Sahîh-i Müslim Hadis Kitabı

2037-) Bize İsmail b. Sâlâm rivâyet etti. ki): Bize Hüseyin haber verdi. ki): Bize Husayn, Ebû Süfyân ile Salim b. Ebî’l-Ca'd’dan, onlar da Câbir b. Abdillâh'dan naklen haber verdi. Câbir Şöyle dedi: cuma günü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ayakta (hutbe okumakda) iken Medine'ye bir kervan geliverdi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in ashabı hemen ona doğru koşuştular. Bİnnetîce yanında oniki kişiden başka kimse kalmadı. Kalanların içinde Ebû Bekir ile Ömer de vardı. (Bunun üzerine) şu âyet nâzil oldu: bir ticâret veya eğlence gördükler! vakit ona doğru sökün ettiler...) hadîsi Buhârî «Kitâbu'l-Cumua», «Kitâbü’l-Buyû'» ve “Kitâbu't-Tefsîr» de; Tirmizî «Kitabu't-Tefsîr» de; Nesâî dahi «Kitâbu't-Tefsîr» ile «Kitâbu's-Salât»da muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir. buradaki rivâyetlerinde: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ayakta hutbe okunıakda iken bir kervan geldiği bildiriliyor. rivâyetinden ise kervan geldiğinde namazda bulunduğu anlaşılıyor. Bu suretle zahiren iki rivâyet arasında münâfât olduğu göze çarpıyorsa da, ulemâ iki rivâyetin arasını bulmuş ve: «Buhârî'-nin rivâyetin deki (Namaz kılarken.) tâbirinden murâd: Namazı beklerken, demekdir. Ebû Nuay m'ın rivâyetindeki (Namazda) tâbirinden de: (Hutbede) mânâsı kasdedilmişdir. Bu, bir şeye berâberindekinin adını tesmiye kabilinden mecazdır.» demişlerdir. dahi iki rivâyetin manen biribirine uyması için Müslim'in rivâyetindeki: «Namazdan murâd: Hutbe hâlinde onu beklemek-dir.» demişdir. de: «Bu hâdisenin hutbe hâlinde olduğunu bildiren rivâyet sahih olacağa daha çok benziyor.» demişdir. Ticaret mallarını taşıyan develer, demekdir. Taşman malların yiyecek kabilimden olup olmaması müsavidir. Kelime müennes olup, kendi lâfzından müfredi yokdur. «îr: Merkep kâfilesidir. Sonraları bu kelime kullanıla kullanıla her kâfileye ıtlak olunmuşdur.» demişlerdir. mezkûr kelimeyi herhalde «ayr»m cem'i olarak telâkki etmektedirler. Gelmeyi «îr»/e isnâd etmek mecazdır. Murâd: îr'in sahipleridir. kervanın kime âid olduğu burada zikredilme misse de Taberî'nin rivâyetinde Dihyetü'l-Kelbî Hazretlerine âid olduğu tasrîh edilmişdir. ulemâsının beyânına göre Hazret-i Dihye develerine Şam'dan zahire ve buğday yükleyerek Medine-i Münevvere'ye getirmiş, halk yiyeceğe pek ziyâde muhtâc oldukları için kervanın geldiğini duyar duymaz minberde hutbe okvayan Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i yalnız bırakarak ona doğru koşmuşlar. Merdûye'nin Dahhâk tarîki ile İbn Abbâs (radıyallahü anh)'dan rivâyet ettiği bir hadîse göre gelen kervan Hazret-i Abdurrahman b. Avf'a âidmiş. iki rivâyetin arasını bulmak için ulemâ ticâretin Abdurrahman br Avf Hazretlerine âid olduğunu Dihye'nin ise onun tarafından gönderilmiş, onun mallarını sevk-u idare eden bir vekîl vazifesi gördüğünü söylemişlerdir. Ayni kervanda, her ikisinin müşterek olmaları dahi mümkündür. Bu takdirde kervanın ikisine de nisbeti sahîh olur. (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yanında kaç kişi kaldığı ihtihâflıdır. Buhârî ile Müslim'in rivâyetleri ide oniki kişi kaldığı bildirilmişdir. Dârakutnî'nin rivâyetinde, bunların kırk kişi olduğu; Ferrâ'in rivâyetinde sekiz; Abd b. Humeyd'in tefsirinde yedi; Taberî ile İbn Ebî Hatim'in sahih bir isnâdla Hazret-i Katâde'den rivâyet ettikleri bir hadîsde oniki erkekle bir kadın; başka bir rivâyetde iki kadın; îb'ni Merdûye'nin rivâyet ettiği İbn Abbâs hadîsinde yedi kadın oldukları bildirilmişdir. Ancak İbn Abbâs hadîsinin isnadı zayıfdır. kim olduklarına gelince Bâbımızın Hâlid-i Tahhân rivâyetinde Hazret-i Câbir kalanlardan birinin kendisi olduğunu; Hüşeym rivâyetinde kalanlar arasında Ebû Bekir ile Ömer (radıyallahü anhûma)’nın da bulunduğunu beyân etmişdir. İsmail b. Ebî Ziyâd’ın tefsîrinde Ebû Huzeyfe'nin âzâd-lısı Sâlim'in de bunlar arasında bulunduğu kaydediliyor. Ukaylî'nin İbn Abbâs (radıyallahü anh)'dan rivâyet ettiği bir hadîsde dört halîfe ile Hazret-i İbn Mes'ûd'un ve Ensâr'dan bir takım zevatın mescidde kalanlar arasında bulundukları bildiriliyor. Süheylî'nin rivâyetine göre Esed b. Amr munkatî' bir senedle mescidde kalan oniki kişinin sağlıklarında cennetle müjdelenen on zât ile Bilâl ve İbn Mes'ûd hazerâtı olduklarını bildirmişdir. Bir rivâyetde İbn Mes'ûd yerine Hazret-i Ammâr zikredilmiş; Hazret-i Câbir dahi kalanlar arasında olduğu hâlde ihmâl edil-mişdir. hadîsinin zahirine göre âyet-i kerîmenin inmesine sebep: Mezkûr kervanın gelişi ve cemaatin ona koşmasıdır. Fakat Ebû Dâvûd'un «Merâsîl» inde Hazret-i Mukaatil b. Hayyân'dan rivâyet olunan bir hadîsde: (sallallahü aleyhi ve sellem) cunıâ namazını bayramlarda olduğu gibi hutbeden önce kılardı.» Bir cuma günü yine namazı kıldırdıktan sonra hutbe okurken mescide bir adam girerek: Dihye ticâret mallan ile gelmişdir! dedi. Dihye bir yerden geldiği vakit onu yakınları deflerle karşılardı. Derken cemâat hutbe dinlemeyi, terk etmekde bir şey yokdur zannederek dışarıya çıktılar. Allahü teâlâ da mezkûr âyeti indirdi. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) cuma günü hutbeyi evvel Okumaya, namazı ondan sonra kıldırmağa başladı, Bu bâbdaki nehiyden sonra artık Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den şehâdet parmağı İle işaret etmek sureti ile izin İsteyerek, o da eliyle işaret suretiyle izin vermedikçe burun kanama veya abdesti bozulma gibi sebeplerden dolayı hiç bir kimse dışarıya çıkmaz oldu.» denilmektedir. «Bu hadîs sabit bir yoldan nakledilmemiş de olsa sahabeye hüsn-ü zanda bulunmak onun doğru olmasını icâb eder.» diyor. Kâdî Iyâz: «Ashabın haline en yakışanda budur. Onlardan beklenen Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber kıldıkları namazı bırakmamaktır. Lâkin namaz bitince mescidden ayrılmayı caiz sanmışlardır.» demiştir. Kâdi Iyâz’ın beyânına göre ulemâdan Bazıları Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in cuma naamzından sonra hiç bir zaman hutbe okumadığım söylemişlerdir. Şafiî (rahimehüllah)'ın «Sünen» inde İbrahim b. Muhammed tarîki ile rivâyet ettiği bir hadîsde şöyle denilmektedir: (sallallahü aleyhi ve sellem) cuma günü hutbe okurdu. Medîne'l ilerin Bathâ' denilen bir pazar yeri vardı ki, Beni Süleym kabilesi oraya at, deve ve yağ getirirlerdi. (Bir defa yine) oraya geldiler. Cemâat, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i yalnız bırakarak onların yanına çıktılar. Beni Süleym'in bir eğlence âleti vardı. Ensâr'dan biri evlenirse onu çalarlardı. Bu âlet davuldu. İşte Allahü teâlâ onları bundan dolayı ayıpladı. Ve (Bir ticâret yahut eğlence görürlerse, ona doğru sökün ederler.) buyurdu.» hadîs mürseldir. Fakat Ebû Avâne ile Taberî onu mevsûl olarak da rivâyet etmişlerdir. rivâyetinde Câbir (radıyallahü anh) « Medîne Tilerden biri evlenirse, cariyeler onun düğününda kaval çalarlar, halk onların başına üşüşür ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i ayakta bırakırlardı. Ondan dolayı bu âyet nâzil oldu.» demişdir. b. Humeyd'in tefsirinde rivâyet olunan Dihye hadîsinin sonunda şu ibare de vardır: «Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): Nefsim kabz-i kudretinde olan Allah'a yemîn ederim ki benimle hiç bir kimse kalmayıncaya kadar biribirinizin peşinden gitseydiniz şu vâdî mutlakaa sizin üzerinize ateş akıtırdı; buyurdular.» Abbâs tefsirinde bu hâdiseyi Enes (radıyallahü anh) şöyle anlatıyor: «Bir cuma günü biz Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yanında, onun hutbesini dinlerken mesciddekiler anîden davul zurna sesleri işittiler. Medîneliler'e Şam'dan bir kervan buğday ve kuru üzüm getirdiği vakit sevinçlerinden onu çalgılarla karşılarlardı. O gün Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hutbe okurken Dihye'nin kervanı gelmişdi. Derken cemâat Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i bırakarak dışarı çıktılar. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): kimler kaldı?» diye sordu. Ve orada Ebû Bekir, Omer, Osman, Ali, İbn Mes'ûd ve Ebû Huzeyfe'nin âzadlısı Salim kaldığını, kalanların oniki erkekle bir kadından mürekkep bir cemâat olduğunu gördü. Bunun üzerine (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz: evvelkilerinize tâbi olaydı, şu vâdî sizin üzerinize ateş kesilirdi. Lâkin Allah bana sizin sebebinizle ihsanda bulunarak mescidden çıkanlardan azabı kaldırdı.» buyurdu. Ve mezkûr âyet indi. Buna benzer başka rivâyetler de vardır.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cuma
Konu: Teâlâ Hazretlerinin: Onlar Bir Ticaret Veya Eğlence Gördükleri Vakit Ona Doğru Sökün Ettiler De, Seni Ayakta Bıraktılar Âyet-i Kerimesi Hakkında Bir Bab
2038-) Bize Muhammedü'bnü’l-Müsennâ ile İbn Beşşâr rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivâyet etti. ki): Bize Şu'be, Mansûr'dan, o da Amr b. Mürra'dan, o da Ebû Ubeyde'den, o da Kâ'b b. Ucra'dan naklen rivâyet etti. ki: mescide girdi. Abdurrahmân b. Ümmi Hakem oturduğu yerden hutbe okuyordu. Kâ'b: Şu habise bakın! Oturduğu yerden hutbe okuyor. Hâlbuki Allahü teâlâ (onlar bir ticâret veya eğlence gördükleri vakit, ona doğru sökün ettiler de seni ayakta bıraktılar.) buyuruyor; dedi.» isnadında Hazret-i Ka'b’ın mescide girdiğini ve «şu habise bakın!..» dediğini söyliyen zât ya Ebû Ubeyde yahut bizzat Kâ'b Ucra'dır. Böyle kendisi için «Ben» demek lâzımken, ismini söyliyen râvîlere çok tesadüf olunur. Onlar, bunu ya tevâzuan yahut da başka bir nükteden dolayı yaparlar. Kâ'b’ın okuduğu âyeti istidlali şöyledir: Allahü teâlâ hazretleri, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in ayakta hutbe okumakda olduğunu haber vermişdir. Binâenaleyh Abdurrahmân’ın da hutbeyi ayakta okuması îcâb ederdi. Çünkü Teâlâ Hazretleri için Resûlüllah'da güzel bir örnek vardır» buyurduğu gibi, bir bir âyetde: «Ona tâbi' olun!»,'başka bir âyetde de «Resul size ne getirirse, onu hemen alın!» buyurmuşdur. (sallallahü aleyhi ve sellem) dahi «Benİ nasıl namaz kılarken gördüyseniz, siz de öyle kılın!» emrini vermişdir. Kâ'b’ın bu sözleri büyüklerin münkerât işlediğim görünce onları, bundan vazgeçirmeye çalışmak lâzım geldiğine delildir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cuma
Konu: Teâlâ Hazretlerinin: Onlar Bir Ticaret Veya Eğlence Gördükleri Vakit Ona Doğru Sökün Ettiler De, Seni Ayakta Bıraktılar Âyet-i Kerimesi Hakkında Bir Bab
2039-) Bana Hasen b. Aliy El-Hulvânî rivâyet etti. ki): Bize Ebû Tevbe rivâyet etti. ki): Bize Muâviye —ki İbn Sellâm'dır—, Zeyd'den (yani kardeşinden) naklen rivâyet etti. Zeyd, Ebû Sellâm'dan dinlemiş. Ebû Sellâm ki: Bana, Hakem b. Mînâ rivâyet etti. Ona da Abdullah b. Ömer ile Ebû Hüreyre rivâyet etmişler. Onlar da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i minberinin basamakları üzerinde şöyle buyururken işitmişler: bir takım adamlar cuma namazlarını terk etmekden vazgeçerler yahut Allah, onların kalplerine muhakkak sûrefde mühür vurur,da bir daha gafillerden olurlar!» Terketmek, demekdir. Nahiv ulemâsı «Yedeu» kelimesinin masdarı ile mazisinin araplar tarafından kullanılmadığını iddia etmişlerdir. Hadîs-i şerif onların bu iddiasını reddetmektedir. Resûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem)’in araplann en fasihi olduğunda şüphe yokdur. Bu hadîsde «yedeu» fiilinin masdarını, başka bir hadîsde de mazisini kullandığına göre nahiv ulemâsının bu husûsdaki iddiaları yersiz kalır. Mühürlemek ve Örtmek, mânâlarına gelir. Reyn de ayni mânâya kullanılır. Bazıları aralarında fark görmüş ve: «Reyn: Biraz mühürlemek; tab': Biraz kilitlemek; ikfâl: muhkem sûretde kilitlemek, mânâlarına gelir.» demişlerdir. İyâz'ın beyânına göre bu lâfızların mânâsı hususunda kelâm ulemâsı ihtilâfa düşmüşlerdir. Ehl-i sünnet ulemâsı: «Bunlardan murâd: Kalpde küfrü halketmekdir.» demişlerdir. lütuf ve hayır sebeplerinin yokluğu mânâsına geldiğini, bir takımları da bunlar cuma namazına gelmiyenlerin aleyhine şehâdet kas-dedildiğini söylemişlerdir. Hattâ: «Bu bir alâmetdir, Allahü teâlâ onu cuma namazına gitmeyenlerin kalplerinde yaratır. Melekler hangi kulun medhe hangisinin zemme lâyık olduğunu, bu alâmetden anlarlar.» diyenler olmuşdur. sünnet ulemâsından bâzılarına göre lütuf: Tâatı halk etmekdîr. Bir takımları: «Tâata kudret halketmekdir.» demişlerdir. Binâenaleyh hadîs-i şerîfdeki «kalperi mühürleme»den murâd: Ehl-i sünnete göre küfrü halketmekdir. Mâce'nin Hazret-i Câbir'den rivâyet ettiği şu hadîs de bu mânâyı te'yîd eder: teâlâ cum'âyı size bu sene, bu ayda, bu günde, benim şu ma-kaamımda kıyâmete kadar farz kıldı. İmdi her kim benim hayâtımda veya benden sonra âdil yahut zâlim bir İmâmı olduğu hâlde cum'âyı hakîr görerek veya inkâr ederek kılmazsa, Allah onun İki yakasını bir yere getirmesin ve işinde ona bereket vermesin! iyi bilin ki tevbe edinceye kadar o kimsenin namazı, zekâtı, haca ve orucu yokdur. Onun hiç bir hayrı yokdur. Tevbe edenin tevbesini Allah kabul eder.» bu sözü gerekse onun üzerine atfedilen gaflet mes'elesini: «Allahü teâlâ’nın lütfü değil de, onun zıddı olan hizlânı yaratmasıdır.» şeklinde, tefsir mu'tezilenin kavlidir. Onlar kalplerin mühürlenmesini bu mânâya almışlardır. Mu'tedle taifesi «Kul, fi'lini kendi yaratır.-» iddiasında bulundukları için lütfü bu iddiaya muvafık sûretde tarife çalışmış ve: «Lütuf, Allahü teâlâ’nın kulda yarattığı beyyine, akıl ve idrâk gibi bir şeydir ki, o şey bulunduğu vakit kulun îmân edeceğini bilir.» demişlerdir..

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cuma
Konu: Cumayı Terk Edenler Hakkında Gösterilen Şiddet Bâbı
2040-) Bize Hasen b. Rabî' ile Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Ebû'l-Ahvas, Simâk'den, o da Câbir b. Semura'dan naklen rivâyet etti. Câbir Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte namaz kılardım Onun namazı orta, hutbesi dahi orta idi.»

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cuma
Konu: Namazı Ve Hutbeyi Hafif Tutma Bâbı
2041-) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe île İbn Nümeyr rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Muhammed b. Bişr rivâyet etti. ki) . Bize Zekeriyyâ rivâyet etti. ki): Bana Simâk b. Harb, Câbir b. Semura'dan naklen rivâyet etti. Câbir Şöyle dedi: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte bir çok namazlar kılıyordum. Onun namazı orta, hutbesi de orta İdi.» Bekr'in rivâyetinde: «Zekeriyyâ' Simâk'den» denilmiştir. Orta demektir. Araplar orta boylu adama ve orta halde yaşayışa kasd derler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): kim cemaata namaz kıldırırsa hafif futsun!» buyurmuşlardır. Çünkü namazı uzun tutmak bahusus yaz gecelerinde cemaata zorluk verir. Bir de uzatmada bir nevi' tesannu vardır. olan kimsenin cemaatin hâlini göz önünde bulundurarak ona göre hareket etmesi gerektiğini evvelce görmüştük.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cuma
Konu: Namazı Ve Hutbeyi Hafif Tutma Bâbı
2042-) Bana Muhammed b. el-Müsennâ rivâyet etti. ki): Bize Abdülvehhâb b. Abdilmecîd, Cafer b. Muhammed'd en, o da Babasından, o da Câbir b. Abdillâh'dan naklen rivâyet etti. ki: (sallallahü aleyhi ve sellem); hutbe okudu mu gözleri kızarır; sesi yükselir, ve hiddeti artardı. Hatta bir orduyu tehdîdde bulunarak: (düşman) akşama sabah size baskın yapacak diyen (ordu kumandanı) gibi olur; ve şehâdet parmağı ile orta parmağını yan yana getirerek: kıyâmete şunlar (in bir birine olan yakınlığı) gibi yakın (bir zamanda) gönderildim.» der; ve şöyle devam ederdi: sonra (malûmunuz olsun ki) sözün en hayırlısı Allah'ın kitabıdır. Irşadların en hayırlısı da Muhammed'in irşadıdır. Umurun en kötüsü, sonradan çıkarılanlarıdır. Her bid'at dalâlettir.» der; Sonra: her mü'mine kendi nefsinden ileriyim. Bir kimse (ölürken) mal bırakırsa o mal onun yakınlarına âiddir. Fakat borç veya çoluk çocuk bırakırsa bana âid ve benim üzerimedir.» buyururlardı.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cuma
Konu: Namazı Ve Hutbeyi Hafif Tutma Bâbı
2043-) Bize Abd b. Humeyd rivâyet etti. ki): Bize Hâlid b. Mahled rivâyet etti. ki): Bana Süleyman b. Bilâl rivâyet etti. ki): Bana Ca'fer b. Muhammed, babasından naklen rivâyet etti. ki: Câbir b. Abdüllâh’ı: (sallallahü aleyhi ve sellem)’in cuma günkü hutbesi şöyle idî: (evvelâ) Allaha hamdü sena eder, sonra onun ardınca sesi yükselmiş olarak konuşurdu... diyerek yukariki hadîs gibi rivâyet ederken işittim.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cuma
Konu: Namazı Ve Hutbeyi Hafif Tutma Bâbı
2044-) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivâyet etti. ki): Bize Vekî', Süfyân'dan, o da Ca'fer'den, o da babasından, o da Câbir'den naklen rivâyet etti. Şöyle dedi: (sallallahü aleyhi ve sellem) cemaate hutbe okurken. (Evvelâ) Allaha lâyık olduğu veçhile hamdü sena eyler; sonra: kimseye Allah hidâyet verirse artık onu saptıracak yoktur; Allahın saptırdığına da hidâyet verecek yoktur. Sözün en hayırlısı Allahın Kitabıdır.» buyururdu. Bundan sonra râvî hadîsi Sakafî'nin hadisi gibi rivâyet etti. (sallallahü aleyhi ve sellem)'in hutbe esnasındaki hiddeti hakkında Kâdî Iyaz şunları söylemiştir: «Tehdîd eden ve korkutan kimsenin hükmü budur. Hiddetinin artmasından murâd: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in hiddetli bir kimse sıfatı takınmasıdır. Bu şekilde hareketi; şeriata muhalif gördüğü bir hareketi yasak etmek için de olabilir. Vaizin sıfatı dahi böyle konuşacağı şeye uygun olmalıdır...» «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in fazla hiddetlenmesi ihtimâl büyük bir inzâr ve tehdîdde bulunacağı zamana mahsustur.» diyor. «saat» kelimesi hem merfû' hem de mansûb olarak rivâyet edilmişse de mansub rivâyeti daha meşhurdur. Bu takdirde kelime mef-ûlü ma'adır. kelimesi dahi bazı rivâyetlerde «yakrinu» şeklinde zapte-dilmiştir. Fakat onun da meşhur ve fasîh olan kıraati «yakrunu» dur. şehâdet parmağı demektir. Bu kelime sebbetmek yani söğ-mekden alınmadır. Araplar söğerken şehâdet parmağı ile işaret ettikleri için ona bu isim verilmiştir. Iyâz'in beyanına göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) 'in şehâdet parmağı ile orta parmağını bir yere getirerek: «şunlar gibi...» buyurması ya birbirlerine pek yakın olduklarını temsildir. Yânı şu iki parmağın aralarında nasıl başka bir parmak yoksa, kıyâmetle benim aramda da başka peygamber yoktur; demektir. Yahut aralarındaki müddetin yakınlığını takriben beyandır. Nitekim bir hadîsde: Ömrü yedi basamaktır; ben yedinci basamakta gönderildim» başka bir hadîsde,de: « İsrâfîli gördüm. Sûru kapmış; üfürmek için kendisine izin verilmesini bekliyor.» denilmiştir. ba'dü» İmâm Sîbeveyh'e göre «her ne olursa olsun-» ma'nasına gelir. Bu ta'bir, sözün evveli ile sonunu bir birinden ayırmak için kullanılır. Ferrâ' bunun «emmâ ba'den». «emmâ ba'dü» ve «emmâ ba'dün» şekillerinde okunmasını tecviz etmiştir. nâm eserde bunun: «Sana ettiğim duadan sonra...» ma'-nasına geldiği bildiriliyor. Bazıları: «geçen sözden sonra» yahut «bana ulaşan haberden sonra» ma'nasına geldiğini söylemişlerdir. Bu sösü ilk defa kimin söylediği ihtilaflıdır. Taberânî'nin merfû' olarak rivâyet etti Ebû Mûse’l Eş'arî hadisine göre Hazret-i Davûd (aleyhisselâm)'dır. Bir çok müfessirler bunun «fasl-ı. hıtâb» olduğunu ve Hazret-i Davûd (Aleyhîsselâm)'a verildiğini beyan etmişlerdir. Muhakkak ulemâya göre fasl-ı hıtâb: hakla bâtılın arasını ayırmaktır. ta'bîri ilk defa Ya'rub b., Kahta rî kullanmıştır; diyenler bulunduğu gibi, Kuss b. Sâide'nin söylediğini iddia edenlerde vardır. Bu gün «emmâ ba'dü» ta'bîri hutbelerde hamdü sena ile hatibin söylemek istediği asıl mevzuun arasında ve tasnîfâtda kullanılır, kelimesi Müslim'in «Sahîh»inde hâ'nın zammîle rivâyet olunmuşsa da başka yerlerde hânın fethî ve dalın sükunu ile «hedy» şeklinde zaptedilmiştir. Herevî, «hedy»i yol diye tefsir etmiştir. Bu tefsire göre hadîsin ma'nası: «yolların en güzeli Muhammed’in yoludur.» demek olur. irşâd ve delâlet ma'nasına, geldiği gibi bâzan: kalpde îman halketmek ma'nasında da kullanılır: «gerçekten sen doğru yola hidayet edersin» âyet-i kerîmesi birinciye, ki sen dilediğine hidâyet veremezsin; lâkin dilediğine Allah hidâyet verir, âyet-i kerimesi ikinci ma'nâya misâldir. «Kul kendi fi'linin ve bu meyanda îmân ve hidâyetinin halikıdır» diyen Kaderiyye taifesi «hidayet» keilmesinin her yerde dua ve ir-' şâd ma'nasına geldiğini iddia etmişlerdir. Fakat Teâlâ Hazretlerinin: Dar-ı Selâma davet eder; ve dilediğini doğru yola hidâyet buyurur.» âyet-i kerimesi onların bu fâsid mezhebini reddeder. Çünkü âyet duâ ile hidayetin bir olmadığını göstermektedir. eskiden örneği olmayı pyeni çıkarılan şey demektir. Bu kelime ekseriyetle dînde çıkarılan yenilikler ma'nâsında kullanılır Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in: «her bid'aî dalâlettir.» sözü bir âmm-i mahsustur. Bu ifâde ile o: «ekseri bid'atlar dalâlettir.» demek istemiştir bid'atı: Vâcib, mendûb, haram, mekruh ve mubah olmak üzere beş kısma ayırırlar. Meselâ:

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cuma
Konu: Namazı Ve Hutbeyi Hafif Tutma Bâbı
2045-) Bize İshâk b. İtrâhîm ile Muhammed b. Müsennâ ikisi birden Abdüla'lâ'dan rivâyet ettiler. İbn'l-Müsennâ dedi ki: Bana Abdül'a'lâ —ki Ebû Hemmâmdır— rivâyet etti. ki): Bize Dâvûd, Amr b. Saîd'den, o da Saîd b. Cübeyr'den, o da İbn Abbâs'dan naklen rivâyet etti ki Dımâd Mekke'ye gelmiş. Kendisi Ezd-i Şenûe kabilesinden olup delilere okurmuş. Mekkeli bazı alçakların «Muhammed delidir» dediklerini işitmiş. Bunun üzerine (kendi kendine): «Şu zâtı bir görsem!.. belki Allah ona benim elimde şifâ nâsîb eder» demiş. Sonra ona tesadüf ederek: «Yâ Muhammed! Ben delilere okurum; hem Allah benim elimde dilediğine şifâ ihsan eder. Okumamı istermisin?» demiş. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şu mukaabelede bulunmuş: ki hamd Allaha mahsustur. Biz ona hamd eder; ondan yardım dileriz. Her kime Allah hidâyet verirse artık onu şaşırtacak kimse yoktur. Kimi şaşırtırsa onu da hidâyete erdirecek yoktur. Ben Allahdan başka ilâh olmadığına, bir Allah olup şeriki bulunmadığına; Muhammed'in de onun kulu ve resulü olduğuna şehâdet ederim. Bundan sonra. ...» Dımâd: Şu sözlerini bana bir daha tekrarla! demiş. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunları ona üç defa tekrarlamış. Bunun üzerine Dımâd: «Vallahi ben kâhinlerin sözlerini de, sihirbazların sözlerini de, şâirlerin sözlerini de dinledim; ama senin şu sözlerin gibi hiç bir söz işitmedim. Bunlar gerçekten deryanın dibine vardı. Ver elini sana islâmiyet üzerine bîat edeyim!» diyerek ona bîat etmiş. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): için de mi?» buyurmuşlar. Dımâd: (Evet) kavmim nâmına da., demiş. Derken Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) (bir tarafa) bir seriyye göndermiş. Bunlar Dımâd’ın kavmine uğramışlar. Seriyyenin kumandanı askerlerine: Bunlardan bir şey aldınız mı? diye sormuş. Oradakilerden biri: Ben onlardan bir matara aldım; demiş. Kumandan: Onu sahibine iade edin; çünkü bunlar Dımâd’ın kavmidir; mukaabelesinde bulunmuş. Sa'd b. Bekir kabilesine mensûbdur. İsminin Dımâm olduğunu söyliyenler de vardır. Rivâyete nazaran câhiliyet devrinde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in dostu imiş. Sa'd b. Bekir kabîlesi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in süt dayıları sayılır. Çünkü sütannesi Halime (radıyallahü anha) bu kabileye mensûbdur. Kabile İbn İshâk'ın beyânına göre dokuzuncu Hicrî yılında müslüman olmuşdur. şerif deki ,«Rîh»den murâd: Delilik ve cin çarpmasıdır. Bâzı rivâyetlerde «Ruhlardan dolayı okurdu.» deni mişdir. Ruhlardan murâd: Cinlerdir. İnsanlara görünmedikleri cihedle rüzgâr gibi olduklarından, kendilerine bazen «rûh», bazen de «rîh» denilmişdir. Binâenaleyh mezkûr cümleden murâd: cin çarpmasından dolayı okuyup üflemekdir. kelimesi «Kaamûs» şeklinde de rivâyet e'dilmişdir. Kâdi Iyâz, Müslim'den başka hadîs İmâmlarının, onu hep «Kaamûs şeklinde rivâyet ettiklerini, Müslim'in ekseri nüshalarında ise kelimenin «Kaaûs» olarak zaptedildiğini, Ebû Muhammed b. Saîd ise onu «Tâûs» diye rivâyet ettiğini beyân etmişdir. Lügat ulemâsn dan bâzılarının beyânına göre «Kaamûs»: Denizin ortası; diğer bâzılar na göre: Derin yeri, demekdir. «Denizin dibi» mânâsına geldiğini söyl yenler de vardır. un dahi «Kaamûs» mânâsına geldiğini söyliyenler vardı Müslim'in rivâyetinde burada görüldüğü vecihle «Nâûs» şeklinde zat tedilmişdir. Bu husûsda Ebû Mûse'l-Asgahânî şunları sö; lemektedir: «Sair rivâyetlerde bu kelime: Kaamûs, diye rivâyet edilmişdir. Kaamûs: Denizin ortası ve derin yeri, demekdir. Bu kelime Müslim'in rivâyet ettiği İshâk b. Râhuye'nin «Müsned» ine mevcut değildir. bu gibi lâfızları rivâyet etmesinin sebebi şudur ki, insan bazen bir kelimeyi arar da, hiç bir kitapda bulamaz ve neticede şaşırır kalır. Müslim benim kitabınıa bakınca bu kelimenin aslının mânâsını anlamışdır.» (sallallahü aleyhi ve sellem) bütün hutbelerine hamdü sena ile başlar, ondan sonra ekseriya şehâdet de getirirdi. Daha sonra «Enın ba'dü» der ve maksada geçerdi. Konuşması gayet açık, sâde ve k' olurdu. Bütün hutbelerine hamd-ü sena ile başlaması gerek Kitâbullah'a uymak, gerekse bütün nimetleri Allahü teâlâ’nın ihsan ettiği düşünmek nokta-i nazarından pek mâkûl ve yerinde bir hareketdir. Kâinat (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz hutbelerinde ekseriyetle Kur'ân-ı Kerîm âyetlerinden bahsederdi. Üstelik kendileri, Allah tarafından bir lütf-u ihsan olmak üzere «Cevâmiu'l-Kelîm» yânı sözle pek çok mânâlar ifâde edebilme hasleti bahşolunmuşdu. Bu sebep söylediği sözler, dinleyenler üzerinde dipsiz derya hissi uyandırıyordu. Nitekim Hazret-i Dımâd' üzerinde de ayni te'sîri icra etmişdir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cuma
Konu: Namazı Ve Hutbeyi Hafif Tutma Bâbı
2046-) Bana Süreye b. Yûnus rivâyet etti. ki): Bize Abdurrahmân b. Abdilmelik b. Ebeer, babasından, o da Vâsıl b. Hayyân'dan naklen rivâyet etti. ki: Ebû Vâil şunları söyledi: Bize Ammâr hutbe okudu, ama hutbeyi hem kısa; hem de beelîğ bir şekilde okudu. Minberden inince (kendisine). Yâ Ebe'l-Yakzân! Hakîkaten vecîz ve belîg bir hutbe îrâd ettin. Biraz daha uzatsan iyi ederdin, dedik. Bunun üzerine Ammâr: Ben, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i: ki kişinin namazı uzun, hutbeyi kısa tutması anlayışlı olduğuna alâmetdir. Binâenaleyh siz, namazı uzun tutun fakat hutbeyi kısa kesin. Muhakkak beyânın sihir olanı vardır.» buyururken işittim, dedi. hadîsin isnadı hakkında Dârakutnî istidrâkde bulunmuş ve: «Hadîsi Vâsıl'dan yalnız İbn Ebcer rivâyet etmişdir. A'meş'in rivâyeti buna muhâlifdir. Hâlbuki A'meş, Ebû Vâil hadisini daha iyi bellemişdir. O, bu hadîsi Ebû Vâil'den, Ebû Vâil de Hazret-i İbn Mesûd'dan rivâyet etmişdir, demişse de, evvelce de gördüğünüz vecihle bu gibi istidrâklerin bir kıymeti yokdur. Çünkü İbn Ebcer mevsuk ve mütemed bir râvîdir. Mevsuk rivâyeti ise makbuldür. şerif namazın hafif kılınmasını emreden meşhur hadîslere muhalif değildir. Zira Bâbımızın birinci hadîsinde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in gerek namazının, gerekse hutbesinin orta derecede olduklarını görmüştük. Buradaki namazın uzunluğundan murâd: Alelıtlak değil, hutbeye nisbetle namazın daha uzun olmasıdır. Yani hutbe esâs itibârı ile kısa olacak; ona nisbetle namaz, biraz daha uzun tutulmakla yine orta dereceyi bulacakdır. . beyânın sihir olanı vardır.» cümlesi hakkında Kâdı îyâz iki te'vîl bulunduğunu söylemişdir. Birinci te'vîle göre bu cümleden murâd: Zemm'dir. Çünkü beyânın bâzısı kalpleri cezbeder. Ve adetâ sihirlemiş gibi onları istediği yere çekerek tıpkı sihir gibi günâha girmesine sebeb olur. Bundan dolayıdır ki İmâm Mâlik «El-Mu vatta'» da bu hadîsi mekruh sözler meyânında zikretmişdir. Bu hadîs hakkında onun mezhebi de budur. te'vîle göre, bu cümle medh ifâde eder. Çünkü Allahü teâlâ hazretleri kullarına beyânı öğretmiş olmakla imtinânda bulunmuş ve onu sihire benzetmişdir. Zîra sihire olduğu gibi beyâna da kalpler meyleder. Esâs itibârı ile sihir, sarfetmek yani değiştirmek, demekdir. Beyân da kalpleri değiştirerek davet ettiği tarafa çeker. bu ikinci te'vîlin sahîh ve muhtar olduğunu söylemektedir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cuma
Konu: Namazı Ve Hutbeyi Hafif Tutma Bâbı
2047-) Bize Ebû Bekir b. Ebi Şeybe AU Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Vekî', Süfyân'dan, o da Abdüla-zîz b. Ruf ey'den, o da Temîm b. Taraf e'den, o da Adiyyu'bnu Hâtîm’den naklen rivâyet etti ki, Bir adam Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yanında hutbe okuyarak: Her kim Allah ve Resûlüne itaat ederse, muhakkak doğru yolu bulmuşdur. Onlara isyan eden ise muhakkak sapmişdır; demiş. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): ne fena hatîbsin! (onlara diyeceğine) Allah ve Resûlüne isyan eden İse muhakkak sapmışdır de.» buyurmuşlar. «Gavâ» kelimesini «Gaviye» şeklinde söyledi. îyâz'in beyânına göre, ulemâdan bir cemâat: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in hatibe îtirâz etmesi: zamiri ortak kullanarak, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’i Allahü teâlâ ile müşterek yaptığı içindir. Zîra tesniye zamiri müsâvaat îcâb eder. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) hiç bir zaman Allahü teâlâ ile müsavi tutulamı-yacağı cihedle cümleyi tesniye zamiri ile değil, ayrı ayrı isimlerini zikrederek atıf sureti ile tertîb etmesi gerekirdiğini kendisine tembih buyür-muşdur. Nitekim Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) başka bir hadîsde: biriniz Allah ile filan zât dilerse, demesin. Lâkin Allah dilerse sonra filan da dilerse, desin.) buyurmuşlardır.» diyorlar. Fakat Kâdi İyâz bu ta'lîli beğenmemiş, ve şunları söylemişdir: «Doğrusu Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in o hatibi nehiy buyurmasına sebeb şudur ki: Hutbelerde esâs, açık ve izahlı olmakdır. Onlarda rumuz ve îşâretden sakınmalıdır. Bundan dolayıdır ki sahih rivâyetlerde sabit olduğuna göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir kelimeyi söyledimi, iyice anlaşılması için onu üç defa tekrar edermiş. Birinci kavil bir çok sebeplerden dolayı zayıfdır. O, sebeplerden biri de şudur: gibi tesniye zamirleri Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in bir çok sahîh hadîslerinde tekerrür etmişdir. Nitekim Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): Allah ile Resûlü başkalarından daha sevgili olmalıdırlar.» buyurmuşlardır. Bu gibi hadîsler çoktur. Mezkûr hadîslerde tesniye zamî-ri kullanması, vaaz hutbesinde söylenmiş olmadıkları içindir. hadîsler, bir hükmü öğretmekden ibâretdirler. Böyle yerlerde söz ne kadar az olursa, bellemek de o kadar kolaylaşır. Va'z hutbelerinde ise hâl böyle değildir. Onlardan murâd: Söylenilenleri bellemek, değildir. Maksat, ibret almakdan ve nasihati tutmakdan ibâretdir: Ebû Dâvûd'un sahîh bir isnâd ile İbn Mes'ûd (radıyallahü anh)'dan rivâyet ettiği şu hadîs de ayni müddeâyı te'yîd eder: (sallallahü aleyhi ve sellem), bize hacet hutbesini öğretti. Bu hutbe şöyledir: Hamd Allah'a mahsûsdur. Biz, ondan yardım diler; ondan mağfiret niyaz eyler; nefislerimizin şerlerinden Allah'a sığınırız. Allah kime hidâyet verdiyse artık o kimseyi yoldan çıkaracak yokdur. Bir de kîmi şaşırttı ise, ona da hidâyet verecek yokdur. Ben, Allah’dan başka ilâh olmadığına şehâdet ederim; Muhammed'in, onun kulu ve Resûlü olduğuna da şahidim. Allah, onu hak dînle bir beşîr ve nezir olarak kıyâmetin önünde göndermişdir. Her kim Allah ve Resûlüne itaat ederse, muhakkak doğru yolu bulmuşdur. Onlara isyan eden ise şüphesiz yalnız kendisine zarar vermişdir. Allah'a hiç bir zarar îraz edemez.» (sallallahü aleyhi ve sellem) Ashâb-ı kirâm'ma hitabet tâlimleri yaptırmışdır. Sa'd b. Cübeyr tarîki ile Hazret-i Ebû'd-Derdâ’dan rivâyet olunan bir hadîsde: defa Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kısa bir hutbe okudu. Sonra: Yâ Ebâ Bekir! Kalk, bir hutbe de sen oku! buyurdu. Ebû Bekir kalkarak Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in hutbesinden daha kısa bir hutbe okudu. Sonra Ömer'e: Yâ Ömer! Bir hutbe de sen oku! buyurdu. de Ebû Bekir'inkînden daha kısa bir hutbe okudu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) daha başkalarına da bu minval üzre emir buyurarak hutbeler okuttu. Nihayet: Ey Ibnİ Ummi Abd! Şimdi de sen bir hutbe oku! buyurdu. İbn Mes'ûd hemen ayağa kalkarak Allahü teâlâ'ya hamd-ü senadan sonra şunları söyledi: Ey cemâat! Rabbimiz Allahü teâlâ'dır. Dînimiz: Azız islâm dîni; -Eliyle Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e işaret ederek.- Peygamberimiz de şu zâtdır. Allah ve Resûlünün bizim için seçtikleri her haberi biz de beğendik; ona razı olduk. Es-Selamü aleyküm. üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): İbn Ummü Abd isabet etti; İbn Ümmü Abd doğru söyledi, buyurdular.» denilnüşdir. İyâz diyor ki: « Müslim'in iki rivâyetinde (Gavâ) kelimesi vav'ın fetih ve kesri ile zaptedilmiş ise de, doğrusu fetihle okumakdır. Bu kelime, şerre düşkünlük göstermek, mânâsına gelen (gayy)’dan alınmışdır. İbn Nümeyr'in (gaviye) şeklindeki rivâyetini Kâdi İyâz doğru bulmamışdır.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cuma
Konu: Namazı Ve Hutbeyi Hafif Tutma Bâbı
2048-) Bize Kuteybetü'bnu Saîd ile Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ve İshâk-i Hanzalî top dan İbn Uyeyne'den rivâyet ettiler. Kuteybe dedi ki: Bize Süfyân, Amr'dan naklen rivâyet etti. Amr, Atâ'dan, o da Safvân b. Ya'lâ'dan, o da babasından naklen haber verirken işitmiş. Ya'lâ, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’i minber üzerinde: Sûre-i Zuhruf âyet 77.: Ey Mâlik! diye çağrışacaklar." âyet-i kerimesini okurken işitmiş. hadîsi Buhârî «Kitâbu Bed'i'l - Halk» in bir iki yerinde ve «Kitâbu't-Tefsîr» de; Ebû Dâvûd «Hurûf bahsinde; Nesâî dahi ayni bahis ile «Tefsir» de muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir. cehennemi bekleyen meleğin ismidir. Burada kelime tam olarak zikredilmişse de, Buhârî'nin rivâyetinde «Yâmâli» şeklinde murahham münâdâ yapılmışdir. Murahham olduğuna göre bu kelimeyi «Yâmâli» ve «Yâmâlu» şekillerinde okumak caizdir. şerif hutbede kıraatin meşru olduğuna delildir. Bu bâbda ihtilâf yok ise de, bunun vâcib olup olmadığı ihtilaflıdır. Şâfiîler'i kastederek: «Bizce sahih olan kavle göre vâ-cipdir. Kıraatin en azı bir âyetdir.» diyor. bu hadîs, cehennemle korkutmanın caiz olduğuna delildir. (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimizin hutbede okuduğu âyet-i kerime (Zuhruf) sûresindedir. Bu âyetin biraz yukarsında kıyâmetde mü'minlere yapılacak hüsn-ü muamele ve ikram beyân buyu-rulmakta, ondan sonra küffârın hâllerine geçilmektedir. Onlar hakkında da: ki mücrimler ebedî olarak cehennem azabında kalacaklardır. Kendilerine hiç bir hafiflik gösterilmeyecek; azâb içinde ümitsiz bir hâlde susup kalacaklardır. Onlara biz zulmetmedik fakat onlar kendileri zâlimdiler. Cehennem muhafızına: Ey Mâlik! (Ne olur) Rabbin bizim işimizi bitiriversin (yani bizi öldürsün), diye çağrışacaklar; o da: Siz mutlaka bekliyeceksiniz. Vallahi biz, size hakkı getirdik lâkin çoğunuz hakkı çirkin gördünüz, diyecek.» buyurulmuşdur.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cuma
Konu: Namazı Ve Hutbeyi Hafif Tutma Bâbı
2049-) Bana Abdullah b. Abdirrahmân ed-Dârimî rivâyet etti. ki): Bize Yahya b. Hassan haber verdi. ki): Bize Süleyman b. Bilâl, Yahya b. Saîd'den, o da Amra binti Abdirrahmân'dan, o da Am-ra’nın bir kız kardeşinden naklen rivâyet etti. ki: Ben Kaaf sûresini cuma günü Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ağzından öğrendim. Onu her cuma minberde okuyordu.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cuma
Konu: Namazı Ve Hutbeyi Hafif Tutma Bâbı
2050-) Bu hadîsi bana Ebû't-Tahir dahi rivâyet etti. ki): Bize İbn Vehb, Yahya b. Eyyûb'dan, o da Yahya b. Saîd'den, o da Amra'dan, o da Amra binti Abdirrahmân'ın kendinden büyük olan bir kız kardeşinden naklen Süleyman b. Bilâl hadîsi gibi haber verdi. hadîsin senedinde Hazret-i Amra'nın kız kardeşinin, ismi beyân edilmemişse de, hadîs-i şerif yine de hüccet olmağa sâlihdir. Çünkü Amra (radıyallahü anh)'nın kendinden büyük olduğu bildirilen bu kız kardeşi dahi sahâbîyyedir. Ashâb-ı kirâm’ın hepsi âdil ve mevsûk-durlar. Binâenaleyh onlardan herhangi birinin isminin bilinmemesi hadîsin sıhhatine zarar vermez. mezkûr kadının ezberlemek, için neden Kaaf sûresini ihtiyar ettiğini beyân etmiş ve ezcümle: bu sûre ölümü, Öldükden sonra dirilmeyi, şiddetli va'zları, te'-kidli yasakları ihtiva eder.» demişlerdir. şerif bundan önceki hadîs gibi hutbe esnasında Kur'ân okumanın meşru olduğuna delildir. Yine bu hadîs hutbede Kaaf sûresini veya hiç olmazsa onun bir kısmını okumanın müstehab olduğuna delildir. Bana Muhammed b. Beşşâr rivâyet etti. ki):. Bize, Muhammed b. Ca'fer rivâyet etti. ki): Bijte Şu'be, Huheyb'den, o da Abdullah b. Muhammed b. Ma'n'dan, o da Hârisetü'bnu Nu'mân’ın bir kızından naklen rivâyet etti. Şöyle dedi: Kaaf sûresini ancak Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem).'in (mübarek) ağzından belledim. Onu her cuma hutbede okurdu. Bizim tandırımızla, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in tandırı birdi.»

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cuma
Konu: Namazı Ve Hutbeyi Hafif Tutma Bâbı
2052-) Bize, Amru'n-Nâkıd rivâyet etti. ki): Bize Ya'kûb b. İbrâhîm b. Sa'd rivâyet etti. ki): Bize babam, Muhammed b. İs-hâk'dan rivâyet etti. ki: Bana Abdullah b. Ebî Bekir b. Muhammed b. Amr b. Hazm El-Ensârî, Yahya b. Abdillâh b. Abdirrahmân b. Sa'd b. Zürâra'dan, o da Ümmü Hişâm binti Hârisete'bni Nu'mân'dan naklen rivâyet etti. Ümmü Hişâm Şöyle dedi: iki sene yahut bir seneden biraz fazla müddet zarfında bizim tandırımızla Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in tandırı birdi. Ben Kaaf sûresini ancak Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in dilinden öğrendim. Onu her cuma cemaata hutbe îrâd ederken minberde okurdu. hadîsin senedindeki Sa'dü'bnu Zürâra hakkında Bazıları Es'adü'bnu Zürâra demişlerdir. Fakat Kâdi İyâz'in beyânına göre doğrusu burada olduğu gibi Sa'd'dır. Bütün nüshalarda bu isim Sa'd olarak zikre dilmişdir. Yanlız Hâkim (321-405): «Doğrusu, Es'ad'dır. Bazıları Sa'd olduğunu söylemişlerdir.» demiş ve bunu böylece Buhârî'den rivâyet ettiğini bildirmiş-se de, Buhârî'nin târihinde bunun zıdınm kaydedildiği görülmektedir. Buhârî: «Bu zât'ın ismi Sa'd'dır. Es'ad olduğunu söy-liyenler de vardır. Fakat bu bir vehimden ibâretdir.» demektedir. Bu suretle Hâkim'in sözü kendi aleyhine inkilâb etmiş olur. Zürâra, Hazrec kabilesinin reisidir. Bu hadîsde zikri geçen Sa'dü'bnu Zürâra onun kardeşidir. Sa'd Yahya ile Amra'nın dedeleridir. Sa'd islâmiyete yetişmişdir. Ancak kendisi bazılarınca münafıklar zümresinden sayıldığı için bir çok siyer ulemâsı onu sahabe meyânında zikretmemişlerdir. birinci rivâyetinde Hârisetü'bnu Nu'mân’ın kızı Nekire olarak zikredilmişse de, ikinci rivâyetde isminin Ümmü Hişâm olduğu bildirilmişdir. Hazret-i Ümmü Hişâm: tandırımızla, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in tandırı birdi.» demekle, evinin Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in evine pek yakın olduğuna ve bu suretle Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in hâllerini herkesden ziyâde vâkıf olup, onları bellediğine işaret etmişdir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cuma
Konu: Namazı Ve Hutbeyi Hafif Tutma Bâbı
2053-) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivâyet etti. ki): Bize Abdullah b. İdrîs, Husayn'dan, o da Umâratu'bnü Rueybe'den naklen rivâyet etti. Rueybe, Bişru'bnü Mervân'ı minber üzerinde ellerini kaldırırken görerek: Allah bu ellerin cezasını vçrsin! Vallahi ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) (duâ ederken) gördüm; ellerini şu kadarcıktan fazla kaldırmıyordu; dediğini söylemiş; ve şehâdet parmağı ile (ne kadar kaldırdığına) işaret etmiş.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cuma
Konu: Namazı Ve Hutbeyi Hafif Tutma Bâbı
2054-) Bize bu hadîsi Kuteybetü'bnü Saîd de rivâyet etti. ki): Bize Ebû Avâne, Husayn b. Abdirrahmân'dan naklen rivâyet etti. Husayn: «Ben Bişru'bnü Mervân'ı cuma günü ellerini kaldırırken gördüm. Bunun üzerine Umâratü'bnü Rueybe şunları söyledi...» diyerek yukarıki hadis gibi rivâyet etmiş. hadîsde fi'le kavil denilmiştir.: Arapçada bu caizdir. Araplar: şöyle yaptı» ma'nasına: derler. Hadîs-i şerîfden şu hükümler çıkarılmıştır:

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cuma
Konu: Namazı Ve Hutbeyi Hafif Tutma Bâbı
2055-) Bize Ebû'r-Rabî' ez-Zehrânî ile Kuteybetü'bnü Saîd rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Hammâd —ki İbn Zeyd'dir— Amr b. Dinar'dan, o da Câbir b. Abdillâh'dan naklen rivâyet etti. Câbir Şöyle dedi: cuma günü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hutbe okurken bir adam çıka geldi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona: kıldın mı ey fülân!» diye sordu. Gelen zât: Hayır; cevâbını verdi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): namaz kıl!» buyurdular.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cuma
Konu: İmâm Hutbe Okurken Tehiyye Namazı Kılma Bâbı
2056-) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ije Ya'kubu Devrakî, İbn Uleyye’den, o da Eyyûb'dan, o da Amr'dan, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen Hammâd'ın dediği gibi rivâyet etti. Yalnız (burada râvî) iki rekâtı zikretmemiştir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cuma
Konu: İmâm Hutbe Okurken Tehiyye Namazı Kılma Bâbı
2057-) Bize Kuteybetü'bnü Saîd ile İshâk b. İbrâhîm rivâyet ettiler. Kuteybe (Bize rivâyet etti) ta'bîrini kullandı. İshâk ise: Bize Süfyân, Amr'dan naklen haber verdi, dedi. Amr, Câbir b. Abdillâh'ı şunları söylerken işitmiş ;, (sallallahü aleyhi ve sellem) cuma günü hutbe okurken mescide bir adam girdi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona: namaz kıldın mı?» diye sordu. Adam: Hayır; dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): da iki rekât namazı kıl!» buyurdular. rivâyetinde: «Kalk iki rek'ât namaz kıl! buyurdu.» denilmiştir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cuma
Konu: İmâm Hutbe Okurken Tehiyye Namazı Kılma Bâbı
2058-) Bana Muhammed b. Râfi' ile Abd b. Humeyd rivâyet ettiler. İbn Râfi' dedi ki: Bize Abdürrezzâk rivâyet etti. ki): Bize İbn Cüreyc haber verdi. ki): Bana Amr b. Dînâr haber verdi. O da Câbir b. Abrîillâhı şöyle derken işitmiş: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) cuma günü minberde hutbe okurken bir adam geldi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona: iki rekât namaz kıldın mı?» diye sordu Gelen zât: Hayır; cevâbını verince Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): buyurdular.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cuma
Konu: İmâm Hutbe Okurken Tehiyye Namazı Kılma Bâbı
2059-) Bize Muhammed b. Beşşâr rivâyet etti. ki): Bize Muhammed —yânî İbn Ca'fer— rivâyet etti. ki): Bize Şu'be, Amr'-dari rivâyet etti. Amr Şöyle dedi: Ben Câbir b. Abdillâh'dan dinledim ki Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hutbe okurken: biriniz cuma, günü İmâm minbere çıktıkdan sonra mescide gelirse iki rek'âf namaz kılsın!» buyurmuşlar.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cuma
Konu: İmâm Hutbe Okurken Tehiyye Namazı Kılma Bâbı
2060-) Bize Kuteybetti'bnü Saîd rivâyet etti. ki): Bize Leys rivâyet etti. Muhammed b. Rumh rivâyet etti. ki): Bize Leys, Ebû'z-Zübeyr’den oda Câbir'den naklen haber verdi, ki Şöyle dedi: Cuma günü Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) minber üzerinde otururken Süleyk-i Gatafânî geldi; ve namaz kılmadan oturdu. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona: iki rek'ât namaz kıldın mı?» diye sordu. Süleyk: Hayır, cevabını verdi. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): da onları kıl!» buyurdular.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cuma
Konu: İmâm Hutbe Okurken Tehiyye Namazı Kılma Bâbı
2061-) Bize İshâk b. İbrahim ile Aliyyü'bnü Haşrem ikisi birden Îsâ b. Yûnus'dan rivâyet ettiler. İbn Haşrem dedi ki: Bize Îsâ, A'meş'den, o da Ebû Süfyân'dan, o da Câbir b. Abdillâh'dan naklen haber verdi. Câ-bir Şöyle dedi: Cuma günü Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) hutbe okurken Süleyk-i Gatafânî geldi ve oturdu. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona: Süleyk! Kalk iki rek'ât namaz kıl! ama onları hafif tut!» buyurdu. Sonra şunları söyledi: cuma günü imâm hutbe okurken gelirse hemen iki rek'ât namaz kılsın; ve onları hafif tutsun!» hadîsi Buhârî «cuma» ve «Teveccüd» bahislerinde, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mace «Namaz» bahsinde tahrîc etmişlerdir. muhtelif rivâyetlerinden anlaşılıyor ki bazı rivâyetlerinde ismi tasrîh edilmeden sadece «bir adam» diye zikri geçen zât Süleyk b. Hüdbete-l Gatafâni (radıyallahü anh)'dır. Hazret-i Süleyk fukaradan olup üstü başı yarı çıplak denilecek derecede pejmürde imiş. Binaenaleyh cemaat onun halini görsünler de kendisine tesadduk-da bulunsunlar diye Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hutbeyi keserek iki rek'ât namaz kılmasını emir buyurmuş; o namazını bitirmeden hutbeye devam etmemişlerdir. Nevevî (631-676) bu hadîsin şerhinde şunları söylemiştir: «Bütün bu hadîsler Şafiî, Ahnıed, İshâkve fakîh muhaddislerin mezhebine sarahaten delâlet etmektedirler. Onların mezhebine göre bir kimse cuma günü İmâm hutbe okurken girse iki rek'ât tehiyye-i mescid namazı kılması müstehab olur. Onu kılmadan oturmak mekruhtur. Bu namazı hafîf tutmak da müstehabtır; ta ki ondan sonra hutbeyi dinlemeye imkân bulsun. Bu mezheb Hasan-ı Basrî ile başkalarından da nakledilmiştir. Iyâz, İmâm Mâlik ile Leys, Ebû Hanîfe ve Sevrî'nin sahabe ve tabiînin cumhûrunun buna kaail olmadıklarını söylemiş: bu kavil Ömer, Osman ve Alî (radıyallahü anhûm) hazerâtından da rivâyet olunmuştur, demiştir. zevatın hüccetleri İmâmı dinlemeyi emreden hadîsdir. Onlar bu hadîsleri te'vîl ederek: Süleyk'in çıplak olduğunu söylemişler; Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in onu kaldırarak namaz kıldırmasını, cemâat görsün de ona sadaka versinler ma'nasına almışlardır. Bu te'vil bâtıldır. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in cuma günü İmâm hutbe okurken gelirse iki rek'at namaz kılıversin ve bu iki rek'atı hafif tutsun!) hadîsi onu reddetmektedir. Mezkûr hadîs asla te'vîl götümeyen bir nassdır. Ben bu sahîh hadîsi duyan bir âlimin ona muhalefette bulunacağını zannetmem.» Nevevî'nin sözü burada sona erdi. îler'den Kemâl İbn Hümâm (788-861) «Fethü'l-Kadîr» adlı meşhur eserinin «Cuma» bahsinde «Kütübü Sitte» İmâmlarının Hazret-i Ebû Hüreyfe'den tahrîc ettikleri insât hadîsini ele almış ve: «Cuma günü İmâm hutbe okurken yanındakine sus dersen boş boğazlık etmiş olursun» mealindeki mezkûr hadîs hakkında şöyle deditir: hadîs delâlet tarîkîle hutbe okunurken namazın ve tehıyye-i mescidin memnu' olduğunu gösterir. Çünkü rütbe itibarîle sünnetten ve tehiyye-i mescidden daha yüksek olan emri bîl ma'ruf hutbe esnasında yasak edilirse bunların yasak edilmesi evleviyyette kalır. Şayet bir kimse tehiyye-i mescid namazını kılarken İmâm minbere çıkarsa iki rek'atta selâm verir. Şöyle bir i'tiraz vârid olur da: «Muâraza vukuunda ıbâre delâlete tercih edilir. Muâraaz da sabit olmuştur. Zîrâ bir hadîsde: (Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hutbe okurken bir adam geldi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona: kıldın mı ey fülân? diye sordu. O zât hayır, cevabını verdi. Efendimiz: iki rek'at namaz kıl, ama hafif tut! buyurdular.) denildiği ileri sürülürse cevâbı şudur: muâraza lâzım gelmez. Çünkü o zât namazını bitirinceye kadar Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in hutbeyi kesmiş olması caizdir; netekim öyle de olduğunu Taberânî «Sünen» inde Hazret-i Enes (radıyallahü anh)'dan Katâde tarîkîle rivâyet etmiştir. Enes (radıyallahü anh) Şöyle deditir: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) hutbe okurken mescide bir adam girdi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona: Kalk da iki rek'at namaz kıl! dedi. Ve o zât namazını bitirinceye kadar hutbeyi kesti» Taberâni, bu hadîsi Muhammed b. Ubeyd el-Abdî'nin müsned olarak rivâyet ettiğini fakat bu hususta vehme kapıldığını söylemiş; sonra ayni hadîsi İmâmı Ahmed b. Hanbel'den tahrîc etmiş; ve: «doğrusu işte bu mürsel olan rivâyettir» demiştir. Biz mürsel hadîsin hüccet olduğuna kaailiz. Binaenaleyh bize onun muktezasınca i'tikad dahi vâcib olur. hadîsin merfu' rivâyeti bir ziyâdedir. Çünkü daha önceki rivâyete muâraza etmemiştir. Önceki rivâyetlerde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in hutbeyi kesip kesmediğine dair br şey yoktur. Mevsuk ra-vînin ziyadesi ise makbuldür. Mücerred ziyadeden dolayı râvînin hatâ ettiğine hükmolunamaz. Aksi takdirde hiç bir ziyadenin kabul edilmemesi lâzım gelir. Müslim'in bu hadîsdeki ziyâdesine gelince: Mezkûr'ziyâdede: «Biriniz İmâm hutbe okurken gelirse hemen iki rek'at namaz kılsın; ama bu rek'atları hafif tutsun!» buyuruluyor ki bu söz, namazın hatîb sustuğu zaman kılınması istenmesine münâfî değildir. Zîrâ Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in hutbeyi kestiği sabit olmuştur. Yahut Hazret-i Süleyk'in bu namazı henüz hutbe esnasında namaz kılmanın haram edilmediği zamanlara tesadüf etmiştir. Bu suretle bu delâlet muârazadan da salim kalır.» şârihi Aynî, Nevevî'nin sözlerini naklettikden sonra- şunları söylemişdir: «Ulemâmız bu hadîsleri Nevevî'nin söylediği şekilde te'vîl etmemişlerdir ki, onlara bu,derkçe-teşnî'tte bulunmaya hakkı olsun. Onlar mezkûr hadîslere başka cevaplar vermişlerdir...» verilen cevapları sıralarken evvela' Kemâl İbn Hümam’ın söylediklerini tamâmiyle nakletmiş, sonra sözüne şöyle devam etmişdir: cevap: Hazret-i Süleyk'in gelişi, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in hutbeye başlamasından önce idi. Nitekim Nesâî «Sünen» inde Süleyk hadîsi için bir bâb tahsis etmiş, sonra Hazret-i Câbir (radıyallahü anh)’ın rivâyet ettiği Süleyk hadîsini şöyle tahrîc eylemişdir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) minber üzerinde otururken Süleyk-i Gatafânî geldi ve namaz kılmadan oturdu. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona: İki rek'ât namaz kıldın mı? diye sordu; Süleyk: Hayır! cevâbını verince: Kalk da onları kılıver! buyurdular. cevap: Bu hâdise, namazda konuşmak nesh edilmezden önce vukuu bulmuşdur. Sonraları konuşma neshedilince hutbe esnasında namaz da nesh edilmişdir. Çünkü hutbe cuma namazının yarın yahut şartı hükmündedir. Tahâvî diyor ki: Cuma günü İmâm hutbe okurken yanımdakine (sus!) diyenin muhakkak sûretde lağv etmiş olduğunu Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen bildiren rivâyetler tevatür derecesine varmışdir. Bir kimsenin, arkadaşına hutbe esnasında (Sus!) demesi lağv olursa, İmâmın bir adama (Kalk namaz kıl) demesi dahi lağv olur. Böylelikle Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Süleyk'e verdiği emrin nehiyden önce olduğu sübût bulur... Şihâb: İmâmın minbere çıkması, namaza nihayet verdiği gibi, hutbeye başlaması da cemâatin konuşmasına son verir; demişdir. Ebî Mâlik: Ömer (radıyallahü anh) hutbe için minbere çıktımı biz susardık; diyor. İyâz: Hazret-iEbû Bekir, Ömerve Osman (radıyallahü anhûm)'ün hutbe esnasında namaz kılmayı men ederdiklerini söylemişdir. İbn'l - Arabî dahi: O anda namaz kılmak üç vecihden dolayı haramdır, diyor ve bunları şöyle îzâh ediyor: Teâlâ Hazretleri «Kur'ân okunduğu vakit siz onu dinleyin.» buyuruyor. Şu hâlde İmâmın başlamış olduğu bir farzı mescide giren nasıl terkeder de, farz olmayan» bir-şeyle: iştigâl edebilir? Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in: (Yanındakine: Sus! de dinmi. muhakka lâğv etmiş olursun) buyurduğu sabit olmuşdur.. Bu mes'elede asıl rükün ve farz olan emri bilma’ruf, nehiy anilmünker hutbe esnâsında haram olunca, nafile ibâdetin haram olması evleviyyette kalır.. Bir adam cuma namazı kılınırken camiye girse nafile namaz kılamaz.. Hutbe de bir namazdır. Çünkü namazda haram olan amel ve konuşma hutbede de haramdır. Süleyk hadîsine gelince: mezkûr hadîs bu kaaidelere dört vecihden muarız değildir: Çünkü bu hadîs haber-i vâhitdir. Hâdisenin namaa esnasında konuşma mubah olduğu zaitıanlarda geçmiş olması ihtimâli vardır. Çünkü târihini bilmiyoruz. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Süleyk ile konuşarak ona (kalk namaz kıl!) deyince, hutbe dinlemenin farziyyeti Süleyk (radıyallahü anh)'dan sakıt olmuşdur. Zira o esnada hutbe kesilmiş, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in ona verdiği emirden başka dinleyecek bir şey kalmamışdır. Hazret-i Süleyk'in üstü-başı pek ziyâde pejmürde idi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onun bu hâlini cemâat görsünler de, kendisine tesaddukda bulunsunlar diye namaz kılmasını emretmişdi. Hattâ İbn Bezîze'nin rivâyetinde Süleyk'in çıplak olduğu bildirilmişdir. Hutbe, esnasında namaz kılmayı tecviz etmiyenler Hazret-i Ebû Saîd-i Hudrî hadîsi ile de istidlal ederler. Merfû olarak rivâyet edilen bu hadîsde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): (İmâm hutbe okurken namaz kılmayın!) buyurmuşdur. delilleri de Hazret-i Osman cuma guslünü terkettiği vakit Ömer (radıyallahü anh)’ın ona inkârda bulunmasıdır. Hazret-i Ömer, Osman (radıyallahü anhûma) yıkanmadığından dolayı muâhaze etmiş fakat mescide girdiğinde ne iki rek'at namaz kılmasını emrettiği ne de Hazret-i Osman'in böyle bir namazı kendiliğinden kıldığı asla nakledilmemişdir. Bu husûsda başka deliller de vardır. Ezcümle Hâlid-i Hâzzâ'in rivâyetine nazaran Hazret-i Ebû Kılâbe cuma günü İmâm hutbe okurken mescide gelmiş ve namaz kılmadan oturarak, hutbe dinlemişdir. Hazret-i Ukbetü'bnu Âmir'in: İmâm minberde iken namaz kılmaz-günahdır, dediği rivâyet olunur, İbn Ömer (radıyallahü anh)'dan rivâyet olunan bir hadîsde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): (Biriniz, İmâm minberde iken mescide gelirse, namaz kılması ve konuşması memnudur.) buyurmuşdur. Şafiî'nin mezhebine göre İmâmın minbere oturması ile iki rek'at Tahiyyetü’l-Mescid namazı sakıt olur. Binâenaleyh Süleyk hadîsi ona delîl olamaz. Hanefîiler'in delillerini çürütmek için: Hanefiîler'in gösterdikleri bütün deliller merdûtdur. Çünkü bir şeyde asıl olan adem-i husûsiyyet yani sebebine mahsûs olmayıp, bütün efradına şumûllü bulunmasıdır, demişlerdir. Buna Hanefiîler tarafından verilen cevap şudur: Evet, husûsiyyet için karine bulunmazsa bu söz doğrudur. Fakat burada husûsiyyet için karîne vardır ve şudur: Ebû Saîdi Hudrî (radıyallahü anh)'dan Nesâî'nin tahrîc ettiği hadîsde: (Cuma günü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hutbe okurken pejmürde kıyafetli bir adam geldi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona: Namaz kıldın mı? diye sordu. Gelen zât: Hayır! cevâbını verdi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): İki rek'at namaz kıl! buyurdu ve cemâtı sadaka vermeye teşvik etti. Bunun üzerine cemâat bir takım elbiseler getirdiler. Resûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) bunlardan iki tanesini o zâ,a verdi. Ertesi cum'a zât yine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) hutbe okurken geldi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) cemâati sadaka vermeye teşvik ediyordu. O zât hemen üzerindeki iki elbiseden birini vermek istedi bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): Bu adam gecen cum'a günü pejmürde bir kıyafetle geldi de, ben cemaata ona sadaka vermelerini emrettim; cemâat bir takım elbiseler verdiler. Ben, kendisine bunlardan iki tanesinin verilmesini emrettim, şimdi gelmiş benim sadakayı emrettiğimi görünce kendisine verdiğini iki «İbneden birini tasadduk etmek istiyor. Sen, elbiseni at! buyurarak o zâtı sadaka vermekden nehyetti.) buyurulmuşdur. ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in o zâta iki rek'at namaz kılmayı emir buyurması, cemâat onun pejmürde hâlini müşâhade etsinler de, kendisine sadaka versinler diye imiş. Çünkü maksadı bu ria-mazla sünneti ikaame ettirmek olsaydı, Ebû Hüreyre hadîsinde: (İmâm hutbe okurken arkadaşına: Sus! dedinmi muhakkak lağv etmiş olursun.) buyurmazdı. Ebû Hüreyre hadîsi bilittifâk şahindir. Onun sıhhati hakkında hiç bir kimsenin hilafı yokdur. Hattâ tevatür derecesine yakındır. Hutbe hâlinde farz olan emr-i bilma'rûfu menederse, sünneti yahut müstahabı ifâdan menetmesi evleviyyette kalır.» bundan sonra muhalifleri tarafından Hanefiîler'e yapılan bütün itirazları ve kendilerine verilen cevapları sıralamış ve sözlerine şöyle devam etmiştir: «İmâm hutbe okurken camiye gelen kimsenin naam zkılmakdan menedilmesi bir çok sahabe ve Tabiîn (radıyallahü anh)'dan dahi rivâyet olunmuşdur. bâbdaki Sahâbe-i kirâm'dan murâd: Ukbetü -bnü Âmir, Sa'lebetü'bnü Ebî Mâlik, Abdullah b. Safvân, Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Abbâs (radıyallahü anhûm)'dur. Âmir'den rivâyet olunan eseri Tahâvî tahrîc etmişdir. Bu eserde Hazret-i Ukbe: minberde iken namaz kılmak günahdır.) demişdir. Mâlik (radıyallahü anh)’in eserini dahi sahîh bir isnâdla Tahâvî rivâyet etmişdir Hazret-i Sa'lebe: minber üzerinde oturması, namaz kılmaya nihayet verir.) demişdir. b. Safvân Hazretlerinin eserini sahîh bir isnâdla yine Tahâvî rivâyet eder. Mezkûr eserde Hişâm b. Urve: b. Safvân b. Ümeyyeyi cuma günü mescide girerken gördüm: Abdullah b. Zübeyr minberde hutbe okuyordu. İbn Safvân’ın Üzerinde bir gömlek ve cübbe ile iki de mest vardı. Başına sarık sarmışdı. Rüknü istilâm etti. Sonra Selâm sana, Allah'ın rahmeti ve bereketleri de sana! diyerek oturdu; namaz kılmadı.) demişdir. b. Ömer ile Abdullah b. Abbâs (radiyallahü anhûm) ıün eserlerini de Tahâvî rivâyet etmişdir. Bu eserde: Ömer ile İbn Abbâs, cuma günü İmâm minbere çıktığı vakit konuşmayı ve namaz kılmayı kerih görürlerdi.) denilmektedir. murâd: Şa'bî ve Zührî, Âlkame, Ebû Kılâbe ve Mücâhid hazerâtıdır. eserini Tahâvî sahîh bir isnâdla şureyh'den rivâyet etmişdir. Mezkûr esere göre Şa'bî, İmâm minbere çıktıkdan sonra camiye gelirse, nafile namaz kılmazmış. eserini Tahâvî yine sahîh bir isnâdla tahrîc etmişdir. Bu esere göre Zührî'ye cuma günü İmâm hutbe okurken mescide giren bir kimseni nne suretle hareket edeceği sorulmuş; Zührî: nafile namaz kılmaz.) cevâbını vermişdir. Ebû Kılâbe ve Mücâhid hazerâtının eserlerini dahi sahîh isnâdlarla Tahâvî tahrîc etmişdir. Bu eserler dahi bâzısı kavlen, bâzısı da fi'len olmak üzere İmâm hutbe okurken nafile namaz kılınamiyacağına delâlet ederler. ki Sahabe ve Tâbiîn'in büyüklerinden olan bu zevat, Süleyk hadîsi ile amel etmemişlerdir. Onunla amel olunacağını bilseler, elbette onuu terketmezlerdi. Şu hâlde mu'terizin yaptığı îtirâz bâtıl olur. hadîs İmâmlarından bir cemâatin rivâyet ettikleri Ebû Katâde hadîsinde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in:: mescide girdimi, oturmadan önce iki rek'at namaz ki Is versin.) buyurduğu bildirilmişdir. Mezkûr hadîs âmm'dır. Cuma günü İmâm hutbe okurken mescide girenlere de, daha başkalarına da şâmildir. Ancak hadîs mutlak değil; namaz kılmanın helâl olduğu hâllerde camiye girenlere mahsûsdur. Görülmüyor mu ki güneş doğarken, batarken veya semânın tam ortasında iken mescide giren bir kimse bu zamanlarda namaz kılamamaktadır. Çünkü mezkûr zamanlarda namaz kılmak yasak edü-mişdir. Cuma günü de Öyledir. Hutbeyi dinlemek vâcib olduğu için hutbe okunurken giren kimse nafile namaz kılamaz. Çünkü o anda kılınan namaz, hutbeyi dinlemeğe manîdir...» Aynî muhalifleri taarfından Hanefiîlerin delilleri hakkında söylenilen bütün sözleri en mukni' nakli delillerle reddetmiş, bu suretle «İmâm hutbe okurken camiye giren kimsenin nafile namaz kılması mekrûhdur.» diyenlerin haklı oldukları meydana çıkmışdır.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cuma
Konu: İmâm Hutbe Okurken Tehiyye Namazı Kılma Bâbı
2062-) Bize, Şeybân b. Ferrûh rivâyet etti. ki): Bize Süleyman b. Mugîra rivâyet etti. ki): Bize Humeyd b. Hilâl rivâyet etti. ki: Ebû Rifâ'a şunları söyledi: (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yanına vardım; hutbe okuyordu: Ya Resûlallah! Yabancı, dînini sormaya gelmiş; dîninin ne olduğunu bilmeyen bir adamım, dedim. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana döndü ve hutbesini bırakarak tâ yanıma kadar geldi. Kendisine bir sandalye getirdiler. Zannederim ayakları demirdendi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sandalyenin üzerine oturarak, Allah'ın kendisine öğretmiş olduğu bilgilerden bana da öğretmeye başladı. Sonra tekrar hutbesine dönerek, onu sonuna kadar tamamladı.» hadîsde zikri geçen «Hasibtu» fiili «Sahîh-i Müslim den başka kitaplarda «Hiltu» şeklinde rivâyet edilmişidr. Bu fiillerin ikisi de «zann ederim» manasınadır. îyâz’ın beyânına göre İbn Hazza' rivâyetinde bu fiilin yerine «Haşeb» denilmiş; İbn Kuteybe'nin kitabında ise kelime «Hulb» şeklinde zaptedümişdir. Haşeb: Odun, demekdir. «Hulb» veya «Hulûb» lîf yani hurma kabuğu mânâsına gelir. Fakat Kâdi İyâz, bunların hatâ olduğunu söylemiş: «Doğrusu: Zannederim, mânâsına gelen (Hasibtu)'dur. Nitekim «Sahîh-i Müslim» ile diğer mûtemed kitaplarda da böyledir.» demişdir. Ebû Rifâa'nın kendisi için «Yabancı bir adam ilâh...» demesi, suâl soran kimsenin nezaketli davranması ve suâlini âlim bir zâta sorması lüzumuna delildir. Bundan mâada hadis-i şerifden şu hükümler çikarılmışdır:

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cuma
Konu: Hutbe Esnasında Birisine Bir Şey Öğretme Hadisi Bâbı
2063-) Bize Abdullah b. Meslemete'bni Ka'neb rivâyet etti. ki): Bize Süleyman yani İbn Bilâl, Ca'fer'den, o da babasından, o da İbn Ebî Râfi'den naklen rivâyet etti. İbn Ebî Râfi' Şöyle dedi: (Medine valisi) Mervân, Ebû Hüreyre'yi kendi yerine bırakarak Mekke'ye gitti. Bu sebeple bize cumayı Ebû Hüreyre kıldırdı da ilk rek'atta cuma sûresini okudukdan sonra son rek'âtda Münâfikûn sûresini okudu. Namazdan çıktıkdan sonra Ebû Hüreyre'ye yetişerek: «Gerçekden sen, Alî b. Ebî Tâlib'in Kûfe'de iken okuduğu iki sûreyi okudun.» dedim. Ebû Hüreyre: «Çünkü ben, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i cuma günü bu sûreleri okurken işittim.» dedi.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cuma
Konu: Cuma Namazında Okunacak Süreler Bâbı
2064-) Bize, Kuteybetü'bnü Saîd ile Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize, Hatim b. İsmail rivâyet etti. H. Kuteybe rivâyet etti. ki): Bize, Abdülazîz yani Derâverdî rivâyet etti. Bu râvîlerin ikisi birden Ca'f er'den, o da babasından, o da Ubeydullah b. Ebî Râfi'den naklen rivâyet etmişlerdir. Ubeydullah: Ebû Hüreyre'yi kendi yerine bıraktı...» diyerek yukarkî hadîsin mislini rivâyet etmişdir. Şu kadar var ki Hâtim'in rivâyetinde: rek'atda cuma süresini, son rek'atda da Münâfkûn sûresini okudu...» ibaresi vardır. rivâyeti Süleyman b. Bilâl'ın hadis gibidir. (sallallahü aleyhi ve sellem)'in cuma namazında bu iki sûreyi okumasının hikmeti, Cuma sûresinde, cuma namazının farz olduğundan ve cuma namazının sair ahkâmından bahsedildiği tevekkül ve zikre teşvik buyurulduğu içindir. İkinci rek'atda Münâfıkûn sûresini okuması, cum'ya gelenleri tevbîh ve kendilerini tevbeye teşvik gibi maslahatlardan dolayıdır. Çünkü bu sûrede bir çok kaaideler mevcûtdur. Ashâb-ı kirâm'ın en ziyâde toplandıkları namaz ise cuma namazı idi. Bazen Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) cuma namazının ikinci rek'atında Gâşiye sûresini okurdu. Çünkü bu sûrede pek çok va'z-ü nasîhatlar ve âhiret hayâtına âid ibret âmiz safhalar vardır şerif, mezkûr sûrelerin cuma namazında tam olarak okunma-laarmın müstahab olduğuna delildir. «Bizim mezhebimiz ile diğer bir çok ulemânın mezheb-lerı budur.» diyor.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cuma
Konu: Cuma Namazında Okunacak Süreler Bâbı
2065-) Bize Yahya b. Yahya ile Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ve İshâk toptan Cerîr'den rivâyet ettiler. Yahya dedi ki: Bize Cerîr, İbrahim b. Muhammed b. Münteşîr'den, o da babasından, o da Nu'mân b. Beşîr'-in azatlısı Habîb b. Sâlim 'den, o da Nu'mân b. Beşîr'den naklen haber verdi. Nu'mân Şöyle dedi: (sallallahü aleyhi ve sellem) bayramlar ile cumâ'da A'lâ ve Gâşiye sûrelerini okurdu. cuma ayni güne tesadüf ederse, bu sûreleri her iki namazda okurdu.»

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cuma
Konu: Cuma Namazında Okunacak Süreler Bâbı
2066-) Bize, bu hadîsi Kuteybetü'bnü Saîd de rivâyet etti. ki): Bize, Ebû Avâne, İbrahim b. Muhammed b. Münteşir'd en bu isnâdla rivâyet etti.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cuma
Konu: Cuma Namazında Okunacak Süreler Bâbı
2067-) Bize Amru'n-Nâkıd rivâyet etti. ki): Bize Süfyân b. Uyeyne, Damratü'bnü Saîd'den, o da Ubeydillâh İbn Abdillâh'dan naklen rivâyet etti. Ubeydullah Şöyle dedi: b. Kays, Nu’mân b. Beş'r'e mektup yazarak Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in cuma günü, Cuma sûresinden başka neyi okuduğunu sordu.. Nu'mân: Gâşiye sûresini okurdu, cevâbını verdi.» hadîste Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in bayram namazlarında A'lâ ve Gâşiye sûrelerini okurduğu bildiriliyor. Başka bir hadîsde Bayram namasında Kaaf ile İkterabet sûrelerini okuduğu beyân edilmişdir. diyor ki: «Bu rivâyetlerin ikisi de sahîhdir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bâzı vakitler cuma namazında Cuma ve Münâfikûn sûrelerini, bazen de A'lâ ve Gâşiye sûrelerini okur; icâbında bayramlarda Kaaf ile İkterabet sûrelerini, kimi de Sebbih ve Gâşiye' sûrelerini okurdu.» şerif, bayramlarda bu sûreleri okumanın müstahab olduğuna delildir. ile Cuma bir güne geldikleri vakti her iki namazda da bu sûrelerin okunması müstahab olur. Bundaki hikmet: Cuma namazını hafif tutmak ve bu suretle uzaklardan cuma namazına gelenlerin bayram gününü mümkün mertebe aileleri arasında geçirmelerini sağlamakdır.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cuma
Konu: Cuma Namazında Okunacak Süreler Bâbı
2068-) Bize, Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivâyet etti. ki): Bize Abdetü'bnü Süleyman, Süfyân'dan, o da Muhavvel b. Râşıt'dan, o da Müslim-i Batin'den, o da Saîdü'bnü Cübeyr'den, o da İbn Abbâs'dan naklen rivâyet etti ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) cuma günü sabah namazında Secde ile Hel'etâ sûrelerini; cuma namazında ise Sûre-i Cumua ile Sûre-i Münâfikûn'u okurmuş.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cuma
Konu: Cuma Günü Okunacak Süreler Bâbı
2069-) Bize İbn Nümeyr rivâyet etti. ki): Bize babam rivâyet et- Ebû Küreyb de rivâyet etti. ki): Bize Vekî' rivâyet etti. Bu râvîlerin ikisi de Süfyân'dan bu hadîsin mislini rivâyet etmişlerdir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cuma
Konu: Cuma Günü Okunacak Süreler Bâbı
2070-) Bize Muhammed b. Beşşâr rivâyet etti. ki): Bize Muhammed b. Ca'fer rivâyet etti. ki): Bize Şu'be Muhavvel'den bu isnâdla, bu hadîsin mislini her iki namaz hakkında da Süfyân'ın dediği gibi rivâyet etti.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cuma
Konu: Cuma Günü Okunacak Süreler Bâbı
2071-) Bana Züheyru'bnü Harb rivâyet etti. ki): Bize Vekî', Süfyân'dan, o da Sa'd b. İbrahim'den, o da Abdurrahmân El-A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen rivâyet etti ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz cuma günü sabah namazında Secde ile Hel'etâ sûrelerini okurmuş.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cuma
Konu: Cuma Günü Okunacak Süreler Bâbı
2072-) Bana Ebû't-Tâhir rivâyet etti. ki): Bize4bni Vehb, İbrahim b. Sa'd'dan, o da tabasından, o da A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) cuma günü sabah namazının ilk rek'atında Secde sûresini, ikincide Hel'etâ'yı okurmuş. Hüreyre hadîsini Buhârî «Kitâbü’l-Cumua» da, Nesâî ile İbn Mâce «Kitâbu's-Salât» da muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir. (?-786), ulemânın: «Bu gibi terkipler devam ifâde eder.» dediklerini nakletmişdir. Bundan murâd: Yardımcı bir fiil olan «Kâne»nin devam bildirmesidir. Yani «Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) cuma günü sabah namazında filân ve filân sûreleri okurdu.» demek, onlara göre «bu sûreleri okumaya devam eder; her cuma sabahı onları okurdu.» mânâsına gelir. Hâlbuki ekseri ulemâ bu fikirde değildir. Onlara göre yardımcı fiil «Kâne» devam iktizâ etmez. Bir çok hadîsler bunu göstermektedir. Meselâ bundan önceki bâbda gördüğümüz Nu'mân b. Beşîr hadîsinde: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bayramlarla cumâ'da Amâ ve Gâşiye sûrelerini okurdu.» denilmekte yine Hazret-i Nu'mân'dan rivâyet edilen diğer bir hadîsde Nu'mân (radıyallahü anh)'in.: (sallallahü aleyhi ve sellem) cuma günü Sûre-i cuma ile Sûreİ Gâşiye'yi okurdu.» dediği bildirilmektedir. Bâbımız hadîsinde ise «Sûre-i Secde ile Hel'etâ'yu okuduğu bildiriliyor. hadîsler «Kâne» yani «idi» fiilinin devam bildirmediğini gösterirler. Çünkü devam üzre iki sûreyi okumuş olsa, başka sûreleri okuduğu ileri sürülemezdi. Anlaşılıyor ki Fahr-ı Kâhînât (sallallahü aleyhi ve sellem): Efendimiz zaman zaman bu sûrelerin hepsini okumuşdur.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cuma
Konu: Cuma Günü Okunacak Süreler Bâbı
2073-) Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti. ki): Bize Hâlid b. Abdüllâh, Süheyl'den, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi, Ebû Hüreyre şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): cuma'yi kıldımı arkasından dört rekat namaz daha kılsın.» buyurdular.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cuma
Konu: Cumadan Sonra Kılınan Namaz Bâbı
2074-) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şey be ile Amru'n-Nâkid rivâyet ettîler. Dediler ki: Bize Abdullah b. İdrîs, Süheyl'den, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti. Ebû Hüreyre şöyle dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): sonra namaz kılacaksanız dört rek'ât kılın.» buyurdular. kendi rivâyetinde şu ibareyi ziyâde etmişdir: «İbn İdris dedi ki: şunları söyledi: Eğer seni her hangi bir şey acele ettiriyorsa, mescidde iki rek'at namaz kıl; evine döndüğün zaman iki rek'at daha

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cuma
Konu: Cumadan Sonra Kılınan Namaz Bâbı
2075-) Bana Züheyr b. Harb rivâyet etti. ki): Bize Cerir rivâyet etti. H. Amru'n-Nâkıd ile Ebû Küreyb dahi rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Vekî', Süfyân'dan rivâyet etti. Cerîr ile Süfyân'ın ikisi birden Süheyl'den, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etmişler. Ebû Hüreyre şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): her kim cumâ'dan sonra namaz kılacaksa dört rek'ât kılsın.» buyurdular. rivâyetinde: «Sizden.» tâbiri yokdur.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cuma
Konu: Cumadan Sonra Kılınan Namaz Bâbı
2076-) Bize Yahya b. Yahya ile Muhammed b. Rumh rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Leys "haber verdi. H. Kuteybe de rivâyet etti. ki): Bize Leys, Nâfi'den, o da Ab-dullah'dan naklen rivâyet etti ki Abdullah cumâ'yı kıldımı mescidden giderek evinde İki rek'at namaz kılar sonra: (sallallahü aleyhi ve sellem) böyle yapardı, dermiş.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cuma
Konu: Cumadan Sonra Kılınan Namaz Bâbı
2077-) Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti. ki: Mâlik'e Nâfi’den duyduğum, onun da Abdullah b. Ömer'den naklettiği şu hadîsi okudum: Abdullah, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in nafile namazını tavsif ederek, Şöyle dedi: (sallallahü aleyhi ve sellem) cuma namazından sonra mescidden ayrılmadıkça (nafile) namaz kılmazdı. Sonra evinde iki rek'âf namaz kılardı.» «Zannederim sonra kılardı, diye okudum; yahut: Yüzde yüz öyle okudum.» dedi.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cuma
Konu: Cumadan Sonra Kılınan Namaz Bâbı
2078-) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb ve İbn Nümeyr rivâyet ettiler. Züheyr dedi ki: Bize Süfyân b. Uyeyne rivâyet etti. ki): Bize Amr, Zührî'den, o da Sâlim'den, o da babasından naklen rivâyet etti ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Cuma’dan sonra iki rek'ât namaz kılarmiş.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cuma
Konu: Cumadan Sonra Kılınan Namaz Bâbı
2079-) Bize Ebû Bekir b. Ebi Şeybe rivâyet etti. ki): Bize Gunder, İbn Cüreyc'den rivâyet etti. ki: Bana Ömer b. Atâ' b. Ebi'l-Huvâr haber verdi ki Nâfi' b. Cübeyr, kendisini Sâib İbn Uht-i Nemir'e göndererek Muâviye'nin namaz hususunda onda gördüğü bir şey'i sordurmuş. Sâib şu cevâbı vermiş: ben onunla birlikde Maksûre'de cuma namazını kıldım. İmâm selâm verince ben olduğum yerde ayağa kalkarak namaz kıldım. (Muâviye) içeriye girince bana: Bir daha böyle yapma! Cumâ'yı kıldığın vakit konuşmadıkça yahut oradan çıkmadıkça ona başka namaz ekleme. Çünkü Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize, bunu (yani) konuşmadıkça yahut mescıdden çıkmadıkça hiç bir namazın, başka namaza eklenmemesini emretti dıye haber gönderdi.»

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cuma
Konu: Cumadan Sonra Kılınan Namaz Bâbı
2080-) Bize Hârûn b. Abdillâh rivâyet etti. ki): Bize Haccâcu bunu Muhammed rivâyet etti. ki: İbn Cüreyc: Bana Ömer b. Ata' haber verdi ki, Nâfi' b. Cübeyr, kendisini Sâib b. Yezîd İbn Uht-i Nemir'e göndermiş... diyerek hadisi yukarki hadîs tarzında rivâyet etti. Şu kadar var ki Amr (burada): verince olduğum yerde ayağa kalktım.» demiş: «İmâm»! zikretmemişdir. hadîslerin Bazıları cuma namazından sonra dört rek'at, Bazıları da iki rek'at sünnet kılınacağına delâlet etmektedirler. diyor ki: «Bu hadîslerin cumâ'nın farzından sonra sünnet kılmanın müstahab olduğu ve sünneti kılmağa teşvik olduğu gibi sünnetin en az iki. en çok da dört rek'at kılınacağına tenbih vardır. Yani Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): cumâ'dan sonra namaz kılacaksa, Dört rek'at olarak kılsın; buyurmakla sünnetin dört rek'at kılınmasına tembih buyurmuş, emir sîgasi ile de buna teşvîkde bulunmuşdur. kim namaz kılacaksa...) buyurması, bu namazın vâcib değil; sünnet olduğuna tenbîh içindir, ört rek'atı faziletinden dolayı zikretmiş, bazen de sünnetin en az iki rek'at kılınacağını beyân için, onu iki rek'at kılmışdır. Malûmdur ki Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ekseri vakitlerde cuma namazının sünnetini dört rek'at olarak kılardı. Çünkü dört kılmayı bize de emir buyurmuş; teşvîkde bulunmuşdu. Emrettiği bir hayrı işlemeğe kendisi elbette herkesden ziyâde rağbet ve hırs gösterir ve bu husûsda herkesden evlâdır.» (71 numaralı) hadîsinde râvî Yahya'nın: «Zannederim sonra kılardı, diye okudum. Yahut: Yüzde yür öyle okudum.» demesi. «Sonra kılardı.» ifâdesini okuyup okumadığında tereddüt ettiğindendir. Aficak buradaki tereddütü zan ile yakîn arasındadır. Yani bu kelimeyi ya yüzde yüz okudum, yahut okuduğumu zannediyorum, demek istemişdir. Yahya büyük bir âlim ve hafız olmakla beraber pek ziyâde verâ' ve takva sahibi olduğundan bir çok hadîslerin lâfızlarında şüphe edermiş. Hattâ Ka adı İyâz'in beyânına göre kendisine «şekkâk» yani şüpheci Yahya derlermiş. Mescidin içine yapılan odacıkdır. Bunu ilk defa ihdas eden Hazret-i Muâviye olmuşdur.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cuma
Konu: Cumadan Sonra Kılınan Namaz Bâbı
2081-) Bana Muhammed b. Bâfi' ile Abd b. Hümeyd hep birden Abdürrazzâk'dan rivâyet ettiler. İbn Râfi' dedi ki: Bize, Abdür-razzak rivâyet etti. ki): Bize İbn Cüreyc haber verdi ki): Bana Hasen b. Müslim, Tâvûs'dan, o da İbn Abbâs'dan naklen haber verdi. İbn Abbâs şöyle dedi: bayramı namazında Nebiyyullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Bekir, Ömer ve Osman ile beraber bulundum. Hepsi onu hutbeden önce kılar, sonra hutbe okurtardı. (Bir defa) Nebiyyullah (sallallahü aleyhi ve sellem) minberden indi; onun eliyle erkekleri oturttuğunu hâlâ görür gibiyim. Sonra erkek safflarını yararak, kadınların yanına geldi; Bilâl de beraberinde idi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)- Peygamber! Sûre-i Mümtahîne âyet 12 Şayet mü'min kadınlar Allah'a hiç bir şey'i şerik koşmamak şartı ile sana beyat etmeye gelirlerse... kabul et." âyet-i kerimesini bitinceye kadar okudu. Onu bitirdiği vakit (kadınlara): Siz, bu âyetde zikredilen şartlar üzre devam ediyor musunuz? diye sordu. İçlerinden bir tek kadın: Evet, yâ Nebiyyallah! dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e ondan başka vecap veren olmadı. O anda bu kadının kim olduğu bilinmiyordu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)- O hâlde sadaka verin!., buyurdu. Bunun üzerine Bilâl elbisesini yere yayarak: Haydi buyurun! Annem babam size feda olsun... dedi. kadınlar kimi halkalarını, kimi yüzüklerini Bilâl'in elbisesi içine atmaya başladılar.»

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Bayram Namazları
Konu: Bab
2082-) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe İle İbn Ebî Ömer rivi ettiler. Ebû Bekir dedi ki: Bize Süfyânü'bnü Uyeyne rivâyet etti. (di ki): Bize, Eyyûb rivâyet etti. ki: Ben, Atâ'dan dinledim dedi İbn Abbâs'ı şöyle derken işittim: (sallallahü aleyhi ve sellem)’e şehâdet ederim ki, » dileri bayram namazını hutbeden önce kıldı, sonra hutbe okudu. Mütakiben hutbeyi kadınlara işittiremediğini düşünerek, onların yanına geldi. Kendilerine va'z-u nasîhatda bulundu ve sadaka vermelerini emretti. Bilâl elbisesini açmış, bekliyordu. Derken kadınlar yüzük, halka ve kıymetli şeylerini atmaya başladılar.»

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Bayram Namazları
Konu: Bab
2083-) Bana, bu hadîsi Ebûr-Rabi' Ez Zehranî de rivâyet etti. (Di ki) Bize, Hammâd rivâyet etti. H. Ya'kûb-u Devraki dahi rivâyet etti. ki): Bize, İsmail b. İbrâhîm rivâyet etti. Bu râvîlerin ikisi de Eyyûb'dan bu isnâdla, bu hadîsin benzerini rivâyet etmişlerdir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Bayram Namazları
Konu: Bab
2084-) Bize İshâk b. İbrahim İle Muhammed b. Râfi' rivâyet ettiler. İbni Râfi' dedi ki: Bize, Abdürrazzak rivâyet etti. ki): Bize, İbn Cüreyc haber verdi, ki) Bana Ata', Câbir b. Abdillâh' dan naklen haber verdi. ki: Ben, Câbir'i şöyle derken işittim.- (sallallahü aleyhi ve sellem) Ramazan Bayramı günü kalkarak namaz kıldı ve hutbeden önce namazla işe başladı. Sonra cemaata hutbe okudu. Nebiyyullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hutbeyî bitirince minberden indi. Ve kadınların yanına gelerek, onlara va'z-u nasîhatda bulundu. Kendisi Bilâl'in eline dayanıyordu. Bilâl ise elbisesini yaymıştı. Kadınlar (onun içine) sadaka atıyorlardı. Ata’ (b. Rabâh)'a: «Kadınların bu verdikleri Ramazan Bayramı zekâtı mıydı?» diye sordum. «Hayır. Lâkin bu, onların o zamana mahsûs verdikleri bir sadaka idi. Kadınlar yüzüklerini atıyor da atıyorlardı.» cevâbını verdi. Şimdi de İmâmın hutbeyi bitirince kadınların yanına gelerek, onlara va'z-u nasîhatta bulunmasını, üzerine bir vecibe görüyor musun? dedim: Evet, ömrüme yemin ederim ki bu onlar üzerinde gerçekden bir hakdır. Bunun niçin yapmazlar; bilmem, dedi. salât-îl îdeyn

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Bayram Namazları
Konu: Bab
2085-) Bize, Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr rivâyet etti ki): Bize, babam rivâyet etti. ki): Bize, Abdil melik b. Ebi Süleyman, Atâ'dan, o da Câbir b. Abdillâh'dan naklen rivâyet et Câbir Şöyle dedi: Ben, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikde bayram günü namazda bulundum, hutbeden önce ezan ikaametsiz olarak işe namazdan başladı. Sonra Bilâl'e dayanara ayakta durdu ve Allah'dan korkmayı emretti. Ona taat'ı teşvîkde bı lundu. Cemaata va'z-u nasihat etti. Sonra yürüdü, kadınların yanın gelince onlara va'z-u nasîhatda bulunarak: edin! Zira çoğunuz cehennem odunu olacaksınız!» buyu: du. üzerine kadınlardan kara yağız güzeli biri kalkarak: «Niçin ya Resûlallah? diye sordu. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) «Çünkü sizler hâlinizden çok şikâyet eder, kocalarınızın nimetin karşı küf randa bulunursunuz.» cevâbını verdi. kadınlar kendi ziynetlerinden tesadduk etmeğe başlad lar. Bilâl'ın elbisesi içine küpe ve yüzüklerini atıyorlardı. İbn Abbâs ve Câbir hadîslerini Buhar «Kitâbü’l-Cumua» ve «Kitâbu't-Tefsîr- de: Ebû Dâvûd ile İbn Mâce «Kitâbu's-Salât» da muhtelif râvilerden tahric etmişlerdû hadîsdeki: «O anda, o kadının kim olduğu bilinmiyordu, cümlesi «Sahihi Müslim» in bütün nüshalarında bu şekilde rivâye edilmişse de, Kâdı îyâz ile diğer hadis ulemâsının beyanını göre bu cümle tashifdir. Doğrusu: «Hasan, onun kim olduğum bilmiyordu.» şeklindedir. Nitekim Buhârî'nin rivâyetinde de oy ledir. Hasan'dan murâd: Hadisi Tâvûs'dan rivâyet eden Hasan b. Müslim'dir. kadından murâd: Bâzılarının tahminine göre, Es.inl binti Yezîd b. Seken'dir. «Kadınların hatibi» unvanı ile mâruf olan bu kadın, Taberâni'nin tahric ettiği rivâyetde ası kıssayı hikâye eden kadındır. Feteha'nın cem'idir. Bu kelimenin tefsirinde ihtilâf olun-muşdur. «Sahihi Buhârî» de Abdürrazzâk'dan naklen fetah: Büyük yüzüklerdir, denilmişdir. Esmai , onun: Taşsız yüzükler, mânâsına geldiğini söyler. Yüzükler, demekdir. Müfredi: Hâtem, hatim, hatam ve hitâm, şekillerinde okunur. Altın ve gümüş halka yahut küpe halkası veya küçük zinet halkası, demekdir. b. Ebî Rabâh'a: «Kadınların verdikleri şeyler bayram zekâtı mıydı?» diye soran râvi: İbn Cüreyc'dir. Zahire bakılırsa Atâ' bu sadakanın vücûbuna kaailmiş. Onun içindir ki Kâdi Iyâz: «Atâ'dan başka onun vücûbuna kaail olan yok-dur.» demişdir. ile diğer ulemâ buradaki sadakayı, istihbâb mânâsına almışlardır. (sallallahü aleyhi ve sellem)'in hadîsde zikri geçen âyeti okuması: Kadınlara Mekke fethi esnasındaki beyatı hatırlatmak içindir. Mekke fethedildikten sonra Resul-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) Safa dağına çıkarak oturmuş, halk etrafına toplanarak kendisine beyat etmişlerdir. Erkeklerin beyatı sona erdikten sonra kadınlara gelmiş, onlar da beyat etmişlerdi.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Bayram Namazları
Konu: Bab
2086-) Bana Muhammed b. Râfi' rivâyet etti. ki): Bize Abdurrazzâk rivâyet etti. ki): Bize, İbn Cüreyc haber verdi ki): Bana Ata', İbn Abbâs ile Câbir b. Abdullâh El-Ensar’dan naklen haber verdi. Demişler ki: Gerek Ramazan Bayramı gerekse Kurban Bayramı günü ezan okunmazdı. Cüreyc diyor ki: Bir müddet sonra ben, Atâ'ya bu mes'ele-yi yine sordum, bana haber vererek, dedi ki: Câbir b. Abdiliâh El-Ensâri haber verdi ki, Ramazan Bayramı günü gerek İmâm minbere çıkarken gerekse çıktıktan sonra namaz için ezan, ikaamet, nida ve hiç bir şey yokmuş. O gün ne ezan varmış ne de İkaamet.»

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Bayram Namazları
Konu: Bab
2087-) Bana Muhammed b. Râfi' rivâyet etti. ki): Bize Abdurrazzâk rivâyet etti. ki): Bize İbn Cüreyc haber verdi. ki) Bana, Atâ' haber verdi ki İbn Abbâs, İbn Zübeyr'e ilk biyat edildiği zaman ona: Bayramı günü, bayram namazı için ezan okunmazdı. Binâenaleyh onun için sen de ezan okutma!» diye haber göndermiş; o da, o gün bayram namazı için ezan okutmamış, İbn Abbâs, bu haberle birlikde İbn Zübeyr'e: de namazdan sonra okunur. Bu, böyle yapılırdı.» diye haber göndermiş. Bunun üzerine İbn Zübeyr, bayram namazını hutbeden önce kıldırmış.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Bayram Namazları
Konu: Bab