Sahîh-i Müslim Hadis Kitabı
2088-)
Bize Yahya b. Yahya ile Hasen b. Rabi, Kuteybetü'bnü Sald ve Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivâyet etti. Yahya (Bize haber verdi) tâbirini kullandı. Ötekiler: Bize, Ebû'l-Ahvas, Simâk'den, o da Câbir b. Semura'dan naklen rivâyet etti, dediler. Cabir şunları söylemiş: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’le birlikde bayram namazlarını bir değil, İki değil; bir çok defalar ezan ve İkaametsiz olarak kıldım.»
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Bayram Namazları
Konu: Bab
2089-)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şevbe rivâyet etti. ki): Bize Abdetü'bnü Süleyman ile Ebû Üsâme, Ubeydullah'dan, o da Nâfi'den, o da İbn Ömer'den naklen rivâyet etti ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Ebû Bekir ve Ömer bayram namazlarını hutbeden Önce kılarlarmış. Abbâs ile Câbir ve İbn Ömer hadislerini Buhârî «Cum'a» bahsinde; ayrıca, İbn Abbâs hadîsini Ebû Dâvûd «Namaz» bahsinde tahric etmişlerdir. b. Zübeyr'eilk biat olunduğu zamandan mu-râd: 64 târihinde Yezid b. Muâviye'nin yerine halife secil-mesidir. diyor ki: «Câbir hadisinde: (Ramazan Bayramı namazından ezan, ikaamet, nida ve hiç bir şey yokdur.) denilmesi, zahirine bakılırsa gerek bizim ulemâmızın, gerekse başkalarının (Toplayıcı namaza buyurun.) diye seslenmeyi müstebab saymalarına muhalif görünürse de, hadis-i şerif: Bayram namazı için ezan ikaamet ve bunların mânâsında bir şey yokdur, şeklinde te'vil olunur.»
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Bayram Namazları
Konu: Bab
2090-)
Bize Yahya b. Eyyûb Üe Kuteybe ve İbn Hucur rivâyet ettiler. Dediler ki; Bize İsmail b. Cafer, Dâvûd b. Kays'dan, o da Iyâz b. Abdillâh b. Sa'd'dan, o da Ebû Said-i Hudrî'den naklen rivâyet ettij söyle demiş Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Kurban ve Ramazan bayramı günleri namazgaha çıkar ve evvelâ namazla işe başlardı. Namazını kıldı da, selâm verdi mi ayağa kalkarak cemaata karşı dönerdi. Cemâat ise namazgahlarında otururlardı. Eğer (buta rafa) bir müfreze göndermeye ihtiyacı varsa, onu cemaata hatırlatır, bundan başka bir ihtiyâcı olursa, onu kendilerine emrederdi. (Hutbe esnasında): «Sadaka verin, sadaka verin, sadaka verin!» buyururdu. ziyâde sadaka veren de kadınlar olurdu. Ondan sonra namaz-gâhdan ayrılırdı. Mervân b. Hakem zamanına kadar hâl, bu minval üzre devam etti. Bir def'â ben Mervân İle el ele vererek (namaza) çıktım. Namazgaha vardığımızda ne görelim! Kesîru'bnu Salt, çamurla kerpiçten bir minber yapmış. Bir de baktım Mervân'in eli beni çekiştiriyor. Gâlibâ beni minbere doğru çekiyordu. Ben de onu namaza çekiyordum. Onun bu hâlini görünce: «İş'e namazdan başlamak nerede kaldı?» dedim. Mervân: «Hayır, yâ Ebâ Said! Senin bildiğin (şekil) terk edildi.» dedi. «Asla olamaz! Nefsim kabza-i kudretinde olan Allah'a ederim ki siz, benim bildiğimden daha hayırlısını yapamazsınız.» dedim. Saîd, bunu üç defa tekrârladıkdan sonra oradan ayrılmış. Bu hadisi Buhari «Cum'a» bahsinde tahrîc etmişdir. murâd: Medine'de mâruf bir namazgâhdır. Mescid-i Nebevi'den bin adım kadar uzaktadır. Ebû Saîd-i Hudrî'nin Mervân b. Hakem ile el ele vererek namazgaha gitmesi, Mervân'in Medine valisi bulunduğu zamana tesadüf etmişdir. minber yapan Kesir b. Sâît (radıyallahü Anh) Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında dünyâya gelmiş. Medine'ye onun vefâtından sonra yerleşmişdir. Evvelce ismi: Kalil ünis. Kalil: Az: Kesir de: Cok, demekdir. «Kesir ismini ona Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) takmışdır.» diyenler olmuşsa da esah olan rivâyete göre bu ismi ona Hazret-i Ömer (radıyallahü Anh) vermişdir. Hazret-i Kesir: Tabiînden sayılır. Onu İbn Mendeh, sahabeden saymış; Zehebi ise hakkında ihtilâf edildiğini söylemişdir. Ebû Saîd, Mervân'a üç defa ihtarda bulunduktan sonra oradan yani minber tarafından ayrılarak namaz kılmağa gitmişdir. Kâdı îyâz bu cümleyi böyle tefsir etmiş, oradan ayrılmasının o namazı terk etmesi mânâsına gelmediğini söylemişdir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Bayram Namazları
Konu: Bab
2091-)
Bana Ebû'r-Rabî' Ez-Zehrânî rivâyet etti. ki): Bize, Hammâd rivâyet etti. ki): Bize Eyyûb, Muhammed'den, o da Ümmü Atiyye'den naklen rivâyet etti. Ümmü Atiyye, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’i kastederek: bayramlarda kocaya gitmemiş delikanlı kızlarla, perdenişin hanımları namazgaha çıkarmamızı; hayızlı kadınlara da Müslümanların namazgahından biraz uzaklaşmalarını emir buyurdu.» demiş.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Bayram Namazları
Konu: Bayramlarda Kadınların Namazgaha Çıkmaları Ve Erkeklerden Ayrı Olarak Hutbe Dinlemelerinin Mubah Oluşu Bâbı
2092-)
Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti. ki): Bize Ebû Hayseme, Âsım-ı Ahval'den, o da Hafsa binti Sîrin'den, o da Ümmü Atiyye'den naklen haber verdi. Ümmü Atiyye şöyle dedi: Bayramlarda örtülü hanımlar ve bakire kızlarla beraber namazgaha çıkmaya me'mûr olurduk. Hayızlılar da çıkar fakat cemâatin arkasında bulunurlar; cemaatla beraber tekbîr alırlardı.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Bayram Namazları
Konu: Bayramlarda Kadınların Namazgaha Çıkmaları Ve Erkeklerden Ayrı Olarak Hutbe Dinlemelerinin Mubah Oluşu Bâbı
2093-)
Bize Amru'n-Nakıd rivâyet etti. ki): Bize Îsâ b. Yûnus rivâyet etti. ki): Bize, Hişâm, Hafsa binti Sîrin'den, o da Ommü Atiyye'den naklen rivâyet etti. Ommü Atiyye şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ramazan ve Kurban bayramlarında genç kızlarla hayızlı kadınları ve perdenişin hanımları (namazgaha) çıkarmamızı emretti. Ama hayızlı kadınlar namaz (gah) dan biraz uzak durur, hayırda ve Müslümanların dualarında hâzır bulunurlar, dedi. Ben: Ya Resûlallah! (Bazen) birimizin örtüsü bulunmuyor» dedim. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): Ona din kardeşi, kendi cilbâblarından birini giydiriversin, buyurdu.» hadisi Buhârî «Hayız», «Bayram» ve «Hacc» bahislerinde; Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâİ ve İbn Mâce «Namaz» bahsinde muhtelif râvîlerden tahric etmişlerdir. Buhari'deki metni, buradakinden daha mufassaldır. Âtik'in cem'idir. Atik: Genç kız, demekdir. Bu kelimeyi lügat ulemâsı muhtelif şekillerde tefsir etmişlerdir. Hidr'ın cem'idir. Hidr: Bâzılarına göre: Evin bir köşesine çekilen bir perdedir. Buradaki «hudûr» dan murad: Evlerdir. Zevât-ı Hudûr da: Evine kapanmış, perdenişin ve iffetli hanımlar manasına gelir. dahi ayni manaya kullanılır, ve Müslümanların dualarında bulunurlar.» ifadesinde hazf vardır. Cümlede muzaf zikredibnemişdir. Cümle: -Hayızlı kadınlar, hayır meclîslerinde ve Müslümanların dualarında hâzır bulunsunlar.» takdirindedir. meclislerinden murâd: Hadis dinlemek ve hasta dolaşmak gibi şeylerdir. Kadir b. Şümeyl'e göre, kadınların başörtülerinden daha kısa ve daha geniş bir örtüdür. Kadınlar bununla da başlarını örterler. «Cilbâb: Ridâdan daha kısa, fakat geniş bir örtüdür. Kadın onunla göğsünü ve sırtını örter.» demişlerdir. «Çarşaf gibi bir örtüdür.» diyenler bulunduğu gibi, «Çarşaf dır», «Başörtüsüdür.» diyenler de olmuşdur. (sallallahü aleyhi ve sellem) «Ona, din kardeşi kendi cilbâblarından birini giydiriversin.» buyurmakla: «Din kardeşi kendisinin muhtâc olmadığı elbisesinden birini emaneten on versin.» demek istemişdir. «Bu cümleden murâd: Kadın, üzerindeki elbisesinin bir kısmını ona örtsün demekdir.» mütalaasında bulunmuşlardır. Bu te' vll, kadının üzerindeki örtünün çok geniş olduğuna göre caizse de, yine de itirazdan salim değildir. Mezkûr cümleyi mübalağaya ham-' ledenler de vardır. Bu takdirde mânâsı: «Kadınlar, ikisi bir Örtü içinde bile olsalar namazgaha çıkmalıdırlar.» demek olur.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Bayram Namazları
Konu: Bayramlarda Kadınların Namazgaha Çıkmaları Ve Erkeklerden Ayrı Olarak Hutbe Dinlemelerinin Mubah Oluşu Bâbı
2094-)
Bize Ubeydullah b. Muâz El-Anberî rivâyet etti. ki): Bize babam rivâyet etti. ki): Bize Şube, Adiyye'den, o da Saîdü'bnü Cübeyr'den, o da İbn Abbâs'dan naklen rivâyet etti ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Kurban veya Ramazan bayramı günü (namazgaha) çıkarak iki rekat namaz kılmış. Bu namazdan önce ve sonra hiç bir namaz kılmamış. Sonra maiyyetinde Bilâl olduğu hâlde kadınların yanına gelerek, onlara sadaka vermelerini emir buyurmuş. Bunun üzerine kadınlardan bâzısı halkasını, bâzısı da gerdanlığım atmaya başlamış.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Bayram Namazları
Konu: Bayram Namazından Önce Ve Sonra Namazgahda, Başka Namaz Kılmamak Bâbı
2095-)
Bana, bu hadisi Amru'n-Nâkıd da rivâyet etti. ki): Bize, İbn İdris rivâyet etti. H. Ebû Bekir b. Nâfi' ile Muhammed b. Beşşâr beraberce Gun-der'den rivâyet ettiler. İbn İdris ile Gunder'in ikisi birden Şu'be'den bu isnadla bu hadîsin mislini rivâyet etmişlerdir. misk veya karanfil gibi güzel kokulu şeylerden boncuk şeklinde parçalardan yapılan gerdanlıkdır. hadisle İmâm Mâlik, bayram namazından evvel ve sonra nafile namaz kılmanın mekruh olduğuna istidlal etmişdir. Sahabe ve Tabiin'den bir çok zevatın kavilleri de budur. Şâfit ile Selef'den bir cemaata göre, bayram namazlarından önce ve sonra nafile namaz kılmak mekruh değildir. İmâm A'zam ve Küfe ulemasına göre ise, bayram namazından önce nafile kılmak mekruh, bayram namazlarından sonra nafile kılmak mekruh değildir. «Bayram namazından önce ve sonra nafile namaz kılmayı kerih görenlere bu hadîsde bir hüccet yokdur. Çünkü o vakitlerde namaz kılmamak, namazın mekruh olmasını îcâb etmez. Ka-aide, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in kılıp kılmadığı sabit oluncaya kadar namaz kılmayı menetmemekdir.» diyor.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Bayram Namazları
Konu: Bayram Namazından Önce Ve Sonra Namazgahda, Başka Namaz Kılmamak Bâbı
2096-)
Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti. ki: Mâlik'e Damratü'bnu Said-i Mazimden dinlediğim, onun da Ubeydullah b. Abdillah'dan rivâyet ettiği şu hadisi okudum: Ömerü'bnü'l-Hattâb, Ebû Vâkıd-ı Leysi'ye: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ramazan ve Kurban bayramı namazlarında ne okuyordu?» diye sormuş; o da: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlarda sûre-i Kaaf İle sûre-i İnşikaak'ı okurdu.» cevâbını vermiş.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Bayram Namazları
Konu: Bayram Namazlarında Okunacak Süreler Bâbı
2097-)
Bize, İshak b. İbrâhim rivâyet etti. ki) Bize, Ebû Amiri Akadî haber verdi, ki) Bize Füleyh, Damratü'bnu Said' den, o da Ubeydullah b. Abdillâh b. Utbe'den, o da Ebû Vâkıd-ı Leysi'den naklen rivâyet etti. Ebû Vâkıd Şöyle dedi: bana Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bayram namazında neyi okuduğunu sordu; ben de.- «Sûre-i Inşikaak İle Süre-i Kaaf'ı dedim.» hadîsin birinci rivâyeti zahiren muttasıl değil gibi görünüyor. Ubeydullah b. Abdillâh, Hazret-i Ömer'in Ebû Vâkıd-ı Leysî'ye suâl sorduğunu bildiriyor. Hâlbuki kendisi Hazret-i Ömer'e yetişmemişdir. Ancak, zahiren mürsel gibi görünen bu senet hakîkatda muttasıldır. Nitekim hadîsin ikinci rivâyetinde muttasıl olarak zikredilmişdir. Binâenaleyh hadis hiç şüphe götürmeyecek derecede.1 sahîh ve muttasıl olduğundan burada İmâm Müslim'e itiraz edilemez. kirâm’ın beyânına göre Hazret-i Ömer'in Ebû Vâkıd-ı Leysî'ye sorması, bu husûsda tereddüte düştüğü içindir. Yani Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in bayram namazında hangi sûreleri okuduğunda şüpheye düşmüş, bu husûsdaki şüphesini gidermek için mes'eleyi Ebû Vâkıd-ı Leysî'ye sormuşdur. Maamâfih ne okuduğunu kendisi bildiği hâlde cemaata bildirmek maksadı ile sormuş olması ihtimâli de vardır. Hakîkatda Ömer (radıyallahü Anh)'ın bunu bilmemesine imkan yokdur. Çünkü bir çok defalar bayram namazını Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in bilmemesine imkân yokdur. Çünkü bir çok defalar bayram namazını arkasında kılmışdır. şerif: «Bayram namazlarında înşikaak ve Kaaf sûrelerir' okumak sünnetdir.» diyenlerin delilidir. Bunları okumakdaki hikmet; Geçmiş ümmetlere âid haberleri, Peygamberleri yalanlıyanları ihlâk, cemâatin bayram namazına çıkışlarını mahşer yerine toplanmaya benzetme vesâir ahkâmı ihtiva etmeleridir, Bazıları, bayram namazlarında sûre-i A'lâ ile Ve'ş-Şemsi sûresini okumak müstahabdır. şerif, bayram namazlarında kıraatin aşikâr yapılacağına da delildir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Bayram Namazları
Konu: Bayram Namazlarında Okunacak Süreler Bâbı
2098-)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivâyet etti. ki): Bize, Ebû Üsâme, Hişâm'dan, o da babasından, o da Âişe'den naklen rivâyet etti. Âişe şöyle dedi: (Bir defa) yanıma Ebû Bekir girdi, yanımda Ensâr’ın cariyelerinden iki câriye bulunuyor; Buâs harbinde ensâr’ın biribirlerine söyledikleri şiirleri terennüm ediyorlardı. Ama bu cariyeler şarkıcı değildiler. Ebû Bekir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in evinde şeytan ıslığı mı çalıyorsun, hem de bayram gününde? dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Yâ Ebâ Bekir! Her milletin bir bayramı vardır; bu da bizim bayramımızdır.» buyurdular.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Bayram Namazları
Konu: Bayram Günlerinde, Îçinde Masiyet Bulunmayan Oyunlara Ruhsat Verilmesi Bâbı
2099-)
Bize, bu hadîsi Yahya ile Ebû Küreyb hep birden Ebû Muâviye'den, o da Hişâm'dan naklen bu isnâdla rivâyet ettiler. hadîsde: «Yanımda defle oynayan iki câriye vardı...» denilin isdir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Bayram Namazları
Konu: Bayram Günlerinde, Îçinde Masiyet Bulunmayan Oyunlara Ruhsat Verilmesi Bâbı
2100-)
Bana Hârûn b. Saîd El-Eylî rivâyet etti. ki): Bize, İbn Vehb rivâyet etti. ki): Bana, Amr haber verdi; ona da İbn Şihâb, Urve'den, o da Âişe'den naklen rivâyet etmiş ki Mİna günlerinde Aise'nin yanına Ebû Bekir girmiş; Âişe'nin yanında şarkı söyleyip, def çalan iki câriye bulunuyormuş. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de elbisesine bürünmüş; yatıyormuş. Ebû Bekir, cariyeleri azarlamış, bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yüzünü açarak: onları, Yâ Ebâ Bekir! Zira bu günler, bayram günleridir.» buyurmuşlar. ki: «Ben, oynayan Habeş'lilere bakarken Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in, elbisesi İle beni örttüğünü görmüşümdür. O zaman henüz bir taze İdim. Siz oyunu seven genç yaştaki bir tazenin buna ne derece can atacağını takdir buyurun.»
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Bayram Namazları
Konu: Bayram Günlerinde, Îçinde Masiyet Bulunmayan Oyunlara Ruhsat Verilmesi Bâbı
2101-)
Bana Ebû t-Tâhir rivâyet etti. ki): Bize İbn Vehb haber verdi. ki): Bana Yûnus, İbn Şihâb'dan, o da Urvetü'bnu'z-Zübeyr'den naklen haber verdi. Urve şöyle dedi: dedi ki: Vallahi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i odamın kapısında dururken gördüm; Habeşliler, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in mescidinde harbeleri ile oynuyorlar; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de, ben oyunlarını göreyim diye elbisesi ile beni örtüyordu. Ben (bakmakdan) vazgeçinceye kadar, benim (hatırım) İçin ayakda duruyordu. Siz, eğlenceye düşkün genç yaştaki bir tazenin buna ne derece canatacağını takdir buyurun.»
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Bayram Namazları
Konu: Bayram Günlerinde, Îçinde Masiyet Bulunmayan Oyunlara Ruhsat Verilmesi Bâbı
2102-)
Bana, Harun b. Said El-Eylî ile Yûnus b. Abdi’l-A'lâ rivâyet ettiler. Lafız: Harun'undur. Dediler ki: Bize İbn Vehb rivâyet etti. ki): Bize, Amr haber verdi. Ona da Muhammed b. Abdir-rahnın, Urve'den, o da Âişe'den naklen rivâyet etmiş. Âişe şöyle de-miş: defa) yanımda Buâs şarkılarını okuyan iki câriye bulunduğu hâlde (içeriye) Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) girdi ve yatağa uzanarak yüzünü çevirdi. Derken Ebû Bekir girdi. Hemen beni azarladı ve: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yanında şeytan düdüğü mü tüflüyorsunuz?)» dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), ona dönerek: «Bırak onları!» dedi. Ebü Bekir (in zihni) dalınca, ben cariyelere işaret ettim; onlar da çıktılar. O gün bayram İdi. Sudanlılar kalkan ve mızrak oyunu oynuyorlardı. Yâ ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)' den bakmak için İzin istedim yahut o (kendiliğinden): «Bakmak İster misin?» dedi. Ben: «Evet...» cevâbını verdim. Bunun üzerine beni yanağım, yanağına değecek şekilde arkasına durdurdu. Sudanlılara da: «Haydi bakalım Erfide oğulları (oynayın!)» diyordu. Nihayet ben bıkınca: «Artık yeter mi?» diye sordu. «Evet.» dedim. «Öyle İse haydi git!» buyurdular.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Bayram Namazları
Konu: Bayram Günlerinde, Îçinde Masiyet Bulunmayan Oyunlara Ruhsat Verilmesi Bâbı
2103-)
Bize Züheyrü'bnü Harb rivâyet etti. ki): Bize Cerîr, Hişâm'dan, o da babasından, o da Âişe'den naklen rivâyet etti; ki: bayram günü bir takım Habeş'tiler gelerek mescidde raksetmeğe başladılar. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) beni çağırdı; ben de (gelerek) başımı onun omuzuna dayadım. Ve Habeş'lilerin oyunlarına bakmaya başladım. Nihayet onlara bakmaktan İlk vazgeçen ben oldum.»
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Bayram Namazları
Konu: Bayram Günlerinde, Îçinde Masiyet Bulunmayan Oyunlara Ruhsat Verilmesi Bâbı
2104-)
Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti. ki). Bize Yahya b. Zekeriyyâ b. Ebi Zaide haber verdi. H. İbn Nümeyr de rivâyet etti. ki): Bize Muhammed b. Bişr rivâyet etti. Bu râvîlerin ikisi birden Hişâm'dan bu isnadla rİ-vâyet etmişler, yalnız «Mescidde...» kaydını zikretme mislerdi.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Bayram Namazları
Konu: Bayram Günlerinde, Îçinde Masiyet Bulunmayan Oyunlara Ruhsat Verilmesi Bâbı
2105-)
Bana İbrâhîm b. Dinar Ue Ukbetü'bnü Mtikrem El-Ammî ve Abd b. Humeyd hep birden Ebû Âsım'dan rivâyet ettiler. Lafız Ukbe'nindir. ki: Bize Ebû Âsim, İbn Cüreyc'den rivâyet etti. ki: Bana Ata' haber verdi. ki): Bana Ubeyd b. Umeyr haber verdi. ki): Bana Âişe haber verdi ki kendisi, oynayanlar için: onları görmek istedim. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), ayağa kalktı; ben de kapıya durdum. Onun kulakları ile omuzu arasından bakıyordum. Habeşliler mescidde oynuyorlardı.» demiş. «Bunlar yâ İranlılar yâ Habeşliler idi.»; «Bana İbn Atik, bunların Habeşliler olduğunu söyledi.» demişdir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Bayram Namazları
Konu: Bayram Günlerinde, Îçinde Masiyet Bulunmayan Oyunlara Ruhsat Verilmesi Bâbı
2106-)
Bana Muhammed b. Râfi' ile Abd b. Humeyd rivâyet ettiler. Abd: (Bize haber verdi...) tâbirini kullandı, İbn Râfi' ise: (Bize Abdürrazzâk rivâyet etti.) dedi. (Abdürrazzak Dedi ki): Bize Ma' mer, Zührî'den, o da İbnü'l-Müseyyeb'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi. Ebû Hüreyre şöyle dedi: «Habeşliler Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanında harbeleri ile oynarlarken Öme-rü'bnü'l-Hattâb giriverdi. Hemen onları taşlamak için (yerdeki) taşlara uzandı. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): onları yâ Ömer!» buyurdular. hadîsleri Buhârî «Kitâbü’l-îd» ve «Kitâbü'l-Cihâd» da tahric etmişdir. Asıl lûgatda «genç kadın» demekdir. Sonradan bu kelimenin mânâsı genişletilerek: genç ihtiyar bütün kadın kölelere «câriye» denilmişdir. Bazıları, bu hadisde cariyeden lügat mânâsı kastedildiğini yani Hazret-i Âişe'nin yanında Ensâr kızlarından iki kız bulunduğunu söylemişlerse de, hadisin o cümlesine bahsedilen cariyelerden murâd: Ensâr kızları değil; Ensâr'a ait iki hakiki câriyedir. Nitekim Taberâni'nin rivâyetinde bunların birinin Hazret-i Hassan b. Sabit'e âid olduğu; İbn Ebî'd-Dünyâ' nin rivâyetinde: « Hamâme ile arkadaşı şarkı okuyorlardı.» denilmişdir. Bu Hamâme'nin kim olduğunu birçok musannifler beyân etmemişse de, Zehebi (673-748) «Et-Tecrîd» nâm eserinde: «Hamame, Bilâl (radıyallahü anh)'ın annesidir. Onu Ebû Bekir satın almış ve azâdetmişdir.» demektedir. Âişe'nin Bâbımız rivâyetlerinin birinde, kendisi için «Ben, henüz bir câriye idim...» ifâdesindeki «câriye» kelimesi ise lügat mânâsında kullanılmışdır. Âişe (radıyallahü anhâ), bu sözü ile: «Ben, o zaman henüz genç bir taze idim.» demek istemişdir. Oyuna düşkün, oyunu seven; demekdir. Âişe'nin sözlerinden anlaşılıyor ki: Kendisi oyuna düşkün olacak derecede genç ve âdeta çocukmuş. def çalarak Buâs harbine ait şarkılar okudukları hadisin muhtelif rivâyetlerinden anlaşılmaktadır. bâzılarına göre, Ensâr-ı Kiram’ın Buas harbinde biribirlerine söyledikleri şiirler, kimi iftihar kimi de hicv'e âit şeylerdi. Evs kabilesine mahsûs bir kâl'adır. Benî Kurayza diyarında bulunan bu kâl'ada o kabilenin hayranları barındırılırmış. Meşhur Buâs harbi bu kâl'anm ekinliğinde olmuşdur. bu kelimeyi «Buğas» şeklinde okumuşlardır. Fakat doğrusu: «Buâs» dır. beyanına göre: Buâs günü arapların meşhur günlerinden biridir. devrinde, o gün Evs ile Hazrec kabileleri harbe tutuşmuş, bu harb islâmiyetin zuhuruna kadar tam yüzyirmi sene devam etmişdir. Nihayet harp Evs kabilesinin zaferi ile sona ermişdir. Âişe'nin: «Ama bu cariyeler, şarkıcı değildiler.» sözünün mânâsı: «Şarkıcılık, onların kan'atı ve âdeti değildi.» demekdir. Iyâz diyor ki: «Mezkûr iki cariyenin terennüm ettikleri şeyler harbe, galebe, zafer ve secâatla öğünmeye âit şiirlerdi. Bu gibi şiirler, o cariyeleri kötülüğe teşvik etmediği gibi; onları okumak, ulemânın ihtilâf ettiği şarkıdan mâdûr değildir. Bundan murâd: Şiiri okurken sesi yüksetmekden ibâretdir. Onun için Âişe (radıyallahü anha) «Bu cariyeler şarkıcı değillerdi...» demişdir. Yani şarkıcıların âdeti veçhile şarkı söyliyenlerden hevâ ve hevesi teşvik, kötülüklere sevk, güzel kadınları tavsif, şehvetleri tahrik gibi husûsâtı terennüm edenlerden değildiler...- şiir okumaya da «gına» derler. Yani bu kelime şarkı söylemekle şiir okumak arasında müşterekdir. Ancak, burada ondan mubah olan şiirleri okumak kastedilmişdir. Filhakika ashâb-ı kirâm mücerred şiir terennümünden ibaret olan gınâ'yı caiz görmüş; onu Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimizin huzurunda da yapmışlardır. «Buradaki gınadan, oyun ve eğlence sahiplerince mâruf olan şarkı kastedilmemişdir. Ömer (radıyallahü anh) Bedevilerin teganrüsine ruhsat vermişdir. Bundan murad: Develeri sürerken mırıldandıkları şeyler gibi bir ses çıkarmakdır.» diyor. veya «mezmûr»: Islık gibi ses çıkaran düdükdür. Buna «mizmâr» da derler. günleri» nden murâd: Kurban bayramı günleridir. bunların Bayram gününden maada üç gün olduğunu söylüyor. Şu hâlde Mina günleri ile: Teşrik günleri kastedilmiş demekdir. Deraka'nın cem'îdir. Deraka: Deriden yapma kalkan, demekdir. Erfidet Habeşlilerin lâkabıdır. Erfide veya erfede: Dedelerinin ismidir, diyenler de vardır. Bazıları, Benî Erfide' nin Habeşlilerden bir kabile olduğunu, bu kabilenin raksetmekle şöhret bulduğunu söylerler. Gerek Hazret-i Ebû Bekir'in, kızı Âişe (radıyallahü anha)'yı azarlıyarak «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in evinde şeytan düdüğü mü üflüyorsunuz?» demesi; gerekse Habeşliler'in oyunlarını gören Hazret-i Ömer'in onları taşlamağa kalkışması, bu işden Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in haberi olmadığı zannettiklerindendir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Bayram Namazları
Konu: Bayram Günlerinde, Îçinde Masiyet Bulunmayan Oyunlara Ruhsat Verilmesi Bâbı
2107-)
Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti. Dedi ki: Mâlike, Abdullah b. Ebû Bekir'den dinlediğim, onun da Abbdâ b. Temîm'den: Ben Abdullah b. Zeyd El-Mâziniyi şöyle derken işittim, diyerek rivâyet ettiği şu hadisi okudum: « Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) namazgaha çıkarak yağmur duası yaptı. Kıbleye döndüğü vakit cübbesinl ters çevirdi.»
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Yağmur Duasının Namazı
Konu: Bab
2108-)
Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti. ki): Bize Süfyan b. Uyeyne, Abdullah b. Ebî Bekir'den, o da Abbad b. Temimden, o da amıcasından naklen haber verdi. Şöyle dedi: (sallallahü aleyhi ve sellem) namazgaha çıkarak yağmur duası yaptı ve kıbleye karşı döndü. Cübbesinf ters çevirdi; iki rekat da namaz kıldı.»
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Yağmur Duasının Namazı
Konu: Bab
2109-)
Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti. ki): Bize Süleyman b. Bilâl, Yahya b. Said'den naklen haber verdi. ki: Bana Ebû Bekir b. Muhammed b. Amr haber verdi; Ona da Abbâd b. Temim haber vermiş, ona da Abdullah b. Zeyd El-Ensârî haber vermiş ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yağmur duası için namazgaha çıkmış, duâ etmek isteyince kıbleye dönmüş ve cübbesini ters çevirmiş.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Yağmur Duasının Namazı
Konu: Bab
2110-)
Bana Ebû't-Tâhir ile Harmele rivâyet ettiler. Dediler ki-. Bize İbn Vehb haber verdi. ki): Bana Yûnus, İbn Şihâb'dan naklen haber verdi. ki: Bana Abbâd b. Temim El-Mâzîni haber verdi. O da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ashabından biri olan amıcasını şöyle derken işitmiş: gün Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yağmur duasına çıktı» müteakiben arkasını cemaata vererek Allah'a duâ etmeye başladı ve kıbleye döndü. Cübbesini de ters çevirdi. Sonra İki rek'at namaz kıldı.» hadîsi Buhârî «İstikaa» bahsinin bir kaç yerinde; Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mace dahi muhtelif yerlerde muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir. İçecek ve hayvanları ile nebatlarını sulayacak suyu bulunmayan yahut bulunup da yetmiyen yerler halkının ihtiyâç zamanında Allahü teâlâ'dan su niyaz etmeleridir. göre istiskaa, kitap ve sünnetle sabitdir. dan deliller kavmim? Rabbinizden (evvelâ) af dileyin sonra da tevbe edin ki, sizin üzerinize semâdan Sûre-i Hûd, âyet; 52. bol bol yağmur göndersin." âyet-i kerimesi ile emsali âyetlerdir. bu âyetlerde bahsi geçen Peygamberler bizim Peygamberimiz değil; Hazret-i Nûh ve Hazret-i Hûd (Aleyhimesselmâ) gibi geçmiş ümmetlere gönderilen Peygamberler olup, duâ ve istiğfar hususunda yapmış oldukları tavsiyeler dahi kendi ümmetlerine âit ise de, Allah ve Resûlü inkârsız şekilde hikâye etmiş olmak şartı ile eski şeriatlar bizim için dahi şeriat sayılır. Bunun mânâsı: O şeriatların bâzı ahkâmı bizim şeriatımızın bir cüz'ü olmak üzere bize meşru kılınmışdır. âyetlerde de hâl böyledir. Bahsimiz hadislerinden de anlaşılacağı vecihle istiskaa, sünnetle de meşru olmuşdur. Bu bâbda bir çok sahih hadisler rivâyet olmuşdur. hususunda kitap ile sünnetin isbât ettikleri haddi müşterek: istiğfar ile Allah'a hamd-ü sena ve duadır. duasında namaz mes'elesi Hanefiiler'e göre: Yalnız bir hadîsde zikredilmişdir. O da şâzzdır. ki yağmur duası eski ümmetlere de meşru olmuşdur. Bu cihet âyetlerle sabit olduğu gibi, bâzı hadîslerden de anlaşılmaktadır. Ahmed ile Hâkim'in Hazret-i Ebû Hüreyre’ den, rivâyet ettikleri bir hadîsde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuşlardır: «Vaktiyle Süleyman (aleyhisselâm) yağmur duasına çıktı ve sırtüstü yatarak ayaklarını semâya kaldırmış bir karınca gördü. Karınca: Yâ Rabbî! Biz, senin mahlûkaatından bir takım mahlûklarız. Senin suyundan müstağni değiliz, diyordu. Bunun üzerine Hazret-i Süleyman (yanındakilere): başkasının duası sebebiyle sulandınız; dedi.» Bu hadîs de yağmur duasının eski ümmetlere meşru olduğunu gösterir. duası islâmîyetten evvel araplarda da vardı. İbn Asâkir (499 - 571) şu rivâyeti tahric etmişdir: «Mekke'ülere kıtlık isabet etmiş, Kureyş (Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem)’in amıcası Ebû Tâlib'e): Yâ Ebâ Tâlib! Bu vadiye kıtlık geldi. Çoluk çocuk kurağa tutuldu; gel bir yağmur duası yapıver! demişler. Bunun üzerine Ebû Tâlib, beraberinde bir çocuk, (ama) üzerinden siyah bir bulut açılmış güneş gibi bir çocuk (yani âhir zaman Peygamberi onun etrafında da bir takım çocuklar olduğu hâlde duaya çıkmış.) Çocuğu alarak sırtını Kabe'ye dayamış ve parmağı ile çocuğa dokunmuş. Gökyüzünde bir pare bulut bile yokmuş. Derken öteden oeriden bulutlar peyda olmuş. Ve gittikçe çoğalarak öyle bol bir yağmur yağmış ki; vadi dolmuş taşmış, her taraf bolluk içinde kalmış...»
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Yağmur Duasının Namazı
Konu: Bab
2111-)
Bize Ebû Bekir b. Ebİ Şeybe rivâyet etti. ki): Bize Yahya b. Ebî Bükeyr, Şu'be'den, o da Sâbit'den, o da Enes'den naklen rivâyet etti. ki: «Ben, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’i dua esnasında ellerini ta koltuklarının beyazı görününceye kadar kaldırırken gördüm.»
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Yağmur Duasının Namazı
Konu: Yağmur Duasında Elleri Kaldırma Bâbı
2112-)
Bize Muhammed b. El-Müsennâ rivâyet etti. ki): Bize İbn Ebi Adiyy ile Abdülalâ, Said'den, o da Katade'den, o da Enes'den naklen rivâyet etti ki, Nebiyyullah (sallallahü aleyhi ve sellem) istiskadan başka hiçbir duasında ellerini kaldırmazmış. İstiskada koltuklarının beyazı görününceye kadar ellerini kaldırırmış. Abdüla'lâ; «Koltuğunun beyazı görününceye kadar...» yahut «koltuklarının beyazı görününceye kadar...» demiş.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Yağmur Duasının Namazı
Konu: Yağmur Duasında Elleri Kaldırma Bâbı
2113-)
Bize İbn’l-Müsennâ rivâyet etti. ki): Bize Yahya b. Saîd, İbn Ebi Arûbe'den, o da Katade'den naklen rivâyet etti ki, Enesü'bnû Mâlik, Katâde ve arkadaşlarına Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen bu hadisin benzerini rivâyet etmiş. hadîsi Buhârî «îstiska» ve -Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in sıfatı» bahislerinde; Nesâî ile İbn Mâce «İstiska- bahsinde muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir. «Bu hadîsin zahiri, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yağmur duasından başka yerlerde ellerini kaldırmadığı zannını veriyorsa da, hakikat öyle değildir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yağmur duasından başka sayılmıyacak derecede çok yerlerde ellerini kaldırdığı sabit olmuşdur. Binâenaleyh bu hadis te'vîl olunur ve.- Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ellerini koltuklarının beyazı görünecek derecede mubağlağalı bir şekilde yalnız yağmur duasında kaldırmışdır, denilir. Yahut râvî: (Ben, başka yerde onu el kaldırırken görmedim.) demek istemişdir. Başka râviler yağmur duasından başka yerlerde de ellerini fazla kaldırdığını görmüşlerdir.» diyor.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Yağmur Duasının Namazı
Konu: Yağmur Duasında Elleri Kaldırma Bâbı
2114-)
Bize Abd b. Hümeyd rivâyet etti. ki): Bize Hasen b. Mûsâ rivâyet etti. ki): Bize Hammâd b. Seleme, Sabit'den, o da Enes b. Mâlik'den naklen rivâyet etti ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yağmur duası yapmış ve ellerinin arkası ile gökyüzüne işaret etmişdir. hadis İmâm Müslim'in usulüne göre rütbeden sonra geldiği için rakkamlarda takdim te'hir yapılmıştır. Ulemâ yağmur duasında el kaldırmanın müstehab olduğunu söylemişlerdir. Çünkü bu duâ Allah'a teslimiyet ve niyazdan ibarettir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in: ki, Allah haya sahibidir. Kul ellerini kaldırdığı vakit onları boş çevirmekten İstihya eder.» buyurduğu rivâyet olunur. Mâlik, yağmur duasında ellerin içleri yere, arkaları semâya bakmak şartıyle yukarıya kaldırılmasına kail olmuştur. Korku zamanında böyle hareket edilir. Rağbet ve istek anında ise ellerin içi semâya doğru çevrilerek kaldırılır. Hazretlerinin Bize rağbet ve korku halinde duâ ederler.» âyet-i kerîmesinden murâd: İstek zamanında avuçların içi, korku ânında ise avuçları dışı semâya kaldırılır, diye tefsir edilmişdir. diyor ki: «Bizim ulemâmız ile başkalarından müteşekkil bir cemâat kıtlık gibi bir belânın defi için yapılan dualarda eller kaldırılarak, avuçların sırtları semâya çevrilmesi, istek duasında bulunulduğu zaman ise avuçların içinin gökyüzüne çevirilmesi sünnetdir demişlerdir.» bir hadisde: «Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir şey istediği zaman avuçlarının içini, bir şeyden Allah'a sığındığı zaman ise avuçlarının dışını semâya çevirirdi.» denilmişdir. Abbâs (radıyallahü Anh)'ın dahi: «Allah'dan avuçlarınızın içini açarak dileyin; dışı ile istemeyin!» dediği rivâyet olunmuşdur. bu haber zayıfdır. Fakat yine de Hazret-i Enes hadîsi ile araları bulunmuş ve: «İbn Abbâs hadisi istek hâline mahsûsdur.» denilmişdir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Yağmur Duasının Namazı
Konu: Yağmur Duasında Elleri Kaldırma Bâbı
2115-)
Bize Yahya ile Yahya b. Eyyûb, Kuteybe ve İbn Hucr rivâyet ettiler. Yahya: Bize haber verdi, tâbirini kullandı; ötekiler: Bize îsmâil b. Cafer, Şerik b. Ebî Nemîr'den, o da Enes b. Mâlik'den naklen rivâyet etti. dediler. (Enes Dedi ki). Cum'a günü Darü'l-Kaza tarafındaki bir kapıdan mescide bir adam girdi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ayakta hutbe okuyordu; onun karşısına dikildi. Ve: Ya Resûlallah! Mallar helâk oldu. Yollar kesildi. Binâenaleyh duâ et de, Allah bize yağmur versin, dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ellerini kaldırdı ve şöyle duâ etti: Bize yağmur ver! Allah'ım! Bize yağmur ver! Allah'ım! Bize yağmur ver!» ki: «Vallahi gökyüzünde ne bir bulut görüyorduk; ne de bir bulut paresi. Bizimle Sel' dağı arasında hiç bir ev ve bina yoktu. Derken dağın ardından kalkan şeklinde bir bulut belirdi. Bu bulut semânın ortasına gelince yayıldı. Sonra yağmur yağdı. Vallahi bir hafta güneşi göremedik. Ertesi cum'a yine o kapıdan bir adam girdi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ayakta hutbe okuyordu. Gelen zât karşısına dikilerek: «Ya Resûlallah! Mallar helâk oldu; yollar kesildi. (Ne olur) Allah'a duâ ediver de, artık bu yağmuru bizden dindirsin.» dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yine ellerini kaldırdı ve: Üzerimize değil; etrafımıza (yağdır.) Allah'ım! Dağlara, tepelere, vâdî içlerine ve ormanlara...» diye duâ etti. yağmur dindi; biz de güneşe karşı çıktık, gittik. Şerik ki: «Enesü'bnu Mâlik'e: Bu zât ilk gelenmiydi? diye sordum; Bilmiyorum, cevâbını verdi.»
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Yağmur Duasının Namazı
Konu: İstiskada Dua Bâbı
2116-)
Bize, Dâvûd b. Ruşeyd rivâyet etti. ki): Bize Velîd b. Müslim, Evzâî'den rivâyet etti. ki): Bana İshâk b. Abdillâh b. Ebî Tâlha; Enesü'bnu Mâlik'den naklen rivâyet etti. Enes şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında halk'a kıtlık isabet etti. Bir cuma günü Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) minberde cemaata hutbe okurken birden Bedevinin biri ayağa kalkarak: «Ya Resûlallah! Mallar helâk oldu; çoluk çocuk aç kaldı.» dedi. bu hadîsi de yukarkinin mânsında rivâyet etmişdir. Bu hadîsde: «Allah'ım! Üzerimize değil; etrafımıza!..- dedi. Eli ile ne tarafa işaret ederse, o taraf hemen açılıyordu. Nihayet Medine'yi bir alanda imiş gibi gördüm. Kanat vadisi bir ay (mütemadiyen) aktı. Ne taraftan biri gelse, bol bol yağmur yağdığını haber veriyordu. İfadesi de vardır.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Yağmur Duasının Namazı
Konu: İstiskada Dua Bâbı
2117-)
Bana Abdüla'lâ b. Hammâd İle Muhammed b. Ebî Bekir El-Mukaddemi rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize, Mu'temir rivâyet etti. ki): Bize Ubeydullah, Sâbit-i Bünâni'den, o da Enesü'bnu Mâlik'den naklen rivâyet etti. Enes şöyle dedi: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir cum'a günü hutbe okuyordu, derken halk ona doğru kalkarak seslendiler ve: Nebiyallah! Yağmur yağmaz oldu, ağaçlar kıpkırmızı kesildi; hayvanlar helâk oldu.» dediler. hadîsi (böylece) rivâyet etmişdir. hadîsin Abdüla'lâ rivâyetinde şu cümleler de vardır: -Derken Medine'nin üzeri açıldı, yağmur etrafa yağmaya başladı. Medine'ye bir damla bile düşmüyordu. Medine'ye baktım; bir tac'a bürünmüş gibi duruyordu.»
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Yağmur Duasının Namazı
Konu: İstiskada Dua Bâbı
2118-)
Bu hadîsi, bize Ebû Küreyb de rivâyet etti. ki): Bize Ebû Üsâme, Süleyman b. Mugîra'dan, o da Sâbit'den, o da Enes' den yukarki hadisin mislini rivâyet etti. Şunu da ziyâde etti: Allah bulutu yatıştırdı. Biz (bir hayli) bekledik. O derece ki, kuvvetli bir adamın ailesi nezdine dönebilmesi başına dert olduğunu gördüm.»
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Yağmur Duasının Namazı
Konu: İstiskada Dua Bâbı
2119-)
Bize, Hârûn b. Said El-Eylî rivâyet etti. ki): Bize İbn Vehb rivâyet etti. ki): Bana Üsâme rivâyet etti; ona da Hafs b. Ubeydillâh b. Enes b. Mâlik rivâyet etmiş. Hafs da Enesü'bnu Mâlik'i şöyle derken işitmiş: cum'a günü Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) minberde iken ona bir bedevi geldi...» Ve râvî hadîsi (böylece) rivâyet etti. da ziyâde eyledi: «Bulutun, dürülü çarşafın yayıldığı gibi dağılıp gittiğini gördüm.» hadîsi Buhârî «Cum'a» ve «istiska» bahislerinde; Ebû Dâvûd ve Nesâî «İstiska» bahsinde muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir. Borç ödeme evi, demekdir. Bundan murâd: Hazret-i Ömer'in evidir. Vefatından sonra borçlarını ödemek için satıldığından, ona bu isim verilmişdir. husûsda Kâdi Iyâz şunları söylemişdir: «Bu eve Dârü'l-Kazâ, denilmesinin sebebi: Ömeru'bnu'l-Hattâb (radıyallahü Anh)’ın üzerine aldığı borçlara mukaabil satıldığı içindir. Ömer, borçları mukaabilinde bu evin satılmasını oğlu Abdullah'a vasiyet etmiş, kendi malı borçlarını karşılamazsa evvelâ Beni Adiyy sonra Kureyş kabilelerinden yardım istemesini söylemişdi. Hazret-i Ömer'in oğlu bu evle El-Gâbe denilen yerdeki milkini satarak borcunu ödemişdi.» İyâz’ın beyânına göre, evvelce bu eve «Ömer'in borcunu ödeme evi» derlermiş. Sonra kısaltma yapılarak: «Borç ödeme evi» denilmeye başlanmış. Mezkûr ev daha sonraları «Mervân'ın evi» ismiyle anümışdır. Hazret-i Ömer'in yirmisekizbin dirhem borcu olduğunu söylemişlerse de Nevevî bunun garip hattâ yanlış olduğunu bildirmiş ve: «Sahîh, meşhur kavle göre Hazret-i Ömer'in borcu seksen-altıbin dirhem yahut ona yakın bir meblâğdı. Bunu Buhârî «Sahîh» inde böyle rivâyet ettiği gibi, sair hadis, siyer ve târih ulemâsı da böyle rivâyet etmişlerdir.» demişdir. helâk olmasından murâd: Ev hayvanlarının bilhassa develerin yağmursuzluk sebebi ile yiyecek bulamamaları ve böylelikle helâka mâruz kalmalarıdır. kesilmesi ile dahi, o yollarda yürüyecek deve kalmadığı ifâde edilmek istenilmişdir. Develerin yola çıkarılmaması: Yâ helâk olacaklarından yahut yiyecek bulunmadığı için zayıf düşeceklerinden korkulduğu içindir. esnasında gelen zâtın kim olduğu malûm değildir. Bazıları İmâm Ahmed b. Hanbel'in rivâyet ettiği Kâ'b b. Murra rivâyetinden bu zâtın bizzat Kâ'b olduğu manasını çıkarmağa çalışmış; bir takımları da Ebû Süfyan b. Harb olduğunu ileri sürmüşlerse de, Ayni bunların ikisinin de doğru olmadığını söylemektedir. Çünkü İbn Mâce'nin rivâyet ettiği Kâb b. Murra hadîsinde gelen zâtın bizzat Kâ'b olduğuna en ufak bir işaret bile yokdur. Gelenin Ebû Süfyân olmasına da imkân yokdur. Zira Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimize: Resûlallah!» diye hitâb etmişdir. Bu, onun Müslüman olduğunu gösterir. Hâlbuki Ebû Süfyâno zaman henüz Müslüman olmamışdı. kelimesi: Yağmur istemekde yani «Bize Yağmur ver!» mânâsında gısnâ şeklinde meşhurdur. İyaz, ulemâdan bâzılarının onu bu hadisde «yardım istemek» mânâsında kullanılmışdır, dediklerini rivâyet etmişdir. Bu takdirde kelimenin mânâsı: «İmdadımıza yetiş; başımızı çöz.» demek olur. kıpkırmızı kesilmesi: Susuzluktan dolayı yapraklarının kurumasından kinayedir. Medine civarında bir dağın ismidir, «Sel ile aramızda ev ve bina yoktu.» cümlesinden murâd: Havada bulut olup olmadığını görmemize manî bir şey yoktu. Biz dağı da, gökyüzünü de görüyorduk, demekdir. «Ravi'nin bundan muradı: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in mucizesini haber vermek ve önceden havada bulut yahut bulut parçası gibi zahiren yağmura sebebolacak bir şey bulunmadığı gibi, bahnl bir sebep de yokken sırf Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in dileği üzerine yedi gün birbiri arkasında yağmur göndermesi, Allahü teâlâ nezdinde onun pek büyük tazim ve ikrama nail olduğunu göstermektir.» diyor. rivâyetlerde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in ellerini yüzü hizasına kadar kaldırdığı; ellerini uzatarak dua ettiği ve gökyüzüne baktığı bildirilmişdir. Kılıçdan korunmaya yarayan âlet, yani kalkan demekdir. Buradaki benzerliğin vechi mikdâr İtibârı ile değil; bulutun kalkan gibi yuvarlak ve kesif oluşudur. (sallallahü aleyhi ve sellem)'e ikinci cum'a gelen zâtın «Mallar helâk oldu; yollar kesildi!» demekden muradı: Bu def'â yağmurun çokluğundan muvasalâtın kesilmesidir. Ekemenin cem'idir. Ekeme: Dağdan küçük; tepeden de büyük olan bayırdır. göre Ekeme-. Küçük tepecik, mânâsına gelir. Zarîb'in cem'idir. Bu dahi: «Küçük tepecikler» mânâsına gelir. Kıtlık, cevbe: Geniş yer ve aralık, mânâsına gelir. Burada ondan murâd: Bulutun Medine üzerinden aralanarak etrafına da-ğılmasıdır. Medîne vadilerinden biridir. Burada Medinelilerin ekinleri vardır.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Yağmur Duasının Namazı
Konu: İstiskada Dua Bâbı
2120-)
Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti. ki): Bize Ca'fer b. Süleyman, Sâbit-i Bünânî'den, o da Enes'den naklen haber verdi. ki: Enes şunları söyledi; def'â biz Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’le beraber iken yağmura tutulduk. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) elbisesini çıkardı hattâ yağmurdan ıslandı. Biz: Ya Resûlallah! Neden böyle yaptın? dedik. Bu yağmur Rabbi Teâlâ tarafından yen! geliyor da onun için! cevâbını verdi.» Teâlâ tarafından yeni geliyor...» cümlesinden murâd: «Yağmur bir rahmettir. Allahü teâlâ onu yeni yaratmışdır. Binâenaleyh teberrük olunmaya değer.» demekdir. diyor ki: «Bu hadise yağmur yağmaya başladığı zaman avret yerinden maada her yerini açarak yağmurun ilk damlaları ile ıslanmak müstehab'dır, diyen ulemâmıza delil vardır. Onlar bu hadisle istidlal etmişdir. Yine bu hadîsde derecesi aşağı olan bir kimsenin, üstün dereceli birinin bilmediği bir şey yaptığını görünce onu öğrenerek amel etmek ve başkasına da öğretmen için sorması gerektiğine delîl vardır.» Bazıları bu hadisle istidlal ederek, yağmur suyu kullanmayı, kuyu suyuna tercih etmişlerdir. şöyle bir suâl hatıra gelebilir: Yeni yaratılmış olmakla ta, İmâmlık mes'elesinde yaşda tercihe münâfii değil midir? Hayır, münâfii değildir. Çünkü İmâmlık mes'elesinde tercîh, vücûd ittibân ile değil; İslâmiyet ittibârı ile olan kıdeme göre yapılır. Buradaki tercîh ise: Vücûd ittibârı ile olan yakınlığa göredir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Yağmur Duasının Namazı
Konu: İstiskada Dua Bâbı
2121-)
Bize Abdullah b. Meslemete'bni Ka'neb rivâyet etti. ki); Bize Süleyman yani İbn Bilâl, Cafer'den —ki İbn Muhammed'dir.— O da Ata b. Ebi Rabâh'dan naklen rivâyet etti. Ata', Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ln zevcesi Âişe'yİ şöyle derken İşitmiş: rüzgârlı ve bulutlu oldumu, bu Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve yin yüzünden belli olur, (ileri geri) gidip gelmeye başlardı. Yağmur yağdığı zaman ona sevinir ve bu gam kın hâl kendisinden giderdi. Ben, bunu kendisine sordum da: (Gerçekten ümmetime musallat kılınacak bir azâb olmasından korktum.) cevâbını verdi. Yağmuru görünce (Rahmettir.) buyururdu.»
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Yağmur Duasının Namazı
Konu: Rüzgarla Bulutu Görünce Allaha Sığınma: Yağmurla Sevinme Bâbı
2122-)
Bana Ebû't-Tâhir rivâyet etti. ki): Bize İbn Vehb haber verdi. ki): İbn Cüreyc'i dinledim, bize Ata' b. Ebî Rabâh'dan, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in zevcesi Âişe'den naklen rivâyette bulundu. Âişe, Şöyle dedi: rüzgâr estiği vakit Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)-. Allah'ım! Senden bunun hayrını ve bunun tezammun ettiği şey'in hayır İle gönderildiği vazifenin hayrını dilerim. Bunun şerri ile tazammun ettiği şeyin ve gönderildiği vazifenin şerlerinden sana sığınırım.» derdi. bulutlandığı vakit rengi değişir, (yerinde duramayıp içeri) girer çıkar, (öteye beriye) gider gelirdi. Yağmur yağdığı vakit ise açılırdı. Ben, bunu onun yüzünden anlardım. Kendisine sebebini sorduğumda: (Yâ Âişe! Belki bu bulut Âd kavminin dediği gibi (bir azâb) olur. Onu vadilerine doğru gelen bir bulut hâlinde görünce Bu Sûre-i Ahkaaf, âyet; 24. bize yağmur verecek bir buluttur, dediler...) buyurdu.»
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Yağmur Duasının Namazı
Konu: Rüzgarla Bulutu Görünce Allaha Sığınma: Yağmurla Sevinme Bâbı
2123-)
Bana Hârûn b. Ma'rûf rivâyet etti. ki): Bize İbn Vehb, Amru'bnu Hâris'den rivâyet etti. H. Ebû't-Tâhir dahi rivâyet etti. ki): Bize Abdullah b. Vehb haber verdi. ki): Bize Amru'bnu'l - Haris haber verdi. Ona da Ebû'n - Nadr, Süleyman b. Yesâr'dan, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in zevcesi Âişe'den naklen rivâyet etmiş. Âişe şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’i ciddi bir şekilde, küçük dili görünecek derecede güldüğünü görmedim. O, yalnız tebessüm buyururdu. Bir bulut veya rüzgâr gördümü bu yüzünden belli olurdu. Kendisine: Ya Resûlallah! Bakıyorum herkes bulutu gördüğü vakit, onda yağmur vardır ümidi ile ferahlanıyor. Hâlbuki bunu sen gördün mü, ben senin yüzünden hoşnutsuzluk okuyorum, dedim. Bunun üzerine (sallallahü aleyhi ve sellem) Yâ Âİşe! Bunda bir azâb bulunmadığına bana kim te'mînât verebilir? Hakikaten bir kavim rüzgârla azâb olunmuşdur. Gerçekten bir kavim azabı görmüş de: gördüğünüz bize yağmur yağdıracak bir buluttur.) demişlerdi, buyurdular.» hadisi Buhârî «Kitâbu Bed'i'l - Halk» da, Tirmizî ile Nesâî «Kitâbu't - Tefsir» de muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir. ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şiddetli rüzgâr ile kesif buluttan hoşlanmaz; bunların umûmi bir ceza olmak re ümmetine bir musibet getireceğinden korkar; bu hâli yüzünden an-laşıhyormuş. şöyle bir suâl vârid olabilir: Teâlâ Hazretleri Kur'ân-ı Kerîm'inde aralarında bulunduğun müddetçe Allah onları azâb edecek değildir.» buyururken Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in bu endişesine mahal var mıdır? Bu âyet-i kerime, hadis-i şerifde beyân buyurulan vukuattan sonra nâzil olmuşdur. Âyet nâzil olduktan sonra bir daha Resûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem)’in endîşesi kalmamışdır. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) aralarında bulunduğu müddetçe ümmetini azâb etmemek ve keza onun vefatından sonra ümmeti istiğfara devam ettikçe, kendilerine azâb ve musibet göndermemek sırf Peygamber-i Zîşân (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimizin yüzü suyu hürmetinedir. Bu, hakikatta Allahü teâlâ tarafından Resûl-i Zişânına bir ikram ve derecesini terfîdir. bu hadis-i şerifle istidlal ederek: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in ümmeti arasında bulunması, onların azâb edilmesine nasıl mâni olmuşsa, kalplerde bulunan îmân dahi mü'minlerin bedenlerini ta'zib etmeye öylece mânidir.» demişlerdir. azâb gören kavmin kimler olduğu bundan sonraki ha-disde görülecektir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Yağmur Duasının Namazı
Konu: Rüzgarla Bulutu Görünce Allaha Sığınma: Yağmurla Sevinme Bâbı
2124-)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivâyet etti. ki): Bize Gunder, Şu'be'den rivâyet etti. H. Muhammed b. El - Müsennâ ile İbn Beşşâr rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivâyet etti. ki): Bize Şu’be, Hakem'den, o da Mücâhid'den, o da İbn Abbâs’dan, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen rivâyet etti ki, şöyle buyurmuşlar: sabâ rüzgârı İle mansûr oldum. Ad kavmi İse batı rüzgârı İle helâk edildiler.»
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Yağmur Duasının Namazı
Konu: Saba Ve Batı Rüzgarları Hakkında Bir Bab
2125-)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize, Ebû Muâviye rivâyet etti. H. Abdullah b. Ömer b. Muhammed b. Ebân El – Cu’fi de rivâyet etti. ki): Bize Abde yani İbn Süleyman rivâyet etti. Ebû Muâviye ile Abde'nin ikisi birden A'meş'den, o da Mes'ûd b. Mâlik’ den, o da Saîdüûbnu Cübeyr’den, o da İbn Abbâs'dan, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen yukarki hadîsin mislini rivâyet etmişlerdir. hadîsi Buhârî «İstiska», «Bed'ü'l - Halk» ve «Ehâdisü'l - Enbiyâ» bahislerinde; Nesâî «Tefsir» bahsinde tahric etmişlerdir Doğudan esen rüzgârdır. Ona mukaabil olarak takıdan esen rüzgâra da -Debûr» derler. Araplar şimal rüzgarına «Şemâl», cenübdan esen rüzgâra da «Cenûb» derler. Bu dört rüzgârın aralarından esen rüzgârlara da ayrı ayrı isimler verilmişdir. Her rüzgârın bir hususiyeti vardır. Meselâ: Sabâ rüzgârı, sıcak ve kuru; Serin ve nemli; Sukak, nemli; Serin kurudur. bir rivâyetine göre: Cennetliklerin üzerine esecek rüzgâr: Şemâl'dir. (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimizin sabâ rüzgârı ile mansûr olması, Hendek harbindedir. Müslümanların son derece açlık ve sıkıntı içinde bulundukları bir zamanda vukûbulan bu gazada Resûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabı ile meşveret ederek, müdâfaa harbi yapılmasına karar verilmiş ve bu maksatla Medine'nin etrafına hendek kazılmıştı. Medine'yi muhasara eden düşman ordusu oniki bin kişiden mürekkep ve her türlü teçhizata Mâlik idi. bakılırsa müslümanların harbi kazanacağına ümit yoktu. Fakat kaadir-i mutlak olan Teâlâ Hazretleri Nebî-i Zişân'ına imdat olmak üzere sabâ rüzgârını gönderdi. Mevsim kıştı, soğuk gecelerde esen bu dondurucu rüzgâr müşriklerin ateşlerini söndürdü, kazanlarım devirdi, çadırlarını altüst etti. Bu suretle hiç harb etmeden geceleyin bozguna uğradılar. Ve oradan kaçtılar. Bıraktıkları yiyeceklerle şâir eşya müslümanlara ganimet oldu. husûsda Kur'ân-ı Kerîm'de "Ey imân edenler! Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Hanî size bir takım küffâr orduları gelmiş de, biz onların üzerine Sûre-i Ahzâb, âyet; 9. bir rüzgârla sizin görmediğiniz bir takım askerler göndermiştik..." buyurulmuştur. Bu âyet-i kerimeden anlaşılıyor ki Teâlâ Hazretleri Hendek harbinde Peygamber-i Zişân' ma yalnız rüzgâr göndermekle değil; Bedir gazasında olduğu gibi bir de melek göndermekle, i'zâ-zu ikramda bulunmuşdur. başka bir şey gözü görmeyen maddiyûn ile bilumum İslâmiyet düşmanları bittabi bu gibi hakaa'yika dudak bükerler. Fakat onlar ne derlerse desinler her şey'e kaadir olan Feyyâz-ı Mutlak Hazretleri mülkünde dilediği gibi tasarruf ediyor; burada da mesieti bir mucize yaratmayı iktizâ etmiş ve yaratmışdır. Bize düşen: Târihen dahi böylece tesbît edilen bu vak'ayı olduğu gibi kabul etmektir. Sübût bulmuş bir hakikat karşısında din düşmanlarının dudak bükmesi, bize yalnız Don-Kişot'un kahramanlıklarım hatırlatmaya yarar. kavmi: Nûh (aleyhisselâm)'ın oğullarından Sâm’ın torunlarıdır. Bunlar onüç kabile olup, Ahkaaf taraflarına yerleşmiş; tâ Hadramevt'e kadar sarkmışlardı. Yaşadıkları yerler son derece mahsuldar idi. Allahü teâlâ, onlara Hûd (aleyhisselâm)'ı Peygamber gönderdi. Bir kısmı ona imân ettilerse de, ekserisi imân etmediler. Ve akıl almadık taşkınlıklar yaptılar. Nihayet Allah'ın gazabına uğradılar. Cenâb-ı Hak üzerlerine «Debûr» denilen batı rüzgârını göndererek, onları helâk etti. Sahih rivâyetlerin beyânına göre bu rüzgâr onların üzerine yedi gece sekiz gün fasılasız olarak esmiş. O sırada Hûd (aleyhisselâm) ile kendisine îmân edenler rüzgârın giremediği bir kuytuya sığınmışlar, kendilerine o rüzgârın ancak serinlik ve safa verecek kadarı geliyormuş. Rüzgâr ağaçları kökünden söküyor, evleri yıkıyor, kırda belde tutanları tepeliyor, göç edenleri havaya savuruyormuş. Hayava savrulan insanlar çekirgeler gibi uçuyorlarmış. Abbâs (radıyallahü anh)'nın beyânına göre Âd kavmi bu rüzgârdan kurtulmak için evlerine kapanarak, kapılarını kilitlemişlerse de, bu tedbir hiç bir fayda te'min etmemiş, rüzgâr kapıları açarak onların üzerine kum doldurmuş, yedi gece ile sekiz gün kumun altında inleyerek can vermişlerdir. Mes'ûd (radıyallahü anh)’ın beyânına göre rüzgârlar dâima bir ölçü ve nisbet ve nisbet dâhilinde eser. Bundan yalnız Ad kavmîne esen rüzgâr müstesnadır. Zîrâ onun mikdârı malûm değildir. husûsda Kur'ân-ı Kerîm'de de dünyâ hayâtında zillet azabını kendilerine tattırmak İçin uğursuz» günlerde onların üzerine pek gürültülü bir bora gönderdik. Ahiret azabı ise elbet daha rezil edicidir. Onlara yardım da olunmayacaktın buyurulmaktadır. Pek şiddetli ses çıkaran, demektir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Yağmur Duasının Namazı
Konu: Saba Ve Batı Rüzgarları Hakkında Bir Bab
2126-)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd, Mâlik b. Enes'den, o da Hişam b. Urve'den, o da babasından, o da Âişe'den naklen rivâyet etti. H.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Küsûf
Konu: Küsûf Namazı Bâbı
2127-)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe dahi rivâyet etti. Lâfız onundur. ki: Bize Abdullah b. Nümeyr rivâyet etti. ki): Bize Hişâm, babasından, o da Âişe'den naklen rivâyet etti. Âişe şöyle dedi: (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında güneş tutuldu. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) namaza durdu. kıyamı pek uzattı. Sonra rükû' etti, rükû'u da çok uzattı. Sonra başını rükû'dan kaldırdı, bu kıyamı dahi çok uzattı. (Yalnız) bu ikinci kıyam, birinciden daha kısa îdi. Sonra tekrar rükû'a gitti ve rükû'u çok uzattı. (Ama) bu rükû' birinciden daha kısaydı. Sonra secde etti. Sonra kalktı ve (yine) kıyamı uzattı. (Yalnız) bu kıyam, birinciden daha kısaydı. Sonra rükû'a vardı, rükû'u da uzattı. Fakat bu rükû' birinciden daha kısaydı. Sonra başını (rükû'dan) kaldırarak dikildi, kıyamı da uzattı. (Ancak) bu kıyam da birinciden azdı. Sonra rükû' etti. Ve rükû'u uzattı (fakat) bu rükû' birinciden daha kısa sürdü. Sonra secdeye vardı. Sonra namazdan çıktı, güneş de açılmıştı. Cemaata bir hutbe okudu, Allah'a hamd-ü sena ettikten sonra şunları söyledi: ki güneş ile ay Allah'ın âyetlerindendir. Bunlar, hiç bir kimsenin hayâtı veya memâtı için tutulmazlar. Siz bunları tutulmuş görürseniz, hemen tekbîr alın, Allah'a duâ edin, namaz kılın ve sadaka verin. Ey Ümmet-i Muhammed! Erkek veya kadın kulunun zinasından dolayı Allahü teâlâ'nın kıskançlığı kadar hiç bir kimse kıskanç olamaz. Ey Ümmet-i Muhammed! Vallahi benim bildiğimi bir bilseniz, mutlaka çok ağlar ve mutlaka az gülerdiniz. Dikkat edin, tebliğ ettim mi?)» rivâyetinde «şüphesiz ki güneşle ay Allah'ın âyetlerinden İki âyettir.» denilmişdir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Küsûf
Konu: Küsûf Namazı Bâbı
2128-)
Bize bu hadîsi Yahya b. Yahya rivâyet etti. ki): Bize Ebû Muâviye, Hişâm b. Urve'den bu isnâdla haber verdi. Bilâhara şunu da ziyâde etti: «Bundan sonra (Malûmunuz olsun ki) güneş ile ay Allah'ın âyetlerindendirler.» dahi ziyâde etti: «Sonra ellerini kaldırarak: Allah'ım tebliğ ettim mi? dedi.»
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Küsûf
Konu: Küsûf Namazı Bâbı
2129-)
Bana Harmeletü'bnü Yahya rivâyet etti. ki): Bana İbn Vehb haber verdi. ki): Bana Yûnus haber verdi. H. Ebû't - Tâhir ile Muhammedü'bnü Selemete'l - Muradı de rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize İbn Vehb, Yûnus'dan, o da İbn Şihâb' dan naklen rivâyet etti. ki: Bana Urvetü'bnü'z - Zübeyr, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in zecvesi Âişe'den naklen haber verdi. Âişe şöyle dedi: (sallallahü aleyhi ve sellem)'in hayâtında güneş tutuldu da, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) mescide çıktı ve namaza durarak tekbîr aldı. Cemâat da onun arkasına saff oldular. Derken Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) uzun bir kıraat tutturdu. Sonra tekbîr alarak uzun bir rükû' yaptı. Sonra başını kaldırarak: Allah, kendisine hamd edenin hamdini içilir. Ey Rabbimiz! Hamd de sana mahsûsdur, dedi. (ikinci rek'ata) kalkarak uzun bir kırâat tutturdu. (Yalnız) bu kıraat birinciden daha kısaydı. Sonra tekbîr alarak uzun bir rükû’ yaptı. (Fakat) bu rükû' birinciden daha kısaydı. Sonra (yine): Allah, kendisine hamd edenin hamdini işidir. Ey Rabbimiz! Hamd de sana mahsûsdur, dedi; sonra secde etti. (Ebû't - Tâhir: Sonra secde etti, cümlesini zikretmedi.) Sonra ikinci rek'atta da bu minval üzere hareket etti. Böylece dört rükû' ile dört secdeyi tamamladı. O, namazdan çıkmadan güneş de açıldı. Sonra kalkıp cemâate hutbe okudu. Allah'a lâyık olduğu vecihle senada bulunduktan sonra: Şüphesiz ki güneşle ay Allah'ın âyetlerinden iki âyettirler. Bunlar, Bunlar, hiç bir kimsenin hayâtı veya mematı için tutulmazlar. Onları (tutulmuş) görürseniz hemen namaza İltica edin, buyurdular. Şunu da ilâve ettiler: Binâenaleyh, Allah bu hâli sizden giderinceye kadar namaz kılın. de Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)' Şu makaamımda ben size vaadedilen her şey'i gördüm. Hattâ ilerlediğimi gördüğünüz zaman ben cennetten bir salkım almak İstediğimi görüyordum. Vallahi benim gerilediğimi gördüğünüz zaman ben cehennemin bazı süzlerinin birbirini taarumar ettiğini görüyorum. Cehennemde İbn Lühayy'i de gördüm. Putlar için hayvanları serbest bırakan adam budur buyurdular.» «Ukaddimu» yerine «Etekaddemu» fiilini kullandı.) Ebû't-Tâhir'in hadisi: «Hemen namaza iltica edin...» cümle sinde sona erer. O, bundan sonrasını zikretmedi.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Küsûf
Konu: Küsûf Namazı Bâbı
2130-)
Bize Muhammed b. Mihrân Er - Râzî rivâyet etti. ki): Bize Velîd b. Müslim rivâyet etti. ki: Ebû Amr Evzâi ile bir başkası: İbn Şihâb-ı Zühri'yi, Urve'den, o da Âişe'den naklen haber verirken işittik, dediler. (Âişe şunları söylemiş): (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında (bir def'â güneş tutuldu da, (Haydin toplayıcı namaza!) diye nida etmek üzere bir münâdî gönderdi. Bunun üzerine halk toplandı, kendisi ileri geçip tekbîr aldı ve iki rek'atlık bir namazı dört rükû' dört de secde ile kıldı.»
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Küsûf
Konu: Küsûf Namazı Bâbı
2131-)
Bize Muhammed b. Mihrân rivâyet etti. ki: Bize Velîd b. Müslim rivâyet etti. ki): Bize Abdurrahmân b. Nemir haber verdi, o da İbn Şihâb'ı, Urve'den, o da Âişe'den naklen haber verirken dinlemiş: (Âişe, şunları söylemiş): (sallallahü aleyhi ve sellem) Husuf namazında kıraati aşikâr yaparak iki rek'atlık namazı dört rükû' ve dört secde ile kıldı.»
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Küsûf
Konu: Küsûf Namazı Bâbı
2132-)
Zühri ki: Bana Kesîr b. Abbâs, İbn Abbâs'dan, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen haber verdi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) iki rek'atlık namazı dört rükû, dört de secde ile kılmış.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Küsûf
Konu: Küsûf Namazı Bâbı
2133-)
Bize Hâcib b. Velîd rivâyet etti. ki): Bize Muhammed b. Harb rivâyet etti. ki): Bize Muhammed b. Velîd Ez - Zübeydî, Zührî'den rivâyet etti. Zührî şunları söylemiş: «Kesîr b. Abbâs, İbn Abbâs'ın güneş tutulduğu gün Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)' in kıldığı namazı Urve'nin Âişe'den rivâyet ettiği gibice rivâyet eder-diğini anlatırdı.»
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Küsûf
Konu: Küsûf Namazı Bâbı
2134-)
Bize İshâk b. İbrahim rivâyet etti. ki): Bize Muhammed b. Bekir haber verdi. ki: Bize İbn Cüreyc haber verdi. ki: Atâ'yı şöyle derken İşittim: Ben Ubeyd b. Umeyr'i şöyle derken dinledim: Bana inandığım bir kimse haber verdi (zannederim Âişe'yi kastediyordu) ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında güneş tululmuş. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şiddetli bir kıyam yapmış, epey ayakta duruyor, sonra rükû'a varıyor, sonra tekrar doğruluyor, sonra rükû' ediyormuş. (Böylece) üç rükû' ve dört secdeli iki rek'at namaz kılmış. Sonra güneş açılmış olduğu hâlde namazdan çıkmış. Bükû'a varacağı zaman (Allahu Ekber) der, sonra eğilirmiş. Rükû'dan başım kaldırırken (Semi-allahu limen hamideh) diyerek doğrulur? Allah'a hamd-ü sena edermiş. Sonunda şunları söylemiş: ki güneşle ay bir kimsenin hayâtı veya memâtı için tutulmazlar. Lâkin onlar Allah'ın âyetlerindendirler. Onlarla Allah kutlarını korkutur. Şu hâlde siz bir Küsûf gördünüzmü, açılıncaya kadar Allah'ı zikredin.»
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Küsûf
Konu: Küsûf Namazı Bâbı
2135-)
Bana Ebü Gassân El-Mismaî ile Mühammedü'bnü'l-Müsenna rivâyet ettiler. Dediler ki; Bize, Muâz yani İbn Hişâm rivâyet etti. ki): Bana, babam, Katâde'den, o da Atâ' b. Ebî Rabâh' dan, o da Ubeyd b. Umeyre'den, o da Âişe'den naklen rivâyet etti ki, Nebiyyullah (sallallahü aleyhi ve sellem) (Küsûf namazını) altı rükû', dört sücûd ile kılmış. hadîslerini Buhârî «Küsûf» ve «El - Amel-u Fi-s'Salât» bahislerinde; Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, ve İbn Mace dahi «Küsûf» bahislerinde tahric etmişlerdir. Lûgatta siyaha çalar, karamsi; mânâsına gelir. Husuf: Noksanlık, demekdir. Bu kelimelere başka mânâlar verenler de vardır. iki kelimenin hem güneş, hem de ay tutulması hakkında kullanılıp kullanılamıyacağı ulemâ arasında ihtilaflı bir mes'eledir. ulemâya göre husuf ile küsuf, ay ile güneşin bütün veya yarım tutulmasına ıtlak olunurlar. Hatim: «Güneşin bir kısmı tutulursa, buna küsûf; hepsi tutulursa: Husuf, derler.» demişdir. ay tutulması hakkında «Küsûf» kelimesi kullanılmışdır. Buna bakarak'bir çok ulemâ «Küsûf» kelimesini yalnız güneş tutulmasında, husûf'u da ay tutulmasında kullanmışlardır. Lügat ulemâsından Sa'leb (? - 291), bunu ihtiyar etmiş; Cerîrî dahi: «Bu mânâ daha fasîhdir.» demişdir. ve kadın kulunun zinasından dolayı Allahü teâla'nın kıskançlığı kadar, hiç bir kimse kıskanç olamaz.» ifâdesinden murâd: Allah'ın menettiği kadar, günahları hiç bir kimse menedemez ve Allah'ın kerih gördüğü kadar onları hiç bir kimse kerih göremez, de-mekdir. Yoksa Allahü teâlâ hakkında kıskançlığın hakikî mânâsını murâd etmek imkânsızdır. (sallallahü aleyhi ve sellem): «Vallahi benim bildimi siz de bilseniz pek çok ağlar ve pek az gülerdiniz.» buyurmakla: «Benim bildiğim gibi âsîlerden Allah'ın ne derece şiddetle intikam aldığını, kıyâmetin ve cehennemin tüyler ürpertici korkunç hâllerini, cehennemin azabını bilmiş olsanız; çok ağlar, az gülerdiniz. Çünkü bildiğiniz husûsât hakkında düşünmeniz sizi ağlatır; gülmekten meneder-di.» demek istemişdir. «az gülmek» den murâd: Hiç gülmemekdir. Sâibe'nin cem'idir. Sâibe: Câhiliyet devrinde arapların putları için ayırarak yük taşımakta yahut binmekte kullanmadıkları devedir. putlar için ayırdıkları ve sütünü sağmadıkları deveye de «Bâhîra» derler. Kur'ân-ı Kerîm bunları yasak etmişdir. toplayıcı namaza!» ifâdesi şeklinde okunduğuna göredir. Bu surette ibare nahv yönünden igrâ' ve hâl'dir. Ayni cümleyi şeklinde okumak da mümkündür. Bu takdirde cümle müptedâ ile haberden müteşekkil isim cümlesi olur; mânâsı: «Namaz insanları câmi'e toplayıcıdır.» demek olur. hadisin «Kütüb-i Sitte»de bir çok muhtelif rivâyetleri vardır. Bu rivâyetlerden biri de Mugîrat'bnü Şu'be (radıyallahü anh) hadîsidir. Mezkûr rivâyette Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in oğlu İbrâhim'in vefat ettiği gün güneş tutulduğu; halkın bunu Hazret-i îbrâhîm'in vefatına hamlederek «İbrahim vefat ettiği için güneş tutuldu.» dedikleri, bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in «Şüphesiz ki güneş ve ay Allah'ın âyetlerinden iki âyettir. Bunlar hiç bir kimsenin hayâtı veya memâtı için tutulmazlar; siz onların tutulduğunu görürseniz hemen Allah'a duâ edin ve açılıncaya kadar namaz kılın.» buyurduğu bildirilmiştir. Şu hâlde bir sebeple şeref sâdır olmuş bulunan bu hadisde ay tutulmasından kimse bahsetmediği hâlde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in onu da güneşle beraber zikretmesi, ifâdeyi zenginleştirmek ve bu iki semavî cirmin bir hükümde olduğunu anlatmak içindir. Bundan sonra Fahr-i Kâinat (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz ay ve güneş tutulduğu zaman namaz kılmağa ve duaya teşvik buyurmuştur. Küsûf namazı kitap, sünnet ve icmâ-ı ümmet ile meşru olmuşdur. Kitaptan delili âyetlerimizi ancak korkutmak için göndeririz.» âyet-i kerimesidir. Küsûf da Allah'ın korkunç âyetlerinden biridir. Bu gibi korkunç şeylerle Allah'ın kullarını korkutması, günahları terk etsinler de, selâmetlerine sebeb olan tâat yoluna dönsünler, diyedir. delili: Bâzılarını burada gördüğümüz bir çok hadislerdir. gelince: Küsûf namazının meşru olduğuna bütün ümmet ittifak etmiş, bu güne kadar onu inkâr eden kimse bulunmamıştır. namazının meşrûiyyetine sebep: Güneş ve Ay'ın tutulmalarıdır. Binâenaleyh her aya ve güneş tutulmasında sebep tekerrür etmiş olacağı için müsebbeb olan küsûf namazı da meşru olur. namazın caiz olması için sair namazlardaki bütün şartlar muteberdir. olan kavle göre küsûf namazı sünnettir. Hanefiîler' den Bazıları onun vücûbuna kaail olmuşlardır. Ebû Avâne' nin kavli de budur. İmâm Mâlikîn bu namazı cum'a namazı hükmünde tuttuğu rivâyet olunur. namazı ya cum'a namazı kılman büyük câmi'lerde yahut bayram namazgahlarında kılınır.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Küsûf
Konu: Küsûf Namazı Bâbı
2136-)
Bize Abdullah b. Meslemete'l-Ka'nebi rivâyet etti. ki): Bize Süleyman yani İbn Bilâl, Yahya'dan, o da Amra'dan naklen rivâyet etti ki, bir Yahûdi karısı dilenmek üzere Âişe'ye gelmiş ve ona: seni kabir azabından korusun.» demiş. Âişe der ki: Bunun üzerine ben: Resûlallah! İnsanlar kabirlerde azâb edilirler mi?» diye sordum. rivâyet eden Amra ki: Âişe şunları söyledi: (sallallahü aleyhi ve sellem)'. Allah'a sığınırım, buyurdu. Sonra bir sabah Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir merkebe bindi. Derken güneş tutuldu. Ben, hücreler arasından kadınlarla birlikte mescide çıktım. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de merkebinden İnerek geldi ve mescidindeki namaz kıldığı yere vardı. Hemen namaza durdu. Cemâat da arkasında namaza durdular. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) uzun bir kıyam yaptıktan sonra rü-kû'a gitti. Uzun bir rükû' da yaptıktan sonra başını kaldırdı ve (yine) uzun bir kıyam yaptı. Ama bu evvelki kadar uzun değildi. Sonra rükû'a vararak uzun bir rükû' yaptı. Bu da birinci rükû' kadar uzun değildi. Sonra rükû'dan doğruldu; güneş açılmıştı. Müteakiben: «Ben, sizi kabirlerde deccatın fitnesi gibi fitnelere mâruz bırakılırken gördüm.» buyurdu. ki: «Âişe'yi şöyle derken işittim: sonra hep Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) cehennem azabından, kabir azabından Allah'a sığındığım işitirdim.»
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Küsûf
Konu: Husuf Namazında Kabir Azabında Zikri Bâbı
2137-)
Bize, bu hadîsi Muhammedü'bnü'l-Müsennâ da rivâyet etti, ki): Bize Abdülvahhâb rivâyet etti. H. İbn Ebî Ömer de rivâyet etti. ki): Bize Süfyân rivâyet etti. Abdülvahhâb ile Süfyân hep birden Yahya b. Saîd'den bu isnâdla, Süleyman b. Bilâl hadîsi mânâsında rivâyette bulunmuşlardır. hadîsi Buhari ile Nesâî de «Küsûf» bahsinde tahric etmişlerdir. ki: Bir Yahûdi karısı dilenmek üzere Hazret-i Âişe'ye gelmiş; Âişe (radıyallahü anhâ) kendisini boş çevirmeyip, istediği şey'i verdikten sonra Yahûdi karısı ona hayır dua etmiş, duasında «Allah seni kabir azabından korusun» demiştir. Sonra Âişe (radıyallahü anha) mes'eleyi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e sormuş. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine «Allah'a sığındık» cevâbını vermiştir. ibaresi mastar yerini tutan sıfatlardandır. «Âizen» kelimesini naspeden âmil mahzuf «ûzû fi'lidir. Bu kelimenin hâl olması da caizdir. Bu takdirde Zülhâl mahzurdur. vak'a Serrâc’ın «Müsned» inde şöyle rivâyet olunmuştur: «Bir Yahûdi karısı Âişe'nin yanına girerek ona: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'den kabir azabı hakkında bir şey işittin mi? dedi; Âişe: Hayır, kabir azabı neymiş? cevabını verdi. Yahûdi karisi: Sen, onu Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e sor, dedi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi; Âişe de ona kabir azabını sordu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): Kabir azabı hakdır buyurdular. Âişe: Bundan sonra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hiç bir namaz kılmadı ki, o namazda kabir azabından Allah'a sığındığını işitmiş ol-mıyayım, dedi.» ki: Yahûdi karısı kabir azabını biliyormuş. Onu ya «Tevrat» da görmüş yahut başka bir kitapta okumuş. Hazret-i Âişe' nin sormasından ise, o âna kadar kabir azabını duymadığı anlaşılıyor. rivâyetinde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in bir merkebe binerek çıkıp gittiği, kuşluk zamanında döndüğü ve zevcelerinin hücreleri arasından geçtiği, sonra namaza durduğu, cemâatin da ona uyduğu bildiriliyor. Tîn'e göre: Küsûf namazının evvel vakti, nafile namaz caiz olduğu zamandır. Âhir vakti hakkında İmâm Mâlik «ancak baba kuşluğa kadar kılınır; zevalden sonra kılınamaz.» diyerek onu bayram namazına benzetmiştir. Bu kavil İbn Kâsım'den de rivâyet olunur. bir rivâyete göre İbn Kasım: «Küsûf namazı, nafile namazın vaktinde kılınır. İsterse güneş zevali bulmuş olsun.» demiş-dir. İbn Kâsım'den bir rivâyete göre, ikindiden sonra küsûf namazı kılınamaz. Ama halk yine bir araya toplanarak duâ eder; sadaka verir ve bu gibi şeylere teşvikde bulunabilirler. ulemâsına göre: Kerahet vakitlerinin hiç birinde Küsûf namazı kılınamaz. Zira bu vakitler hakkında nehiy vârid olmuştur. Başka zamanlarda kılınır. Ebi Müleyke ile Atâ'nın ve ulemâdan bir cemâatin kavilleri budur. Şafiî'ye göre Küsûf namazı her zaman kıhnabilir. Ebû Sevr ile Mâlikîlerin kavli budur. göre: Küsûf namazının müstahab vakti, şâir namazlar gibidir. Mekruh vakitlerde bu namaz kılınamaz. Hasan-ı Basrî, Atâ' b. Ebi Rabâh, îkrime, Amru'bnu Şu ayb, Katâde, Eyyûb, İsmail b. Uleyye ve İmâm b. Hanbel bunakaaildirler. göre güneş sararmamış olmak şartı ile ikindiden ve sabah namazından sonra kıhnabilir. gurûb zamanında tutulsa bil'ittifâk Küsûf namazı kılınmaz. Tutulmuş olarak doğsa nafile kılma zemânı gelinceye kadar Küsûf namazı kılınmaz. İmâm Mâlik ile Ahmed'in ve diğer bâzı zevatın mezhepleri de budur. Münzir: «İmâm Şafiî'ye muhalif olarak ben de buna kaailim.» demiştir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Küsûf
Konu: Husuf Namazında Kabir Azabında Zikri Bâbı