Sahîh-i Müslim Hadis Kitabı

2338-) Bana Yûnus b. Abdilalâ Es - Sadefi rivâyet etti. ki): Bize Abdullah b. Vehb haber verdi. ki): Bana Hişâm b. Sa'd, Zeyd b. Esle m'd en bu isnâd da Hafs b. Meysera hadîsi mânası ile sonuna kadar rivâyette bulundu. Yalnız o ;«Hiç bir deve sahibi yoktur ki, onun hakkını vermesin de...» dedi; «O develerden haklarını...» demedi. «Develerden bir tek yavru noksan kalmamak şartıyla...» ibaresini de zikretti. Bir de-. «Onlarla iki yanı, alnı ve sırtı dağlanır.» dedi.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Zekat Vermiyenin Günahı Bâbı
2339-) Bana Muhammed b. Abdilmelik El - Emevî rivâyet etti. ki): Bize Abdûlazîz b. Muhtar rivâyet etti. ki); Bize Süheyl b. Ebî Salih, babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti. Ebû Hüreyre şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): bir hazîne sahibi yoktur ki, onun zekâtını vermesin de, o hazîne cehennem ateşinde kızdırılarak levhalar hâline getirilmesin ve onunla tâ Allah 50.000 sene miktarındaki bir günde kulları arasında hükmedinceye kadar yanları alnı dağlanmasın, sonra ya cennete veya cehenneme (giden) yolu kendisine gösterilir. hiç bir deve sahibi yoktur ki, onların zekâtını vermesin de, kendisi alabildiğine çok olan develerin altına düz ve geniş bir yere yatırılarak develer üzerinden geçirilmesin. Develerin son taraftakileri üzerinden geçtikçe, ön taraftakileri tekrar onun üzerine iade olunur. (Bu) tâ Allah miktarı 50.000 sene olan bir günde kulları arasında hükmedinceye kadar (böyle devam eder.) Sonra ya cennete veya cehenneme (giden) yolu kendisine gösterilir. bir koyun sahibi de yoktur ki, onların zekâtını vermesin de, kendisi alabildiğine çok koyunların altına düz ve geniş bir yere yatıralarak, koyunlar onu tırnakları ile ezmesin; İçlerinde yamuk boynuzlu ve boynuzsuz koyun bulunmamak şartıyla onu boynuzlarıyla süsmesinler. Son tarafta bulunan koyunlar üzerinden geçtikçe ön taraftakiler tekrar onun üzerine İade olunurlar. (Bu) tâ Allah kullarının arasında miktarı sizin senelerinizle 50.000 sene olan bir günde hükmedinceye kadar (böyle devam eder.) Sonra ya cennete veya cehenneme (giden) yolu kendisine gösterilir.» buyurdular. Süheyl: «Sığırı zikretti mi, etmedi, bilmiyorum.» demiş.) Ashâb: «Atlar ne olacak Yâ Resûlüllah? dediler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Atların alınlarında kıyâmete kadar hayır vardır. Yahut atların alınlarında kıyâmete kadar hayır düğümlenmiştir. —Süheyl: Öyle mi dedi, böyle mi şüphe ediyorum; demiş.— Atlar üç kısımdır. Bir kısmı sâhibine ecir, bir kısmı sahibine örtü, bir kısmı da sahibine yüktür. ecir olan at: Sahibinin, Allah yolunda edindiği ve Allah yoluna hazırladığı attır. Böyle bir atın karnına attığı her şey mukabilinde Allah, sahibine bir ecir yazar. Velev ki atı çayırda gütmüş olsun.. At, her ne yerse Allah ona mukaabil sahibine bir ecir yazar. At'ı nehirden sularsa karnına attığı her damla mukaabilinde sahibine bir ecir vardır. — Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) atın bevli ile pislikleri mukaabilinde bile ecir olduğunu söyledi ve sözüne devamla: — Bir veya İki tur koşmuş olsa attığı her adım mukaabilinde sahibine ecir yazılır. örtü olan ata gelince: (Bu da): Bir kimsenin sırf cömertlik ve güzellik için edindiği attır. Ama onun sırtında ve karnında gerek darlık, gerekse varlık içinde olsun (ödemesi gereken) bir hak olduğunu unutmaz. Sahibine yük olan at ise: Sahibinin sırf böbürlenmek, şımarmak ve öğünmek, âleme, riya için edindiği attır. İşte at, kendisine yük olacak olan kimse budur.» buyurdu. Ashâb: Ya eşekler ne olacak yâ Resûlallah?» diye sordular. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)-- «Allah, onlar hakkında bana şu bir tek cemiyyetli âyetten başka bir şey indirmedi: "Her kim zerre miktarı bir hayır İşlerse onun mükâfaatını görür zerre miktarı kötülük işleyen de onun (mücâzatını) görür. Sûre-i Zelzele âyet 7 – 8 " buyurdular.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Zekat Vermiyenin Günahı Bâbı
2340-) Bize, bu hadîsi Kuteybetü'bnü Saîd de rivâyet etti. ki): Bize Abdülazîz yani Derâverdî, Süheyl'den bu isnâdla rivâyet etti. Ve hadisi anlattı.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Zekat Vermiyenin Günahı Bâbı
2341-) Bana, bu hadisi Muhammed b. Abdillâh b. Bezi1 de rivâyet etti. ki): Bize Yezîd b. Zürey' rivâyet etti. (Dedi ki): Rahv b. Kâsım rivâyet etti. ki): Bize Süheyl b. Ebî Salih bu isnâdla rivâyette bulundu. Yalnız «Aksa'» yerine «Adbâ'» dedi; bir de: «Onlarla sahibinin yanı ve sırtı dağlanır.» dedi: alnı'nı zikretmedi.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Zekat Vermiyenin Günahı Bâbı
2342-) Bana Hârûn b. Said El - eylî dahi rivâyet etti. ki): Bize İbn Vehb rivâyet etti. ki): Bana Amr b. Haris haber verdi, ona da Btikeyr, Zekvân'dan, o da Ebû Hüreyre'den, o da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen rivâyet etmiş; Efendimiz: develerindeki Allah hakkını yahut sadakayı vermezse... ilâh...» buyurmuşlar; Râvî hadîsi Süheyl'in babasından rivâyet ettiği hadîs tarzında anlatmış. hadîsi Buhârî -Kitâbü'l - Müsâkaat» ile «Kitâbü'l -Cihâd»'da; Nesâî -Kitâbül -Hayil»'de tahric etmişlerdir. at'a dâir olan kısmını tahric etmiştir. şerifin baş tarafı Teâlâ Hazretlerinin gümüşü biriktirip de, Allah yolunda sarfetmiyenler yok mu Sûre-i Tevbe âyet 34-35. İşte onları elemlıâk bir azapla müjdele. O gün o attın ve gümüşler cehennem ateşinde kızdırılarak; onlarla sahiplerinin alınları, yanları ve sırtları dağlanacak ve kendilerine: İşte nefisleriniz için yığdığınız mallarınız bunlardır. İstif ettiğiniz bu malları tadın bakalım! denilecektir." âyet-i kerîmesine muvafık tır. Âyette yalnız gümüş sahibinin hâlinin beyânla iktifa olunmuştur. Çünkü gümüş muamelâtta altın dahç çok kullanılırdı. Düz ve geniş yer demektir. Böyle yer yağmur suyunu iyi tutar. Heravî, Bu kelimenin: «Kîâ» ve «Kiân» şeklinde cemi'len-diğini söyler. dahi: Düz ve geniş yer, mânâsına gelir. Ulemâdan bir cemaata göre yüzüstü yatırmaktır. Fakat Kâdı îyâz bunun her ne şekilde olursa olsun yaymak ve yere sermek mânâsına geldiğini söyler. bütün esâs nüshalarında: «Ön taraftaki develer üzerinden geçtikçe sondakiler onun üzerine iade olunur.» denilmişse de, Kâdı îyâz ulemânın bunu bir değiştirme ve tashîf kabul ettiklerini söylemektedir. Doğrusu: bundan sonraki rivâyette olduğu gibi: «Develerin sonu üzerinden geçtikçe, öndekiler tekrar onun üzerine iade olunur.» şeklindedir. Yamuk boynuzlu; Boynuzsuz; Boynuzunun iç kısmı kırık, mânâlarına gelirler. çok...» ifâdesinden murâd: Hayvanların gerek çokluğu ve kuvveti gerekse her azasının mükemmelliği ile sahiplerine fazla azâb vermeleridir. Çünkü çok ve sağlam olmaları vücûtlarının daha ağır basınasını îcâb eder. Nitekim boynuzlu olmaları da sahiplerini süserek, yaralamak suretiyle ona daha çok eziyet verir. sığır, koyun ve geyik gibi hayvanların tırnaklarına «sılf», devenin ayağına «huf», insan ayağına «kadem», at, katır ve eşek tırnağına «hâfir» denilir. Ağır yük, vebal, günah; mânâlarına gelir. sulamak istemediği hâlde hayvanın içtiği her su damlasına mukaabil kendisine hasenat yazılacağı bildirilmesi tembih kabî-lindendir. Zîrâ sahibinin hayvanı sulamağa niyeti olmadığı hâlde, hayvanın içtiği su mukaabilinde kendisine sevap yazılınca kasden sınamadığı zaman kat kat sevap yazılması evleviyyette kalır. Allah yolunda bağlayıp beslemekten murâd: Onu cihâda hazırlamaktır. Kendini serhat bekçiliğine vakfeden kimseye de: «mu-râbıt» derler. (sallallahü aleyhi ve sellem)'in atın nevilerini bildiren cümlelerinden muzâflar hazfedilmiştir. Bunlar «Bir kimsenin atı.» takdirindedir. diyor ki: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e eşeklerin zekâtı soruldukta, âyet-i kerimeye işaret buyurmuş; onun cem'iyyetli olduğunu beyân etmiştir. Çünkü hayır kelimesi bütün tâatlara şâmildir... Bu hadîsin mânâsı: Eşeklere iyi veya kötü muamele yapan âhirette karşılığını görecektir, demektir.» Tek ve eşi az bulunan, manasınadır. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in okuduğu âyet için «Fâzze» demesi ihtiva ettiği nevileri tafsilâtı ile beyân etmediği içindir. Mezkûr âyet tek başına bütün hasenat ve seyyiâtı toptan ifâde etmiştir. Bazıları: «Bu âyete (Fâzze) denilmesi: Az sözle çok mânâ ifâde etmesi hususunda misli bulunmadığı içindir. Çünkü bütün hayır ve şerr hükümlerine şâmildir.» demişlerdir. Âyet-i kerimenin sorulan suâle cevap teşkil etmesi şöyledir: Ashâb-ı kirâm Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, eşeğe de at hükmü verilip verilemiyeceğini sormuş, o da, ona yapılan muamele hayırsa mutlaka mükâfaatı görüleceğini; şerr ise cezası verileceğini bildirmiştir. Ashâb’ın katır hakkında bir şey sormamaları ya ellerinde pek az katır bulunduğu yahut katın eşek mesabesinde tuttukları içindir. bâzı atlar sahiplerinin sevap kazanmasına, bazıları günâha girmesine, bir takımları da günahlarının affolunmasına sebeptirler. Yerde gömülü olsun olmasın birbiri üzerine yığılan şey, manasınadır. Bazıları «Biriktirilen» mânâsına geldiğini söylerler. îyâz, Selef ulemânın bu hadisle âyetteki kenz' den ne kastedildiği hususunda ihtilâf ettiklerini söyler. Mezkûr ulemânın ekserisine göre buradaki kenz'den murâd: Zekâtı verilmeyen maldır. Zekâtı verilmeyen mala kenz denilmez. «Kenz'den murâd: Lügat ulemâsının söyledikleridir. Lâkin bu âyet zekâtın farz kılınması ile neshedilmiştir.» demiş; bir takımları: «Bu âyetten murâd ehl-i kitap'tır.» mütâlâasında bulunmuşlardır. takımları «Zekâtı verilsin verilmesin 4.000 dirhemden fazla mal kenz'dir.»; dah başkaları da «ihtiyâçtan fazla olan mal kenzdir.» demişlerdir. «İhtimâl islâmiyetin ilk zamanlarında müslüman-larm zaruret hâlinde hükmü buymuş...» dedikten sonra fetva İmâmlarının birinci kavil üzerinde ittifak ettiklerini söylemiş ve: «Sahih olan da budur.» demiştir. Zîrâ bir hadisde: bir kimsenin elinde mal bulunur da, onun zekâtını vermezse o mal kendisine dazlak başlı bir yılan şeklinde temsil olunur... Ve: Ben senin kenz'inim! der.» buyurulmuştur. atların alınlarında düğümlenmesinden murâd: Dâima hayırlı işlere yaramalarıdır. Bu suretle hayır sanki onların alınlarına düğümlenmiş gibidir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Zekat Vermiyenin Günahı Bâbı
2343-) Bize İshâk b. İbrâhîm rivâyet etti. ki): Bize Abdürrazzâk haber verdi. H. Muhammed b. Râfi'de rivâyet etti. Lâfız onundur. ki): Bize Abdürrazzak rivâyet etti. Dedi ki: Bize İbn Cüreyc haber verdi. ki): Bana Ebû'z-Zübeyr haber verdi; o da Câbir b. Abdillâh El-Ensârî'yi şunları söylerken işitmiş: Ben, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’i şöyle buyururken dinledim: hakkını vermeyen hiç bir deve sahibi yoktur ki, o develer kıyâmet gününde olduklarından daha çok gelerek, kendisi onların altına geniş ve düz bir yerde oturmasın ve develer bacakları İle ayakları ile onun üzerinden geçmesinler. hakkını vermiyen hiç bir sığır sahibi yoktur ki, kıyâmet gününde bu hayvanlar olduklarından daha çok gelerek; kendisi düz ve geniş bir yerde onların altına oturmasın! Bu hayvanlar onu boynuzlan İle sürecek ve ayakları İle ezecektir. hakkını vermeyen hiç bir koyun sahibi yoktur, ki, kıyâmet gününde bu hayvanlar olduklarından daha çok bir hâlde gelerek; kendisi de düz ve geniş bir yerde tınların altına oturmasın! Koyunlar, onu süsecek ve tırnaklarıyla ezecek; İçlerinde boynuzsuz veya boynuzu kırık koyun bulunmayacaktır. hakkını vermiyen hiç bir hazîne sahibi yoktur ki, kıyâmet gününde hazînesi dazlak başlı bir yılan olarak gelmesin! Bu yılan ağzını açarak onu kovalıyacaktır; yılan yaklaştıkça o kaçacak. Bunun üzerine yılan: Al şu sakladığın hazîneni, ben ondan müstağniyim; diyecek. (Beriki) kurtuluşa çâre olmadığını görünce elini yılanın ağzına sokacak, yılan da onu aygırın (yem) kıydığı gibi kıyı verecek.» ki: «Ben, Ubeyd b. Umeyr'i bu sözü söylerken işittim. Sonra bunu Câbir b. Abdillâh'a sorduk; o da Ubeyd b. Umeyr' in dediği gibi söyledi.» Ebû'z-Zübeyr ki: «Ben, Ubeyd b. Umeyr'i dinledim; şunları söylüyordu: Bir adam: Ya Resûlallah! Devenin hakkı nedir? diye sordu; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Onu su başında sağmak, süt kovalarını emânet vermek, erkek develeri emânet vermek, develeri menîha olarak vermek ve Allah yolunda üzerlerinde yük taşımaktadır; buyurdular.»

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Zekat Vermiyenin Günahı Bâbı
2344-) Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr rivâyet etti. ki): Bize babam rivâyet etti. ki): Bize Abdülmelik, Ebû'z Zübeyr'den, o da Cabir b. Abdillah'dan, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen rivâyet etti. Şöyle buyurmuşlar: bir deve, sığır ve koyun sahibi yoktur ki, onların hakkını vermesin de, kıyâmet gününde kendisi düz ve geniş biryerde bu hayvanların altına oturtulmasın! Çift tırnaklılar onu tırnakları ile ezecek, boynuzlular boynuzu İle süsecektir. O gün mezkûr hayvanların İçinde boynuzsuz veya kırık boynuzu bulunmayacaktır.» (Râvî diyor ki): Biz: Ya Resûlüllah! Bu hayvanların hakkı nedir? diye sorduk; (sallallahü aleyhi ve sellem) emânet vermek, kovalarını iade etmek» onları menîha olarak vermek, hayvanları su başında sağmak ve üzerlerinde Allah yolunda yük taşımaktır. Hiç bir mal sahibi de yoktur ki, zekâtını vermesin de, o mal kıyâmet gününde dazlak bir yılana dönmesin! Bir yılan sahibini nereye gitse ko-valıyacaktır; sahibi de ondan kaçacak, kendisine: İşte vaktiyle cimrilik ettiğin malın budur!., denilecek; sahibi ondan kurtuluş olmadığını görünca etini onun ağzına sokacak, o da elini aygırın yem kıyması gibi. kıyacaktır.» buyurdular. (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, «Develerin hakkı nedir?» suâline «Onları su başında sağmaktır.» cevâbını vermesi Nevevî'nin beyânına göre hem fukaraya, hem hayvanlara kolaylık olduğu içindir. Zîrâ onları su başında sağmak evdekinden daha rahat, fakirlere yardım için daha münâsiptir. erkeğini emaneten vermekten murâd: çiftleşmeleridir. Bir nev'i emânettir. Lügat ulemasının beyânına göre menîha iki kısımdır. Birincisi bir şey'i hibe olarak vermektir. Bu hayvana râzî, ev eşyası vb.'de olur. İkincisi: Deve, sığır ve koyun gibi hayvanları süt, yapağı ve kıllarından bir müddet faydalanmak üzere birine vererek, sonra almaktır. Buna «minha» dahi derler. zehirinin fazlalığından başının tüyleri dökülmüş erkek yılan, demektir. Bazıları bunun kuyruğunun üzerine kalkarak yayan veya atlı yolculara saldıran ve atlının başına erebilen yılan olduğunu, sahralarda yaşadığını söylerler. Iyâz: «Zahire bakılırsa Allahü teâlâ bu yılanı, zekât sahibini azâb etmek için yaratacaktır.» diyor. şerif Teâlâ Hazretlerinin: teâlâ'nın fadl-u kereminden kendilerine verdiği malda cimrilik edenler sakın bu yaptıklarını hayır sanmasınlar. Bil'akis, o kendileri için şerrdir. Hakkında cimrilik ettikleri mal kıyâmet gününde boyunlarına dolanacaktır.» âyet-i kerîmesine muvafıktır. göre bu hadîste bahsedilen hak ihtimâl yardım teayyün ettiği zamana mahsûstur. Yardımın teayyün etmesi, bir kişiden başka yardım edecek kimse bulunmadığı zaman olur. Zira bu takdirde o bir kişinin gereken yardımı yapması aynen farzdır. İyâz: «Bu sözler, mezkûr hakkın zekât olmadığını sarahaten ifâde etmektedir. îhtimâl bu mes'ele zekât farz olmazdan önce vukûblumuştur.» diyor. hazerâtı Teâlâ Hazretlerinin: onların mallarında dilenci İle mahrum için malûm bir hak vardır.» âyet-i kerîmesinin mânâsı hususunda ihtilâf etmişlerdir. Cumhûra göre bu yet'den murâd: Zekât'tır. Ve malda zekâttan başka hak yoktur. Zekâttan başka hak olduğu bildirilen âyetler nedib ve güzel ahlâk ifâde ederler.» demiştir. mahrum âyetinin, zekât âyeti ile neshedildiğine kaaildirler. bir cemâat âyetin neshedilmediğine ve malda zekâttan maâadâ esirin başını çözmek, mustar kalana yemek vermek, muhtaca yardım etmek ve akrabaya muavenette bulunmak gibi haklar bulunduğunu söylerler. Hasan-ı Basrî, Tavus, Atâ’ ve Mesrûk bunlardandır. şerif, yukarki hadisin hükümlerini ihtiva etmektedir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Zekat Vermiyenin Günahı Bâbı
2345-) Bize Ebû Kâmil Fudayl b. Hüseyin El-Cahderî rivâyet etti. ki): Bize Abdülvâhid b. Ziyâd rivâyet etti. ki): Muhammed b. Ebî İsmail rivâyet etti. ki): Bize Abdurrahmân b. Hilâl El-Absi, Cerir b. Abdillâh'dan naklen rivâyet etti. Cerîr Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e Bedevilerden bir takım insanlar gelerek: «Zekât me'mûrlarından bâzı kimseler bize gelip zulmediyorlar.» dediler. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) «Siz, zekât me'mûrlarınızı hoşnut edin.» buyurdular. ki: Ben, bu hadîsi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den işideli benden hiç bir zekât me'mûru hoşnûd olmaksızın ayrılmamıştır.»

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Zekat Memürlarını Hoşnüd Etme Bâbı
2346-) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivâyet etti. ki): Bize Abdurrahîm b. Süleyman rivâyet etti. H. Muhammed b. Beşşâr da rivâyet etti. ki): Bize Yahya b. Saîd rivâyet etti. H. İshâk dahi rivâyet etti. ki): Bize Ebû Üsâme haber verdi. Bu râvîlerin hepsi Muhammed b. Ebî İsmail'den bu isnâdla bu hadîsin benzerini rivâyet etmişlerdir. Sâi'nin cem'idir; «Zekât me'mûru» mânasına gelir. dahi: Zekât me'mûru, demektir. me'mûrunu hoşnûd etmek, farz olan zekâtı ona vermek ve ona hüsn-ü muamelede bulunmakla olur. diyor ki: «Bu, zevat me'mûrunun fâsiklık yapmadığına göredir. Fâsiklık yaparsa me'mûr azlolunur, zekâtı ona vermek îcâb etmez. Hattâ verilse, zekât yerine geçmez. Zülüm ma'siyetsiz de olabilir. Çünkü haddi tecâvüzden ibarettir. Bunda mekruhlar da dâhildir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Zekat Memürlarını Hoşnüd Etme Bâbı
2347-) Bize Ebû Bekir b. Ebi Şeybe rivâyet etti. ki): Bize A'meş, Mârûr b. Süveyd'den, o da Ebû Zerr'den naklen rivâyet etti. Ebû Zerr Şöyle dedi: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in. yanına vardım, Kabe'nin gölgesinde oturuyordu. Beni görünce: «Kabe'nin Rabbine yemin ederim ki, zarar edenler kendileridir.» buyurdular. gelip oturdum. Amma yerimde karar kılamayıp, hemen kalktım ve: «Ya Resûlallah! Annem babam sana feda olsun... Bunlar kimlerdir?» dedim. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)-- Malları çok olanlardır, —önüne, arkasına, sağına ve soluna işaretle— ancak şöyle şöyle ve şöyle yapanlar müstesnadır... Ama onlar da azdır. Zekâtını vermeyen hiç bir deve, sığır ve koyun sahibi yoktur ki, kıyâmet gününde bu hayvanlar olduklarından daha İri ve daha semiz gelerek onu boynuzları ile süsmesin, tırnakları İle ezmesinler. Mezkûr hayvanların sonu (geçip) bittikçe Öndekileri tekrar iade edilecek (bu hâl) taa İnsanlar arasında hüküm bitinceye kadar devam edecektir.» buyurdular.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Zekatı Vermeyenin Ağır Cezaya Çarptırılacağı Bâbı
2348-) Bize, bu hadisi Ebû Küreyb Muhammed b. Alâ'da rivâyet etti. ki): Bize Ebû Muâviye, A'meş'den, o da Ma'rûr'dan, o da Ebû Zerr'den naklen rivâyet etti. Ebû Zerr Şöyle dedi: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanına vardım, Kabe'nin gölgesinde oturuyordu...» müteakiben Vekî'in hadîsi gibi rivâyette bulunmuş ancak o şunu da söylemiş: «Nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki. yeryüzünde hiç bir kimse yoktur ki, ölürken zekâtını vermediği deve, sığır veya koyun bıraksın da... buyurdular.» hadîsi Buhari «Kitâbu'z-Zekât» ile «Kitâbu'l-Eymân ve'n-nüzûr» da; Tirmizî ile İbn Mâce «Kitâbu'z-Zekât»'da muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir. «Annem babam sana feda olsun.» demektir. kelimesinin «fa»'sı esâs nüshalarda «Fedâke» şeklinde zaptolunmuştur. Bu kelime duâ mânâsında kullanılan mazi bir fiildir. Yalnız çok kullanıldığından kelime «f⻑nın esresi ile kasredilerek «fidâke» diye okunmuştur. Hazret-i Ebû Zerr'in bu sözden muradı: «Bence en kıymetli varlığım sayılan annemle babamı senin yolunda feda ederim.» demektir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)' şöyle ve şöyle ve şöyle yapanlar müstesna.» buyurarak mu-bârek eliyle etrafına işarette bulunması o taraflardan birinden gelecek olan fakire ve şâir hayır yollarına malın sarfedilmesini beyân içindir. Cümlede «kavil» kelimesi fiilden mecazdır.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Zekatı Vermeyenin Ağır Cezaya Çarptırılacağı Bâbı
2349-) Bize Abâurrahmân b. Sellâm El-Cumahi rivâyet etti. ki): Bize Rabî' yani İbn Müslim, Muhammed b. Ziyâd'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): Uhud dağı kadar altın'ım olsa üçüncü gece gelirken yanımda ondan bir dînâr kalmasını arzu etmem! Ancak borcum için hazırladığım dînâr müstesna.» buyurmuşlar.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Zekatı Vermeyenin Ağır Cezaya Çarptırılacağı Bâbı
2350-) Bize Muhammed b. Beşşâr rivâyet etti. ki): Bize Muhammed b. Ca'fer rivâyet etti. ki) -. Bize Şu'be, Muhammed b. Ziyâd'dan naklen rivâyet etti. Muhammed: «Ben, Ebû Hüreyre'den dinledim; o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen rivâyet etti.» diyerek yukarki hadîsin mislini rivâyet etmiş.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Zekatı Vermeyenin Ağır Cezaya Çarptırılacağı Bâbı
2351-) Bize Yahya b. Yahya ile Ebû Bekir b. Ebî Şeybe İbn Nümeyr ve Ebû Cüreyb hep birden Ebû Muâviye'den rivâyet ettiler. Yahya dedi ki: Bize Ebû Muâviye, A'meş'den, o da Zeyd b. Vehb'den, o da Ebû Zerr'den naklen haber verdi. Ebû Zerr Şöyle dedi: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Medine'nin Harra'sında yatsı zamanı hem yürüyor hem Uhut dağına bakıyorduk. (Bir ara) Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana: «Yâ Ebâ Zerr!» dedi; ben: «Lebbeyk, ya Resûlallah!» cevâbını verdim. «Şu Uhud dağı altın olarak elime geçse üçüncü Ur geceyi ondan bende bir dinar bulunduğu hâlde geçirmemi istemem. Yalnız borç İçin hazırladığım dînâr müstesna olur. —Önüne, sağına ve soluna birer avuç saçma işareti yaparak— onu Allah'ın kullarına şöyle, şöyle ve şöyle dağıtmak isterim» buyurdu. Sonra (biraz) yürüdük. Yinet «Yâ Ebâ Zerr!» dedi. Ben: «Lebbeyk, ya Resûlallah!» dedim; «Hiç şüphe yok ki malı çok olanlar kıyâmet günü sevabı en az olanlardır. Yalnız şöyle, şöyle ve şöyle yapanlar müstesna...» buyurdu. Ve ilk defâki gibi işarette bulundu. Sonra bir az daha yürüdük. İYine): «Yâ Ebâ Zerr! Ben gelinceye kadar olduğun yerde dur.» buyurdu. Ve oradan ayrılarak gözümden kayboldu gitti. Ben bir gürültü ve bir ses İşittim. (Kendi kendime): «Gâlibâ Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e cinler musallat oldu.» diyerek arkasından gitmeyi düşündüm. Sonradan onun (bana): gelinceye kadar buradan ayrılma.» dediğini hatırlayarak kendisini bekledim. Geldiğinde işittiğim şeyleri ona anlattım. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)-. Şöyle buyurdu: «O, Cibrîl İdi! Bana geldi de: (Ümmetinden her kim Allah'a şirk koşmayarak ölürse cennete girecektir.) dedi.» Bent «Zina etse de, hırsızlık yapsa da mı?» dedim. (Evet) zina etse de, hırsızlık yapsa da buyurdular.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Sadakaya Tergib Ve Teşvik Bâbı
2352-) Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivâyet etti. ki): Bize Cerîr, Abdülaziz'den —ki İbn Rufey'dir.—, o da Zeyd b. Vehb'den, o da Ebû Zerr'den naklen rivâyet etti. Ebû Zerr Şöyle dedi: Gecelerden birinde dışarı çıktım, bir de baktım Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yalnız başına yürüyor, yanında kimse yok. Zannettim ki: Beraberinde bir kimsenin yürümesini istemiyor; ben de ay'in gölgesinde yürümeye başladım. Derken bakınarak beni gördü ve: «Kim o!» dedi. Ben: «Ebû Zerr'îm! Allah, beni sana feda kılsın.» dedim. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) «Yâ Ebâ Zerr! Gel...» dedi. Bunun üzerine ben de bir müddet onunla beraber yürüdüm. Müteakiben şöyle buyurdu: şüphe yok ki çok mal sahipleri kıyâmet gününde (sevabı) az olanlardır. Ancak Allah kendisine mal verip de, o malı sağına, soluna, önüne, arkasına saçan ve onu hayıra sarfeden müstesnâ.» bir müddet daha yürüdüm. Nihayet: «Şuraya otur!..» dedi. Ve beni etrafı taşlık bir yere oturttu. Sonra bana: «Burada, ben dönüp gelinceye kadar otur.» dedi. Sonra Harra'ya doğru gözümden kayboluncaya kadar gitti. Orada epeyi durdu ve beni bekletti. Sonra sesini işittim. Hem geliyor hem de: «Hırsızlık da yapsa, zina da etse...» diye söyleniyordu. Yanıma gelince sabredemedim: «Yâ Nebiyyallah! Allah, beni sana feda kılsın. Harra tarafında kiminle konuşuyordun? Ben hiç bir kimsenin sana cevap verdiğini işitmedim.» dedim; «O, Cibrîl idi. Harra tarafında karcıma çıkarak: (Ümmetine müjdele ki: Her kim Allah'a bir şey'i şerik koşmıyarak Ölürse cennete girecektir.) dedi. Ben: Yâ Cibrîl! Hırsızlık yapsa da, zina etsede mi dedim; Cibrîl: (Evet.) cevâbını verdi. Hırsızlık etse de, zina yapsa da mı? dedim. Evet! cevâbını verdi. Ben, yine: Hırsızlık yapsa da, zina etse de mi? diye sordum. Evet, şarap bile içse! cevâbını verdi,» buyurdular. Zerr hadîsini Buhârî «İstikraz», «İsti'zân» ve «Rukaak» bahislerinde; Tirmizî «Eymân» bahsinde, Nesâî «Yevm ve Leyle» bahsinde muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir. veya Lâgt: Gürültü ve anlaşılmayan sesler mânasına gelir. «Cinler musallat oldu.» yahut «Cin çarptı.» mânâsına gelir. kelimesinin sonundaki «hâ»: Sekit hâsıdır. Tîn'in beyânına göre bunun fâidesi: iki sakin üzerine durmuş olmamaktır. beyânına göre: Hadisdeki birinci hayırdan murâd: Mal, ikinci hayırdan murâd: Allah'a tâattır. mânâsı: Bir şey'i verirken ellerini vurmak, bir şey'i atmaktır. Medine' nin dışında kara taşlarla kaplı bir yerdir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Sadakaya Tergib Ve Teşvik Bâbı
2353-) Bana Züheyr b. Harb rivâyet etti. ki): Bize İsmail b. îbrâhîm, Cüreyri'den, o da Ebû'l-Alâ'dan, o da Ahnef b. Kays' dan naklen rivâyet etti. Ahnef Şöyle dedi: Medine'ye geldim bir defa ben, içlerinde Kureyş'in ileri gelenlerinden bir cemâat da bulunan bir halkada otururken son derece haşîn elbiseli, haşîn vücutlu ve haşin yüzlü bir adam çıka geldi. Cemâatin başlarına dikilerek: biriktirenlere cehennem ateşinde kızdırılan taşlarla müjde!.. Bu taşlar onların her birinin memeleri ucuna konacak, tâ kürek kemiklerinden çıkacak; kürek kemiği üzerine konacak, memeleri ucundan çıkacak. (Böylece) çalkalanıp duracaklar.» dedi. Bunun üzerine cemâat başlarını indirdiler, onlardan hiç birinin bu adama cevap verdiğini görmedim. Müteakiben adam dönüp gitti. Ben de peşinden takip ettim. Nihayet bir direğin yanına oturdu, (kendisine) «Zannetmem ki bu zevat, senin kendilerine söylediklerinden hoşlanmamış olmasınlar.» dedim; O zat şu cevabı verdi: «Hakikaten bunların hiç bir şey'e aklı ermiyor. Dostum Ebû'l-Kâsım (sallallahü aleyhi ve sellem) beni çağırdı, ben de kendisine icabet ettim. (Bana): Uhud'u görüyor musun? dedi. ne kalmış, diye baktım. Bir haceti için beni gönderecek zannediyordum. (Evet) görüyorum... dedim. Bunun üzerine: Bunun kadar altınım olmasını bunlardan üç dînâr müstesna olmak üzere hepsini infâk etmiş olmamı arzu etmem buyurdu. Sonra bunlar dünyâyı topluyorlar, hiç bir şey'e akılları ermiyor!» dedi. »Ben; «Seninle kardeşlerin Kureyş arasında ne var ki onların yanına uğramıyor ve onlardan bir şey almıyorsun?» dedim. O zât: «Rabbine Yemin ederim ki, taa Allah ve Resûlüne kavuşuncaya kadar ben onlardan ne dünyalık isterim, ne de kendilerine din nâmına bir şey sorarım!» dedi.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Mal Biriktirenlerle, Onlar Hakkında Gösterilecek Şiddet Hususunda Bir Bab
2354-) Bize Şeybân b. Ferrûh rivâyet etti. ki): Bize Ebü'l-Eşheb rivâyet etti. ki): Bize Hûleyd-i Aşari, Ahnef b. Kays' dan naklen rivâyet etti. Ahnef Şöyle dedi: bir cemâat içinde bulunuyordum. Derken oradan Ebû Zerr geçti; şunları söylüyordu: biriktirenlere sırtlarının dağlanmasını müjdeliyorum! Bu dağlama (nın eseri) yanlarından çıkacak. Bir de kafaları tarafından dağlanacaklarını müjdeliyorum. Bu (nun eseri) de yüzlerinden çıkacak.» Ebü Zerr bir kenara çekilip oturdu. Ben (yanındakilere) «Bu zât kim? diye sordum. -Ben onlara ancak Peygamberleri (sallallahü aleyhi ve sellem)’den işittiğim bir şeyi! söyledim.» dedi. Ben: «Ebû Zerr'dir.» dediler. Hemen kalkarak kanına gittim ve; «Az evvel söylediğini işittiğim şey nedir?» dedim. Ebû Zem «Şu İhsan mes'elesi hakkında ne dersin?» diye sordum; «Sen, onu al. Çünkü bu gün onda bir nafaka var. (Yapılan) ihsan dînin karşılığında verilirse onu bırak.» dedi. hadîsi Buhârî «Zekât» bahsinde tahrîc etmiştir. rivâyetlerde burada olduğu gibi gelen zât hakkında «haşin» tâbiri kullanılmış ve «elbisesi son derece haşin, vücûdu son derece haşîn, yüzü son derece haşin.» denilmişse de, Kaabisi'nin rivâyetinde «Haşîn- yerine «Hasen» tâbiri kullanılarak: «Saçı güzel, elbisesi güzel, kılık kıyafeti güzel.» denilmiştir. birinci rivâyeti daha doğru bulmakta ve: «Çünkü Ebû Zerr'in kıyafetine ve tutumuna lâyık olan budur.» demektedir. ikinci rivâyetinden anlaşılıyor ki: Birinci rivâyette «Haşîn kılıklı» diye tavsif olunan zât Hazret-i Ebû Zerr-i Gıfârî (radıyallahü anh) imiş. Zerr (radıyallahü anh)’ın asabı müjde ile ifâde etmesi tehekküm kabilindendir. Nitekim Teâlâ Hazretlerinin azâbla müjdele» âyet-i kerîmes ide böyledir. diyor ki: «Zahirine bakılırsa Hazret-i Ebû Zerr kendi mezhebine ihticâcda bulunmak istemiştir. Onun mezhebine göre: İnsanın ihtiyâcından fazla her şey'i «kenz»'dir. Ebû Zerr’ in mâruf olan mezhebi budur. Ama ondan, başka kavil de rivâyet olunmuştur. Sahih olan cumhûr kavline göre ise «Kenz»: Zekâtı verilmeyen mal'dır. Zekâtı verilen mal az olsun, çok olsun kenz değildir.» İyâz: «Sahih olan şudur ki: Hazret-i Ebü Zerr'in inkârı Beytü’l-MâT den kendileri için mal alıp da, onu yerli yerince infâk etmeyen sultanlar hakkındadır.» demiş fakat Nevevî buna İtirazla: « Iyaz'in bu söyledikleri bâtıldır. Çünkü Ebû Zerr zamanında Sultanlar bu sıfatta değildiler. Onlar Beytü'l-Mâl'e hiyânet etmemişlerdir. Onun zamanındaki sultanlar Ebû Bekir, Ömer ve Osman (radıyallahü anh) idi. Kendisi Hazret-i . Osman zamanında 32 târihinde vefat etti.» mütâlâasında bulunmuştur. Meme ucu demektir. göre: «meme» kelimesi hem erkek hem kadın hakkında kullanılır. (283 - 370) ise fasih lûgatta «meme» kelimesinin erkek hakkında kullanılamıyacağını, erkek memesine tendüve kullanıldığını söylemiştir. bu hadîsin Ebû Zerr'e mevkuf olduğunu iddia etmişlerse de, Ebû Zerr (radıyallahü anh)'m: «Ben, onlara ancak Peygamberleri (sallallahü aleyhi ve sellem)'den işittiğim bir şey'i söyledim.» demesi bu kavli reddeder. Hazret-i Ebû Zerr, müphem bıraktığı: «Onların hiç bir şey'e aklı ermiyor.» cümlelerini rivâyetin sonunda: «Onlar ancak dünyâyı topluyorlar.» diyerek tefsir etmiştir. Zira dünyâ malını toplamakla meşgul olanlar, kendilerini mal yığmaktan meneden kimsenin sözünü anlamazlar. Hazret-i Ebû Zerr, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) için «Dostum» tâbirini kullanmaktadır. (sallallahü aleyhi ve sellem)’in-. «Yalnız üç dînâr müstesna...» diyerek infâkına razı olduğu üç dînâr Kurtubî'nin beyânına göre biri ailesi, diğeri köle azadı, üçüncüsü de borç içindir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Mal Biriktirenlerle, Onlar Hakkında Gösterilecek Şiddet Hususunda Bir Bab
2355-) Bana Züheyr b. Harb ile Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Süfyân b. Uyeyne, Ebû'z-Zinâd'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’ den naklen rivâyet etti. Şöyle buyurmuşlar: Tebâreke ve Teâlâ Hazretleri: "Ey Âdem oğlu! İnfâk et ki, ben de sana infâk edeyim; dedi." Ve (yine) Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), yemini sehâvetle doludur. Onu gece gündüz hiç bir şey eksiltmez.» buyurmuşlar. Nümeyr mel'a yerine mel'ân dedi.)

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Înfaka Teşvik Ve Înfak Edene Verdiğinin Yerine Mal Verileceğini Tebşir Bâbı
2356-) Bize Muhammed b. Rafi’ rivâyet etti. ki): Bize Abdurrazzâk b. Hemmân rivâyet etti. ki): Bize Ma'mer b. Râ-şid, Vehb b. Münebbih'in kardeşi Hemmâm b. Münebbih'den naklen rivâyet etti. Hemmâm: Bize Ebû Hüreyre'nin Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'den rivâyeti şudur... diyerek bir takım hadîsler nakletmiş, ezcümle Ebû Hüreyre dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana: infâk et ki, ben de sana infâk edeyim; dedi.» buyurdular. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yemînî doludur. Onu gece ile gündüzün sehâveti azaltamaz. Gökle yeri yaradalı beri neler înfâk ettiğini söyleyin. Şüphesiz ki Allah'ın yemînindeki hiç bir şey eksilmemiştir. Onun arşı suyun üzerindedir, kabzı da diğer yed'indedir. O, kâh yükseltir kâh alçaltın» buyurdu. hadîsi Buhârî «Tefsir» ve «Tevhîd» bahislerinde; Nesâî bir kısmını «Tefsir» bahsinde rivâyet etmiştir. şerif, kutsî hadislerdendir. Kitabımızın başında da arzet-tiğimiz vecihle hadîs-i kutsi: Mânâsı Allah'dan, lâfzı Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den sâdır olan hadîslerdir. Hazretleri'nin: et ki, ben de sana infâk edeyim.» Buyurması, müşâkele tari-kiyledir. Çünkü Allahü teâlâ'nın infâkı, hazinelerinden hiç bir şey azaltmaz. yemini sehâvetle doludur...» cümlesi Allah'ın bitmez tükenmez ihsan ve ikram hazînelerinden kinayedir. Hakikatte yemim Sağ el, sağ taraf gibi mânâlara gelirse de, bunlar Teâlâ Hazretleri hakkında imkânsızdır. Çünkü tahdîd ve cisimleştirmeyi tezammun ederler. Cenâb-ı Hak ise bir hâdîe hudutlandırmaktan ve cisim olmaktan münezzehtir. şerif müteşâbihâttandır. Onun için îmmam Mâziri: «Bu hadîs te'vîli gereken hadîslerdendir.» demiştir. Ehli sünnet İmâmlarına göre müteşâbihin hükmü hak olduğuna îti-kâd ile hakiki mânâsını Allahü teâla'ya havale etmektir. Maamafih Müteehhirîn ulemâ, ehl-i fesadın fitnelerine meydan vermemek için müteşâbihâtı şer-i şerife muvafık surette te'vîl etmişlerdir. «Bu hadîs, te'vîli gereken hadîslerdendir.» sözü ile buna işaret etmiştir. (sallallahü aleyhi ve sellem), Ashâb-ı Kiram’ına anlıyacakları şekilde hitâb etmiş ve Allahü teâlâ'nın nimetlerinin infâkla bitip tükenmiyeceğini: yemini doludur; onu gece ile gündüzün sehâveti azaltamaz.» cümlesi ile ifâde buyurmuştur. Bu mânâyı sağ el mânasına gelen «yemin» kelimesi ile ifâde buyurması: İnsanların bir şey'i tutup kapmakta ve nafaka vermekte dâima sağ ellerini kullandıkları içindir. Mezkûr cümleden: «Allahü teâlâ'nın kudreti eşyayı bir seviyede idare eder. Kuvvet ve zaaf ittibârı ile fark göstermez. Yarattığı şeyler de ayni minval üzere vâkî olur. İnsanlarda hâl böyle değildir. Onların sağ elleri ile yaptıkları şeyler, sol elleri ile yaptıklarından farklıdır.» mânâsına da gelebilir. Kelimesi İbn Nümeyr'in rivâyetinde mel'ân şeklinde rivâyet olunmuşsa da, ulemâ bunun hatâ olduğunu bildirmişlerdir. Doğrusu: «Mel'â» dır. kelimesi: «Sahhan» şeklinde de rivâyet olunmuştur. Hatta meş'hûr olan rivâyeti budur. Yalnız sahîh-i Müslim' in elde mevcut nüshalarında «Sahhâ'» diye zaptolunmuştur. Dâimi surette dökmek mânâsına gelir. «kabz» kelimesi şeklinde rivâyet olunmuştur. Kâdi İyâz'ın beyânına göre meşhur olan rivâyeti «Kabz»'dır. Mânâsı: Ölüm, demektir. Bu takdirde cümleden murâd: «Ölüm Allah'ın yed-i kudretindedir. Rızkı azaltıp çoğaltmak dahi ona aittir. Dilediğine az, dilediğine çok verir.» demek olur. mânâsı: İhsan ve bol nzıkdır. Bu takdire göre cümlenin tefsire ihtiyâcı yoktur. feyz'in de «ölüm» mânâsına geldiğini söylemiştir. rivâyetinde: Allah'ın yed-i kudretindedir. Kimi alcaltır kimi yükseltir.» buyurulmuştur. «Burada mizandan murâd: Bir temsildir. Bu cümle ile Allah'ın kullarına rızıklarım adaletle taksim ettiği ifâde olunmuştur.» diyor. cümle ile Allah'ın adetâ mizanla tartar gibi fızıkları bâzı kullarına boz bâzılarına az takdir buyurması da ifâde edilmiş olabilir. Bütün cisimlen ihata eden nürâni ve pek büyük bir cisimdir. Mahlükaat içersinde ilk yaratılanın bu olduğu söylenir. Hakikatini Allah'dan başka bilen yoktur.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Înfaka Teşvik Ve Înfak Edene Verdiğinin Yerine Mal Verileceğini Tebşir Bâbı
2357-) Bize Ebû'r-Rabî' Ez-Zehrânî ile Kuteybetü'bnu Saîd ikisi birden Hammâd b. Zeyd'den rivâyet ettiler. Ebû'r-Rabî' dedi ki: Bize Hammâd rivâyet etti. ki): Bize Eyyüb, Ebû Kılâbe'den, o da Ebû Esma'dan, o da Sevbân'dan naklen rivâyet etti. Sevbân Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): kimsenin infâk edeceği en faziletli dînâr, çoluğuna çocuğuna infâk ettiği dinar ile Allah yolunda hayvanına infâk ettiği dînâr bir de yine Allah yolunda arkadaşlarına sarfettiği dinardır.» buyurdular. Kılâbe: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) (infâk işine) çoluk çocuktan başlamıştır.» demiş, sonra sözüne şöyle devam etmiştir: «Küçük çocuklarının namuslu yetişmesini sağlayan yahut onları Allah'ın menfaatlendirip, kendisi ile zengin kılacağı nafakayı çoluğuna çocuğuna infâk eden bir adamdan daha sevaplı kim olabilir.?»

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Aile Efradına Ve Memlüklere Nafaka Vermenin Fazileti; Onları Perişan Edenin Yahut Nafakalarını Vermeyenin Günahı Bâbı
2358-) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb ve Ebû Küreyb rivâyet ettiler. Lâfız Ebû Küreyb'indir. Dediler ki: Bize Vekî’ Süfyân'dan, o da Müzâhim b. Züfer'den, o da Mücâhid'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti. Ebû Hüreyre şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): yolunda infâk ettiğin bir dînâr, köle azadı için infâk ettiğin bir dinâr, bir fakire sadaka olarak verdiğin bir dînâr, ailene sarfettiğin bir dînâr vardır. Bunların sevabı İtibârı ile en büyüğü: ailene sarfettiğindir.» buyurdular.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Aile Efradına Ve Memlüklere Nafaka Vermenin Fazileti; Onları Perişan Edenin Yahut Nafakalarını Vermeyenin Günahı Bâbı
2359-) Bize Saîd b. Muhammed El-Cermî rivâyet etti. ki): Bize Abdurrahmân b. Abdilmelik b. Ebcer El-Kinâni, babasından, o da Tâlhatü'bnu Mûsarrif'den, o da Hayseme'den naklen rivâyet etti. Şöyle dedi: Abdullah b. Amr ile birlikte oturuyorduk. Anîden ona bir vekîl-i harcı gelerek içeri girdi, Abdullah ona: «Kölelerin yiyeceklerini verdin mi?» diye sordu. Vekil: «Hayır.» cevâbını verdi. Abdullah: Öyle ise git de onlara yiyeceklerini ver; (zîrâ) Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kimseye günah nâmına sahibi bulunduğu kimselerin yiyeceğini vermemesi yeter.» buyurdular dedi. hadîs-i şerîfde zikri geçen Allah yolundan murâd: Cihad'dır. Bir kimsenin nafakaları kendine ait olan çoluk, çocuğu annesi, babası, karısı ve hizmetçisidir. Bir kimsenin işlerine bakan vekil-i harcı, demektir. Kelime fârisiden alınmadır. diyor ki: «Bu bâbdan murâd: Çoluk çocuğun ve diğer aile efradının nafakalarını vermeye teşvik ile bu husustaki sevabın büyüklüğünü beyândır. Çünkü aile efradından bazılarının nafakasını vermek karabet dolayısiyle vâsip, bâzılarının nafakası da men-dûbdur. Böylelerine nafaka vermek sadaka ve sile olur. Bâzılarının nafakası da nikâh yahut milk-i yemin sebebiyle vâcib olur. Bunların hepsi faziletli ve şeriat tarafından teşvik edilen şeylerdir. efradına nafaka vermek nafile sadakadan efdaldır. Onun için İbn Ebî Şeybe' nin rivâyetinde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)' İttibârı ile bunların en büyüğü ailene sarfettiğindir.» buyurmuştur. Hâlbuki bâımızın birinci hadisinde Allah yolunda ve köle azadı hakkında sarfedilen dinarın faziletini beyân buyurmuştu. Arzettiğimiz sebepten dolayı aile efradına verilen nafakayı bunların hepsine tercih buyurmuş, son hadisde: kimseye, Mâlik olduğu kölelerinin nafakasını vermemek günah nâmına yeter.» diyerek bu ciheti bir daha te'kid eylemiştir.» îyâz’ın beyânına göre bu nafaka vâcib olduğu için başkalarından efdaldır. Çünkü vacibin sevabı, nafilenin sevabından çok olur. sarihlerinden El-Übbi burada şunları söylemiştir: «Hadîs-i şerif nafakadan muradın zaruriyyât olduğunu gösteriyor. Zira verilmesi farz olan nafaka zarurî ihtiyâçlara aittir. Aile efradının ihtiyâçları yokken onlara nafaka vermek, farz değil; men-dûbdur. Anlaşılan şudur ki: Sadaka vermek ihtiyâcı olmayan âile efrâdına nafaka vermekten efdaldır. Meselâ bir adamın elinde iki dinar parası olup bunlardan biri aile efradının zarurî ihtiyâçlarına kâfi gelse, diğerini sadaka olarak başkalarına vermesi efdal olur. Nafaka hususunda çoluk çocuğun küçük olmaları şart değildir. Kılâbe' nin: Küçük çocuklar, tâbirini kullanması, bir kayd-ı ihtirâzi değil, ekseriyetle vâki olanı beyândır. Çünkü ekseriya nafakaya muhtaç olanlar küçük çocuklardır. Sahtiyanı' nin arkadaşlarından biri şunları söylemiş: Eyyûb'la birlikte filân dağın üzerinde idik; Susamıştım. Ona susuzluğumdan şikâyet ettim: Beni giydirirsen seni sularım, dedi. Giydiririm, dedim; Yemin etmedikçe inanmam, dedi. Ben de yemîn ettim. Bunun üzerine Eyyûb ayağı ile bir kayanın üzerine vurdu. Ve: Ey kaya! Allah'ın izni ile bizi sula, dedi. Arkacığından kayadan bir kaynak fışkırdı. Ben, Eyyüb'un pek büyük ibâdet yaptığını bilmiyordum. Yalnız çoluğunım çocuğunun nafakasını güzelce verirdi.»

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Aile Efradına Ve Memlüklere Nafaka Vermenin Fazileti; Onları Perişan Edenin Yahut Nafakalarını Vermeyenin Günahı Bâbı
2360-) Bize Kuteybetü'bnü Said rivâyet etti. ki): Bize Leys rivâyet etti. H. Muhammed b. Rumh dahi rivâyet etti. ki): Bize Leys Ebû'z - Zübeyr'den, o da Câbir'den, naklen haber verdi. Câbir Şöyle dedi: Beni Uzra kabilesinden bir adam bir kölesini müdebber olarak azâd etti. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu haber alarak: «Senin bundan başka malın var mı?» diye sordu, o zât: «Hayır.» cevâbını verdi. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)' «Bu köleyi benden satın alacak var mı?» dedi. Köleyi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'den Nuaym b. Abdillâh El-Adevî 800 dirheme satın aldı. Ve parayı Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e getirerek teslim etti. Sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): Evvelâ kendinden başla ve kendine sadaka ver. Şayet bir şey artarsa onu ailene, ailenden de bir şey artarsa akrabana ver. Akrabandan da bir şey artarsa şöyle ve şöyle yap...» buyurdu. Ve «önünde, sağında, solundaki muhtaçlara ver.» diye işaret etti.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Nafaka Vermeye Evvela Kendinden Başlıyarak, Sonra Ailesine, Sonra Akrabasına Verme Bâbı
2361-) Bana Ya'kûb b. îbrâhîm Ed -Devrakî rivâyet etti. ki): Bize İsmail yani İbn Uleyye, Eyyûb'dan, o da Ebû'z - Zübeyr'den, o da Câbir'den naklen rivâyet etti, Ensâr'dan Ebû Mezkûr ismini taşıyan bir zât Ya'kûb denilen bir kölesini müdebber olarak azâd etmiş... hadîsi Leys hadisi mânâsında rivâyet etmiştir. hadîsi Buhârî «Bey», «İstikraz» ve «Ahkâm» bahısle-Vinde; Ebû Dâvûd, Tirmizî ile Nesâî ve İbn Mâce «İtik» bahsinde muhtelif râvîlerden tahric etmişlerdir. Dâvûd' un rivâyetinde kölenin 700 veya 900 dirheme satıldığı zikredilmekte, bir rivâyette Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, Hazret-i Ebû Mezkûr'a: bu kölenin kıymetini almaya daha lâyıksın, Allahü teâlâ ondan müstağnidir.» buyurduğu bildirilmektedir. bu hadisi bir çok yollardan rivâyet etmiştir. Sahibi öldükten sonra hürriyetine kavuşmak şartıyla azâd edilen köledir. Bunun azâd şekli: Sahibinin «Ben öldükten sonra hürsün.» demesidir. rivâyetinde kölesini müdebber olarak azâd eden Ebû Mezkûr' un öldüğü ve bu köleden başka hiç bir mal bırakmadığı zikrediliyorsa da, öldüğünü rivâyet eden Süfyân b. Uyeyne' nin bu hususta hatâ ettiği söylenir. Nitekim Bâbımız rivâyetlerinden ölmediği anlaşıldığı gibi, diğer sahih rivâyetlerden anlaşılan da budur. Şafiî (rahimehüllah) hadisi rivâyet ettikten sonra Süfyân b. Uyeyne' nin bu rivâyette hatâ ederek, köle sahibinin öldüğünü söylediğini beyân etmiştir. dahi ayni hadisin Şerîk tarikiyle Hazret-i Câbir'den rivâyet edildiği, hadîsde: adam vefat ederek müdebber bir köle İle bir miktar borç bıraktı.» söyledikten sonra: «Ulemâ Şerîk'in bu hususta hatâya düştüğüne ittifak etmişlerdir.» demiştir. (sallallahü aleyhi ve sellem)'in müdebber olarak azâd edilen bir köleyi satması, sahibinin başka malı olmadığı içindir. Hâlbuki Hazret-i Ebû. Mezkûr borçlu idi. Son olarak elinde kalan kölesini de azâd ettiğini ve bu suretle kendini borçlu ölmek tehlikesine mâruz bıraktığını görünce onun bu fiilini nakzetmeyi maslahata daha muvafık bulmuş ve kölenin kıymetini kendisine göndermiştir. satın alan zâtın ismi Bâbımız hadîsinde beyân edildiği ve-cihle Nuaym b. Abdillâh El-Adevi’ dir. Bu zâtın ismi Buhârî’nin bir rivâyetinde Nuaym b. Nahhâm diye zikredilmişti, Tirmizî ile İmâm Ahmed b. Hanbel’in rivâyetlerinde dahi: «Köleyi Nuaym b. Nahhâm satın aldı.» denilmişse de, doğru değildir. Nahham onun ismi değil, sıfatıdır. Nahhâm: Çok öksüren, mânâsına gelir. Bu sıfatı Hazret-i Nuaym’a bizzat Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) vermiş ve: girdim, orada Nuaym'ın öksürdüğünü İşittim.» buyurmuştu. Hazret-i Nuaym eskiden Müslüman olmuş ve fetihden önce Mekke'de yaşamıştı. Kavm-i kabilesine infâk yardımında bulunduğu için şerefi pek büyük idi. Kabilesi bundan dolayı Medineye hicretine mâni oluyorlardı. Kendisine: «Yanımızda dur da hangi dinde olursan ol.» demişlerdi. Medine-i Münevvere'ye hicret edince Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Nuaym'ı kucaklıyarak öpmüştü. Yermük harbinde şehid edildiği söylenir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Nafaka Vermeye Evvela Kendinden Başlıyarak, Sonra Ailesine, Sonra Akrabasına Verme Bâbı
2362-) Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti. ki): Mâlik'e, Ishâk b. Abdüllâh b. Ebi Tâlha'dan duyduğum şu hadisi okudum: İshâk, Enes b. Mâlik'i şunları söylerken İşitmiş: Ebû Tâlha Medine'de malı en çok olan bir Ensâri idi. Kendince mallannın en sevgilisi Beyrahâ bahçesi idi. Bu yer mescidin karsısında bulunuyordu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) oraya girer ve içindeki iyi sudan içerdi. ki: Şu âyet (yani): sevdiğiniz mallardan infâk etmedikçe asla cennete nail olamazsınız "Sûre-i Ali îmran, âyet 92.; kavl-i kerîmi nâzil olunca Ebû Tâlha Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e gelerek:: «Allah, kitabında (Siz sevdiğiniz mallardan infâk etmedikçe cennete nail olamazsınız.) buyuruyor. Şüphesiz ki benim en sevgili malım Beyrahâ'dır. Bu mal'ım Allah için sadakadır. Ben, Allah ındinde onun sevabını ve zühr-u âhiret olmasını dilerim. Şimdi onu istediğin yere sarfeyle ya Resûlallah!» dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Afferin, İşte kazançlı mal budur; işte kazanlı mal budur. Onun hakkında söylediklerini işittim, ben, onu akrabağna vakfetmeni muvafık görüyorum.» buyurdular. üzerine Ebû Tâlha o bahçeyi yakınları ve amıcası oğulları arasında taksim etti.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Nafaka Île Sadakayı Akrabaya, Zevce, Evlat Ve Müşrik Bile Olsalar Ebeveyne Vermenin Fazileti Bâbı
2363-) Bana Muhammed b. Hatim rivâyet etti. ki): Bize Behz rivâyet etti. ki): Bize Hammâd b. Seleme rivâyet etti. ki): Bize Sabit, Enes'den rivâyet etti. Enes şöyle dedi: Şu (yani) (Siz sevdiğiniz mallardan infâk etmedikçe asla cennete nail olamazsınız.) âyet-i kerimesi nâzil olunca Ebû Tâlha gâlibâ Rabbimiz bizden mallarımızın bir kısmını İstiyor. Öyle ise ya Resûlallah- Sen şâhid ol ben Berihâ denilen yerimi Allah'a verdim; dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): onu akrabana ver.» buyurdular. Tâlha da onu Hassan b. Sabit ile Übeyyu'bnu Kâ'b'a verdi. hadîsi Buhârî «Zekât», «Vasâyâ», «Eşribe» ve «Tefsir» bahislerinde; Nesâî «Tefsir» bahsinde muhtelif râvîlerden tahric etmişlerdir. kelimesi muhtelif şekillerde rivâyet olunmuştur. İbn Esir onları «En - Nihâye» adlı eserinde toplamış ve: «Bu kelime Beyrahâ, birâhâ, biruhâ şekillerinde med ve kasırla (yani sonunu uzun ve kısa okuyarak) rivâyet olunmuştur.» demiştir. b. Seleme' nin rivâyetinde: Berihâ, Ebû Dâvûd'un «sünen»'inde: Bârîhâ diye zaptolun-muştur. «Bunların içinde en fasihi Beyrahâ' dır.» demiş, İmâm Sağanı dahi kat'iyyetle buna kaail olmuş ve «Kelime Berah'dan alınıp, (fey'alâ) veznine nakledilmiştir. Onu Medîne'nin kuyularından bir su kuyusu zannederek: (Biruhâ) okuyan hadisde tasnif yapmıştır.» demiştir. Iyâz dahi mezkûr kelimenin «Beyrahâ» ve «Bî-ruhâ» şekillerinde rivâyet olunduğunu söylüyor bâbda daha başka sözler de vardır. «bir» ile «hâ» yi ayırarak: Hâ: «Bir kadının ismidir.» diyenler bulunduğu gibi Hâ'nın bir yer ismi olduğunu ileri sürenler bile olmuştur. Ebû Tâlhâ' nin Beyrahâ nâmındaki bahçesi hadîs-i şerîfde «Mescidin karşısında idi.» diye tarif olunmuştur. îmam «Bu yer (Kasr-ı Benî Cedîle) nâmı ile mâruftur. Mescidin kıblesine düşer.» demiş «Et - Telvîh» nâm eserde ise mezkûr yerin mescide yakm olup, (Kasr-ı Benî Hadîle) ismini taşıdığı kaydedilmiştir. Ayni doğrusunun Kasr-ı Benî Cedile olduğunu söylüyor. kerimedeki (birr)'den murâd: İbn Abbâs (radıyallahü anh)'da,n bir rivâyete göre Cennetteki sevaptır. Bu kelime bütün hayır ve tâat nev'ilerine şâmildir. bundan muradın: «Cennet» olduğunu söylemiştir. Âyet-i kerimenin mânâsı: «Siz devdiğiniz malların zekâtını gönül rızâsı İle vermedikçe asla cennete giremezsiniz.» demektir. Abbâs (radıyallahü anh)'dan diğer bir rivâyete göre bu âyet zekât âyeti ile neshedilmiştir. nazaran Abdullah b. Ömer (radıyallahü anh) güzel bir câriye satın almış. Cariyeyi çok seviyormuş. Fakat bir kaç gün sonra onu azâd ederek, biri ile evlendirmiş. Câriye kocasından bir çocuk doğurmuş. Hazret-i İbn Ömer bu çocuğu alır, ona sarmaşarak: sende annenin kokusunu duyuyorum!» dermiş. Kendisine:: annesi pek âlâ Allah sana helâlinden nasip etmişti, hem de onu seviyordun: N'için bıraktın?» diyen olmuş; İbn Ömer: «Sen, Allahü teâlâ'nın: sevdiğiniz mallardan infâk etmedikçe asla cennete giremezsiniz.) buyurduğunu duymadın mı?» cevâbını vermiş. Ömerü'bnü Abdil' aziz dahi çuvallarla şeker alır tesadduk edermiş. Kendisine: «Sen, bunun yerine parasını tasadduk etsen olmaz mı?» denildikte: «Ben şekeri çok severim. Binâenaleyh sevdiğim şey'i infâk etmek istedim.» mukaabelesinde bulunmuştur. âhiret»'den murâd: Âhiret için biriktirilen sevaplardır. Medih, rızâ ve takdir bildiren bir kelimedir. Mubağlağa için bazen «Bah bah» şeklinde mükerrer kullanılır. Şedde ve tenvînle (bah-hin bahhin) şeklinde kullanıldığı da vardır. onun (Bah, bahi, bahh ve bahhi) şekillerinde okunacağını söylemişlerdir. mânâca aralarında pek fark yoktur. Sahibine âhirette kazanç getiren mal, demektir. İbn Karakol' un beyânına göre mezkûr kelime râyıh şeklinde de rivâyet olunmuştur. Râyıh hakikatte öğleden sonra dönüp gelen, mânâsına ise de, dinleyenlerce malûm olduğu için burada «giden» mânâsına kullanılmıştır. Yani «işte bu mal sevabının âhirete gittiği maldır.» manasınadır. cümlenin mânâsı: «Mal dediğin gelip geçici bir şeydir. Hayır hususunda elden gitmesi evlâdır.» demektir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Nafaka Île Sadakayı Akrabaya, Zevce, Evlat Ve Müşrik Bile Olsalar Ebeveyne Vermenin Fazileti Bâbı
2364-) Bana Hârûn b. Said El-Eylî rivâyet etti. ki): Bize İbn Vehb rivâyet etti. ki): Bana Amr, Bükeyr'den, o da Küreyb'den, o da Meymûne binti'l - Hâris'den naklen haber verdi, ki Meymûne Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında, bir câriye âzâd etmiş, de bunu Resûlûllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e anmış. Resûlûllah (sallallahü aleyhi ve sellem)-. dayılarına verseydin sevabın İçin daha büyük bir şey olurdu.» buyurmuşlar. hadîsi Buhârî «Hibe» bahsinde, Nesâî Kitabû'l -Itk»'da tahric etmişlerdir. Câriye, demektir. rivâyetinde: « Hazret-i Meymûne' nin kara bir cariyesi vardı.» denilmiştir. rivâyetlerde Resûlûllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Hazret-i Meymûne'ye: «Onu kız kardeşlerine verseydin...» dediği bildirilmiştir. İyâz: «İhtimâl bu rivâyet (Dayılarına verseydin.) rivâyetinden daha sahihtir. İmâm Mâlik'in (El-Muvattadaki rivâyeti de bunu göstermektedir. Mezkûr rivâyette (Onu iki kız kardeşine verseydin...) buyurulmuştur.» diyor. Nevevî (631 - 676) «Rivâyetlerin hepsi sahihtir, aralarında münâfaat yoktur. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bunların hepsini söylemişdir.» demiştir. Battâd (? - 444) Bu hadisle istidlal ederek, akrabaya yapılan hibenin köle azâd etmekten daha faziletli olduğunu söylemiştir. ile Nesâî ve İmâm Ahmed'in, Selmân b. Âmir' den merfû olarak rivâyet ettikleri bir hadîs de bu kavli te'yîd etmektedir. Mezkûr hadîsde: verilen sadaka yalnız sadakadır; akraboğya verilen ise hem sadaka hem şiledir.» buyurulmuştur. hadisi İbn Huzeyme ile İbn Hibbân dahi rivâyet etmiş ve sahih olduğunu söylemişlerdir. Yalnız Buhâri şârihi Aynî buradaki faziletin mutlak değil, fakir olmak şartıyla mukayyed olduğunu söylüyor. Yani akrabaya yapılan hibe, köle azadından efdal olmak için, hibe edilen kimsenin fakir olması şarttır. Aksi takdirde köle azadı daha faziletli olur. Çünkü köle azadının fazileti hakkında hadîs-i şerif vârid olmuş; edilen kölenin her uzvuna mukaabil, azâd edenin bir uzvu cehennemden kurtulur...» buyurulmuştur. Maamâfih İmâm Mâlik'den bir rivâyete göre akrabaya verilen sadaka köle azadından efdaldır. Hak olan şudur ki: Bu mes'ele hâle göre değişir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Nafaka Île Sadakayı Akrabaya, Zevce, Evlat Ve Müşrik Bile Olsalar Ebeveyne Vermenin Fazileti Bâbı
2365-) Bize Hasan b. Rabî' rivâyet etti. ki): Bize Ebû'l-Ahvas, A'meş'den, o da Ebû Vail'den, o da Amr b. Hâris'den, o da Abdullah'ın zevcesi Zeyneb'den naklen rivâyet etti. Zeyneb Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): kadınlar cemâati! Zînetlerinizden olsun sadaka verin.» buyurdular. Bunun üzerine ben, Abdullah'ın yanına dönerek: «Sen, fakir bir adamsın, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize sadaka vermemizi emir buyurdu. Binâenaleyh ona git de sor. Şayet sadakamı sana vermem kâfi gelyiorsa ne âlâ. Aksi takdirde onu sizden başkalarına veririm.» dedim. Abdullah, bana: «Hayır! Ona, sen git...» dedi. Ben de gittim. Bir de baktım Ensârdan bir kadın Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in kapısında bekliyor. Onun haceti de benimki gibi imiş. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i mehabet kaplamıştı. Derken yanımıza Bilal çıktı. Biz ona: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e git de, kapıda iki kadın sana sadakalarının kocaları ile terbiyeleri altında bulunan yetimlere verilmesi kâfi gelip gelmiyeceğini soruyorlar, diye haber ver. Ama bizim kim olduğumuzu ona söyleme.» dedik. üzerine Bilâl Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanına girerek mes'eleyi ona sordu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Bilâl'e: «Kim onlar?» dedi. Bilâl: «Ensâr'dan bir kadın ile Zeyneb.» cevâbını verdi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'. «Zeyneb'lerin hangisi?» dedi. Bilâl: «Abdullah'ın karısı.» cevâbını verdi. Müteakiben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): ikisine de ikişer ecir vardır; Akrabalık ecri ve sadaka ecri.» -buyurdular.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Nafaka Île Sadakayı Akrabaya, Zevce, Evlat Ve Müşrik Bile Olsalar Ebeveyne Vermenin Fazileti Bâbı
2366-) Baha Ahmed b. Yûsuf El - Ezdî rivâyet etti. ki): Bize Ömerü'bnü Hafs b. Gıyâs rivâyet etti. ki): Bize babam rivâyet etti. ki): Bize A'meş rivâyet etti. ki): Bana şaMk, Amrü'bnü Haris’den, o da Abdullah'ın zevcesi Zeyneb'den naklen rivâyet etti. A'meş ki: Ben, bunu İbrahim'e anlattım; o da: Ebû Ubeyde'den, o da Amrü'bnü Hâris'den, o da Abdullah' in zevcesi Zeyneb'den tamâmiyle bu hadîsin mislini rivâyet etti. Zeyneb Şöyle dedi: Mescidde idim. (Bir ara) Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) beni gördü de: verin. Velev ki zînetlerinizden olsun.» buyurdular. hadîsi Ebû'l - Ahvas hadîsi tarzında rivâyet etmiştir. hadîsi Buhârî, Tirmizî ve İbn Mâce «Zekât- bahsinde, Nesâî Işratü'n - Nisa»'da muhtelif ravîlerden tahrîc etmişlerdir. rivâyetinden: «Bir de baktım kapıda Ensârdan Zeyneb isminde bir kadın duruyor.» denilmiştir. rivâyeti Nesâî dahi tahrîc etmiştir. in zevcesinden murâd: Hazret-i Abdullah b. Mes'ûd'un karışıdır. rivâyetinde: «Abdullah yani İbn Mes'ûd'un zevcesi ile Ebû Mes'ûd yani Ukbet ü'bnü Amr El-Ensârî' nin zevcesi gittiler...» denilerek Bâbımız hadîsinde ismi zikredilmeyen kadının Ebû Mes'ûd'un zevcesi olduğu bildirilmiştir. «İbn Sa'd, Ebû Mes'ûd'un ensârdan Hüzeyle binti Sabit nâmındaki karısından maada zevcesi olduğundan bahsetmemiştir.» demişlerdir. mezkûr kadının ya iki tane ismi bulunduğuna yahut ona Zeyneb ismini veren râvî'nin vehmettiğine ihtimâl vermektedirler. Yani râvî İbn Mes'ûd (radıyallahü anh)’ın zevcesinin Zeyneb olduğuna bakarak bunun da Zeyneb olacağına intikâl etmiştir. Ayni’nin de beyân ettiği vecîhle İbn Sad’ın bahsetmemesi: Ebû Mes'ûd Hazretlerinin başka bir karısı olmamasını gerektirmez. rivâyetinde Hazret-i Zeyneb'in bıraktığı yetimlerin kardeşi ile kız kardeşinin oğulları oldukları bildirilmiştir. geçen «Hafifü’l-Yed» tâbiri fakirlikten kinayedir. Hazret-i Bilale kendilerinin kim olduklarını söylememesini tembih ettikleri hâlde Bilâl (radıyallahü anh)'ın verdiği söze muhalefet ederek bu sırrı ifşa etmesine gelince: Bilâl (radıyallahü anh), Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in suâli ile karşılaşmıştır. Gerçi söylememesi, riâyeti gereken bir maslahat ise de, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e cevap vermesi daha büyük bir maslahattır. Çünkü ona cevap vermek, te'hîri caiz olmayan bir vâcipdir. iki maslahat tearuz ettiklerinde, hangisi daha mühimse o icra edilir. Burada şöyle bir suâl de hatıra gelebilir: «Hazret-i Peygamber'in suâline mutabık olan cevap: Zeyneb ile filân kadın ya Resûlallah, demekti. Acep niçin Bilâl (radıyallahü anh) böyle cevap vermedi?» suâlin cevâbı şudur: İkinci kadının ismi zikredilmemistir. Onun ismi de Zeyneb'dir. Bu sebeple yaşça büyük olanın ismini zikretmekle iktifa olunmuştur. ecirden biri karabet yani akrabağya yardım, diğeri de sadakadan mütevellit sevaptır. Ebû Saîd'in rivâyetinde Zeyneb (radıyallahü anha)’ın suâlini Resûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem)'e bizzat sorduğu bildirilmiştir. Bâbımız hadisinde ise Bilâl (radıyallahü anh) vasıtasıyla sorduğu anlaşılıyor. bu iki rivâyetin arasını bularak, Hazret-i Zeyneb'in müracaatını mecaza hamletmiş, hakikatte suâlini Hazret-i Bilâl vasıtasıyla sorduğunu ileri sürmüşlerse de, Aynî bu bâbda vâ-rid olan hadîslerin mecmû'una bakarak bu mütâlâanın söz götürdüğünü beyân etmiş ve: «Bu hadîslerde zikri geçen kıssanın ayrı ayrı iki defa vukûbulmuş olması muhtemeldir.» demiştir. diyor ki: «Bu hadîsde bahsedilen nafakadan murâd; Sevabına verilen sadakadır. Hadislerin siyakı bunu göstermektedir. Bundan sonra gelecek Ümmü Seleme hadîsindeki infâk dahi ayni mânâyadır.» hadîsi Ülü'l-Emrin ahâlîsine sadaka vermek, hayrat yaptırmak, fitneden emin olmak şartıyla kadınlara vaaz etmek gibi husûsâtı emredebileceğine delildir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Nafaka Île Sadakayı Akrabaya, Zevce, Evlat Ve Müşrik Bile Olsalar Ebeveyne Vermenin Fazileti Bâbı
2367-) Bize Ebû Küreyb Muhammed b. Alâ' rivâyet etti. ki): Bize Ebû Üsâme rivâyet etti. ki): Bize Hişâm, babasından, o da Zeyneb binti Ebî Seleme'den, o da Ümmü Seleme'den naklen rivâyet etti; Şöyle dedi: «Ya Resûlallah! Ben, Ebû Seleme'nin oğullarına nafaka veriyorum. (Tabii) onları şöyle ve şöyle bırakacak değilim, ya... Onlar, benim oğullarım demektir. Acaba bu çocuklar için bana bir ecir var mıdır?» diye sordum. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)- «Evet. Sana, onlara verdiğin nafakanın ecri vardır.» buyurdular.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Nafaka Île Sadakayı Akrabaya, Zevce, Evlat Ve Müşrik Bile Olsalar Ebeveyne Vermenin Fazileti Bâbı
2368-) Bana Süveyd b. Saîd b. Saîd rivâyet etti. ki): Bize Alîy-yu'bnu Müshir rivâyet etti. H. İshâk b. İbrahim ile Abd b. Humeyd dahi rivâyet ettiler. De-dediler ki-. Bize Abdürrazzâk haber verdi. ki): Bize Ma'mer haber verdi. râvîler hep birden Hişâm b. Urve'den bu isnâdda, bu hadîsin mislini rivâyet etmişlerdir. hadîsi Buhârî «Zekât- ve «Nafakaat» bahislerinde tah-rîc etmiştir. şerîfde sahâbiyyenin sahâbiyyeden yani Hazret-i Zeyneb"in, annesi Ümmü Seleme' den rivâyette bulunması ve keza oğulun babadan rivâyeti, nazar-ı dikkati celbeden lâtâ-iftendir. Zeyneb (radıyallahü anha)’nın ilk kocası Ebü Seleme (radıyallahü anh) idi. İnfâkda bulunduğu çocuklar onun oğulları idi. İsimleri: Ömer, Muhammed, Zeyneb ve Dürre'dir. şerifin ifâde ettiği hüküm bundan önceki hadîsin şerhinde görülmüştü.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Nafaka Île Sadakayı Akrabaya, Zevce, Evlat Ve Müşrik Bile Olsalar Ebeveyne Vermenin Fazileti Bâbı
2369-) Bize Ubeydullah b. Muâz El-Anberî rivâyet etti. ki): Bize babam rivâyet etti. ki): Bize Şu'be, Adiyy yani İbn Sabit'den, o da Abdullah b. Yezîd'den, o da Ebû Mes’ûd-u Bedri'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen rivâyet etti. Şöyle buyurmuşlar: Allah'ın rızasını hesaba katarak ailesi efradına İntakta bulunursa, bu onun için bir sadaka olur.»

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Nafaka Île Sadakayı Akrabaya, Zevce, Evlat Ve Müşrik Bile Olsalar Ebeveyne Vermenin Fazileti Bâbı
2370-) Bize, yine bu hadîsi Muhammedü'bnü Beşşâr ile Ebû Bekir b. Nâfi' ikisi birden Muhammed b. Ca'fer'den rivâyet ettiler. H. bu hadîsi Ebû Küreyb dahi rivâyet etti. ki): Bize Vekî' rivâyet etti. Bu râvîler hep birden Şu'beden bu isnâdla rivâyette bulunmuşlardır. hadîsi Buhârî «Nafakaat» ile «îmân» bahislerinde tahrîc etmiştir. murâd: Bir kimsenin karısı ve çocukları ile nafakası kendisine ait olan diğer aile efradıdır. Nafakasını verdiği kardeş, kız kardeş, amca, amca oğlu veya ecnebi bir çocuk bu mânâda dâhildirler. göre: Bir kimsenin ehli, kendine hâs olan insanlardır. «ehil» kelimesinin zevce ile akrabaya şâmil olduğunu muhtemel görürler. Hattâ bu kelimenin yalnız zevceye mahsûs olması, şâir aile efradının evleviyyet tarikiyle zevce hükmünde olmaları ihtimâlinden de bahsedilmiştir. Zîrâ nafakası vâcib olan zevcesi hakkında bir kimseye sevap verilirse, nafakası vâcib olmayanlara baktığından dolayı sevap yazılması evleviyette kalır. şöyle bir suâl hatıra gelebilir: «Bir kimsenin ailesi efradına nafaka vermesi farz olduğu hâlde buna nasıl sadaka denilebilir?» şudur: Allahü teâlâ sadakayı farz ve nafile nevîlerine ayırmıştır. İşte nafaka veren kimse bu hususta maksadına göre mükafaat görecektir. Nafakanın farz olması ile, ona «sadaka» adı verilmesi birbirine münâfii değildir. Ulemâdan bâzılarına göre: Allahü teâla Hazretlerinin farz olan nafakaya «sadaka» nâmını vermesi, kullar ifâ ettikleri farzdan dolayı sevap verilmiyeceğini zannetmesinler divedir. Aile efradı ile çoluk çocuğa nafaka vermek bil'icmâ' farzdır.» demiştir. dahi küçük çocuklara nafaka vermenin, babalarına farz olduğunu söylemiş ve: «Nafakasını verdiklerinden başka...» hadîsi ile istidlal etmiştir. Çünkü çocuk küçük olduğu müddetçe babasının iyâli sayılır. beyânına göre ulemâ malı ve kazancı olmayan buluğa ermiş çocuklar hakkında ihtilâf etmişlerdir. Bâzılarına göre: Bir baba kendi oğullarına buluğa erinceye kadar kızlarına kocaya gidinceye kadar nafaka vermekle mükelleftir. Hattâ nikâhlı bir kız zifaftan önce boşanırsa nafakası babasına aittir. Zifaftan sonra boşanır veya kocası ölürse artık babasına nafaka farz değildir. torunlarına nafaka vermesi İmâm Mâlik'e göre farz değildir. göre ise: Muhtaç ve âciz olmak şaicıyla bir kimsenin kardeşlerine, kız kardeşlerine, amcalarına, halalarına, dayılarına ve teyzelerine nafaka vermesi farzdır. ve hala oğullarına nafaka vermek cumhûr-u ulemâya göre farz değildir. Bu hususta cumhûr'a muhalefet eden yalnız İbn Ebi Leylâ olmuştur.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Nafaka Île Sadakayı Akrabaya, Zevce, Evlat Ve Müşrik Bile Olsalar Ebeveyne Vermenin Fazileti Bâbı
2371-) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivâyet etti. ki). Bize Abdullah b. îdrîs, Hîşâm b. Urve'den, o da babasından, o da Es-mâ'dan naklen rivâyet etti. Esma şöyle dedi: «Ya Resûlallah! Annem, bana geldi. Benden rağbet bekliyor. —Yahut çekiniyor.— Kendisine yardım edeyim mi?» dedim. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)- «Evet» cevâbını verdi.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Nafaka Île Sadakayı Akrabaya, Zevce, Evlat Ve Müşrik Bile Olsalar Ebeveyne Vermenin Fazileti Bâbı
2372-) Bize Ebû Küreyb Muhammed b. Alâ' rivâyet etti. ki): Bize Ebû Üsâme, Hişâm'dan, o da babasından, o da Esma' binti Ebi Bekir'den naklen rivâyet etti; Şöyle dedi: «Annem yanıma geldi, kendisi Kureyş devrinde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'în onlarla muahede yaptığı zaman henüz müşrike İdi. Ben, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den fetva isteyerek. «Ya Resûlallah! Annem bana rağbet göstererek, yanıma geldi. Kendisine yardımda bulunayım mı? dedim. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Evet. Annene yardımda bulun... buyurdular. hadîsi Buhârî «Hîbe», «Cizye» ve «Edeb» bahislerinde; Ebû Dâvûd «Kitâbu'z-Zekât» da muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir. «Rağibe» mi yoksa «Rahibe» mi denildiğinde râvînin şekkettiği görülüyor. İstekli; «Rahibe: îstemiyerek, mânâlarına gelir. kadının neyi isteyip istemediği ulemâ arasında ihtilaflıdır. müslüman olmayı istediğini yahut istemediğini söylemiş; bir takımları bu kelimenin: «Benim vereceğim şeylere tama' ederek geldi.» mânâsına kullanıldığını ileri sürmüşlerdir. Dâvûd'un bir rivâyetinde.- «Kureyş zamanında annem müşrik olarak ve islâmı kerih görerek yardım ümidi ile benim yanıma geldi.» denilmiştir. Hacer-i Askalânî (773-852)'nin beyânına göre Kureyş zamanından murâd: Hudeybiye musâlâhası ile Mekke'nin fethi arasında geçen zamandır. bir rivâyetinde: «Annem oğlu ile birlikde geldi.» denilmiştir. Oğlunun ismi: Haris olduğu söylenir. Esma'nın annesinin kim olduğu ihtilaflıdır. Bazıları üvey annesi, bir takımları süt annesi olduğunu söylemişlerdir. annesi olduğunu söyliyenler de vardır. Aynî: «Esah olan da budur.» diyor: Sa'd Ebû Dâvûd-u Tayâlisî ve Hâkim'in rivâyet ettikleri Abdullah b. Zübeyr hadisini buna delîl gösteriyor. hadîsde: Kuteyle, kızı Esma binti Ebî Bekîr'in yanına Medîne'ye geldi. Kendisini Ebû Bekir câhiliyet devrinde boşamıştı. Kızma kuru üzüm, yağ ve selem ağacı yaprağından hediyeler getirdi. Fakat Esma' onun hediyelerini kabul etmekten yahut onu evine almaktan imtina etti. Ve Âişe'ye haber göndererek Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e sormasını istedi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)--«Onu evine alsın...» buyurdular. kadının ismi dahi ihtilaflıdır. Bazıları Kuteyle olduğunu söylerler. Bâzılarına göre Katleldir. Ümmü Bekir olduğunu söylemiştir. Lâkin İbn Tîn: «İhtimâl Ümmü Bekir onun künyesi olacaktır.» diyor. nin sahîh olarak kabul ettiği: Kutey le olmasıdır. Kuteyle'nin müslümanlığı kabul edip etmediğinde dahi ihtilâf etmişlerdir. «Ekser-i ulemâya göre bu kadın müşrik olarak öl müştür.» diyor. ise onu müslümanlığı geç kabul eden sahabe meyânında zikretmiştir. Ancak Ebû Mûse'l-Medini buna itirazla «Hiç bir hadisde müslümanlığı kabul ettiğine dâir ka-yıd yoktur.» demiştir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Nafaka Île Sadakayı Akrabaya, Zevce, Evlat Ve Müşrik Bile Olsalar Ebeveyne Vermenin Fazileti Bâbı
2373-) Bize Muhammed b. Abdüllâh b. Nümeyr rivâyet etti. ki): Bize Muhammed b. Bişir rivâyet etti. ki): Bize Hişâm, babasından, o da Âişe'den naklen rivâyet etti ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e bir adam gelerek: Resûlallah! Annem ansızın öldü, vasiyet te etmedi. Öyle zannederim ki konuşmuş olsa sadaka verilmesini vasiyet ederdi. Acaba onun nâmına ben sadaka versem, anneme sevap olur mu?» demiş, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)-. —«Evet.» cevâbını vermiş.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Ölen Kimse Namına Verilen Sadakanın Sevabı Kendisine Ulaşacağı Bâbı
2374-) Bana, bu hadîsi Züheyru'bnu Harb da rivâyet etti. ki): Bize Yahya b. Said rivâyet etti. H. Ebû Küreyb dahi rivâyet etti, ki): Bize Ebû Üsâme rivâyet etti. H. Alîyyü'bnü Hucr da rivâyet etti. ki): Bize Alîyyü'bnü Müshir haber verdi. H. Hakem b. Mûsâ dahi rivâyet etti. ki): Bize Şuayb b. İshâk rivâyet etti. Bu râvîlerin hepsi Hişâm'dan bu isnadla rivâyette bulunmuşlardır. Üsâme hadîsinde «Vasiyet de etmedi.» cümlesi vardır. Nitekim İbn Bişir de ayni cümleyi söylemiş fakat diğer râvîler onu söylememişlerdir. hadîsi Buhârî «Cenâiz» bahsinde tahrîc etmiştir cümlesi viitü şeklinde de rivâyet olunmuştur. kelimesi mansûb okunduğuna göre temyiz yahut fi'lin ikinci mefûlü olur. Merfû okunursa nâib-i faildir. İyâz: «Ekseri rivâyetlerimiz mansûbdur.» demiştir. «Ansızın öldü, demektir. Bu kelime beklemeden yapılan her fiil hakkında kullanılır. nin Hazret-i İbn Abbâs' dan rivâyet ettiği bir hadîsde: «Sa'dü'bnü Ubâde annesinin ifâ edemeden öldüğü bir neziri hakkında Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den fetva istedi de: Annen nâmına onu sen edâ et; buyurdular.! denilmektedir; Dâvûd dahi buna benzer bir hadis rivâyet etmiştir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Ölen Kimse Namına Verilen Sadakanın Sevabı Kendisine Ulaşacağı Bâbı
2375-) Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivâyet etti. ki): Bize Ebû Avâne rivâyet etti. H. Ebû Bekir b. Ebi Şeybe de rivâyet etti. ki): Bize Abbâd b. Avvâm rivâyet etti. Bu râvîlerin ikisi birden Ebû Malik-i Eş-caî'den, o da Rib'î b. Hirâş'dan, o da Huzeyfe’den naklen rivâyer etmişlerdir. Kuteybe hadîsinde Huzeyfe: Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)... demiş. Ebî Şeybe hadîsinde ise: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den... ifâdesini kullanmış. - Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) iyilik sadakadır.» buyurmuşlar. Allah'ın razı olduğu bilinen fiildir. Böyle bir fiilin sevabı, sadaka sevabı gibidir. göre «ma'rûf» tâat olduğu bilinen her şey'in ismidir. güler yüzle muamele etmek bile ma'rûftan sayılır. şerif, ehemmiyetsiz bile olsa hiç bir ma'rûfun hakir görü-lemiyeceğine ve iyilik yapmak hususunda cimrilik göstermenin doğru olmadığına delildir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Her Nevi Îyiliğe Sadaka Adı Verilebileceğinî Beyan Bâbı
2376-) Bize Abdullah b. Muhammed b. Esma' Ed-Dubaî rivâyet etti. ki): Bize Ebû Uyeyne'nin azatlısı Vâsıl, Yahya b. Ukayl'den, o da Yahya b. Ya'mer'den, o da Ebû’l-Esved-i Dîlî'den, o da Ebû Zerr'den nalken rivâyet etti ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in ashabından bâzı zevat, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’ e, «Ya Resûlallah! Servet sahipleri sevapları alıp gittiler. (Zîrâ) bizim kıldığımız gibi namaz kılıyorlar, bizim gibi oruç tutuyorlar. (Fakat) onları mallarının fazlalarını tesadduk ediyorlar.» demişler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Size Allah tesadduk edecek bir şey vermemiş mî? Her tesbîh mukoabilinde bir sadaka, her tekbîr bir sadaka, her tahmîd bir sadaka, her tehlil bir sadaka, emr-ibil ma'rûf sadaka, kötülükten nehiy sadakadır. Birinizin cinsî münâsebetinde bile sadaka vardır.» buyurmuşlar. Ashâb: «Ya Resûlallah! Birimiz şehvetini kaza eder de, onda da ecir mi olur?» diye sormuşlar. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Ne dersiniz, o kimse şehvetini haramla tatmin ederse, ona günâh olur mu? İşte bunun gibi helâlde tatmin ettiği zaman da ona sevap olur.» buyurmuşlar. kelimesi (......) şeklinde dahi okunabilir. ile onu tâkîb eden cümlelerdeki «Sadaka» kelimesi merfû ve mansûb olarak rivâyet edilmiştir. Merfû okunduğuna göre mezkûr cümleler birer isti'nâf cümlesidir. Mansüb okunduğuna göre ise teşbih cümlesi üzerine atfedilmişlerdir. îyâz'ın beyânına göre tesbîh, tekbir ve benzerlerine «sadaka» denilmesi, benzetme suretiyledir. Yani sadaka gibi bunların da sevapları vardır. Onlara sadaka ismi verilmesi, mukaabele ve tecnîs suretiyledir. Bazıları: «Bu cümlelerin mânâsı mezkûr tâatlar kendisine sadakadır.» mütâlâasında bulunmuşlardır. bil ma'rûf: İyiliği emretmektir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu cümle ile emr-i bil ma'rûf sayılan her şey'e ayrı ayrı sadaka hükmü verileceğine, kötülükten nehiy dahi ayni hükümde dâhil olduğuna işaret buyurmuştur. ve nehiy kelimelerini nekire olarak söylemesi bundandır. İyiliği emir ve kötülüğü nehiyin sevabı: teşbih, tahmîd ve tehlîlin sevabından daha çoktur. Çünkü emr-i bil ma'rûf nehiy ani'l-münker vazifesi Müslümanlara farz-ı kifâyedir. Hattâ bazen farz-ı ayn olur. Nafile olduğu yer yoktur. Tesbîh ve tahmîd gibi şeyler ise nafile ibâdetlerdir. sevabı bittabi nafilenin sevabından çok olur. Nitekim Buhârî'nin rivâyet ettiği bir hadis-i kutside Allahü teâlâ hazretleri: üzerine farz kıldığım ibâdeti edâ etmekten daha makbul hiç bir şeyle bana yaklaşmamıştır." buyurmuştur. Îmâmü'l-Haremeyn bâzı ulemânın: Farzın sevabı, nafile ibâdetin sevabından 70 derece daha fazladır.» dediklerini ve bu bâbda bir hadîsle istidlal ettiklerini söylemiştir

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Her Nevi Îyiliğe Sadaka Adı Verilebileceğinî Beyan Bâbı
2377-) Bize Hasen b. Aliy El-Hülvânı rivâyet etti. ki): Bize Ebû Tevbete'l-Rabi' b. Nâfi' rivâyet etti. ki): Bize Muâviye yani İbn Sellâm, Zeyd'den naklen rivâyet etti, o da Ebû Sellâm'ı şöyle derken işitmiş: Bana Abdullah b. Ferrûh rivâyet etti. Kendisi Âişe'yi şunları söylerken İşitmiş: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): ki Âdem oğullarından her insan 360 mafsal ile yaratılmıştır. Şimdi her kim bu 360 mafsal sayısınca Allah'a tekbîr getirir, hamd eder, tehlil ve tesbîh eyler ve istiğfarda bulunur; insanların yolundan bir taş yahut diken veya kemik atar; bir iyiliği emirveyâ bir kötülüğü nehiy ederse gerçekten o gün kendini cehennemden uzaklaştırmış olarak hareket eder.» buyurdular. Tevbe ki: «Gâlibâ akşamlar, dedi.»

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Her Nevi Îyiliğe Sadaka Adı Verilebileceğinî Beyan Bâbı
2378-) Bize Abdullah b. Abdirrahman Ed-Dârimİ rivâyet etti. ki): Bize Yahya b. Hassan haber verdi. ki).- Bana, Muâviye rivâyet etti. ki): Bana kardeşim Zeyd bu isnâdla bu hadîsin mislini haber verdi. Yalnız o: -Yahut bir iyiliği emrederse..», bir de «O kimse o gün akşamlar...» dedi.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Her Nevi Îyiliğe Sadaka Adı Verilebileceğinî Beyan Bâbı
2379-) Bana Ebû Bekir b. Nâfi’ El-Abdî rivâyet etti. ki): Bize Yahya b. Kesir rivâyet etti. ki): Bize Alîy yani İbnü'l - Mübarek rivâyet etti. ki): Bize Yahya, Zeyd b. Sellâm'dan, o da b. Ferrûh rivâyet etti. O da Âişe'yi şöyle derken işitmiş: Abdullah, dedesi Ebû Sellâm'dan naklen rivâyet etti. ki: Bana Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): insan... yaratıldı.» buyurdu. hadîsi Muâviye'nin Zeyd'den rivâyet ettiği şekilde rivâyette bulunmuş ve: «O kimse, o gün (kendini cehennemden uzaklaştırmış olarak) hareket eder.» demiştir. kelimesi Müslim'in ekseri nüshalarında bu şekilde rivâyet edilmiştir, Tevbe: Onun yerine galiba buyurdu, demiştir. (631 - 676), hadisin bu şekilde dahi rivâyet edildiğini ve her iki rivâyetin de sahih olduğunu söylüyor. hadis, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimizin din ve dünyâ ilimlerini son derece ihatalı bir şekilde bildiğine delildir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Her Nevi Îyiliğe Sadaka Adı Verilebileceğinî Beyan Bâbı
2380-) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivâyet etti. ki): Bize Ebû Üsâme, Şu'be'den, o da Said (19) b. Ebi Bürde'den, o da babasından, o da dedesinden, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen rivâyet etti: Müslümana sadaka vermek vacibdir.» buyurmuşlar. üzerine): «Ya bulamazsa, ne buyurursun?» diyenler olmuş; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): eliyle çalışır da, hem kendine fayda verir, hem de tesadduk eder.» buyurmuşlar. (Yine) «Ya buna gücü yetmezse ne buyurursun?» demişler, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) «Muztar kalan, İhtiyâç sahibine yardım eder.» buyurmuşlar. (sallallahü aleyhi ve sellem)’e (tekrar): «Ya buna da gücü yetmezse ne buyurursun?» diyenler olmuş. (Bu suale de): «İyiliği yahut hayırı emreder.» cevâbını vermiş. (Soranlardan birisi) «Şayet bunu yapmazsa ne buyurursun?» demiş. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) «Kötülük yapmaktan kendini tutar; çünkü bu da bir sadakadır.» buyurmuşlar.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Her Nevi Îyiliğe Sadaka Adı Verilebileceğinî Beyan Bâbı
2381-) Bize, bu hadîsi Muhammedü'bnü'l - Müsennâ dahi rivâyet etti. ki): Bize Abdurrahmân b. Mehdi rivâyet etti. ki): Bize Şu'be bu isnâdla rivâyette bulundu. hadîsi Buhârî' «Zekât» ve «Edeb» bahislerinde tahrîc etmiştir. Bazıları «Her Müslümana sadaka vermek vacibdir.» cümlesini «Bit'te'kid müstehabdır.» mânâsına almışlarsa da, Ayni «Ala» kelimesinin buna münâfii olduğunu söyliyerek İtirazda bulunmuştur. Zîrâ «Alâ» kelimesi vücûb bildirir. «Hadisin zahiri vücûb ifâde etmektedir. Lâkin Allahü teâlâ hazretleri lütf-u kereminden bunu hafifletmiş, gizli yapılan mendûb ibâdetlerle vücudu İskaat etmiştir.» demiştir. diyor ki: «Vücûbun zahiri mânâsı bir kimsenin yiyeceğini kazanmaktan aciz kaldığım ve ölmek üzere bulunduğunu gören Müslümana hamledilebilir. Zira böyle bir Müslü manın o âcize sadaka vererek hayâtını kurtarması farz olur.» hadisde sadaka mutlak olarak zikredilmişse de, bundan sonra gelen Ebû Hüreyre hadisinde «Her gün» diye kayıtlanmıştır. kirâm, sadakadan atıyye mânâsı anlamış olacaklar ki, «Buna gücü yetmiyen ne yapacak?» diye sormuşlar. Resul -i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) de sadakadan umûmi bir mânâ kastettiğini; bu mânânın muztar kalan muhtaçla emr-ı bile marufa bile şâmil olduğunu beyân buyurmuştur. Muztar ve mazlum mânâlarına gelir. ki: İslâm dinî hüsnüniyetle yapılan mübâh fiilleri bile ibâdet saymıştır. Kötülük yapmaktan sakınmak dahi bir ibâdettir. Bunun ibâdet olması, kötülük yapacağı kimseyi rahat ve emniyette bıraktığı içindir. Bu suretle adetâ o kimseye sadaka vermiş gibi olur. Kötülüğü kendi nefsine yapmak isteyip de sonra vazgeçen kimse, kendine sadaka vermiş gibi olur.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Her Nevi Îyiliğe Sadaka Adı Verilebileceğinî Beyan Bâbı
2382-) Bize Muhammed b. Râfi' rivâyet etti. ki): Bize Abdurrezzâk b. Hemmam rivâyet etti. ki): Bize Ma'mer, Hemmâm b. Münebbih'den naklen rivâyet etti. Hemmâm, Ebû Hüreyre'nin, Resûlüllah Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’den rivâyet ettikleri şudur... diyerek bir takım hadisler zikretmiş ezcümle şunları söylemiştir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) güneş doğan her gün, insanların her bir mafsalı için bir sadaka vâcib olur. (Meselâ) iki kişinin arasında adaletle hükmetmen bir sadakadır. Hayvanına binmek isteyen bir kimseye yardım ederek, hayvana bindirmen yahut eşyasını hayvana yüklemen bir sadakadır. Güzel söz bir sadakadır. Namaza giderken attığın her adım bir sadakadır. Yoldan eziyet verici şeyleri gidermen dahi bir sadakadır.» buyurdular. hadîsi Buhârî «Kitabu's - Sulh» ve -Kitâbu'l-Cihâd», bahislerinde tahric etmiştir. Parmak kemikleri, mânâsına gelir. Kelime müennes ise de, «Küll» kelimesine bakarak «aleyhi»'deki zamir müzekker olarak kullanılmıştır. Yahut «sülâmâ» kelimesine kemik veya mafsal mânâları tazmin ettirilmiştir. şerifin mânâsı şudur: Kemikler insanın vücûdunda esâs olan uzuvlardır. Zîrâ insanın hareket ve sükûnu ancak onlarla mümkün olur. Binâenaleyh kemikler Allahü teâlâ'nın insana bahşettiği en büyük nimetlerdendir. Her kemik nimetine mukaabil bir sadaka vâcib kılmak suretiyle onların şükrünü istemek, Allahü teâlâ hazretlerinin hakkıdır. Lâkin Hak (Celle) ve Alâ Hazretleri lütf-u merhamet buyurarak bunu istememiş, insanlar arasında adalete riâyet ve yoldan insanlara ezâ verecek şeyleri atmak gibi fiilleri sadaka kabul ederek kullarının şükür borcunu hafifletmiştir. Bu meyânda namaza giderken atılan her adım dahi sadaka sayılmıştır. Bundan murâd: Her adım mukaabilinde bir derece yükseltmek ve bir günâh affetmektir. Onun içindir ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) câmi'e giderken çok adım atmayı teşvik etmiş, koşarak gitmekten nehiy buyurmuştur. kişinin arasında adaletle hükmetmen dahi bir sadakadır...» bir müptedâ haber cümlesidir. Gerçi cümle fiille başlamışsa da, burada fiil Muaydi'yi işitmen, görmenden hayırlıdır.» cümlesinde olduğu gibi burada «Ta'dilu» fi'li «En -Ta'dile» takdirindedir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Her Nevi Îyiliğe Sadaka Adı Verilebileceğinî Beyan Bâbı
2383-) Bize Kâsım b. Zekeriyyâ rivâyet etti. ki): Bize Halid b. Mahled rivâyet etti. ki): Bana Süleyman yani İbn Bilâl rivâyet etti. ki): Bana Muâviyetü'bnü Ebî Müzerrid, Said b. Yesâr'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti. Ebû Hüreyre şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) sabahladığı hiç, bir gün yoktur ki, iki melek inerek, birisi: Allah'ın Malını intak edene halef ver; diğeri de: Allah'ım! Malını vermeyene telef ver, demesinler.» buyurdular. hadîsi Buhârî «Zekât» bahsinde; Nesâî «Işratü'n-Nisâ»'da tahric etmişlerdir. bâbda İmâm Ahmed b. Hanbel Hazret-i Ebû'd Derdâ'dan şu hadisi tahrîc etmiştir: güneş doğan hiç bir gün yoktur ki, o günün iki tarafında iki melek bulunmasın. Bu melekler: Ey insanlar! Rabbinize yönelin. Şüphesiz ki az olup, kâfi gelen rızık, çok olup azdıran rızıkdan daha hayırlıdır. Bunu ins'le cinden başka Allah'ın bütün mahlûkaatı işitir. Ve yine içinde güneş batan hiç bir gün yoktur ki, iki tarafında iki melek bulunmasın. Bunlar da İnsanlarla cinler müstesna bütün yeryüzünde yaşıyanlara işittirerek: Allah'ım İnfâk edene halef ver, etmeyene de telef ver! diye nida ederler.» Bedel, demektir. Yani melekler malından sadaka veren kimseye, verdiğine bedel mal vermesi için Cenâb-ı Hakk'a niyaz ederler. Meleklerin sadaka vermeyen zengine telef istemeleri, müşâkele tarikiyledir. Çünkü telef, rızık gibi verilen bir şey değildir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Malını Înfak Edenle Etmiyen Hakkında Bir Bab
2384-) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile İbnü Nümeyir rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Veki' rivâyet etti. ki): Bize Şu'be rivâyet etti. H. Muhammedü'bnü'l - Müsennâ da rivâyet etti. Bu lâfız onun ki): Bize Muhammed b. Ca'fer rivâyet etti. ki): Bize u'be, Ma'bed b. Hâlid'den naklen rivâyet etti. ki: Ben, Hârisetüb'nü Vehb'i şunu söylerken işittim: ki): Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i şöyle buyururken dinledim. verin! Zira yakında (öyle bir zaman gelecek ki,) bir adam sadakasını (diyar diyar) dolaştıracak da, kendisine sadaka vermek İstediği kimse: (Sen, bu sadakayı bana dün getirseydin kabul ederdim. Ama şimdi benim ona ihtiyâcım yok) diyecek ve (neticede) sadakasını kabul edecek kimse bulamıyacak.» hadîsi Buhârî -Zekât- bahsi ile -Kitabü'l - Fiten»'de tahrîc etmiştir. bâzılarının beyânlarına göre: Bu ve müteâkib hadîslerde beyân buyurulan hâller kıyâmete yakın mal çoğaldığı, bereketler kalktığı zaman vukû bulacaktır. Fakat Aynî bu tevcihi beğenmemiş, hadisleri kıyâmet alâmetlerinden saymış, sadaka kabul edecek kimsenin bulunmamasını da yer sarsılıp, içindeki defineler yeryüzüne çıktığı zamana hamletmiştir. şerîf, öyle bir zaman gelmezden önce sadaka vermeye teşvik etmektedir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Sadakayı Kabul Eden Kimse Bulunmaz Olan Zaman Gelmezden Önce Sadaka Vermeye Teşvik Bâbı
2385-) Bize Abdullah b. Berrâd El-Eş'ari ile Ebû Küreyb Muhammed b. Ala' rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Ebû Üsâme, Bü-reyd'den, o da Ebû Bürde'den, o da Ebû Mûsa'dan, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen rivâyet etti. Şöyle buyurmuşlar: mutlaka bir zaman gelecek ki, bir kimse altından olan zekâtını (diyar diyar) dolaştıracak, onu alacak hiç bir kimse bulamıyacak. Erkeklerin azlığından, kadınların çokluğundan dolayı bir erkeğin peşinden ona sığınmak isteyen 40 kadının gittiği görülecek.» Berrâd'ın rivâyetinde: «Bir adamı göreceksin.» denilmiştir. hadîsi Buhârî -Zekât» bahsinde aynı isnâdla tahric etmiştir. şerîfde zekât mallarından hassaten altının zikredilmesi, sadakanın kabul edilmiyeceği hususunda mübalağa içindir. Zira altın, para olarak kullanılan mâdenlerin en kıymetlisi, malların en şereflisidir. Böyle olduğu halde onu kabul edecek kimse bulunmazsa, sair malları bitariki'l - evlâ kabul eden bulunmayacaktır. diyor ki: «Allah-u âlem bu hâl fitneler zuhur edip, insanlar arasında katiller çoğaldığı zaman vâki olsa gerektir.» Bir erkeğin arkasından ona sığınmak için koşuşan kadınlar hakkında dahi: İhtimâl bu kadınlar, o adamın zevceleri ile cariyeleri ve yakın hısımları olacaktır. Bütün bunlar kıyâmet alâmetlerindendir.» diyor. şeriften anlaşılıyor ki: Bu hâl vâki olduktan sonra mallar çoğalacak, sadaka kabul eden bulunmayacaktır. nin beyânına göre bu hâl Îsâ (aleyhisselam)'ın Deccâl ile küffâr'ı tepelemesinden sonra olacaktır, O zaman İslâm diyarından tek bir kâfir kalmıyacak yer yüzüne semânın bütün bereketleri inecek fakat İnsanlar az olacak ve kıyâmetin pek yakın olduğunu bildikleri için mal biriktirmeye tama' etmiyeceklerdir. Yer olanca bereketlerini meydana çıkaracak, hattâ bir tek nar bütün bir âileyi doyuracaktır. Yerde gömülü bütün defineler meydana çıkacak, mal kapıdan taşacak fakat insanlar yine bunlara tama etmiyeceklerdir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Sadakayı Kabul Eden Kimse Bulunmaz Olan Zaman Gelmezden Önce Sadaka Vermeye Teşvik Bâbı
2386-) Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivâyet etti. ki): Bize Ya'kûb —ki İbn Abdirrahmân El - Kaari'dir.—, Süheyl'den, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) çoğalıp, kapıdan taşımadıkça kıyâmet kopmıyacaktır. O derecede ki: Bir adam malının zekâtını çıkaracak fakat onu kabul edecek hiç bir kimse bulamıyacak; Hatta Arabistan çayırlıklara ve nehirler akan yerlere dönecek» buyurmuşlar.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Sadakayı Kabul Eden Kimse Bulunmaz Olan Zaman Gelmezden Önce Sadaka Vermeye Teşvik Bâbı
2387-) Bize Ebû't Tahir rivâyet etti. ki): Bize İbnü Vehb, Amr b. Hâris'den, o da Ebû Yûnus'dan, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen rivâyet etti şöyle buyurmuşlar: aranızda mal çoğalmadıkça kıyâmet kopmıyacaktır. Mal kapıdan taşacak; o derece ki: Mal sahibi acep bunu benden sadaka olarak kim kabul edecek? diye endîşeye düşecek, bir kimse sadaka almak İçin çağırılacak da; Benim ona İhtiyâcım yok! diyecektir.» hadîsi Buhârî «Zekât» bahsinde tahrîc etmiştir. diyarının çayır ve çimenliklere dönmesinden murâd: Son derese ziraata elverişli olması fakat yine de metruk ve mühmel bırakılmasıdır. Bunun sebebi harp ve fitnelerin çoğalmasından erkeklerin azalması, kıyâmet yaklaştığı için mala tama' kalmaması; bağa bahçeye ehemmiyet veren bulunmamasıdır. hadisdeki — kelimesi iki vecihle zaptedilmiştir. Meşhur olan veçhe göre— şeklinde okunur. Bu takdirde cümlenin mânâsı: kapıdan taşacak, hattâ mal sahibi: Acep bunu benden sadaka olarak kim kabul edecek? diye endişeye düşecektir.» demektedir. Bu takdirde «Rabbü'l- Mâl» terkibi mefûl olur. veçhe göre kelime «......» şeklinde okunur. Buna göre cümle: sahibi malını sadaka olarak kabul edecek kimse arar.» mânâsına gelir. Ve «Rabbü'l - Mâl» terkibi fail olmak üzere merfû okunur. birinci vechin daha güzel ve meşhur olduğunu söylemiştir. Hacet, demektir. (? - 786) hadîs-i şerif de bahsedilen hâlin ashâb-ı kirâm zamanında vukûbulduğunu ileri sürerek: «Onlara sadaka verilir faka tkabûl etmezlerdi.» demişse de, Aynî onun sözünü: «Bu, onların zühd-ü takvasından ve dünyâya tama' etmemelerinden ileri geliyordu. Mal, kapıdan taştığı için değildi. Mal pek az, ihtiyâç çok olmasına rağmen onlar sadaka kabul etmiyorlardı.» şeklinde tashih etmiştir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zekât
Konu: Sadakayı Kabul Eden Kimse Bulunmaz Olan Zaman Gelmezden Önce Sadaka Vermeye Teşvik Bâbı