Sahîh-i Müslim Hadis Kitabı

334-) Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr rivâyet etti. ki): Bize Babamla Vekî’ rivâyet ettiler. H. Ebû Bekir b. Ebû Şeübe de rivâyet etti. Bu lâfız onundur. ki): Bize Vekî', A'meş'den, o da Ebû Vâil'den, o da Abdullah'dan naklen rivâyet etti. Abdullah Şöyle dedi: Ya Resûlallah, biz câhiliyet devrindeki yaptıklarımızdan dolayı muâhaze olunacak mıyız? dedik? Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): kim İslamda iyi ameller işlerse câhîliyet devrindeki yaptıklarından dolayı muâhaze olunmaz; ama kim İsiâmda kötülük işlerse hem evvelki hem de sonunku (devirlerdeki yaptıkları) ile muâhaze olunur.» buyurdu.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Cahiliyet Devri Amellerinden Dolayı Muahaze Olunup Olunmayacağı Bâbı
335-) Bize Mincâb b.-Hâris et-Temîmî rivâyet etti. ki): Bize Aliy b. Müshir, A'meş'den bu isnâdla bu hadisin mislini haber verdi. hadis müttefekun aleyhdir. Buhârî onu «Kitâbu istitâbeti'l zîiürteddin» de tahriç etmiştir. ma'nâ i'tibârile: söyle! Eğer (bundan) vazgeçerlerse geçmiş günahları affolunacak...» âyet-i kerimesine uymaktadır. Sahih hadisde İslâmm daha önceki kötü amellerin hükmünü yıktığı beyan olunduğu gibi bu bâbda icma-ı ümmet de vardır. «geçmiş günahlar..» dan murâd: küfür ve sair günahlardır. İmâm A'zam Ebû Hanife bu âyetle istidlal ederek: «mürdedd bir kimse tekrar müslüman olursa irtidad halinde terk ettiği ibâdetlerinin kazası lâzım gelmez: Fakat iman tanımayıp kâfir olursa her halde yaptığı bütün ameller boşa gider.» kerimesi iktizasınca eski ibâdetleri heder olduğu için yeniden hacca gitmesi icâbeder. işlenecek kötülükten murâd: bazılarına göre küfürdür. Yânî kim müslüman olmuşken tekrar —el-Iyâzu billâh— küfre dönerse; yahud dili ile tasdik ettiği halde kalbi ile İslâmiyetin hak dîn olduğuna inanmazsa o kimse eski ve yeni bütün yaptıklarından îhes'ul olur. Hattâbî diyor ki: «Bu hadisin zahirî, İslâmiyetin eski amellerin hükmünü yok ettiği babındaki İcma-ı ümmete muhaliftir; ve şöyle te'vîl edilir: Bu ha-disden murad «sen kâfir iken şöyle şöyle işler yapmadın mı? Bunları yapmana müslümanlığın bârı mâni olsa idi ya?» gibi sözlerle o kimseyi ta'yip ve ilzam etmektir. «Yani hadis ancak bu ma'nâyı ifade öder; İslâmiyetin geçmiş amellerin hükmünü heder etmesine hakikatte muhalif değildir. Kirmânî: «İhtimâl İslâmdaki kötü amelden maksad: ter temiz müslüman olamamak yahud imanı halis olmayıp münafık kalmaktır.» diyor. İmâm Nevevî dahi bu şekilde tefsir etmiştir. Zira hakikî müslüman olmakta devam eden bir kimsenin, müslüman olmazdan önceki yaptıklarından mes'ul tutulmayacağı nass-ı Kur'ân ve bir çok sa-hîh hadislerle sabittir. Battal İslâmda yapılan kötü amelden muradın küfür olduğuna bir çok ulemanın kail olduğunu söyleyerek sözüne şöyle devam eder: Çünkü: câhiliyet zamanında işlediği bir masiyetten dolayı bir müslümanın mes'ul tutulamayacağına icma-ı ümmet vardır. Müslüman olduktan sonra en büyük günahlardan birini irtikâb etse bile müslüman kaldıkça yalnız o günahdan dolayı ceza görür.» Nevevî bu hadisi şöyle tefsir eder: Hadisin manası hususunda sahih olan kavil, muhakkik ulemadan bir cemaatın kavlidir ki o da buradaki ihsandan murad İslâmiyete zahiri ve batını ile girmek ve hakiki müslüman olmaktır. Böyle bir müslümanın kâfir olduğu zamanlar işlediği günahları affedilir. Bu cihet nass-ı Kur'ân-ı Kerim, hadis-i sahih ve müslümanların icmaî ile sabittir. Hadiste: kendinden önceki devirlere ait olan amellerin hükmünü yıkar.» buyurulmuştur. amelden murad İslâmiyete kalbi ile girmeyip zahiren iki şahadeti getirerek teslim olmak kalbi ile müslümanlığın hak olduğuna inanmamaktır. Böylesi bütün müslümanların icmaî ile münafık olup küfrü üzre bakidir ve müslüman suretinde görünmezden evvel islemiş olduğu cahilîyet devri amellerinden mes'ul olduğu gibi müslüman göründüğü zaman yaptıklarından da mes'uldur. Çünkü bu adam küfründe daimdir. Mesele şeriat örfünce malumdur. Bir kimse kemali ihlâsla hakikaten müslüman olduğu zaman «filânın İslâmı güzel oldu derler» aksi takdirde «filânın İslâmı kötüdür denilir.» el-Übbî İmâm-ı Nevevî'nin bu tefsirini beğenmekte ve şöyle demektedir: En güzeli Nevevî'nin tefsiridir. Nevevî İslâmiyetteki iyi ameli ihlâsla, kötü amelide ihlâssızlıkla tefsir etmiştir. Çünkü samimi müslüman olmayan bir kimseyi bütün amelleri ile muâha-ze etmek doğru olmadığı gibi İslâmiyetteki iyi ameli tâat, kötü ameli muhalefet diye tefsir etmek te makbul değildir. Zira böyle bir tefsir İslâmiye-tin kendinden önceki amelleri hükümsüz bırakmasını tâata ve müstakbelde şeriata muhalefet etmemeğe bağlı olmayı icab eder. Halbuki mesele öyle değildir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Cahiliyet Devri Amellerinden Dolayı Muahaze Olunup Olunmayacağı Bâbı
336-) Bize Muhammed b. el-Müsenna el-Anezî ile Ebû Ma'n Er-Rakaaşi ve İshâk b. Mansûr, toptan Ebû Âsım'dan rivâyet ettiler. Lâfız İbn'l Müsenna'nındır. ki): Bize Dahhâk yani Ebû Âsim rivâyet etti. ki: Bize Hayvetü'bnü Şüreyh haber verdi. ki: Bana Yczıd b. Ebî Hahib, İbn Şumasete'l Mehri'den rivâyet etti. İbn Şumâse şöyle dedi: Ibnî As'ın yanına vardık kendisi ölüm döşeğinde idi. Uzun zaman ağladı ve yüzünü duvara çevirdi. Oğlu: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) seni filân şeyle müjdelemedi mi? Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) seni filân şeyle müjdelemedi mi? Demeye başladı. Bunun üzerine Amr yüzünü (bize) çevirerek: ki; hazırlamakta olduğumuz şeylerin en faziletlisi Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammedin onun Rasulü olduğuna şahadet getirmektir. Şüphesiz ki ben üç hal üzere bulundum. Düşünüyorumda «Bir vakitler» Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e benim kadar şiddetle buğuz eden yoktu. İmkânını bulupta onu Öldürmüş olmak kadar da bence makbul bir iş yoktu. Şayet bu hal üzre Ölmüş olsaydım muhakkak cehennemlik olurdum. Allah İslâmı kalbınıe, yerleştirdiği zaman Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelerek; Uzat sağ elini de sana bey'at edeyim dedim. Hemen sağ elini uzattı. Ben elimi çektim Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): oldu sana ya Amr?» dedi. Şart koşmak istedim dedim. «Neyi şart koşuyorsun?» buyurdular. «Af olunmamı» dedim. misin ki İslâm, kendinden önceki günâhları yok eder, Hicret de ondan önceki günahları yok eder, Hac da ondan önceki günahları yok eder?.» buyurdular. Benim nazarımda Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den daha sevgili ve ondan daha büyük bir kimse kalmadı. Ona karşı duyduğum saygıdan dolayı kendisine doya doya bakamıyordum. Benden onu tavsif etmemi isteseler buna takat getiremem. Çünkü ona doya doya bakamazdım. Şayet bu hal üzere ölmüş olsam cennetlik olmamı kuvvetle ümid ederdim. Sonra birtakım şeyler üzerimize aldık ki onlar hakkında halim nice olur bilmiyorum. Öldüğüm zaman beraberimde hiç bir yasçı ve ateş bulunmasın. Beni defnettiğiniz zaman üzerime toprağı iyice döşeyiniz. Sonra kabrimin etrafında bir deve boğazlanıpta eti taksim edilinceye kadar durun ki, sizlerle ünsiyet edeyim. Ve Eabbimin elçilerini nasıl karşılayacağımı düşüneyim, dedi. hadis Ashâb-ı kirâmdan Amr b. Âs (radıyallahü anh)’in vefatını anlatmaktadır. Müslim sarihlerinden Muhammed El-Übbî Hazret-i Amr hakkında şunları naklediyor: Amr akıl, fikir ve lisan itibariyle Arapların dâhisi idi Hazret-i Ömer b. El Hattab birisi ile konuşurken karşısındaki söz anlamazsa: «Seni ve Amr b. El-Âs'ı yaratan Allah'ı tenzih ederim» dermiş Hazret-i Amr, Mısır'da on sene üç ay Hazret-i Ömer zamanında dört sene Hazret-i Osman zamanında iki sene üç ayda Hazret-i Muâviye zamanında valilik etmiş; ve 43 tarihinde 90 yaşında vefat etmiştir. Vefatı için başka tarih söyleyenlerde vardır. Vefatında 325.000 altın ve 2.000.000 dirhem gümüş ile 1.000.000 kıymetinde meşhur bir çiftlik bırakmıştır. edeceği zaman malına bakarak: «Keşke ya sen bir deve tezeği olaydın ya ben selâsil gazasında öleydim. Öyle işlere girdim ki Allah huzurunda onlar hakkında hüccetimin ne olacağını bilmiyorum. Muâviyenin dünyasını düzelttim. Ama kendi ahiretimi hatırdım. Aklımı şaşırdım nihayet ecelim geldi. İşte ecel, ile pençeleşmekteyim. Malımı aldı. Ailem hakkındaki hilâfetimi berbad etti» demiş sonra oğluna dönerek bana bir bukağı getirde onunla elimi boynuma bağla demiş. Oğlu babasının dediğini yapmış. Sonra Amr (radıyallahü anh) başını semaya kaldırarak ; sen bana emir buyurdun ben isyan ettim; Nehy buyurdun kulak asınadım. Kudretim yok muzaffer olayım. Suçsuz değilim mazeret beyan edeyim. Ben ancak senden başka ilâh olmadığına, Muhanınıcdim senin kulun ve Resûlün olduğuna şehadet ediyorum.» demiş; sonra pişman ve düşünceli gibi parmağını ağzına sokarak vefat etmiştir. Oğlu Abdullah kendisine: keşke Ölmekte olan akıllı bir adamın yanına varsamda neler çektiğini bana anlatsa derdim işte ölüm seninde başına geldi neler çektiğini bana anlat» demiş. Hazret-i Amr buna şu cevabı vermiştir ; sanki bir karanlık içindeyim sanki iğne deliğinden nefes alıyorum, sanki bir diken dalı ayağımdan başıma doğru çekiliyor» demiş. Abdi Rabbih diyor ki: Bize Medine'lilerden bası zevatın haber verdiğine göre Amr b. Âs oğullarına şunları söylemiş ne öldüğüm zaman beni cehenneme götürecek şirkin içindeyim, ne de öldüğüm saman beni cennete götürecek İslâmın içinde. İslâmiyet hakkında her ne kadar kusur etsemde yine lâilâhe illâllaha sarılmaktayım.. » demiş. Eliyle kelime-i tevhidi tutar gibi yaparak avucunu yummuş; Bu halde ruh teslim etmiş. Yanındakiler elini açarlar sonra bırakırlar el yine kendi kendine yumulurmuş. Amr’ın üzerine toprak örtülmesini cenazesinin arkasından meddah yascı ve saire gelmemesini vasiyet etmesi dindeki sebatına ve Allah tan ne derece korktuğuna delâlet eder. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in bütün eshabı böyleydiler. İçlerinden birisi bir parça dünyaya dalsa; derhal aklını başına alır. Allah ve Resûlü hakkındaki güzel itikadına dönerdi. Burada « El-Ikdü’l-Ferid» namı kitapda Hazret-i Muâviyenin vefatı hakkında yazılan bir kaç cümleyi de zikretmek yerinde olur kanaatindeyim. (radıyallahü anh)'ın hastalığı ağırlattığı zaman oğlu Yezid yanında yokmuş. Bilâhare babasının yanına gelirken Osman b. Muhammed b. Ebî Süfyanı bir yerde otururken bulmuş; elinden tutarak beraberce Muâviye'nin yanına girmişler. Girdikleri zaman Hazret-i Muâviye can çekiştiriyormuş. Yezid kendisiyle konuşmak istediyse Muâviye konuşmamış. Bunun üzerine Yezid ağlamağa başlamış. Muâviye (radıyallahü anh) bir müddet Yezidi süzdükten sonra şunları söylemiş: Hakkında Allah'dan en çok korktuğum şey sana yaptıklarımdır. Yavrucuğum! Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte sefere çıktığım olurdu. Kendileri Kazay-ı hacet eder de abdest alırsa ellerine suyu ben dökerdim. Bir defasında gömleğimin omuz başından yırtıldığını görerek: Muâviye! sana bir gömlek giydireyim mi?» buyurdular. Hay hay Yâ Resûlüllah, dedim. Bunun üzerine bana bir gömlek giydirdi. Onu bir defadan başka giymedim. Gömlek bendedir. bir gün Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) tıraş oldu Kesilen saçlarını ve tırnak kesintilerini aldım. Bunları bir şişe içine koydum. Öldüğüm zaman yavrucuğum, beni yıka! sonra bu saçlarla tırnakları benim gözlerime ve burumuna koy! Badehu Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in gömleğini kefenimin altına gömlek yerine koy. Eğer (bana) bir şey fayda verecekse bunlar fayda verir.» demiş. göre ashâb-ı kirâmm içerisinde dünyaya en ziyade kıymet veren şu iki sahâbî-i celilin ölüm anındaki hâllerini ve Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e ne derece hörmet ve ta'zim gösterdiklerini insafla düşünmeli de ibret almalıdır. Pahr-ı Kâinat (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimize karşı hörmet ve ta'zim hususunda diğer sahabe-i kirâmın hâlleri de böyle idi. Haklarında bir çok insafsızların ileri geri söz ettikleri Muâviye ile Amr b. Âs (radıyallahü anhüma)’nın halleri böyle olunca; diğer ashâb-ı kirâm ve ezvâc-i tâhirahn hallerini artık siz düşünün!.. Bize düşen vazife: kendimizi onlara hakemlik edecek mertebede görerek: «şu haklıdır; bu haksızdır.» diye ukalâlık taslamak değil, cümlesi hakkında (radıyallahu anhüm) duâsile tezyin-i lisân eylemektir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İslamın Kendinden Önce Amellerin Hükmünü Yıktığı; Hicret İle Haccin Da Böyle Olduğu Bâbı
337-) Bana Muhammed b. Hatim b. Meymun ile İbrahim b. Dî-nâr rivâyet ettiler. Lâfız İbrahim'indir. Dedilerki bize Haccâc —ki İbn-i Muhammed'dir — İbn-i Cüreyc'ten rivâyet etti. ki: Bana Ya'lâ b. Müslim haber verdi. Ki Sa'id b. Cübeyr'i İbn Abbâs'tan rivâyeten anlatırken işittiğine göre müşriklerden bir takım kimseler insan öldürmüşler ve bunda çok ileri gitmişler. Zina etmişler. Bunda da çok ileri gitmişler. Sonra Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’e gelerek; hakikaten senin söylediğin ve kendisine ciaved ettiğin din pek güzel, Bize yaptıklarımıza keffaret olacak bir şey haber verirsen (müslüman oluruz) demişler. Bunun üzerine şu âyet-i kerîme, nâzil olmuş: ki Allahla birlikte başka bir ilâha duâ etmezler, Allahın haram kıldığı canı tuksız yere öldürmezler, zina da etmezler... Her kim bunları yaparsa ağır cezaya uğrar.» (El-Furkan: 68) Bir de şu âyet nâzil olmuş: «De ki ey nefislerine îsraf eden kullarım, Allahın rahmetinden ümidinizi kesmeyin...» (Zümer: 53) yaptıklarımıza kaffaret olacak bir şey haber verirsen...» İfadesi bir şart cümlesi olup cevabı mahzuftur. Yani; bize haber verirsen bizde müslüman oluruz demektir. İbareden cevap cümlesinin hazfedilmesine arapçada ve Kur'ân-ı Kerîm'de çok tesadüf edilir. Bazılarına göre azap dernektir. Bazıları cehennemde bir vadi olduğunu söylemiş diğerleri cehennemde bir kuyu olduğunu beyan etmiştir. Günahın cezasıdır» diyenlerde olmuştur. zikri geçen ikinci âyet Kur'ân-i Kerîm'in en ümidbahş âyeti olduğu bildirilmektedir. Bu âyet müşriklerin Rasulü Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem)'den yaptıklarına keffaret olup olmadığını sordukları zaman nâzil olduğuna göre müsliman olduktan sonra eski günahlarının affedileceğine işaret etmekledir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İslamın Kendinden Önce Amellerin Hükmünü Yıktığı; Hicret İle Haccin Da Böyle Olduğu Bâbı
338-) Bana Harmeletü'bnü Yahya rivâyet etti. ki): Bize İbn Vehb haber verdi. ki): Bana Yunus, İbn Şıhâp'tan naklen haber verdi. ki: Bana Urvetü'bnü'z-Zübeyr haber verdi onada Hakîm b. Hîsâm haber vermiş kendisi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e: devrinde benim yaptığım bir takım ibâdet işleri hakkında ne buyurursun? Bunlardan bana bir fayda var mıdır? diye sormuş Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona: geçmişte yaptığın hayırlarla müslüman oldun.» cevabını vermiş. Tchanntis: İbadet etmek demektir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Kafirin Müslüman Olmazdan Önceki Amelinin Hükmünü Beyan Bâbı
339-) Bize Hasan el-Hulvanî ile Abd b. Humeyd rivâyet etti. (Hulvânî: Bize rivâyet etti dedi) Abd: Bana Yâ'kub —ki İbn İbrahim b. Sa'd'dîr— rivâyet etti dedi. Ya'kub: Bize Babam Sâlih'den, o da İbn Şihâb'dan naklen rivâyet eyledi, demiş. İbn Şihâb da ki: Bana Urvetu'bnü's-Zübeyr haber verdi. Ona da Hakim b. Hizam haber vermiş ki, kendisi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e: Ey Resûlüllah, bir takım işlere ne buyurursun: ben cahiliyet devrinde sadaka vermek, köle âzad etmek yahud akrabaya yardım kabilinden olan bu işlerle ibâdet yapardım. Bunlarda ecir var mıdır? diye sormuş. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): eskiden yaptığın hayırlarla müslüman oldun.» buyurmuşlar.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Kafirin Müslüman Olmazdan Önceki Amelinin Hükmünü Beyan Bâbı
340-) Bize İshâk b. İbrahim ile Abd b. Humeyd rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Abdurrazak haber verdi. ki): Bize Ma'mer, Zühri'den bu isnadla haber verdi. H. yine İshâk b. İbrahim rivâyet etti. ki): Bize Ebû Muâviye haber verdi. ki): Bize Hişâm b. Urve, Babasından, o da Hakim b. Hizâm'dan naklen rivâyet etti. Hakim Şöyle dedi. Yâ Resûlüllah, bâzı şeylere ne buyurursun? Ben onları cahiliyet devrinde yapardım; dedim. (Hişâm: Bunlarla tâat yapardım demek istiyor; demiş). Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): kendin İçin evvelce yaptığın hayırlarla müslüman oldun.» buyurdular. Öyle ise vallahi ben de cahiliyet devrinde yaptığım hiç bir şeyin mislini İslâmda da yapmadan bırakmam; dedim.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Kafirin Müslüman Olmazdan Önceki Amelinin Hükmünü Beyan Bâbı
341-) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivâyet etti. ki): Bize Abdullah b. Nümeyr, Hişâm b. Urve'den, o da Babasından naklen rivâyet etti, ki Hakim b. Hizam cahiliyet devrinde yüz köle âzâd; yüz deve yükü de mal tesadduk etmiş. Bilâhare İslâmda dahi yüz köle âzâd ve yüz deve yükü mâl tesadduk eylemiş. Sonra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelmiş... babası, Ötekilerin hadisi gibi rivâyet etmiş. muttefekun aleyhtir. Buhârî onu zekât, Buyu' Rehin ve Edeb bahislerinde tahric etmiştir. haber ver demektir. kelimesi bazı rivâyetlerde şeklinde zabtedebilmiştir. Ancak rivâyet sahîh olmakla beraber ma'na itibarile bu kelime yanlıştır. Buhârî'nin üstadlarından biri burada vehmetmiştir deniliyor. İbn fin: «Bu kelimenin etehan-netü şeklinde okunduğu takdirde bir vechi olup olmadığını bilmiyorum.» demiştir. îsmâili ise; Buhârînin onu şeklinde rivâyet ettiğini söyledikten sonra şöyle deditir:, rivâyeti tashifdir; doğrusut dür. Bu kelime (hıns) dan alınmıştır. Hıns günah demektir. Hakim: «Bunlarla ben günaha sokacak şeylerden korunuyordum» demek istemiş olacaktır!» kelimesine ma'na vermeye çalışmış; ve bunun meyhane ma'nasına gelen (hânût) dan alınmış olması ihtimalinden bahsetmişlerdir. Bu takdirde ma'nanın ne olacağı zikredilmemişse de meyhane yerine bu işlerle meşgul oluyordum. Benim meyhanem bunlardı.» ma'na-sı kadedilmiş olması muhtemeldir. Nevevî'nin beyanına göre «tehannüs: teabbüddür. Nitekim hadisde de Müslim onu bu ma'na ile tefsir etmiştir. Diğer rivâyette onu: Teberrür diye izah eder. Teberrür, birr, yani tâat yapmaktır. Lügat uleması; Tehannüsün aslı günahdan çıkacak bir iş yapmaktır; demişlerdir... geçmişte yaptığın hayırlarla müslüman oldun,» ifadesinden mu-rad: o hayırların hesaba katılması veya kabul olunmasıdır. Zira kâfir müslüman olur da ölürse hasenatının kabul edileceği yahud hesaba katılacağı; kâfir olarak ölürse amellerinin bâtıl olacağı rivâyet edilmiştir. hadisin bu cümlesi üzerinde ulemânın ihtilâf ettiğini söyledikten sonra şöyle eliyor: «Bu cümlenin zahiri usûlün iktizâ ettiği ma'-naya muhaliftir. Çünkü kâfirin ibâdeti sahih değildir ki yaptığı tâattan dolayı sevaba nail olsun. Ama ibâdet değil de itaat göstermiş olması sahihtir. Yukarıdaki izahattan anlaşılıyor ki hadîs te'vîl edilmiştir. Te'vîlinin de bir kaç veçhe ihtimâli vardır. Şöyle ki:

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Kafirin Müslüman Olmazdan Önceki Amelinin Hükmünü Beyan Bâbı
342-) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivâyet etti. ki): Bize Abdullah b. İdris ile Ebû Muâvîye ve Vekî, A'meş'den, o da İbrahim'den o da Alkame'den, o da Abdullah'dan naklen rivâyet etti. Abdullah Şöyle dedi: edip de imanlarına zulüm karıştırmayanlar yok mu?..." (En'am: 82) âyet-i kerimesi nâzil olunca, bu Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in ashabına girâtı geldi. Ve: «bizim hangimiz nefsine zulmetmiyor ki?» dediler. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): zulüm sizin zannettiğiniz gibi değildir. O Lokman'ın oğluna söylediği gibidir: "Yavrucuğum! Allah'a şirk koşma! Çünkü şirk pek büyük bir zulümdür" (Lokman: 13) (demişti) buyurdu.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İmanın Sadakat Ve Telası Bâbı
343-) Bize İshâk b. İbrahim ile Aliy b. Haşrem rivâyet ettiler. ki: Bize Îsâ (ki İbn Yunus'dur) haber verdi. H. Mincab b. el-Hâris et-Temîmî de rivâyet etti. ki): Bize İbn Müshir haber verdi. H. Ebû Küreyb dahi rivâyet etti. ki): Bize İbn İdris haber verdi. Bunların hepsi A'meş'den bu isnadla rivâyet etmişler. Ebû Küreyb dedi ki: İbn İdris: bu hadisi bana evvelâ babam, Ebân b. TağliV-den, o da A'meş'den naklen rivâyet etti. Sonra hadisi Ebân'dan (ben de) dinledim, dedi. muttefekun Aleyhdir. Onu Buhari «imân» ve «îstitâbe-tü’l-mürteddîn» bahislerinde tahric ettiği gibi N'esâî ve Tinnizi de rivâyet etmişlerdir. Ebû Nuaym (Müstahrec) inde Âyet-i kerîmeden sonra: üzerine yüreğimiz rahatlaştı» ibaresini de rivâyet etmiştir. Buhârinin bazı rivâyetlerinde: «Bu âyet nâzil olduğu vakit zulüm meselesi ashâb-ı Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e girân geldi. Ve: «Bizim hangimizin imânı zulümle karışmamıştır; dediler. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): değil, siz Lokmanın gerçekten şirk pek büyük bir şeydir.» dediğini işitmiyor musunuz?» tuyurdu, denilmektedir. birinci âyet hakkında Teymî şunları söylemiştir: «Bu âyetin ma'nası: imânlarım küfürle ibtâl etmeyenler... demektir. Çünkü imanla küfrün birbirine karışması tasavvur olunamaz. Maksad, iman sıfatiyle küfür sıfatını karıştırıp da kendilerine evvelâ iman, sonra da küfür sıfatının sabit olmadığım yani eevvelâ imân edip sonra kâfir olmadıklarını anlatmaktır. «Âyetteki karıştırmadan murâd: münafık olmayanlardır» demek de caizdir. Bu takdirde de imanla nifak hakikatta bir yerde bulunmazsa da âyetin ma'nası yine de «imanla nifakı zahiren ve ba-tmen bir araya getirmeyenler.» demek olur. bir şeyi yerine koymamakla şeriata muhalefet etmek ve bir birinden farklı bir çok nevileri vardır. Bunların bazısı küfürdür. zulmü isbat eden lâfızları muhteliftir. Ancak bunların bazısı mutlak bazısı mukayyed olduğu için mutlak olanlar şirkle mukayyed hükmüne hamledilmek suretile araları bulunur; ve şöyle denilir: «Sahabe-i kirâm âyetteki zulmü mutlak ma'nada anladıkları için endişeye düşmüşler; fakat Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) âyetlerin birincisinde mutlak zikredilen zulmün ikinci âyetteki şirkle mukayyed ma'naya alınacağını öğretmiştir. diyor ki: «Bu meselenin ashaba girân gelmesi zahirde zulüm insanların haklarını yemek olduğu içindir. Halbuki Ashab günah işlemek suretile nefislerine zulmetmiş değillerdi. Yalnız buradaki zulmün zahiri ma'nası kasdedildiğini zannetmişlerdi. şöyle bir suâl hâtıra gelebilir: Acaba sahabe-i kirâm buradaki zulmü hangi delile istinaden umumi ma'nasına hamletmişlerdir? şudur: âyette zulüm nefiden sonra nekire olarak zikredilmiştir. Siyâk-ı nefiden sonra gelen nekireler umum ifâde ederler. birinci âyet-i kerîmede şirkin zulüm olmakla tasif buyurulması şirkten başka şeyler zulüm, sayılmaz mânasına gelemez. Çünkü: (zulüm) kelimesinin tenvini onun büyüklüğünü göstermek içindir. Nitekim ikinci âyette; «şirk pek büyük bir zulümdür.» buyurulmuştur.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İmanın Sadakat Ve Telası Bâbı
344-) Bana Muhammedi b. Minhâl ed-Darîr ile Ümeyye-tü'bnü Bistâm el-Ayşî rivâyet ettiler:. Lâfız Ümeyye'nindir. Dediler ki: Bize Yezil b. Zürey' rivâyet etti. ki): Bize Ravh —ki İbnü’l-Kâsım'dir—, Alâ'dan, o da babasından, o da Ebû Hüreyre’den işitmiş olmak üzere rivâyet etti. Ebû Hüreyre şöyle dedi: (sallallahü aleyhi ve sellem)’e: ve yerde bulunan her şey Allah'ındır. Siz gönüllerinizdekini açsaniz da gizlesenizde Allah onunla sizi hesaba çeker; Ve dilediğini affeder; dilediğini de azâb. Allah her şeye kaadirdir Sûre-i Bakara, âyet: 284." âyeti nâzil olduğu vakit, bu âyet Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in ashabına şiddeti: geldi. Hemen Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e. geldiler ve diz çöküp oturarak: Allahın Resûlü! (Eskiden) bize gücümüzün yeteceği ameller: namaz, oruç, cihâd ve sadaka (gibi ibâdetler) teklif olun (muş) du. (Şimdi) sana şu âyet indirildi. Biz buna takat getiremeyiz.» dediler. (sallallahü aleyhi ve sellem): önce geçen iki tane ehl-i kitab (kavın)’in dedikleri gibi işitti ve İsyan ettik, demek mi istiyorsunuz? Bilakis, siz: dinledik ve itaat ettik gufranını niyaz eyleriz Ya Rabb! varışımız da ancak sanadır, deyin!» buyurdular. «Dinledik ve itaat ettik; gufranını niyaz eyleriz ya Rabb varışımız da ancak sanadır. Dediler. bunu okuyunca dilleri ona yatıştı. Hemen arkasından Allah şu âyeti indirdi: Rabbinden kendisine indirilene imân getirdi. Mü'minler de her biri: Allaha, onun meleklerine, kitaplarına Peygamberlerine — Peygamberleri arasında hiç bir fark gözetmeyiz, diyerek — İmân getirdiler. Ve dinledik, itaat ettik. Gufranını niyaz eyleriz yâ Rabb! Varışımızda ancak sanadır, Sûre-i Bakara, âyet: 285 dediler." bunu yapınca Allahü teâlâ da o âyeti neshederek: hiç bir kimseye takat getiremeyeceği bir şey teklif etmez. He kesin kazandığı kendine, irtikab ettiği de (yine) kendi aleyhinedir. Ey Rabbimiz! Unutur veya hatâ edersek bizi muâhaze buyurma!.. » (Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu duaları okudukça Allahü teâlâ Hazretleri peki (yaptım) buyurmuştur. Rabbimiz, hem bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme! (Allahü teâlâ hazretleri peki buyurmuş.) Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmeyeceği şeyi de yükleme! teâlâ hazretleri: Peki buyurmuş.) Affet! Bizi mağfiret eyle! Bize merhamet buyur! (Çünkü) bizi mevlâmız ancak sensin. Binaenaleyh kâfirler güruhuna karşı bize nusr eyle! (Allahü teâlâ hazretleri: Peki buyurmuş.) Sûre-i Bakara, âyet: 286

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Allahü Teâlânın Takat Getirilemeyecek Şeyleri Teklif Etmediğini; Beyan Bâbı
345-) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb ve İshâk b. İbrahim rivâyet ettiler. Lâfız Ebû Bekir'indir. İshâk (Bize haber verdi) tâbirini kullandı. Ötekiler: Bize Vekî, Süfyan'dan, o da Hâlid'in âzadlısı Âdem b. Süleyman'dan, naklen rivâyet etti; dediler. Âdem Şöyle dedi: Said b. Cübeyr'i, İbn Abbâs'dan naklen rivâyet ederken dinledim, ki: "Siz gönüllerinizdekini açsanızda gizlesenizde Allah onunla sîzi hesaba çeker..." âyeti nâzil olunca ashabın kalplerine başka hiç bir şeyden girmeyen bir endişe girdi. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): dinledik, itaat ettik ve teslim ettik deyin» buyurdular. Müteakiben Allah imânı onların kalplerine yerleştirdi. Ve şu âyet-i kerîmeyi inzal buyurdu: hiç bir kimseye takat getiremeyeceği bir şey teklif etmez. Herkesin kazandığı kendine irtikâbettiği de (yine) kendi aleyhinedir. Ey rabbimîz! Unutur veya hata edersek bizi muâhaza buyurma!" Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu duaları okudukça (Allahü teâlâ hazretleri) Pekiyi (yaptım) buyurmuştur. Rabbîmiz! Hem bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme.» teâlâ hazretleri pekiyi buyurmuş). affet! Bize merhamet eyle! (Çünkü) Bizim mevlamız ancak sensin.) teâlâ hazretleri pekiyi buyurmuş) Sûrei Bakara, âyet: 284, müttefakun aleytir, Buhârî onu tef siru'l-Kur'ân bahsinde tahric etmiştir. Kirama âyet-i kerîmenin şiddetli gelmesi gönülden geçen şey lerden, korunmakla memur olduklarını zannettikleri içindir. Böyle bi teklif insan takatinin üstündedir. Çünkü gönülden geçen şeyleri defetme! kimsenin elinde değildir. âyetten murad bu ise bu hadis-i şerif müslümanlara takat geti remiyecekleri şeylerin emredildiğine delâlet eder. Buna hususî tabiri il teklif-i mâla yutak derler ki caiz olup olmadığı ulemâ arasında ihtilâflıdır. beyanına göre buna takat getiremiyeceklerini Peygambe (sallallahü aleyhi ve sellem)’e arz eden ashab Ebû Bekir, Ömer Abdurahman b. Avf, Muâz b. Cebeî ve Ensarda birkaç kişi imiş: «Ya Resûlüllah! Bize şimdiye kadar ondan daha şu detli bir âyet inmedi, demişler» Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendilerine: yapalım âyet böyle indirildi sizde dinledik ve itaat ettik deyiverir buyurmuşlar. bir sene geçmiş. Ondan sonra Teâlâ hazretleri: "Allah bir kimseye gücünün yetmeyeceği bir şey teklif etmez." âyetini indirerc ashabı rahata kavuşturmuş ve bu âyetle üst tarafındaki şiddet âyeti: nesh etmiş. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de: «Şüphesizi-Allah ümmetimin gönlünden geçirdikleri şeyleri fiiliyat sahasına çıka madikça yahut söylemedikçe af buyurmuştur.» demiştir. şer'i bir hükümün kendinden evvel gelen şer'i bir hükmü kaldırmasıdır. Âyet-i kerimenin, üst tarafındaki şiddet âyetini neshedip etmediği ihtilaflıdır. İbn Abbâs (radıyallahü anhüma)'nın bu âyet neshedilmiştir.» dediği rivâyet olunur. Bunun vechi: âyetin haber c maşıdır. Haberlerde nâsih mensuh aranmaz filvaki buna kail olanlar ve şada kendilerine cevap verilmiş ve: «Âyet-i kerime her ne kadar habe dair isede hüküm de tazammun etmektedir. Hüküm ihtiva eden haber ise; sair ahkâm gibi neshi kabul eder. Nesh kabul etmeyen haberlerî hüküm ihtiva etmeyen maziye ait haberlerdir.» denilmiştir. Bazıları: «Buradaki neshden murad tahsis olabilir. Çünkü eskiden ulema çok defa tahsise nesh derlerdi.» demişlerdir. Yine İbn Abbâs (radıyallahü anh)’dan rivâyet edildiğine göre: Bu âyet neshedilmemiştir. Lâkin Allahü teâlâ îiyamet gününde kullarını haşr ettiği zaman «Ben size meleklerimin vakıf olamadığı gönül sınırlarınızı haber vereceğim» diyecek. Mü'minlerin sırlarını söyledikten sonra onları affedecek şüphecilere ise; yaptıkları tek- hareketini haber verecektir. İbn Abbâs: İşte «Allah dilediğini af, dilediğini de azap eder» âyet-i kerîmesinin manası budur.» demiştir. diyor ki: «Buna nesh demek bir meseledir. Çünkü nesh iki âyetin arası bulunamadığı zaman olur. Halbuki Teâlâ hazretlerinin: kalplerinizden geçeni açığa vurursanızda gizlersenizde ilâh...» âyet-i kerimesi âmm'dır. Bunun gönülden geçen şeylerin önüne geçmesi mümkün olmayanlarına değil mümkün olanlarına şamil olması ihtimali vardır. Binaenaleyh Ferah âyeti şiddet âyetini tahsis etmiş olur. Ancak sahabe umum manâsını hal karinesi ile anladılarsa o başka, o zaman nesh olur. Çünkü nesh sabit ve müstekâr olan bir hükmü kaldırmaktır.» Fakat Übbî Maziri'nin bu mutâleasına iştirak etmemiş ve: «Bu takdirde nesih olur. Çünkü nesih ile tahsisin her biri sözün delâlet ettiği ma'nanın hilafını gösterir. Ayrıldıkları yer: tahisin sübutu şüpheli olan bir hükmü neshin ise sübutu muhakkak olan hükmü kaldırmasıdır. Ashab bunu karîne ile anladılarsa —ki karine ilim ifade eder— sübutu muhakkak olanın hükmünü kaldırmaya râcî' olur; bu nesihdir.» demiştir. îyâz şöyle diyor: «Bu meselede neshi uzak görmeğe imkân yoktur. Çünkü hâdiseyi anlatan râvî bu hadisede nesh olduğunu lâf-zan ve manen rivâyet etmektedir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şiddet âyeti- inince; ashabına itaat etmelerim emir buyurmuştur. Bu emir Allahü teâlâ gönülden geçen şeylerden dolayı muahaza buyuracağım bildirdiği içindir. Sahabe taat ve teslimiyet arzedince Allahü teâlâ İmâm kalplerine yerleştirmiş, dilleri de arz-ı teslimiyet ederek dinledik ve itaat ettik demeye yatışmıştır. Nitekim Nass-ı hadis kendilerinden güçlüğün kaldırıldığım ve bu teklifin nesh edildiği bildirilmektedir, Nesh ancak haber vermekle yahut tarih göstermekle bilinir. Bu âyette bunların ikiside vardır. Mâzîrî'nin dedikleri nesih vaki olduğuna delil bulunmayan yerde doğrudur. Delil bulunursa; biz o delilin üzerinde dururuz. Lâkin usul ulemâsı şahabının: «Sununla neshedildi» demesinin neshi iptal eder bir. hüccet olup olamayacağı hususunda ihtilâf etmişlerdir. Çünkü sâhâbi'-nih sözü kendi içtihad ve te'vili de olabilir. Bu nesh değildir. Ulema bu âyet hakkında da ihtilâf etmişlerdir. Ashâb-ı kirâmın ve onlardan sonra gelen müfessirlerin ekserisine göre âyette nesh vardır. Müteehhirin ulemadan biri neshi inkâr etmiş ve «bu âyet haberdir, haberlere nesh dahil olamaz» demiştir. Ama mesele bu muteehhir alimin dediği gibi değildir. Çünkü âyet haber de olsa, bir teklifi ve kalplerde gizlenen sırdan dolayı muahaza olunacağını; Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in emrettiği şekilde dinledik ve itaat ettik diyerek teabbüdte bulunmaları lüzumunu haber vermektedir. Bunferın bazısı kavil yani lisanın ameli, bazısı da kalbin amelidir. Bilahere kendilerinden güçlük ve muâhaze kaldırılmak suretile bu hüküm neshedilmiştir. müfessirlerden rivâyet olunduğuna göre; buradaki neshin ma'nâ-sı, ashabın kalblerindeki endişe ve korkuyu gidermektir. Bu endişe ve korku sonra nâzil olan âyetle giderilmiş; ve gönülleri rahat olmuştur. Bu kavle zâhib olanlarca ashâb-ı kirâma güçleri yetmeyecek teklifler vâkî' olmamış; yalnız korunması kendilerine meşakkatli görünen gönül tasavvurlarından korunmaları ve derûnî bir ihlâsa sahip olmaları emrolunmuştur. Ashab da bunu görünce takat getiremeyecekleri şeylerin kendilerine em-redilmesinden korkmuştur. Binnetice korkuları giderilmiş; ve ancak tâ-katları nisbetinde mükellef oldukları beyan buyurulmuştur. Bu takdirde âyette, kulun gücü yetmeyeceği şeylerin teklif olunabileceğine delil yoktur. Çünkü âyette teklife dair bir söz yoktur. mezkûr teklifin caiz olduğuna Teâlâ hazretlerinin: «Bize takat getiremeyeceğimiz şeyleri yükleme...» âyetile istidlal etmiş; ve: «Eğer böyle bir teklif caiz olmasa ashâb bundan Allah'a iltica etmezlerdi.» demişlersede kendilerine: «Ashabın: takat getirenleyiz demelerinin ma'-nası, güç hâlle yapabilirsiniz, demektir» şeklinde cevap verilmiştir. takımları da mü'minlerle kâfirlerin gerek yakınen gerekse şek ve şüphe ile inandıkları şeyleri gizleme hususunda âyetin muhkem olduğunu; mü'minler affolunacağını, kâfirler ise azâb göreceğini söylerler.» Kâdî Iyaz’ın sözü burada bitiyor. «Âyet mü'minlerle kâfirler hakkında muhkemdir...» kavli hakkında: «Muhakkikin ulemânın mezhebi de budur.» diyor. Hazret-i Abdullah b. Ömer (radıyallahü anh) dan rivâyet ettiği bir hadisde ise İbn Ömer (radıyallahü anh) «Siz gönüllerinizdekini açsanız da gizlesenizde... âyeti muhakkak nesh edilmiştir.» demiştir. nesih meselesi ihtilaflıdır. Görülüyor ki, Sûre-i Bakara'nın son âyetleri-bu münasebetle nâzil olmuştur. Ayni diyor ki: «Teâlâ Hazretleri: Peygamber, kendisine indirilenlere iman attı; mü'minler de her bîri Allah'a imân etti...» buyurdu. Acaba neden Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hakkında «Allah'a imân etti» buyurulmanuştır? dersen ben derim ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hakkında küfür imkânsızdır. Fakat mü'minler hakkında imkânsız değildir. Bu sebeble onların Allah'a imân ettiklerini tasriha lüzum vardır. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Allâha iman ettiğini beyâna hacet yoktur. «diniedik» ta'birinden murâd: icabet ettik demektir. burada kesb fi'li, biri sülâsi-i mücerrep diğeri sülâsî-i mezid olmak üzere iki defa zikredilmiş; ve kelimelerdeki bina ziyadesi ma'nâların ziyadeliğine delâlet ettiği cihetle (kesebe) fi'li ha-yır kazanmak ma'nasında (iktesebe) ise kötülükte kullanılmıştır. Çünkü iktisabda didinerek çalışma ve kasid manası vardır. nisyandan murâd: yanılmaktır. Bazıları, terk ve ihmâl ma'nası-na geldiğini söylemişlerdir. muradın kasıdlı iş olduğunu söyleyenler bulunduğu gibi, bilmemek ve yanılmak ma'nasına geldiğini' ileri sürenler de vardır. İbn Zeyd'e göre bu cümlenin ma'nası: «Şayed bize farz kıldığın şeylerden birini unutur; yahud haram kıldığın şeylerden birinde hata edersek, bizi cezalandırma ya Rabbî!» demektir. beyanına göre Beni İsmail, Allah’ın kendilerine emrettiği bir şey hususunda hata ve nisyanda bulunurlarsa derhâl cezalan verilir; günahına göre yiyecekleri içecekleri kesilirmiş. İşte bu âyetle Teâlâ Hazretleri mü'rninlerin bu gibi hâllerden dolayı azâb olunmama-maları niyazında bulunmalarını Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’c emir buyurmuştur. şöyle bir suâl vârid olabilir. Hatâ ve nisyanin hükmü bu ümmete bağışlanmıştır. O halde bunlardan dolayı muâhaze olunmamak niyazında bulunmanın ne faydası vardır? Duadan murad: muaheze olunmamanın bir defaya mahsus bırakılmayıp devam etmesini, hiç bir nisyan ve hatadan dolayı azâb görmemelerini istemektir. Nitekim Fatiha Süresindeki: bizi doğru yola ilet...» âyet-i kerimesinden murad da doğru yolda dâim kılmaktır Rabbimiz! Hem bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme!...» Buradaki (ısr)ı, Sultanu'l-müfessirin İbn Abbâs (radıyallahü anhüma) altından kalkamayacağımız «ahdu peymân» diye tefsir etmiştir. Zemahşeri: taşıyanın belini çökerten ağır yüktür» demiştir. Bazılarına göre (ısr) tevbesi ve keffâreti olmayan günahtır. kavimlerden murâd Yahûdilerdir. Rivâyete göre Allahü teâlâ Yahûdilere günde elli vakit namaz kılmalarını ve mallarının dörtte birini zekât olarak vermelerini emretmiş. Kim bir günah işlerse sabahleyin günahının kapısına yazıldığını görürmüş. îşte bazı âyetlerde zikri geçen (isr-u ağlâl) dan murad bunlardır. gücümüzün yetmeyeceği şeyi de yükleme!...» Allâme Aynî bu âyetin ma'nası hususunda yedi kavil olduğunu söylüyor. Bu yedi kavil şunlardır:

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Allahü Teâlânın Takat Getirilemeyecek Şeyleri Teklif Etmediğini; Beyan Bâbı
346-) Bize Said b. Mansur ile Kuteybetü'bnü Said ve Muhammed b. Ubeyd el-Guberî rivâyet ettiler. Lâfız Said'indir. Dediler ki: Bize Ebû Avâne Katâde'den, o da Zürâratü'bnü Evfâ'dan, o da Ebû Hüreyre’den naklen rivâyet etti. ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): ki, dillerile söylemedikçe yahud fi'len yapmadıkça Allah ümmetimin gönüllerinden geçirdikler! şeyleri onlara bağışlamıştır.» buyurdular.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Yer Etmemek Şartı İle Gönülden Geçen Şeyleri Ve Kelam-ı Nefsiyi Allahın Affetmesi Bâbı.
347-) Bize Amru'n-Nâkid ile Zuheyr b. Harb rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize İsmail b. İbrahim rivâyet etti. H. Ebû Bekir b. Ebi Şeybe de rivâyet etti. ki): Bize Aliy b. Müshir ile Abdetü'bnü Süleyman rivâyet etti. H. İbn'l-Müsennâ ile İbn Beşşâr dahi rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize İbn Ebî Adiy rivâyet eyledi. Bunların hepsi Said b. Ebî Arube'den o da Katâde'den, o da Zürâre'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti. Ebû Hüreyre şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): ki fi'len yapmadıkça yahud söylemedikçe Allahü teâlâ ümmetimin gönüllerinden geçen şeyleri onlara bağışlamıştır.» buyurdu.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Yer Etmemek Şartı İle Gönülden Geçen Şeyleri Ve Kelam-ı Nefsiyi Allahın Affetmesi Bâbı.
348-) Bana Züheyr b. Harb rivâyet etti. ki): Bize Vekî' rivâyet etti. ki): Bize Mis'ar'la Hişâm rivâyet etti. H. İshâk b. Mansûr da rivâyet etti. ki): Bize Hüseyn b. Aliy Zâide'den, o da şeybân'dan ve bunlar toptan Katâde'den bu isnâdla bu hadisin mislini haber verdiler. hadisi Buhârî »Kitabü’l-Itk», «Kitabü't-Talâk» ve «Kitâbü'l-Eymân ve'n-Nüzûr» da, Ebû Davûd, Tirmizî Nesâî ve İbn Mâce «Kitâbü't-Talâk» da tahric etmişlerdir. rivâyetlerde: yerine denilmiştir. Aynî o rivâyeti daha güzel bulmaktadır. bâzı rivâyetlerde şeklinde merfu'dur. Bazıları lisân âlimlerinin bunu merfu' okuduklarını söylemişse de Aynî iki vechin de caiz olduğunu söylemektedir. Kelime mansub okunursa ma'nası: «nefislerine söyledikleri şey», merfû okunursa «nefislerinin kendilerine söylediği şey » olur. Yani birinci takdire göre (enfüs) kelimesi mef'ul, ikinciye göre faildir. Bu kelimenin yerine hadisin bâzı rivâyetlerinde: verdiği vesveseyi...» denilmiş hatta Nesâî'nin rivâyetinde: verdiği vesvese ile gönüllerinden geçen şeyleri...» buyurulmak suretüe kelimelerin ikisi birden zikredilmiştir. nefisde yer etmeyip tereddüd halinde bulunan şeydir. Gönülden geçen şeyler diye terceme ettiğimiz «hadis'ün-nefs» de öyledir. Bunlar kuvveden fi'le çıkmadıkça muâhazeyi icâb etmezler. Şu var ki; vesvese ve gönülden geçen şeylerin cezayi istilzam etmemesi için onların kalbden gelip geçmeleri şarttır. Bunları yapmağa niyet edilir de kalbde yer eder kalırsa azabı müstelzim olurlar. Iyâz şöyle diyor: «Kalbte geçen şey, orada yer edip karar kılmadan gelip geçerse buna «hemra» derler. Şayed devam eder de kalbe yerleşirse «azim» olur. Azim sebebile ise inşân yâ muâhaze olunur yahud sevab kazanır. «Yani bir haramı irtikâba azmeden azaba, hayır yapmaya azmeden de sevaba lâyık olur demek istiyor. diyor ki: «Kâdi Iyaz'ın kavli bilumûm selef uleması ile fukahanın, muhaddislerin ve ilm-i kelâm âlimlerinin mezhebidir. Bu hususta onlara muhalefet ederek: «İnsanın kalbinden geçen şeyler orada yer etsin etmesin hiç bir muâhazeyi icâb etmez.» diyenlerin sözüne bakılmaz. Tealâ Hazretlerinin: gerçekten ona niyeti kurmuştu. Rabbinin burhanım görmemiş olsa o da ona niyeti kurmuş gitmişti..." Sure-i Yusuf, âyet: 24. âyet-i kerimesile ve bu hadisle Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in: «Fi'len yapmadıkça yahud söylemedîkçe» buyurmuş olmasile bir de kötülük etmeye azmetmişken yapmayan ve söylemeyene ceza verilmemesile istidlal ederlerse de âyetle istidlallerine verilecek cevab: Âyetteki gönüden geçen şeylerdir. Fakat bazıları da kalbde yer etmeyen düşüncelerdir ki, bunlardan dolayı azâb yoktur. Nitekim bu hadisde buna şahittir...» de şunları söylemiştir: «Ulemâ diyor ki: Bir kimse velev 25 sene sonra bir vacibi terk yahud bir haramı irtikâb edeceğine az-meylese derhâl âsî olur.» Hatırdan geçen şeylerden murâd: niyet derecesine varmayan şeylerdir. Niyet derecesine varan kuruntulardan dolayı kul muâhaze edilecektir. «Hadisdeki (konuşmadıkça) tabirinden murad: gönülden geçen şeydir. Çünkü ası! kelâm, ilme muvafık olan kalbteki sözdür; dil onun tercemarudır; demişse de bu söz reddedilmiştir. Zira kaîb-den geçen şeyler söz yerine geçse, bunların namazı da bozması icâbederdi. Halbuki konuşmak namazı bozduğu halde gönülden geçen şeylerin namazı bozduğuna kail olan bulunmamıştır. Hazret-i Ömer (radıyallahu anh): «Ben ordumu namazda iken hazırlarım.» demiştir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Yer Etmemek Şartı İle Gönülden Geçen Şeyleri Ve Kelam-ı Nefsiyi Allahın Affetmesi Bâbı.
349-) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Hatb ve İshâk b. İbrahim rivâyet ettiler. Lâfız Ebû Bekr'indir. İshâk: «Bize Süfyân haber verdi» ifadesini kullandı. Ötekiler: Bize İbn Uyeyne, Ebû'z-Zinad’dan, o da El-A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti, dediler. Ebû Hüreyre şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdular ki: Azimüşsân (meleklerine); Kulum bir kötülük yapmayı gönlünden geçirirse onu hemen aleyhine yazıvermeyin! Eğer o kötülüğü yaparsa onu bir seyyie olarak yazın! Ama bir iyilik yapmayı gönlünden geçirir de yapamazsa onu bir hasene olarak yazın! Şâyed o iyiliği yaparsa bunu on (kat) yazın! buyurdu.»

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Kul Bir İyilik Yapmayı Gönülden Geçirdiği Zaman Onun Yazılması, Kötülük Yapmayı Gönülden Geçirdiği Zaman Yazılmaması Bâbı
350-) Bize Yahya b. Eyyûb ile Kuteybe ve İbn Hucr rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize İsmail — ki İbn Ca'fer'dir — El-Alâ'dan, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den, o da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen rivâyet eyledi. Şöyle buyurmuşlar: Azîmüşşan: kulum bir iyilik yapmaya niyet eder de yapamazsa onu kendisine bir iyilik olarak yazarım. Yaparsa onu on kattan yedi yüz kata kadar hasenat olarak yazarım. Ama bir kötülük yapmayı tasarlar da yapmazsa bunu ona hiç yazmam. Şayet yaparsa onu bir tek kötülük olarak yazarım; buyurdu.»

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Kul Bir İyilik Yapmayı Gönülden Geçirdiği Zaman Onun Yazılması, Kötülük Yapmayı Gönülden Geçirdiği Zaman Yazılmaması Bâbı
351-) Bize Muhammed b. Râfî' rivâyet etti. ki): Bize Abdürrazzâk rivâyet etti. ki); Bize Ma'mer, Hemmâm b. Münebbîh’den naklen haber verdi. (Ve) Bize Ebû Hüreyre'nin Resûlüllah Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'den rivâyeti şudur, diyerek bir çok hadisler rivâyet etti, dedi. Ebû Hüreyre ezcümle şunları söylemiş: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdular ki: (azze ve celle): Kulum bir iyilik yapmayı gönlünden geçirirse, yapmadığı halde ben onu kulum için bir hasene yazarım. Şayed yaparsa, ben o iyiliği on misli ile yazarım. Ama bir kötülük işlemeyi gönlünden geçirirse bilfiil yapmadıkça onu kendisine bağışlarım. Yaparsa onu da kötülüğün mislile (ceza) yazarım, buyurdu.»

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Kul Bir İyilik Yapmayı Gönülden Geçirdiği Zaman Onun Yazılması, Kötülük Yapmayı Gönülden Geçirdiği Zaman Yazılmaması Bâbı
352-) (Diğer bir hadisde) Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdular: Yâ Rabb! filan kulun bir kötülük yapmak istiyor; derler. Allah onu pek a'lâ gördüğü halde (meleklere): Onu bir gözetleyin, şâyed yaparsa onu kendisine mislile (ceza) yazın. Yapmazsa, bunu ona bir hasene olarak yazı ver in Çünkü kulum o kötülüğü ancak benim hatırım için terk etmiştir, buyurdu.»

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Kul Bir İyilik Yapmayı Gönülden Geçirdiği Zaman Onun Yazılması, Kötülük Yapmayı Gönülden Geçirdiği Zaman Yazılmaması Bâbı
353-) (Başka bir hadisde) Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): müslümanlığını tertemiz yaparsa, işlediği her hayır kendisine on mislinden yedi yüz kata kadar katlanmış olarak yazılır. Yaptığı her kötülük de Ta' Allaha kavuşuncaya kadar hep mislile (cezâ) olmak üzere yazılır.» buyurdular.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Kul Bir İyilik Yapmayı Gönülden Geçirdiği Zaman Onun Yazılması, Kötülük Yapmayı Gönülden Geçirdiği Zaman Yazılmaması Bâbı
354-) Bize Ebû Küreyb rivâyet etti. ki): Bize Ebû Hâlid el-Ahmar, Hişâmdan, o da İbn Sirîn'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti. Ebû Hüreyre şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): kim hayırlı bir iş yapmak ister de yapamazsa, o iş ona bir hasene on kattan yedi yüze kadar katlanmış olarak yazılır. Ama kim bir kötülük yapmak isterde yapmazsa o kötülük yazılmaz. Şayet yaparsa (o zaman) yazılır.» buyurdular.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Kul Bir İyilik Yapmayı Gönülden Geçirdiği Zaman Onun Yazılması, Kötülük Yapmayı Gönülden Geçirdiği Zaman Yazılmaması Bâbı
355-) Bize Şeybân b. Ferrûh rivâyet etti. ki): Bize Ab-dülvâris, Ebû Osman Ca'd'dan rivâyet etti. (Ebû Osman Dedi ki): Bize Ebû Recâ'el-Utâridi, İbn Abbâs'dan, o da Rabbî Teâlâdan rivâyet ettiği şeyler meyanında Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen rivâyet etti. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuşlar: ki Allah iyilikleri ve kötülükleri yazmış; sonra onları beyân eylemiştir. İmdi kim bir iyilik yapmak isterde yapamazsa Allah onu kendi divânına tam bir hasene olarak yazar. O hayırlı işi yapmağa niyet eder de yaparsa Allah azze ve celle onu kendi divânına on kattan yedi yüz kata ve daha pek çok katlayarak hasenat yazar şayeî bir kötülük yapmak isterde yapmazsa Allah onu kendi divânına tam bir hasene olarak yazar. O kötülüğü yapmak isterde yaparsa Allah onu bir tek seyyie olarak yazar.»

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Kul Bir İyilik Yapmayı Gönülden Geçirdiği Zaman Onun Yazılması, Kötülük Yapmayı Gönülden Geçirdiği Zaman Yazılmaması Bâbı
356-) Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti. ki): Bize Ca'fer b. Süleyman, Ebû Osman el-Ca'd'dan bu isnadla Abdulvaris hadisinin manasında bir hadis rivâyet etti. O şunu da ziyade etti: o seyyieyi yok eder. Allaha karşı (isyana) haris olandan başka hiç bir kimse helâk olmaz.» müttefekun aleyhtir Buhârî onu «kitab-ü'r-Rukak- ile «Kitâbü't-Tevhid» de Nesâî de «Nuût» bahsinde tahric etmiştir. Teâlâ'dan rivâyet ettiği şeyler meyanında» cümlesinden murad hadisin kudsî hadislerden olduğunu anlatmaktır. kudsi: manası Allah'tan yani meleğin işareti ile Allah tarafından olduğu tebliğ edilen hadislerdir.) Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Allah'tan olduğunu beyan ettiği için. bu ifade kullanılmıştır. Mezkur cümlenin vâkîî beyan için getirilmiş olmasıda muhtemeldir. Binaenaleyh başka hadislerin Allah tarafından olmadığı manasını ifade etmez. Bilâkis sair hadislerinde Allah tarafından ilham olunduğu manasına gelir. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Havadan söz söylemez. diyor ki: Bu hadiste «hüsün ve kubulı aklîdir.» kaidesinin batıl olduğuna ve insan fiillerinin haddizatında güzellik ve çirkinlikle vasıflanamıyacağma güzelik ve çirkinliğin şerî'at tarafından tayin edileceğine hatta Teâlâ hazretleri aksini murad edip namazın çirkin, zinanın güzel olduğuna hüküm buyursa, onlara böylece inanmak lâzım geleceğine delâlet vardır. Bu babta muhalefet eden Mu'tezile tayfasıdır. Bunlar fiillerdeki güzellik ve çirkinliğin sırf akılla anlaşılacağını iddia ederler. Ve: «Namaz haddi zâtında güzeldir; zina da çirkindir. Akıl bunu böylece anlar. Şeriat müsbit değil mübeyyindir. Yani şeriat güzelliği çirkinliği is-bat etmez sadece bunları beyan eyler. Allahü teâlâ —haşa— bunun aksini yaratamaz» derler. kubuh meselesi kelâm ilminin mühim bir bahsidir. lüğaten güzellik, kubuhta çirkinlik demektir. Bu iki kelime istilâhta bir kaç manaya kullanılmışlardır. Hüsün: Kemâl sıfatı; kubuh: Noksan sıfatıdır. Bu manaya göre ilim güzel, cehil çirkindir. Hüsün: Maksada muvafık olmak; kubuhta maksada muvafık olmamaktır.. Bu manaya göre adalet güzel zulüm çirkindir. Hüsün: Tabiata uygun olmak; kubuh tabiata uymamaktadır. Bu manaya göre tatlılık güzel acılık çirkindir. Hüsün: Dünyada medh âhirette seveba mustehik olmak; kubuh-da dünyada zemmî âhirettede azabı haketmektir. Ulema arasında hüsün kubuh meselesi işte bu manada ihtilaflıdır. Yukarıda saydığımız üç manaya göre hüsün kubuh bilittifak akılla bilinir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Kul Bir İyilik Yapmayı Gönülden Geçirdiği Zaman Onun Yazılması, Kötülük Yapmayı Gönülden Geçirdiği Zaman Yazılmaması Bâbı
357-) Bize Zübeyr b. Harb rivâyet etti. ki): Bize Cerir Süheyl' den, o da Babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti. Ebû Hüreyre şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in ashabından bazı kimseler gelerek ona şunu sordular: Gönüllerimizden öyle şeyler geçiyor ki, her hangi birimiz onları söylemeyi bile büyük (bir suç) sayıyor Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): böyle bir şey hissettiniz mi?» diye sordu. Ashab: dediler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): açık açık imân budur.» buyurdular.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İmanda Vesvere Ve Onu Kendinde Hisseden Kimsenin Ne Diyeceğini Beyan Bâbı
358-) Bize Muhammed b. Beşşâr da rivâyet etti. ki): Bize İbn Ebû Adiy, Şu'be'den rivâyet etti. H. Muhammed b. Amr b. Cebelete'bni Ebî Ravvâd île Ebû Bekr b. İshâk dahi rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Ebû'l-Cevvâb, Ammâr b. Ruzeyk'dan rivâyet etti. Şu'be ile Ammâr’ın ikisi birden A'meş'den, o da Ebû Sâlih'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen bu hadisi rivâyet ettiler.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İmanda Vesvere Ve Onu Kendinde Hisseden Kimsenin Ne Diyeceğini Beyan Bâbı
359-) Bize Yusuf b. Yakub es-Saffâr rivâyet etti. ki): Bana Aliyyü'bnü Assam, SÜayr b. Hıms'dan, o da Mugire'den, o da İbrahim'den, o da Alkame'den, o da Abdullah'dan naklen rivâyet etti. Abdullah Şöyle dedi: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e vesvese soruldu. mahz-ı imândır.» buyurdular.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İmanda Vesvere Ve Onu Kendinde Hisseden Kimsenin Ne Diyeceğini Beyan Bâbı
360-) Bize Harun b. Ma'ruf ile Muhammed b. Abbâd rivâyet ettiler. Lâfız Harun'undur. Dediler ki: Bize Süfyân, Hişâm'dan o da Babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet eti. Ebû Hüreyre şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): bir birlerine suâl sormakta devam edecekler. Hattâ şu da söylenecek: Mahlükaatı Allah yarattı, Ya Allah'ı kîm yarattı? İşte kim bu nevi'den bir şeye rastlarsa hemen: Ben Allah'a imân ettim, desin!»

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İmanda Vesvere Ve Onu Kendinde Hisseden Kimsenin Ne Diyeceğini Beyan Bâbı
361-) Bize Mahmud b. Gaylân'da rivâyet etti. ki): Bize Ebû'n-Nadr rivâyet etti. ki): Bize Ebû Said el-Müeddip Hişâm b. Urve'den, bu isnadla rivâyet etti ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuşlar: birinize gelir de; Gök yüzünü kim yarattı? yeri kim yarattı? der. O da Allah, diye cevap verir.» hadisin mislinin zikretti, (yalnız (Allah'a imân ettim» cümlesinden sonra) «Peygamberlerine de» ifadesini ziyâd etti.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İmanda Vesvere Ve Onu Kendinde Hisseden Kimsenin Ne Diyeceğini Beyan Bâbı
362-) Bana Züheyr b. Harb ile Abd b. Humeyd toptan Ya'kub’dan rivâyet ettiler. Züheyr dedi ki: Bize Ya'kub b. İbrahim rivâyet etti. ki): Bize İbn Şihabın kardeşi oğlu, amcasından rivâyet etti. ki: Bana Urvetü'bnü'z-Zübeyr haber verdi ki Ebû Hüreyre şunlan söylemiş: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): sizden birinize gelerek: filân ve filân şeyi kim yarattı? der. En sonunda ona: Rabbini kim yarattı? der. İş bu dereceye varınca o kimse hemen Allah'a sığınsın ve (düşünceden) vazgeçsin» buyurdular.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İmanda Vesvere Ve Onu Kendinde Hisseden Kimsenin Ne Diyeceğini Beyan Bâbı
363-) Bana Abdülmelik b. Şuayb b. el-Leys rivâyet etti. ki: Bana Babam, Dedemden rivâyet etti. ki: Bana Ukayl b. Hâlid rivâyet etti. ki: İbn Şihâb: Bana Urvetü'bnü'z-Zübeyr Ebû Hureyre’nin şöyle dediğini haber verdi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): şeytan gelir de: Filân ve filân şeyi kim yarattı? der...» buyurdu; Ve hadisi İbn Şihâb'ın kardeşi oğlu gibi rivâyet etti.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İmanda Vesvere Ve Onu Kendinde Hisseden Kimsenin Ne Diyeceğini Beyan Bâbı
364-) Bana Abdulvârîs b. Abdissamed rivâyet etti. ki: Bana Babam Dedemden, o da Eyyûb'dan, o da Muhammed b. Sîrîn'den, o da Ebû Hüreyre’den o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen rivâyet etti. Buyurmuşlar ki: size mutlaka her şeyi soracaklar. Hattâ: Her şeyi Allah yarattı, fakat Allah'ı kim yarattı?» diyecekler. Hüreyre bir zâtın elinden tutarak: Allah ve Resûlü doğru söylemişlerdir. Filhakika bana (şimdiye kadar) iki

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İmanda Vesvere Ve Onu Kendinde Hisseden Kimsenin Ne Diyeceğini Beyan Bâbı
365-) Bana bu hadisi Züheyr b. Harb ile Ya'kûb ed-Devraki de rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize İsmail —ki İbn Uleyye'dir — Eyyûb'dan, o da Muhammed'den naklen rivâyet etti. ki: Ebû Hüreyre: İnsanlar devam edecek... diyerek Abdulvâris'in hadisi gibi rivâyette bulundu. Yalnız isnadda Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i zikretmedi. Lâkin hadisin sonunda: Allah ve Resûlü doğru söylediler, dedi.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İmanda Vesvere Ve Onu Kendinde Hisseden Kimsenin Ne Diyeceğini Beyan Bâbı
366-) Bana Abdullah b. er-Rûmî rivâyet etti. ki): Bize Nadr b. Muhammed rivâyet etti, ki): Bize Ikrime —ki İbn Ammâr'dır — rivâyet etti. ki): Bize Yahya rivâyet etti. ki): Bize Ebû Seleme, Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti. ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana şöyle buyurdular: sana suâl sormaktan vaz geçmeyecekler ya Ebü Hüreyre, ta ki işte (her şeyi yaratan) Allah! Fakat Allah'ı kim yaratmış? deyinceye kadar.» Hüreyre ki: Bir defa ben mescidde iken yanıma bedevilerden bir takım insanlar çıka geldi. Bunlar; Ya Ebû Hüreyre! İşte (her şeyi yaradan) Allah! Fakat Allah'ı kim yarattı? dediler. diyor ki: Ebû Hüreyre avucu ile ufak taşlar aldı; ve onlara attı. Sonra (yanındakilere): kalkın, kalkın! Dostum Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) doğru söylemiştir; dedi.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İmanda Vesvere Ve Onu Kendinde Hisseden Kimsenin Ne Diyeceğini Beyan Bâbı
367-) Bana Muhammed b. Hatim rivâyet etti. ki): Bize Kesir b. Hişâm rivâyet etti. ki): Bize Ca'fer b. Burkaan rivâyet etti. ki): Bize Yezîd b. el-Esamm rivâyet etti. ki: Ebû Hüreyre'yi şöyle derken dinledim: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): size mutlaka her şeyi soracaklar. Hattâ Her şeyi Allah yaratmış; peki O'nu kim yaratmış? diyeceklerdir.» buyurdu.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İmanda Vesvere Ve Onu Kendinde Hisseden Kimsenin Ne Diyeceğini Beyan Bâbı
368-) Bize Abdullah b. Amir b. Zürârate'l-Hadramî rivâyet etti. ki: Bize Muhammed b. Fudayl, Muhtar b. Fülfül'den, o da Enes b. Mâlik'den o da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen rivâyet etti. Şöyle buyurmuşlar: (azze ve celle): Şüphesiz senin ümmetin, şu nedir, şu nedir? demekte devam edecekler. Nihayet: Haydi mahlukaatı Allah yarattı. Yâ Allah'ı kim yarattı diyeceklerdir.» buyurdu.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İmanda Vesvere Ve Onu Kendinde Hisseden Kimsenin Ne Diyeceğini Beyan Bâbı
369-) Bize bunu İshâk b. İbrahim rivâyet etti. ki): Bize Cerir haber verdi. H, Ebû Bekr b. Ebî Şeybe dahi rivâyet etti. ki): Bize Hüseyn b. Aliy, Zâide'den rivâyet etti. Cerir'le Zâide'nin ikisi birden Muhtar'dan, o da Enes'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen bu hadisi rivâyet ettiler şu kadar var ki, İshâk: «Allah: şüphesiz ki, senin ümmetin... buyurdu, dedi» cümlesini zikretmedi. hadisi Buhârî «Kitabü bed'ü-hak», «Kitabü’l-i'tisâm bi'l-Kitâb ve-s-Sünne» de, Ebû Dâvud «sünnet» bahsinde, Nesâîde «Amelü-l yevm ve-l’Leyle» de bazı lâfız farklarile tahric etmişlerdir. rivâyette Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «İşte açık açık imân budur.» İkincide: «O, mahz-ı imândır.» buyurmuştur. Bunun manası: gönlünüzden geçen vesveseleri, hatta onları anmayı büyük bir cürm saymanız imanın ta kendisidir. Çünkü bunlara inanmak şöyle dursun, ondan büyük suç sayarak korkmak ve söylemekten bile çekinmek, iman-ı kâmilden ileri gelir. Böyle bir imân asla şek şüphe götürmez demektir. Vesvese sorulduğu vakit Resûlü Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem)’in: «O, mahz-ı imândır.» buyurmuş olması: «Vesvese mahz-ı imândır.» manasına alınmamalıdır. Zira vesvese şeytandan ve onun mekrindendir. Binaenaleyh o asla imân olamaz. İmân, onun çirkin bir şey olduğunu anlayarak ondan nefret etmektir. Zâten Nevevî'nin beyanına göre bu ikinci rivâyet birincinin kısaltılmışıdır. Bu sebeble İmâm Müslim evvelâ ashabın vesveseyi ağıza alınması bile büyük kabahat saydıklarım sarahaten gösteren rivâyeti zikretmiş; arkasından bunu getirmiştir. kirâm bu babda şunları söylemişlerdir: «Şeytan ancak aldata-madığı kimselere vesvese verir; ve bu yoldan onların temiz! imânlarını kederlemeye çalışır kâfire ise; istediği gibi gelir; dilediğini yaptırır. Onun hakkında yalnız vesvese yolu ile harekete lüzum yoktur.» Aliyyül Kaarî: Boş eve hırsız giremez., demiştir. halde vesvesenin sebebi mahz-ı imândır. Yahut vesvese, imânın alâmeti olmuş olur. Kâdi Iyâz bu kavli ihtiyar etmiştir. üçüncü rivâyetinde: İnsanların bir birlerine suâl sormakta devam edecekleri, ve bu suâlleri tâ, Allah'ı kim yarattı? diyecek kadar ileri götürecekleri; böyle bir vaziyet karşısında: «Allah'a imân ettim» demek lâzım geleceği bildiriliyor. Ondan sonraki rivâyetlerde ise haddi zâtında bu suâlleri sorduranın şeytan olduğu tasrih buyurulduktan sonra iş: «Allah'ı kim yarattı?» suâline geldi mi artık ondan Allah'a sığınmak ve o vesveseyi derhal terk etmek emrolunuyor. murad: «eûzü» çekmektir. şerif: şeytan tarafından sana bir türtme (ifsâd) vakî olursa hemen Allah'a sığın!..." Araf Sûresi, Âyet: 200. âyet-i kerîmesinden mülhemdir. vesvesesine râm olarak o vadide düşünmeye devam etmek vesvesenin daha da artmasına sebeb olur. Binaenaleyh onu hemen terk ederek, şerrinden Allah'a sığınmak gerekir. Çünkü aslı astarı olmayan arızî bir şeyi defetmek için delile hacet yoktur. Allah Zülcelâl hakkında vesvese illetine mübtelâ olanlara Fahr-ı kâinat (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimiz ne güzel deva tavsiye buyurmuşlardır: «Allah'a imân ettim deyiversin!...» şerhlerinden «Fethu’l-Bârî» de Hattâbi'den naklen şöyle denilmektedir: «Bu hadisin vechi şudur ki: Şeytan bu vesveseyi verir de o kimse de ondan Allah'a sığınır ve vesvesesinde devamdan vaz geçerse vesvese mündefi olur. Ama vesveseyi veren insan olursa onu susturmak hüccet ve delille mümkün olur. Bunların farkı şudur: İnsanla konuşmak suâl cevap tarzında olur. Onun hali mahsurdur. Usulüne riâyet ederek konuşur; ve delil bulursa muhatabı susar. Fakat şeytanın vesvesesinin bir sonu yoktur. O bir hüccetle ilzam olundu mu. başkasına kayar. Nihayet-neûzu billâh- insanı şaşkına çevirir. Bununla beraber şeytanın: «Rabbini kim yarattı?» sözü de saçmadır. Bu sözün sonu evvelini nakzetmektedir. Zira yaratanın yaratılmış olması muhaldir. Bu suâl yerinde bile olmuş olsa teselsülü icâbedeceği için yine muhaldir. Akıl, hadis olan şeylerin bir muhdise muhtaç olduğunu isbat etmiştir. Allah muhdise muhtaç olsa o da hadis yani sonradan vücuda gelen şeylerden olurdu.» İmâm Nevevî hadisin üçüncü rivâyetinde: «İnsanlar bir birlerine sormakta devam edecekler » buyurulduğunu ileri sürerek şeytanın vesvesesile insanın verdiği vesvese arasında hiç fark olmadığım söylemiştir. Ebû Hüreyre'nin kendisine suâl soran kimselere cevap vermemesi ya cevaba değmediği için yahud bu babta söz söylemek Allah'ın zatı ve sıfatları hakkında söz etmek gibi olduğundandır. diyor ki: «Hatıra gelen şeyler iki kısımdır. Bunların kalbe yerleşmeyenleri hemen terketmekle mûndeî'i olur. Bu hadis te bu manayadır. Bunlara vesvese denir. Şüpheden doğan ve kalbe yerleşen düşüncelere gelince bunlar ancak nazar ve istidlal yoluyla defedilir. de şunları söylemiştir. Vesveseden Allah'a sığınarak başka şeyle meşgul olmanın emir buyrulması ve o vesveseyi gidermek için düşünmek, hüccet bulmak emrolunmaması Allahü teâlâ’nın yaradana ihtiyacı olmadığı bizzarure malum olduğundandır. Bu mesele münazara ve münakaşa kabul etmez. Çünkü bu babta düşünceye dalmak insanın ancak şaşkınlığını arttırır. Bu halde bulunan bir kimsenin Allah'a sığınmaktan başka ilâcı yoktur. (sallallahü aleyhi ve sellem)'in «Düşünceden vaz geçsin» emri üzerine Kâdi Iyâz şunları söylemiştir: «Düşünmekten vazgeçsin de başına gelen vesveseyi defetmek için Allah Zülcelâl'e iltica eylesin. Allahü teâlâ'dan Önce kimin bulunduğuna, Allah'a vacip ve müstahil olan şeylere burnunu sokmasın. Çünkü bunlar aklın eremiyeceği şeylerdir. insan şeytanın vesvesesini ancak ona kulak asınamak ve ondan yüz çevirmekle defedebilir. Çünkü bu babta münakaşa ve muhakeme vesvesenin yerleşmesine sebeb olur. Hadis-i şerif:

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İmanda Vesvere Ve Onu Kendinde Hisseden Kimsenin Ne Diyeceğini Beyan Bâbı
370-) Bize Yahya b. Eyyûb ile Kuteybetü'bnü Said ve Ali Hücr toptan İsmail b. Cafer'den rivâyet ettiler. İbn Eyyûb dedi ki: Bii İsmâîl b. Ca'fer rivâyet etti. ki: Ala' — ki- Huraka'nın azadlısı İbn Abdirrahman'dır — Ma'bed b. Kâ'bes Selemî'den, o da kardeşi Abdullah b. Kâ'b'dan, o da Ebû Ünıame'den naklen haber verdi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): kim yemini ile bir müslümanın hakkım elinden alırsa o kimse Allah cehennemi vacip kılmış cenneti de haram etmiş demektir.» buyurmuşlar. Bunun üzerine bir zât: az bir şey olsada mı Ya Resûlüllah, demiş Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): ağacından bir çubuk dahi olsa (yine böyledir)» buyurmuş!

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Bir Müslümanın Hakkını Yalan Yere Yeminle Elinden Alan Kimsenin Cehennemle Tehdidi Bâbı
371-) Bize bu hadisi Ebû Bekir b. Ebû Şeybe ile İshâk b. İbrahim ve Harun b. Abdullah toptan Ebû Üsâmeden, o da Velid b. Kesirden, o da Muhammed b. Kâ'b'dan naklen rivâyet ettiler. Muhammed kardeşi Abdullah b. Kâ'b'i Ebû Ümamete’l-Hârisi'den o da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'den işitmiş olarak bu hadisin mislini rivâyet ederken duymuş.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Bir Müslümanın Hakkını Yalan Yere Yeminle Elinden Alan Kimsenin Cehennemle Tehdidi Bâbı
372-) Bize Ebû Bekir b. Şeybe de rivâyet etti ki): Bize Veki' rivâyet etti. H. İbmi Nümeyr'den rivâyet etti ki) Bize Ebû Muâviye ile Vekî' rivâyet etti. H. İshâk b. İbrahim el-Hanzaü dahi rivâyet etti. Lâfız onundur. ki): Bize Vekî' haber verdi. ki): Bize A'meş, Ebû Vail'den, o da Abdullah'tan o da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) naklen rivâyet etti. Buyurmuşlarki «Her kim yemin-i sabr ederek onunla — yalancı olduğu halde — bir müslümanın malını elinden alırsa Allah'ın gazabına uğrayarak huzur-u İlâhiyye çıkar.» Eşa's b. Kays geldi. Ve: Ebû Abdurrahman size ne anlatıyor dedi. Oradakiler: Şöyle şöyle söyledi dediler. Eş'as (evet) Ebû Abdirrahman doğru söylemiş. Benim hakkımda âyet nâzil oldu. Bİr adamla aramızda Yemen'de (münakaşalı) bir yer vardı. Onu Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e dava ettim. var mı?» diye sordu. dedim. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «O halde (hasınının) yemini (lâzım)» buyurdu. istenildiği takdirde) «O yemin eder dedim.» O zaman Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): kim yemin-i sadr eder; onunla —yalancı olduğu halde— bir müslümanın malını elinden alırsa Allah'ın gazabına uğrayarak huzur-u ilâhiye çıkar.» buyurdular. Bunun üzerine: "Allah'a verdikleri ahd-ü peyman ile yeminlerini bir kaç paraya satanlar yokmu! İşte onlar için âhirette hiç bir nasib yoktur." İlâh... Âyet-i kerîmesi nail oldu. (Âl-i İmrân: 77)

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Bir Müslümanın Hakkını Yalan Yere Yeminle Elinden Alan Kimsenin Cehennemle Tehdidi Bâbı
373-) Bize İshâk b. İbrahim rivâyet etti. ki): Bize Cerir, Mansur'dan » o da Ebû Vail'den, o da Abdullah'dan naklen haber verdi. kim bir şeye yemin eder de o yeminde yalancı olduğu halde onunla bir mal kazanırsa, Allah'ın gazabına uğrayarak huzur-u ilâhiye çıkar.» demiş; sonra A'meş'in hadisi gibi rivâyet etmiş. Yalnız o Şöyle dedi: Bir adamla aramızda bir kuyu yüzünden dava vardı. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e davamızı arzettik; senin şahidlerin ya onun yemini!» buyurdular.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Bir Müslümanın Hakkını Yalan Yere Yeminle Elinden Alan Kimsenin Cehennemle Tehdidi Bâbı
374-) Bize İbn Ebî Ömer el-Mekkî de rivâyet etti. ki): Süfyân b. Cami' b. Ebû Râşid ile Abdülmelik b. A'yen'den rivâyet etti. Bunlar Şakîk b. Seleme'yi şöyle derken işitmişler. İbn Mes'ud'u dinledim şöyle diyordu: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’i şöyle buyururken işittim. kim hakkı olmadığı halde bir müslümanın matına yemin ederse, Allah'ın gazabına uğrayarak huzur-u ilâhiye çıkar.» ki: Sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize Allah'ın Kitabından bunun doğruluğunu tasdik eden şu âyeti okudu: «Allah'a verdikleri ahdüpeymân ile yeminlerini bir kaç paraya satanlar varya: İşte onlar için âhirette hiç bir nasip yoktur » (Âlî İmran: 77)

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Bir Müslümanın Hakkını Yalan Yere Yeminle Elinden Alan Kimsenin Cehennemle Tehdidi Bâbı
375-) Bize Kuteybetü'bnü Said ile Ebû Bekir b. Ebî Şeybe, b. Seriy ve Ebû Âsim el-Hanefi rivâyet ettiler. Lâfız Kuteybe'nindîr. Dediler ki: Bize Ebû'l Ahvas Simak'dan, o da Alkametü'bnü Vâil'den, o da Babasından naklen rivâyet etti. Babası Şöyle dedi: Biri Hadramevt'den diğeri Kinde'den iki zat Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e geldiler. Hadramevt'lı: Yâ Resulâllâh, şu adam bana babamdan kalan bir yerimi gasb etti, dedi. o benim elimde, ekip biçtiğim bir yerimdir; bunun onda hiç bir hakkı yoktur, dedi. üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hadramevtliye: var mı?» diye sordu. Hadramevt'li: dedi. İse senin için onun yemini vardır.» buyurdular. Hadramevt'lî: Resulâllâh, bu adam bir fâcirdir; verdiği yemine aldırış etmez; hiç bir şeyin günahından da sakınmaz» dedi. (sallallahü aleyhi ve sellem): sana bundan başka bir şey yoktur.» buyurdu. Kindeli yemin etmeye gitti. O gidince Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): edin! Eğer bu adam hakikaten şunun malını zulmen yemek için yemin ederse, huzur-i ilâhiye mutlaka Allah'ın hışmına uğrayarak çıkar.» buyurdular.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Bir Müslümanın Hakkını Yalan Yere Yeminle Elinden Alan Kimsenin Cehennemle Tehdidi Bâbı
376-) Bana Züheyr b. Harb ile İshâk b. İbrahim de hep birden rivâyet ettiler. Züheyr dedi ki: Bize Hişâm b. Abdilmelik rivâyet etti. ki): Bize Ebû Avâne, Abdülmelik b. Umeyr’den, o da Alkametü'bnü Vâîl'den, o da Vâil b. Hucr'dan naklen rivâyet etti. ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yanında idim. Derken ona, bir yer hakkında bir birlerinden davacı olan iki adam geldi. Biri: Ya Resûlallah, bu adam cahiliyet devrinde benim yerimi gasb etti. dedi. (Konuşan İmrül Kays b. Abis el-Kindi; hasımda Rabiâtü'bnü İbdân'dır.) Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): (var mı?)» diye sordu, imriül Kays: yoktur.» cevabını verdi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): yemini vardır.» buyurdu. İmriülkays: ise o yemin eder.» dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): için bundan başka çare yoktur.» buyurdular. zât yemin etmek için ayağa kalkınca) Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): kim zalimlik ederek bir yer alırsa, huzuru ilâhiye, Allah'ın gazabına uğrayarak çıkar.» buyurdular. rivâyetinde (Rabia'yı): «Rabîatü'bnü Aydan» diye zikretmiştir. hadisi Buhârî «Kitâbü'l-Müzârea», «Kitâbü'l-Husûmât, “Kitâbü'r-Rehn», «Kitâbü'ş-Şehâdât», «Kitâbü't-Tefsir», «Kitâbü'l-isti'zân» ve «Kitâbü’l-Eymân ve'n-Nüzûr» da tahriç ettiği gibi Ebû Davut «El-Eyman ve'n-Nüzûr» da; Tirmizî «Büyü» da, Nesâî «Kaza» da, İbn Mâce dahi «Ahkâm» da biraz lâfız farkı ile tahriç etmişlerdir. birinci rivâyetinde ismi geçen Ebû Ümâme (radıyallahü anh) Beni’l-Hars kabilesine mensub, Ensardandır. Onu meşhur Ebû. Ümâmete’l-Bahili ile karıştı rmamalıdır. Bu cihet ulema arasında ittifakı ise de ismi ve kabilesi hakkında ihtilâf vardır. Ebû Hatim er-Râzî, isminin Abdullah b. Sa'lebe olduğunu söylemiş; bazıları da Sa'lebetü'bnü Abdullah olduğunu ileri sürmüştür. Meşhur olan ismi İmâm Nevevî'nin de kaydettiği vecihle İyâs b. Sa'lebe'dir. dikkat ikinci bir nokta da bu" zâtın vefat tarihidir. Ashabı kirâmın hayatları hakkında yazılan eserlerin bir çûkunda bu zâtın Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in. Uhud gazasından dönüşünde vefat ettiği: ve cenazesini bizzat Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in kıldığı zikrediliyor. Bu tarihe bakılırsa İmâm Müslim'in burada Abdullah b: dan rivâyet ettiği bu hadisin münkatî olması icabeder. Çünkü Abdullah b. Kâ'btâbi'indendir. Hicretin üçüncü yılında vefat eden bir zâtı görmesine imkân yoktur. Lâkin Hazret-i Ebû Ümâmenin vefat tarihi yanlıştır. Nitekim hadisimizin ikinci rivâyetinde Abdullah b. Kâ'b'in: «Bana Ebû Ümâme rivâyet etti» demesi, onu bizzat dinlediğinin açık ifadesidir. Vefatı hakkında gösterilen tarih doğru olsa onu İmâm Müslim, kitabına almazdı. Filvaki' İbn’l-Esir Üsdü-l'Gâbe fi Ma'rifeti's-Sahâbe adlı eserinde Hazret-i Ebû Ümâme'nin vefatı hakkında söylenenleri reddetmiştir. bütün rivâyetlerinde sözü geçen yeminden murâd: Yalan yere edilen yemindir. Nitekim bazılarında «fâcir» bazılarında da «sabr» kaydile takyîd bu vurulmuştur. Hapsetmek demektir. Yemin eden kimse kendini yemin için hapsettiği, yahud icâbında kendisini hâkim yemin için hapsettiği için ona bu isim verilmiştir. Bu babta Kâdi Iyaz şunları söylemiştir: «Yemin-i sabrın manası: yemin vermeye icbar etmek yahud yemin etmek cüretkârlığında bulunmaktır. Bu yeminin hadisde bu derece büyük gösterilmesi yemin-i gamûs olmasındandır. Zira yemin-i gamûs en büyük günahlardandır. Hem onda zahiren haramı helâl ve batılı hak göstermek sûretile şeriatın hükmünü değiştirmek vardır.-» Kâdî'nin bu sözleri üzerine şu müteleâyı naklediyor: «Şeyhimiz bu yeminle gâmus arasında fark görür; ve bunun ehass, gâ-musun eamm olduğunu söylerdi. Çünkü yemini gamûs bir hakkın elder alınmadığı yerlerde de yapılır. Binaenaleyh buradaki tehdidin ona şümulü olmadığı gibi gâsıb ve emsalile bir hakkı almaya da şümulü yoktur.: yemine «fâcir» denilmesi, kinaye tarikiledir. Zira fücur yalar söylemenin lâzımdır. Fücur denilmiş; onun lâzımı olan yalan kasdedilmiş tir. Böyle bir yeminin cezası: cehennemin vâcib, cennetin haram olmasıdır kimseye Allah cehennemi vacip kılmış; cenneti haram etmi demektir.» cümlesinden murad —emsalinde de gördüğümüz vecihle— yi bu yemini helâl i'tikad edenlerdir; ve kâfir oldukları için ebediyyen cehennemde kalırlar. Yahut helâl i'tikad etmeyenlerdir. Bunlar bile bile yalan yere yemin ettikleri için Cehennem'e girmeyi hak etmişlerdir. Binaenaleyh Cennet'e doğrudan doğruya giren bahtiyarlarla beraber girma onlara haramdır. (sallallahü aleyhi ve sellem)'in hakkı elinden alınan kimseyi müslüman olmakla takyid ederek: «Bir müslütnanın hakkını elinde alırsa-..» buyurması, gayrî müslimin hakkını helâl saydığı için değildi' hakkını elinden almak da haramdır. Mefhûmu - muhalife kaail olanlarca bu cümlenin manası: «Müslümanın malını yalan yere yeminle elinden almak, Allah'in gazabına uğratacak derecede büyük bir günahtır: gayrî müsimin hakkını almak da haram ise de bu derece azabı icabettirecek derecede değildir.» demektir. muhalifi delil kabul etmeyenlere göre; bu tevile hacet yokutur. Sonra elden alınan hakkın mutlaka maddî mal olması şart değildir. Hadd-i Kazif gibi şeyler de hakda dahildir. Iyâz: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in müslümanı ve tahsis zikretmesi, şeriatla muhatab olup onunla muamele gördüğü içindir. Yoksa gayrî müslimin hükmü başka olduğundan değildir. Bu babta onun hükmü de müslümanm hükmü gibidir.» diyor. malını haksız yere elinden almak için yalan yere yemin edenler hakkında hadisin bazı rivâyetlerinde: «Allah'ın gazabına uğrayarak haşrolunacaklar» denilmiş diğer rivâyetlerde Allah’ın kendilerinden yüz çevireceği beyan olunmuş; bu babta daha başka tabirlerde kullanılmıştır. Allahü teâlâ hakkında bunların hepsi «azap etmek» manasına mecazdır. Çünkü gadabm lügat manası: bir kimseden intikam almak için ona karşı kanın kaynamasıdır. Sehât ve i'razda öyledir. Binaenaleyh Allah hakkında hakiki manalarını murâd etmek muhaldir. Kâdi Iyâz şöyle diyor: « İraz, gadab ve sehât kelimeleri, hadis olan şeyler hakkında kullanılırsa: başkasına fenalık etmek maksadile halin değişmesi manasına gelirler. Bu ise; Allah Azimüşşan hakkında muhaldir. Binaenaleyh bu kelimelerin üçü de Allah'ın kullarına azâb etmek istemesinden yahud fi'len azâb etmesinden yahud da onları zemmetmesinden kinayedir; ve üçü de ya zatın sıfatlarına yahut fi'lin sıfatlarına râcidir. Zatın sıfatlarından da irâde veya kelâm sıfatına râci' olurlar.» Kâdınin bu sözlerini izah sadedinde şunları söyler: sıfatları: Zâtla kâim olan manalardır. Yahut kâim olan manadan alınan manalardır. Âlimin Umden alınması gibi. sıfatları: Zâttan başka bir manadan alınan manalardır. Hâhk ve Râzik gibi. Bunlar: halketmek ve rızk vermek manalarından alınmışlardır. Mezkûr kelimeler zâtın sıfatına verilirse kelâm ulemasının kitaplarındaki malumata göre oradan da irâde sıfatına râci olurlar. Kâdî burada kelâm. sıfatına da râci olduğunu söylemiştir. Çünkü bu sözler zemmetmekden kinaye de olabilirler demişti. Bittabi zemm kelâmdır.» bazı rivâyetlerinde Eş'as'ın: «Yemen'de bir yerim vardı» dediği; bazılarında ise: «Bir kuyum vardı» ifadesini kullandığı; ve keza bir rivâyette davanın amcası oğlu ile, diğer rivâyette bir Yahûdi ile geçtiği görülmektedir. Zahiren bu rivâyetler bir birine münâfi görünse de hakikatte aralarında münâfat yoktur. Çünkü yerden maksad: kuyunun bulunduğu yerdir. Şu halde rivâyetlerin birinde kuyuyu, diğerinde kuyunun bulunduğu yeri zikretmiş demektir. Amcam oğlu dediği şahsın bir Yahûdi olması caizdir. Zira Yemen ahâlisinin bir kısmı Yahûdi idiler. Hatta Taberânî nin tahriç ettiği bir hadise göre bu hadisenin müteaddid olması ihtimali de vardır. Hazret-i Eş'as (radıyallahü anh) amcası oğlu Ma'dâm b. el-Esved b. Ma'dikerib'dir. İsminin Cerir olduğunu söyleyenler de vardır. zikri geçen âyet-i kerîmenin sebebi nüzulü Eşas b. Kays kıssasidır. Fakat Buhârî onun nûzulu için başka bir sebeb nakleder. Ona göre bu âyet, bir adam pazarda malını satarken müşteriye: «Bu mala senin verdiğinden daha fazla verdiler.» diye yemin ettiği zaman nâzil olmuştur. Kelbi'ye göre sebebi nüzul: fakir ve muhtaç bir takım Yahûdi âlimlerinin Kâ'b b. Eşrefe başvurması hadisesidir. Kâ'b b. Eşref onlara Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ;in Tevrat'taki vasıflarını sormuş; onlar da onun Resûlüllah olduğuna şehâdet etmişler; bunun üzerine Kâ'b kızarak: «Allah sizi bir çok hayırlardan mahrum etmiştir.» demiş. Yahûdiler: «Dur acele etme, biz şaşırdık; o bizim dediğimiz sıfatta değildi» diyerek özür beyân etmişler. Kâ'b bundan memnun olarak onlara inf akda' bulunmuş. Bunun üzerine bu âyet nâziî olmuş. Daha başka sebeb gösterenlerde vardır. Kerîmedeki «ahd»dan murâd: yemindir. Ahdin hüküm itibarile beş vechi vardır: Bunların ikisinde keffâret lâzım gelir; ikisinde lâzım değildir. Birisi de ihtilaflıdır. Bir kimse: ahd boynuma borç olsun» dese, bu yemini bozduğu takdirde keffâret verir. Bunun yerine: «Allah'a va'd boynuma borç olsun» derse İmâm A'zam Ebû Hanife ile Mâlik'e göre keffâret yine lâzımdır. İmâm Şafiî'ye göre bu sözle yemin kasdetti ise keffâret lâzımdır; yemin kasdetmedi ise bir şey lâzım gelmez. «Allah'a ahdu misak boynuma borç olsun» diyen kimseye İmâm Mâlik'e göre iki dane keffâret lâzımdır: ancak bu sözle te'kid kasdeder-se o zaman bir keffâret vermek vacib olur. ya mahzuf bir mübtedanın haberidir; ve: «Da’vânı isbât eden senin iki şahidin yahud onun yeminidir» demek olur; yahud mahzuf bir haberin mübtelâsıdır. Bu takdirde mana: «Senin iki şahidin veya onun yemini, davan için matluptur.» şekline girer. «Kindeli yemin etmeye gitti» demesinden yeminin başka yerde yapıldığı anlaşılıyor. Filvaki Kâdi Iyâz’ın beyanına göre yemin için hususi yer vardır. Medîne'liler için bu yer Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in minberidir. Yani yemin minberin yanında yapılır. yerlerde yaşayanlar camilerde yemin ederler. Delili Râvinin buradaki beyanatıdır. yeminin cami'de minber yanında verilmesinin vücubuna kaaildir. Çünkü hâdise mescid-i Nebevide cereyan etmiştir. Kinde'li zâtın kalkması minberin yanına gitmek içindir: Maamafih bu istidlal cây-i te'emmül görülmüştür. göre yemin, hâkimin huzurunda verilir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Bir Müslümanın Hakkını Yalan Yere Yeminle Elinden Alan Kimsenin Cehennemle Tehdidi Bâbı
377-) Bana Ebû Küreyb Muhammed b. el-Alâ' rivâyet etti. ki): Bize Hâlid yânı İbn Mahled rivâyet etti. ki): Bize Muhammed b. Ca'fer,"el-Alâ' b. Abdirrâhman'dan, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti. Şöyle dedi: (sallallahü aleyhi ve sellem)’e bir adam geldi; ve: Yâ Resulâllâh! Bir kimse gelip benim malımı almak istese ne buyurursun? dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) «Ona malını verme!» buyurdu. «Şayed benimle mukaatele ederse?» «Sen de onunla mukaatele et!» «Ya beni Öldürürse?» «O halde şehid gidersin.» «Ya ben onu öldürürsem?» «O cehennemde olur.» buyurdular.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Haksız Yere Başkasının Malını Almak İsteyen Kasıtcının Kendi Hakkında Kanı Heder; Öldürülürse Cehenlemlik, Malı Uğrunda Öldürülen Kimsenin De Şehid Olduğunu Beyan Bâbı
378-) Bana Hasen b. Aliy el-Hulvâni ile İshâk b. Mansur ve Muhammed b. Râfi' rivâyet ettiler. Lâfızları bir birine yakındır, İshâk (Bize haber verdi) ta'birini kullandı. Ötekiler: Bize Abdurrazzâk rivâyet etti, dediler. ki): Bize İbn Cüreyc haber verdi. ki: Bana Süleyman el-Ahval haber verdi. Önada Ömer b. Abdirrahmân'ın âzadlısı Sabit haber vermiş ki, Abdullah b. Amr'la Anbesetü'bnü Ebî Süfyân arasında olan olduğu vakit harbe hazırlanmışlar. Müteakiben Hâli-dü'bnü’l-Âs (atma) binerek Abdullah b. Amr'a gitmiş; ve ona nasihatta bulunmuş. Abdullah b. Amr «Sen Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’nı; «Her kim malı uğrunda öldürülürse şehiddir.» buyurduğunu pil-mez misin? demiş.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Haksız Yere Başkasının Malını Almak İsteyen Kasıtcının Kendi Hakkında Kanı Heder; Öldürülürse Cehenlemlik, Malı Uğrunda Öldürülen Kimsenin De Şehid Olduğunu Beyan Bâbı
379-) Bu hadîsi bana Muhammed b. Hatim de rivâyet etti. ki): Bize Muhammed b. Bekr rivâyet etti. H., Ahmed b. Osman en-Nevfeli dahi rivâyet etti. ki): Bize Ebû Âsim rivâyet etti. Muhammed'le Ebû Âsim'ın ikiside İbn Cü-reyc'den bu isnadla bu hadisin mislini rivâyet etmiştir. hadisi Buhârî «Kitabii'l-mezâlim» de tahriç ettiği gibi, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce muhtelif tariklerden rivâyet etmişlerdir. İmâm Ahmed b. Hanbel onu «Müsned» inde, «El-Evsât» da, Ebû Ya'lâ El-Mavsili «el-Mu'cem»i ile «el-Müsned»inde Bezzâr «Müsned» inde ve Ebû Nuaym «Müstahrec» inde muhtelif lâfızlarla muhtelif yollardan tahriç etmişlerdir. Bunların bazısında: uğrunda mazlum olarak öldürülen kimseye cennet vardır.» buyurulmuş, bazısında: kim malı Uğrunda Öldürülürse o kimse şehiddir; kim canı uğrunda öldürülürse o kimse şehiddir, her kim dini uğrunda Öldürülürse o kimse şehiddir; her kim ırzu namusu uğrunda öldürülürse o kimse şehiddir.» şeklinde tafsilât verilmiştir. Fahr-i Kâinat (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimizden: Ebû Hüreyre, Ali b. Ebî Tâlib, İbn Abbâs, İbn Ömer, İbn Mes'ud, Enes b. Mâlik, Câbir, Sa'd b. Ebî Vakkaas, Said b. Zeyd, Büreyde, Abdullah b. Zübeyr, Abdullah b. Amir ve diğer ashâb-ı Kiram (radıyallahü Anhûm) hârezatı rivâyet etmişlerdir. şehâdetten alınmıştır. Şehâdet, bir şeyi beyan etmek başında bulunup görmektir. hakkında Nadr b. Şümeyl şunları söylemiştir: «Şehid diri olduğu için kendisine bu isim verilmiştir. Çünkü şehidlerin ruhları «Darü's-Selâm» ı görürler. Başkalarının ruhları ise onu ancak kıyâmette göreceklerdir.» de: «Şehid ismi verilmesi, kendisine melekler cennetle şehadedde bulunacakları içindir.» diyor. Bu takdirde şehidin nıa'-nası: kendisine şehâdet edilen zât demek olur. Bazıları: «Bu ismin verilmesi, ruhu bedenden çıkarken kendisine ihsan buyurulan sevap ve kerameti gördüğündendir» demiş; bir takımları rahmet melekleri gelerek ruhunu onlar kabzettiği için şehid denildiğine, daha -başkaları imanına şehâdet olunduğu için ona bu ismin verildiğine kaail olmuşlardır. Onun şehid olduğuna şahidi vardır da onun için şehid denilmiştir. Bu şahid onun kanıdır; çünkü şehid, yarasından kan fışkırarak haşrolunacaktır.» diyenler de vardır. şehid «faîl» Bâbında bir kelime olup hem fail hemde mef'ul mânasına alınarak izah edilmiştir. üç kısımdır: Kâfirlerle harb ederken harp âletlerinden biri sebebile öldürülenlerdir. Bunlara hem dünyada hem âhirette şehid hükmü verilir. Cenazeleri yıkanmaz: Yalnız ta'zîm ve ikram için namazları kılınır. Şafiî-lere göre namazları da kılınmaz. Âhirette sevap hususunda şehîd sayılıp dünya ahkâmı huşusunda sayılmayanlardır. Bunlar verem ve tâûn gibi hastalıklar sebebile ölenlerle üzerine bina yıkılanlar ve malı, dînî, ırzu namusu uğrunda öldürülenler ve benzerleridir, ki şehid hükmünde oldukları sahih hadislerle sabittir. Bu nevi şehidlerin cenazeleri yıkanır; namazları kılınır. Âhi-rette kendilerine şehid sevabı verilir; yalnız sevaplarının hakikî şehîdler derecesinde olması lâzım gelmez. Ganimete hiyânet edenlerdir. Bunlar harpte öldürüldükleri takdirde kendilerine dünyada şehid hükmü verilerek cenazeleri yıkanmazsa da âhirette kendilerine tam şehid sevabı verilmez. (sallallahü aleyhi ve sellem)'in: «Malını ona verme!» buyurması vermenin haram olduğunu beyân için değil, vermek lâzım gelmediğini bildirmek içindir. için: «O cehennemdedir.» cümlesinin nıa'nası: o bunu hak etmiştir, demektir. Allah Zülcelâl dilerse, cezasını verir; dilerse afve-der. Ancak yaptığı bu işi helâl i'tikad ederse kâfir olur. b. Amr ile Anbese arasında geçen hadise şudur: Hazret-i Muâviye'nin valisi Anbese arazisini sulamak fçin Amr b. Âs oğullarının bağçesinden yol açmak istemiş. Bunun üzerine Abdullah bin Amr azadlılariyle birlikte silahlanarak karşısına gelmiş ve: «Vallahi bizden bir tek kişi kalmadıkça bizim bağçe-mize dokunamazsınız» demiş. Ve iki taraf harbe hazırlanmışlar. Hadise Taif de olmuştur.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Haksız Yere Başkasının Malını Almak İsteyen Kasıtcının Kendi Hakkında Kanı Heder; Öldürülürse Cehenlemlik, Malı Uğrunda Öldürülen Kimsenin De Şehid Olduğunu Beyan Bâbı
380-) Bize Şeybân b. Ferrûh rivâyet etti. ki): Bize Ebû'l-Eş'heb, Hasen'den rivâyet etti. ki: Ubeydullah b. Ziyâd Ma'kıl b. Yesâr el-Müzeni yi ölüni döşeğinde iken ziyaret etmiş. Ma'kıl: «Sana Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'den dinlediğim bir hadisi rivâyet edeceğim. Şayet daha yaşayacağımı bilseydim onu sana söylemezdim. Gerçekten ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i şöyle buyururken işittim demiş. bir halk kitlesinin başına getirip de, öldüğü gün halkını aldatmış olarak ölen hiç bir kul yoktur ki, Allah ona cenneti haram etmesin.»

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Tebeasını Aldatan Valinin Cehennemi Hak Edeceği Bâbı
381-) Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti. ki): Bize Yezid b. Yûnus'dan, o da Hasan'dan naklen rivâyet etti. ki: Ma'-kıl b. Yesâr hasta iken Ubeydullah b. Ziyâd onun yanına girerek ona (bazı şeyler) sormuş Ma'kil: Ben sana (şimdiye kadar) söylemediğim bir hadis rivâyet edeceğim: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Allah bir kulu bir halk kitlesinin başına geçirir de, o kul ölürken halka hıyanet etmiş olarak ölürse Allah ona cenneti haram kılar.» buyurdular demiş. Bunu bana daha evvel niçin söylemedin? demiş Ma'kıl: «Sana söylemedim; yahud: Sana söyleyecek değilim.» cevabını vermiş.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Tebeasını Aldatan Valinin Cehennemi Hak Edeceği Bâbı
382-) Bana Kâsım b. Zekeriyyâ rivâyet etti. ki) ; Bize Hüseyn yânı el-Cu'fî, Zâide'den, o da Hişam'dan naklen rivâyet etti. ki: Hasen şunları söyledi: Ma'kıl b. Yesâr’ın yanında idik; ona hastalık ziyareti yapıyorduk. Derken Ubeydullah b. Ziyâd geldi. Ma'kıl ona hitaben: Sana Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'den işittiğim bir hadis rivâyet edeceğim, dedi. Ve öteki râvilerin hadisi ma'nasında rivâyette bulundu.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Tebeasını Aldatan Valinin Cehennemi Hak Edeceği Bâbı
383-) Bize Ebû Gassân el-Mismaî ile Muhammed b. el-Müsennâ ve İs-hâk b. İbrahim de rivâyet ettiler. İshâk (Bize haber verdi) ta'birini kullandı. Ötekiler: Bize Muâz b. Hişâm rivâyet etti, dediler. Muâz ki: Bana babam Katâdeden, o da Ebû'l-Melih' den naklen rivâyet etti ki, Ubeydullah b. Ziyâd Ma'kıl b. Yesar'ı hastalığında ziyaret etmiş. Ma'kıl ona şunları söylemiş: «Sana bir hadis söylüyeceğim; ama Ölüm hâlinde olmasaydım onu sana söylemezdim.» Ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i: umurunu üzerine alıp âa onlar için çalışmayan ve hayırhah olmayan hiç bir âmir yoktur ki, onlarla birlikde cennete girebilsin.» buyururken işittim. hadîsi Buhârî «Kitâbü'l-Ahkâm» da tahriç etmiştir. Ma'kıl'i ziyarete gelen Ubeydullah b. Ziyâd Muâviye (radıyallahü anh) zamanında Basra valisi idi. Bu vazifeyi Muâviye'nin oğlu Yezid zamanında da yapmıştır. (radıyallahü anh)’ın bu hadisi ölüm döşeğine düşmeden söylememesi ya mumaileyh Ubeydullah'ın nasihat kabul etmeyeceğini bildiği içindir; ve âhir ömründe hadisi gizlemiş olmanın vebalinden korkarak onu rivâyet etmiştir. Yahut daha önce söylemiş olsa Ubeydullah üzerinde bir te'siri olmaz da onun bu kötü hâlini halkın kalplerine yerleştirmeye sebep olur endişesile o ana kadar gizlemiştir. Nevevî bu ikinci ihtimâli daha kuvvetli bulmaktadır. Birinci ihtimâl ona göre zaiftir; çünkü emr-i bil ma'ruf, kabul olunmamak ihtimâlile sakıt olmaz. bazı rivâyetlerinde: «Allah bir kulu bir halk kitlesinin başına geçirirse...» denilmiş; bazılarında bunun yerine: «Bir âmiri geçirirse...» diğer bâzılarında: «Bİr valiyi geçirirse...»ta'birleri kullanılmıştır. Bunlardan maksad; millet idarecileridir. Bu zevat millete dînî ve dünyevî bütün hususâtta yardımcı ve Öğretici mevkiindedirler. Milletin hukukunu korumaz; hudûdû şer'iyyeyi tatbik etmez; yahud adil olmazlarsa vazifelerini sü-i isti'mal etmiş olurlar. İşte hadisdeki «gâşş» tâbiîrinden murâd bunlardır. Battal diyor ki: «Bu hadis zâlim hükümdarlar için pek büyük bir tehdiddir. Çünkü kullara yaptıkları zulümlerin hesabı kıyâmet gününde kendilerine sorulacaktır. Acaba koskoca bir millete zulmeden bir adam, o millete hakkım nasıl helâl ettirir?...» cennetin haram olmasından murâd — bir çok emsalinde de gördüğümüz vecihle— ya zulmü mubah i'tikad ederek dinden çıktıkları için ebediyyen cennet yüzü görememeleridir; yahud zulüm haram olduğuna i'tikad ettikleri halde onu yine mazlumlara reva gördükleri için cennete doğrudan doğruya giren bahtiyarlarla birlikde girmek kendilerine haramdır. Buradaki tahrim, menetmek ma'nasınadır. rivâyetlerde «Allah ona cenneti haram kılar...»ifadesinin yerine: «Cennetin kokusunu bile alamaz.»buyurulmuştur. Halbuki cennetin nefis kokularının yetmiş yıllık mesafeden duyulacağı sahih hadislerde vârid olmuştur. Taberanî'nin tahriç ettiği Abdullah b. Mugaf fel (radıyallahü anh) hadisinde: nefis kokusu kıyâmet gününde yetmiş yıllık mesafeden duyulur.» buyurulmaktadır.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Tebeasını Aldatan Valinin Cehennemi Hak Edeceği Bâbı