Sahîh-i Müslim Hadis Kitabı
2138-)
Bana Yâkûb b. İbrahim Ed-Devrakî rivâyet etti. ki): Bize İsmail b. Uleyye, Hişâm-ı Destevâî'den, rivâyet etti. ki: Bize Ebû'z-Zübeyr Câbir b. Abdillâh'dan naklen rivâyet etti. Câbir Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında pek sıcak bir günde güneş tutuldu. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabına namaz kıldırdı. Amma kıyamı uzattı. O derecede ki, ashâb (yorgunluktan) düşmeye başladılar. Sonra rükû'a gitti» onu da uzattı. Sonra rükû'dan başını kaldırdı; kavmeyi de uzattı. Sonra (tekrar) rükû'a vardı, onu da uzattı. Sonra rükû'dan başını kaldırdı ve kavmeyi yine uzattı. Sonra iki secde yaptı. Sonra kalkarak yine bu şekilde hareket etti. Böylece namaz dört rükû’ ile dört secdeli (olarak) kılındı. Sonra şöyle buyurdular: muhakkak ki, sizin gireceğiniz her yer bana arzolundu. Ezcümle bana cennet arzolundu. O derece (yaklaştırıldı) ki, ondan bir salkım koparmak için elimi uzatsa m, onu alabilirdim, (yahut ondan bir salkım üzüm koparmaya uzandım da, koparmaya elim varmadı, dedi.) Bana cehennem de arz olundu, orada Benî İsrail'den kendisi yüzünden azâb olunan bir kadın gördüm. (Vaktiyle) hayvanı bağlamış da, doyurmamış. Yerin haşerâtından yemesine de müsâade etmemiş. Ebû Sümâme Amr b. Mâlik'i de gördüm, cehennemde bağırsaklarını sürükleyip duruyordu. Bu gibiler: (Şüphesiz güneşle ay yalnız bir büyüğün vefatından dolayı tutulurlar) derlerdi. Güneş'le ay Allah'ın size gösterdiği âyetlerinden iki âyettirler. Bunlar tutuldukları vakit, açılıncaya kadar siz namaz kılın.»
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Küsûf
Konu: Kusüf Namazında İken Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Selleme Arzolunan Cennet Ve Cehennem Halleri Bâbı
2139-)
Bana, bu hadîsi Ebû Gassân El-Mismaî de rivâyet etti. ki): Bize Abdülmelik b. Sabbâh, Hişâm'dan bu isnâdla, bu hadisin mislini rivâyet etti. Şu kadar var ki o: cehennemde Hımyerli siyah ve uzun bir kan gördüm.» dedi? «Benî İsrail'den.» kaydını söylemedi.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Küsûf
Konu: Kusüf Namazında İken Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Selleme Arzolunan Cennet Ve Cehennem Halleri Bâbı
2140-)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivâyet etti. ki): Bize Abdullah b. Nümeyr rivâyet etti. H. Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr de rivâyet etti. İkisinin sözleri de biribirine yakındır. ki: Bana babam rivâyet etti. ki): Bize Abdülmelik, Atâ'dan, o da Câbir'den naklen rivâyet etti. Câ-bir Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’la oğlu İbrahim'in vefat ettiği gün güneş tutuldu. Halk derhâl: güneş ancak İbrahim'in vefatı için tutulmuştur.» dediler. üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ayağa kalkarak, cemaata dört secde ife altı rükû'fu (iki rek'at) namaz kıldırdı. Evvelâ tekbîr aldı, sonra Kur'ân okudu. Ama kıraati uzattı. Sonra aşağı yukarı kıyamı derecesinde uzun bir rükû' yaptı. Sonra başını rükû'dan kaldırarak birinci kırâatdan daha kısa olmak üzere Kur'ân okudu. Sonra aşağı yukarı kıyamı derecesinde bir rükû' yaptı. Sonra başını rükû'dan kaldırarak ikinci kırâatdan daha kısa olmak üzere Kur'ân okudu. Sonra ayakta kaldığı kadar uzun süren bir rükû' yaptı. Sonra başını rükû'dan kaldırdı. Sonra secdeye kapandı ve İki secde yaptı. Sonra kalkarak yine üç rükû yaptı ki, bu üç rükû'dan her biri kendinden sonrakinden daha uzundu. RükÛ'u da takriben sücûdu kadar oluyordu. Sonra geriledi, arkasındaki safflar da gerilediler. Böylece son saff'a vardık. Ebû Bekir) Böylece kadınlar saff'ına vardık, diye rivâyet etti. Sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) (tekrar) ilerledi, onunla birlikte cemâat da İlerledi. Nihayet Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) evvelki yerine durdu. Namazdan, ayrıldığı zaman güneş de eski hâline dönmüştü. üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şunları söyledi: Cemâat! Güneş İle ay ancak Allah'ın âyetlerinden iki âyetdirler. Bunlar insanlardan hiçbir kimsenin ölümünden dolayı tutulmazlar. (Ebû Bekîr: Beşer'in ölümünden dolayı, dedi.) Siz bu nev'îden bir şey gördünüz mü açılıncaya kadar namaz kılın. Size vaad edilen hiç bir şey yoktur ki, ben onu şu namazımda görmüş olmıyayım. Sizi te'mîn ederim ki, bana cehennem getirildi. Bu da yalını bana dokunur korkusu ile gerisi geriye çekildiğimi gördüğünüz sırada oldu. Hattâ orada çomaklı herifin ateş içinde bağırsaklarını sürüdüğünü gördüm. Vaktiyle hacıların paralarını çomağı ile çalardı. Eğer malının çalındığını anlayan olursa: (çomağıma takıldı.) derdi. Farkına varan olmazsa alıp götürürdü. Ben, orada kedi sahibi kadınr da gördüm; o kadın ki vaktiyle kediyi bağlayarak aç tutmuştu. Ona, yerin haşerâtından yemesine müsaade etmemiş, nihayet hayvan açlıktan ölmüştü. Sonra (bana) cenneti de getirdiler, bu da eski yerimde duruncaya kadar ilerlediğimi gördüğünüz sırada oldu. Yemin olsun ki elimi uzattım, siz güresiniz diye cennetin meyvelerinden koparmak istiyordum. Sonradan bunu yapmamayı düşündüm. İşte bu suretle size vaadedilen her şey'i ben bu namazımda görmüş oldum.» (sallallahü aleyhi ve sellem)'in «Sizin gireceğiniz her yer bana arzolundu...» sözünden murâd: Cennet, cehennem, kabir ve mahşer gibi, kulların öldükten sonra varacakları yerlerdir. İyâz Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in cennet ve cehennemi görmesi hususunda şunları söylemiştir: Ulemânın beyânına göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in cennet ve cehennemi aynen görmüş olması muhtemeldir. Cenâb-ı Hak aradan perdeyi kaldırarak, onları kendisine göstermiştir. Nitekim İsrâ hâdisesinde müşrikler kendisine Kudüs'teki Mescîd-i Aksâ'yı sordukları vakit hâl böyle olmuş yani Teâlâ Hazretleri Mescîd-i Aksâ'yı Resûl-i Zîşan'ma göstermiş; o da gözüyle görerek ona müşriklere tavsif etmişti. Maamâ-fih yine ulemânın beyânına göre onları aynen değil de, ilmen görmüş olabilir. Kendisine cennet ve cehennemin hâlleri vahy suretiyle arz olunmuş, bu suretle o zamana kadar bilmediği bu hâlleri tafsilatı ile öğrenmiş ve beyân buyurmuştur. O zamana kadar bilmediği bu hâlleri son derece büyük gördüğü için de: bildiklerimi siz bilseniz mutlaka çok ağlar; az gülerdiniz.) buyurmuştur.» İyâz, ulemânın bu iki te'vîlinden birinciyi hadisin sözlerine daha uygun bulmuştur. Zira hadîsin metninde elini uzatmak, salkım koparmak, cehennemin alevi parçmasın diye geriye çekilmek gibi sözler vardır ki, bunlar ilmen değil; aynen gördüğüne delâlet ederler. - Erd»: Yer'in böcekleri, demektir. Bazıları: «Bundan murâd: kuşlardır.» demişlerdir. îyâz'ın rivâyetine göre «Haşâş» kelimesini «Hişâş» ve «Huşâş» şekillerinde okuyanlarda olmuşsa da, «Haşâş» kıraati meşhurdur. îyâz, kediyi aç bıraktığından dolayı kadının kazandığı günâhı, küçük günahlardan saymış ve: «Bu hadis, küçük günahlardan dolayı muâhaze olunacağına delildir. Ama kadının bundan dolayı ateşle azâb olunduğuna hadîste delâlet yoktur. İhtimâl, bu kadın kâfirmişdir de, kedi sebebi ile azabı arttırılmıştır.» demişse de, Nevevî bunu haklı olarak doğru bulmamış ve kendisine şu cevâbı vermiştir: «Doğrusu hadisde tasrîh buyurulduğu vecihle kadın, kedi sebebi ile azâb olunmuştur. Kadının suçu büyük günahtır. Çünkü hayvanı bağlamış ve ölünceye kadar salmamıştır. Küçük günah üzerinde ısrar etmek, o günahı büyütür. Nitekim fıkıh kitaplarında ve diğer yerlerde bu böylece takrir olunmuştur. Hadisde kadının kâfire olduğunu iktizâ eden bir cihet yoktur.» zikri geçen «lef h» den murâd: Cehennem alevinin vurmasıdır. Bu mânâda bir de «nefh» kelimesi kullanılırsa da, nefh mânâ itibariyle lefh derecesine varmayan alev, demektir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Küsûf
Konu: Kusüf Namazında İken Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Selleme Arzolunan Cennet Ve Cehennem Halleri Bâbı
2141-)
Bize Muhammedü'bnu'l - Ala El - Hemdânî rivâyet etti. ki): Bize İbn Nümeyr rivâyet etti. ki): Bize Hişâm, Fatıme'den, o da Esma'dan naklen rivâyet etti. Esma şöyle dedi; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) devrinde güneş tutuldu da, Âişe’nin yanına girdim. Âişe namaz kılıyordu. (Kendisine): Bu İnsanlara ne oluyor ki, namaz kılıyorlar?» dedim. Başı İle gökyüzüne işaret etti. Ben: «Bu bir âyet midir?» dedim. Âişe: diye işaret etti. (Bunun üzerine ben de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e uyarak namaza durdum. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kıyamı pek uzattı, hattâ üzerime baygınlık geldi. Bunun üzerine ya rubası ma bir tulum su alarak, ondan başıma veya yüzüme serpmeye başladım. Derken Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) namazdan çıktık; güneş de açılmıştı. Cemaata bir hutbe okudu. (Evvelâ) Allah'a hamd-ü senada bulundu. Sonra şunları söyledi: sonra: Görmediğim bir şey kalmadı ki, şu makaamımda bana gösterilmiş olmasın. Cennet ve cehennemi bile., (gördüm.) Bana muhakkak surette bildirildi ki siz kabirlerde Mesih-i deccâlın fitnesine yakın yahut onun kadar —Esmâ'nın bu iki sözden hangisini söylediğini bilmiyorum.— bir fitne göreceksiniz. Sizden birinize (kabirde) gelerek: Bu zât hakkında bilgin ne idi? diye soracaklar. Mü'min yahut mûkin —Esmâ'nın bunlardan hangisini söylediğini bilemiyorum.— o Muhammed' dir; o Allah'ın Resûlüdür. Bize Beyyinelerle hidâyet getirdi. Biz de ona icabet ve itaat ettik, diyecek; bu üç def'â tekrarlanacak. Kendisine. (Sen uyu. Zâten biz, senin ona muhakkak surette inandığını bilirdik. Sen rahatça uyu) diyecekler. Münafık veya şüpheciye —ki Esma bunların hangisini söylediğini bilemiyorum.— gelince: O: Ben bilmem. Âlemin bir şey söylediğini işittim; ben de söyledim, cevâbını verecek.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Küsûf
Konu: Kusüf Namazında İken Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Selleme Arzolunan Cennet Ve Cehennem Halleri Bâbı
2142-)
Bize Ebû Bekir b. Ebi Şeybe ile Ebû Küreyb rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Ebû Üsâme, Hişâm'dan, o da Fâtıme'den, o da Esmâ'dan naklen rivâyet etti. Esma şöyle dedi: Âişe'ye geldim. Bir de baktım halk ayakta! Âişe de namaz kılıyor. Bu insanlara ne oluyor? dedim... hadisi İbn Nümeyr'in Hişâm'dan rivâyet ettiği hadis gibi anlattı.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Küsûf
Konu: Kusüf Namazında İken Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Selleme Arzolunan Cennet Ve Cehennem Halleri Bâbı
2143-)
Bize Yahya b. Yahya haber verdi. ki): Bize Süfyân b. Uyeyne, Zühri'den, o da Urve'den naklen haber verdi. Urve: «Güneş Küsûf etti, deme. Lâkin güneş Hüsûf etti, de!» demiş. Esma'nui: «Başıma veya yüzüme su serpmeye başladım... ilâh...» sözü, bu işi arka arkaya bir çok defalar yapmadığına hamle-dilmiştir. Çünkü arka arkaya bir çok defalar yapmış olsa namazı bozulurdu. bir kimseye kabrinde: «Bu zât hakkında ne bilirsin?» diye soranlar Münker ve Ne kir adlı suâl melekleridir. Meleklerin «Resûlüllah» demeyip; «bu zât» sözü ile iktifa etmeleri, ölen kimseyi imtihan içindir. Çünkü onun hakkında Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) diye söz ederlerse bundan onun büyük bir mertebe sahibi ve ikrama lâyık bir zât olduğunu anlıyarak, melekleri taklîden, o da hürmet ve ta'zîmde bulunur. Meleklerin sözü imtihan olduğu içindir ki ölen kimse mü'min ise: «O Resûlüllah »dır. diye cevap verecek; münafık ise: «Bilmiyorum» demekle iktifa edecektir. Bu suretle Teâlâ Hazretleri Kur'ân- Kerim'inde beyân buyurduğu vecihle mü'minleri hem dünyâda hem de âhirette îmânlarından sabit kılacaktır. metninde bir iki yerde geçen «Esma» bunların hangisini söyledi, bilemiyorum.» ifadesi, arayerdeki râvînin şekkettiğini gösterir. hadîsler hakkında merhum Ahmet Naim Bey «Tecrîd-i Sarih tercümesi» nâm eserinin birinci cildinde şu mütâlâayı serdetmistir: nimetleri ve Rabbani kudretin eserlerini hiç bir an hatırdan çıkarmış olmamak için bu Kadr-i Uzmâya âyet yani alâmet olan hâllerle feleki vaziyetlerden muttariden tekerrür ve teceddüd edenlerinin her biriyle beraber olmak üzere dîn-i Mübîn-i islâm bir namaz teşri' etmiş, zamanların hiç biri teabbüdden hâli bırakılmamıştır. Gündüzün yarısından sonra öğle namazmı, her günkü aydınlığın ib-Udâsı ile intihasından sabah ve akşam koyu karanlığın koyu karanlık basar basınaz yatsı, öğlen ile aksa marasında takriben gündüzün çizdiği dâirenin çeyreği kaldığında ikindi namazlarını edâ etmeyi farz eylediği gibi, gündüzün çizdiği dâirenin bir çeyreği geçtikden sonra kuşluk namazı, güneş doğduktan ve sanlığı zail olduktan sonra ışrâk namazı, gece ortalarında teheccüd namazı farz olmıyarak teşrî' edilmiştir. Ramazanlarda herkesin yalnız başına veya cemaatla kılıp re-yizyâb olduğu teravih nmazı da gece namazının nazîridir. Kezalik senenin bayram dediğimiz iki muayyen gününde işrâk namazı vaktinde yine cemaatla bayram namazı kılmak Islâmın şeriatları cümlesindendir. gibi her ufukta muayyen zamanlarda görülmiyen ay ve güneş tutulmaları da Allah'ın büyük âyetlerinden mâdût olup, bunların meydana geldiği zamanlarda dahi İslâm dini tarafından bir namaz tahsis edilmiş olmasında şaşılacak bir cihet yoktur. Bâ husus kıyâmet alâmetlerini beyân hususunda (güneş ile ay bir araya getirildiği zaman) âyet-i kerîmesi gibi bir çok âyetlerden anlaşılacağı vecih-le kıyâmet alâmetlerinden olarak bu kabilden bâzı astronomik zuhûrât meydana geleceği Peygamber Efendimiz tarafından haber verilmesine mukaabil: (De ki): "Kıyâmetin ne zaman kopacağını bilmek ancak Rabbime âtt bir meseledir. Onun vaktini kendisinden başka kimse beyân edemez; kıyâmet göklere de yere de ağır basınıştır. O, size ansızın geliverecekdir "Sûre-i A'râf; 187. âyet-i kerîmesindeki sarahate binâen apansızın kopacak olan kıyâmetin de vakti aletta'yta bilinemediği için ay ve güneş tutulması hâdiselerini Allah'a tezarru' ve niyaza vesile addederek, namaza koyulmak mü'minlere göre pek tabii bir iş olduğu, gibi, Esma (radıyallahü anha)'nın (Acabe ne oluyoruz? Dünyâ'nın gizli olan sonu mu geldi, şu gördüğümüz âyet onun alâmeti midir?) diye endişe etmesinde de ayıplanacak bir şey yoktur. ve Küsüf zamanları dakikası dakikasına hattâ saniyesi saniyesine erbâbı tarafından evvelce hesâb edilerek haber verilebilir. Pek ziyâde tekerrür eden tabiî hâdiselerden oldukları için bunları görünce korkuya ne mahal vardır?» demek de uymaz. Çünkü «Bu kâinat nizâmının bozulduğu gün demek olan kıyâmet zamanın evvelden hesap ve tâyin edilmiş bu gibi hâdiselerle vukûbulmayacağına hiç bir aklî delîl yoktur. İşte o büyük hâdisenin gelip çattığı anda bu gösteri Allah'ın âyetlerinden biridir.» diyerek namaza ibâdet ve niyaza koyulanlara —Eğer öyleleri o gün dünyâda kalmış bulunursa— ne mutlu! vakitlerini ibâdât ve tâattan hâli bırakıp: «Hesapla bilinecek vukûatdan ne korkmalı?» diyen gafillerin başına ise —Allah'ın vaadi mu'cebince—varsın apansızın kıyâmet kopsun.» Naim beyin mütâlâası burada sona erer.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Küsûf
Konu: Kusüf Namazında İken Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Selleme Arzolunan Cennet Ve Cehennem Halleri Bâbı
2144-)
Bize Yahya b. Habîb El - Hârisî rivâyet etti. ki); Bize Hâlid b. Haris rivâyet etti. ki): Bize İbn Cüreyc rivâyet etti. ki): Bana Mansûr b. Abdirrahman, annesi Safiyye binti Şey-be'den, o da Esma binti Ebi Bekir'den naklen rivâyet etti. Esma şöyle dedi: gün Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) telâşlandı (Safiyye: Esma, Güneşin tutulduğu günü kastediyor, demiştir.) da, bir kadın gömleği alarak dışarı çıktı. (Arkadan) kendi gömleğini yetiştirdiler. Müteakiben cemaata uzun bir namaz kıldırdı. O derece ki (dışarıdan) onun rükû, ettiğini bilmeyen biri gelse kıyamının uzunluğundan dolayı rükû'a vardığını zannetmezdi.»
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Küsûf
Konu: Kusüf Namazında İken Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Selleme Arzolunan Cennet Ve Cehennem Halleri Bâbı
2145-)
Bana Said b. Yahya El - Emevî rivâyet etti. ki) Bana babam rivâyet etti. ki): Bize İbn Cüreyc bu isnâdla bu hadisin mislini rivâyet etti. Ve: uzadıya ayakta durdu, sonra doğruldu, sonra rükû' etti.» dedi; şunu da ziyâde etti: kimi benden daha yaşlı, kimi de benden daha hasta kadınlara bakıyordum.»
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Küsûf
Konu: Kusüf Namazında İken Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Selleme Arzolunan Cennet Ve Cehennem Halleri Bâbı
2146-)
Bana Ahmed b. Saîd Ed - Dârimi rivâyet etti. ki): Bize Habbân rivâyet etti. ki): Bize Vüheyb rivâyet etti. ki): Bize Mansûr, annesinden, o da Esma binti Ebî Bekir'den naklen rivâyet etti. Esma şöyle dedi: (sallallahü aleyhi ve sellem) devrinde güneş tutuldu, bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) telaş ederek yanlışlıkla bir kadın gömleği giydi, sonrar kendisine kendi elbisesini yetiştirdiler. Ben de hacetimi gördüm, sonra gelerek mescide girdim. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i namazda gördüm; ben de onunla beraber namaza durdum. Kıyamı o kadar uzattı ki, kendimde oturmak İhtiyâcını hissettir. Sonra zayıf bir kadına bakarak (kendi kendime) bu benden daha zayıf diyor ve ayakta duruyordum. Nihayet Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) rükû'a vardı. Fakat rükû'u da uzattı. Sonra rük'û'dan başını kaldırdı; kıyamı da uzattı. O derece ki, (hani dışardan) bir adam gelse: Rükû' etmediğini tahayyül ederdi.» Korktu, yardım istedi, iltica etti ve hazır oldu; gibi mânâlara gelir. îyâz «Onun burada korku yahut telâş mânâlarına gelmesi muhtemeldir.» demiştir. Korktu, mânâsına alınırsa: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kıyâmetin kopacağından korktu.» demek olur. ki Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ya kıyâmetin kopacağından korkmuş yahut güneşin tutulduğunu görünce bir an evvel namaza durmak için telâş göstermiş, bu sebeple kendi elbisesini giymek isterken yanlışlıkla zevcelerinden birinin elbisesini almıştır. Kalbi, güneşin tutulması ile meşgul olduğu için yanlışlığının farkına bile varamamış; evdekiler kendi elbisesini bıraktığını görünce geriden yetiştirmişlerdir. hadîs dahi Küsûf namazının delillerindendir. Küsûf ve Husuf namazlarının uzun tutulmak suretiyle, sair namazlardan temayüz ettikleri rivâyetlerin hepsinde göze çarpmaktadır.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Küsûf
Konu: Kusüf Namazında İken Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Selleme Arzolunan Cennet Ve Cehennem Halleri Bâbı
2147-)
Bize Süveyd b. Saîd rivâyet etti. ki): Bize Hafs b. Meysera rivâyet etti. ki): Bana Zeydü'bnü Eşlem, Atâ b. Ye-sâr'dan, o da İbn Abbâs'dan naklen rivâyet etti. İbn Abbâs şöyle dedi: (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında güneş tutuldu. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) cemaatla birlikte namaza durdu. Ama Bakara sûresini okuyacak kadar uzun bir kıyam yapti. Sonra uzun bir rükû' yaptı, sonra başını rükû'dan kaldırdı ve uzun uza-dıya ayakta durdu. Yalnız bu kıyam birinciden daha kısaydı. Sonra uzun bir rükû' yaptı fakat bu da birinci rükû'dan daha kısaydı. Sonra secde etti, sonra (tekrar) uzun bir kıyam yaptı fakat bu da birinci kıyamdan aşağı idi. Sonra uzun bir rükû' yaptı ama bu da birinci rükû'dan aşağı idi. Sonra başını kaldırarak uzun bir kıyama durdu. Bu da birinci kıyamdan aşağı idi. Sonra uzun bir rükû' yaptı: Bu da birinci rükû'dan aşağı idi. Sonra secde etti, sonra namazdan çıktı. Gerçekten güneş açılmıştı. Müteakiben şunları söylediler; Şüphesiz ki güneş ile ay Allah'ın âyetlerinden iki âyettirler. Bunlar bir kimsenin hayâtı veya memâtı için tutulmazlar. Siz böyle bir gördünüzmü hemen Allah'a zikredin. Ya Resûlüllah! Şu makaamında seni bir şey almak için uzanırken gördük, sonra bundan vazgeçtiğini müşâhade ettik, dediler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): Ben, cenneti gördüm de, ondan bir salkım üzüm koparmaya el uzattım. Eğer ben o salkımı atmış olsaydım, dünyâ durdukça siz ondan yerdiniz. Ben cehennemi de gördüm; Bugünkü gördüğüm manzara gibi (şimdiye kadar) hiç bir manzara görmüş değilim. Ekseriyetle cehennemliklerin kadınlar olduğunu da gördüm, buyurdular. Ashâb: Ne sebeple ya Resûlallah? diye sordular: Küfretmeleri sebebi ile cevâbını verdi. Kadınlar Allah'a küfreder mi? diyenler oldu; Evet, onlar kocalarına karşı nankörlük ederler, iyiliğe karşı küfrânda bulunurlar, onlardan birine ilelebet iyilik etsen, sonra senden bir şey görse hemen: Senden hiç bir hayır görmedim; der, buyurdu.»
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Küsûf
Konu: Kusüf Namazında İken Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Selleme Arzolunan Cennet Ve Cehennem Halleri Bâbı
2148-)
Bize, bu hadîsi Muhammedü'bnü Râfi' de rivâyet etti. ki): Bize İshâk yani İbn îsa rivâyet etti. ki): Bize Mâlik, Zey-dü'bnü Eslem'den bu isnadla bu hadisin mislini rivâyet etti. Şu kadar var ki o: «Sonra seni geri geri giderken gördük demiştir. hadisi Buhârî «Küsûf», «Namaz» ve «Nikâh» bahislerinde; Dâvûd ile Tirmizî de «Namaz bahislerinde muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir. Dâvûd'un bir riyâyetinde «İbn Abbâs» yerine "Ebû Hüreyre» denilmişse de: Hatâdır. Doğrusu İbn Abbâs olacaktır. Nitekim hadis ulemâsından İbn Asâkir bunun hatâ olduğuna tembih etmiş; Mizzî (654-742): «Bu bir vehimden ibarettir,» demiştir. İbn Abbâs'm: «Bakara sûresini okuyacak kadar uzun bir kıyam yaptı.» demesi gösteriyor ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in kıraati gizli imiş. Nitekim Âişe (radıyallahü anha)’dan rivâyet edilen bâzı tarîklerde: «Onun kıraatini tahmin ettim; Bakara sûresi kadar olduğunu gördüm.» denilmiş olması da bunu gösterir. «İbn Abbâs o zaman küçüktü; saffların sonuna durduğu için kıraati işitemiş de, müddeti tahmin etmiş olabilir.» demişlerse de, bu kavil reddedilmiştir. Çünkü ayni hadisin bâzı tarîklerinde: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanıbaşına durdum ama ondan bir harf bile işitmedim.» denilmiştir. buradaki rivâyetinde denilmiş; kazı rivâyetlerde onun yerine diğer bâzılarında da fi'li kullanıldığı görülmüştür. Vaz geçtin, demektir. ve «Kâ'kâde» fiilleri: Geriledin, gerisi geriye gittin; mânâsına gelirler. Yalnız kelimenin iki bâbdan kullanılmasına bakarak Aynî: «Kâ'kâa» müteaddi; «Tekâ'kâa» lazımdır; demişdir. Bu takdirde Kâ'kâ'a fiilinin bir mef'ûlü bulunmak lâzım gelir. bunu «Kendini gerilettin» şeklinde takdir etmiştir. (sallallahü aleyhi ve sellem) -Eğer o salkımı almış olsaydım, dünyâ durdukça ondan yerdiniz.» buyurmakla: Cennet mey-valannın bitip tükenmek bilmiyeceğine işaret etmiştir. «Bu cümlenin mânâsı: Üzümü yiyen kimse ağzında dâima yediğinin bir mislini yaratmakla zevki devam edecek, demekdir.» mütâlâasında bulunmuşlarsa da, bu söz felsefî bir fikir neticesi olduğu için reddedilmiştir. Filhakika felsefenin iddiasına göre âhiret hayâtının hakikati değil, sâdece misâli vardır. Fakat hakikatta cennetin yemişleri ile diğer muhtelif taamları feylesofların zannettiği gibi birer hayâl değil; Kur'ân-ı Kerim'in nass-ı kaatı ile beyân buyurduğu vecîhle bitip tükenmek bilmeyen hakîkî meyveler ve yiyeceklerdir. Allahü teâlâ koparılanların yerine derhâl başkalarını halke-decektir. Ona göre bunun hiç bir güçlüğü yoktur. (sallallahü aleyhi ve sellem)'in cennet meyvelerinden koparmasına izin verilmemiştir. Çünkü cennet meyveleri ebedî; dün-vâ ise fânidir. Binaenaleyh fânî dünyada bakî cennet meyvesi yiyen kimsenin de baki kalması icâbedecektir. Halbuki dünyâda buna imkân yoktur. hadîsin bir çok muhelif rivâyetleri vardır. bu hadîsde, cehennemliklerin ekserisinin kadınlar olduğu bildirilmektedir. Hâlbuki Hazret-i Ebû Hüreyre'nin rivâyet ettiği bir hadîsde derece ittibân ile cennetliklerin en aşağısına iki tane dünyâ kadını verileceği beyân edilmiştir. Bu hadise göre cennetliklerin üçte ikisinin kadınlar olması iktizâ eder. Bu suretle sûret-i zahirede iki hadîs biribirine muarız görünürse de, Ebû Hüreyre hadisi kadınlar cehennemden çıkarıldıktan sonra cennete konacak, bu suretle en aşağı bir erkeğin iki karısı olacaktır, diye te'vil olunmuştur.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Küsûf
Konu: Kusüf Namazında İken Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Selleme Arzolunan Cennet Ve Cehennem Halleri Bâbı
2149-)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivâyet etti. ki): Bize İsmâil b. Uleyye, Süfyân'dan, o da Habîb'den o da Tâvûs'dan, o da İbn Abbâs'dan naklen rivâyet etti. İbn Abbâs şöyle dedi: (sallallahü aleyhi ve sellem) güneş tutufduğu zaman sekiz rükû' ile dört secdelik (iki rekat) namaz kıldırdı.» de bu hadis gibi bir hadîs rivâyet olunmuştur.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Küsûf
Konu: Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Sellemin Küsüf Namazında Sekiz Rükü İle Dört Secde Yaptığını Söyliyenler Bâbı
2150-)
Bize Muhammedü bnu'l - Müsennâ ile Ebû Bekir b. Hallâd, ikisi birden Yahye'l - Kattan'dan rivâyet ettiler. İbn'l - Müsennâ dedi ki: Bize Yahya, Süfyân'dan rivâyet etti. ki: Bize Habib, Tâvûs'dan, o da İbn Abbâs'dan, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen rivâyet etti ki, bir Küsûf vakasında namaz kılmış, kıraat yaptıktan sonra rükû’ etmiş, sonra yine kıraat yapmış ve rükû' etmiş, sonra yine kıraat yapmış ve rükû' etmiş sonra yine kıraat yapmış ve rükû'a gitmiş, sonra secde etmiş, ikinci rek'atı da bu şekilde kılmış. hadisler Küsûf namazının rek'atları hakkındadır. İki hadîs, bahsimizin başında geçen hadîslerden manen dâhil bulunduğundan, hükümleri de orada beyân edilmiştir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Küsûf
Konu: Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Sellemin Küsüf Namazında Sekiz Rükü İle Dört Secde Yaptığını Söyliyenler Bâbı
2151-)
Bana Muhammed b. Râfi’ rivâyet etti. ki): Bize Ebû'n - Nadr rivâyet etti. ki): Bize Ebû Muâviye yani Şeybân-ı Nahvî, Yahya'dan, o da Ebû Seleme'den, o da Abdullah b. Amr b. As' dan naklen rivâyet etti. H.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Küsûf
Konu: Küsüf Namazında Haydin Toplayıcı Namaza Diye Nida Edilmesi Bâbı
2152-)
Bize Abdullah b. Abdirrahman Ed - Dârimî de rivâyet etti. ki): Bize Yahya b. Hassan haber verdi. ki): Bize Muâviye b. Sellâm, Yahya b. Ebî Kesir'den naklen rivâyet etti. Dedi ki, Bana Ebû Selemete'bnü Abdirrahman, Abdullah b. Amr b. Âs'dan naklen haber verdi. ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) devrinde güneş tutulunca (Haydin toplayıcı namaza) diye nida olundu. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir rek'atta iki rükû' yap (arak namaz kıl) di. Sonra kalkarak bir rek'atta iki rükû' daha yaptı. Sonra güneş açıldı. Âişe: «Şimdiye kadar) bundan uzun ne rükû' yapmışımdır, ne de sücûd.» dedi. hadisi Buhârî «Küsûf - bahsinde bir iki yerde; Nesâî de «Namaz» bahsinde muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir. toplayıcı namaza» ibaresi hakkında bahsimizin baş taraflarında söz geçmişti. hadîsde zikri geçen secdelerden murâd: Rek'attır. zikir, bütünü murad kabilinden mecazen rek'ata secde denilebilir. Secdenin uzun tutulması hakkında bir çok hadisler vârid olmuştur. Bunların bâzılannı Buhârî ile Müslim; diğerlerini Ebû Dâvûd ve Nesâî rivâyet etmişlerdir. bazıları: «Secdeyi uzatmaktan, rükû' da uzun tutmak lâzım gelmez.» demişlerse de, Câbir rivâyetinde: «Sücûdu da rük'u kadardı» denilmiş olması da bu kavli reddeder. İmâm Ahmed ile İshâk’ın mezhepleri bu olduğu gibi, İmâm Şafiî' nin bir kavli de budur. Müslim'in rivâyet ettiği Câbir hadîsi, secdeden sonra yapılan kıyamın uzun tutulduğunu gösteriyor. (631 - 676) bu rivâyeti kabul etmemiş; onun şaz ve usûle muhalif olduğunu binâenaleyh onunla amel edilemiyeceğini bildir-mişse de, Nesâî ile İbn Huzeyme ve diğer hadîs ulemâsının rivâyet ettikleri Abdullah b. Amr hadîsi onun kavlini reddeder. Çünkü o hadîsde rükû' ve secdelerle, onlardan doğrulduktan sonra uzun uzadıya durduğu bildirilmektedir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Küsûf
Konu: Küsüf Namazında Haydin Toplayıcı Namaza Diye Nida Edilmesi Bâbı
2153-)
Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti. ki): Bize Hüşeym, İsmail'den, o da Kays b. Ebî Hâzim'den, o da Ebû Mes'ûd-u Ensârî'den naklen haber verdi. Ebû Mes'ud Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ki güneş ile ay Allah'ın âyetlerinden iki âyettirler. Allah, onlarla kullarını korkutur. Onlar, insanlardan hiç bir kimsenin ölümü için tutulmazlar. Bu gibi âyetlerden bir şey gördünüzmü hemen namaz kılın ve Allah'a duâ edin. Tâ başınıza gelen hâl açılıncaya kadar (bunlara devam) edin.)» buyurdular.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Küsûf
Konu: Küsüf Namazında Haydin Toplayıcı Namaza Diye Nida Edilmesi Bâbı
2154-)
Bize Ubeydullah b. Muâz el-Anberi ile Yahya b. Ha-bîb rivâyet ettiler, Dediler ki: Bize Mu'temir, İsmail'den, o da Kays'dan, o da Ebû Mes'ûd'dan naklen rivâyet etti ki Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ki güneşle ay insanlardan hiç bir kimsenin ölümü İçin tutulmazlar. Lâkin onlar Allah'ın âyetlerinden iki âyettirler. Binâenaleyh siz böyle bir şey gördünüzmü hemen kalkıp namaz kılın.» buyurmuşlar.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Küsûf
Konu: Küsüf Namazında Haydin Toplayıcı Namaza Diye Nida Edilmesi Bâbı
2155-)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivâyet etti. ki): Bize Vekî' ile Ebû Üsâme ve İbn Nümeyr rivâyet ettiler. H. İshâk b. İbrahim de rivâyet etti. ki): Bize Cerir ile Vekî' haber verdiler. H. İbn Ebî Ömer dahi rivâyet etti. ki): Bize Süfyân ile Mervân rivâyet ettiler. Bu râvîlerin hepsi İsmail'den bu İsnadla rivâyette bulunmuşlardır. Süfyân ile Vekî'in hadîslerinde: «İbrahim'in vefat ettiği gün güneş tutuldu da, halk: Bu güneş İbrahim'in ölümü için tutuldu, dediler.» ifâdesi vardır. hadisi Buhârî «Küsûf» bahsinin bir iki yerinde ve «Kitâ-bu Bed'i'l - Halk» da; Nesâî ile İbn Mâce dahi «Küsûf» bahsinde muhtelif râvîlerden tahric etmişlerdir. beyân ettiğimiz gibi: Âyet: Alâmet, mânâsına gelir. Burada ondan murâd: Ay ile güneşin Allahü teâlâ’nın birliğine ve yüce kudretine birer alâmet olmalarıdır. Allah'ın şiddet ve azabından kullarını korkutmak için birer alâmet olmaları dahi muhtemeldir. biz ayetleri ancak korkutmak için göndeririz.» âyet-i kerimesi de bu mânâyı teyîd eder. ile güneşin, kıyâmetin yaklaştığına yahut Allah'ın azabına birer alâmet olmaları ihtimâli de vardır. (sallallahü aleyhi ve sellem) ay veya güneş tutulması ânında namaz kılmayı emir buyurmaktadır. Ebû Bekir İbn'l-Arabî, bu hadislerde umumi ve husûsî olmak üzere altı şey zikre-dildiğini söyler. Bunlar: zikredin, dua edin, tekbîr getirin, namaz kılın, sadaka verin, köle azâd edin.» emirleridir. Zikrullah, Buhârl ile Müslim' in rivâyet ettikleri İbn Abbâs hadîsinde emir buyurmuştur. duâ ve namaz, Hazret-i Âişe hadîsinde; sadaka yine Âişe (radıyallahü anha) hadisinde, köle azadı ise Buhârî'nin rivâyet ettiği Esma hadîsinde zikredilmişlerdir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Küsûf
Konu: Küsüf Namazında Haydin Toplayıcı Namaza Diye Nida Edilmesi Bâbı
2156-)
Bize Ebû Âmir El-Eş'ari Abdullah b. Berrâd ile Muhammedü'bnü'l - Ala rivâyet ettiler. Dediler ki. Bize Ebû Üsâme, Bü-reyd'den, o da Ebû Bürde'den, o da Ebû Mûsa'dan naklen rivâyet etti. Ebû Mûsâ Şöyle dedi: (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında güneş tutuldu. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kıyâmetin kopmasından korkarak telâşla yerinden kalktı ve mescide geldi. Hiç bir namazda yaptığını görmediğim en uzun kıyam rükû' ve sücûd ile namaz kıldı. Sonra şöyle buyurdu: Şüphesiz ki Allah'ın gönderdiği bu alâmetler hiç bir kimsenin hayâtı ve memötı için meydana gelemez. Lâkin, Allah onları kullarını korkutmak İçin gönderir. Şu hâlde siz bu alâmetlerden bir şey görürseniz hemen Allah'ın zikrine, Allah'a duâ ve İstiğfâr'a şitâb edin. - Alâ'nın rivâyetinde «Kesefet» fiili kullanıldı. O, (bihâ zamiri de kullanmayarak) «yuhavvihü ibâdehu» dedi. hadisi Buhârî «Küsûf» bahsinde; Nesâî dahi ayni ba-hisde tahrîc etmişlerdir. (sallallahü aleyhi ve sellem)'in korkması mes'elesini Kirmânî şöyle izah etmiştir: «Bu söz râvi tarafından yapılan bir temsildir. Ve kıyâmetin kopmasından korkan bir kimse gibi telâşlı yerinden kalktı, demiş gibidir. Yoksa Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisi ashabının arasında iken kıyâmetin kopmıyacağını bildirdi. Allahü teâlâ, ona dinini bütün dînlerden daha fazla yükselteceğini vaad buyurmuştu. Bu vaad henüz yerini bulmamıştır.» dahi kıyâmetten önce güneşin batıdan doğması, dâb-betü’l-Arz, deccal vb. gibi mutlaka zuhur edecek bir çok mukaddimeleri olmasına bakarak bu hadisi müşkül görmüş: «Bu alâmetler zuhur etmedikçe kıyâmetin kopacağından nasıl korkulabilir?» demiştir. Buna: «îhtimâl ki o günkü güneş tutulması Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in mezkûr alâmetleri öğrenmesinden öncedir; yahut Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kıyâmetin büyük alâmetlerinden bâzısı zuhur edecek diye korkmuştur.» diye cevap verilmiştir. râvi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in kıyâmet kopuyor diye korktuğunu zannetmiştir. Râvinin öyle zannetmesinden Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in hakikaten korkmuş olması lâzım gelmez. Olabilir... Ümmetine bir azâb vukûbulacağından korkmuştur.» diyenler de vardır. bu cevapların hiç birini İtirazdan hâli görmemekte ve Kirmanı'nin sözünü beğenmektedir. gönderdiği bu âyetler...» buyurmakla Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): Husuf, Kusûf, Zelzele, şiddetli rüzgâr vb. gibi şeylere işaret etmiştir. Çünkü bunların her biri ile Allahü teâlâ kullarını korkutur. Bundan da anlaşılır ki: Zikir, duâ ve namaz gibi tâatlara iltica etmek, yalnız ay ve güneş tutulduğu zamana mahsûs değildir. Hanefiiler'in mezhebi de budur. «Bu rivâyette namaz zikredilmemiştir, binâenaleyh bu hadîsle her korkunç hâdise karşısında namaz kılmayı müstahab görenlere delil yoktur.» demişlerse de, bu bâbda hüccet, yalnız bu hadîs değildir. Başka rivâyetlerde ise: «Allah'ın zikrine icabet edin.» buyurulmuştur ki, bunda namazı müstahab görenlere delil vardır. Çünkü namaza: Zikir, denilir. Namazda zikrullah’ın envâı vardır.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Küsûf
Konu: Küsüf Namazında Haydin Toplayıcı Namaza Diye Nida Edilmesi Bâbı
2157-)
Bana Ubeydullah b. Ömer El-Kavârîri rivâyet etti. ki): Bize Bişru'bnu'l-Müfaddâl rivâyet etti. ki): Bize Cüreyrî, Ebû’l-Alâ' Hayyânü'bnu Umeyr, Abdurrahmân b. Semura' dan naklen rivâyet etti. Abdurrahmân şöyle dedi: defa ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in hayâtında oklarımı atarken birden bire güneş tutuldu; ben de oklarımı (bir tarafa) attım ve (İçimden): Bu gün güneşin tutulduğu esnada Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e neler olacağına mutlaka bakacağım, dedim. onun yanına vardım. Ellerini kaldırmış dua ediyor; tekbîr alıyor; hamd-ü tenlide bulunuyordu. (Bu hâl) tâ güneş açılıncaya kadar (böyle devam etti.) Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), iki sûre okudu ve iki rekat namaz kıldı.»
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Küsûf
Konu: Küsüf Namazında Haydin Toplayıcı Namaza Diye Nida Edilmesi Bâbı
2158-)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivâyet etti. ki); Bize Abdüla'lâ b. Abdil'a'lâ, Cüreyrî'den, o da Hayyân b. Umeyr'den, o da Abdurrahmân b. Semura'dan —ki bu zât, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ashâbındandı.— naklen rivâyet etti. Abdurrahmân Şöyle dedi: (sallallahü aleyhi ve sellem)’in hayâtında Medine'de oklarımla atış yapıyordum; birden güneş tutuldu. Ben, hemen okları atarak (kendi kendime) vallahi güneşin tutulması esnasında Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e ne olduğuna mutlaka bakacağım, dedim. Sonra onun yanına geldim, namazda ayakta duruyordu. Ellerini kaldırmıştı; hemen tesbih etmeye, hamd-ü tehlilde bulunmaya, tekbîr almaya ve duâ etmeye başladı. Güneş açılıncaya kadar (bunlara devam etti.) Güneş açılınca iki sûre okudu ve İki rekat namaz kıldı.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Küsûf
Konu: Küsüf Namazında Haydin Toplayıcı Namaza Diye Nida Edilmesi Bâbı
2159-)
Bize Muhammedü'bnül-Müsennâ rivâyet etti. ki): Bize Salim b. Nuh rivâyet etti. ki): Bize Cüreyrî, Hayyân b. Umeyr'den, o da Abdurrahmân b. Semura'dan naklen haber verdi. Abdurrahmân Şöyle dedi: defa ben, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında oklarımla atış yaptığım sırada birden bire güneş tutuldu...» sonra râvi hadisi yukarkilerin hadîsi gibi rivâyette bulunmuştur.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Küsûf
Konu: Küsüf Namazında Haydin Toplayıcı Namaza Diye Nida Edilmesi Bâbı
2160-)
Bana Hârûn b. Saîd El-Eylİ rivâyet etti. ki): Bize İbn Vehb rivâyet etti. ki): Bana Amr'u'bnü Hârîs haber verdi. Ona da Abdurrahmân b. Kâsım, babası Kâsım b. Muhammed b. Ebi Bekr-i Sıddık'dan, o da Abdullah b. Ömer'den naklen rivâyet etmiş; Abdullah, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ki güneşle ay hiç bir kimsenin mematı veya hayâtı için tutulmazlar. Lâkin onlar Allah'ın âyetlerinden bir âyettir. Siz, onları gördüğünüz zaman hemen namaz kılın.» buyurduğunu haber vermiş.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Küsûf
Konu: Küsüf Namazında Haydin Toplayıcı Namaza Diye Nida Edilmesi Bâbı
2161-)
Bize Ebû Bekir b. Ebi Şeybe ile Muhammedü'bnü Abdillâh b. Nümeyr rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Mus'ab yani İbn Mik dâm rivâyet etti. ki): Bize Zaide rivâyet etti. (Dedi k): Bize Ziyâdü'bnü Ilâka rivâyet etti. (Ebû Bekir'in rivâyetinde: ki: Ziyâdü'bnü Ilâka şunları söyledi, denilmektedir.) dedi ki: Ben, Mugîratü'bnü Şu'be'yi şumarı sâylerken işittim: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) devrinde (oğlu) İbrahim'in vefat ettiği gün güneş tutuldu. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'- Şüphesiz ki güneşle ay Allah'ın âyetlerinden İki âyettirler, onlar hiç bir kimsenin memâtı veya hayâtı için tutulmazlar; siz onları (tutulmuş) gördünüzmü hemen Allah'a duâ edin ve namaz kılın, tâ bu hâl açılıncaya kadar (buna devam edin.) buyurdular.» rivâyetlerden Mugîratü'bnü Şu'be hadîsini Buhârî «Küsûf» bahsinde tahrîc etmiştir. b. Semura (radıyallahü anh) hadisinde Hazret-i Abdurrahmân'in: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)' in yanına vardım; ellerini kaldırmış: duâ ediyor, tekbir alıyor, tahmîd-i tehlilde bulunuyordu. (Bu hâl) tâ güneş açılıncaya kadar (böyle devam etti.) «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) iki sûre okudu ve iki rek'at namaz kıldı.» şeklindeki ifâdesi karşısında Nevevî şunları söylemektedir: «Bu da müşkül sayılan yerlerden biridir. Zannolunur ki, bu sözün zahiri Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Küsûf namazına güneş açıldıktan sonra başladığını bildiriyor. Hâlbuki mes'ele öyle değildir. Zira Küsûf namazına güneş açıldıktan sonra başlamak caiz değildir. Bu hadis, Abdurrahmân'in Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i namazda bulduğuna hamledilmiştir. Nitekim böyle olduğu ikinci rivâyette tasrih buyurulmuştur. Sonra râvi duâ, tekbîr, tehlîl, teşbih, tahmîd ve ikinci rek'atın son iki kıyamında iki sûre okumak gibi namazda cereyan eden neler varsa, hepsini bir araya toplıyarak rivâyet etmiştir. İki sûrenin güneş açıldıktan sonra okunması, namazı tamamlamak için olmuştur. Yani bütün namaz iki rek'attır, birinci rek'at Küsûf hâlinde iken kılınmış; ikinci rek'at ise güneşin açıldığı zamana tesadüf etmişdir.» sözünü şöyle tamamlamıştır: «Bu söylediklerimi mutlaka böylece taktir etmek gerekir. Çünkü hem ikinci rivâyete, hem fıkhın kaaidelerine, hem de diğer sahabenin rivâyetlerine uygundur,'ki rivâyetin arasını bulmak için, birinci rivâyet de ikinciye hamlolunur.» Iyâz'ın rivâyetine göre, Mâzirî (453-538) bu hadisi te'vil ederken: -Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Küsûf açıldıktan sonra müstakilleri iki rek'at nafile namaz kılmıştır.- demiştir. Fakat Nevevî bu te'vili zayıf ve zâhir-i rivâyete muhalif gönriüş-tür. Nevevî bu hadîsle istidlal ederek: «Hadis-i şerif: Kunût esnasında el kaldırılır, diyen ulemâmıza delil; namaz dualarında el kaldırılmaz» diyenlere cevâb-ı reddir.» demiştir. b. Şu'be hadisinde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in oğlu Hazret-i İbrahim'in vefat ettiği gün güneş tutulduğu ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in bu bâbdaki hutbesinin halk tarafından bu münâsebetle söylenen sözlere cevap teşkil ettiği anlaşılıyor. ulemâsının cumhûruna göre Hazret-i İbrahim Hicretin 10. senesinde vefat etmiştir. Hangi ayda vefat ettiği ihtilaflıdır Ramazan ve Zilhicce aylarında vefat ettiğini söyliyenler vardır. Ekseriyete göre ay'ın onuncu günü vefat etmiştir. Dördünde ve ondördünde vefat ettiğini iddia edenler de vardır. Ancak Zilhicce ayında vefat ettiğini kabul edersek, bu iddiaların hiç biri doğru değildir. Çünkü o zaman Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) henüz Hacc'dan dönmemişti. Hâlbuki Hazret-i İbrâhîm'in vefatında Medine'de bulunduğu ittifâken sabittir. Hazret-i İbrahim Hicretin 8. yılı Zûlhicce'sinde doğmuştu, annesi Mâriye-i Kıptiyye'dir. Meşhur kavle göre vefatında 18 aylık idi. Bazıları 16, diğer bazıları da: 17 ay sekiz günlük olduğunu söylerler. Hattâ: «bir sene on altı günlük iken vefat etmiştir.» diyenler de vardır. «Cennet-i Bakî» nâmı ile meşhur kabristanına defnedilmiştir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Küsûf
Konu: Küsüf Namazında Haydin Toplayıcı Namaza Diye Nida Edilmesi Bâbı
2162-)
Bize Ebû Kâmil-i Cahderi Fudayl b. Hüseyin ile Osman b. Ebî Şeybe hep birden Bişr'den rivâyet ettiler. Ebû Kâmil dedi ki: Bize Bişrü'bnü’l-Mufaddâl rivâyet etti. ki): Bize Umâratü'bnü Gaziyye rivâyet etti. ki): Bize Yahya b. Umara rivâyet etti. ki: Ebû Said-i Hudri'yi şöyle derken işittim: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Allah'dan başka ilâh yoktur, sözünü telkin edin.» buyurdular.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Ebvâbu Salâti'l-havf
Konu: Ölenlere Şehadet Telkini Bâbı
2163-)
Bize, bu hadisi Kuteybetü'bnü Said de rivâyet etti. ki): Bize Abdulaziz yani Derâverdî rivâyet etti. H Ebû Bekir b. Ebî Şeybe dahi rivâyet etti. ki): Bize Hâli-dü'bnü Mahled rivâyet etti. ki). Bize Süleyman b. Bilâl rivâyet etti. Bu râvîlerin hepsi hadîsi bu isnâdla rivâyet etmişlerdir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Ebvâbu Salâti'l-havf
Konu: Ölenlere Şehadet Telkini Bâbı
2164-)
Bize Ebû Şeybe'nin oğulları Ebû Bekir ile Osman rivâyet ettiler. H. Amru'n-Nâkıd da rivâyet etti. Bunlar hep birden dediler ki: Bize Ebû Hâlid-i Ahmar, Yezîd b. Keysân'dan, o da Ebû Hâzim'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti. Ebû Hüreyre şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ölenlerinize: “Allah'dan başka ilâh yoktur” demelerini teikin edin, buyurdular. kelimesi: Cenazenin cem'idir. Kaamûs'a göre cenaze: ölen insan, demektir. Yahut cinâze: Ölen insan; cenaze ise: Tabut, demektir. Bunun aksini söyleyenler de vardır. Onlara göre cinâze: Tabut; cenaze: Ölen insan, demek olur. Cinâze'nin hem ölen insan hem de tabut mânâsına geldiğini söyleyenler de vardır. Umumiyetle Hanefîler'in fıkıh kitaplarında cenaze «ölmüş insan» mânâsına kullanılmıştır. «Cinâze» onlara göre; Tabut, demektir. murâd: Ölen kimsenin yanında arada sırada «Lâ ilahe illallah» diyerek, ona bunu hatırlatmaktır. Tâ ki son sözü tevhid olsun. Çünkü itibar bir şey'in sonunadır. Bu cihet bir çok eserlerde vâ-rid olmuştur. Ulemâ buradaki telkin emrinin vücûb değil; nedip ifâde ettiğinde müttefiktirler. Yalnız hastanın yanında sık sık şahadet getirmeyi ve bunu hastaya söyletmeye çalışmayı mekruh görmüşlerdir. Zîrâ hasta çektiği ıstırabın şiddetinden pek ziyâde bunaldığı cihetle yapılan ısrarlara da canı sıkılarak red cevâbı verebilir; hattâ hiç beklenilmedik tehlikeli sözler de söyleyebilir. Binâenaleyh bu cihet göz-önünde tutularâk hasta bir def'â şahadet getirdimi bir daha tekrarlatmağa çalışılmamalıdır. Ancak, şahadet getirdikten sonra konuşursa son sözünün kelime-i şahadet olmasını te'min için yanında tekrar şahadet getirilir. hadis, ölen kimseye kelime-i şahadeti telkin etmek, öldükten sonra gözlerini yumdurmak ve diğer hukukunu ifâ için onun yanında bulunmak gerektiğine delildir. Bu cihet ulemâ arasında ittifâkidir. bir kimsenin son sözü kelime-i şahadet olursa netice şudur: o kimse yeni müslüman oluyorsa doğrudan doğruya; eskiden müslüman olup kulluğunu lâyıkıyla yaptıysa kezâlik doğrudan doğruya cennete girecektir. Günahkâr müslü inanların hâli Allah'ın meşîetine kalmıştır. Dilerse onları da affeder, dilerse günahlarına kadar cezalarını çektirdikten sonra cennetine koyar. Hâsılı son sözü îmân ederek kelime-i şahadet olan kimse muhakkak cennete girecektir. Bu bâbda Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): kimsenin (lâ ilahe illallah) olursa o kimse cennete girer.» buyurmuştur. Muâz b. Cebel'den rivâyet olunan bu hadisi Hâkim rivâyet etmiş ve: «İsnadı sahihtir.» demiştir. Bekir b. Ebi Şeybe'nin sahih bir isnâdla Enes b. Mâlik (radıyallahü anh)'dan rivâyet ettiği bir hadisde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Bilmiş ol ki (Lâ ilahe illallah) diye şahadet getiren kimse cennete girecektir.» buyurmuştur. bâbda daha bir kaç sahâbîden hadîsler vardır. Kirmânî: «Şahadetten murâd: (Lâ ilahe illallah) ile birlikte onun tamâmı olan (Muhammedün Rasûlüllah)’ı da söylemektir.» diyor. şârihi Ayni bu hususta tafsilât vermiş ve: «Hadîsin zahiri müşrik hakkında söylendiğini gösteriyor. Bir müşrik (Lâ ilhe illallah) derse onunla, onun müslümanlığma hükmolunur. Şayet ölünceye kadar bu hâl üzere devam ederse cennete gider. Fakat şahadet getiren kimse Allah'a inanıp da, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Peygamberliğini tasdik etmez yahut onun hassaten Araplara gönderildiğini iddia ederse sırf (Lâ ilahe illallah) demekle müslümanlığma hükmolunmaz. Mutlaka (Muhammeden Resûlüllah) demesi icâbeder. da var ki Hanefî'lerin cumhûruna göre, böyle bir kimsenin hakîkaten müslüman olabilmesi için iki şahadeti söyledikten sonra: «İslâm'dan başka bütün dînlerden teberrî ettim.» demesi şarttır. ikinci isnadında İmâm Müslim «Bunlar toptan bu isnâdla rivâyet etmişlerdir.» demişdir. nüshalarda ayni şekilde rivâyet edilen bu ibare sahih olmakla beraber, biraz kapalıdır. Onun için Ebû Ali El-Gassâni ve diğer hadîs ulemâsı «Bu sözden murâd: Mezkûr zevatın toptan Ümâratü'bnü Gaziyye'den bu isnâdla rivâyet etmiş olmalarıdır.» demişlerdir. Yani gerek Abdülazîz Derâverdî gerekse Süleyman u'bnü Bilâl bu hadîsi ayni isnâdla Ümâratü'bnü Gaziyye'den rivâyet etmişlerdir. Müslim dahi, onu bu şekilde tasrîh etse daha iyi olurdu. Nitekim âdeti de bu idi. Yalnız burada bu ilmin ulemâsınca mes'ele açık olarak anlaşılacağı için ibareden hazf yapmıştır.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Ebvâbu Salâti'l-havf
Konu: Ölenlere Şehadet Telkini Bâbı
2165-)
Bize Yahya b. Eyyûb ile Kuteybe ve İbn Hucr hep birden İsmâîl b. Cafer'den rivâyet ettiler. İbn Eyyûb dedi ki: Bize İsmâil rivâyet etti. ki): Bana Sa'dü'bnü Said, Ömer b. Kesir b. Eflâh'dan, o da İbn Sefine'den o da Ümmü Seleme'den naklen haber verdi ki, Ümmü Seleme şöyle dedi: Ben, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’i şöyle buyururken işittim: musibet gelen hiç bir müslüman yoktur ki, Allah'ın emrettiği vecihle: Biz Allah'ınız ve ancak ona dönücüleriz. Allah'ım musibetim hususunda bana ecir ver ve bana bunun arkasından daha hayırlısını ihsan eyle; desin de Allah ona mutlaka daha hayırlısını İhsan buyurmasın.» Seleme ki: «Ebû Seleme vefat edince ben; Müslümanların hangisi Ebû Seleme'den daha hayırlıdır? O ailesi ile birlikte, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e hicret eden ilk hânedir, dedim. Bunu söyledikten sonra Allah, onun yerine bana Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ihsan buyurdu. (sallallahü aleyhi ve sellem) bana Hâtîb b. Ebî Beltea'yı dünür yolladı. (Kendisine): Benim bir kızım var. Hem ben kıskancım, dedim. (Bu sözüme karşılık) Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): Kızına gelince: Onu annesinden müstağni kılması için Allah'a duâ ederiz. Kıskançlığı gidermesi için de ben Allah'a duâ ederim; buyurmuşlar.»
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Ebvâbu Salâti'l-havf
Konu: Musibet Zamanında Söylenilecek Söz Bâbı
2166-)
Bize Ebû Bekir b. Ebi Şeybe rivâyet etti. ki): Bize Ebû Üsâme, Sa'dü'bnü Ebî Saîd'den rivâyet etti. ki: Bana Öme-rü'bnü Kesîr b. Eflâh haber verdi. ki: İbn Sefine'den rivâyet ederken dinledim, kendisi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in zevcesi Ümmü Seleme'yi şöyle derken işitmiş: Ben, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’i şunları söylerken dinledim. musibet gelip de: Biz Allah'ınız ve ancak ona dönücüleriz. Allah'ım musibetim hakkında bana ecir ver. Ve onun ardından bana daha hayırlısını ihsan eyle, diyen hiç bir kul yoktur ki musibeti hakkında Allah ona mükâfat vermesin ve onun arkasından daha hayırlısını kendisine İhsan buyurmasın.» Seleme ki: Ebû Seleme vefat edince Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’a. bana emrettiği gibi söyledim. Müteakiben Allah bana ondan daha hayırlısını (yani) Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’i ihsan buyurdu.»
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Ebvâbu Salâti'l-havf
Konu: Musibet Zamanında Söylenilecek Söz Bâbı
2167-)
Bize Muhammedü'bnü Abdillâh b. Nümeyr rivâyet etti ki): Bize babam rivâyet etti. ki): Bize Sa'dü'bnü Saîd rivâyet etti. ki): Bana Ömer yani İbn Kesir, Ümmü Seleme'nin azatlısı İbn Sefîne'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in zevcesi Ümmü Seleme'den naklen haber verdi. Ümmü Seleme: «Ben, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’i şöyle buyururken işittim...» diyerek; Ebû Üsâme hadîsi gibi rivâyette bulunmuş. hadisde râvî şunu ziyâde etmiştir: «Ümmü Seleme dedi ki: Ebû Seleme vefat edince ben: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in sahâbîsi Ebû Selemeden daha hayırlı kim olabilir? dedim, sonra Allah bana azim halketti de, o duayı okudum. Müteakiben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile evlendim.» Beyzâvî'nin beyânına göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) musibeti: «Mü'mine eziyet veren her şeydir.» diye tarif etmiştir. zamanında âyetini okumaya «istircatircâ'» derler. Bunun mânâsı: «Biz Allah'ınız ve ancak ona dönücüleriz» demektir. Bu sözde her şey'in hattâ canlarımızın bile Allah'ın milki olduğunu, Allah'ın milkinde dilediği gibi tasarruf ettiğini itiraf vardır ki, dolayısıyla kaza ve kadere rızâyı tezammun eder. Bu makaam pek büyüktür. Ona eren nefse, ehl-i hakîkata göre nefs-i Râdıye denilir. şerifde Allah'ın emrettiği bildirilen istircâ’ âyeti Bakara sûresindedir. Âyet-i kerimenin tamâmı şöyledir: bir musibet geldiği zaman: Biz Allah'ınız ve ancak ona döndürücüleriz, diyen sabırlıları müjdele Sûre-i Bakara âyet 156.." nazaran Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimizin kandili sönmüş de, istirca' etmiş. Âişe (radıyallahü anha): «Bu bir kandildir.» diyerek istirâ'ı mucip bir musibet olmadığını söylemek istemiş ise de, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): fenasına giden her şey musibettir.» buyurmuşlardır. Bu hadîsi Ebû Dâvûd «Merâsil» inde rivâyet etmiştir. ki: Allahü teâlâ istircâ'ı sabırlı kullarını medih zınınında emir buyurmuştur. Zira Kur'ân-ı Kerîm'de medih buyu-rulan herşey zınınen emredilmiş, zemmedilen her şey de zınınen ne-hiy buyurulmuştur. Ümmü Seleme'nin: «Müslümanların hangisi Ebû Seleme'den daha hayırlıdır? O, ailesi ile birlikde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e hicret eden ilk hânedir.» sözü vefat eden kocasının, yeri doldurulamıyacak kadar büyük bir zât olduğunu ifâde eder. Hakikaten Ebû Seleme (radıyallahü anh), ailesi efradı ile birlikte Habeşistan'a Hicret eden ilk muhacirlerdendir: Sonra Medîne-i Münevvere'ye hicret etmiştir. Ebû Seleme (radıyallahü anh). Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimizin hem süt kardeşi hem de halasının oğlu idi. Ümmü Seleme bu sözü ile kendisine nisbetle vefat eden kocası Ebû Seleme'den daha hayırlı bir kimse bulunmadığını anlatmak istemiştir. Binâenaleyh bu söz. Hazret-i Ebû Seleme'nin Ebû Bekir (radıyallahü anh)’dan daha hayırlı olması îcâb etmez. Iyâz diyor ki: «Hazret-i Ümmü Seleme, bu sözü ile kocasının mutlak surette herkesden daha hayırlı olduğunu kastetmiş olabilir. Fakat Ebû Bekir (radıyallahü anh)'ın Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'den sonra vefat eden her sahâbîden efdal olduğuna icmâ' vardır. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in vefatından önce ölenlerden efdal olup olmadığı ihtilaflıdır...» şerif, istircâ’ın faziletine delildir. «Bu hadisde mendûbun me'mûrun bih olduğuna delil vardır. Muhtar olan mezheb de budur. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e istircâ' emir buyurulmuştur. Hâlbuki âyet-i kerime istircâ'ın mendûb olmasını iktizâ ettiği gibi, onun mendûp olduğuna icmâ-ı ümmet de vardır.» divor.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Ebvâbu Salâti'l-havf
Konu: Musibet Zamanında Söylenilecek Söz Bâbı
2168-)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Ebû Muâviye, A'meş'den, o da Şakîk'den, o da Ümmü Seleme'den naklen rivâyet etti. Ümmü Seleme şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) veya ölen kimsenin yanında bulunursanız hayır söyleyin. Zira melekler sizin söylediklerinize: Âmîn, derler.» buyurdu, Seleme vefat ettiği zaman ben Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanına giderek: «Ya Resûlallah! Ebû Seleme vefat etti.» dedim, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)- Allah'ım beni de, onu da affet ve bana onun ardından güzel bir bedel ihsan et, de!» buyurdular. Ben de öyle dua ettim. Bunun üzerine Allah bana Ebû Seleme'den daha hayırlısını, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'i ihsan buyurdu. hadîs, hasta dolaşmanın âdabını bildirmektedir. Bu husûsdaki umûmî delillerden anlaşıldığına göre hastanın hâl-ü hatırını sorduktan sonra yanında fazla oturmamak, oturduğu müddetçe dahi onu ye' se düşürecek şeyler değil, bil'akis ümit verecek sözler konuşmak âdâb-dandır. Konuşulan sözler dua yerine geçeceği için, orada bulunan meleklerin bu sözlere-. Amin, diyecekleri bildirilmiştir. bu hâdis-i şerif şu hükümleri ihtiva eder:
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Ebvâbu Salâti'l-havf
Konu: Hastanın Ve Ölen Kimsenin Yanında Söylenecek Söz Bâbı
2169-)
Bana Züheyr b. Harb rivâyet etti ki): Bize Muâviyetü'bnü Amr rivâyet etti. ki): Bize Ebû İshâk-ı Fezârî, Hâlid-i Hazza'dan, o da Ebü Kılâbe'den, o da Kabîsatü'bnü Züeyb'den, o da Ümmü Seleme'den naklen rivâyet etti. Ümmü Seleme şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Seleme'nin yanına girdi, gözleri açık kalmıştı; onları kapadı. Sonra şöyle buyurdu; ki ruh kabzedildiği vakit göz onu tâkîb eder.» Ebû Seleme'nin ailesi efradından Bazıları feryâd-u fi-fan ettiler. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) «Kendinize hayırdan başka duâ etmeyin. Çünkü melekler söylediklerinize: Âmîn, derler.» buyurdu. Sonra şunu da ilâve etti: Ebû Seleme'yi affet, derecesini hidâyete erenler meyânına yükselt. Arkasında kalanları içinde ona sen halef ol; bize de, ona da mağfiret buyur! Ey Âlemlerin Rabbi! Kabrini genişlet ve kendisine orada nûr halk eyle.»
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Ebvâbu Salâti'l-havf
Konu: Ölenin Gözlerini Yumdurma Ve Can Boğaza Geldiği Vakit Ona Duada Bulunma Bâbı
2170-)
Bize Muhammed b. Mûse'l-Kattân El-Vâsıtî rivâyet etti. ki): Bize Müsennâ b. Muâz b. Muâz rivâyet etti. ki). Bize babam rivâyet etti. ki): Bize Ubeydullah b. Hasen rivâyet etti. ki): Bize Hâlid-i Hazza bu İsnâdla, bu hadîsin benzerini rivâyet etti. Yalnız o: «Terekesinde ona halef ol.» dedi, bir de: «Ya Rabbi! Kabrinde ona genişlik ver.» cümlesini söyledi; «Onun için genişlet...» tabirini söylemedi. Hazza': «Yedinciyi teşkil eden bir duâ daha vardı ama ben onu unuttum.» İfadesini ziyade etmiştir. bâzı rivâyetlerde şeklinde zaptedümiştir. Bunların ikisi de doğrudur. Ve her ikisinin mânâsı-. Gözü dikildi, bir noktaya bakıp kaldı; demektir. Nitekim bundan sonraki rivâyette bu mânâ tasrih edilmiştir. İbn's-Sikkit'dennaklen «Şakkabasaru’l-Mey yiti» denilir. Fakat «Şakka'l-Meyyitu basarahû» deme, dediğini bildirmiştir. Burada «gözü dikilmek» den murâd: Ölüm hâlinde bulunup, bir noktaya bakmak; gözünü başka yere çevirememektir. ruhu tâkib etmesinden murâd: Ruh cesetten ayrıldığı vakit gözün onun arkasından bakmasıdır. kalanları içinde sen ona halef ol.» cümlesinden murâd-. «Çocukları veya torunları içinde onun halîfesi sen ol Yâ Rabbî! Onların rızkını ve hayâtlarım sen tekeffül buyur.» demektir. göre, ölen kimsenin gözlerini yumdurmaktaki hikmet: Bundan hâsıl olacak çirkinliği önlemektir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Ebvâbu Salâti'l-havf
Konu: Ölenin Gözlerini Yumdurma Ve Can Boğaza Geldiği Vakit Ona Duada Bulunma Bâbı
2171-)
Bize Muhammedü'bnü Râfi' rivâyet etti. ki): Bize Abdurrazzâk rivâyet etti. ki): Bize İbn Cüreyc, Alâ b. Yâkûb'dan naklen haber verdi. ki: Bana, babam haber verdi, o da Ebü Hüreyre'yi şöyle derken işitmiş: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Görmüyor musunuz insan öldüğü vakit gözü naşı! dikilip kalıyor?» buyurdu. Ashâb: «Hay hay! Görüyoruz.» dediler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i «İşte bu, onun gözü nefsini tâkîb ettiği zaman olur.» buyurdu.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Ebvâbu Salâti'l-havf
Konu: Ölenin Dikilip Kalan Gözlerinin Rühunu Takibetmesi Bâbı
2172-)
Bize bu hadisi Kuteybetü'bnü Saîd dahi rivâyet etti. ki): Bize Abdülaziz yani Derâverdî, Alaâ'dan bu isnâdla rivâyet etti. hadîsdeki, gözün nefsi takibinden murâd: Aynen yukardaki hadisde geçen: Gözün, rûh'un arkasından bakmasıdır.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Ebvâbu Salâti'l-havf
Konu: Ölenin Dikilip Kalan Gözlerinin Rühunu Takibetmesi Bâbı
2173-)
Bize Ebû Bekir b. Ebi Şeybe ile İbn Nümeyr ve İshâk b. İbrahim hep birden İbn Uyeyne'den rivâyet ettiler. İbn Nümeyr dedi ki: Bize Süfyân, İbn Ebi Necîh'den, o da babasından, o da Ubeyd b. Umeyr'den naklen rivâyet etti Ubeyd Şöyle dedi-. Ümmü Seleme dedi ki: Ebû Seleme vefat edince, bin garîb nemde gurbet elde Ölen bir garib! Ona öyle bir ağlıyayım ki, dillere destan olsun, dedim. Tam ona ağlamak için hazırlanmıştım ki, birden bire Saîd'den bir kadın çıka geldi. Bana yardım etmek istiyordu. Hemen kendisini Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) karşıladı ve: şeytanı, Allah'ın çıkardığı eve tekrar sokmak mı İstiyorsun?» buyurdu. Bunu iki defa tekrarladı. Artık bende ağlamaktan vazgeçtim ve ağlamadım. Ümmü Seleme, «garip hem de gurbet elde ölen bir garib!» sözü ile vei'ât eden kocasının aslen Mekke'li olduğunu ve oraya nispetle gurbet diyarı sayılan Medine'de vefat ettiğini anlatmak istemiştir. Medine'nin etrafındaki yüksek yerlerdir. Esâs ittibâi ile bu kelime: «Yer yüzüne çıkan şey» mânâsına gelir. Seleme (radıyallahü anha) «Bana yardım etmek isti yordu.» sözü ile de.- Ağlamak ve feryâd-ü figânda bulunmak hususun da benimle beraber olmak istiyordu, mânâsını kastetmişdir. tahric ettiği bir hadisde: «Garib olarak ölen bir kimse şehittir.» buyurulmuştur. Dârakutni bu hadisin sahîh olduğunu söylemiştir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Ebvâbu Salâti'l-havf
Konu: Ölen Kimseye Ağlamak Bâbı
2174-)
Bize Ebû Kâmil-i Cahderî rivâyet etti. ki): Bize Hammâd yani İbni Zeyd Asım-ı Ahvel'den, o da Ebû Osmân-ı Nehdî' den, o da Üsâmetü'bnü Zeyd'den naklen rivâyet etti. Osâme şöyle de-miş: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanında idik. Bir ara kerimelerinden birisi haber göndererek Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i çağırdı. Ve kendisinin bir çocuğu yahut bir oğlu vefat etmek üzere olduğunu ona haber verdi. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderilen zâta: «Dön de ona haber ver ki; Allah'ın aldığı da, verdiği de kendinindir. Onun nezdinde her şey muayyen bir müddetledir. Ona söyle de: Sabretsin ve sevap umsun!» buyurdular. elçi (sallallahü aleyhi ve sellem)’in kızının yanına gitti geldi ve O yemin etti! Mutlaka yanına gelmeliynıişsin.» dedi. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kalktı, onunla beraber Sa'dü'bnü Ubâbe ile Muâzu'bnü Cebel de kalktılar. Ben de yanlarına takıldım. Çocuğu Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e arzettiler; can çekişiyordu. Sanki canı eski bir tulum içindeydi. (Bunu görünce) Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in gözlerinden yaşlar boşandı. Saki kendisine: «Bu ne ya Resûlallah!» dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)' «Bu, bir rahmettir. Allah onu kullarının kalplerine tevdi buyurmuştur. Allah ancak merhametli olan kullarına rahmet eyler.» buyurdu.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Ebvâbu Salâti'l-havf
Konu: Ölen Kimseye Ağlamak Bâbı
2175-)
Bize Muhammedü'bnü Abdillah b. Nûmey rivâyet etti. ki): Bize İbn Fudayl rivâyet etti. H. Ebû Bekir b. Ebi Şeybe de rivâyet etti. ki): Bize Ebû Muâviye rivâyet etti. Bu râvîler toptan Âsım-ı Ahvel'den bu isnâdla rivâyette bulunmuşlardır. Şu kadar ki Hammâd'ın hadîsi daha tamam ve daha uzundur. hadîsi Buhârî «Kitâbü'l - Cenâiz» ile «Kitâbü't —Tıb» ve «Kitâbu't-Tevhid» de; Ebû Dâvûd, Nesâî ve İbn Mâce «Kitâbü'l-Cenâiz» de muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir. (sallallahü aleyhi ve sellem)'e haber gönderen, kızı Zeyneb (radıyallahü anha)'dır. Nitekim İbn Ebî Şeybe'nin «Mûsannaf»’ında tahrîc ettiği Ebû Muâviye hadîsinde ismi tasrih edilmiştir. etmek üzere bulunan yavrunun ismi: Bâzılarına göre Aliyyu'bnü Ebi'l-Âs'dır. hadisin hiç bir tarîkinde bu çocuğun ismi zikredilmemiştir bahanesi ile buna itiraz etmek istemişse de, Aynî bu itirazın itiraz götürdüğünü söylemiş ve «çünkü bu zâtın Hazret-i Zeyneb'in Ali isminde bir oğlu bulunduğunu öğrenememesi, başkalarının onun görmediği tarîklerden buna muttali' olamamasını istilzam etmez. Bu zât, hadisin bütün tarîklerine nereden nereye vâkıf mış? Çocuğun Alî ismini taşıdığım kendi eli ile Dimyatı kaydetmiştir. Dimyâti sağlam bir hafızdır. Böyle bir şey'i kendinden söyleyemez. Çünkü bu gibi şeyler tevkifidir. Aklın bunlara dahl-ü te'siri yoktur. Binâenaleyh Dimyatı onu bilmese sarahaten yazmazdı.» demiş ve yine bu mu'tarizin başka bir itirazına geçmiştir. îtirâz şudur: Zübeyr b. Bekkâr ile diğer bâzı ulemâ Hazret-i Zeyneb'in oğlu Ali’nin buluğ zamanına yaklaşıncaya kadar yaşadığını, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Mekke fethedildiği gün onu terkisine aldığını söylemişlerdir. Böyle bir çocuğa ise Sabî denemez.» demiş. bu îtirâzı da reddetmiş, bulûğa yaklaşan bir çocuğa ör-fen sabi denilebileceğini, lûgatda ise doğduğundan büyüyünceye kadar çocuğa sabi denildiğini ispat etmiştir. bâzılarında Hazret-i Zeyneb'in «oğlum mu yoksa kızım mı vefat etmek üzeredir.» dediği râvi tarafından şekk ile kaydedilmiştir. Ulemâdan Bazıları «kızım» dediğini doğru bulmuşlardır. Nitekim İmâm Ahmed b. Hanbel'in «Müsned»inde bu kızın Ümâme binti Zeyneb olduğu tasrih edilmiştir. Bâzı rivâyetlerde Umâme kelimesi küçültülerek «Ümeyme» diye zikredilmiştir. Fakat Ayni'nin de beyânı vecîhle Siyer ulemâsı Hazret-i Zeyneb'in kızı Ümâme'nin Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in vefatından sonra uzun zaman yaşadığına, hattâ Hazret-i Fâtıme'nin vefatından sonra Hazret-i . Ali ile evlendiğine ve Ali (radıyallahü anh) şehid edildiği zaman dul kaldığına ittifakla kaildirler. Binaenaleyh doğrusu Hazret-i Zeynep'in «oğlum» demiş olmasıdır. Nitekim Buhârî ile Müslim'in rivâyetlerinde oğlu diye tasrîh edilmiştir. Zeyneb (radıyallahü anha) Ebû’l- Âsdan yalnız Alî ile Umâme'yi doğurmuştu. aldığı da verdiği de kendinindir.» cümlesinden murâd: Bütün mâhlûkat onundur; her şey onun yed-i kudretindedir; ve onun nezdinde her şeyin bir ecel-i müsemmâsı ya'nî muayyen ömrü vardır, demektir. Çünkü Allahü teâlâ Levhı ve Kalemi yarattıktan sonra, kıyâmete kadar olacak her şeyi yazmasını kaleme emretmiştir. Ecel ömrün sonuna da bütününe de itlak olunur. rütbe i'tibârile vermekten sonra geldiği hâlde burada ondan evvel zikredilmesi makam iktizâsıdır. Ma'nâ şudur.- Allah'ın şimdi almak istediği şey, evvelce kendisinin verdiği şeydir. O kendi verdiğini alıyor. Binâenaleyh feryadu figâna mahal yoktur. Zîrâ emanetçiye verilen bir şey geri alınırken emanetçinin feryad etmesi yakışık almaz. cümlede iki yerde zikredilen «mâ» kelimesi ismi nıevsûl olarak kullanılmıştır. Almak, vermek fiillerinin mef ulleri umum bildirmek için hazfedilmişlerdir. Şu halde çocuk alıp vermeye ve diğer bütün ilâhi ihsanlara şâmildir. «Mâ» kelimesinin her iki yerde masdariyye olması da caizdir. Bu takdirde cümlenin ma'nasi: «alıp vermek Allah'a mahsustur» demek olur, ki yine çocuk alıp vermekle sair şeylere âmm ve şâmildir. ve sevâb umsun!» cümlesinin ma'nâsı: sabretsin ve bunu bir amel-i sâlih sayarak onunla Allah'dan sevâb umsun, demekt: rivâyette Hazret-i Zeyneb yemîn ederek iki defa müracaat bulunmuş: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ancak üçüncü defasında kalkmıştır. İlk müracaatta kalkmaması ihtimâl o anda b vazife ile meşgul bulunduğundandır. Yahut Rabbına tam teslîmiyyet göstermek için icabet etmemiştir. Böyle bir şey için vâki' da'vete icabet gerekmediğini beyân için kalkmamış olması da mümkündür. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in ısrar neticesinde kalkması y bâzı câhiller babasının nazarında Hazret-i Zeyneb'in i'tibarı yok zannetmesinler diye yahut yeminli ısrarını görünce kızına acıdığındandır. (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber kalkan Sa'du'bnü Ubâde, Hazrec kabilesinin reîslerindendir Kerîm ve gayur bir zattı. Şamda vefat etmiştir. Kendisini cinlerin öldürdüğü dahi rivâyet olunur. rivâyetinde Hazret-i Sad'dan maada Muâz b. Cebel ileüsâmetü'bnü Zeyd'inde kalktıkları zikrediliyor. Buhârî'nin rivâyetinde ise bu üç zattan başka Übeyyü'bnü Kâ'b, Zeydü'bnü Sabit (radıyallahu anhüma) ile bir takım zevatın da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber gittikleri bildirilmektedir. Üsâme'nin: «Ben de yanlarına takıldım. Çocuğu Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e arzettiler...» sözünde bir çok hazif-ler vardır. Bu söz.- «Beraberce Zeyneb'in evine gittik. İçeriye girmek için kapıyı çaldık; bize izin verildi. İçeri girdik. Müteakiben çocuğu Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e arzettiler...» şeklinde takdir olunur. «canı hareket ediyordu» mâ'nasına gelir. Onun için biz de «can çekişiyordu» diye terceme ettik. Fakat bazı lisân âlimleri «teka'ku» veya «ka'ka'a» kelimelerinin.- «ses veren hareket» mâ'nasına geldiğini söylemişlerdir. İbnü'l-A'râbi diyor ki: «Ka'ka'a, ak'aka, şahşaha, haşhaşe, hafhafe, fehfaha, sensene, neş-neşe» kelimelerinin hepsi kâğıt ve yeni elbisenin hareketi ma'nâsına gelirler. Bazıları: «Ka'ka'a: silâh sesidir.» demiş; bir takımları da titremek- ma'nasına geldiğini söylemişlerdir. can çekişme hâli «sanki canı eski bir tulum içinde idi» cümlesile eski bir tulum içinde bulunan su sesine benzetildiği cihetle, cümleye «canı sanki bir eski tulum içinde imiş gibi horultu veriyordu» diye ma'nâ vermek de mümkindir. Sa'd o ana kadar Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)' in bu gibi yerlerde ağladığını görmediği için her halde şaşmış olacak ki: Bu ne oluyor ya Resûlâllâh» diye sormuş; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de: «Bu bir rahmettir» yani. «Bu göz yaşı bir rahmet eseridir; yoksa senin tevehhüm ettiğin gibi feryad-u figan ve sabırsızlıktan iteri gelmiş değildir» demek istemişler. Filhakika bir hadis-de beyan olunduğuna göre Allahü teâlâ hazretleri yüz rahmet yaratmış. Bunun doksan dokuzunu nezd-i Bârisinde bırakarak bir dane-sini kullan arasında taksim eylemiştir. îşte kullar bundan dolayı bir birlerine acır ve merhamet ederler. Anne yavrusuna bundan dolayı şefkat gösterir. Kıyâmet gününde bu bir rahmeti de doksan dokuzun yanına toplayarak mahlûkaatını gölgelendirecek; hatta küfrün başı olan İblis, Allah'in rahmetini görünce ümide kapılacaktır.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Ebvâbu Salâti'l-havf
Konu: Ölen Kimseye Ağlamak Bâbı
2176-)
Bize Yûnus b. AbdiTâle's-Saddefi ile Amru'bnü Sev vâd el-Amiri rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Abdullah b. Vehb haber verdi. ki): Bana Amru'bnü'l-Hâris, Saîd b. Harisi Ensai den, o da Abdullah b. Ömer'den naklen haber verdi. ki: da" dü'bnü Ubâde bir hastalığı dolayısile rahatsızlandı. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), yanında Abdurrahman b. Avf, Sa'dü'bnü Ebû Vakkaas, ve Abdullah b. Mes'ûd olduğu halde onu dolaşmağa geldi. Yanına girdiğinde onu kuşatılmış buldu; ve: «Öldü mi?» diye sordu. (Oradakiler) Hayır ya Resûlallah! dediler. Müteakiben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ağladı. Onun ağladığını görünce oradakiler de ağladılar. Bunun üzerine: İşitmiyormusunuz? Allah göz yaşından ve kalbin üzülmesinden dolayı (İnsanı) azâb etmez. Lâkin şundan dolayı ya azâb eder yahud rahmet buyurur; dedi ve diline İşaret etti. hadîsi Buhârî «Cenâiz» bahsinde tahric etmiştir. Onun rivâyetinde hadisin sonunda şu ziyâde de vardır: «Şüphesiz ki ölü, ailesinin ona ağlaması sebebiyle azâb görür. Ömer (radıyallahü anh) bundan dolayı sopa ile döğer; taş atar; toprak serperdi.» kelimesi Buhârî'nin rivâyetinde «gâşiye» şeklinde zabtolunmuştur. Kâdî Iyaz'ın beyanına göre bazıları onu «gaşye- diye rivâyet etmişlerdir. Bu rivâyetlerin hepsi sahihtir. Kelime iki suretle tefsir edilmiştir. Birinci tefsire göre «onu ailesi efradı kuşatmış»; ikinciye göre «kendisini elem ve ıztırab kaplamıştı» demektir. bu kelimeyi bayılmakla tefsir etmiştir. Burada ondan murad ikinci ma'nâ yani elem ve ıztırab kaplamasıdır. Çünkü Hazret-i Sa'd bu hastalıktan iyileşmiş ve uzun zaman yaşamıştır. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) dilini göstererek: «Lâkin şundan dolayı ya azâb eder: ya rahmet buyurur.» demekle kötü şeyler söylemenin azaba, hayır söylemenin rahmete sebeb olacağına işaret buyurmuştur, İbn Battal diyor ki: «Ya rahmet buyurur.» cümlesinin iki ma'naya ihtimâli vardır: Yâ hayır söyleyip Allah'ın kaza ve kaderine teslim olana rahmet eyler; yahud azabını hak etmişken onu affeder de azâb yüzü göstermez.» cümle: Şalinde de rivâyet olunmuştur. Kirmânî: bu rivâyet doğru ise hadîsin mâ'nasi: (Allah rahmet edinceye kadar azâb eyler) demek olur. Zira mü'min sonunda mutlaka cennete girecektir.» diyor.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Ebvâbu Salâti'l-havf
Konu: Ölen Kimseye Ağlamak Bâbı
2177-)
Bize Muhammedü'bnü'l-Müsennâ el-Anezi rivâyet et ki): Bize Muhammedü'bnü Cehdam rivâyet etti. ki): Bis İsmail yani İbn Ca'fer, Umara yân! İbnİ Gaziyye'den, o da Sardü'bnül-Hârris b. el-Muallâ'dan, o da Abdullah b. Ömer'den naklen rivâyet etti. Şöyle dedi: defa) biz Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte otururken ansızın ona Ensâr'dan bir adam gelerek selâm verdi. Sonra geri döndü. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): Ey Ensarın kardeşi! Kardeşim Sa'dü'bnü Ubâde ne haldedir? diye sordu. O zat: İyidir; cevâbını verdi. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Sizden onu hanginiz ziyaret edecek? diyerek ayağa kalktı. Onunla birlikte biz de kalktık. Biz on küsur kişi idik. Üstümüzde başımızda ayakkabı, mest, külah ve gömlek filân yoktu. Şu çorak yerlerde yürüyorduk. Nihayet onun yanına vardık. Yakınları hemen etrafından çekildiler. Bu suretle Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraberindeki ashabı ona yaklaştılar. hadis, eshâb-ı kirâmın hâiz oldukları zühd'ü takvanın derecesini göstermektedir. Onlar dünyâya ehemmiyet vermezlerdi. Dünyâ nimetlerinin pek azı ile iktifa ederler, fazlasını istemezlerdi. Üstlerine başlarına ehemmiyet vermez, kıymetli elbiseler giymezlerdi. Hâsılı yemek için yaşamazlar, ancak yaşamak için yerlerdi. hadîs, onların ayakkabı bile giymediklerini gösteriyor. bununla istidlal ederek: «Yalınayak gezmek caizdir.» de-mişlerse de, bu istidlal söz götürür. Zira ashâb-ı kirânını ayakkabı giymemeleri bulamadıklarından ileri gelebilir. Bu takdirde bulanların giymemesi için bu hadiste delil olacak bir şey yoktur. Ashâb ayakkabı buldukları hâlde giymemiş bile olsalar, bize onların bu fiilleri yine delil olamaz. Zira örf en metruk bir şeydir. Şeriatda örf-ü âdet muteberdir. Hattâ Mecellenin bir maddesinde: «Örf ile tâyin, nass ile tâyin gibidir.»,- başka bir maddesinde: «Örf'en mâruf olan şey, şart kılınmış gibidir.»; diğer bir maddesinde «Âdet muhakkemdir.» denilmiştir. şerif, hükümdar ile âlimin maiyyetleri ile birlikte hasta dolaşabileceklerine delildir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Ebvâbu Salâti'l-havf
Konu: Hastaları Ziyaret Hakkında Bir Bab
2178-)
Bize Muhammedö'bnü Beşşâr El-Abdî rivâyet etti. ki): Bize Muhammed yani İbn Ca'fer rivâyet etti. ki): Bize Şu'be, Sâbit'den naklen rivâyet etti. ki: Ben Enes b. Mâlik'i şöyle derken işittim: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Sabır (musibet) ilk başa geldiği andadır.» buyurdular.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Ebvâbu Salâti'l-havf
Konu: Musibete, Başa Geldiği Ânda Sabir Etme Hakkında Bab
2179-)
Bize Muhammedü'bnü'l-Müsennârivâyet etti. (Dediki): Bize Osmânü'bnü Ömer rivâyet etti. ki): Bize Şu'be, Sâbit-i Bünânî'den, o da Enes b. Mâlik'den naklen haber verdi ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) çocuğuna ağlayan bir kadının yanına uğramış da, ona: «Allah'dan kork ve sabret.» buyurmuş. Kadın: Sen, benim musibetime aldırış etmezsin.» demiş. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) (oradan gidince) kadına: Bu zât Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) idi.» demişler. Bu sefer kadının içine «ölüm acısı» gibi bir şey çökmüş. Bunun Üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in kapısına gelmiş. Fakat onun kapısında kapıcı filân bulamamış ve-. «Ya Resûlallah! Ben, seni tanıyamadım» diyerek Özür beyân etmiş. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)' «Sabır ancak (musibet) ilk başa geldiği andadır.» yahut «Musibetin başa geldiği İlk andadır.» buyurmuşlar.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Ebvâbu Salâti'l-havf
Konu: Musibete, Başa Geldiği Ânda Sabir Etme Hakkında Bab
2180-)
Bize, bu hadîsi Yahya b. Habîb El-Hârisî dahi rivâyet etti ki): Bize Hâlîd yani İbnil-Hâris rivâyet etti. H. Uktebü'bnü Mükrem-i Ammî de rivâyet etti. ki): Bize Abdülmelik b. Amr rivâyet etti. H. Ahmed b. îbrâhim Ed-Devrakî dahi rivâyet etti. ki): Bize Abdü's-Samet rivâyet etti. Bunlar hep birden: «Bize Şu'be bu isnâdla, Osman b. Ömer'in hadisi gibi rivâyette bulundu.» dediler. Abdü's-Samed'in rivâyetinde: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kabir yanında bir kadına uğradı...» denilmiştir. hadîsi Buhârî «Cenâiz» bahsinin bir iki yerinde ve «Ahkâm» bahsinde; Ebû Dâvûd, Tirmizî ve Nesâî «Cenâiz» bahsinde muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir. onu «Yevm ve leyle» bahsinde dahi rivâyet etmiştir. muhtelif rivâyetlerinden anlaşıldığına göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kabir başında ağlayan bir kadının yanına uğramış, ismi bilinmeyen bu kadın yeni ölen çocuğuna ağlıyormuş. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), kendisine sabır ve takva tavsiye edince «Benim başıma gelen musibeti sen ne anlarsın?» diyerek, kendilerini başından savmak istemiş. Çünkü onun kim olduğunu tanıyamamış. Sonra bu zâtın Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) olduğu kendisine anlatılınca âdeta beyninden vurulmuşa dönmüş ve hemen arkasından onun evine giderek özür dilemiş. diyor ki: «Anlaşılan bu kadın feryâd ederek ağlıyor-muş. Onun için de Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine takvayı yani Allah'dan korkmasını emretmiş.» beyânına göre, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in kadına evvelâ Allah'dan korkmasını emir buyurması, sabrı tavsiye için bir mukaddimedir. Ve sanki ona «Sabretmezsen Allah'ın gadabına uğrayacağından kork. Sevap kazanayım dersen feryâd etme.» demiş gibidir. rivâyette oradan geçen bir zât kadına konuştuğu zâtın Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) olduğunu söylemişdir. Ebû Ya’lâ'nın rivâyetine göre bu zât, kadına: «Sen kiminle konuştuğunu biliyor musun?» diye sormuş; kadın: «Hâyar» cevâbını vermiş. «El-Evsat» nâm eserinde kadına soran zâtın Fdıl b. Abbâs olduğu tasrih edilmiştir. Kadın kendisi ile konuşanın Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) olduğunu anlayınca pek ziyâde utanmıştır. Fakat özür beyân etmek ve afdilemek için arkasından evine gittiği zaman kapısında bir bekçisi bile olmadığını görmüştür. göre bu cümlenin faydası şudur: «Kadına, kendisi ile konuşan zâtın Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) olduğu söylenince, içinden ona karşı bir heybet ve korku hissetmiş, onu dünyâ hükümdarları gibi saltanatlı, kapısına bevvablar kapıcı bekleyen ve huzuruna kolay kolay çıkılamayan celâdetli bir kral tasavvur etmiş. Lâkin hakikat tasavvur ettiği gibi çıkmamış. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in kapısında bir tek bekçi bile yokmuş. Huzuruna çıkmak gayet kolay ve yaşayışı pek sâde imiş. Hüreyre (radıyallahü anh)’ın rivâyetinde kadının Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e i'tizâr makaanunda: -Vallahi seni tanıyamadım! «Ya Resûlallah!» dediği bildirilmektedir. ancak (musîbet) ilk başa geldiği andadır.» cümlesindeki -Sabır-dan murâd: Kâmil olan sabırdır. Sabıra bu mânâ verilmezse cümlede hasr sahih olmaz. Lügatta katı bir şey'e vurmak, mânâsındadır. Sonra bu kelime başa gelen her nev'î belâlar için istiare edilmiştir. Cümlenin mânâsı: «Asıl sabır, başa belâ geldiği anda ona tahammül göstererek sükûn ve sükûtla karşılamaktır.» demektir. Zîra belâ gelip geçtikten sonra sükûnete varmak ekseriya sabır değil, teselli olur. Belânın geldiği anda kalp âni olarak bir sarsıntı geçirir ki, o anda kadere razı olarak sükûneti muhafaza etmek, sabırdan başka bir şey değildir. diyor ki: «Bu cümlenin mânâsı: Sahibi methedilen sabır, ansızın musîbet geldiği zaman gösterilen sükûnettir. Ondan sonraki sükûna sabır denmez.» bâzılarına göre: musibet, kulların fiili cinsinden olmadığına göre, kul ondan dolayı bir ecir kazanamaz. Kulun kazandığı ecr-u mükâfaat niyetinin güzelliğine ve sabrına karşı verilir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Ebvâbu Salâti'l-havf
Konu: Musibete, Başa Geldiği Ânda Sabir Etme Hakkında Bab
2181-)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe İle Muhammedü'bnü Abdillâh b. Nümeyr, hep birden İbn Bişr'dan rivâyet ettiler. Ebû Bekir dedi ki: Bize Muhammedü'bnü Bişr El-Abdî Übeydullah b. Ömer'den rivâyet etti. ki: Bize Nafi', Abdullah dan naklen rivâyet etti ki, Hafsa, Ömer'in başında ağlamış da, Ömer: «Ağır ol, ey kızcağızım! Bilmezmisin ki Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): Gerçekten ölü, ailesinin ona ağlaması yüzünden azâb görür? buyurmuşlardır.» demiş
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Ebvâbu Salâti'l-havf
Konu: Ölen Kimsenin, Ailesinin Ona Ağlaması Yüzünden Azab Olunması Bâbı
2182-)
Bize Muhammedü'bnü Beşşâr rivâyet etti. ki): Bize Muhammedü'bnü Ca'fer rivâyet etti. ki): Bize Şu'be rivâyet etti. ki): Ben Katâde'yİ, Saîdü'bnü'l-Müseyyeb'den, o da İbn Ömer'den, o da Ömer'den o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen rivâyet ederken dinledim; Efendimiz: kimse kendisine yapılan âh-u zar sebebi ile kabrinde azâb görür.» buyurmuşlar.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Ebvâbu Salâti'l-havf
Konu: Ölen Kimsenin, Ailesinin Ona Ağlaması Yüzünden Azab Olunması Bâbı
2183-)
Bize, bu hadisi Muhammedü'bnül-Müsennâ da rivâyet etti. ki): Bize İbn Ebî Adiyy, Said'den, o da Katâde'den, o da Saîdü' bnü'l-Müseyyeb'den, o da İbn Ömer'den, o da Ömer'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen rivâyet etti: Efendimiz: kimse, kendisine yapılan âh-u zâr sebebiyle kabrinde azâb görür.» buyurmuşlardır.» dedi.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Ebvâbu Salâti'l-havf
Konu: Ölen Kimsenin, Ailesinin Ona Ağlaması Yüzünden Azab Olunması Bâbı
2184-)
Bana Alîyyü'bnü Hucr Es-Sa'dî rivâyet etti. ki): Bize Aliyyü'bnü Müshir, A'meş'den, o da Ebû Sâlih'den, o da İbn Ömer'den naklen rivâyet etti. İbn Ömer Şöyle dedi: Ömer yaralandığı vakit bayıldı. Hemen yanında yaygara kopardılar; ayıldığı vakit: «Siz bilmezmisiniz ki Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’i Gerçekten ölü, dirinin ağlaması yüzünden azâb görür, buyurmuşlardır.» dedi.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Ebvâbu Salâti'l-havf
Konu: Ölen Kimsenin, Ailesinin Ona Ağlaması Yüzünden Azab Olunması Bâbı
2185-)
Bana Alîyyü'bnü Hucr rivâyet etti. ki): Bize Alîyyü'bnü Müshir, Şeybânî'den, o da Ebû Bürde'den, o da babasından naklen rivâyet etti. ki: Ömer yaralanınca Süheyb: «Vah kardeşciğim!» demeye başladı. Bunun Üzerine Ömer, ona şunu söyledi: Yâ Sûheyb! Bîlmezmisin ki Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): ki ölen kimse, dirinin ağlaması yüzünden azab görür.» buyurmuşlardır.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Ebvâbu Salâti'l-havf
Konu: Ölen Kimsenin, Ailesinin Ona Ağlaması Yüzünden Azab Olunması Bâbı
2186-)
Bana Aliyyü'bnü Hucr rivâyet etti. ki): Bize Ebû Yahya şuayb b. Safvân, Abdülmelik b. Umeyr'den, o da Ebû Bür-dete'bnü Ebî Mûsa'dan, o da Ebû Mûsa'dan naklen haber verdi. ki: Ömer vurulduğu vakit Suheyb evinden geldi ve Ömer'in yanına girdi. Onun yanında durarak, ağlamağa başladı. Bunun üzerine Ömer: Ne ağlıyorsun? Bana mı ağlıyorsun? dedi. Suheyb: Evet. Vallahi sana ağlıyorum, ey mü mirilerin emîril cevabını verdi. Ömer: Vallahi sen pek âlâ bilirsin ki Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ağlanan kimse azâb görür» buyurmuşlardır; dedi. (Râvi Abdülmelik diyor ki: bunu Mûsâ b. Tâlha'ya söyledim de, o: (Âişe: Bunlar ancak Yahûdiler idi, diyordu.) mukaabelesinde bulundu.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Ebvâbu Salâti'l-havf
Konu: Ölen Kimsenin, Ailesinin Ona Ağlaması Yüzünden Azab Olunması Bâbı
2187-)
Bana Amrü'n-Nâkıd rivâyet etti. ki): Bize Afgâ-nÜ'bnü Müslim rivâyet etti. ki): Bize Hammâdü'bnü Seleme, Sâbitden, o da Enes'den naklen rivâyet etti ki, Ömerü'bnü'l-Hattâb yaralanınca (kızı) Hafsa yas ederek, ağlamış. Bunun üzerine Ömer şunları söylemiş: Yâ Hafsa! Sen Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’l--«Üzerine feryâd edilen kimse azöb görür.» buyururken işitmedin mi? dedi. Ömer İçin Suheyb de feryâd etti; Ömer ona dahi: «Ey Suheyb! Bilmezmisin ki üzerine feryâd edilen kimse azâb olunur.» dedi. hadîsi Buhârî, Nesâî ve İbn'Mâce «Cenâiz» bahsinde tahrîc etmişlerdir. bir çok muhtelif rivâyetleri vardır. Bunların bâzılarında: «Ölen kimse, ailesinin ona ağlaması yüzünden azâb görür.» diğer bâzılarında ağlaması sebebiyle...» denilmiş; bir takımlarında: «Yapılan feryâd-u figân yüzünden azâb görür.»;bir rivâyetinde de: «Her kime ağlanırsa, o kimse azâb görür.» buyurulmuştur. diyor ki: «Ömerü'bnü'l-Hattâb ile oğlu Abdullah (radıyallahü anhümâ)’dan rivâyetlerinde Hazret-i Âişe inkâr etmiş; onların bu rivâyetleri unuttuklarını yahut şüpheye düştüklerini söylemiştir. Âişe (radıyallahü anha), Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in böyle bir şey söylediğini kabul etmemiş, bu bâbda Teâlâ Hazretlerinin bir günankar nefîs başkasının günahını üzerine almaz.» âyet-i kerimesi ile istidlal etmiştir. Ona Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yalnız bir Yahûdi karısı hakkında: ona ağlıyor hâlbuki o azâb görüyor.» buyurmuştur. Fakat bununla onun ağlamak yüzünden değil; küfrü sebebiyle azâb olduğunu anlatmak istemiş ve sanki: «Onlar ağlaya dursun, kadın küfründen dolayı azâb görüyor.» demiş gibidir. hadîslerin ifâde ettiği feryâd-ü figâh sebebi ile azâb olunma mes'elesinde ulemâ ihtilâf etmişlerdir. Şöyle ki:
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Ebvâbu Salâti'l-havf
Konu: Ölen Kimsenin, Ailesinin Ona Ağlaması Yüzünden Azab Olunması Bâbı