: «Bu ses hükmü ilâhî ile vahyi yazarken ve levh-i mahfuzdan Allah'ın dilediği şeyleri istinsah ederken meleklerin kalemlerinden çıkan sestir.» Kâdî İyâz'da şunları söylüyor: Bu hadis «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e vahiy ve mikdarlarm Levh-i Mahfuzdan kalemlerle yazıldığının sahih olduğuna imanın vücubu Bâbında ehl-i sünnetin delilidir. Bunların keyfiyetini ancak Allah bilir. Âyet ve hadislerde nasıl vârid olduysa zahiri üzere inanmak keyfiyyetini Allah'a yahut Allah'ın bildirdiği zevata havale etmek icap eder. Bu gibi âyet ve hadisleri te'vil edenler ancak düşüncesi, imâm zayıf olanlardır. Çünkü şeriatın getirdiği bu delilleri akli deliller de muhal görmez Allah dilediğini yapar dilediğini hükmeder...» Yine aynı rivâyette namazların sayısını indirme hususunda: müracaat ettim, o da bunların satrını indirdi...» Duyurulmaktadır. şatr kelimesi yarı mânasında kullanılırsa da burada ondan murâd yarı değil bir mikdârdır ki Kâdî İyâz'in beyanına göre bu miktar beşte birdir. Nevevî, Kâdî'nin beşte birle takdirine bile lüzum görmüyor ve: «Burada şatrdan murâd: yine yarı olup bir kaç defa müracaat sonunda Rabbim yarısını indirdi demektir. Çünkü hadis muhtasardır...» diyor. Harmele rivâyetindeki: bende söz bir olur; değişmez buyurdu.» Karşısında şöyle bir sual hatıra, gelebilir: Namazları elliden beşe indirdi: Bu sözün değişmesi değilimdir? Bu sözün manası teklifler değil verdiğim haberler değişmez; yahud kazay-ı mübrem denilen katı'i hükümler değişmez; Kazay-ı mualr lâk değişebilir demektir. Bu cümle ile «Bundan sonra artık söz değişmez.» manası da kastedilmiş olabilir. b. el Müsenna rivâyetinde bahsedilen dört nehir, Buhârî ve diğer sahih kitaplarda beyan edildiği vecihîe Sidretü'l Müntehâ'nin kökünden çıkmaktadırlar. Bu dört nehrin bâtını olanları Mukatil'in beyanına göre Kevser ile Sel-sebil'dir. Zahiri olanları ise Nil ile Fırat'tir. Ulemâdan bazılarına göre bu isimler cennet ırmaklarını büyüklük ve lezzet yönünden Fırat'a benzeterek İstiare edilmiş de olabilir. İsimlerin tevafukundan yani cennette Nil ve Fırat isminde iki nehir bulunmasından da ileri gelebilir. Maamafih yeryüzündeki Nil ile Fıra t'ın mahiyetini bilmediğimiz Sidret'ül Münteha'nin dibinden kaynamaları da mümkündür. Allahü A'lem. b. Humeyd rivâyetindeki: mülâki olacağından hiç şüphe etme.» âyet-i kerimesini şahit gösteren Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) değil râvilerden biridir. Katade'nin tefsirine Mücahid, Kelbi ve Süddî gibi bir çok zevat iştirak etmişlerdir. İbn Abbâs, Mukatil Zeccac ve diğer müfessirlerin kavline göre ise; âyetin mânası: «Sen Mûsa'nın Kitaba kavuşacağına hiç şüphe etme.» demektir. Ma'âni ulemâsı da ayni fikirdedirler. bu hadisin Ahmet b. Hanbel ve Muhammed b. El-Müsennâ rivâyetlerinde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in, Mûsa ve Yunus (aleyhisselâm)’ı İsrâ gecesinde telbiye ederken gördüğüne işaret buyurulmaktadır. Bu zevatın dünyada olmadıkları halde nasıl Hac ve Telbiye ettikleri suali hatıra gelebilir. Bu suale ulemâ muhtelif cevaplar vermişlerdir: Mezkûr peygamberler şehitler gibi hatta şehidlerden de efdaldir-ler. Şehidlerin ise; Rab'leri nezdinde diri oldukları Nassı Kur'ân ile sabit-' tir. Binaenaleyh bu Hadis-i şerifte vârid olduğu üzere bu peygamberlerin de Hac edip namaz kılmaları ve bu suretle imkânları nisbetinde Allah'a yaklaşmaları ihtimalden uzak değildir. Çünkü onlar vefat etmiş te olsalar hükmen yine âmel diyarı olan bu dünyada sayılırlar. Dünyanın müddeti bitip de arkasından dâr-i ceza olan âhiret geldiği zaman amel de sona erecektir. (sallallahü aleyhi ve sellem) göklerde diğer peygamberleri de ruh ve cesedleriyle görmüştür. Onu istikbâl ve teşrif için ruhları o gece bedenleri şekline girmiş yahûd hakikaten bedenleri kabirlerinden oraya getirilmişdir. Âhiret ameli zikr ve duadan ibarettir. Onların yaptığı da budur. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu peygamberler hakkındaki rüyasını İsrâ gecesi görmemiştir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onların dünyadaki hallerini görmüştür yani bu zevatın hali hayatta nasıl hac ve telbiye ettikleri ona temsilen gösterilmiştir. Kendilerini görmemiş de olsa; hayatta iken oniann Hac ve Telbiye ettikleri Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e vahiy suretile bildirilmiştir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Resûlüllah Sallallahü Aleyhi Ve Sellemin Geceleyin Semalara Yürütülmesi Ve Namazların Farz Kılınması Bâbı
5-) - Bize takat getiremeyeceğimiz aşk ve mahabbet yükleme! (Misâl) Zün'Nûn-u Mısrî bir meclisde mahabbet hakkında konuşurken onbir kişi öldüğü hikâye olunur.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Allahü Teâlânın Takat Getirilemeyecek Şeyleri Teklif Etmediğini; Beyan Bâbı
5-) Kadınların hevdece binmeleri caizdir. (Hevdec içerisine kadınlar oturmak için tahtadan yapılan ve develere yüklenen odacıktır.)

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Tevbe
Konu: İfk Hadisi Ve Zina İsnadında Bulunan Kimsenin Tevbesinin Kabulu Hakkında Bir Bab
5-) Atâ' «Bütün Ensâr ve Muhacirlerdir.» demiştir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Emirlik
Konu: Hükümdarlara Masiyetten Başka Hususta İtaatin Vacib, Masiyet Hususunda İtaatin Haram Kılınması Bâbı
5-) - İyilik hususunda başkasına yardım etmek.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İman Şubelerinin Sayısını, Bunların En Üstün Ve En Aşağı Derecede Olanını; Utanmanın Faziletini Ve İmandan Olduğunu Beyam Bâbı
5-) Hadis-i şerif Hazret-i Ömer'in menkâbesine, fazilet ve takvasının büyüklüğüne delildir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: İstemeden Ve Göz Dikmeden Kendisine Bir Şey Verilen Kimsenin Onu Alması Mübah Olduğunu Beyan Bâbı
5-) Bize Muhammed b. Abdillah b. Numeyr rivâyet etti. ki): Bize babam rivâyet etti. ki: Bize Said b. Ubeyd rivâyet etti. ki: Bize Ali b. Rabîa rivâyet etti dedi ki: Küfe emîri iken mescide geldim. Az sonra Muğîre şunları söyledi: Ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): Şüphesiz ki benim üzerimden söylenen bir yalan başka bîrinin üzerinden söylenen yalan gibi değildir. İmdi her kim kasden benim üzerimden yalan söylerse Cehennem'deki yerine hazır olsun!”- buyururken işittim.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Mukaddime
Konu: Resûlüllah Sallallahü Aleyhi Ve Sellem’in Üzerinden Yalan Uydurmanın Pek Ağır Bir İftira Olduğunu Beyan Bâbı
5-) Deccâl'in fitnesi de çok şiddetli olacak lâkin Allah, mü' minleri ondan koruyacaktır.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Küsûf
Konu: Husuf Namazında Kabir Azabında Zikri Bâbı
5-) Günah ve borçdan. rivâyetlerden Hazret-i Âişe hadîsini Buhârî «Namaz» ve «İstikraz» bahislerinde; Ebû Dâvûd ile Nesâî dahi «Namaz» bahsinde muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir. (sallallahü aleyhi ve sellem)'in namazda duâ etmesinden murâd selâm vermezden önce namaz sonudur? Gerçi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) masum olduğu için mezkûr şeylerden dolayı Allah'a sığınmaya ihtiyâcı yoksa da onun yinede Allah'a sığınması Allah korkusundan ayrılmamak ve ümmetine nümûne-i imtisal olmak; bir de ümmetine nasıl duâ edeceklerini öğretmek içindir. Mesîh-i deccâl ondan çok sonra çıkacağı hâlde onun fitnesinden dahi Allah'a sığınması yine bu hikmete mebnîdir. Yani Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in onun şerrinden Allah'a sığınması ümmeti hakkında bir çok faydalar te'mînine mâ'tûfdur. Ezcümle deccalın bir gün gelip çıkacağı haberi ümmet arasında nesilden nesile intikâl eder, herkes onun yalancı, müfteri, müfsit bir herif olduğunu vaktiyle öğrenmiş olur. Bu sebeple mü'minlere onun hiç bir gizli hususu kalmaz ve çıktığı zaman onunla karaşılaşan mü'minler şaşırıp kalmazlar. Onun bütün iddialarının bâtıl olduğunu Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in hadîslerinden Öğrenirler. (sallallahü aleyhi ve sellem)’in deccalın şerrinden Allah'a sığınması ümmetini öğretmek için yahut ümmeti nâmına da olabilir. (aleyhisselâm) ile Deccal'a niçin Mesih denildiğini evvelce gör-müşdük. Burada da hulasaten arz edelim ki Hazret-i Îsâ ile deccal biribirle-rinden isimleri ile kayıtlamak sureti ile ayrılırlar. Deccal'a, Mesîh denilmesi kendisinden hayır mesh edilip alındığı içindir. Bir gözü tamâmı ile silinmiş gibi dümdüz kör olduğu için bu ismin verildiğini söyliyenler bulunduğu gibi çok gezdiği için Mesîh denildiğini söyleyenler de vardır. Hattâ Ebû'l-Heysem deccala Mesîh değil «Missîh» denildiğini söyler. İsâ'ya, Mesîh denilmesi ise sırf hayır i'tibân iledir. Zîrâ mübarek eli ile bir hastaya dokunsa hasta hemen iyileşirdi. Kendisine bu ismin verilmesi ayak altlarının dümdüz olduğundan ileri geldiğini söyliyenler olduğu gibi; dünyâya gelirken yâğ ile mesh edilmiş olarak doğduğu için Mesih denildiğini söyleyenler de vardır. fitnesinden murâd: Yaşadığı müddetçe insanın başına gelen çeşitli sıkıntılar, belâlar ve düşüncelerdir. Bunların en büyüğü — Maazallah— ölürken îmânı kurtaramamakdır, fitnesi: Ölüm fitnesi demekdir. Bununla ne kasdedildiği ulemâ arasında ihtilaflıdır. Bazıları bundan kabir fitnesinin kastedildiğini' söylemişlerdir. Bir takım ulemâya göre ise ölüm fitnesinden murâd Kâl-i ihtizâr yani can çekiştirme hâlindeki fitnedir. O anda şeytan aleyhillânenin bir çok fitne ve desiselere baş vurarak müslümanı imânından etmeye çalışacağı çeşitli delillerle malûmdur. fitnesi, kabir fitnesi diye tefsir edilince kabir fitnesi ile kabir azabının ayni şey oldukları ve lüzumsuz yere tekrar edildikleri hatıra gelebilirse de hakîkatde bunlar biribirinin ayni değildirler. Çünkü fitne azaba sebep olan şeydir. Azap onun müsebbebidir. Bittabi sebep başka müsebbeb yine başkadır. Binaenaleyh tekrar yokdur. ne kadar da çok Allah'a sığınıyorsun Ya Resûlallah!» diyen zâtın kim olduğu malûm değildir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in ona cevaben: bir adam borçlandimi konuşur ve yalan söyler; vâd edttr d* sözünde durmaz.» buyurması şu mânâya gelir: Bir adam borçlandımı borcunu ödemek için bir şey veya bir vakit gösterir. Zamanı gelince vâd ettiği şey'i bulup veremez yahut vâd ettiği zamanda borcunu Ödeyemez; bu suretle yalanacı olmuş olur. Vadinden dönmesi de bu mânâyadır. - Yâni borcumu sana filan târihde ödeyeceğim diye söz verir, o târih gelince ödeyemez bu suretle vadinden de dönmüş olur. Hâlbuki gerek yalancılık gerekse sözünden dönme münafıkların sıfatlarındandır. Burada şöyle bir suâl hatıra gelebilir: Hayât memat fitnesi bütün fitnelere şâmildirler. O hâlde diğer fitnelerin zikrine ne lüzum vardı? Diğer fitnelerin ayrı ayrı zikredilmesi serlerinin çokluğu ve büyüklüğünden dolayıdır. Şüphesiz ki âmm'ın şâmil olduğu bâzı ferdleri tahsis etmek onların hükmüne son derece ehemmiyet ve dikkat atfedildiğini gösterir. Kâinat (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimizin borçdan da Allah'a sığınması: Abdullah b. Ca'fer hadîsine muarız gibi görünmektedir. Çünkü o hadîsde: ki Allahü teâlâ'nın kerih gördüğü bir hususa âid olmadıkça Allahü teâlâtâ borcunu ödeyinceye kadar borçlu ile beraberdir.» buyurul-maktadır. Hattâ hadîsin râvîsi Abdullah b. Ca'fer'in Ümmetçisine: «Git benim için borç al! Çünkü ben bu gece Allah benimle beraber olmadıkça rahat olamam.» dediği rivâyet olunur. biribirine muarız görünen bu hadîslerin ilcisinin de sahîh olduğunu söylüyor. Fakat hakîkatda hadîslerin arasında muâraza yokdur. Çünkü aralarını bulmak mümkündür. araları şöyle bulunur: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Allah'a sığındığı borç mubah bir şey hakkında alınmışdır. Lâkîn Ödemeye imkân yokdur. Bunu alan kimse dîn kardeşinin malını helâke mâruz bırakmış olur. Yahut borç alır; ödemeye iktidarı da vardır; yalnız ödemeye niyeti yokdur. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu ümmetine tâlim için söylemişdir. Yoksa kendisinin ödememek niyeti ile borç almasına imkân yokdur. hadisi ise hakîkaten şer'an bir ihtiyâca mebnî ve ödemek niyeti ile alınan borçdur.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Mescidler Ve Namaz Kılınan...
Konu: Namazda İken Kendisinden Allaha Sığınılacak Şeyler Bâbı
5-) - Bu sözün mânası: «Sizin şüphe saydığınız şeye ben daha lâyıkım, çünkü o şüphe değil, daha ziyâde izah buyurülmasını istemekdir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Delillerin Bir Birini Takviyesiyle İtminan-ı Kalbin Artması Bâbı
5-) Elleri göğsün üzerine veya göbeğin altına koymanın hikmeti ta'zimdir. Elleri göğsün üzerine koymak sünnettir, diyenler bunun huşûa daha münâsip olduğunu söylerler ve; «Bunda îman nurunu muhafaza vardır. Binâenaleyh elleri göbeğin altına bağlayıp ta avret mahallini işaret etmektense bu şekil daha münâsiptir» derler. Hanefîler ise göbeğin altına koymak daha ziyâde ta'zim ifâde eder. Namaz kılanı ehl-i kitaba benzemekten uzaklaştırır. Avret mahallini örtmeğe ve elbiseyi düşmekten muhafazaya vesile olur. Nitekim hükümdarlar huzuruna girerken dahi ayni şekilde hareket etmek âdettir. Bir de elleri göğse bağlamak kadınlara benzemektir. Binâenaleyh elleri göğse değil, göbeğin altına koymak sünnettir.» derler.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Namaz
Konu: Namaz Kılanın İhram Tekbirinden Sonra Sağ Elini Sol Elinin Üzerine Bağlıyarak Göbeğinin Üstüne Ve Göğsünün Altına Koyması, Secdede İse Ellerini Omuzları Hizasında Yere Döşemesi Bâbı
5-) Sonra o kılmış, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'de (ona uyarak) namaz kıluuşdı. Cibrîl (aleyhisselâm) işte bununla em rolündün» buyurmuşdu; demiş. Ömer, Urve'yc: Ne söylediğini düşün yâ Urve! Acaba namaz vaktini Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e ta'ym eden Cibrîl (aleyhisselâm) mıdır?» demiş. Urve: Beşir b. Ebî Mes'ûd, babasından böyle rivâyet ediyordu... cevâbını vermiş.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Mescidler Ve Namaz Kılınan...
Konu: Beş Vakit Namazın Vakitleri Bâbı
5-) Bu hadîs mensûhdur. Tahâvî diyor ki: «İhtimâl Hazret-i Muâz'ın aynı namazı iki defa kılması, farzların ikişer defa kılındığı zamanlarda olmuştur. Çünkü İslâmın ilk zamanlarında bu yapılırdı.» Tahâvî neshe delîl olarak Hazret-i İbn Ömer'den rivâyet edilen bir hadîsi göstermiştir. Mezkûr hadîsde: «Bir namaz, günde iki defa kılınamaz.» denilmiştir. (radıyallahü anh)’in arkasında namazını bozan sfttm*Jdın olduğu ve namazını bozup bozmadığı ihtilaflıdır. Ebû Dâvud Tayâlisî'nin rivâyetinde bu zâtın Hazm b. Ebü "âlb olduğu söylenmiştir. Bâzı rivâyetlerde Haram b. Olduğu söylenmiştir. Hazret-i Haram, Enes b. Mâlik'le sıymış. Namazdan sonra hurma bahçesini sulamak niyetinde imiş. Bu sebeple namazdan ayrılarak yalnız kılmış ve bahçesine gitmiş. Daha başka isim söyleyenler de vardır. namazdan çıkan zâtın namazını bozmadan saftan çıkarak aynı namazı kendi kendine tamamladığını söylemişlerse de Müslim'in buradaki rivâyetinde namazdan selâm vererek çıktığı tasrîh edilmiştir. bir rivâyetinde Hazret-i Muâz: çıkarsam bunu mutlaka Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e söylerim!» demiş ve sabahleyin söylemiş. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de o zâtı çağırtmış. Kendisine: yaptığına sebep nedir?» demiş. O zât: Ya Resûlallah! Ben gündüzün su taşıyan devemle çalıştım; geldiğimde namaza durmuşlardı. Hemen mescide girerek Muâz'la beraber namaza durdum. Fakat o filân ve filân sûreyi okudu. Ben de cemâatdan ayrılarak mescidin bir tarafında namazımı yalnız kıldım; demiş. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): fettanını oldun ya Muâz? Sen fettânmı oldun yâ Muâz?» buyurmuşlar. rivâyette üç defa «Fettan, fettan, fettan», demişdir. Bu takdirde cümle; «Sen fettansın» mânâsına olup, müptedâsı mahfuz haberdir. Ve te'kîd için üç defa tekrar edilmiştir. İbn Uyeyne rivâyetinde mezkûr cümle istifhâm-ı inkârı ile «Sen fettan mısın » şeklinde vârid olmuştur. murâd; nefret ettirendir. Çünkü kıraati uzun tutmak cemâatin namazdan çıkmalarına ve cemaatla namazdan kerahet duymalarına sebep olur. Bazıları fettan sözü ile azap vermek mânâsı kastedilmiş olabileceğini söylemişlerdir. Zîrâ Hazret-i Muâz uzun okumakla cemaata azab vermiştir. Bu kelime «fâtin» şeklinde dahi rivâyet edilmiştir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Namaz
Konu: Yatsı Namazında Kıraat Bâbı
5-) Taberânî «El-Kebîr» nâm eserinde Talk b. Alî (radıyallahü anh)'dan şu hadîsi rivâyet etmiştir; (sallallahü aleyhi ve sellem) hilâli görünceye kadar Ramazandan önce bir gün oruç tutmayı yasak etti;..» hadîsin râvîleri arasında hakkında söz edilen Habbân isminde bir zât vardır. bu bâbda Taberânî, Hazret-i Berâ’ b. Âzib'den; Ebû Dâvûd, Âişe (radıyallahü anha)'dan: Bey ha ki, Hazret-i Ömer ile Câbir (radıyallahü anhûma)'dan; Dârakutnî, Rafi b. Hadîc (radıyallahü anh)'dan; Taberânî «El-Kebir» nâm eserinde Abdullah b. Mes'ûd (radıyallahü anh)'dan; İmâm Ahmed b. Hanbel ile Taberânî: Hazret-i Alî (radıyallahü anh)'dan; yine Taberânî, Semuratü'bnü Cündeb (radıyallahü anh)'dan hadîsler rivâyet etmişlerdir. bir veya iki gün evvel oruca başlamanın yasak edilmesi farz oruçlar, nafile orucun birbirine karışmaması hikmetine mebriîdir. (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu mü si umanlar hıristiy anlara benzemesin diye yasak etmiştir. Çünkü hıristiyanlar kendilerine farz kılınan şeylere kendi fâsitliği kirlerince münâsip gördükleri şeyleri katarlardı. kirâm'in ekserisi ile Tâbiîn ve onlardan sonra gelen ulemânın yevm-i şekde oruç tutmayı kerih gördükleri sahih rivâyetlerle naklolunmuştur ki ashâb-ı kirâm'dan Alî, ömer, İbn Mes'ûd, Huzeyfe, İbn Abbâs, Ebû Hüreyre, Enes ve Ebü Vâil (radıyallahü anhüm) ile Tabiîn'den Saîd b. El-Müseyyeb, îkrime, İbrâhîm Nehai, Evzâî, Süfyân-ı Sevri, İmâm A'zam , İmâm Mâlik, İmâm Şafiî, İmâm Ahmed b. Hanbel, Ebû Ubeyd, Ebû Sevr ve İshâk hazerâtı bunlar meyânındadır. bir cemâatin yevmi şekde oruç tutmayı tecviz ettikleri rivâyet olunur. şek: Şaban'dan mı yoksa Ramazan'dan mı olduğu kestirilemiyen şüpheli gün demektir. Ebû Hüreyre: «Ramazandan evvel bir gün oruç tutmam: benim için gecikmemden daha makbuldür. Çünkü bir gün evvel tutarsam orucum kazaya kalmaz. Fakat tutmazsam orucum kazaya kalır.» demiştir. bir kavil Hazret-i Amrü’bnü Âs'dan dahi rivâyet olunur. (radıyallahü anh) «Sabândan bir gün oruç tutmam: benim için Ramazan'dan bir gün tutmamaktan daha iyidir.» demiştir. söz Hazret-i Âişe ile kız kardeşi Esmâ (radıyallahü anhûma)'dan da rivâyet olunur. bulutlu olursa Küfe ulemâsı ile İmâm Mâlik, İmâm Şafiî, Evzâî ve Sevrî'ye göre o gün oruç tutmak yine vâcib değildir. İmâm Ahmed'in bir kavli de budur. kimse o gün oruç tutar da, sonradan Ramazan'dan olduğu anlaşılırsa Hanefiîler'e göre tutulan oruç haram değildir. Sevrî ile Evzâî'nin mezhepleri de budur. Ömer ile İmâm Ahmed ve ulemâdan bir taife: «Yevm-i şekde hava açık olursa oruç tutulmaz. Fakat bulutlu olursa oruç tutmak vâcibdir.» demişlerdir. bâzılarına göre bu hususta halk İmâma tâbidir. İmâm oruç tutarsa, onlarda tutar; iftar ederse onlar da iftar ederler. Basrî ile İbn Sîrin bir rivâyette Şa'bî ve bir rivâyette İmâm Ahmed'in kavilleri budur. b. Abdullah İbn Şihhîr ile İbn Şureyb, İmâm Şâfiî'nin: «Yevm-i şekde oruca niyet etmeden sabahlamak fakat o günün öğle zamanına kadar yiyip içmemek gerekir. Zevalden önce Ramazan'dan olduğu anlaşılırsa oruca niyet edilir. Ramazandan olmadığı meydana çıkarsa iftar olunur.» do-diğini nakletmişlerdir. Küteybe, Dâvûdî ve diğer bâzı ulemânın kavilleri de budur. kabul edilmeyen bir kimsenin Ramazan ay'mı günlüğüne mahkeme huzurunda şahadet etmesiyle yahut îtimâd ettiği bir köle veya kadından işittiğini haber vermesiyle Ramazan ay'ı isbât edilmiş olmaz. O gün yine yevm-i şekdir. Ancak o gün nafile oruca niyet ederse Hânefiîler'e göre mekruh olmaz. İmâm Mâlik’in kavli de budur. şerhinde şöyle denilmektedir: «Havas hakkında efdal olan, o gün kendisiyle yakınlarının nafile oruca niyetlenmeleridir. Bu kavil ÎTS Tam Ebû Yûsuf'dan da rivâyet olunur. Avam takımına gereken zevale yaklaşıncaya kadar beklemeektir. O günün Ramazandan olduğu anlaşılırsa o anda oruca niyet ederler. Aksi taktirde oruca niyetlenmezler. kimse Ramazandan üç gün evvel yahut bütün Şaban ayında oruç tutsa veya âdet edindiği oruç günü yevm-i şekke tesaadüf etse efdal olan o gün nafile oruca niyet etmesidir. nâm eserde: (Oruç efdaldır.) deniliyor. Yevm-i şek: Bir kimsenin âdeti olan oruca tesaadüf ederse oruç tutmak efdal, aksi taktirde ise tutmamak efdaldır. bir veya iki gün önce ne sıfatla olursa olsun oruç tutmak mekruhtur. Fakat üç gün evvel oruç tutmak mekruh değildir, İmâm Ahmed b. Hanbel'in kavli de budur.» deniliyor. İmâm Şâfiî'ye göre Şaban ayının yarısından sonra nafile oruç tutmak mekruhtur. Çünkü Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): yarı oldumu artık oruç tutmayın.» buyurmuştur. bu hadis için «Hasen şahindir.» demiştir. Maamâfih İmâm Şafiî'nin istidlal ettiği bu badisin sıhhat derecesi üzerinde yine de söz edilmiştir. İmâm Ahmed'in: «Bu hadîs mahfuz değildir.» dediği rivâyet olunur. olduğu kabul edilse bile daha taşka sahîh hadise murâraza etmektedir. Seleme (radıyallahü anh)'dan rivâyet olunan bir hadîsde: (sallallahü aleyhi ve sellem) Şâbân'dan mâada ssntntn hiç bir ayında tam olarak oruç tutmazdı. Şaban ayını da oruç tutmak sûruriyle Ramazan'a eklerdi.» denilmiştir. bu hadîsin dahi hasen olduğunu söylemiştir. rivâyetlerinde zikri geçen cümlesi muhtelif şekillerde tefsir olunmuştur. «El-Müheszeb» şerhinde bunun: «sıkıştırın» yani «oruçla doldurun» yahut «Bulut altında ay'ı takdir edin.» mânâsına geldiği bildirilmiştir. Ahmed b. Hanbel ile bulutlu günde Ramazan niyetiyle oruç tutmayı tecviz eden diğer bâzı ulemânın kavilleri budur. Şureyh, Mutarrif b. Abdillâh, İbn Kuteybeve daha başkalarına göre mezkûr cümlenin mânâsı: «Ay'ı menzillerinin hesabma göre takdir edin.» demektir. Ömer -ibn Âbdilberr'in «Istizkâr» nâm eserinde beyânına göre Tâbiîn'in büyüklerimden Bazıları bu hususta yıldızlarla ay'ın menzillerini ve hesap yolunu nazar-ı ittibâra alırlarmış. Şîrîn böylesi hakkında «Bunu yapmaması kendisi için daha iyi olurdu.» demiştir. Şureyh, İmâm Şafiî'den yıldızlarla ve hesap yoluyla Ramazanın su butuna istidlal etmenin caiz olacağına işaret eden bir kavil rivâyet etmişse de, Şafiîler'den İbn Abdilberr bunu kabul etmemiş: «Şafiî'nin elimizde bulunan kitaplarında Ramazanı ancak gözle görmekle yahut âdil şahadetle veya şaban ayını otuz gün tamamlamakla îtikaad en sahih olabileceği yazılıdır.» demiştir. Irak, Şam ve Mağrib ulemasının cumhûru ile Ebû Hanife , Mâlik, Şafiî, Evzâf, Sevri ve bil'umûm hadîs ulemâsı ile Hanefiîler'in mezhepleri budur. hususta muhalefet eden yalnız İmâm Ahmed ile onâ tabî olanlardır. kendi yaptığı hesapla amel etmesinin caiz olup olmaması hususunda iki kavil vardır. « Cumhûr-u fukahâ Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in: «Takdir edin.» sözünden murâd, otuz günü tamamlamakdır; demişlerdir. Nitekim diğer rivâyette bu söz ayni mânâya tefsir buyurulmuştur. cümleden murâd: Yıldız hesabı olamaz. Çünkü bunu, bütün insanlara teklif etmek onlara güçlük verir. Herkes hesap bilmez. Şâr / Hazretleri ise insanlara ancak ekseriyetin bildiği şey'i emreder.» demiştir. Kuşeyri diyor ki: «Hesap hilâlin bulut gibi bir mâni olmaca ufuktan doğmuş olacağını gösterirse bu vücûb iktizâ eder. Zîrâ şerT sebep mevcuttur. Bir şey'in lâzım olması için hakikaten onu görmek şart değildir. mâniden dolayı görülmeyen ay’ın sübûtuna ya günlerin sayısını tamamlamak yâhutta o günün Ramazandan olduğuna ictihâd suretiyle ittifak olunursa oruç tutmak vâcib olur...» «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in takdirden muradı: İçinde bulunduğunuz ay'ın günlerini otuz olarak tamamlayın mânâsına gelir. Zira asıl olan, ay'ın devamıdır.» demişlerdir. Cumhûr bu, tevcihi kabul etmiştir. rivâyetleri oruca başlamanın ve bitirmenin hilâli görmeye mutaailik olduğuna yani Ramazan'in başında da, sonunda da gökteki hilâli görmekle amel etmenin vâcib olduğuna delildirler. Ulemâ Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in: «Biz ummî bir ümmetiz; yazıyı ve hesabı bilmeyiz.» ifâdesi üzerinde dahi muhtelif tefsirlerde bulunmuşlardır. göre «Biz» tâbiri bütün arap milletinden kinayedir. Bazıları: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bununla yalnız kendini kasdetmiştir.» derler. Cemâat demektir. Ahfeş'in tarifine göre bu kelime lâfzın, mtifred, mitnen cemi'dir. Dîn ve tarikat mânâlarına da gelir. «Ümmet: bir dînde tek kalan adamdır.» diye tarif etmiştir. Anneye mensup, demektir. bundan arap mîlletinin kastedildiğini, çünkü onların yazı bilmediklerini söylemişlerdir. takımları: Bu cümleden: «Biz, annelerimizin doğurduğu gibi kalacağız» mânâsını çıkarmış; Dâvûdî: «Geçen ümmetlerden hiç bir şey almamış yalnız kendilerine gönderilen vahyi kabul etmiş.» mânâsına geldiğini söylemiştir. ve hesap bilmeyiz.» cümlesi ümmî olduklarının beyânıdır. Rivâyete nazaran araplann ümmî bir millet olması, onlarca yazı pek nâdir bulunan kıymetli bir şey olduğundandır. Maamâfih az da olsa içlerinde, okur yazar ve hesap yapanlar vardı. hesaptan murâd: Yıldızların hareketini hesâb etmektir. Araplar bu hususta pek az şeyler biliyorlardı. Onun için de Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetinden güçlüğü kaldırmak için hükmü gözle görmeye talik etmiştir. bulutlanırsa gün sayısını otuz' olarak tamamlayın.» buyurması: Hükmün asla hesaba taallûk etmediğini gösterir. Çünkü hesaba taallûk etse: bulutlu olursa ne yapmak lâzım geldiğini hesap bilenlere sorun...» derdi. Battal ve başkalarının beyânına göre bu cümleden murâd: «Biz öyle bir milletiz ki: Orucumuzun ve sâir ibâdetlerimizin vakitlerin tarif için bize hesap ve yazı bilmeyi gerektiren şeyle teklif edilmemistir. Bizim ibâdetlerimiz açık bir takım alâmetlere raptedilmiştir. Onları bilme hususunda hesap âlimleri ile başkaları müsavidir.» demektir. Sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) elleriyle işaret ederek bu mânâyı tamamlamış, iki elinin parmaklarıyla herkesin anlıyacağı bir şekilde ay'ın bazen otuz, bazen de yirmidokuz güç çektiğini göstermiştir. Şu hâlde bir kimse tâyin etmeksizin bir ay oruç adasa yirmidokuz gün tutmakla iktifa edebilir. Çünkü bir ay: en az yirmidokuz gün çeker. Nitekim namaz kılmayı nezreden bir kimseye iki rek'at namaz kâfi gelir. Zîrâ namaz ismi en azından bu miktara verilir. . Mâlik, bir ay oruç nezir eden kimsenin gün hesabıyla tuttuğu takdirde mutlaka otuzu doldurması îcâb ettiğine kaail olmuştur. hadîste «İşaretle hüküm sabit olur.» diyenlere delil vardır. . Hilâl'i bir beldede yaşayan bütün insanların görmesi şart değildir. Ramazan hilâlini iki âdil hattâ esah kavle göre bir âdil kimsenin görmesi bütün müslümanlar için kâfidir. Bayram hilâli için' mutlaka iki âdil kimsenin şahadeti lâzımdır. Bu hususta bütün ulemâ müttefiktir. Yalnız Ebû Sevr Bayramın da âdil bir şahidin şahâdetiyle sabit olacağını söylemiştir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Oruç
Konu: Ay Görülmekle Ramazan Orucunun Farz Olması, Yine Ay Görülmekle Bayram Yapılması, Ayın Başında Veya Sonunda Hava Bulutlu Olursa Ramazan’ın Otuz Gün Üzerinden Tamamlanması Bâbı
5-) - Güneşin batıdan doğması,

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İmanın Kabul Edilmeyeceği Zamanın Beyanı Bâbı
5-) İbn Abbâs (radıyallahü anh)'ın: «Talâk üç idi.» sözü merfû' değil, kendisine mevkuftur. Lâkin bu cevap zaiftir. Zîra Usûl-i Fıkıh ve Usûl-i Hadîs ilimlerinin beyanına göre sahabenin: «Biz şöyle yapardık» gibi sözleri merfû' hadîs hükmündedir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Boşama
Konu: Üç Talak Bâbı
5-) Müslümanlar ortalık aydınlanmadan hareket etmişlerdi.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Müellefe-i Kulüba Müslümanlığa Yatıştırmak İçin Atıyye Verilmesini, İmanı Kuvvetli Olanlara Sabır Tavsiye Buyurulması Bâbı
5-) Eğer mukallidin ikrarı iztirârı olursa mesele birinci surete tefer-ru' eder. Orada böylesi için, zahire göre kâfirdir dediğimize göre bura-dakine de münafık hükmünü vermek icâbeder.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Münafık Hasletlerini Beyan Bâbı
5-) Peygamberlerine iman.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İman Şubelerinin Sayısını, Bunların En Üstün Ve En Aşağı Derecede Olanını; Utanmanın Faziletini Ve İmandan Olduğunu Beyam Bâbı
5-) - Suâlin mânası: Yâ Rabbî! Ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster ki senin Halil'in olduğumu bileyim demektir;

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Delillerin Bir Birini Takviyesiyle İtminan-ı Kalbin Artması Bâbı
5-) Hattâbî'nin rivâyetine göre bu söz «senden ma'dûd değildir.» manasınadır. seninledir; sonu da sana müntehî'dir.» yani sana iltica ederim; muvaffakiyetim ancak seninledir. cümlesinin mânâsı, senaya lâyıksın; demekdir. bunun: «Hayır, senin yanında sabit oldu.» mânâsına geldiğini söylemişlerdir. İbn’l-Enbârî'ye göre: «Kullar seni tevkîd etmekle bereket kazandı.» demekdir. yer dolusu hamd» in ne demek olduğunu evvelce görmüş-dük. kendisini yaratıp şekillendiren, gözünü ve kulağını yaradan Allah'ına secde etti.» cümlesi, kulakları yüzden sayan Zührî'nin delilidir. Ulemâdan bir cemaata göre kulaklar baş'dan sayılır. Bir takımları kulakların üst kısmını başdan, alt kısmın yüzden saymış, Bazıları da kulakların ön kısmını yüzden, arka kısmını baş'dan addetmişlerdir. Cumhûr'a göre kulaklar ne başdan ne de yüzdendir. Onlar iki müstakil uzuv olup, müstakkillen su ile temizlenirler. Kulakları mesh etmek sünnetdir. en güzeli." terkibinden murâd; takdir edenlerin ve şekîl verenlerin en güzeli demekdir. sensin, geriletn sensin!» dilediğini tâatma muvaffak kılarak ilerletir, dilediğini de hikmetin iktizâsı bundan geri bırakırsın. Sen dilediğini aziz; dilediğini de zelîl eylersin; mânâsına gelir. şerif iftitah duasının müstehab olduğuna, rükû' ve sücûdde ve onlardan doğrulurken, keza selâm vermezden önce dua okumanın müste-hak olduğuna delildir. müslümanlarm birincisiyim.» sözünden murâd, bu ümmetin müslümanlarıdır.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Yolcuların Namazı Ve ...
Konu: Gece Namazında Ve Kıyamında Dua Bâbı
5-) Yahûdi öldürüldüğü zaman müsle mubah idi; sonra bu hüküm neshedildi.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Kasâme, Muhakibler, Kısas...
Konu: Taşla Ve Diğer Keskin Ve Ağır Şeylerle Vuku Bulan Ölümde Kısasın Sübutu; Kadın Öldürmesi Sebebi Île Erkeğin Öldürülmesi Bâbı
5-) «Mâ» ismi istifham, «zâ» zaide olabilir. Sümâme'nin bu suâle: «Bendeki hayırdır.» diye cevap vermesi: Sen zâlimlerden değilsin; afvini ve ihsanını umarım! manasınadır. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu suâli üç gün tekrarlamış; Sümâme (radıyallahü anh)' da üç gün aynı cevâbı vermiş: «Şayet öldürürsen kan sahibi birini öldürmüş olursun...» demiştir. Kâdi Iyâz'in beyânına göre bundan murâd: Öldüreceğin adam şerefli bir reîs olduğu için kanı dâva edilecek ve kaatilinden öc alınacak bir adamdır, demektir. Diğer ulemâ: «Sümâme'nin bu sözü: Kam heder olmağa lâyık, ölümü hak etmiş birini Öldürmüş olursun; binâenaleyh onu öldürmekle mes'ul olmazsın! mânâsına gelir.» demişlerdir. (sallallahü aleyhi ve sellem)’in aynı suâli üç gün tekrar etmesi, kalpleri İslâmiyete yatıştırmak ve müslüman olması ümit edilen eşrafa bir lütufkârlık göstermek içindir. Zîrâ bu gibi zevatın ardından, onlara tâbi' birçok kimselerin müslüman olması me'muldür. Üçüncü gün Sümâme (radıyallahü anh) Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) tarafından afvedilerek serbest bırakılmış; o da hemen müslüman olmuştur. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisim tebşir buyurmuşlardır. Bunun mânâsı: Hak dîni kabul etmekle kazandığı büyük hayrı ve müslümanlığın küfür halinde iken işlenen suçları yıkıp yok ettiğini müjdelemektir. Kendisine ömre hususunda verdiği emir müstehab mânâsına gelir. Çünkü ömre her mevsimde yapılması müstehab bir ibâdettir. Bahusus böyle kavminin reîsi mevkiinde olan bir zâtın kâfir gidip müslüman olarak dönmesi Mekkeliler'in pek fenasına gitmiş; aralarında tavaf ve sa'y yapması onları kin ve gayzlarından çatlayacak hale getirmiştir. Hattâ birisi dayanamayarak: Sen dinden mi döndün? diye sormuştur. Sümâme (radıyallahü anh) buna: Hayır! Lâkin ben müslüman oldum!..» şeklinde cevap vermiştir ki, edebiyyat dilinde buna «üslûbu hakim» derler. Sanki: «Ben dînden çıkmadım; zira siz bir dîne bağlı değilsiniz ki, ben ondan çıkmış olayım! Ben yeni olarak Allah'ın dînine girdim!» demiş gibidir. Hisâm diyor ki: «Bundan sonra Sümâme Yemâme'ye gitti. Ve ora halkının Mekke'ye bir şey götürmelerini men'etti. Mekkeliler. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e mektup yazarak: «Sen akrabaya yardımı emredersin!..» dediler. Bunun üzerine oda Sümâme'-ye bunlara bir şeyler götürülmesine müsaade etmesini yazdı.»

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cihâd Ve Siyer
Konu: Esiri Bağlayıp Hapsetmenin Ve Ona Îyilikte Bulunmanın Cevazı Bâbı
6-) - Koğucuya yasak ettiği şeyi kendisi yapmamalı; onun koğuştur-duğu şeyleri başkasına hikâye ederek: «Filân şöyle söyledi» dememelidir. Zira bunu yaparsa kendi de nemmâm ve kendi nehyettiğini kendisi yapmış ölür...» İmâm Gazâlî’nin yukarıdaki sözlerini naklettikten sonra şunları ilâve ediyor: hakkında söylenen bütün bu sözler, nemimede şer'i bir maslahat olmadığına- göredir. Ama ona ihtiyaç görülürse, men' edilemez. Meselâ: Birisi sana veya ailene yahud malına bir kötülük etmek istiyor» diye haber vermek ve keza devlet reisine veya bir salâhiyet sahibine bir adam hakkında: «Şunu yapıyor; mefsedet peşinde koşuyor.» diye haber vermek bu kabildendir. Salâhiyet sahibinin de o işi meydana çıkarması, zararını gidermesi icabeder. bunlar ve benzerleri haram değil, yerine göre bazısı vâcib, bazısı naüstehabtırlar,»

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Koğuculuğun Ağır Şekilde Haram Kılındığını Beyan Bâbı
6-) İbn Ebi Hatim'in sahih bir senedle Sa'id b. Cübeyr'den tahriç ettiği bir rivâyete göre yalnız Ömer (radıyallahü anh) dır

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Müminlerin Birbirlerile Yardımlaşması Ve Başkalarile Alakayı Keserek Onlardan Uzak Kalmaları Bâbı
6-) Müslümanların işgal ettikleri yerler alçak, müşriklerin yerleri ise yüksekti. Binâenaleyh Müslümanların sebat etmesi pek müşkildi.» demişlerdir. mühim olan bu sebeplerin başında gelen en mühim hezimet sebebi Müslümanların adetçe fazlalıklarına güvenerek gurura kapılmalarıdır. Bu hakikati Kur'ân-ı Kerîm şu âyet-i kerime ile beyân eden: gününü de hatırla. Hani çokluğunuza mağrur olmuşdunuz. Fakat bu, size hiç bir fayda te'mîn etmemiş, dünyâ bunca genişliği İle size dar gelmiş, sonra harpten dönerek geri çekilmiştiniz. Bu mağlûbiyetten sonra Allah, Peygamberi ile Mü'minlere sükûnet ve huzur İndirmiş, sizin görmediğiniz birtakım askerler göndermişti. Bu suretle kâfirleri azâb etmişti. İşte kâfirlerin cezası budur. Sûre-i Tevbe, âyet 25-26" görmedikleri askerlerden murâd: Meleklerdir. Âyet-i kerîmeyi Bâbımız rivâyetleri ile birlikte mütâlâa edersek şu netice hâsıl olur: Müslümanlar Allah'dan nusret beklemeyi unutarak, varlıklarına güvenirlerse, Allah'ın yardımına nail olamazlar. Bil' akis kendilerine gelerek Allah'a iltica ederlerse, Allah'ın nusreti her zaman onlarla beraberdir. İslâm târihi bu hususa gösterilecek misâllerle doludur. Kelimetullah'ı i'lâ için yapılan harplerde Müslümanların azlığı, çokluğu yahut kuvvet ve zaafı mevzubahis değildir. Allahü teâlâ kaadir-i mutlaktır. Dilediği anda gökten melek orduları indirerek Müslümanları muzaffer kılar.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Müellefe-i Kulüba Müslümanlığa Yatıştırmak İçin Atıyye Verilmesini, İmanı Kuvvetli Olanlara Sabır Tavsiye Buyurulması Bâbı
6-) - Allahü teâlâ Peygamberi ile hicap arkasından konuşur. Müslim'in rivâyet ettiği bir hadise göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'de 15 sene vahyi işitmek sureti ile telâkki etmiştir yedi sene vahiy esnasında bir ziyadan başka bir şey görmemişdir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Resûlüllah Sallalahu Aleyhi Ve Selleme Vahyin Başlaması Bâbı
6-) - Doğuda,

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İmanın Kabul Edilmeyeceği Zamanın Beyanı Bâbı
6-) Sahabe ve tâbiîndir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Emirlik
Konu: Hükümdarlara Masiyetten Başka Hususta İtaatin Vacib, Masiyet Hususunda İtaatin Haram Kılınması Bâbı
6-) Bana Ali b. Hucr es-Sa'dî de rivâyet etti. ki: Bize Ali b. Müshir rivâyet etti. (Dedik ki: Bize Muhammed b. Kays el-Esedî , Ali b. Rabıate'l Esedi (63) o da Muğiretü'bnü Şu'be'den o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen bu hadîsin bir benzerini haber verdi; ama: Şüphesiz ki benim üzerimden söylenen bir yalan, başka birinin üzerinden söylenen yalan gibi değildir.» cümlesini zikretmedi.»

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Mukaddime
Konu: Resûlüllah Sallallahü Aleyhi Ve Sellem’in Üzerinden Yalan Uydurmanın Pek Ağır Bir İftira Olduğunu Beyan Bâbı
6-) Yedi harfden murâd: yedi husûsdur. Bunlar: Emir, nehiy, helâl, haram, muhkem, müteşâbîh ve emsâl'dir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Yolcuların Namazı Ve ...
Konu: Kurânın Yedi Harf Üzerine Olmasını Ve Bunun Manasını Beyan Bâbı
6-) Dayak sayısı kırka varmamak, ondan bir noksan olmakdır. A'zam'la İmâm Muhammed'in kavilleri bu olduğu gibi İmâm Şafiî'nin bir kavli de budur.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Hudûd
Konu: Tazir Kırbaçlarının Mikdarı Bâbı