Sahîh-i Müslim Hadis Kitabı

434-) Bize Muhammed b. el Müsennâ rivâyet etti. (Dedi ki-: Bize İbnİ Ebi' Adiy Said'den ., o da Katade'den, o da Enes b. Malik'ten naklen rivâyet etti. Galiba Enes kendi kavminden bir zat olan Malik b. Sa'sa'a dan rivâyet ettiğini söylemiş. Malik ki: Nebiyyullab (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdular. defa ben beytin yanında uyur uyanık bir halde iken birdenbire bir ses işittim. Bu ses «üçten birisi iki kişinin arasında...» diyordu. Derken bana geldiler ve alıp götürdüler. Bana içinde zemzem suyu bulunan altın bir tas getirdiler. Göğsümü şuradan şuraya kadar yardılar — Kafada ki: Ben yanımdakine bundan neyi kasdediyor diye sordum: «Karnının altına kadar demek İstiyor» cevabını verdi— kalbınıi çıkardılar ve. zemzem suyu ile yıkadılar. Sonra yerine iade ettiler. Sonra kalbime iman' ve hikmet doldurdular. Sonra bana Burak denilen merkepten büyük, katırdan küçük, ayağını gözünün gördüğü son noktaya basan beyaz bir hayvan getirerek beni ona bindirdiler. Sonra yürüdük ve birinci semaya geldik. Cibrîl (sallallahü aleyhi ve sellem) kapıyı çaldı (içeriden): Kim o? dediler. Cibrîl (im) cevabını verdi. Yanında kim var? Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) O (göklere çıkmağa) gönderildi mi? Evet. üzerine kapıyı açtılar (ordaki zat): «Hoş gelmiş, sefa gelmiş» dedi, bunu müteakip Âdem (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yanına geldik...» Malik hadisi kıssası ile anlattı ve şunu söyledi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ikinci semada îsa ve Yahya (Aleyhimesselâm) üçüncü semada Yusuf, dördüncüde İdris, beşincide Harun (sallallahü aleyhi ve sellem) ile görüştüğünü ve şöyle buyurduğunu anlatmış: yürüdük ve ta altıncı semaya vardık. Ben Mûsa (aleyhisselâm)'ın yanına giderek ona selâm verdim. (Bana) Salih kardeş ve Salih Peygamber hoş geldin, dedi. Ve yanından ayrılırken ağladı. Kendisine: Neye ağlıyorsun? diye nida edildi. Mûsa (aleyhisselâm): Yarabb! Bu genç benden sonra peygamber gönderdiğin bir zattır. (Fakat) onun ümmetinden cennete girenler benim ümmetimden cennete girenlerden daha çoktur... dedi. Sonra yürüdük nihayet yedinci semaya vardık. Ve beni ibrahim'in yanına götürdüler...» hadisi rivâyet ederken Malik şunları da söyledi: Nebiyyullah (sallallahü aleyhi ve sellem) dört nehir gördüğünü bunların asıllarından iki zahir ikide bâtın nehir çıktığını anlattı. Ve buyurdu ki: «Ya Cibrîl bu nehirler nedir?» dedim. Cibrîl (aleyhisselâm): «Bu batını nehirler cennette bulunan iki nehirdir. Dıştaki nehirlerse ile Fırat'dır» dedi. Sonra bana Beyt-i Ma'mur arzolundu. Ben gene: Cibrîl! Bu ne? dedim. Bu Beyt-i Ma'mur'dur. Ona her gün yetmişbin melek girer. Bir defa oradan çıktılar mı bir daha dönmezler. (Bu onların İlk ve) son girişidir, dedi. Sonra bana biri şarap, diğeri süt dolu iki kap getirdiler. Bunları bana sundular. Ben südü ihtiyar ettim. Bunun üzerine bana: ettin! Allah seni fıtrat ve hayıra isabet ettirdi ümmetin fıtrat üzere olacak» dediler. Bundan sonra bana her gün elli (vakit) namaz farz kılındı...» bundan sonra kıssayı hadisin sonuna kadar hikâye etmiş.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Resûlüllah Sallallahü Aleyhi Ve Sellemin Geceleyin Semalara Yürütülmesi Ve Namazların Farz Kılınması Bâbı
435-) Bana Muhammed b. el Müssenna rivâyet etti. ki): Bize Muâz b. Hişâtn rivâyet etti dedi ki: Bana babam, Katade'den rivâyet etti ki): Bize Enes b. Malik, Malik b. Sa'sa'a'dan rivâyet efti ki; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdular... Malik hadisi yukarıdaki gibi rivâyet etmiş şunları ziyade eylemiş: içi hikmet ve iman dolu altından bir tas getirdiler. (Göğsümü) boğazımdan karın altına kadar yardılar ve zemzem suyu ile yıkadılar. Sonra (İçine) hikmet ve iman doldurdular.»

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Resûlüllah Sallallahü Aleyhi Ve Sellemin Geceleyin Semalara Yürütülmesi Ve Namazların Farz Kılınması Bâbı
436-) Bana Muhammed b. el-Müsenna ile İbn Beşşar rivâyet ettiler. İbn Müsenna dedi ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivâyet etti ki): Bize Şu'be Katade'den rivâyet etti ki: Ebûl Âliye'yi şöyle derken işittim: Bana Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)’in amcası oğlu yani İbn Abbâs rivâyet etti dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) İsra hadisesini anlattı da şöyle buyurdu. «Mûsa buğday benizli ve uzun boyludur. Yemen'in Şenûe kabilesi erkeklerinden biri gibidir. Isâ derli toplu vücutlu ve orta boyludur.» buyurdu. hadiste Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) cehennemin bekçisi Malik ile Deccalı'da zikretti.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Resûlüllah Sallallahü Aleyhi Ve Sellemin Geceleyin Semalara Yürütülmesi Ve Namazların Farz Kılınması Bâbı
437-) Bize Abd b. Hümeyd de rivâyet etti ki): Bize Yunus b. Muhammed haber verdi . ki): Bize Şeyban b. Abdirrahman, Katade'den, o da Ebûl Âliye'den naklen rivâyet etti. ki): Bize Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)’in amcasıoğlu İbn Abbâs rivâyet etti dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdular: İsra' hâdisesi vakî’ olduğu gece Mûsa b. Imran (aleyhisselâm)'a uğradım. Uzun, buğday benizli, derli toplu bir zat! zannedersin Şenûe kabilesi erkeklerinden birisidir. Meryem oğlu İsa'yı da orta yapılı, kırmızı beyaz benizli, salınmış düz saçlı gördüm.» (sallallahü aleyhi ve sellem)'e Allah-u Zülcelâl'in gösterdiği bir çok âyetler içinde cehennemin bekçisi Malik ile Deccal de gösterilmiştir: sen Allah'a mülâki olacağından hiç şüphe etme." Sûre-i Secde, âyet: 23 diyor ki Katade bu âyeti Nebiyyullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Mûsa (aleyhisselâm) ile görüşmüştür diye tefsir ederdi.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Resûlüllah Sallallahü Aleyhi Ve Sellemin Geceleyin Semalara Yürütülmesi Ve Namazların Farz Kılınması Bâbı
438-) Bize Ahmed b. Hambel ile Süreye b. Yunus rivâyet ettiler dediler ki: Bize Hüşeym rivâyet etti ki): Bize Dâvûd b. Ebû Hind Ebul Âliyye'den, o da İbn Abbâs'tan naklen haber verdi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ezrak vadisine uğramış ve: vadi hangi vadidir?» diye sormuş Ashab: Ezrak vadisidir cevabını vermişler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): Mûsa (aleyhisselâm)'ı gür sesi ile Allah'ı telbiye ederek tepeden aşağıya inerken görüyor gibiyim» buyurmuş. Herşâ tepesine gelerek: tepe hangi tepedir?» diye sormuş. Herşâ tepesidir cevabını vermişler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): Yunus b. Metta (aleyhisselâm)'ı derli toplu, kırmızı dişi bir deve üstünde, yünden bir cübbe giymiş, devesinin çılbırı liften olduğu halde telbiye ederken görüyor gibiyim,» buyurmuşlar. İbn Hanbel hadîsi rivâyet ederken: Hüşeym'in (hulme)’den murâd liftir dediğini söylemiştir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Resûlüllah Sallallahü Aleyhi Ve Sellemin Geceleyin Semalara Yürütülmesi Ve Namazların Farz Kılınması Bâbı
439-) Bana Muhammed b. el Müsenna da rivâyet etti ki): Bize İbn Ebi Adiy, Dâvûd'dan, o da Ebul Âliye'den, o da İbn Abbâs'tan naklen rivâyet etti: İbn Abbâs şöyle dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte. Mekke ile Medine arasında yolculuk ettik. vadiden geçerken Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): vadi hangi vadidir?» diye sordu Ashab: vadisidir dediler. Bunun üzerine Resûlüllah Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem): ben Mûsa (sallallahü aleyhi ve sellem)'i iki parmağını kulaklarına koymuş o gür sesiyle Allah'a telbiye ederek bu vadiden geçtiğini görüyor gibiyim» buyurdular. (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Mûsa'nın rengine ve saçına dair bir şeyler söylemişsede Ravi Dâvûd bunu belleyememiş. İbn Abbâs ki: «Bundan sonra yola revan olarak bir dağa geldik.» Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): dağ hangi dağdır?» diye sordu. Herşa yahut Lifet dağıdır, dediler. Fahri Kâinat (sallallahü aleyhi ve sellem) (tekrar): ben Yunus'u (aleyhisselâm)'ı kırmızı dişi bir deve üstünde, yünden bir cübbe giymiş, devesinin çılbırı hulbe lifinden olduğu halde telbiye ederek bu vadiden geçerken görüyor gibiyim» buyurdular.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Resûlüllah Sallallahü Aleyhi Ve Sellemin Geceleyin Semalara Yürütülmesi Ve Namazların Farz Kılınması Bâbı
440-) Bana Muhammed b. el-Müsenna rivâyet etti ki): Bize İbn Ebî Adiyy İbn Avn'dan, o da Mücahit'ten naklen rivâyet etti ki: İbn Abbâs'ın yanındaydik yanındakiler Deccal'ın lâfım ettiler (içlerinden biri): Onun iki gözünün arasında kâfirdir (ibaresi) yazılı olacaktır, dedi. Bunun üzerine İbn Abbâs: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in. böyle dediğini duymadım. Lâkin şöyle buyurdular: gelince, arkadaşınıza yani bana bakıverin: Mûsa ise yağız tenli, derli toplu vücutlu bir zattır. Ben onu yuları liften kırmızı bir deve üzerinde telbiye ederek şu vadiye inerken görüyor gibiyim» dedi.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Resûlüllah Sallallahü Aleyhi Ve Sellemin Geceleyin Semalara Yürütülmesi Ve Namazların Farz Kılınması Bâbı
441-) Bize Kuteybetu'bnü Sa'id rivâyet etti. ki): Bize Leys rivâyet etti. H. Muhammed b. Rumh da rivâyet etti. ki): Bize Leys, Ebû'z-Zübeyr'den, o da Cabir'den naklen rivâyet etti ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuşlar: bütün peygamberler arz olundu. Bir de ne göreyim Mûsa. Uzun boylu erkeklerden bir zat! Şenûe (kabilesi) erkeklerinden birisi sanırsın! Isâ b. Meryem (aleyhisselâm)’ı da gördüm. Gördüklerimden ona en ziyade benzeyen Urvetu'bnu Mes'ut'dur. İbrahim (Salavatullahi Aleyh)'i dahi gördüm. Baktım ki gördüklerimin içinde ona en ziyade benzeyen sahibinizdir (yani benim). Cibrîl (aleyhisselâm)'ı da gördüm. Gördüklerim içinde ona en ziyade benzeyen Dihye (el-Kelbi)’dir.» RunüVin rivâyetinde «Dihyetu'bnu Halife» denilmiştir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Resûlüllah Sallallahü Aleyhi Ve Sellemin Geceleyin Semalara Yürütülmesi Ve Namazların Farz Kılınması Bâbı
442-) Bana Muhammed b. Râfi ile Abd b. Humeyd dahi rivâyet ettiler. Her ikisinin lâfızları bir birine yakındır. İbn Râfi' Haddesena tabirini kullandı. Abd ise Ahbarana Abdurrezak dedi: Abdurrezak Şöyle dedi: (Bize) Ma'mer. Zuhri'den naklen haber verdi. ki: Bana Sa'id b. El-Müseyyep, Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi. Şöyle dedi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): Isrâ vaki olduğu zaman Mûsa (aleyhisselâm) ile görüştüm.» (sallallahü aleyhi ve sellem) onu tavsif buyurmuş —zannederim— şöyle dedi: «Bir de ne göreyim uzunca boylu, başı düz saçlı bir zat. Şenûe (kabilesi) erkeklerinden sanırsın. Isa ile de görüştüm.» (sallallahü aleyhi ve sellem) onuda tavsif buyurdu: «O da orta yapılı sanki Diymas'tan yani —hamamdan— çıkmış gibi kırmızı benizli idi. İbrahim (Salavatullahi Aleyh)'i de gördüm, zürriyeti içersinde ona en ziyade benzeyen benim. Bana iki kap getirdiler. Bi-rînde süt, diğerinde şarap vardı. Bunların hangisini istersen onu al, dediler. Ben sütü alarak içtim. (Getiren zat bana): Fıtrata hidayet olundun yahut fıtrata isabet ettin. Şayet şarabı olsaydın ümmetin azardı, dedi.» buyurdular. hadis muhtelif lâfızlarla bütün sahih kitaplarında rivâyet edilmiştir. Buhârî onu kesik kesik olmak üzere «Kitabu Bed'i’l-Halk», «Kitab-u Halk-ı Âdem» ve «Kitabul Menâkıp» da, Tirmizî «Kitabuf Tefsir» de, Nesâî «Kitabu's Salât» da rivâyet etmiştir. Hadisi şerif ümmetin dillerinde destan olan meşhur hadiselerden olup Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in İsrâ ve Mi'racmı anlatmaktadır. geceleyin yürütmek manasınadır. Fahr-i kâinat (sallallahü aleyhi ve sellem)’in büyük mucizelerinden bin olmak üzere gecenin bir cüzünde Mekke'deki Mescid-i Haram'dan, Kudüs'deki Mescidi Aksa'ya yürütüldüğünü Sübhanı (Allah'ı) tenzih ederim ki kulunu geceleyin Mescid-i Hara m'dan (alıp) kendisine âyetlerimizden bazılarını gösterelim diye havalisini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya yürütmüştür.» âyet-i kerimesi beyan etmektedir. Oradan göklere çıkarıldığını ve göklerde gördüğü acaip ve garaibin tafsilatını bu hadis-i şerif, ispat eder. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in göklere çıkarılma hadisesine de Mi'raç denilmiştir. Bu hadisenin bir kısmı Kur'ân-ı Kerîm'de şu âyetlerle beyan buyrulmuştur: ederim ki. Peygamber o Cibrîl'i Sidre-i Münteha'nın yanında bir daha inişinde de gördü. O Sidrenin yanında Cennetu'l-Me'va vardır. Sidreyİ Allah'ın cefâlet ve azameti kaplayabildiğine kaplıyordu. Göz ne şaştı, ne de haddini aştı. Vallahi Peygamber Rabbi'nin âyetlerinden en büyüğünü gördü.» İsrâ ve Mi'raç hadisesinin başı ve sonu âyetle, tafsilatı da meşhur hadisle sabit olduğundan bu cihetleri inkâr, küfür, tafsilatını inkâr dalâlettir. Bu muazzam hadiseyi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) vukuunun ertesi günü haber verdiği zaman Mekke müşrikleri kıyâmetleri koparmış birbirlerine haber verdikten sonra Hazret-i Ebû Bekr (radıyallahü anh)'a koşarak: sahibi ne diyor. Güya bu akşam göklere çıkmış orada pek çok acaip ve garaip temaşa etmiş cennet ve cehennemi görmüş; Rabbi ile konuşmuş. Nasıl bunuda tastık eder misin?» demişlerdi Ebû Bekr bunları söylediyse ben kabul ederim. Ben onu bundan daha garibi hususunda tasdik ediyorum» cevabını verdi. Ebû Bekr (radıyallahü anh)'a, Sıddik, unvanı o zaman verilmiştir. akıllarınca Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’i iskât ve ilzam için ona çeşitli sualler sormaya başladılar. Ezcümle Kudüs'teki Mescid-i Aksa'ya tarif etmesini istediler. O anda Mescid-i Aksa olduğu gibi kendisine tecelli ederek onu müşriklere tavsif buyurdu. Müşrikler buna hiç bir şey deyememişlerdi. Çünki söyledikleri doğru idi. Bu sefer yollardaki kervanlarını sordular onları da yerlerini tayin etmek sureti ile bittafsil haber verdi. Hatta karayağız bir devenin kervanın en önünde bulunduğunu sabahleyin güneş doğarken Mekke'ye geleceğini söyledi. Müşrikler buna sevinmişlerdi. Çünkü — Haşa — Bununla Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yalanını tutacaklarını umuyorlardı. sebeple içlerinden birini güneşin doğduğunu haber vermek için gözcü tayin ettiler. Bir başkasınıda kervanın gelişini gözetmeğe memur ettiler. Neticede bu iki şahıstan biri güneşin doğduğunu haber verirken ötekide kervanın gelmekte olduğunu söylüyor ve sesleri bir birine karışıyordu. Bittabi müşrikler bunada inanmadılar. Hatta onların desiselerine alda-narak bazı zayıf müslümanlar irtidad bile etti. İsrâ ve Mi'raç hadisesi bu suretle daha o devirde şöhret bularak bir çok dedikodulara ve kargaşalıklara yol açtı. hadiseyi müslümanlar kabul ile telâkki ederek inanmışlardır. Yalnız ne şekilde vuku bulduğu öteden beri ihtilaflıdır. Bazılarına göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) rüyasında ruhu ile göklere çıkmıştır. Bunların delili sana gösterdiğimiz rüyayı ancak insanlara bir fitne olsun diye gösterdik.» âyet-i kerîmesi ile Mâlik b. Sa'sa'a hadisinde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Cibrîl, Mescid-i Haram'da uyuduğum bir sırada geldi...» «Bir de uyandım ıriesciddeyim» sözleridir. Ancak âyet-i kerimede beyan buyurulan rü'ya Miraç hakkında değil Fahr-i kâinat (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Hudeybiye'de gördükleri rü'-yadır. Filhakika ashâb-ı kirâmdan bazıları bu rü'ya mucebince o sene Mekke-i Mükerreme'ye ve Mescid-i Haram'a gireceklerini zan ve tahmin etmişler o sene girmek müyesser olamayınca mezkur rü'ya onlar hakkında bir fitne ve iptilâ olmuştu. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Mi'racı rü'ya halindedir deyenler: Ashâb-ı Kiramdan Ümmül Mü'minin Âişe (radıyallahu anhâ) ile Muâviye (radıyallahü anh), Tabiinden Hasanı Basri ve Muhammed b. İshak'tır. Hazret-i Âişe: «Resûlüllah, (sallallahü aleyhi ve sellem)'in cesedi yer yüzünden kaybolmamıştır. O göklere ruhu ile uruç etmiştir,» demişsede bu sözü o mutlaka başka birisinden işitmiş olacaktır. Çünkü mi'raç zamanında kendileri ya pek küçük yahut henüz doğmamışlardı. Mi'raç bi'setin 12. yılında yani hicretten bir sene evvel vuku bulmuştu. ve Halef ulemâsının ekserisine göre mi'raç ruh ma'al cesed olmuştur. Yani Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hem ruhi ile hem cesedi ile göklere çıkmıştır. Delilleri zikrettiğimiz İsrâ âyet-i ile sadedinde bulunduğumuz Mi'raç hadisidir. Çünkü Âyet-i kerimede (Abd) ve (îsrâ) kelimeleri zikredilmektedir. Kul mânasına gelen Abd ruhla cesedin mecmu'una itlak olunur. Yalnız cesede Abd denilmediği gibi yalnız ruhada Abd denilemez, İsrâ dahi geceleyin bir cismi yürütmedir. Bu kelime hiç bir zaman yalnız ruhu yürütmek mânasına kullanılmamıştır. Binaenaleyh Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) gerek Mekke'den Kudüs'e gerekse Kudüs'teki Mescid-i Aksa'dan göklere vaki olan seyahatında hem cesedi hem ruhu ile bulunmuştur. Ha-dis-i Şerif te buna delâlet eder. Zaten aklen müstahil olmadıkça şer'i nas-lan zahirleri üzere bırakmak vaciptir. Buradaki âyet ve hadisin zahiri mânaları müstehil değildir. Çünkü güneş, kutru yerin kutrundan bir milyon şu kadar defa büyük olduğu halde görülmedik bir sür'atle mihveri etrafında dönmektedir. Zaten cisimlerin atomları birbirinin mislidir. Bunlar ancak Kâdir-i mutlak hazretlerinin bazılarında yarattığı hassalarla birbirinden ayrılırlar. Binaenaleyh Allahü teâlâ hazretlerinin Resûlü Ekrem inin bedeninde yahut onu taşıyan vasıatada güneşin hareketinden daha büyük bir sür'at halk'etmiş olması mümkündür. delilleri de küf farın ve irtidad eden müslümanların bu hadiseyi şiddetle inkâr etmiş olmalarıdır. Eğer mi'raç rüyada vakî olmuş olsaydı onu kimse inkâr etmezdi çünkü rüyada Peygamberler değil alelade insanlar bile uçarlar. Bunu kimse mühim bir hadiseymiş gibi dile dolamaz inkâr etmez. Binaenaleyh Küffarm şiddetli inkârı dahi mi'racın ruh ve cesedle vaki olduğuna delildir. Miracın keyfiyeti hakkındaki hilafı kaldırmak için İsrâ ve Miraç hadisesinin bir kaç defa vuku bulduğunu söylerler. Bazılarına göre, İsrâ ile Miraç ayrı ayrı gecelerde vakî' olmuştur. Diğer bazıları bunların biri uykuda diğeri uyanıkken olmak suretiyle ikişer defa vaki' olduğunu: evvelâ uyku halinde İsrâ ve Miraç ettirilerek bu işe hazırlandığını sonra bunların aynen, uyanıkken tekrar edildiğini söylerler. Şâme bu bâbtaki rivâyetlerin arasını bulmuş ve İşrânın üç defa vaki olduğunu söylemiştir. Bunlardan birincisi Mekke'den yalnız Kudüs'teki Beyti Makdis'e kadardır. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu seyahatini Burak üzerinde yapmıştır. İkincisi yine Burak üzeroinde Mekke'den Semavata; üçüncüsü de Mekke'den Beyt-i Makdis'e oradan da göklere çıkmak sureti ile vuku bulmuştur kavline göre mi'râc uyanıkken insilâh-ı tâm ile beşeriyetten melekiyete yaklaşmak sureti ile olmuştur. Lügâtta bir şeyin diğer bir şeyden sıyrılıp soyunması manasınadır. Sûfiyye'nin istilahına göre ise; ruhun ruhaniyeti galebe çalarak bedenden taşması ve genişliyerek iç ve dış alemindeki ahvali anlamasıdır. Bu tarife göre ruh bedenden tamamı ile ayrılmadığı için insilâh ölüm değildir. Nitekim insilâh halindeki şahısta görülen nefes alma ve hareket etme gibi eserler de insilâhm ölüm olmadığını gösterir. Onlara göre, ateşten bulutlara doğru yükselen dumanın bir ucu nasıl daima ateşe bağlı ise insilâh halindeki şahsın bedeninden taşan ruhunun bir ucuda daima bedende kalır. Kezâlik insilâh halinde bulunan bir şahsın idraki kaybolmayıp bedeninin içinde ve dışındaki ahvali anlaması insilâhm uyku mânası-nada gelmediğini gösterir. Çünkü uyuyan bir kimsede şuur kalmaz. İnsilâh peygamberlerde vakî olduğu gibi onların veresesi bulunan evliyaul-lahta hatta makam ve mertebelerine göre sair mü'minlerde bile vakî olur. Yalnız peygamberlerin insilâhları pek mükemmel olduğu için onların ruhları meleklerle görüşür; onlardan bilgi alarak insanlara neşr ederler. Maa-mafih peygamberlerin insilâhlarıda bir birinden farklıdır. Hazret-i Mûsa (aleyhisselâm) Cenab-ı Hak ile perde arkasından konuştuğu halde peygamberimiz Muhammed Mustaf (sallallahü aleyhi ve sellem) Teâlâ Hazretlerini görerek konuşmak şerefine nail olmuştur. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in beşeriyetten melekiyyete yaklaşması, insanlıktan melekliğe geçmesiyle olur. Nitekim vahiy hadisinde bunun buram buram ter dökmek ve halktan ayrılmak suretiyle eserinin görüldüğü zikir edilmiştir. kavli bazı kelâm ulemâsı tarafından en cem'iyetli ve mü-tevassıt görülmüştür. Çünkü insilâh bir cihetten rü'yaya benzediği için «Miraç rü'ya halinde olmuştur» diyenlerin kavlini içine aldığı gibi insilâh halinde bulunan şuuru kaybolmaması cihetiyle uyanık kimselere benzediğinden «Miraç uyanıkken vakî olmuştur» diyenlerin kavlinede şamildir. Bu suretle her iki kaville amel edilmiş olur. Ancak az yukarıda işaret ettiğimiz vecihle insilâh yalnız peygamberlerde değil ümmetin bazı efradında da, vakî olduğu için Sûfiyyenin kavline itiraz edilmiştir. Şerik rivâyetinde İsrânın Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e vahiy gelmezden önce vakî olduğu bildiriliyorsada bu hatadır. Müslim'inde tenbih ettiği gibi Şerik bu rivâyetinde takdim ve tehirler yapmış: ulemânın asla kabul edemiyeceği vehimlere kapılmıştır. İsrâ hakkında en öncelik bildiren kavil Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e peygamberlik geldikten onbeş ay sonra olmasıdır. Daha önce vukuna kail olan yoktur. Zaten Şerik'in makbul bir râvî olup olmadığı ulemâ arasında ihtilaflıdır. Bâbında hak olan söz ekser-i selefin kavlidir. Yani Miraç uyanıkken ruh ve cesetle vakî olmuştur. Bu hususta «Şifai Şerif» de yirmi tane sahabe tabiin ve tebe'i tabiîn ismi sayılmıştır. Onlardan sonra gelen Hadis, Fıkıh, Tefsir ve Kelâm ulemâsının ekseriyetle kavileri de budur. bazı rivâyetlerinde İsrâ hâdisesinin Kabe'den başladığı diğer bazılarında evinden, bir takımlarında Ebû Talib'in şi'binden (arazisinden) diğer bazılarında Ümmühânî'nin evinden başladığı kaydedilmektedir. Bu rivâyetler zahiren birbirine muarız gibi görünürse de araları şöyle bulunmuştur: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) o akşam Ümmühâni'nin evinde yatıyordu. Onun evide Ebû Talib'in Şi'binde idi. İsrâ hadisesi o evden başlamıştır. Evin Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e izafe edilmesi orada oturduğu içindir. Melek gelerek kendilerini oradan almış Beytullah'a götürmüş. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) orada bir parça oturarak istirahat etmiş uyuklar gibi olmuştur. Sonra melek onu Beytullah'in kapısından çıkarak Buraka bindârmiştir. İşte isranın Kâbe'den başladığı rivâyeti de bundandır. Burak'in nasıl bir hayvan olduğu hadis şerifte beyan buyurulmuştur. Hadis-i şerifin muhtelif rivâyetlerinden anlaşıldığına göre Fahr-ı Kâinat (sallallahü aleyhi ve sellem) bu seyahati esnasında beş şeye binmiştir:

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Resûlüllah Sallallahü Aleyhi Ve Sellemin Geceleyin Semalara Yürütülmesi Ve Namazların Farz Kılınması Bâbı
443-) Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti dedi ki: Nâfi'den, onunda Abdillah b. Ömer'den, onunda Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklettiği şu hadîsi Malîk'e okudum. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurmuşlar ki: gece (rüyamda) kendimi Kabe'nin yanında gördüm: Derken öyle karayağız güzeli bir zat gördüm ki erkeklerden gördüğün karayağızların en güzeli! Kulaklarına inmiş öyle saçları vardı ki gördüğün uzun saçların en güzeli! Onları taramış da (üzerlerinden) su damlıyordu, iki zâta (yahut iki zâtın omuzlarına) dayanarak beyti tavaf ediyordu: Bu kim? diye sordum. Mesih b. Meryem dediler. Sonra birdenbire son derece kıvırcık saçlı, sağ sözü şaşı bir herifle karşılaştım. Zannedersin gözü salkımdan dışarı fırlamış bir üzüm tanesi. Bu kim? diye sordum. Bu da Mesih Deccal'dır dediler.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Mesih B. Meryem Île Mesih Deccalin Zikri Bâbı
444-) Bize Muhammed b. İshâk el Müseyyebî rivâyet etti. ki): Bize Enes yani İbn Iyâd, Mûsa'dan —ki İbn Ukbe'dir.—, o da Nafi'den rivâyet etti ki: Abdullah b. Ömer şöyle dedîs Birgün Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) cemaat arasında Mesih Deccal'i anarak şöyle buyurdular: ki Allah Tebareke ve Teâlâ tek gözlü değildir. Dikkat edin ki Mesih Deccal sağ gözü kor (bir herif) dir. Zannedersin gözü salkımdan fırlamış bir üzüm danesidir.» rüyamda kendimi Kabe'nin yanında gördüm. Bir de baktım erkeklerin karayağız güzellerinden görebileceğin en güzel bir zat! Uzun saçları omuzlarını, çalıyor. Saçı taranmış, başından su damlıyor. Ellerini iki zatın omuzlarına koymuş; aralarında Beyti tavaf ediyor. (Oradakilere) Bu kim? dedim. Mesih b. Meryem cevabını verdiler. Onun arkasında gayetle kıvırcık saçlı, sağ gözü kör gördüğün insanların İbn Katan'a en benzeri bir adam! O da ellerini iki adamın omuzlarına koymuş Beyti tavaf ediyor. Bu kim? diye sordum. Bu mesih-i Deccal'dır, dediler.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Mesih B. Meryem Île Mesih Deccalin Zikri Bâbı
445-) Bize İbn Nümeyr rivâyet etti. ki): Bize babam rivâyet etti. ki): Bize Hanzale, Salim'den, o da İbn Ömer'den rivâyet etti ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): yanında esmer düz saçlı, ellerini iki adamın üzerine koymuş, başından su akan yahut su damlayan bir zat gördüm. Bu kimdir? diye sordum. İsa b. Meryem'dir yahut Mesih b. Meryem'dir, dediler. (Ravi bu sözlerden hangisini söylediğini bilmiyoruz demiş) Onun arkasında da kırmızı, saçı kıvırcık, sağ gözü kör birisini gördüm. Gördüklerim içinde en ziyade İbn Katan'a benzeyen birisi. Bu kimdir? diye sordum. Mesih-i Deccal'dır diye cevap verdiler.» buyurmuşlar.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Mesih B. Meryem Île Mesih Deccalin Zikri Bâbı
446-) Bize Kuteybetu'bnü Said rivâyet etti. ki): Bize Leys, Ukayl'den, o da Zühri'den, o da Ebû Selemete'bni Abdurrahman'dan, o da Cabir b. Abdillâh'tan naklen rivâyet etti ki: Resûlüllah: beni tekzib ettiği zaman Hıcr'de ayağa kalktım. Allah bana Beyt-ül Makdis'i tecelli ettirdi. Bunun üzerirfe ona bakarak Kureyşlilere onun alâmetlerini haber vermeye başladım.» buyurmuşlar.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Mesih B. Meryem Île Mesih Deccalin Zikri Bâbı
447-) Bana Harmele b. Yahya rivâyet etti. ki): Bize İbn Vehb rivâyet etti dedi ki: Bana Yunus b. Yezid, İbn Şihap'tan, o da Salim b. Abdillâh b. Ömer b. El Hattap'dan, o da babasından naklen haber verdi. ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı şöyle buyururken işittim: defa ben uyurken kendimi Kabe'yi tavaf ediyor gördüm. Bir de baktım karayağız, salınmış düz saçlı bir zat iki kişinin arasına girmiş, başından su damlıyor yahut su akıyor. Bu kimdir? dedim. Bu Meryem'in oğludur, dediler. ona iltifat etmek için ilerledim, bir de baktım ki, kırmızı benizli, cesim, kıvırcık saçlı, bir gözü kör bir herif, gözü salkımdan uğramış üzüm danesi gibi. Bu kim? diye sordum. Deccal'dır, dediler. içinde ona en ziyade benzeyen İbn Katan'dır.»

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Mesih B. Meryem Île Mesih Deccalin Zikri Bâbı
448-) Bana Zübeyr b. Harb'da rivâyet etti. ki): Bize Huceyn b. El Müsenna rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Abdülaziz — ki İbn Ebi Seleme'dir— Abdillah b. Fadıl' dan, o da Ebî Selemete'bni Abdirrahman'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti, ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdular: kendimi Hicr'da gördüm. Kureyş bana Isrâ seyahatimi soruyordu ezcümle bana Beyt-i Makdis'den tesbit edemediğim bazı şeyler sordular. Bu sebeple o kadar müşkil mevkide kaldım ki, hiç bir zaman bu kadar sıkılmamıştım. Derken Allah onu bana arzeyledi. Onu görüyordum. (Artık) Bana ne sordularsa kendilerine haber verdim. Bir de kendimi peygamberlerden müteşekkil bir cemaatin içinde gördüm. Baktım ki, Mûsa kalkmış namaz kılıyor. Düz saçlı, uzunca boylu bir zat zannedersin Şenûe kabilesi erkeklerinden biri. Bir de baktım Isâ b. Meryem (aleyhisselâm) kalkmış namaz kılıyor. İnsanların ona en ziyade benziyenî Urvetü'bnü Mes'ut Es-Sekafi'dir. Baktım İbrahim (aleyhisselâm) da kalkmış namaz kılıyor. İnsanların ona en ziyade benzeyeni sahibinizdir (yani benim.) Derken namaz vakti geldi, ben onlara İmâm. oldum, namazı bitirince içlerinden bin: Ya Muhammed! Şu zat cehennemin bekçisi Mâlik'dir, Ona selâm ver dedi. Ben ona doğru bakınca o bana selâm verdi. hadisi Buhârî «Kitab-ul Libas» ile «Kitabu't Ta'bir» de tahriç etmiştir. Hadis-i Şerif Mesih b. Meryem ile Mesih-i Deccal’ın farklarını bildirmek için vârid olmuştur. Yahya'nın rivâyetinde tasrih edilmemiş olsa da ondan sonraki Muhammed b. İshâk rivâyetinden anlaşılıyor ki Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Îsâ (aleyhisselâm) ile Deccal'ı rüyasında Kâbe'yi tavaf ederlerken görmüşlerdir. Nevevî'nin beyanına göre; Beytullah'a Kabe ismi verilmesi yüksek ve dört köşe olduğu içindir. Araplar dört köşeli olan her eve Kabe derler. Kulakların yumuşağına kadar salınan saç demektir. Omuzlara kadar inen saçlara cümme derler. Hadiste zata yahut İki zatın omuzlarına dayanarak» denilmesi râvd şekk ettiği içindir. su damlıyordu» ibaresi hakkında Kâdî Iyaz şunları söylüyor: «Bu ibareden zahiri mâna yani saçlarını yeni taradığı için üzerlerinden henüz su damlıyordu mânası kasdedümiş olabilir. Fakat bence bundan murâd İsâ (aleyhisselâm)’ın yüzünün parlaklığı ve güzelliğidir. İbare onun güzelliği için istiare edilmiştir» Kâdî Bâcî, ise zahiri mânayı tercih etmiştir. İsâ (aleyhisselâm)’in tavafı hakkında yine Kâdî İyâz şöyle diyor: «Eğer Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Hazret-i İsâ'yı görüşü rüya değil de hakikatse onun bu tavafı hakikattir. Çünkü İsâ (aleyhisselâm) ölmemiştir. İbn Ömer'in rivâyetinde bizzat İbn Ömer'in tenbih ettiği gibi rüyada görmüşse bu da bir ihtimaldir. Deccal'in Kabe'yi tavafıda rüya halinde olduğuna hamledilir. Çünkü Deccal’ın Mekke ve Medine'ye girmiyeceği Sahîh hadiste vârid olmuştur. Bununla beraber Malîk'in rivâyetinde Deccal'in tavafından bahsedilmemiştir. Şöyle de denilebilir. Deccal’ın Medine'ye girmesinin haram kılınması fitne çıkardığı zamana mahsustur. Allahu Alem.» meselesine gelince: Mesih hem İsa (aleyhisselâm)’ın hemde Deccal’ın sıfatıdır. İsâ (aleyhisselâm)'a niçin Mesih denildiği ulemâ arasında ihtilaflıdır. Vahidi'nin nakline göre; Ebû Übeyd ile Leys bu kelimenin esas itibari ile İbranî olduğunu İbranî'de mesihâ şeklinde telâffuz edildiğini Arapların onu biraz değiştirerek Mesih şeklinde telâffuz ettiklerini, nitekim Mûsa'nın da aslı İbranîde Mûsa yahut Mişâ olup Arapların Mûsa dediklerini söylemişlerdir. Bu takdirde kelime müştak değil cârnid bir isimdir. Fakat yine Vahidinin beyanına göre ekseri ulemâ bu kelimenin müştak olduğuna kaildirler, Cumhûrun kavlide budur. Fakat hangi kelimeden müştak olduğu ihtilaflıdır. İbn Abbâs (radıyallahü anhüma)'dan. rivâyet edildiğine göre; tnesihden müştaktır. Çünkü İsâ (aleyhisselâm) hangi hastaya dokunsa; o hasta iyileşirdi. İbnu'l A'râbî ile diğer bazı ulemâya göre Mesih: Sıddık demektir. Bazıları Hazret-i İsâ'nın ayakları dümdüz olup çukurları bulunmadığı için kendisine Mesih denildiğini diğer bazıları Zekeriyya (aleyhisselâm) ona eliyle dokunduğu için kendisine bu isim verildiğini söylemişlerdir. Yeryüzünde Mesh ettiği yani seyahatta bulunduğu için Mesih denildiğini iddia edenler bulunduğu gibi doğarken vücudu yağla kaplı bulunduğu için kendisine bu isim verildiğini söyleyenlerde vardır. Aynî Hazret-i İsâ'ya niçin Mesih denildiği hususunda yirmi üç kavil bulunduğunu ve bunları bir eserinde topladığını bildiriyor. Kamus sahibi bu kavilleri elliye çıkarmıştır. Rağıp: Müfredatında şöyle demektedir. «Mesh: Aslıda bir şey üzerine elini sürmek ve bir şeyden eseri gidermektir.» Mesih denilmesi bazılarına göre gözü silik yani dümdüz olduğu içindir. Diğer bazılarına göre; gözü kör olduğu için Mesih denilmiştir. Zira bir gözü kör olanlara mesih derler. «Deccal çıktığı zaman yeryüzünü dolaşacağı için ona bu isim verilmiştir.» diyenler bulunduğu gibi daha başka sebepler gösterenlerde olmuştur Aynî, Deccal'a Mesih denilmesi hususunda beş, Deccal denilmesi hususunda on kavil bulunduğunu ve bunları «Zeynü'l-Mecalis» namındaki kitabında birer birer saydığını söyler İyâz diyor ki: «İsa (aleyhisselâm) hakkında kulla" nılan Mesih kelimesinin Mesih şeklinde okunacağı hususundu ravilerden hiç birinin hilafı yoktur. Fakat bu kelimenin Deccal hakkında ne şekilde okunacağı ihtilaflıdır. Ekseri ulemâya göre İsâ (aleyhisselâm) hakkında nasıl okunursa Deccal hakkında da öyle okunur. Lafız itibari ile aralarında fark yoktur. Yalnız İsâ (aleyhisselâm) Mesih-i Hidâyet, Deccal ise, Mesih-i Dalâlet'tir. Bazı râviler bu kelimeyi Deccal hakkında «Missih» şeklinde rivâyet etmişlerdir. Bu takdirde kelime noktalı ha ile yazılır. Bir takımları da Misîh şeklinde rivâyet etmişlerdir. Allah-u A'lem» şerifte Deccal hakkında Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) «Ca'd, Katat» tabirlerini kullanmıştır. Meşhur olan rivâyet buysada Kâdî İyâz, Katat kelimesinin katıt şeklinde de rivâyet edildiğini söyler. Bunun mânası saçı fazla kıvırcık demektir. Herevî'nin beyanına göre Ca'd kelimesi erkekler hakkında hem medih hem de zem için kullanılır. Zemm için kullanılırsa biri kısa ve mütereddit diğeri de bahil ve cimri mânasına olmak üzere iki şekilde kullanılır. Araplar «câ'du’l-Yedeyn» ve «Ca'dü'l-Esâbi'» derler. Bunlardan cimri mâna-sinı kastederler. Bu kelime medih hususunda kullanıldığı zaman dahi iki mânaya gelir. Biri Ahlâkî şiddetli, diğeri saçları kıvırcık demektir. Kıvırcık saçın medih sayılması düz saç acemlere yani arap olmayan milletlere mahsus olduğundandır. Kâdî İyâz diyor ki: «Herevi'den başkalarına göre Ca'd Deccal hakkında zem, İsâ (aleyhisselâm), hakkında ise medih sıfatıdır.» şerifte zikri geçen tâfiye kelimesi hemze ile «tâfie» şeklindede rivâyet olunmuştur. Bu takdirde mâna; gözünün nuru gitmiş, kör olmuş demektir. Tâfiye şeklinde okunduğuna göre ise; gözü fırlamış anadan uğramış manasınadır. îyâz (rahimehüllah): «Bize bu kelime ekseri üstadları-rruzdan hemzesiz olarak rivâyet edilmiştir. Ekserisinin sahih gördüğü rivâyette budur. Ahfeş'te buna zahib olmuştur. Mânası: Deccal'ın gözü iri üzüm danesinin diğer üzüm daneleri arasından dışarıya taştığı gibi çıkmış anadan uğramış demektir. Mezkûr kelimeyi üstadlanmızdan bazıları hemze İle zapdetmişsede diğerleri bunu kabul etmemiştir. Fakat kabul etmemeğe bir sebep yoktur. Çünkü hadis-i şerifte Deccal'in silik gözlü olduğu, gözünün çukur veya çıkık değil sönük olduğu yani kör olduğu tavsif buyurulmuştur. İşte suyu akan bir üzüm danesinin sıfatıda budur. Bu tavsif, kelimenin hemze ile okunmasının doğru olduğunu gösterir.» diyor. bu rivâyette sağ gözünün, başka bir rivâyette sol gözünün kör olduğu bildirilmesi her iki gözünün sakatlığındandır. Çünkü Araplar sakat olan her şeye bahusus sakat göze a'ver derler. Deccal'in İki gözüde sakattır. Biri tamamiyle kor diğeri anadan uğramış çıkıktır. Sakat bir kimse Allahlık dâvasında bulunursa yalancı olduğunu her kes anlar. Muhammed b. İshâk rivâyetinde: «Şüphesiz ki Allah Tebareke ve Teâlâ tek gözlü değildir. Dikkat edin ki Mesih Deccal sağ gözü kör (bir herif) dür.» buyurulmaktadır. murâd: Allahü teâlâ bütün noksanlıklardan ve yaratılmaktan münezzehdir. Deccal'sa hem mahlûk nemde sakattır. Binaenaleyh bunu böyle bilmeniz ve başkalarına da böyle öğretmeniz icap eder. halk Deccal’ın verdiği hayal ve kuruntulara ve onun fitnelerine aldanmasın demektir. (sallallahü aleyhi ve sellem)'e Beyt-i Makdîs'in gösterilmesi iki suretle olabilir. Ya onu görebileceği bir yere götürülmüş; sonra tekrar yerine iade edilmişdir. Yahut Beyt-i Makdîs'in misâli gözünün önüne getirilmişdir. Birinci ihtimal daha kuvvetli görülmüştür. Çünkü mu'cize hakkında daha beliğdir. Bir anda Belkis'in tahtını Hazret-i Süleyman'a getiren Allahü Azimüşsan şüphesiz ki buna da kadirdir. Züheyr b. Harb rivâyetinde: ki Mûsa kalkmış namaz kılıyor.» buyrulmuştur. Semâdaki peygamberlerin Haccedip namaz kılmalarından muradın ne olduğu az yukarıda geçen İsrâ hadisinde görülmüştü. Burada Kâdî-iyâz Şunları söylüyor: (sallallahü aleyhi ve sellem) Beyt-i Makdis'te peygamberlere namaz kıldırdığı ve mertebelerine göre göklerde gördüğü zevat kendisine selâm vererek hoşbeşte bulundukları halde acaba Mûsa (aleyhisselâm)’ı kabrinde namaz kılarken nasıl gördü? denilirse, bunun cevabı şudur. İhtimâlki Mûsa (aleyhisselâm)'ı Kesîb-i Ahmer yanındaki kabrinde görmesi göklere çıkmazdan evvel Beyt-i Makdis yolunda olmuş sonra Mûsa (aleyhisselâm) ondan önce semâya çıkmıştıc. Yahut peygamberlerle bir araya gelerek namaz kıldırması ve Hazret-i Mûsa'yi görmesi Sidretü'l-Münteha' dan döndükten sonra vuku bulmuştur...» Fakat Übbî bu son cevabı beğenmemiştir. ki Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in İsra gecesi peygamberleri görmesi biri Kudüs'de diğeri göklerde olmak üzere iki defa vâkî olmuşdur. Kudüs'de Peygamberlere kıldırdığı namaz ya ta-hiyye namazı yahud hassaten Mi'rac namazıdır. Bu namazın göklerden indikten sonra kılınmış olması ihtimal ise de çıkmadan kılınması ihtimâli daha kuvvetli görülmüştür. Übbî: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Deccal'i İbn Katan'a benzetmesi İbn Katan hakkında zemm değildir. Maamafih Buhârî'de İbn Katan'in kâfir olduğu zikredilmektedir. Binaenaleyh zemm olsada bir şey lâzım gelmez. Çünkü kâfirin zemmî mubahtır.» diyor. Sa'id rivâyetinde zikri geçen Hıcr'den murâd Hatım'dir. Hatim, Kabe'nin dışında bırakılan ve yarım daire şeklinde alçak bir duvarla çevrilen kısımdır. Vaktiyle Kabe inşa edilirken malzeme kifayet etmemiş onun için bu kısım dışarda bırakılmıştır. Fakat hükmen Kabe'nin içinden sayıldığından tavaf Hâtim'in dışından yapılır. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in gerekse İsâ (aleyhisselâm)’ın iki kişinin omuzlarına dayanarak tavaf etmeleriyle bilistidlâl bazıları bir şeye binerek tavaf etmeyi caiz görmüşlersede ulemâ Özürsüz olanlara bunu mekruh görmüştür. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in başkasının yardımı ile tavaf etmesi bir özüre mebni idi. Yahut insanlara görünerek hac ibâdetlerini öğretmek için binek üzerinde tavaf etmişti. İsâ (aleyhisselâm)’in tavafı da Özre mebni idi. Yahut bir rüyadan ibaretti. Birde onun şeriatı bizim şeriatımızdan başka idi. Bize onun şeriatına tabi olmak vacip değildir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Mesih B. Meryem Île Mesih Deccalin Zikri Bâbı
449-) Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeybe rivâyet etti. ki): Bize Ebû Üsârae rivâyet etti. ki): Bize Malik b. Migvel rivâyet etti. H. İbırî Nümeyr ile Züheyr b. Harb da hep birden Abdullah b. NÜ-meyr'den rivâyet ettiler lâfızları birbirine yakındır. İbn Nümeyr dedi ki: Bize babam rivâyet etti ki): Bize Malik b. Miğvel, Zübeyr b. Adiy’den, o da Talha'dan, o da Mürra'dan, o da Abdullah'tan naklen rivâyet etti. Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) göklere çıkarıldığı gece Sidretü’l-Müntehaya götürüldü. Sidre altıncı semâdadır. Yer yüzüaden semâya çıkarılan onda nihayet bulur ve sonra ondan alınır. Onun yukarısından inen şeyler de onda karar kılar sonra ondan alınır. (Abdullah burada) o dem ki: Allah'ın azamet ve celâli (toplayabildiğine kaplıyordu.» Âyetini okumuş ve onu altından pervaneler diye tefsir etmiştir. Sonra (rivâyetine devamla): Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e (orada) üç şey verilmiştir. Beş vakit namaz verilmiştir. Bakara sûresinin son âyetleri verilmiştir. Ümmetinden Allah'a şirk koşmayanların büyük günahları mağfiret olunmuştur.» demiş.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Sidretül-münteha Hakkında Bir Bab
450-) Bana Ebur-Râbî' Ez-Zehranî de rivâyet etti. ki): Bize Abbad — ki İbn'l-Avvam, dır — rivâyet etti. ki): Bize Şeybanî rivâyet etti dedi ki: Zirr b. Hubeyş'e Allah Azze ve Cel-le'nin: yay arası kadar veya daha yakın oldu.» Âyet-i kerimesinin mânasını sordum (cevaben) «Bana İbn Mes'ut Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Cibrîl'i gördüğünü onun altı yüz kanadı bulunduğunu haber verdi» dedi.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Sidretül-münteha Hakkında Bir Bab
451-) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivâyet etti. ki): Bize Hafs b.. Gıyâs, Şeybani'den, o da Zirr'dan, o da Abdullah'tan naklen rivâyet etti. Abdullah ki: gördüğünü kalp yalanlamadı.» âyetinin mânâsı Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Cibrîl (aleyhisselâm)'ı görmüştür. Cibrîl'in altıyüz kanadı vardır, demektir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Sidretül-münteha Hakkında Bir Bab
452-) Bize Ubeydullah b. Mu'az el Amberi rivâyet etti. ki): Bize babam rivâyet etti dedi ki: Bize Şube, Süleyman eş-Şeybani'den rivâyet etti, o da Zirr b. Hubeyş'den, o da Abdullah'tan dinlemiş. Abdullah: olsun ki, o Rabbinin en büyük âyetlerinden bazılarını görmüştür.» âyet-i kerimesi hakkında Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Cibrîli altı yüz kanadı olduğu halde kendi suretinde görmüştür demiş. hadisin bütün asıl nüshalarında Sidre-i Münteha'nın altıncı semâda olduğu rivâyet edilmektedir. Halbuki İsrâ hadisinin Enes rivâyetlerinde onun yedinci katta olduğunu görmüştük. Kâdî îyâz o rivâyetin esah olduğunu söyledikten sonra: «Ekseri ulemânın kavli de budur. Münteha ismi verilmeside bunu iktiza eder» diyor. Bu rivâyetlerin arasını cem etmeye çalışmış ve: «Sidreniri kökü altıncı katta büyük bir kısmı da yedinci katta olabilir. Çünkü onun son derece büyük olduğu malûmdur. Hali (rahimehüllah) «Bu ağaç yedinci kattadır. Bütün semâvatı ve cenneti gölgelendirir, demiştir.» şeklinde müteâlââ yürütmüştür. Münteha hakkında Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır «Hak dini Kur'ân dili» tefsirinde aşağıdaki malûmatı vermektedir. İsmi mekân ve masdar-ı mimi olabileceğine göre nihayet sidresi veya son haddin sidresi mefumunu ifâde eder bir isim olmuştur. Sidre, yukarılarda da geçtiği üzre bir ağaçtır. Kamus tercümesinde: «Sidr» sinin kesri ve daim sükûnu ile şecere-i nebk ismi dir ki Arabistan kirazı tabir olunur. Trabzon hurması o nevidendir. Müfredi Şiiredir. Cem'i siderât ve sidirât ve sider ve südür gelir ve şecere-i mezbur iki gûnâ olur. Biri Büstânî'dir ki yemişi hoş olup yaprağı ile de gaslolunur. Birisi berridir, ki yemişi kekre olur. Ve ikisininde gölgesi begayet koyu ve. lâtif ve hafif olur,» denilmiştir. maddede bir hayret mânası da vardır. Seder ve sederât göz kamaşmak ve hayran olmak demektir. Bundan bina-i nev'i olduğu zamanda bir nevi tahayyur ifade eder müfessirin Sidre-i müntehâyı her iki mânaya işaret ederek tefsir etmişlerdir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Sidretül-münteha Hakkında Bir Bab
453-) Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeybe rivâyet etti. ki): Bize Ali b. Müshir, Abdulmelik' ten, o da Âtâ'dan, o da Ebû Hüreyre'den rivâyet etti. Ebû Hüreyre: olsun ki, onu bir başka inişte de gördü.» âyet-i kerimesi hakkında «O Cibrîl-i gördü» demiştir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Allah Azze Ve Cellenin: «yemin Olsun Ki, Onu Bir Başka İnişte De Gördü» Âyet-i Kerimesinin Manası Ve Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Sellem’in İsra Gecesi Rabbini Görüp Görmediği Bâbı
454-) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivâyet etti. ki): Bize Hafs' Abdulmelik'ten, o da Âtâ'dan, o da İbn Abbâs'tan naklen rivâyet ettiki İbn Abbâs: (sallallahü aleyhi ve sellem) onu kalbi ile gördü» demiş.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Allah Azze Ve Cellenin: «yemin Olsun Ki, Onu Bir Başka İnişte De Gördü» Âyet-i Kerimesinin Manası Ve Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Sellem’in İsra Gecesi Rabbini Görüp Görmediği Bâbı
455-) Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeybe ile Ebû Sa'id el-Eşecc hep birden Veki'den rivâyet ettiler. Eşecc dedi ki: Bize Vekî' rivâyet etti. ki): Bize A'meş, Ziyad b. Husayn Ebû Cehme'den, o da Ebû'l-Âli-ye'den, o da İbn Abbâs'tan naklen rivâyet etti ki İbn Abbâs: gördüğünü gönül yalanlamadı, yemin olsun ki, onu bir başka inişte de gördü.» âyetleri hakkında onu kalbi ile iki defa gördü demiştir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Allah Azze Ve Cellenin: «yemin Olsun Ki, Onu Bir Başka İnişte De Gördü» Âyet-i Kerimesinin Manası Ve Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Sellem’in İsra Gecesi Rabbini Görüp Görmediği Bâbı
456-) Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeybe rivâyet etti. ki): Bize Hafs b. Gıyâs A'meş'ten rivâyet etti. A'meş: Bize Ebû Cebine bu isnadla rivâyet etti demiş.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Allah Azze Ve Cellenin: «yemin Olsun Ki, Onu Bir Başka İnişte De Gördü» Âyet-i Kerimesinin Manası Ve Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Sellem’in İsra Gecesi Rabbini Görüp Görmediği Bâbı
457-) Bana Zuheyr b. Harb rivâyet etti. ki): Bize İsmail b. İbrahim Dâvûd'tan, o da Şa'bi'den, o da Mesruk'tan naklen rivâyet etti. Mesruk Şöyle dedi: Hazret-i Âişe'nin yanında dayanmış oturuyordum. Bana dedi ki: Ya Ebâ Âişe: Üç şey vardır, ki her kim onlardan birini söylerse Allah'ın Resûlüne büyük iftira atmış olur. Ben: Nedir onlar? dedim.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Allah Azze Ve Cellenin: «yemin Olsun Ki, Onu Bir Başka İnişte De Gördü» Âyet-i Kerimesinin Manası Ve Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Sellem’in İsra Gecesi Rabbini Görüp Görmediği Bâbı
458-) Bize Muhammed b. el-Müsenna da rivâyet etti. ki): Bize Abdulvehhab rivâyet etti. ki): Bize Dâvûd bu isnadla İbn' Uleyye hadisi gibi rivâyette bulundu, o sunuda ziyade eyledi; Âişe dedi ki: Eğer Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine indirilen den bir şey gizliyecek olsaydı şu âyeti gizlerdi: sen Allah'ın kendisine nimet verdiği, senin de lutf-u ihsanda bulunduğun zata! Sen zevceni nikâhında tut, Allah'tan da kork diyordun da Allah'ın meydana çıkaracağı şeyi içinde gizliyor. Allah kendisinden korkmana daha lâyık olduğu halde insanlardan korkuyordun..." Sûre-i Ahzâb, âyet: 37.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Allah Azze Ve Cellenin: «yemin Olsun Ki, Onu Bir Başka İnişte De Gördü» Âyet-i Kerimesinin Manası Ve Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Sellem’in İsra Gecesi Rabbini Görüp Görmediği Bâbı
459-) Bize İbn Nümeyr rivâyet etti. ki): Bize Babam rivâyet etti. ki: Bize İsmail, Şâbi'den, o da Mesruk'tan naklen rivâyet etti. Mesruk Şöyle dedi: Âişe (radıyallahü anha)'ya: Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) Rabbini gördü mü? diye sordum. Sübhanallah! Vallahi bu söylediğinden tüylerim ürperdi dedi... râvî hadîsi olduğu gibi anlattı. Ama Dâvûd'un hadisi daha tamam ve daha uzundur.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Allah Azze Ve Cellenin: «yemin Olsun Ki, Onu Bir Başka İnişte De Gördü» Âyet-i Kerimesinin Manası Ve Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Sellem’in İsra Gecesi Rabbini Görüp Görmediği Bâbı
460-) Bize yine İbn Nümeyr rivâyet etti. ki): Bize Ebû Üsarne rivâyet etti. ki): Bize Zekeriyya İbn Eşva'dan, o da Âmir'den, o da Mesruk'tan naklen rivâyet etti. Mesruk Şöyle dedi: Âişe'ye: O halde. yaklaştı da: "Sarktı iki yay kadar yahut daha yakın oldu ve Allah kuluna vahyettiğini etti" âyetleri ne hakkındadır? diye sordum. Bu ancak Cibrîl (sallallahü aleyhi ve sellem)’dir. Cibrîl ona erkekliler suretinde gelirdi. Bu defasında ise asıl kendi sureti olan şekilde gelmiş ve semânın ufkunu kaplamıştır» dedi. rivâyet edilen Hazret-i Âişe hadisini Buhârî “Kitabu't-Tefsir» ile «Kitabu't Tevhid» de Tirmizî ile Nesâî de «Kitâbu't-Tefsir» de tahriç etmişlerdir. Görülüyor ki; bu Bâbın ilk rivâyetini teşkil eden (283) numaralı hadiste Ebû Hûreyre (radıyallahü anh) «Yemin olsun ki, onu diğer bir inişte de gördü.» âyet-i kerimesini Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Cibrîl'i gördü şeklinde tefsir etmektedir. Ekseri ulemânın kavlide budur. Vahidi'nin beyanına göre; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Cibrîl (aleyhisselâm)'ı kendi şekil ve sureti ile görmüştür. İbn Abbâs (radıyallahü anh) ise Âyet-i kerimeyi: «Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Rabbini gördü» diye tefsir eylemiştir. Bu takdirde âyetteki diğer inişten murâd Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in inişidir. Filvaki Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) o gece namazların adedini indirmek niyazı ile Teâlâ Hazretleri ile konuştuğu yere bir kaç defa çıkmıştı. Oradan dönerek Mûsa (aleyhisselâm)'a gelmesine iniş denilir. 285 numaralı hadiste İbn Abbâs: olsun ki, onu bir başka inişte de gördü.» âyetini Peygamber kalbi ile gördü diye tefsir etmiştir. Ulemâ bu âyetin mânasında ihtilâf etmişlerdir. Bazılarına göre; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Allah'ı kalbi ile görmüş diğerlerine göre ise gözü ile görmüştür. Âişe (radıyallahu anhâ) hadisine gelince Âişe (radıyallahu anhâ) rü'yet meselesini kabul etmemektedir. Biz ulemânın bu baptaki kavillerini nakletmezden önce kelâm ilminin rü'yetullah meselesi hakkında beyanatını arz etmek isteriz. ilmine göre mü'minler cennette Allah'ı görecekler; Onlar için cennette en büyük nimet ve lezzette bu olacaktır. Dünyada Allah’ın görülüp görülemiyeceği meselesi de ihtilaflıdır. Allah'ı görmek aklen caiz, naklen sabittir. Aklen caiz olmasından murâd görülmesinin imkânsız olduğuna delil bulunmamasıdır. Çünkü rü'yetullahı inkâr edenler onun imkânsız olduğuna şimdiye kadar bir delil getirememişlerdir. Bu da bu bâbta vârid olan şer-i delilleri zahiri mânaları üzere bırakmaya kâfidir. Bir delil ancak aklen muhal olduğu zaman tevil edilir. Aklen müstehil olmadığı zaman o delili zahiri mânası üzere bırakmak vacib olur. Burada Allah'ı görmenin imkânsız olduğuna bir delil bulunmaması şer'i delilleri zârihî mânaları üzere bırakmaya kâfidir. Nitekim Allah'ın işitmesi görmesi gibi sıfatları ile haşir - neşir, cennet, cehennem, sırat ve mizan gibi nakli delillerle sabit olan itikadı meselelerin mümkün oldukları başka bir akli delille ispata hacet kalmaksızın sırf imkânsız olduğuna delâlet edecek bir delil bulunmadığı için o bâbtaki şer'i delilleri hiç tevil edilmeden zahiri mânaları ile ispat edilmişlerdir. Bu deliller. gün bir takım yüzler pırtı pmı parlayacak, Kablenne bakacaklardır.» Âyet-i kerimesi ile halinde ayı nasıl görüyorsanız Robbinizi de öyle göreceksiniz...» Hadis-i Şerifi ve icmâ'i ümmettir. Mezkûr hadis eshab-ı kirâmın büyüklerinden yirmi zat tarafından rivâyet edilmiş bir hadistir. Âhirette Allah'in görüleceğine dair sahabe ve tabiînin icma'ları ise tevatüren sabittir. Bu bâbta ihtilâf ancak dalâlet fırkalarından olan Şiîlerle mu'-tezilenin zuhurundan sonra olmuştur. Bunlar bir şeyin görünmesi için onun cisim olmasını bir yerde bulunmasını ve engel bulunmaksızın görenin karşısına gelmesini şart koşarlar. Ve: «Bütün bu şartlar Allahü teâlâ hakkında muhaldir» derlerse de kendilerine cevap verilmiş ve: «Âhirette bakî gözlerle Allahü teâlâ'yi görmek için bu söylenenler! şart değildir. Çünkü oradaki görmenin hakikati buradaki fânî gözlerle görmekten farklıdır. Binaenaleyh bu dünyada görmek için şart olan şeyler orada şart değildir.» denilmiştir. Kelâm ulemâsının «Allah Teâlâ'yı keyfiyetsiz olarak görmek caizdir.» sözlerinin mânası da budur. Muhaliflerin en kuvvetli nakli delilleri gözler ihata edemez ama o gözleri ihata eder." Sûre-i En'am, âyet: 103 Âyet-i kerimesidir. Fakat onların bu istidlallerine de şu suretle cevap verilmiştir: Âyetteki lâm harfinin ahd için olması muhtemeldir. Bu takdirde bazı gözlerin görmeyeceğini ifade eder ki onlar da kâfirlerdir. Âyetteki nefyin istiğrak için olması muhtemeldir. Bu takdirde umum-u selb değil selb-i umûm ifade eder Yani Allah'ı hiç bir kimse germeyecek değildir. Şu halde bazı kimselerin göreceği kendiliğinden anlaşılır. Âyet-i kerimede Allahü teâlâ'nın hiç bir zaman ve hiç bir halde görülmeyeceğine delâlet yoktur. Binaenaleyh. Cennet'te görülebilir. Âyetteki idraktan murâd ihata sureti ile görmektir. İhatalı surette görmenin caiz olmaması mutlak surette görmemeyi istilzam etmez.» bir de Teâlâ Hazretlerinin Mûsa (Aleyhisselâm)'a «Sen beni göremezsin.» buyurması ile istidlal ederler. Buna da: (len) edatı nefy-i müebbed için değil nefy-i müekked içindir. Binaenaleyh âhirette mü'minlerin Allah'ı görmeyeceğini ifâde etmez» diye cevap verilmiştir. Hazretlerini dünyada uyanıkken görme meselesine gelince: Ulemânın bazıları bunun mümkün olduğuna bazıları da mümkün olmadığına kail olmuşlardır. Mümkündür diyenler Mi'raç gecesi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Allah'ı gördüğüne delâlet eden hadislerle istidlal ettikleri gibi imkânsız görenler de yine aynı gece Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Rabbinİ görmediğine delâlet eden hadislerle ihticac ederler. teâlâ'yı rü'yada görmek caizdir. Nitekim selef-i Salih-inden bir çoklarının gördüğü nakledilmiştir. Bundan dolayıdır ki; ehli sünnetin büyük ulemâsından biri olan Âmidî «El Ahkâm» nâm eserinde: «Hak ve hakikat şudur ki rü'yada Allah'ı görmek caizdir buna hiç bir mâni yoktur...» demiştir. Acaba Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) göklere çıktığı gece Rabbi'ni görmüş ve onunla konuşmuş mudur? Şimdi de ulemânın bu bâbtaki sözlerini görelim: İyâz şöyle diyor: Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in İsrâ gecesi Rabbini görüp görmediği hususunda selef ve halef ulemâsı ihtilâf etmişlerdir. Bu hadiste görüldüğü vecihle Hazret-i Âişe (radıyallahu anhâ) bunu inkâr etmiştir. Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) ile bir cemaatında inkâr ettikleri rivâyet edildiği gibi meşhur kavle göre İbn Mes'ut (radıyallahü anh)'ın mezhebi de budur. Hadis ve kelâm ulemâsından bir cemaat da buna kail olmuşlardır. İbn Abbâs (radıyallahu anhüma)’dan rivâyet edildiğine göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Rabbini gözü ile görmüştür. Ayni kavil Ebû Zerr ve Kâ'b (radiyallahu anhüma) ile Hasan-ı Basri (rahimehüllah)’den de rivâyet olunur. Hatta Hasani Basri bunun üzerine yemin edermiş. İbni Mes'ut ve Ebû Hüreyre (radiyallahu anhüma) ile Ahmet b. Hanbel'in dahi buna kail oldukları rivâyet edilir Ebû’l-Hasen ile onun eshabından bir cemaat dahi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Rabbini gördüğüne kaildirler. Üstadlarımızdan bazıları bu hususta tevakkuf etmiş ve: dair açık delil yoksada görülmesi caizdir» demişlerdir. Dünyada Allahü teâlâ'yı görmek caizdir. Mûsa (aleyhisselâm)'ın Allah'ı görmek istemesi onun görülebileceğine delildir. Çünkü bir Peygamber Rabbi hakkında caiz yahut imkânsız olan şeyleri bilmez olamaz ulemâ Mûsa (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Rabbini görüp gör-. mediği hususunda ve keza âyetin muktazasında ihtilâf etmişlerdir. Kâdı Ebû Bekr'in cevabı, görmüş olmasını iktiza eder. Peygamberimiz Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in İsrâ gecesi Rab-biyle vasıtasız konuşup konuşmadığı hususunda dahi ihtilâf etmişlerdir. İmâm Ebû'l Hasen El-Eşarî ile kelâm ulemâsından bir cemaata göre konumuştur. Bazıları bu kavli Ca'fer b. Muhammed ile İbn Mes'ut ve İbn Abbâs (radiyallahu anhüma)'ya nisbet ederler. Keza Teâlâ Hazretlerinin: yaklaştı da sarktı.» âyet-i kerimesi hakkında ihtilâf olunmuştur. Ekseriyete göre; bu yaklaşma ve sarkma Cibrîl ile Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) arasında müştereken olmuştur. Yahut yalnız biri diğerine ve Sidre-i Müntehaya yaklaşmıştır. İbn Abbâs (radiyallahu anhüma) ile Hasan-ı Basri, Muhammed b. Kâ'b, Ca'fer b. Muhammed ve başkaları yaklaş, manın Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den Rabbine yahut Rabbinden ona vaki olduğunu söylemişlerdir. Bu kavle göre yaklaşma ve sarkma mutat şekilde değil te'vil suretiyledir. Hatta Ca'fer b. Muhammed'in dediği gibi Allahın yaklaşmasının bir haddî yoktur. Kullarınkinin ise haddi hududu vardır. Binaenaleyh Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Rabbi Teâlâ'ya yaklaşmasının mânası Allah indindeki büyük mevkiinin zuhuru ve marifet nurlarının üzerinde parlaması gaibe ve meleküt âleminin sırrına başka hiç bir kimsenin muttali ola-mıyacağı bir surette muttali' olmasıdır. Allah'in Resûlü'ne yaklaşmasından murâd ta bütün bunları ve Resûlü'ne olan fadl-u ihsanını göstermesidir. Bu takdirde: yay arası kadar veya daha yakın oldu.» âyet-i kerimesinin mânası Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)’e nispetle mahallin letafeti ile marifetin izahından ve arz-ı hakikattân; Allah'a nispetle ise gösterilen rağbete icabet ve peygamberin mevkiini göstermekten ibaret olur. (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Rabbi Teâlâ'dan hikâye ettiği: kim bana bir karış yaklaşırsa, ben ona bir arşın yaklaşırım...» yapılan te'vil burada da yapılır.» Kâdı'nin sözü burada bitti, Şafiîlerden Ebû Abdillah Muhammed b. İsmail «Et-Tahrir» namındaki Müslim şerhinde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Rabbini gördüğünü ihtiyar etmiş ve şöyle deditir: Bu meselede deliller çoksada biz ancak en kuvvetlisini alıyoruz. O da İbn Abbâs (radıyallahü anhüma)'nın şu sözüdür. Halilullah olmasına, Mûsa'nın Allah ile konuşmasına ve Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Allah'ı görmesine siz şaşıyor musunuz?» rivâyet ulunur ki İbn Abbâs (radıyallahü anh)'ya: (sallallahü aleyhi ve sellem) Rabbini gördü mü?» sorulmuşta: evet cevabını vermiş. Zararsız bir isnadla şu'be'nin Katâde'den, onunda Enes (radıyallahü anh)'âan rivâyet ettiği bir hadiste Enes: (sallallahü aleyhi ve sellem) Rabbini görmüştür» demiş. Hasan-ı Basri: «Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) Rabbini görmüştür» diye yemin edermiş. Bu bâbta asıl olan bu ümmetin Âlimi, ve müşkilât Bâbında merci-i İbn Abbâs’ın hadisidir. Kendisine İbn Ömer (radıyallahu anhüm) bu meselede müracaat ederek mektup yazmış ve: «Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) Rabbini gördü mü?» diye sormuş. O da gördüğünü haber vermiştir. Hazret-i Âişe (radıyallahu anhâ) hadisi bu hadise dokunmaz. Çünkü Âişe «Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i ben Rabbimi görmedim derken işittim» şeklinde haber vermiştir. O bu sözü ancak Teâlâ Hazretlerinin: hiç bir insan için ya vahiy, ya hicap arkasından, yahut da kendisine bir resul göndererek onun izniyle dilediğini bildirmesi şekillerinden başka konuşmasına imkân yoktur. Çünkü Allah pek yüksek ve pek hakimdir." Şûra sûresi, âyet: 51. Âyet-i kerimesi ile: gözler ihata edemez ama, o gözleri ihata eder.» âyetini te'vil ederek söylemiştir. şudurki: Sahabi bir söz söylerde başkaları ona muhalefet ederse o şahabının sözü hüccet olmaz. Madem ki İbn Abbâs'tan rü'ye-tullahi ispat Bâbında gelen rivâyetler sahihtir o halde onları sabit olarak kabul etmek icap eder. Çünkü bu rivâyetler akılla anlaşılan zanla kabul edilen rivâyetlerden değildir. Bunlar ancak Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den işitmekle alınırlar. İbn Abbâs Hazretlerinin bu meselede zan ve içtihadı ile konuştuğuna hiç bir kimse kani' değildir. Birde Ma'mer b. Raşit, Âişe ile İbn Abbâs (radıyallahu anhüm) arasındaki ihtilâf zikredildiği zaman: «Bizce Âişe, İbn Abbâs'tan daha âlim değildir» demiştir. Suda varki İbn Abbâs bir şey'i ispat: başkaları aynı şeyi nefiyetmiştir. Nefiyle ispat bu suretle tearuz edince ispat tarafı tercih olunur.» «El Müstedrek» inde İbn Abbâs (radıyallahü anh)'dan rivâyet ettiği bir hadiste Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): Rabbim azze ve celle'yi gördüm.» buyurmuştur. hadise bakarak bazıları Şöyle dedilerdir: asıl olan mecaz değil hakikattir.» Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e hâs olmak üzere Teâlâ Hazretleri dünyada kendisine görünmek sureti ile bir ikramda bulunmasına hiç bir mâni yoktur. Nitekim Mûsa (aleyhisselâm)'ada konuşmak sureti ile ikramda bulunmuştu. Bazı Ehl-i tahkika göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Allah-ı Zülcelâl ile münacaatta bulunduğu halde ona (kelimûllah) denmeyip bu ismin Mûsa (aleyhisselâm)'a verilmesinin sırrı Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in konuşmadan başka birde Allah'ı görmüş olmasıdır. Mûsa (aleyhisselâm) yalnız konuşmuştur. Görnıekse yalnız hicap arkasından konuşmaktan daha şereflidir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunların ikisinede yani kendisine hâss olmak üzere hem konuşmak hem görmek şerefine nail olmuştur. ekseri ulemânın tercihine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) İsra gecesi Rabbini görmüştür. Âişe (radıyallahu anhâ) Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den bir hadis rivâyet ederek onun Rabbini görmediğini ispat etmemiştir. Eğer böyle bir hadis olsaydı onu mutlaka söylerdi. Bu bâbta söyledikleri kendi içtiadından ibarettir. Görülüyor ki Âişe (radıyallahü anhâ) validemiz. Mesruk'a üç şey söylemiş bunların Allah’a karşı büyük iftira olduğuna âyetlerle istidlal etmişlerdir. Şöyleki: İsrâ gecesi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Rabbini gördüğünü iddia etmeyi iftira saymış ve buna iki âyetle yani: (Allah'ı) gözler ihata edemez amma, o gözleri ihata eder." Sûre-i En'am, âyet: 103. bir insan için imkân yoktur ki, Allah onunla ya vahîy ile, ya perde arkasından, yahut da kendisine bir Resul göndererek onun izniyle, onun dilediğini vahy buyurması şekillerinden başka bir surette konuşmuş olsun..." Sûre-i Şûra, âyet: 51 âyetleri ile istidlal etmiştir. Fakat ulemâ bu istidlale cevap vermiş ve: mânası bir şey'i ihatalı surette bilmektir. Allahü teâlâ'yi bu şekilde bilmeye imkân yoktur. Âyetin nassı da budur. Bir delilde ihata edemez tabirinin kullanılması onu îhatasiz olaxak görmeye mâni değildir.» demişlerdir. Daha başka cevap verenlerde olmuştur, İkinci âyetle istidlaline ise üç vecihle cevap verilmiştir. Görmek konuşmayı icap etmez konuşmadan fa'örmek te caizdir. Bu âyet yukarıda geçen delillerle tahsis edilmiştir. Vahiyden murâd bazılarına göre vasıtasız konuşmadır. Lâkin Cumhûr-u ulemâya göre buradaki vahiyden murâd ilham ve rüyada görmektir. Bunların ikisinede vahiy denilir. arkasından murâd; Vahidî ile diğer müfessirlere göre görünmeden konuşmaktır, Teâlâ Hazretleri ile konuşan peygamberler onu görmeden kelâmını işitirler. Yoksa maksat arada bir perde bulunupta bir yeri diğerinden ayırmak değildir. Teâlâ Hazretlerini görmemek hicap arkasından konuşmak gibidir. Bu kavlinde Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ)'ya İbn Abbâs (radıyallahü anh) muhalefet etmiştir. Tirmizî'nin İbn Abbâs'tan tahriç ettiği "bir rivâyette: Abbâs: «Muhammed Rabbirn görmüştür» dedi. Ben kendisine: Allah (Onu gözler ihata edemez) buyurmuyur mu? dedim, Abbâs: Yazık sana bu mesele Allah kendi nuru ile tecelli ettiği zaman vâkî olmuştur. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Rabbi-ni iki defa gördü» demiştir. Ebû Hüzeyme'nin kuvvetli bir isnadla Enes (radıyallahü anh)’den rivâyet ettiği bir hadistede Enes: «Muhammed Rabbini görmüştür demiştir.» İbn Abbâs (radıyallahü anh) dan hadis rivâyet eden Kâ'bu'l-Ahbar, Zührî, Mâ'mer ve diğer bir çok zevat ile İmâm-ı Eş'ari'nin ve ona tabi olan bir çok ulemânın kavilleri de budur. Urvetü'bnü'z-Zübeyr (radıyallahü anh)’in yanında Hazret-i Âişe'nin bu meseleyi inkâr ettiği söylendiği zaman gadaba gelirmiş. beyanına göre bazıları Hazret-i Âişe ile İbn Abbâs (radıyallahü anhûma)'nın kavillerini şöyle tevil etmişlerdir. Hazret-i Aişe'nin «görmedi» demesi, gözlerin tahammül edemediği nuru ile görmedi demektir. İbn Abbâs'ın «gördü» demesi ise, Allahi, göz kamaştırmayan nuru ile gördü manasınadır. Bu babta İbn Abbâs (radıyallahü anh) dan iki rivâyet vardır. Bunların birine göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Rabbini gözü ile diğerine göre kalbi ile görmüştür. Herkim Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Kur'ân-ı Kerîm'den bir şey gizlediğine kail olursa Resûlüllaha en büyük iftirayı atmış olur. Âişe (radıyallahu anhâ) buna: Peygamber! Rabbinden sana indirilen şeyleri tebliğ et. Şayet bunu yapmazsan Rabbinin risaletini tebliğ etmiş olmazsın." Sûre-i Mâide, âyet: 67 âyet-i kerimesi ile istidlal etmiştir. Her kim yarın ne olacağını bildiğini iddia ederse Allah'a karşı büyük iftirada bulunmuştur bunada: ki: göklerde ve yerde bulunanlar gaibi bilmezler, onu ancak Allah bilir," Sûre-i Neml, âyet: 65 âyeti ile istidlal etmiştir. olsun ki onu bir başka inişte daha görmüştü." Sûre-i Necm, âyet: 13. âyetini Hazret-i Âişe (radıyallahu anhâ), Peygamber Cibrîl'i gördü, diye tefsir etmişti ki ekser-i ulemânın kavlide budur. Çünkü Kur'ân-ı Kerîm’de görme hadisesinin sidre-i münteha yanında olduğu beyan Duyurulmuş birde görmenin başka bir iniş esnasında vuku bulduğu haber verilmiştir. Allahü teâlâ'yı mekânla inişle vasfetmeye imkân yoktur. Binaenaleyh Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Cibrîl'i görmüş demek olur. Filvaki Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) biri Ufk-i â'lâda değire de semâda Sidretü'l-Münteha yanında olmak üzere, Cibrîl (Aleyhîsselâm)'ı kendi sureti ile iki defa görmüştür. Âişe (radıyallahu anhâ)’nın ise; ayni hadiseyi ispatı şu suretle hallolunur. Hazret-i Âişe'nin görmedi demesi, gözü ile görmedi mânasına, İbn Abbâs'in gördü demeside kalbi ile gördü mânasına alınır bu suretle iki hadisin arası bulunmuş olur. Nitekim Müslim'in, Ebû Bekir b. Ebî Şeybe den rivâyet ettiği 284 numaralı hadisde İbn Abbâs (sallallahü aleyhi ve sellem), Allah'ı kalbi ile gördü» demiştir. Kurtubî: Bu mesele hakkında bir şey söylemeyip tevakkuf halinde kalmayı tercih etmiş ve bu kavli muhakkıkin-i ülemâdan bir cemaata nispet eylemiştir. Kurtubî; bu bâbta kat'i bir delil bulunmadığını her iki tarafın, te'vîlî kabil bir birine zıt delillerin zahirleri ile istidlal ettiğini söylemekte ve: mesele amele dair meselelerden değildir ki; zanni delillerle ispat edilebilsin. Mesele itikada dairdir. Binaenaleyh kafi delil ister» demektedir. Âişe (radıyallahü anha), Mesruk'a karşı âyetlerle istidlal ederken «Allah buyuruyor» tabirini kullanmıştır. Bu tabiri Tabiı'-nin meşhurlarından olan Mutarrif b. Abdillâh b. Şihhîr doğru bulmamış ve: buyuruyor demeyin lâkin Allah buyurdu deyin» tavsiyesinde bulunmuştur. Fakat Sahabe, Tabiîn ve onlardan sonra gelen büyük İmâmlar Mutarrif'in beğenmediği bu tabiri kullana gelmişlerdir. Binaenaleyh sahih ve muhtar olan Allahü teâlâ hakkında; «Buyuruyor, buyurdu» tabirlerinin ikisinin de caiz olmasıdır. Nitekim: «Allah buyuruyor» tabiri Kur'ân-ı Kerîm'de de vardır, (radıyallahü anha) Sûre-i Şûra âyetinin başındaki (vav)ı terk etmişsede maksadı tilâvet değil istidlal olduğu için bunda beis görülmemiştir. Bir çok hadislerde bunun emsali görülmektedir. İbn Nümeyr'den rivâyet ettiği 289 numaralı hadiste Mesruk, Âişe (radıyallahü anha)'ya: «Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) Rabbini gördü mü?» diye sormuş. Hazret-i Âişe (radıyallahü anha) buna vallahi senin söylediğinden tüylerim ürperdi.» Cevabını vermiştir. Sübhanallah'dan murad; hakikatda Allahü zü-l' Celâli her türlü noksanlıklardan tenzih isede bu kelimeyi Arablar taaccüb — şaşma makamında kullanılar Hazret-i Âişe (radıyallahü anha) bu suale şaşmış ve «sübhanallah» sözüyle: «Nasıl oluyor da böyle bir meseleyi sen bilmiyorsun» demek isiemiştir. Mezkûr kelime Arapçada bir çok yerlerde taaccüp mânasında kullanılmıştır. Araplar bazen taaccüp makamında «lâilâhe illallah» derler. İbn Nümeyr'den rivâyet ettiği 290 numaralı hadiste Âişe (radıyallahü anha) Necm Sûresinin: yaklaştı da sarktı.» âyetini Cibrîl (sallallahü aleyhi ve sellem)’e yaklaştı diye tefsir etmekte ve Cibrîl'in her zaman insan suretinde gelirken o defasında kendi sureti ile geldiğini söylemektedir. Bu hususta İmâm-ı- Vahidi şunları söylüyor: mânası yukarıdan aşağı doğru uzanmaktır. Esas itibarı ile kelimenin mânası bu isede; sonra yukarıya doğru yaklaşmak mânasında kullanılmıştır.» Bazıları âyet-i kerimede takdim ve tehir bulunduğunu söylemişlerdir. Asıl mâna sonra sarktıda yaklaştı demektir. Çünkü sarkmak yaklaşmaya sebebtir. İbn'l-Â'rabi: «Tedelli yükseldikten sonra yaklaşmadır» demiştir. Kelbî'ye göre âyetin mânası-«Cibrîl (aleyhisselâm), Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e yaklaştı» demektir. Hasan-ı Basri ile Katade: «Cibrîl yerden yüksek ufka çıkarak doğrulduktan sonra yaklaştı ve Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanına indi» demişlerdir. diyor ki: «Allahü teâlâ kullarına kendi dilleri ile anlayacakları şekilde hitab etmiştir: yay arası kadar veya daha yakın oldu.» âyetinin mânası sizin takdirinizle iki yay arası kadar yahut daha yakın oldu demektir. Yoksa Teâlâ Hazretleri eşyanın hakikatlerini seksiz şüphesiz bilir. Lâkin bize bizim âdetimize göre hitab etmiştir. Âyetten murâd: «Cibrîl (aleyhisselâm) o muazzam hilkati ile ve bunca cüzleri ile Peygamber'e işte bu derece yaklaştı demektir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Allah Azze Ve Cellenin: «yemin Olsun Ki, Onu Bir Başka İnişte De Gördü» Âyet-i Kerimesinin Manası Ve Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Sellem’in İsra Gecesi Rabbini Görüp Görmediği Bâbı
461-) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivâyet etti. ki): Bize Vekî', Yezid b. İbrahim' den, o da Katade'den, o da Abdullah b. Şaki' ten, o da Ebû Zerr'den naklen rivâyet etti. Ebû Zerr: Şöyle dedi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e: Rabbini gördün mü? diye sordum. «O bir nur, onu nasıl göreyim!» buyurdu.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Peygamber Aleyhiseelamin: «o Bir Nur Onu Nasıl Göreyim!... Kavli İle Bir Nur Gördüm» Hadisi Hakkında Bir Bab
462-) Bize Muhammed b. Beşşar rivâyet etti. ki): Bize Muâz b. Hişam rivâyet etti. ki): Bize babam rivâyet etti. H. Haccac b. eş-Şair de rivâyet etti. ki): Bize-Aftan b. Müslim rivâyet etti. ki): Bize Hemmam rivâyet etti. Bunların ikiside Katade'den, o da Abdullah b. Şakîk'ten naklen rivâyet etmişlerdir. Abdullah ki: Ebû Zerr'e: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i görsem ona soracaktım dedim. Ona ne soracaktın? dedi. Rabbini gördün mü? diye soracaktım dedim. Ebû Zerr: Ben sordum: «Bir nur gördüm» buyurdu dedi:

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Peygamber Aleyhiseelamin: «o Bir Nur Onu Nasıl Göreyim!... Kavli İle Bir Nur Gördüm» Hadisi Hakkında Bir Bab
463-) Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeybe ile Ebû Küreyb rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Ebû Muâviye rivâyet etti. ki): Bize A'meş Amr b. Murra'dan, o da Ebû Ubeyde' den, o da Ebû Mûsa'dan naklen rivâyet etti. Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) aramızda ayağa kalktı ve şu beş cümleyi söyledi: ki; Allah azze ve celle uymaz, zaten ona uyumak da yakışmaz. Tartıyı indirir ve kaldırır; gündüzün amelinden önce ona gecenin ameli, gecenin amelinden önce de gündüzün ameli arz olunur. Hicabı nurdur. (Ebû Bekr'in rivâyetinde nardır denilmiştir.) Eğer onu açmış olsa vechinin sübuhatı, basarının ihata ettiği bütün mahlukâtım yakardı. (Ebû Bekr'in A'meş'ten rivâyetinde haddesena lâfzı yoktur.)

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Peygamber Aleyhisselâmın «şüphesiz Allah Uyumaz» Ve «onun Hicabı Nurdur; Bu Hicabı Bir Açsa Vechinin Subuhatı, Basarının İhate Ettiği Bütün Mahlukatı Yakardı» Hadisleri Hakkında Bir Bab
464-) Bize İshâk b. İbrahim rivâyet etti. ki): Bize Cerir A'meş'ten bu isnadla haber verdi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) aramızda ayağa kalktı ve dört kelime söyledi...» demiş sonra Ebû Muâviye hadisi gibi rivâyette bulunmuş. Yalnız mahlûkatmı kelimesini zikretmemiş: hicabı nurdur.» demiş.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Peygamber Aleyhisselâmın «şüphesiz Allah Uyumaz» Ve «onun Hicabı Nurdur; Bu Hicabı Bir Açsa Vechinin Subuhatı, Basarının İhate Ettiği Bütün Mahlukatı Yakardı» Hadisleri Hakkında Bir Bab
465-) Bize Muhammed b. El Müsennâ ile İbn Beşşar rivâyet ettiler dediler ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivâyet etti dedi ki; Bana şu'be Amr b. Mürre'den, o da Ebî Ubeyde'den, o da Ebû Mûsa'dan naklen rivâyet etti ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) aramızda ayağa kalkarak (şu) dört kelime (yi) söylediler: ki Allah uyumaz. Ona uyumak da yakışmaz; tartıyı kaldırır ve kısar; ona gündüzün ameli geceleyin, gecenin ameli de gündüzün arz olunur.» ki birinci rivâyette Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «O bir Nur... Onu nasıl göreyim?» buyurmuş; ikinci rivâyette ise bir nur gördüğünü beyan etmişdir. Zahiren bu iki rivâyet birbirine muarız gibi görünüyorsa da hakikatde aralarında zıddiyet yoktur. Çünkü birinci rivâyetde ki; Nur az yukarıda beyan ettiğimiz veçhiyle gözlerin tahammül edemediği Kaahir Nur; ikincideki ise; gözün tahammüi edebileceği Nur manasınadır. göre; «Bir nur gördüm.» cümlesinden murad: Allah'ın hicabı nurdur. «O halde ben Rabbimi nasıj göreyim» demektir. Nitekim bundan sonraki babda bu mânâ sarahaten beyan buyurulmuştur. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in muradı: nurdan başka bir şey görmedim.» demektir. Çünkü nur âdeten bir şey görmeye mânidir. Onun için geceleyin koyu karanlıkta insanın gözüne şiddetli bir ziya tutulursa ziyanın arkasındakini göremez: nasıl göreyim» ibaresindeki zamir Maziri'ye göre; Allah'a aittir. Yani Allah'ı nasıl göreyim demektir. Maamafih nuru nasıl göreyim mânasına zamirin nura ait olmasıda muhtemeldir. İyâz (rahimehüllah) «Bu rivâyet bize gelmedi onu esas nüshaların hiç birindede görmedim. Allahü teâlâ'nın zatının nur olması imkânsızdır. Çünkü nur, cisim kabilindendir. Allahü teâlâ ise bundan münezzehtir. Bütün ehli sünnet İmâmlarının mezhebi budur. Binaenaleyh: semâvât ve yerin nurudur.» âyet-i kerimesi ile hadislerde Allah’a nur itlâkının mânası onlardaki nurun sahibi ve Halikı demektir: «Bazıları göklerde ve yerde yaşıyanların hidayetcisidir», diğer bazıları «mü'min kullarının kalblerini nurlandırıcıdır» demişlerdir.» diyor, 293 numaralı hadiste Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) «Allah azze ve celle uyumaz, ona uyumak da yakışmaz.» buyurmuştur. Bunun mânası: «Teâlâ Hazretleri uyumaz onun hakkında uyku müstehildir.» demektir. Çünkü uyku dalgınlık ve aklın çalışmaması hâlidir. Uyuyan kimseden his dahi sâki't olur; Teâlâ Hazretleri ise öyle şeylerden münezzehtir. indirir ve kaldırır.» cümlesini İbn Kuteybe mizanı kısar ve kaldırır diye tefsir etmiştir. Çünkü adalet mizanla tahakkuk eder. Bu cümleden murâd Alla-ü Teâlâ'nın kullarının amellerini tartarken ve rızıklarım verirken mizanın kefelerini kaldırıp indirmesidir ki; bu da rızık takdirini mizanla tartmaya benzetmek sureti ile bir temsilden ibarettir. Bazıları hadisteki «kist» tabirinden murâd rızıktır. Her mahlûkun rızkına kist'denilir. Teâlâ Hazretleri bazı mahlûklarının rızkını çok bazısını da az verir. İşte hadisdeki: indirir ve kaldırır.» tabirinden murâd ta budur, demişlerdir. amelinden önce, ona gecenin ameli, gecenin amelinden Önce de gündüzün ameli arz olunur.» Bu cümleden murâd her günün ameli o günün sonurîda, her gecenin amelide o gecenin sonunda Allah'a arz olunur. Demektir. Çünkü hafaza melekleri amelleri günü gününe yazarak bittiği anda Allah'a arz ederler. Örtmek ve men etmek mânasına gelir hicabın hakikati ancak mahdut olan cisimlerde tasavvur olunabilir. Teâlâ Hazretleri cisimden, had ve huduttan münezzehtir. Binaenaleyh burada murâd onu görmeye mâni olan şeydir. Bu mâniye nûr veya nâr denilmesi âdeten nur ile ateşin şuaları görmeye mâni olduğundandır. vechinden murâd zatı olduğu gibi basarının ihata ettiği ifadesiylede bütün mahlûkatı kastedilmiştir. Çünkü Teâlâ Hazretlerinin basarı bütün kainatı ihata eder. onu açmış olsa vechinin subuhatı basarının ihata ettiği bütün mahlûkatını yakardı.» cümlesinden murâd Allah nur ve Celâlini bir açsa o nur bütün mahlûkatı yakardı demektir. Bu manada hadis lügat ulemâsının hepsi müttefiktir. Sübühat sübha'nın cem'idir ki nûr celâl ve beha manasınadır.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Peygamber Aleyhisselâmın «şüphesiz Allah Uyumaz» Ve «onun Hicabı Nurdur; Bu Hicabı Bir Açsa Vechinin Subuhatı, Basarının İhate Ettiği Bütün Mahlukatı Yakardı» Hadisleri Hakkında Bir Bab
466-) Bize Nasr b. Ali El-Cehdamî ile Ebû Gassan el-Mismâi ve İshak b. İbrahim toptan Abdulaziz b. Abdissamed'ten rivâyet ettiler. Lâfız Ebû Gassan'indır. Dedi ki bize Ebû Abdissamet rivâyet etti. ki): Bize Ebû İmran el-Cevnî, Ebû Bekr b. Abdillah b. Kays dan, o da babasından, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen rivâyet etti. Şöyle buyurmuşlar: cennet vardır ki; bunlar, kapları ve içindeki şeyler gümüştendir. İki cennet de vardır ki, onlar, kapları ve içindeki şeyler gümüştendir. İki cennet de vardır ki, onlar kapları ve içindeki şeyler altındandır. Adn cennetinde cennetliklerle Rablerinİ görmeleri arasında Allah'ın vechindeki kibriya ridasından başka hiç bir şey bulunmayacaktır.»

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Müminlerin Âhirette Rabları Sübhanehu Ve Teâlâyı Göreceklerini İspat Bâbı
467-) Bize Ubeydullah b. Ömer b. Meysere rivâyet etti. Dedi ki; Bana Abdurrahman b. Mehdi rivâyet etti. ki): Bize Hammad b. Seleme, Sabit el-Bunanî'den, o da Abdurrahman b. Ebi Leylâ'da» o da Suheyb'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen rivâyet etti. Şöyle buyurmuşlar: cennete girdiği zaman Allah Tebareke ve Teâlâ hazretleri: Size daha ziyade bir şey vermemi ister misiniz? diyecek, onlar da; sen bizim yüzlerimizi ağırtmadın mı? Bizi cennete koyarak cehennemden kurtarmadın mı? (Bize o yeter) diyecekler. Bunun üzerine Teâlâ hazretleri hicabı kaldıracak, artık onlara Rableri (GG) hazretlerine bakmaktan daha makbul bir şey verilmiş olmayacaktır.»

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Müminlerin Âhirette Rabları Sübhanehu Ve Teâlâyı Göreceklerini İspat Bâbı
468-) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivâyet etti. ki): Bize yezid b. Harun, Hammad b. Selemeden bu isnadla rivâyet etti, o şunu da ziyade eyledi: Sonra şu âyeti okudu: amelde bulunanlara husnâ, bir de ziyade vardır." Sûre-i Yunus, âyet: 26. Nasr b. Ali'den rivâyet ettiği 296 numaralı hadisi Buhari «Kitabu't fefsir» de tahriç etmiştir. Şerif bütün tarikleriyle mü'minlerin cennette Teâlâ Hazretlerini göreceklerine delâlet etmektedir. Geçen bâblardada izah ettiğimiz gibi Allahü teâlâ'yi görmek bütün ehl-i sünnet İmâmlarına göre aklen caizdir. Mü'minlerin cennette onu göreceklerine dair icma-i ümmet vardır. Vakıa ehl-i bid'attan Mu'tezile ile Hariciler ve Mürcie taifesinin bazıları Allahü teâlâ'yi mahlûkâtından hiç biri göremez onu görmek aklen imkânsızdır, demişlerse de bu kavil hem sarih bir hata, hemde kabih bir cehildir. Zaten İcma-i ümmetten sonra ortaya atılmış bir bid'attır. Âhirette mü'minlerin Allah'ı göreceği, kitap, sünnet ve icma-ı ümmetle sabittir. Eshab-ı kirâm ile onlardan sonra gelen selef-i sa-lihin bu hususta icma' etmişlerdir. Ehl-i bid'atın esassız iddialarına ehl-i sünnet ulemâsının verdiği cevaplar meşhurdur, bunlar kelâm kitaplarında görülebilir. Yine geçen bâblarda görmüştük ki; dünya gözü ile Teâlâ Hazretlerini görmenin mümkün olup olmadığı ehl-i sünnet ulemâsı arasında ihtilaflıdır. Mümkündür diyenler olduğu gibi; değildir diyenlerde olmuştur. Hatta Selef ve halefin kelâm ulemâsına göre; Teâlâ Hazretleri dünya gözü ile görülemez. İmâm-ı Kuşeyri meşhur Risalesinde İmâm Ebû'l-Hasen el-Eşarî'den iki kavil rivâyet eder. Onların birine göre Teâlâ Hazretlerini dünyada görmek caiz diğerine göre caiz değildir. Nasr b. Alî hadisi müteşabihattandır. Yani, mânasını bu dünyada anlamak imkânsızdır. Çünkü Hadis-i Şerifte geçen ridâ ve kibriya lâfızları bizim, bildiğimiz örtü, âbâ, azamet ve büyüklenme mânalarına değildir. «A'zamet ve kibriya elbise cinsinden değildir. Bunlar mecazdır. Münasebet şudur ki; abâ ile gömlek nasıl insana mahsus ve bu bâbta ona müşarik yoksa azamet, kibriya da Teâlâ Hazretlerine mahsustur. Bu hususta ona ortak olan yoktur.» diyor. âyet ve hadisler hakkında söz etmekten çekinen selef-i sa-Hhin: te'vilini ancak Allah' bilir» deyip geçerler te'vil eden ulemâ ise; buradaki veehden murâd Allah’ın zâtından, ridâ da azametinden kinayedir derler.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Müminlerin Âhirette Rabları Sübhanehu Ve Teâlâyı Göreceklerini İspat Bâbı
469-) Bana Zuheyr b. Harp rivâyet etti. ki): Bize Yakup b. İbrahim rivâyet etti. ki): Bize babam İbn Şihap'tan, o da Ata' b. Yezid el-Leysi’den naklen rivâyet etti, önada Ebû Hüreyre haber vermiş ki; bir takım insanlar Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e: Resûlüllah: Biz kıyâmet gününde Rabbimizi görecek miyiz? demişler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuşlar; Tâm halindeki gecede siz ayı görme hususunda itişip kakışarak birbirinize zahmet verir misiniz?» Ashap: «Hayır ya Resûlüllah!» demişler. «Yo siz güneşin uğrunda hiç bir bulut yokken onu görme hususunda birbirinize zahmet verir misiniz?» «Hayır Ya Resûlüllah!» «O halde siz onu, işte böyle'göreceksiniz. Kıyâmet gününde Allah insanları toplayarak: Her kim (dünyada) neye İbadet ediyordu ise; onun ardına düşsün diyecek, bunun üzerine (dünyada iken) güneşe tapan güneşin, aya tapan ayın ardına takılacak, putlara tapanlar da onların peşine takılacaklar, (ortada) İçlerinde münafıkları da olduğu halde (yalnız) bu ümmet kalacak, derken Allah Tebareke ve Teâlâ onlara evvelce tanıdıklarından başka bir suretle tecelli edecek ve: Ben sizin Rabbinizim, diyecek. Onlar (Allah'ı tanıyamadıkları için): «Biz senden Allah'a sığınırız! Rabbimiz bize gelinceye kadar bizim yerimiz burasıdır. Rabbimiz geldiği zaman biz onu tanırız» diyecekler. Bunun üzerine Allah teâlâ hazretleri (karşılarında) onların tanıdıkları sureti ile tecelli edecek ve: «Ben sizin Rabbinizim» buyuracak. Onlar da: bizim Rabbimiz sensin» diyerek ona tabi olacaklar. Cehennemin üzerine sırat (köprüsü) kurulacak; ondan ilk geçen ben ve ümmetim olacak. O gün peygamberlerden başka konuşan bulunmayacak. O gün pey gamberlerin duası da «Allah'ım, selâmet ver!., selâmet» demek olacak. Cehennemde sa'dan dikeni gibi mahmuzlar olacak, siz sa'dan dikenini hiç gördünüz mü?» buyurmuş. Ashab; «Evet ya Resûlüllah!» demişler. «İşte o mahmuzlar sa'dan dikenleri gibi olacak. Şu kadar var ki; onların büyüklüğünün miktarını Allah'tan başka bilen olmayacak. Bu mahmuzlar (kötü) amellerinden dolayı insanları kapacaklar. İnsanların kimi mü'min olduğu için amelî sayesinde (kurtulup) kalacak, kimi de kurtarı-lıncaya kadar ceza görecek, ia ki Allah kulları arasında (vereceği) hükmü bitirip rahmetinden dolayı cehennemliklerden dilediğini oradan çıkarmak murad edince; meleklere (dünyada) Allah'a şirk koşmayan cehennemlikleri, Allah'ın kendilerine rahmet buyurmak dilediklerini Allah'tan başka Allah yoktur diyenleri çıkarmalarını emredecek; Melekler, bunları cehennemde tanıyacaklar, onları secde eserinden bilecekler (çünkü) ateş âdem-oğlunu yiyip bitirecek, (yenmedik) yalnız secde yeri kalacak, secde yerini yemeyi Allah cehenneme haram kılmıştır. Bu suretle (mezkûr kimseler cayır cayır yanmış bir vaziyette cehennemden çıkarılarak üzerlerine hayat suyu dökülecek ve selin getirdiği milli toprakta yabani ot tohumu nasıl bİ-terse, onlar da öyle bitecekler. Sonra Teâlâ hazretleri kulları arasında vereceği hükmü bitirecek, ortada yüzünü cehenneme doğru dönmüş (yalnız) bir kişi kalacak, bu zat ehli cennetin cennete en son gireceği olacak ve: «Yarab! Benim yüzümü cehennemden çevir, çünkü onu,n kokusu beni zehirleyip berbat ediyor, alevi de beni yakıp kavuruyor, diye Allah'ın dilediği kadar dua edecek, sonra Allah Tebareke ve Teâlâ (ona): Bunu yaparsam acaba başkasını da ister misin?» diyecek, o da: «Hayır, senden bundan başka bir şey istemem» cevabını verecek ve Rabbine Allah'ın dilediği kadar ahd-u peymanlar verecek bunun üzerine Allah onun yüzünü cehennemden çevirecek. Bu zat cennete doğru dönüp de onu görünce, Allah'ın dilediği kadar susacak. Sonra: «Ey Rabbını! Beni cennetin kapısına bari götür diyecek. Teâlâ hazretleri ona: «Sana verdiğimden başka bir şey istemiyeceğine ahd-ü peyman vermemiş miydin? Yazık sana âdemoğlu, ne de gaddarmışsın» diyecek. O zat yine: «Aman Yarabbi!» diye Allah'a dua edecek. Nihayet Teâlâ hazretleri ona: «Acaba bunu verirsem, başkasını da istemiyecek misin?» diye soracak. O da: «Hayır! İzzetine yemin ederim (ki) istemem» diyecek ve Rabbine Allah'ın dilediği kadar ahd-u misâklar verecek. Bunun üzerine Rabbi de onu cennetin kapısına götürecek. Cennet kapısına dikildiği zaman cennet ona açılarak içindeki hayır ve (badi-i) surûr şeyleri görecek ve (yine) Allah'ın dilediği miktar sükût edecek. Sonra: «Allah'ım, beni cennete koy!» diyecek. Allah Tebareke ve Teâlâ ona: «Hani sana verilenden başkasını İstemiyeceğine ahd-u misaklar vermemiş miydin? Yazık sana âdemoğlu, ne gaddar şeymişsin! diyecek. zat: «Aman Allah'ım! mahlûkatının en şakisi ben olmayayım?» diye (niyaz edecek). Allah'a dua ede ede nihayet Allah Tebareke ve Teâlâ hazretleri ona güle(r yüz muamelesi ede)cek. Allah ona gülü(mser muamelesi edi)nce (Bu sefer haydi) cennete gir diyecek. Cennete girdiği zaman ona: «Dile (benden ne dilersen) diyecek. Artık Rabbinden isteyebildiği kadar isteyecek ve dileyecek. Hatta Allah kendisine şunu da iste, şunu da diye (İstenecek şeyleri) hatırlatacak. Nihayet dilekler(in arkası) kesilince Allahü teâlâ «Bütün bunlar ve daha bir o kadarı da senindir» buyuracak.» b. Yezid ki: « Ebû Hüreyre bu hadisi rivâyet ederken Ebû Sa'id Hudri'de yanında oturuyor onun söylediklerinden hiç bir şeyi reddetmiyordu. Nihayet Ebû Hüreyre «Allahü teâlâ bu zata bunların bir mislide senindir buyuracak» deyince Ebû Sa'id: birlikte on mislinide, ya Eba Hüreyre» dedi. Ebû Hüreyre: ancak "bütün bunlar ve bir o kadarıda senindir" buyurduğunu belledim» dedi. Ebû Sa'id: ederimki ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in; bunlar ve bunların on misli de senin.» buyurduğunu belledim dedi. Hüreyre: «İşte bu zat cennetliklerin cennete en son girenidir.» demiştir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Kıyâmet Gününde Rabbi Görmenin Yolunu Bilme Bâbı
470-) Bize Abdullah b. Abdirrahman ed-Dârimî rivâyet etti. ki): Bize Ebû'l-Yemân haber verdi. ki): Bize Şuayb, Zührî'den naklen haber verdi Dedi ki; bana Sa'id b. el-Müseyyeb ile Âtâ' b. Yezid el-Leysî haber verdiler onlarada Ebû Hüreyre haber vermiş ki insanlar Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e: «Ya Resulallâh! Biz kıyâmet gününde rabbimizi görecekmiyiz...» demişler. Ve hadisi (Yakub'un babası) İbrahim b. Sa'd hadisi mânasında rivâyet etmiştir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Kıyâmet Gününde Rabbi Görmenin Yolunu Bilme Bâbı
471-) Bize Muhammed b. Rafi'de rivâyet etti. ki): Bize Abdürrezak rivâyet etti. ki): bize Ma'mer, Henİmâm b. Münebbih'den naklen haver verdi. Hemmam: Ebû Hüreyre'nin Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'âcn bize rivâyet ettiği budur. Diyerek bir takını hadisler nakletmiş ezcümle şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): ki sizden birinizin cennette en aşağı makamı ona Allah'ın dile (ne dilersen) demesidir. O da dilediğini dileyecek. Sonra kendisine: Diledin mi? diyecek. Evet, cevabını verecek. Bunun üzerine ona: Dilediklerinin hepsi bir misli de (fazla olmak üzere) senindir. Diyecektir.» buyurmuşlar. hadisi Buhari «Kitabu’l-Ezân», «Kitabu't-Tevhid» ve «Kitabu'r-Rukaak» da biraz lâfız değişikliği ile rivâyet etmiştir. kelimesindeki (r) harfi şeddeli ve şeddesiz rivâyet edilmiştir. Başındaki muzâreat (t) si ise iki surette de mazmum okunmuştur. (r) harfi şeddeli okunduğuna göre kelimenin mânası: göreyim diye başkalarına zarar verir misiniz?» demektir. Şeddesiz okunursa: onu görmek için bir dayr yani zarar arız olur mu?» Mânasına gelir. Ayni kelime bazı rivâyetlerde şeklinde zaptedilmiş-tir. Bu kelimenin mim'ide şeddeli ve şeddesiz okunmuştur. Mim'i şeddeli okuyan kelimenin başındaki muzara'at (t) sini meftuh yani (tedaammû-ne) şeklinde okumuş mim'i şeddesiz rivâyet eden ise kelimeyi muzaraat harfinin zammesi ile (tudaamûne) şeklinde telaffuz etmiştir. Mim şeddeli okunursa kelime: «Ayı görebilmek için birbirinizle itişip kakışır mısınız?»; şeddesiz okunursa: «Onu görebilmek için size bir Daym yani meşakkat arız olur mu?» mânasına gelir. Bu iki kelimeyi daha başka şekillerde okuyanlarda olmuştur. Bu mânaların hepsi sahih ve aşağı yukarı bir birinin aynıdır. Hadis-i Şerifte seksiz şüphesiz bir surette' Allahü teâlâ'nın görüleceği dünyada ayın görülmesine benzetilmiştir. Kelimesi Tâgut'un cem'idir. Lügat ulemâsının cumhûruna göre tâgut Allah'tan başka tapılan şeylere denilir. İbn Abbâs (radıyallahü anh), Mukâtil, Kelbi ve diğer ulemâya göre tâgut şeytan demektir. Bazıları: «Tâguttan murâd putlardır» demişlerdir. Vahidi'nin beyanına göre; bu kelime hem müfred hem cem'i için kullanılır. kelimesi de böyledir. Tâgut (Tâğa) fiilinden müştakdır. Aslı va-vi olup vavı elife kalbedilmiştir. «Kıyâmet gününde» kaydı ile sormalarından anlaşılıyorki, dünyada iken Allahı görüp göremiyeceklerini sormamışlardır. Müslimin Ebû Ümâme'den tahriç ettiği bir hadiste: «Siz ölünceye kadar Rabbinizi göremeyeceksiniz.» buyurulmusdur. Âhiretde ise; Ehl-i Sünnete ve Cumhûra göre; görülecektir. Hâricilerle Mu'tezile ve Mûrcie taifesinden bazıları görülmeyeceğine kail olmuşlardır. Bunlar bir şeyin görülmesi için görenin karşısında olması, ziya bulunması uzaklık ve perde gibi bir mâni bulunmaması gibi aklî ve mesnedsiz bir takım şartlar koşarlar Halbuki, Ehl-i Sünnete göre görülecek şeyin vücudundan başka hiç bir şart yoktur. Görmek Allahın yarattığı bir idrâktir. münafıkları da olduğu halde (yalnız) bu ümmet kalacak.» hakkında ulemâ şunları söylemişlerdir: mü'minlerle kalması dünyada iken onların arasına karışarak gizlendikleri içindir. Âhirettede aynı şekilde haşır neşir edilecekler mü'minlerin arasına karışarak onların nuru içinde yürüyeceklerdir. Nihayet araya bir duvar çekilerek duvarın iç tarafı rahmet dış tarafı azap olacak münafıklar azap tarafında kalacak ve mü'minlerden aldıkları nur kendilerinden uçacaktır. Bazıları bunların Havz-ı kevserden kovulanlar olduğunu söylemişlerdir. Havz hadisinde beyân buyurulduğuna göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kıyâmette herkesten önce hav-zının başına geçecek ve gelenlere Havz-ı kevserden su takdim edecektir. Ümmeti cemaatlar halinde gelecekler fakat bazıları tam yaklaştıkları sırada Önlerine mâni konularak gelemiyeceklerdir. Resûlüllah Rabbi! Bunlar benim ümmetimdendir. Ne olur onlar da gelsin!» niyaz edecek kendisine cevaben: onların senden sonra ne bidatlar çıkardıklarını bilmezsin.» o zaman Fahri Kainat (sallallahü aleyhi ve sellem)'de: sonra benim yolumu değiştiren uzak olsun! Uzak olsun!» diyecektir. Şerifte Allahü teâlâ'nın mü'minlere evvelâ tanımadıkları bir surette tecelli edeceği onun için de mü'minler biz senden Allah'a sığınırız diyecekleri; sonra kendilerine mü'minlerin tanıdığı sıfatiyle tecelli edeceği onlarında: Rabbimiz sensin» diyerek Allah'a tabi' olacakları bildiriliyor. Teâlâ Hazretlerinin sıfatları hususundaki âyet ve hadisler hakkında ulemânın iki kavli vardır. Birinci kavle göre; bu sıfatlar hakkında söz edilemez. Onlara iman edip geçmek icap eder. Allah Zülcelâl'in azamet ve celâline lâyık olan sıfatlara ve onun şeriki nazîri ve misali olmadığına, mahlûkatınm sıfatları olan cisim, mekân ve intikal gibi şeylerden münezzeh bulunduğuna kafi surette itikad etmek gerekir. Selef-i Salihin ile Kelâm ulemâsından bir cemaatm mezhebi budur. Muhakkıkın-i ulemâdan bir çoklanda bunu ihtiyar etmişlerdir. Zaten en salim yol da budur. kavle göre: Allah'in sıfatları yerine göre lâyık olduğu şekilde te'vil olunur. Ancak bu te'vili gelişi güzel herkes değil Arap lisanını, o lisanın usul ve füruunu bilen mütehassıs ulemâ yapar. Kelâm-ulemâsından büyük bir kısmının mezhebi budur. Bu mezhebe göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in: onlara gelecek.» buyurması onlara görünecek tecelli edecek demektir. Çünkü âdete göre yanında olmayan bir kimseyi görmek ya onun gelmesi ya ona gitmek suretleri ile olur. Binaenaleyh burada da gelmek tabiri mecazen görünmek mânasında kullanılmıştır. Bazıları: «İtyan yani gelmek, Allah'in fiillerinden biridir» demişler bir takınılanda: « Allah'in mü'minlere gelmesinden murâd bazı meleklerinin gelmesidir.» Mütalâasında bulunmuşlardır. Kâdî İyâz: «Bence bu te'vil daha güzeldir...» demiştir. Ona göre Allah-ı Zülcelâl'in melek suretinde yani kendi sıfatlarına benzeyen mahlûkâtı şeklinde tecelli ederek mü'minleri imtihan etmesi de muhtemeldir. Bu imtihan mü'minlerin geçireceği son imtihandır. Burada Kirmanı acaip bir sual sormuş ayni suale yine kendisi acaip bir cevap vermiştir. Kirmani'nin sözü şudur. «Melek masum olduğu halde nasıl olurda mü'minlere ben sizin Rab-binizim der? Halbuki bu yalandır dersen bende derim ki melekin böyle küçük bir günahtan masum olduğunu biz teslim edemeyiz.» Aynî, bu sual ve cevaba karşı şunları söylemiştir. Bende derim, ki: O takdirde «sizin en büyük Allah'iniz benim» diyen firavunda ancak küçük bir günah işlemiş olurr Kirmanı şerhini böyle safsatalardan nezih bulundursa çok daha iyi ederdi. murâd sıfattır: onlara tanıdıkları sureti ile gelecek.» cümlesinin mânası mü'minlerin tanıdıkları sıfatı ile tecelli edecek demektir. Zira mü'minler onu sıfatı ile bilirler. Bundan dolayıdır ki; ilk defa tecelli ettiğinde bildikleri sıfatlarda olmadığı için onun Allah olduğunu inkâr edecek ikinci defa göründüğünde bildikleri sıfatla tecelli ettiği için: Rabbimiz sensin» diyeceklerdir. suret denilmesi ona benzediği içindir. Bir de suret kelimesi hadiste daha evvel zikredil'diği için tekrardan kaçınılmıştır. «Biz senden Allah'a sığınırız» sözünü Hattabi hasse-ten münafıklara hamletmişsede Kâdî İyâz bunu kabul etmemiş ve: «Bu sözün münafıklar tarafından söylenmiş olması doğru değildir. Sözünü münafıklara hamletmekle cümlenin mânası doğru çıkmıyor» demiştir ki «Doğrusuda budur! Hadisin lâfzı mü'minler hakkında zahirdir. Mü'minlerin Allah'a sığınması gördükleri sıfatın mahlûkat sıfatı olmasındandır.» diyor. Mü'minlerin Allah'ı tanıdıktan sonra ona tabi' olmalarından murâd cennete girmeleri için verdiği emri dinlemeleridir. Yahut kendilerini cennete götüren meleklere tâbi' olurlar. Şerifte: üzerine sırat köprüsü kurulacak» buyurulmakla sırat köprüsü ispat edilmiştir. Ehl-i Hakkın mezhebide budur. Selef-i salihin sıratın kurulacağına icma' etmişlerdir. "Cehennemin üzerine kurulacak olan bu köprünün üzerinden bütün insanlar geçecektir. Ancak mü'minler derecelerine göre geçmeye muvaffak olacak kâfirler, âsiler geçemiyerek cehenneme düşeceklerdir. Kelâm ulemâsının beyanına göre; sırat kıldan ince kılıçtan keskin bir köprüdür. Nitekim Ebû Sa'id-i Hudri (radıyallahü anh)’in rivâyetinde böyle olduğu tasrih buyurulmuştur. Sıratın üzerinde melekler bulunacak ve oradan geçenlere yedi yerde sualler soracaklardır. Birinci sual imana, ikincisi namaza, üçüncüsü zekata, dördüncüsü ramazan, beşincisi hac ve ömreye, altıncısı abdeste, yedincisi cünüblükten temizlenmeye aid olacaktır. gününde peygamberlerden başka kimsenin konuşmaması o günün şiddet ve dehşetindendir. Hatta bazı rivâyetlere göre; birden bire peygamberan-ı izam (salavatullahi aleyhim ecma'in) hazeratının bile dilleri tutulacak sonra konuşacaklardır. Maamafih Nevevî'nin beyanına göre burada konuşmamaktan murâd sırattan geçiş halidir. Yoksa kıyâmet gününde bazı yerlerde insanlar konuşacak herkes kendini müdafaya çalışacak birbirlerine sualler tevcih ederek herkes suçunu hasınına yüklemeğe çalışacak tâbi' olanlar metbu'larından hak dâva edeceklerdir. O günün dehşetini gören peygamberler ümmetlerine karşı besledikleri şefkat ve merhametten dolayı: Selâmet ihsan eyle, selâmet!» diye niyaz edecektir. Orada yapılacak dua ve niyazlar yerine göre olacaktır. Kellûb'un cem'idir. Kellûb, yerine üzerine et asılan çengel demektir. Bazıları bunun odundan olduğunu ucunda kıvrılmış sivri bir demir bulunduğunu söylerler. Her tarafı demirdendir diyenlerde vardır. Develerin otladığı her tarafı pıtırcık gibi dikenlerle bezenmiş bir nebattır. İşte Sa'dan dikeni gibi insanların ayaklarına batacak olan bu çengeller amellerinden dolayı yahut amelleri miktarınca insanlara batarak onları kapacaklardır. O zaman mü'min olanlar amelleri sayesinde bu çengellerden kurtulacak kâfirlerle âsiler çengellere dolaşacaktır. Kâdî İyâz’ın beyanına göre cumlesi üç vecihle rivâyet olunmuştur: birincisi: Burada olduğu gibidir. dir. Bunun mânası: gününde insanların bazısı ameli sayesinde korunacak ve salim kalacak demektir. dir. Buna göre mâna: Bazısı amelinden dolayı helâk olacaktır. İyâz bu rivâyetin esah olduğunu söylemiştir. İyâz mücâzâ kelimesinin dahi «muhardel» ve «mücerdel» şekillerinde rivâyet edildiğini söylüyor. Muhardel kesilmiş mücerdel düşmek üzere olan mânalarına gelir. «Bizim memleketteki esas nüshaların ekserisinde bu hadis buradaki metinde görüldüğü gibidir» demektedir. şerifteki hayat suyundan murâd; obedî hayata sebep olan su demektir. Bu sudan içen yahut onunla yıkanan bir daha ebediyyen ölmeyecektir. Cehennemden çıkanlar onunla yıkandıktan sonra sel önünde biten otlar gibi birdenbire fişkırip süreceklerdir. Buradaki teşbih sel önünde biten otun beyaz ve çabucak sürmesi itibarı ile yapılmıştır. ….. cümlesinde geçen «dıhk» kelimesinin asıl mânası gülmeksede gülmek Allahü teâlâ hakkında muhal olduğu için ulemâ bu kelimeyi Allah’ın rızası ve kuluna nimetini izhar buyurması mânasına almışlardır. Zaten gülmek rızanın lâzımıdır. Kul istiyeceği kadar istiyecek fakat cennette onun bilmediği daha nice nimetler bulunacağı için Teâlâ Hazretleri kendisine filân seyide iste, filân cinstende iste diye delâlette bulunacaktır. Bu Teâlâ Hazretlerinin rahmetinin büyüklüğündendir. Ebû Hüreyre hadisinde kullara her istedikleri, bir mislide ziyade edilmek sureti ile verileceği beyan ediliyor. Ebû Sa'id hadisinde ise; bir misli değil von misli verileceği bildiriliyor. Ulemâ bu iki rivâyetin arasını şöyle bulmuşlardır. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) evvelâ Ebû Hüreyre hadisindeki katlamayı bildirmiş sonra Teâlâ Hazretleri lûtf-u ihsanda bulunarak bu miktarı on misline çıkarmıştır. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Sa'id hadisinde de bu hakikati beyân etmiştir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Kıyâmet Gününde Rabbi Görmenin Yolunu Bilme Bâbı
472-) Bana Süveyd b. Sa'id de rivâyet etti. ki: Bana Hafs b. Meysera, Zeyd b. Eşlemden, o da Âtâ' b. Yesar'dan, o da Ebû Sa'id-i Hudri'den naklen rivâyet etti ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında bir takım insanlar: «Ya Resûlüllah: Biz kıyâmet gününde Rabbimizi görecek miyiz?» demişler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Evet, siz güneş öğle zamanında açık, uğrunda hiç bir bulut yokken ofiu görme hususunda birbirinize zahmet verir misiniz? Ve (yine siz) ay bedr gecesinde açık ve üzerinde hiç bir bulut yokken onu görme hususunda birbirinize zahmet verir misiniz?» buyurdular ashap: «Hayır Ya Resûlüllah» demişler. «İşte bunlardan birini görme hususunda nasıl birbirinize zahmet vermezseniz, kıyâmet gününde de Allah Tebareke ve Teâlâ hazretlerini görme hususunda da öylece birbirinize zahmet vermiveceksiniz. Kıyâmet koptuğu zaman bir dellâl: Her ümmet dünyada neye tapar idiyse; onun arkasına takılsın, diye ilân edecek. Bunun üzerine Allahü teâlâ'dan başka şeylere, putlara ve heykellere tapmış olanlardan hiç bîri kalmayacak, hepsi cehenneme düşecekler. Nihayet yalnız Allah'a tapan iyi ve kötülerle ehl-i kitabın bakiyyeleri kalacak ve (evvelâ) Yahûdiler çağırılarak kendilerine: «Siz (dünyada) niye ibâdet ederdiniz?» diye sorulacak. «Biz Allah'ın oğlu Uzeyr'e tapardık» diyecekler. Kendilerine: «Yalan söylediniz. Allah'ın hiç bir zevcesi ve çocuğu yoktur; şimdi siz ne istiyorsunuz?» denilecek. Yahûdiler. «Susadık Yarabbi! Bize su ver.» diyecekler. Bunun üzerine kendi- «Suya buyurmaz mısınız?» denilecek ve Yahûdiler cehenneme, o serap gibi (alev dalgaları) birbirini tar-u mar eden ateşe haşrolunarak oraya düşecekler. Sonra Hıristiyanlar çağrılarak kendilerine: «Sİz (dünyada) neye ibâdet ederdiniz?» diye sorulacak. «Bİz Allah'ın oğlu Mesih'e tapardık» diyecekler. Onlara da: «Yalan söylediniz. Allah hiç bir zevce ve çocuk edinmemiştir. Şimdi siz ne istiyorsunuz?» denilecek. Hıristiyanlar da: «Susadık Yarabbi! Bize su ver.» diyecekler. Bunun üzerine kendilerine işaretle: «Suya buyurmaz mısınız?» denilecek ve Hıristiyanlar cehenneme, o serap gibi (alev dalgaları) birbirini tar-u mar eden ateşe haşM-';r;:^s'ak oraya düşecekler. Bu suretle (ortada) yalnız Allahü teâlâ'ya ibâdet eden İyi ve kötülerden başka kimse kalmayınca; Rabbû-l âlemin sübhanehu ve Teâlâ bunlara dünyada gördüklerine en yakın bir sıfatla tecelli edecek ve: «Yâ siz ne bekliyorsunuz? (Baksanıza) her millet dünyada tapdığının arkasına düşmüş» diyecek mü'minler: «Yarabbi! Biz dünyada bunlara en ziyade muhtaç olduğumuz halde onlardan ayrı yaşadık; onlarla beraber olmadık» diyecekler. Bunun üzerine (Allah-u Azimüşşan): «Sizin Rabbiniz benim.» buyuracak (fakat onlar buna karşı): «Biz senden Allah'a sığınırız; biz Allah’a hiç bir şey'i şerik koşmayız» diyecekler. Bunu iki veya üç defa tekrarlayacaklar. Hatta bazıları hemen hemen dönmeye yaklaşacaklar. Teâlâ hazretleri: "Allah'la aranızda onu tanıyacağınız bir alâmet var mı?" diye soracak. Mü'minler: «Evet» cevabını verecekler Bunun üzerine yelkenler inecek ve dosyada kendiliğinden Allah'a secde edenlerden hiç biri İstisna edilmesn^N sureti ile Allah mü'minlere secde İçin izin verecek. İster takvasından, ister riya için olsun (dünyada) secde edenlerden hiç biri istisna edilmemek şartiyle Allah her birinin sırtını tek bir tabaka haline getirecek. Her secde etmek isteyen kafası üzerine düşecek, sonra başlarını kaldıracaktan1; bir de bakacaklar ki; Allah'ü Zülcelâl dünyada ilk defa gördükleri sırtına dönmüş; onlara: «Sizin Rabbiniz benim,» diyecek. Onlar da: «Evet, bizim Rabbimiz sensin.» mukabelesinde bulunacaklar. Sonra cehennemin üzerine köprü kurulacak; şefaata izin verilecek. «Aman Allah'ım selâmet ver, selâmet ver!» diyecekler. «Ya Rasûlüllah bu köprü nedir?- denilmiş: «Kaypıncak ve kaygan bir şeydir; onda kancalar, çengeller ve Necit'te sa'dan denilen bir diken olur. Onun gibî bıhrak dikenleri vardır. Mü'minler (sırattan) kimi göz kırpacak kadar az bir zamanda, kimi şimşek gibi, kimi rüzgâr, kimi kuş gibi, kimi de iyi cins yürük at ve deve gibi hızla geçecekler. Bazısı bakarsın sapasağlam kurtulmuş, diğeri tırmalanmış da salmıvermiş, kimi de cehennem ateşine yığılmış kalmış... Mü'mınler cehennemden kurtulunca: Nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki; sizden hiç biriniz hakkı tamamiyle kurtarmak hususunda kıyâmet günü mü'minlerin cehennemdeki kardeşleri İçin Allah'a niyaz etmelerinden daha fazla niyazda bulunamaz. Onlar: «Ya Rabbena! (Bu cehennemde kalan kardeşlerimiz) bizimle birlikte oruç tutar, namaz kılar ve hacc ederlerdi» diye niyazda bulunacaklar. Bunun üzerine kendilerine: (Haydİ tanıdıklarınızı akarın; bundan böyle onların suretleri cehenneme haram olur.) denilecek; onlar da kimi bacaklarının yarısına kadar, kimi dizlerine kadar ateşe dalmış pek çok kimseleri cehennemden çıkaracaklar. Sonra: «Ya Rabbena! Senin bize çıkarmayı emir buyurduklarından cehennemde hiç kimse kalmamıştır» diyecekler. Fakat Teâlâ hazretleri: «Dönün, kalbinde dinar ağırlığında hayır olan her kimi bulursanız onu da çıkarın» buyuracak. Bunun üzerine yine pek çok kimseleri çıkaracaklar. Sonra (tekrar): «Yarabbi! Senin emir buyurduklarından tek bir kimse bırakmadık.» diyecekler (Teâlâ hazretleri): «Geri dönün! Kalbinde yarım dinar miktarı hayır olan her kimi julursanız onu da çıkarın.» buyuracak; yine pek çok kimseleri çıkaracak-ar. Sonra: «Yarabbi! Senin emir buyurduklarından cehennemde tek bir kim-e bırakmadık» diyecekler. (Teâlâ hazretleri yine): «Gerİ dönün! Kalbinde zerre mikdarı hayır olan kimi bulursanız onu da çıkarın,» buyuracak. Yine birçok kimseleri çıkaracaklar. Sonra: «Yarabbi! Cehennemde hiç bir hayır (sahibi) bırakmadık,» diye-ekler. Sa'id-i Hudri şöyle diyormuş. Eğer bu hadis hususunda beni tasdik etmiyorsanız Teâlâ Hazretlerinin: «Şüphesiz ki, Allah zerre kadar zulmetmez, eğer (yapılan) bir hasene olursa kat kat artırır. Ve kendi tarafından pek büyük bir mükâfat ısan eder.» (Nİsa: 40) âyetini okuyuverin. cehennemde hiç bir hayır (sahibi bırakmadık) demeleri üzerine Allah azze ve celle Hazretleri: şefaat etti! Peygamberler şefaat etti! Mü'minler de şefaat tti, (o halde) Erhamurrahiminden başka şefaat edecek kalmadı,» buyurarak cehennemden bir kabza alacak. (Bununla) cehennemden hiç hayır işlememiş; âdeta kömüre dönmüş bir takım insanlar çıkaracak ve onları cennet yolları üzerinde olup, hayat nehri adı verilen bir nehre atacak, o nehirden onlar sel uğrunda biten ot gibi çıkacaklar. Görmüyor musunuz sel uğrundaki ot, taş altında da, ağaç altında da biter, güneşe bakan tarafı bir parça sarımtırak, yeşilimtırak olur. Gölgede kalan tarafı İse bembeyaz kalır.» buyurmuşlar. Ashab: «Ya Resûlüllah galiba sen çölde çobanlık etmişsin» demişler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) (sözlerine devamla): «Artık hayat nehrinden boyunlarında inciden gerdanlıklar olduğu halde çıkarılacaklar; cennetlikler onları (bu alâmetle) tanıyacaklar. İşte İşlenmiş bir amelleri ve takdim ettikleri bir hayırları olmaksızın Allah'ın cennete koyduğu, Allah'ın azadlıları bunlardır, diyecekler. Sonra Teâlâ hazretleri: «Cennete buyurun, (orada) gördüğünüz her şey sizindir.» diyecek. Onlar da: «Yarebbena! Şu âlemde hiç bir kimseye vermediğin ihsanı bize verdin,» diye mukabele-i şükranda bulunacaklar, onun üzerine Teâlâ hazretleri: bundan daha üstün bir atiyyem var," buyuracak. Cennetlikler: «Ya Rabbena! Bundan daha üstün ne olabilir?» diyecekler. Teâlâ hazretleri: rızam!.. Bundan böyle ebediyyen size gadab etmiyeceğim buyuracak."

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Kıyâmet Gününde Rabbi Görmenin Yolunu Bilme Bâbı
473-) Müslim diyor ki: şefaat hakkındaki bu hadisi Îsâ b. Hammâd Zuğbete’l - Misri'ye okudum ve ona bu hadisi ben senden, sende Leys b. Sa'd'den işitmiş olmak üzere rivâyet edeyim mi » dedim İsâ: cevabını verdi» İsâ b. Hâmmâd'a dedim ki: — «Bize Leys b. Sa'd, Halid b. Yezid'den, o da Sa'id b. Ebi Hilâl'dan, o da Zeyd b. Eslem'den, o da Âta' b. Yesar'den, o da Ebû Sa'id-i Hudri’den naklen şöyle dediğini haber vermiştir, (değil mi): Resûlüllah! Biz Rabbimizi görecek miyiz?» dedik. Resûlüllah açık bir günde güneşi görme hususunda birbirinize zahmet veriyor musunuz?» buyurdular. Biz: dedik... Böylece hadisi sonuna kadar rivâyet ettim. Bu hadis Hafs b. Meyser'e hadisi gibidir. Yalnız o: bir amelleri ve takdim ettikleri bir hayırları olmaksızın» cümlesinden sonra: Gördüğünüz her şey sizin, bir misli de beraber denilecek» sözlerini ziyade etmiştir. Ebû Sa'id (radıyallahu anh): «Duydum ki bu köprü kıldan ince kılıçtan keskinmiş» demiş. Bu hadisi Isâ b. Hammad rivâyet etti.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Kıyâmet Gününde Rabbi Görmenin Yolunu Bilme Bâbı
474-) Bize bu hadisi Ebû Bekir b. Ebi Şeybe de rivâyet etti. ki): Bize Cafer b. Avn rivâyet etti. ki): Bize Hişâm b. Sad rivâyet etti. ki): Bize Zeyd b. Esjem Hafs ve Sa'id'in isnadlan ile Hafs b. Meysere hadisi tarzında sonuna kadar rivâyet etti. Yalnız bazı şeyleri ziyade ve noksan eyledi. serap gibi (alev dalgalan) birbirini tar-u mar eden...» cümlesinde geçen serap kelimesi sıcak-günde çölde görülen su hayâlidir. Uzaktan su gibi görülür. Yanına vardıktan sonra bir şey kalmaz. îşte küffânn Hâlide böyledir. Su var zanniyle ona koşacaklar fakat su değil ateşle karşılaşarak içine düşeceklerdir. Biz dünyada bunlara en ziyade muhtaç olduğumuz halde onlardan ayrı yaşadık, onlarla beraber olmadık...» sözlerinin mânası: başlarına gelen şiddet ve korkunun giderilmesi Bâbında Allah'a niyazdır. Çünkü Mü'minler Allah'a ibâdet uğrunda dünya ma'işeti hususunda yakınlarına muhtaç oldukları halde onlara yaklaşmamış onlarla teşrik-i mesa-i etmemişlerdir. Bu hal gerek Eshâb-i kirâmın gerekse onlardan sonra gelen bir çok müslümanların her zaman başına gelmiştir. Fakat müslümanlar Allah ve Resûlü'ne isyan ederek küfr-ü inadında daim olanlarla — babaları, oğulları, kardeşleri ve akrabaları bile olsa — derhal alakayı kesmiş, onlara hiç bir zaman arz-ı ihtiyaç etmemişlerdir. Hadisin zahir olan mânası budur. Vakıa Kâdî îyâz: Müslim'in bu rivâyetine itirazla rivâyette değişiklikler olduğunu iddia etmişsede Bunun doğru olmadığını Müslim'in rivâyetinin sahih olduğunu söylemiştir. bazıları hemen hemen dönmeye yaklaşacaklar.» cümlesinin mânası geçirdikleri şiddetli imtihan sebebiyle bazıları doğruyu söylemekten dönmeye ramak kalacak demektir, Cümlesi esas itibarı ile bacak açılacak demektir. Burada ondan murâd lisan ulemâsının Cumhûru ile İbn Abbâs (radıyallahü anh)'a, göre; korku ve şiddetin açılmasıdır. Zaten Araplar «sâk» kelimesini baş sıkısı hususunda darb-ı mesel yapmışlardır. Çünki Araplara göre; insan başı dara geldiği zaman kollarını sıvar ve paçalarını çeker. Biz bu makamda yelkenler indi gibi tabir kullanırız. Bu sebeple tercümeyide ona göre yaptık. «Buradaki «sâk» tan murâd büyük bir nurdur» demişlerdir. Bu takdirde mâna: Mü'minler Allahü teâlâ'yı görünce; yeni faydalar ve Eltaf-ı ilâhiyye zuhur edecek demektir. Bir takımları; «Sâk» dan murâd meleklerden bir cemaattır. Hatta Sâk'ın bir mahlûk olduğunu mü'minlerin mutat pazar yerlerinden çıkarak onları başkalarından ayırmak için bir alâmet olmak üzere yaratıldığını da söyleyenler vardır. Hâttâbî diyor ki: «Kıyâmet gününde bu makamda Allah'ı görmek başka; cennette mü'minlerin görmesi gene başkadır. Cennette mü'minlerin Allahü teâlâ'yı görmeleri Allah’ın onlara bir ikramıdır. Burada görünmesi ise sırf bir imtihan içindir.» her birinin sırtını tek bir tabaka haline getirecek, her secde etmek isteyen kafası üzerine düşecek.» cümlesinden murâd; hepsinin sırtı sahife şeklinde dümdüz, bir olacaktır. Bu cümleye bakarak bazıları tek-lif-i mâla yutâkın caiz olduğuna kail olmuşlarsa da bu istidlal bâtıldır. Çünkü âhiret teklif diyarı değildir. Oradakilere verilecek secde emri imtihan içindir. mâla yutak: Kulun gücü yetmiyeceği işleri ona emretmektir. Teâlâ Hazretlerinin güçleri yetmiyecekleri şeyleri kullarına emredip etmemesi ulemâ arasında ihtilaflı bir meseledir. Yeri usul-u fıkıh ve usulü dindir.) mahşer yerinde münafıkların da mü'minlerle beraber olmalarından onların da mü'minler gibi Allahü teâlâ'yı göreceği mânasını anlamışlardır. Fakat İmâm Nevevî'nin beyanına göre münafıklar Allahü teâlâ'yi göremiyeceklerdir. Bu hususta sözlerine itimad edilir ulemânın icma'i vardır. Zaten hadisi şerifte münafıkların Allah'ı görecekleri tasrih edilmemiş yalnız mü'minlerle münafıkların karışık bulunduğu yerde bir sıfat görecekleri; Teâlâ Hazretlerinin daha sonra tecelli edeceği bildirilmiştir. Bundan münafıkların da Allah'ı göreceği lâzım gelmez. Münafıkların Allah'ı göremiyec eklerine kitap ve sünnetten delil vardır. bakarsın sapasağlam kurtulmuş, diğeri tırmalanmış da salınıvermiş, kimi de cehennem ateşine yığılmış kalmış...» Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sözleri ile ehl-i mahşeri üç kısma ayırmışlardır. Bunların birincisi; hiç bir azap görmeden kurtulacak olan mü'minlerdir. İkinci kısım; biraz azab görüp serbest bırakılacak olanlardır. Üçüncü kısımda; cehenneme yağılırcasına atılacaklardır. yedinde olan...» cümlesindeki istiksa' kelimesi: İstida, İstida' ve istifa' şekillerinde de rivâyet olunmuştur. Kâdî İyâz bunların bir tashif ve vehimden ibaret olduğunu söylemiş doğrusu: «Burada olduğu gibi istiksa'dır» demişsede Nevevî buna itirazla rivâyetlerin hepsinin doğru olduğunu ve hepsinin güzel bir mâna ifade ettiğini söylemiştir. Ona göre birinci ve ikinci rivâyetlerin mânası: «Dünyada mühim bir mesele karşısında kaldığınız zaman o meselede sizi aydınlığa çıkarması için Allah'a bütün gücünüzle yalvararak niyazda bulunmanız mü'minlerin cehennemdeki din kardeşleri için yaptıkları niyazdan daha üstün olamaz» demektir. Üçüncü ve dördüncü rivâyetlere göre ise; «Dünyada sizin hasınınızdan hak İstemeniz veya hakkım tamamiyle almanız...» manasınadır. cehennemlikler hakkında: bir dinar, yarım dinar hayır olan her kimi bulursanız cehennemden çıkarın.» buyurulmaktadır. Kâdî İyâz buradaki hayırdan muradın. Yakın yani iman olduğunu söylüyor. Fakat «Onun mânası mücerred iman değil imanından fazla bir şey bulunan demektir; Çünkü tasdikten ibaret olan mücerred iman bir bütündür parçalanamaz. Binaenaleyh bir dinar, yarım dinar, zerre kadar tabirleri ile bildirilen parçalı şey mutlaka ya amel-i salih ya zikri hafî yahut fakire acımak Allah'tan korkmak ve iyi niyet sahibi olmak gibi kalp amellerinden bir amel olacaktır» diyor. Hazretlerinin cehennemden bir kabza almasından murâd oradan bir cemaat alıp çıkarmasıdır.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Kıyâmet Gününde Rabbi Görmenin Yolunu Bilme Bâbı
475-) Bana Harun b. Sait el-Eylî rivâyet etti. ki): Bize İbn Vehb rivâyet etti dedi ki; bana Mâlik b. Enes, Amr b. Yahya b. Umâ" radan haver verdi dedi ki: Bana babam, Ebû Said-i Hudrî'den naklen rivâyet etti ki; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuşlar: cennetlikleri cennete koyacak. O dilediğini rahmetiyie cennete koyar. Cehennemlikleri de cehenneme koyacak. Sonra: Bakın, kalbinde hardal danesi kadar iman olan kimi bulursanız, onu cehennemden çıkarın,» diyecek bunun üzerine böyleler! cehennemden kömür gibi yanmış, kavrulmuş olarak çıkarılacaklar ve hayat yahut hâyâ nehrine atılacaklar. Orada sel kenarında otun bittiği gibi bitecekler. Siz onu görmediniz mi nasıl sapsarı kıvrılmış olarak çıkar.»

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Şefaatin İspatı Ve Mü’minlerin Cehennemden Çıkarılması Bâbı
476-) Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeybe'de rivâyet etti. ki): Bize Affan rivâyet etti. ki): Bize Vüheyb rivâyet etti. H. Haccac b. Eş-Şair da rivâyet etti. ki): Bize Amr b. Avn rivâyet etti. ki): Bize Halid haber verdi. Vüheyb'le Halid'in her ikisi Amr b. Yahya'dan bu isnadla rivâyet etmişler onlar: üzerine hayat namı verilen bir nehire atılacaklar.» demişler ve (rivâyette) şekketmemişler. Halid'in hadisinde: kenarında selin geçirdiği tohumların bittiği gibi.» Vuheyb Hadisinde İse: kenarındaki siyah çamur içinde yahut selin getirdiği milli toprak içinde otun bittiği gibi.», ibareleri vardır.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Şefaatin İspatı Ve Mü’minlerin Cehennemden Çıkarılması Bâbı
477-) Bana Nasr b. Ali El-Cehdamî'de rivâyet etti. ki): Bize Bişr yani (İbn'l-Mufaddal) Ebû Mesleme'den, o da Ebû Nadra'dan, o da Ebû Sa'id'den naklen rivâyet etti. Ebû Sa'id Şöyle dedi; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): ehl-i nâr olan cehennemliklere gelince: Şüphesiz ki onlar cehennemde ne ölürler, ne de dirilirler. Lâkin bir takım insanlar vardır ki, günahları sebebiyle (yahut) hataları sebebiyle (buyurmuştur.) Kendilerine ateş isabet etmiş ve onları adamakıllı öldürmüştür. Nihayet (yanıp) kömür oldukları zaman (onlar hakkında) şefaata izin verilecek. Ve takım takım getirilerek cennet nehirlerine dağıtılacaklar. Sonra: (Cennetliklere hitaben) «Ey cennetlikler! Şunların üzerine su serpin,» denilecek, bu suretle sel kalıntısında ot biter gibi bitecekler.» buyurdular. biri: «Galiffa Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) çölde bulunmuş» demiş.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Şefaatin İspatı Ve Mü’minlerin Cehennemden Çıkarılması Bâbı
478-) Bize bu hadisi Muhammed b. el-Müsenna ile İbn Beşşâr da rivâyet ettiler dediler ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivâyet etti. ki): Bize Şu'be Ebû Mesleme'den rivâyet etti. ki: Ebû Nadra'yi Ebû Saîd-i Hudri'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen «sel kalıntıları» na kadar bu hadisin mislini rivâyet ederken dinledim. Sonunu zikretmedi. hadisi Buhârî «Kitabu’l-iman» ve «Kitabu'r-Rukak» da rivâyet etmiştir. Hadisi Nesâî dahi tahriç etmiştir. şerif bütün rivâyetleri ile cehennemdeki mü'minlere şefaat edileceğine delâlet etmektedir. Bu hususta Kâdî İyâz şunları söyler: «Ehl-i sünnetin mezhebine göre şefaat aklen ve naklen caizdir. Teâlâ Hazretlerinin. gün rahman olan Allah'ın izin verdiklerinden başka hiç bir kimseye şefaat fayda vermez.» âyet-i kerimesi- ile emsali âyetler ve mecmu'u tevatüre varan sahih hadisler buna delildir. Ehl-i sünnetin selef ve halef ülemâsıda şefaatin caiz olduğuna ittifak etmişlerdir. Buna yalniz Haricilerle bazı Mutezileler itiraz etmişlerdir. Onların mezhebine göre âsi mü'minler cehennemde ebedi kalacaklardır. Delilleri: şefaatçilerin şefaati fayda vermiyecekîir.» ve için (o gün) ne bir dost vardır, ne de sözü dinlenir bir şefaatçi.» âyet-i kerimeleridir. Fakat bu âyetler kafirler hakkındadır. Şefaat hadisi dahi; «Derecelerin arttırılması» hakkındadır diye te'vil ederlerse de bu tevil dahi bâtıldır. Bizzat sadedinde bulunduğumuz hadislerin lâfızları onların mezhebinin butlanı hakkında sarih delildirler.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Şefaatin İspatı Ve Mü’minlerin Cehennemden Çıkarılması Bâbı
479-) Bize Osman b. Ebi Şeybe ile İshâk b. İbrahim el-Hanzali ikisi birden Cerir' den rivâyet ettiler. Osman dedi ki: Bize Cerir, Mansur' dan, o da İbrahim'im den, o da Abîde' den, o da Abdullah b. Mes'ud'dan naklen rivâyet etti. İbn Mes'ud Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): ehl-i narın cehennemden en son çıkacak olanını ve ehl-i cennetin en son cennete girecek olanını âlâ biliyorum. Bu zat cehennemden emekliyerek çıkacak ve Allah Tebareke ve Teâlâ ona: (Haydi) git cennete gir, diyecek.» Bunun üzerine o zat cennete gidecek, fakat ona cennet dolmuş gibi görünecek ve dönecek: «Ya Rab! Ben cenneti dolmuş buldum,» diyecek. Allah Tebareke ve Teâlâ ona (yine): «Git cennete gir,» diyecek. O da gidecek. Fakat ona yine cennet dolmuş gibi gelecek ve tekrar dönecek: «Yarabbi! Ben onu dolmuş buldum,» diyecek. Allah ona tekrar: «Git cennete gir! Zira (orada) senin İçin dünya kadar ve dünyanın on misli yer vardır. Yahut sana dünyanın on misli yer vardır» diyecek. O zat: «Melik sen olduğun halde benimle alay mı ediyorsun? Yahut benim aklıma mı gülüyorsun?» diyecek.» ki: «Vallahi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in güldüğünü hatta azı dişlerinin göründüğünü gördüm (ashab arasında) cennetliklerin en aşağı mertebe olanı bu zattır. Diye söyleniyordu.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Cehennemliklerin En Sonuncusunun Çıkarılması Bâbı
480-) Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeybe ile Ebû Küreyb rivâyet ettiler, lâfıs Ebû Küreyb'indir. Dediler ki: Bize Ebû Muâviye, A'meş'ten, o da İbrahim'den, o da Abîde'den, o da Abdullah'tan naklen rivâyet etti. Abdullah Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Ben ehli narın cehennemden en son çıkanını pek âlâ biliyorum. zat) oradan sürünerek çıkacak ve kendisine haydi git cennete gir, denilecek. Bunun üzerine o da gidecek, cennete girecek. Ve insanları herkes yerine yerleşmiş olarak bulacak. Kendisine: Geçmişte içinde bulunduğun zamanı hatırlıyor musun? denilecek. da: Evet cevabını verecek. Sonra ona: Dile (ne dilersen) diyecekler. O da diliyecek. Kendisine: Dilediğin senin. Dünyanın on misli de senin, diyecekler. Bunun üzerine o kul: « (Yarabbi!),Melik ancak sen olduğun halde benimle alay mı ediyorsun?» diyecek.» ki: «Vallahi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i gülerken gördüm. Hatta azı dişleri göründü.» hadisi Buhârî «Kitabu't-Tevhid» ve «Kitabu'r-Rukak» da, Tirmizî «Sifat-ı Cehennem» de İbn Mace dahi «Kitabuz-Zuhd» te tahriç ekmişlerdir. Hadisin buradaki rivâyetlerinin birinde «Hab-ven» diğerinde «Zahfen» bazı nüshalarda «Kebven» tabirleri göze çarpmaktadır. emeklemek yahut oturarak sürünmek demektir. oturarak sürünmektir. de yüzükoyun tökezlemektir. Binaenaleyh bu mânaların üçü-de ya birbirinin müteradifi yahut birbirine yakındır. Müteradif olmadığına göre; mâna- kimi emekliyerek kimi sürünerek yürüdüğüne hamlolunur. alay mı ediyorsun. Yahut benim aklıma mı gülüyorsun?» ibaresi râvinin şekkindendir. Yani, ya öyle dedi ya böyle demek istiyor. Haddizatında: aklıma mı gülüyorsun?» buyurulmuşta olsa mâna yine benimle alay mı ediyorsun? demek olur. Çünkü alay edenin şanı tahkir ettiği kimseye gülmektir. Binaenaleyh gülmek mecazen alay etmiş olmak yerinde kullanılır. alay mı ediyorsun?» sözü hakkında ulemadan birkaç kavil rivâyet edilmiştir. Bunlar: Maziri'ye göre; bu söz hadisin manâsında mevcut olan fakat lâfzan zikredilmeyen bir şey'e mukabeledir.. Çünkü, bu zat Allah'tan başka bir şey istemeyeceğine söz vermiş, sonra bu sözünden dönerek tekrar istemişti. İşte bu sözünden dönmesi alay ve istihza yerine geçmiş ve o zat Teâlâ hazretlerinin: gir» emrine karşı cennetin dolu olduğunu zannederek geri döndükçe tekrarlanan gir emrini kendisini tama'landırmak ve sözünden döndüğü için verilen bir ceza telâkki etmiş. Sonra cezaya alay itlak ederek benimle alay mı ediyorsun? yani beni cennete tama'landırıp imrendirmek suretiyle bana ceza mı veriyorsun? demek istemiştir. Ebû Bekr Sayrafî'ye göre bu sözün manâsı: Allah hakkında muhal olan alay ve istihzayı nefiydir. Ve adetâ bu zat: bilirim ki sen benimle alay etmezsin. Çünkü Rabbülâleminsin, bana verdiğin bol nimetler ve dünyadan kat kat fazla İhsanlar haktır. Lâkin ben bunlara lâyık olmadığım halde yine de vermene şaşıyorum.» demiş gibidir. Kâdî Iyâz'a göre; o zat bu sözleri ne söylediğini bilmeyerek söylemiş olacaktır. Çünkü hatır ve hayale gelmeyen in'am-u ihsanlar karşısında sevincinden çıldıracak hale gelerek ve kendini tutamı-yarak bunları söyleyivermiştir. Yoksa söylediklerine kendisi de inanacak deği-ldir. Bu sözler dünyadaki amel üzere ağzından çıkmış olacaktır. Nitekim başka bir zat hakkında Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): kendini tutamayarak, Yarabbi! Sen benim kulum, ben senin Rabbinim, diyecek.» buyurmuştur. hakikatte avurt dişleri demekse de burada lûgât ulemasının cumhûruna göre azı dişleridir. Maamafih yan dişleri yahut öğütücü dişleridir, diyeneler de vardır. Bu cümle haddini aşmamak şartı ile bazen gülmenin mekruh olmadığına delâlet eder. birinde; için dünya kadar ve dünyanın on misli yer vardır.» diğerinde; senin, dünyanın on misli de senin.» buyurulmuştur. Bu rivâyetlerin ikisi de aynı manâya olup biri diğerinin tefsiri mesabesindedir, emsal manasınadır. Çünkü lûgât ulemasına göre di'f misi demektir. rivâyetlere göre; cennete en son girecek olan bu zatın ismi Hen-nâd'dır. Hasan-ı Basri'nin «Keşke ben Hennâd olsaydım» dediği rivâyet olunur. Hasan-ı Basri bu temennisini Hennâd’ın imanını kurtarmasına bakarak yapmıştır.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Cehennemliklerin En Sonuncusunun Çıkarılması Bâbı
481-) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivâyet etti ki) bize Af fan b. Müslim rivâyet etti ki): Bize Hâmmâd b. Seleme rivâyet etti ki): Bize Sabit, Enes'den, o da İbn Mes'ud'dan naklen rivâyet etti ki Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem): gireceklerin en sonuncusu bir adamdır. Bu zat kâh yürüyecek, kâh yüzü üstü düşecek. Bazan da yüzünü ateş çalacak. Ateşi geçtiği zaman ona bakacak: Beni senden kurtaran Allah ne mübarektir. Yemin olsun ki; Allah gelmiş ve geçmişlerden hiç bir kimseye vermediğini bana ihsan etti, diyecek. Bunun üzerine ona bir ağaç gösterilecek (o zat): Yarabbi! Beni şu ağaca yaklaştır da gölgesiyle (bir parça) gölgeleneyim ve suyundan içeyim, diyecek. Allah (azze ve celle) hazretleri de: «Ey Âdemoğlu! Bilirim, bunu sana verirsem benden başkasını da istersin,» diyecek. O zat: «Hayır (istemem) Yarabbi!» diyecek ve bundan başka bir şey istemiveceğine Allah'a söz verecek. Rabbi de onu mazur görecek. Çünkü o zat sabredemiyeceği bir şeyi görmüş olacaktır. Binaenaleyh onu ağaca yaklaştıracak, o da ağacın gölgesi ile gölgelenecek, onun suyundan içecek. Sonra kendisine birinciden daha güzel bir ağaç gösterilecek. O zat yine: «Yarabbi! Beni şu ağaca yaklaştır da onun suyundan içeyim, gölgesiyle gölgeleneyim, bundan başka senden bir şey istemem, diyecek. (Teâlâ hazretleri): «Ey Âdemoğlu! Sen verdiğimden başka bir şey istemiyeceğine söz vermedin miydi? Seni bu ağaca yaklaştırsam başkasını da istersin,» diyecek. Kul (yine) başkasını istemiyeceğine söz verecek. Rabbi de onu mazur görecek. Çünkü o adamcağız sabredemiyeceği bir şey görmüştür. Binaenaleyh onu o ağaca da yaklaştıracak. Onun gölgesinde de gölgelenip suyundan içecek. Sonra cennet kapısının yanında ona evvelkilerden daha güzel bir ağaç gösterilecek kul (bu sefer dahi): «Ya Rabbi! Beni şu ağaca yaklaştır da gölgesi ile gölgeleneyim, suyundan da içeyim, (emin ol) bundan başka senden bir şey istemem, diyecek. (Allah-u Azimüşşan yine): «Ey Âdemoğlu! Başkasını istemiyeceğine sen bana söz vermemiş miydin?» diyecek. Kul: «Evet Yarabbi! (vermiştim.) Ama bu (son olsun.) Senden başkasını istemem,» diyecek. Rabbi onu yine mazur görecek. Çünkü o zat sabredemiyeceği bir şey görmüştür, onun için kendisini ağaca yaklaştıracak. Allah onu ağaca yaklaştırınca (bu sefer) cennetliklerin seslerini işiterek: «Yarabbi! Beni buraya koy» diye (niyaz ede) cek. (Teâlâ hazretleri): «Ey âdemoğlu! Acep senin benden dileklerini ne keser? Acaba dünyayı ve onunla birlikte bir mislini de sana versem razı olur musun?» diyecek. O zat (buna): «Yarabbi! Rabbülâlemin olduğun halde benimle alay mı ediyorsun?» mukabelesinde bulunacak.» üzerine İbn Mes'ud gülmüş ve: «Niye güldüğümü sorsamza!» demiş (Yakındakiler): «Niye gülüyorsun?» demişler. (O zaman) İbn Mes'ud şunları söylemiş: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) böyle gülmüş de Ashab: «Niye gülüyorsun ya Resûlüllah?» demişlerdi, O da: «Bu zat: Sen Rabbülâlemin olduğun halde benimle alay mı ediyorsun? dediği zaman Rabbülâleminin dıhk'ine gülüyorum.» (Ona): «Ben seninle alay etmiyorum, lâkin ben dilediğimi yapmaya kadirim buyuracak,» dedi.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Cehennemliklerin En Sonuncusunun Çıkarılması Bâbı
482-) Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeybe rivâyet etti ki): Bize Yahya b. Ebû Bükeyr rivâyet etti. ki): Bize Züheyr b. Muhammed, Süheyl b. Ebi Salih'ten, o da Nu'man b. Ebî Ayyâş'tan, o da Ebû Sa'id-i Hudri'den naklen rivâyet etti ki Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem): cennetin makam itibari ile en aşağısı öyle bir adam olacaktır ki; Allah onun yüzünü Cehennemden cennete doğru çevirecek ve ona gölgeli bir ağaç misali gösterecektir. O adam: «Yarabbi! Beni şu ağaca götür de gölgesinde olayım,» diyecek...» Sa'id (radıyallahü anh) bu hadisi İbn Mes'ud hadisi gibi rivâyet etmiş. Yalnız: hazretleri: Ey âdemoğlu! Acep senin benden İsteğini ne keser?» cümlesinden itibaren hadisin" sonuna kadar olan kısmını zikretmem iş. Ama o bu hadiste: o adama: Şunu ve şunu da İste diye hatırlatacak; istekler bittikten sonra Allah; bütün isteklerin ve onların on misli de senin diyecek.» İbaresi ile; o adam (cennetteki) evine girecek, onunla -beraber Hûru'l în’den olan iki zevcesi de girecekler. Zevceleri «Seni bizim için, bizi de senin için ihya eden Allah'a hamdolsun» diyecekler. O adam dp: «Bana verilenin misli hiç bir kimseye verilmemiştir diyecek.» cümlesini ziyade etmiştir. iki rivâyetin birincisindeki: zat kâh yürüyecek, kâh yüzüstü düşecek, bazan da yüzünü ateş çalacak.» ifadesinden murad adamın cehennemde yana yana bîtap düştüğünü bu sebeple güç halle ayakta durabildiğini ve yeni yürümeye başlamış çocuklar gibi düşe kalka gittiğini hatta arasıra cehennemin alevleri yetişerek yüzünü yaktığını ve yüzünde simsiyah eser bıraktığını anlatmakdır. Rivâyetlerin bazısın cümlesindeki zamir şeklinde müennes olarak zaptedilmiştir. Bunların ikiside sahihtir. Müennes olduğuna göre manâ: bir nimet.» diye te'vil olunur, cümlesinin manâsı: benden dilemeni ne keser?» demektir. Bu cümleyi Müslim'den başkaları şeklinde rivâyet etmişlerdir. İbrahimi Harbi: budur» diyerek Sahihi Müslim'deki rivâyeti kabul etmemiş isede «Buna itirazla rivâyetlerin ikiside sahihtir. Zira'isteyen istenilenden alâkayı keserse istediği şeyde istenmez olur. Hadisin manâsı: «Seni hangi şey razı edipte aramızdaki dilek faslına nihayet verir demektir.» şeklinde mütalâ yürütmüştür. (sallallahü aleyhi ve sellem)’in: dıkh'ine gülüyorum.» ifadesindeki dıhk'in hakikati gülmek demeksede biraz yukarıda görüldüğü vecihle Allahü teâlâ hakkında gülmek müstahil olduğu için ona isnad edilen dıhk Alla h'ın rızası, rahmeti ve merhamet buyurduğu kullarına hayır irade etmesidir diye te'vil olunur.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Cennette Makamı En Aşağı Olanların Beyanı Bâbı
483-) Bize Sa'id b. Amr- El-Eş'asî rivâyet etti. ki)- Bize yan b. Uyeyne, Mutarrîf ile İbn Ebcer' den, onlarda Şa'bî’den naklen rivâyet ettiler. Şâbî ki: «İnşaallah Muğire b. Şu'beyi rivâyet ederken işittim,» H.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Cennette Makamı En Aşağı Olanların Beyanı Bâbı