Sahîh-i Müslim Hadis Kitabı

4666-) Bize Kuteybe b. Saîd de rivâyet «tti. ki): Bize Leys, Yahya b. Saîd'den, o da Ömer b. Kesîr'den, o da Ebû Katâde'nin dostu Ebû Muhammed'den naklen rivâyet etti ki, Ebû Katâde şunları söylemiş... Ve hadîsi nakletmiştir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cihâd Ve Siyer
Konu: Öldüren Kimsenin Ölünün Üzerindeki Eşyayı Hak Etmesi Bâbı
4667-) Bize Ebâ't-Tâhir ile Harmele de rivâyet ettiler. Lâfız Harmele'-nindir. (Bediler ki): Bize Abdullah b. Vehb haber verdi. ki): Mâlik b. Enes'i şunları söylerken işittim: Bana Yahya b. Said, Ömer b. Kesir b. Eflâh'dan, o da Ebû Katâde'nin dostu Ebû Muhammed'den, o da Ebû Katâde’den naklen rivâyet etti. Şöyle dedi: (harbi) yılında Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’le birlikte (gazaya) çıktık. İki ordu karşılaşınca müslümanlarda bir bozulma oldu. Derken müşriklerden bir adam gördüm ki, müslümanlardan bir zâtı alt etmişti. Hemen ona dönerek arkasından yanına geldim ve boynunu vurdum. Ama üzerime dönerek beni öyle bir sıktı ki bundan ölümün korkusunu duydum: Sonra can vererek beni bıraktı. Müteakiben Ömer b. Hattab'a yetiştim: Bu insanlara ne oldu? dedi. Ben de: Allah'ın emri! dedim. Sonra cemaat döndüler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de oturdu ve: kimse birini öldürür de onun aleyhine beyyinesi de bulunursa, olenîn üzerindeki eşyası onun olur.» buyurdular. Bunun üzerine ben ayağa kalkarak: Bana kim şâhidlik edecek? dedim. Sonra oturdum. Sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yine deminki gibi buyurdu. Ben hemen kalkarak: Bana kim şâhidlik edecek? dedim; ve oturdum. Sonra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) o sözü üçüncü defa tekrarladı. Ben yine kalktım. Fakat Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): ne oldu yâ Ebâ Katade?» diye sordu. Ben de kıssayı kendilerine anlattım. Derken cemaattan bir adam: Doğru söyledi yâ Resûlallah! Bu öldürülenin üzerindeki eşyası bendedir; hakkından dolayı Ebû Katâde'yi razı ediver! dedi. Ebû Bekr-i Sıddîk ise: Hayır vallahi! Bu olamaz! Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Allah ve Resûlünün yolunda cenk eden Allah arslanlarından bir arslanın hakkını çiğneyerek onun eşyasını sana veremez! dedi. Artık Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): söyledi. Bunu ona ver!» buyurdu; ve bana verdi. Sonra zırhı sattım da onunla Benî Selime (kabilesin)'de bir bahçe satın aldım. İşte İslâm'da ilk edindiğim mal budur. hadîsinde şu ibare vardır: «Ebû Bekir: Asla! Allah'ın arslanlarından bir arslanı bırakıp da onu Kureyş'ten bir sırtlancağiza veremez! dedi.» Leys'in hadîsinde: «Edindiğim ilk maldır.» cümlesi vardır. hadîsi Buhârî «Kitabü’l-Humüs»de tahrîc etmiştir. Müslim bu hadîsin birinci tarîkinde râvileri sıraladıktan sonra: «Ve hadîsi hikâye etmiştir» demiş; ikinci tarîkinde dahi; «Ve hadîsi nakletmiştir.» diyerek bu sözleri ile üçüncü tarîkte rivâyet edeceği hadîsi kasdetmiştir. diyor ki: «Bu, Müslim'in âdetine göre garîb bir şeydir. Senin için yaptığım bu tahkiki belle! Gerçekten bâzı kitab yazanların bu hadîste yanıldığını ve onu ilk iki tarîkten evvelki hadîse bağlı zannettiklerini gördüm. Nitekim ekseriyetle Müslim'in malûm âdeti de budur...» Mekke'ye üç mil mesafede bir vadidir. Burada hicretin sekizinci yılında müşriklerle müslümanlar arasında harb olmuş; müslümanlara çokluklarından dolayı ucub geldiği için harbin başında bozulmuşlar, fakat sonra Allah üzerlerine sekînet ve yardımcı melekler indirerek kâfirlerin cezasını vermişti. İşte Hazret-i Ömer'in: «Bu insanlara ne oldu?» demesi bozulduklarına şaştığı içindir. Bazılarına göre bu sözün mânâsı: «Bu bozgundan sonra acaba halleri ne olacak!» demektir. Buna mukabil Ebû Katâde'nin: «Allah'ın emri» diye cevap vermesi «Allah'ın emri geldi.» Yahut: «Allah'ın emri gâlibtir; akıbet ehl-i takvanındır.» manasınadır. gazada müslümanların bozulması umûmî değildi. Resûlü Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) ile mü'minlerden bir taife yerlerinden ayrılmamışlardır. Bu hususta meşhur hadîsler vardır ki, yeri geldikçe görülecektir. diyor ki: «Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bozguna uğramıştır demenin caiz olmadığına müslümanlar icmâı nakledilmiştir. Onun hiç bir yerde bizzat münhezim olduğunu hiç bir kimse rivâyet etmemiştir. Bilâkis sahîh hadîsler daima ikdam ve sebatını isbât etmektedir.» izen» ifâdesi bütün rivâyetlerde bu şekilde tesbit edilmiştir. Hattâbi ile lisan uleması bunun râviler tarafından yanlışlıkla yapılmış bir değişiklik olduğunu, doğrusunun «lâhallahi zâ» şeklinde kullanılması lâzım geldiğini, bunun «lâ vallahi zâ» mânâsında bir yemîn olduğunu söylemişlerdir. Daha başka söz edenler de olmuştur. sırtlan mânâsına gelen «dab'»ın kıyâsa muhalif İsmi tasgiridir. Hazret-i Ebû Bekir herhalde Ebû Katâde'yi arslan diye tavsif edince Öteki zâtı ona nisbetle küçülterek sırtlana benzetmiştir. Çünkü sırtlanın yırtıcılığı zayıftır. Bu hayvan aciz ve hamakatla vasıflanır. Fakat «Üdaybi'» kelimesi «Üsaybiğ» şeklinde de rivâyet olunmuştur. Hattâbî'nin beyânına göre üsaybiğ bir nevi' kuştur. Başkaları onu boya mânâsına gelen sıbğanın tasgiri kabul etmiş ve kimi rengi kara olduğu için, kimi renginin çirkinliğinden dolayı, bazıları da onu zayıflık ve aşağılıkla vasıflandırmak için kendisine böyle hitab ettiğini söylemişlerdir. Hattâ «esbağ» denilen bir nebata benzetmiş olması da caizdir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cihâd Ve Siyer
Konu: Öldüren Kimsenin Ölünün Üzerindeki Eşyayı Hak Etmesi Bâbı
4668-) Bize Yahya b. Yahya Et-Temîmî rivâyet etti. ki): Bize Yûsuf b. Mâcişûn, Salih b. İbrahim b. Abdirrahmân b. Avf dan, o da babasından, o da Abdurrahmân b. Avf'dan naklen haber verdi ki, şunları söylemiş: (harbi) günü ben safta dururken sağuna ve soluma baktım. Gördüm ki Ensârdan iki çocuğun arasın dayım! Yaşları genç! Keşke bunlardan daha kuvvetliler arasında olaydım temennisinde bulundum. Derken biri beni dürterek: Ey amca! Ebû Cehri tanır mısın? dedi. Evet! Ona ne hacetin var ey kardeşim oğlu? dedim. Haber aldım ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e söğermiş! Nefsim yedi kudretinde olan Allah'a yemîn ederim ki, onu görürsem İkimizden eceli gelen ölmedikçe şahsım şahsından ayrılmayacaktır! dedi. Ben buna şaştım. Az sonra diğeri de beni dürttü ve berikinin söylediğinin mislini söyledi. Çok geçmeden Ebû Cehl'i halkın arasında bocalarken gördüm ve: Görüyor musunuz, işte sorduğunuz sizinki! dedim. Hemen ona koştular ve kılıçları ile onu vurarak öldürdüler. Sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e giderek kendisine haber verdiler. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): hanginiz öldürdü?» diye sordu. İki gençten her biri: Ben öldürdüm! cevâbını verdi. «Kılıçlarınızı şildiniz mi?» diye sordu. Hayır! dediler. Bunun üzerine kılıçlara baktı; ve: ikiniz de öldürmüşsünüz!» buyurdu. Ve üzerindeki eşyanın Muâz b. Amr b. El-Memûh'a verilmesine hükmetti. (Bu iki zât Muâz b. Amr b. El-Memûh ile Muâz b. Atrâ'dır.) hadîsi Buhârî «Kitâbu'l-Humüs» ve «Kitâbul-Megâzî»de tahrîc etmiştir. hususunda ihtilâf edilmiştir. Şâfiîler'e göre Ebû Cehli mezkûr iki genç müştereken yaralamış; lâkin onu kendisini müdafaadan âciz. bırakacak şekilde ağır yaralayan evvelâ Muâz b. Amr olmuştur ki, şer'i katil de budur. Üzerindeki eşyasını almaya hak kazanması bundandır. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in: ikiniz de öldürmüşsünüz!» buyurması, ötekinin gönlünü almak içindir; çünkü bu işe o da iştirak etmiştir. Kılıçlarını muayene etmesi, bunlarla onu nasıl Öldürdüklerinin hakîkatına istidlal içindir. Muayene neticesi Ebû Cehl'i Amr'in çökerttiğini anlamış; eşyasını Amr hak ettikten sonra ötekini de hâdiseye ortak kabul etmiştir. Binâenaleyh onun eşyada hakkı yoktur. göre eşyanın Amr'a verilmesi, bu hususta kumandan muhayyer olduğundandır. bu hadîsi rivâyet ettikten sonra şöyle deditir: «Bu hadîs delâlet ediyor ki, bir kimseyi öldürmekle eşyasını öldürene vermek vâcib olsaydı Ebû Cehl'in selebini bu iki gence vermek îcâb eder; Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onu birbirinden alıp ötekine vermezdi. Görülmüyor mu ki, kumandan: Her kim birini öldürürse eşyası onundur; dese de iki kişi birini öldürseler, eşyası aralarında ikiye bölünür. Kumandan birini mahrum ederek ötekine veremez; zîra o eşyada ikisinin de aynı derecede hakkı vardır. Şu halde seleb hususunda onlar kumandandan daha ziyade hak sahibidirler. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e Ebû Cehl Nın selebini birine vermek caiz olunca: Bu gösterir ki, o selebe gazilerin ikisinden de ziyade hak sahibi imiş! Çünkü o gün henüz. Her kim birini öldürürse selebi onundur, buyurmamıştı. Bir de maktulün eşyasının katile verilmesi vâcib olmadığını, atıcak düşmanla cenk için bir teşvik mâhiyetinde olmak üzere kumandanın onu katile verebileceğini beyân buyurmuştur.» şerifin sonunda Ebû Cehl'i Muâz b. Amr ile Muâz b. Afra'nın öldürdükleri bildiriliyor. Müslimi'n ileride görülecek bir rivâyetinde ve keza Buhârî'nin bir Rivâyetinde onu namındaki kadının iki oğlu öldürdüğü; Müslim'in diğer bir rivâyetinde ise Ebû Cehl'in başını Abdullah b. Mes'ud (radıyallahü anh)’ın kestiği kaydedilmektedir. Kâdi Iyâz: «Ekseriyetle siyer ulemasının kavli budur.» diyor. bu rivâyetlerin arasını bulmuş; ve: «Ebû Cehl'in katline bunların hepsi iştirak etmiştir. Onu müdafaadan âciz hale getiren darbeyi Muâz b. Amr vurmuş, İbn Mes'ûd, can çekiştirirken yetişerek kafasını koparmıştır.» demiştir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cihâd Ve Siyer
Konu: Öldüren Kimsenin Ölünün Üzerindeki Eşyayı Hak Etmesi Bâbı
4669-) Bana Ebû't-Tâhir Ahmed b. Amr b. Şerh rivâyet etti. ki): Bize Abdullah b. Vehb haber verdi. ki): Bana Muâviye b. Salih, Abdurrahman b. Cübeyr'den, o da babasından, o da Avf b. Mâlik'den naklen haber verdi. Şöyle dedi: (kabilesin)’den bir adam, düşmandan birini Öldürdü de eşyasını almak istedi. Hâlid b. Velîd onu men'etti. Hâlid onların üzerine vâlî idi. Derken Avf b. Mâlik, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelerek (bunu) kendilerine haber verdi. Bunun üzerine Hâlid'e: eşyasını buna vermekten seni hangi şey menefti?» buyurdu, lar. Hâlid: Eşya gözüme çok göründü yâ Resûlallah! dedi. kendisine veri» buyurdu. Az sonra Hâlid Avfın yanına uğradı. Avf onun cübbesini çekti. Sonra: (Nasıl) Sana Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) için söylediğimi yerine getirdim mi? dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu işitti ve canı sıkıldı. Müteakiben: verme yâ Hâlid! Ona verme yâ Hâlid! Siz kumandanlarımı bana bırakır mısınız hiç! Onlarla sizin misâliniz öyle bir adama benzer ki, deve veya koyun çobanı tutulur da onları güder; sonra sulama zamanını kollayıp onları bir havuza getirir; ve oraya girip suyun temizini içer, bulanığını bırakırlar, işte temizi sizin olur, bulanığı da kumandanların üzerine kalır!» buyurdular.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cihâd Ve Siyer
Konu: Öldüren Kimsenin Ölünün Üzerindeki Eşyayı Hak Etmesi Bâbı
4670-) Bana Züheyr b. Harb da rivâyet etti. ki): Bize Ve-lîd b. Müslim rivâyet etti. ki): Bize Safvân b. Amr, Abdurrahmân b. Cübeyr b. Nüfeyr'den, o da babasından, o da Avf b. Mâlik El-Eşcaî’den naklen rivâyet etti. Şöyle dedi: gazasında Zeyd b. Hârise'nîn maiyyetinde (gazaya) çıkanlarla birlikte gazaya çıktım. Yemen'den (gelen) bir imdad gâzisi bana arkadaş oldu... hadîsi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den yukarıki hadîs gibi rivâyet etti. Yalnız o bu hadîste şunu söyledi: «Avf dedi ki: Ben de, Yâ Hâlid! Bilmez misin ki Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) sele-bin öldürene verilmesini hüküm buyurdu; dedim. Evet, bilirim; lâkin o besim gözüme çok göründü, cevabını verdi.» vak'a Mûte muharebesinde geçmiştir. Nitekim ikinci rivâyette tasrîh de edilmiştir. Mûte: Şam taraflarında bir kasabanın ismidir. Mûte Harbi hicretin sekizinci yılında olmuştur. Avf'in, Hâlid (radıyallahü anh)'ı cübbesinden tutup çekmesi ölenin eşyasını öldüren zâta vermediği İçindir. Bu işe canı sıkılmış hattâ Hazret-i Hâlid'i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e şikâyet edeceğini söylemiş; nitekim etmiştir de. sana Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) için söylediğimi yerine getirdim, mi?» sözünün mânâsı: Seni şikâyet edeceğim demiştim, bak ettim mi, etmedim mi! demektir. diyor ki: «Bu hadîs, Öldüren kimsenin selebi hak etmesine bakarak müşkü sayılabilir. Nasıl olmuş da eşya ona verilmemiştir? Bu suâl iki şekilde cevaplandırılabilir:

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cihâd Ve Siyer
Konu: Öldüren Kimsenin Ölünün Üzerindeki Eşyayı Hak Etmesi Bâbı
4671-) Bize Züheyr b. Harb rivâyet etti. ki): Bize Ömer b. Yûnus El-Hanefî rivâyet etti. ki): Bize İkrime b. Ammâr rivâyet etti. ki): Bana İyâs b. Seleme rivâyet etti. ki): Bana babam Seleme b. Ekva' rivâyet etti. ki): (sallallahü aleyhi ve sellem)'le birlikte Hevâzin'de gaza ettik. Bir defa onunla beraber kahvaltı yaparken, ansızın kırmızı bir erkek deve üzerinde bir adam çıkageldi. Devesini çöktürdü. Sonra heybesinden bir ip çıkararak onunla deveyi bağladı. Sonra cemaatla birlikte kahvaltı yapmağa geçti. Ama bakınmağa başladı. Bizde hayvan hususunda az'f ve yufkalık vardı. Bazılarımız piyade idik. Adam birden koşarak çıktı. Hemen devesine geldi ve bağını çözdü. Sonra çöktürdü ve üzerine oturarak onu ayağa kaldırdı. Deve onu koşa koşa götürdü. Derken boz bir dişi deve üzerinde bir adam onun peşine düştü. ki: Ben de koşarak çıktım; ve dişi devenin çantısı hizasına vardım. Sonra ilerliyerek erkek devenin çantısı hizasına yetiştim. Sonra ilerledim; nihayet erkek devenin yularından tutarak onu çöktür-düm. Dizini yere koyunca kılıcımı çekerek herifin başını kestim; derhal düştü. Sonra deveyi yederek getirdim. Adamın eşyası ve silâhı onun üzerinde idi. Derken beni Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'le yanındaki insanlar karşıladılar. Efendimiz: adamı kim öldürdü?» diye sordu. Ekva'ın oğlu! dediler. bütün eşyası onundur!:» buyurdular. Deriden yapılan ip demektir ki, develeri bağlamakta kullanılır. Hakab dahi devenin böğrüne bağlanan iptir. Kâdî Iyâz diyor ki: «Bu kelime yalnız kafm fethi ile (hakab şeklinde) rivâyet olunmuştur. Üstadlarımızdah biri: Doğrusu hakb olacaktır, derdi. Yani: Arkasına aldı, heybesine koydu mânâsına gelir...»

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cihâd Ve Siyer
Konu: Öldüren Kimsenin Ölünün Üzerindeki Eşyayı Hak Etmesi Bâbı
4672-) Bize Züheyr b. Harb rivâyet etti. ki) ; Bize Ömer b. Yûnus rivâyet etti. ki): Bize İkrime b. Ammâr rivâyet etti. ki): Bana İyâs b. Seleme rivâyet etti. ki): Bana babam rivâyet etti ki): (kabilesi) ile harb ettik. Başımızda Ebû Bekir vardı. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize onu kumandan tâyin etmişti. Su ile aramızda bir saat mesafe kalınca Ebû Bekir bize emrederek sabaha karşı mola verdik. Sonra süvarileri (hücum için) dağıttı. Az sonra suya vardı; ve onun başında öldürdüğünü öldürdü; kimini de esir aldı. Ben halktan bir cemaata bakıyordum. İçlerinde kadın ve çocuklar vardı. Bunların benden önce dağa varacaklarından endîşe ederek onlarla dağın arasına bir ok attım. Oku görünce durdular. Ben de kendilerini sürerek getirdim. İçlerinde Beni Fezâre (kabilesinden) bir kadın bulunuyordu. Üzerinde sahtiyandan bir kaş' vardı. Kaş' sahtiyan yaygı demektir. Beraberinde bir kızı Vardı ki, ara bin en güzellerin dendi. Ben bunları sürerek Ebû Bekr'e getirdim. Ebû Bekir de bana o kadının kızını nefel olarak bağışladı. Müteakiben Medine'ye geldik. Ama kızın elbisesini (bile) açmadım. Derken bana Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) çarşıda tesadüf etti. Ve: Seleme, bu kadını bana hibe et!» dedi. Ben: Ya Resûlallah! Vallahi bu benim pek hoşuma gitti; ama onun elbisesini açmadım; dedim. Sonra ertesi gün çarşıda Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): bana (tekrar) rastladı; ve bana: Seleme, baban Allah'a emanet, bu kadını bana hibe el!» buyurdular. O senindir ya Resûlallah! Vallahi onun elbisesini açmadım! dedim. Müteakiben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onu Mekkelilere gönderdi; ve Mekke'de esir edilen bir takım müsliimanlara onu fidye yaptı. Seleme'nin: «Onun elbisesini açmadım.» sözünden muradı: Onunla cinsî münâsebette bulunmadım; demektir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cihâd Ve Siyer
Konu: Nefel Îhsanı Ve Müslümanlara Bedel Esirlerin Fidye Verilmesi Bâbı
4673-) Bize Ahmed b. Hanfael ile Muhammed b. Râfi1 rivâyet ettiler. (Dediler ki): Bize Abdürrazzâk rivâyet etti. ki): Bize Ma’mer, Hemmâm b. Münebbih'den naklen haber verdi. Hemmâm: Bize Ebâ Hüreyre'nin Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'den rivâyet ettikleri şunlardır; diyerek bir takım hadîsler zikretmiş; ezcümle şöyle deditir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): bir beldeye varır da orada ikâmet ederseniz, hisseniz oradadır. Hangi belde Allah ve Resûlüne isyan ederse, o beldenin beşte biri Allah ve Resûlüne âîddir. Sonra o (geri kalanı) sizindir.» buyurdular. Iyâz'ın beyanına göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in buradaki ilk cümlesinden murâd ihtimal ki fey'dir. İkinci cümle ile de ganimeti kasdetmiş olacaktır. fey' ile ganimet arsında fark görmüşlerdir. Küffarın çekilip gitmesi veya müslümanlarla sulh yapmaları neticesinde onlardan harpsiz darbsiz alınan mallardır. Bu mallar beşte biri ayrılmaksızuı müslümanlarm yararına sarfolunur. ise: Küffarla harb ederek alınan mallardır. Bunların hükmü beşe taksim edilerek biri Allah ve Resûlü'nün hakkı olmak üzere ayrıldıktan sonra geri kalanı gaziler arasında taksim olunmaktır. Bâzan fey' ve ganimet kelimeleri müteradif olarak aynı mânâda kullanıldıkları gibi fey'; dönüş ve gölge mânâlarına da gelir. beşe taksim edilmeyeceğine kail olanların delili bu hadîstir. İmâm Şâfii'ye göre fey' de beşe taksim edilir. İbn’l-Mün-zir: «Şafiî'den Önce fey'in beşe taksim edileceğini söyleyen hiç bir âlim bilmiyona!» demiştir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cihâd Ve Siyer
Konu: Ganimetin Hükmü Bâbı
4674-) Bize Kuteybe b. Saîd ile Muhammed b. Abbâd, Ebû Bekir b. Ebî Şeyi» ve İshâk b. İbrahim rivâyet ettiler. Lâfız İbn Ebî Şey-be'nindir. İshâk: (Bize haber verdi): tâbirini kullandı. Ötekiler: Bize Süfyân, Amr'dan, o da Zührî'den, o da Mâlik b. Evs'den, o da Ömer'den naklen rivâyet etti, dediler. Ömer şunları söylemiş: Nadir (kabilesin)'in malları, Allah'ın Resûlüne fey' olarak verdiği şeylerden olup müslümanlar bunların üzerine at ve deve koşturma-mışlardı. Binâenaleyh yalnız Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e mahsustular. O da ailesinin senelik nafakasını ayırır; kalanını Allah yolunda bir hazırlık olmak üzere hayvan ve silâha sarf ederdi.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cihâd Ve Siyer
Konu: Ganimetin Hükmü Bâbı
4675-) Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti. ki): Bize SÜfyân b. Uyeyne, Ma'mer'den, o da Ziihrî'den bu isnâdla rivâyet etti.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cihâd Ve Siyer
Konu: Ganimetin Hükmü Bâbı
4676-) Bana Abdullah b. Muhammed b. Esma Ed-Dubaî de rivâyet etti. ki): Bize Cüveyriye, Mâlik'ten, o da Zührî'den naklen rivâyet etti ki, Zührî'ye Mâlik b. Evs rivâyet etmiş. ki): Ömer b. Hattâb bana haber gönderdi. Ben de ona gün yükseldiği vakit geldim; ve kendisini evinde bir serîr Üzerine oturmuş; banlarının üzerine yapışmış; deriden dit yastığa dayanmış olduğu halde buldum. Bana: Yâ Mâlik! Mesele şu ki, senin kavminden birkaç hâne sahibi koşup geldiler. Ben de kendilerine biraz atıyye ayrılmasını emrettim. Şunu al da aralarında taksim ediver! dedi. Ben: Bunu benden başkasına emretsen iyi edersin! dedim. Al onu yâ Mâli! dedi. Az sonra Yerfe geldi. Ve: Osman, Abdurrahmân b. Avf, Zübeyr ve SaM için (içeri girmelerine) iznin var mı yâ Emirelmü'minîn? dedi. Ömer: Evet! dedi. O da kendilerine izin vererek içeri girdiler. Sonra tekrar gelerek: Abbâsla Alî için iznin var mı? dedi. Ömer (yine): Evet! cevâbın verdi. Onlara da izin verdi. Derken Abbâs: Yâ Emirel-mü'minîn! Benimle şu yalancı, günahkâr, vefasız, hâin arasında hüküm ver! dedi. Cemaat dahi: Evet, yâ Emirel-mü'minîn, aralarında hüküm ver de kendilerini rahata kavuştur! dediler. b. Evs: Bana öyle geliyor ki, onlar bu cemaati bunun için önceden göndermişler; demiş.) Bunun üzerine Ömer: İkini» durun! Size Allah aşkına soruyorum! O Allah'ın ki yerle gök ancak onun izniyle durmaktadır! Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in: mirasçı olunmaz! Bıraktığımız sadakadır.»buyurduğunu biliyor musunuz? dedi. Cemâat: Evet! cevâbını verdiler. Sonra Abbâs'la Âlî'ye dönerek: Sizin ikinize (de) Allah aşkına soruyorum! O Allah'ın ki, yerle gök ancak onun izniyle durmaktadır! Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in: mirasçı olunmaz! Bıraktığımız sadakadır.» buyurduğunu biliyor musunuz? diye sordu. Evet! dediler. Bunun üzerine Ömer şunları söyledi: «Hakîkaten Allah (azze ve celle) , Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem)'e öyle bir hâssa bahsetmiştir ki, bunu ondan başka hiç bir kimseye tahsis etmemişti. Teâlâ Hazretleri: Allah, Resûlüne beldeler halkından ne ganimet verdi ise bu sadece Allah ve Resûlüne aittir! buyurdu. (Râvi: Bundan önceki âyeti okudu mu, okumadı mı bilmiyorum! diyor.) Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’se Benî Nadîr'in mallarını sizin aranızda taksîm etti. Vallahi kendini size tercîh etmedi. Sizi bırakıp da onları kendisi almadı. Ta ki şu mal kaldı! Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bundan senelik nafaka alır; bilâhare kalanı Beytü’l-male yardım olarak koyardı.» Sonra şöyle dedi: Allah aşkına soruvorum! O Allahım ki, yerle gök ancak onun izniyle durmaktadır! Bunu biliyor musunuz?» Cemâat: Evet! dediler. Sonra Abbâsla Alî'ye de cemaata sorduğu gibi: «Bunu biliyor musunuz?» diye sordu. Evet! dediler. Ömer (sözüne devamla) şunları söyledi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat edince Ebû Bekir: Ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in velî-i ahdiyim, dedi. Siz geldiniz! Sen kardeşin oğlundan mirasını istiyordun; o da karısının mirasını babasından istiyordu. Ebû Bekir şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) t mirasçı olunmaz: Bıraktığımız sadakadır.» buyurdu. Siz ikiniz onu da yalancı, günahkâr, vefasız, hâin saydınız! Halbuki Allah onun doğrucu, iyi, aklı başında, hakka tâbi' bir zât olduğunu biliyor! Ebû Bekir vefat etti. Ben de Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Ebû Bekr'in velî-i ahidleri oldum. Siz beni de yalana, günahkâr, vefasız, hâin gördünüz! Halbuki Allah benim doğrucu, iyi, aklı başında, hakka tâbi' bir kimse olduğumu biliyor. Ben de bu (hükümet) isi (ni) üzerime aldım. Sonra bana sen ve şu geldiniz. İkiniz birliksiniz; matbunms bir! Onu bize ver, dediniz. Ben de derim ki: Dilerseniz onu size, vereyim! Şu şartla ki: Onu Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ne yapardı İse siz de Öyle yapacağınıza Allah'a söz verin! Onu bu şartla alırsınız! Öyle mi? Evet! dediler. (Ömer devamla) şunu söyledi: Sonra bana, aranızda hüküm vereyim diye geldiniz! Hayır, vallahi! Sİzin aranızda bundan başka bir şeyle kıyâmet kopuncaya kadar hüküm veremem! Eğer ondan âciz kalırsanız bana iade ediverin!

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cihâd Ve Siyer
Konu: Ganimetin Hükmü Bâbı
4677-) Bize İshâk b. İbrahim ile Muhammed b. Rafı' ve Abd b. Humeyd rivâyet ettiler, İbn Râfi' (Bize tahdîs etti) ta'bîrini kullandı. Ötekiler: Bize Abdürrazzâk haber verdi, dediler. ki): Bize Ma'mer, Zührî'den, o da Mâlik b. Evs b. Hadesân'dan naklen haber verdi. (Şöyle dedi): b. Hattâb bana haber gönderdi. ki): Mesele şu! Senin kavminden birkaç hâne sahibi geldi... Mâlik'in hadîsi gibi rivâyette bulunmuştur. Yalnız bu hadîste şu ibare vardır: «Ondan ailesine bir sene nafaka veriyordu. Galiba Ma'-mer: Ondan ailesinin senelik yiyeceğini saklıyordu; sonra ondan kalanı Allah (azze ve celle)'nin malının sarfedildiği yere veriyordu, dedi.» hadîsi Buhârî «Kitâbül-Megâzî», «Kitâbül-l'tisâm» ve «Kitâbül-Ferâiz-da; Ebû Dâvûd «Harâc»da; Tirmizî «Siyerde; Nesâî «Ferâiz», «Fey» ve «Tefsîr»de muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir. veya Rimâl: Hurma yaprağı ve emsali şeylerden dokunan hasırdır. Mâli veya Mâlü: Yâ Mâlik demektir. Kelimenin sonundaki (k) atılarak terhîm yapılmıştır. Buna Arapçada «münâdâ-i murahham» denir. Son harfi kesre ve zamme ile okumak caizdir. Kesre ile okunursa kelime olduğu şekilde bırakılmıştır. Zamme ile okunursa müstakil isim yapılmış olur. hulâsası şudur: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in amcası Hazret-i Abbâs'la, Hazret-i Ali Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in terekesinden hak dâva ederek Halîfe Ömer (radıyallahü anh)'ın huzuruna çıkmışlar; Halîfe onların vakti ile Hazret-i Ebû Bekr'e de müracaat ettiklerini, fakat Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e kimsenin mîrasçı olamayacağını bildiren hadîsi hatırlatarak kendilerine bir şey vermediğini söylemiş; kendisinin de aynı kanaatte olduğunu beyan ettikten sonra isteklerini şartla yerine getireceğini ya'detmiştir. Dâva edilen mallar Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Benî Nadir yahudîlerinden aldığı fey' olup hassaten kendi milki idi. Hazret-i Alî, zevcesi Fâtıme (radıyallahü ahha) namına hak dâva ediyordu. Hazret-i Abbâs'in, kardeşi oğlu Hazret-i Alî hakkında yalancı, hâin, vefasız gibi ağır sözleri söylediği göze çarpmaktadır. Bu vaziyet karşısında ulemâ hadîsi iki cihetten müşkil saymışlardır.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cihâd Ve Siyer
Konu: Ganimetin Hükmü Bâbı
4678-) Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti. ki): Mâlik'e, İbn Şihab'tan dinlediğim, onun da Urve'den, onun da Âişe'den naklen rivâyet ettiği şu hadisi okudum: Âişe şöyle dedi: (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat ettiği vakit zevceleri, Osman b. Affan'ı Ebû Bekr'e gönderip, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den kalan miraslarını ondan isteyecek oldular. Âişe onlara: Resûlüllah mirasçı olunmaz; ne bırakırsak o sadakadır!» buyurmadı mı dedi.. hadîsi Buhari ile Nesâî «Kitâbü’l-Ferâiz-de; Ebû Dâvûd «Kitabül-Harâoda tahrîc etmişlerdir. Ebû Hüreyre'nin rivâyet ettiği bir hadîste Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): Peygamberler cemaatinin mirasçılarımız yoktur. Ne bırakırsak o sadakadır.» buyurmuştur. Şu halde yalnız bizim Peygamberimizin değil, bütün Peygamberlerin (sallallahü aleyhi ve sellem) mirasçıları yokmuş demektir. bunun hikmetini şöyle anlatırlar: Peygamberlerin malları miras tariki ile helâl olsaydı mirasçıları arasında onların Ölmesini bekleyip mirasına konmak isteyenler bulunabilir; hatta mirasçılarına mal topladığını zannedenler de çıkabilirdi. Bu suretle sû-i zanda bulunanların hali harâb olur, insanlar da Peygamberlerden nefret ederdi. Kur'ân-i Kerîm'de: Dâvûd'a mirasçı oldu!" Sûre-i Neml, âyet: 16. buyurulmuşsa da buradaki miras'dan murâd mal değil, peygamberlik, ilim ve hikmettir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cihâd Ve Siyer
Konu: Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Sellem’in: «bize Mirasçı Olunmaz; Ne Bırakırsak O Sadakadır» Hadisi Bâbı
4679-) Bana Muhammed b. Râfi' rivâyet etti. ki) ; Bize Huceyn haber verdi. ki): Bize Leys, Ukayl'den, o da İbn Şihâb'tan, o da Urve b. Zübeyr'den, o da Âişe'den naklen rivâyet etti ki, Âişe kendisine şunu haber vermiş: binti Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ebû Bekr'e haber göndererek Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, kendisine Allah'ın Medine ile Fedek'de ley' olarak tahsis buyurduğu mallardan ve Hayber'in beşte birinden kalanlardan mirasını ondan istedi. Ebû Bekir de şunu söyledi: Şüphesiz ki Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ; mirasçı olunmaz! Bıraktığımız sadakadır. Ancak Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’in ailesi bu maldan yer!» buyurmuştur. Vallahi ben, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in sadakasından hiç bir şeyi, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanındaki hâlinden değiştiremem! Onun hakkında mutlaka Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ne yaptı ise onunla amel ederim! Ebû Bekir, Fâtıme'ye bir şey vermekten çekindi. Fâtıme de bu hususta Ebû Bekr'e gücendi; ve kendisini terk etti; Ölünceye kadar da onunla konuşmadı. Fâtıme, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den sonra altı ay yaşadı. Vefat ettiği vakit onu kocası Alî b. Ebî Tâlib geceleyin defnetti. Onun vefatını Ebû Bekr'e haber vermedi. Namazını Alî kıldı. Fâtıme'nin hayatı müddetince Alî insanlardan itibar görmüştü. O vefat edince Alî halkın i'tibarını kaybetti. Ve Ebû Bekir'le barışarak ona bey'at etmek istedi. O aylarda henüz bey'at etmemişti. Ve Ebû Bekr'e: Bize gel! Ama seninle beraber başka bir kimse gelmesin! diye haber gönderdi. (Bunu Ömer b. Hattâb gelmesin diye yapıyordu.) Bunun üzerine Ömer, Ebû Bekr'e: Vallahi onların yanına yalnız başına girme! dedi. Ebû Bekir ise: Bana ne yapabilirler ki! Vallahi ben onlara giderim! cevabını verdi. Müteakiben Ebû Bekir yanlarına girdi. Alî b. Ebî Talib bir şehâdet getirdi. Sonra şunları söyledi: Biz yâ Ebâ Bekr, senin faziletini ve Allah'ın sana olan ihsanını biliriz! Allah'ın sana verdiği tir bayırı sana çok görmeyiz. Lakin sen bu (hilâfet) iş (in) de bize karşı istibdâd gösterdin. Biz Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e olan karabetimizden dolayı kendimiz için bir hak görüyorduk... Ebû Bekr'le konuşmasına devam etti. Nihayet Ebû Bekr'in gözleri boşandı. Sözü Ebû Bekir alınca şunları söyledi: Nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yakınları benim için kendi yakınlarıma yardım etmemden daha iyidir! Benimle sizin aranızda şu mallar hususunda geçen ihtilâfa gelince: Hiç şüphe yoktur ki ben bunlar hakkında hakta kusur etmiş değilim! Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yaptığını gördüğüm bir şeyi yapmadan bırakmadım!.. Bunun üzerine Alî Ebû Bekr'e: Bey'at için miadın öğleden sonradır! dedi. Ebû Bekir öğle namazını kılınca Alî minbere çıkarak şehâdet getirdi; ve Alî'nin hâlini, bey'at. tan niçin geciktiğini, Ebû Bekr'e i'tizârda bulunduğu özrünü anlattı. Sonra istiğfar etti. Ve Ali b. Ebî Tâlib şehâdet getirerek Ebû Bekr'in hakkını ta'zîm eyledi. Bu yaptığına kendisini sevk eden şey ne Ebû Bekr'i çekememezlik, ne de Allah'ın ona verdiği fazileti inkâr olduğunu söyledi. (Sözüne devamla): Lâkin biz kendimiz için bu işte bir nasîb görüyorduk; ama bize karşı istibdat gösterildi; biz de gücendik! dedi. Müslümanlar buna sevindi ve: İsabet ettin! dediler. Emr-i ma'rûfa döndüğü zaman artık müslümanlar Alî'ye yakın oldular.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cihâd Ve Siyer
Konu: Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Sellem’in: «bize Mirasçı Olunmaz; Ne Bırakırsak O Sadakadır» Hadisi Bâbı
4680-) Bize İshâk b. İbrahim ile Muhammed b. Râfi' ve Abd b. Hnmeyd rivâyet ettiler. (İbn Râfi' haddesenâ tâbirini kullandı. Ötekiler: Bize Abdürrazzâk haber verdi, dediler.) ki): Bize Ma'mer, Zührî'den, o da Urve'den, o da Âişe'den naklen haber verdi ki, Fâtıme Ve Abbâs, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den . (kalan) miraslarını istemek için Ebû Bekr'e gelmişler. O anda onlar Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Fedek'ten aldığı yeri ile Hayber'den aldığı hissesini istiyormuş. Ebû Bekir de kendilerine: Ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i dinledim... demiş. Râvi hadisi Ukayl'in Zührî'den naklettiği hadis mânâsında rivâyet etmiştir. Yalnız o Şöyle deditir: «Sonra Alî ayağa kalkarak Ebû Bekr'in hakkını ta'zim etti ve onun faziletini, sabık müslümanlardan oluşunu anlattı. Sonra Ebû Bekr'e doğru giderek ona bey'at etti. Bunun üzerine cemaat Ali'ye geldiler ve: İsabet ettin; iyi yaptın! dediler. Alî emr-i ma'rufa yaklaştığı an halk da kendisine yakın oldu.»

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cihâd Ve Siyer
Konu: Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Sellem’in: «bize Mirasçı Olunmaz; Ne Bırakırsak O Sadakadır» Hadisi Bâbı
4681-) Bize İbn Nümeyr rivâyet etti. ki): Bize Ya'küb b. İbrahîm rivâyet etti. ki): Bize babam rivâyet etti. H. Züheyr b. Harb ile Hasan b. Aliy El-Hulvânî de rivâyet ettiler. (Dediler ki): Bize Ya'kûb —ki İbn İbrahim'dir— rivâyet etti. ki): babam, Şalinden, o da İbn Şihâb'dan naklen rivâyet etti ki): Bana Urve b. Zübeyr haber verdi. Ona da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in zevcesi Âişe haber vermiş ki, Fâtıme binti Resûlillah (sallallahü aleyhi ve sellem) Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in vefatından sonra onun kendisine Allah'ın fey' olarak tahsis buyurduğu mallardan ibaret terekesinden mirasını taksim etmesini Ebû Bekir'den istemiş. Ebû Bekir de ona: Şüphesiz Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Bize mirasçı olunmaz; bıraktığımız sadakadır.» buyurmuşlardır; demiş. Râvi diyor ki: Fâtıme Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den sonra altı ay yaşamıştır. Fâtıme Ebû Bekir'den, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'uL Hayber'le Fedek'te bıraktığı terikesinden ve Medine'deki sadakasından hissesini istiyormuş. Ebû Bekir bunu kabul etmemiş ve: Ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in amel ettiği bir şeyi yapmadan bırakamam! Ben onun emirlerinden bir şey terk edersem sapacağımdan korkarım! demiş. sadakasına gelince: Onu Ömer, Ali ile Abbâs'a vermiştir. O sadakada Ali Abbâs'a galebe çalmıştır. Hayber'le Fedek'i ise Ömer elde tutmuş; ve: Bunlar Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in sadakasıdır! Bunlar onun kargısına çıkan hakları ve hâdiseleri içindir. Onların işi halîfeye kalmıştır; demiş. Bunlar bu güne kadar aynı minval üzere kalmışlardır. hadîsi Buhârî «Kitabu fardı'l-Humüs» ve «Kitâbü'l-Megâzide tahrîc etmiştir. Hazret-i Fâtıme (radıyallahü anh)'nın miras istemesi hususunda iki ihtimal üzerinde durulmuştur.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cihâd Ve Siyer
Konu: Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Sellem’in: «bize Mirasçı Olunmaz; Ne Bırakırsak O Sadakadır» Hadisi Bâbı
4682-) Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti. ki): Mâlik'e, Ebû'z-Zinâd'dan dinlediğim, onun da A'rac'dan, onun da Ebû Hüreyre’den naklen rivâyet ettiği şu hadîsi okudum: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): mirasçılarım bir dînar bile ülesemezler. Kadınlarımın nafakasından ve mütevellimin masrafından sonra ne bırakırsam sadakadır» buyurmuşlar.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cihâd Ve Siyer
Konu: Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Sellem’in: «bize Mirasçı Olunmaz; Ne Bırakırsak O Sadakadır» Hadisi Bâbı
4683-) Bize Muhammed b. Yahya b. Ebî Ömer El-Mekkî rivâyet etti. ki): Bize Süfyân, Ebû'z-Zinâd'dan bu isnadla bu hadisin mislini rivâyet etti.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cihâd Ve Siyer
Konu: Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Sellem’in: «bize Mirasçı Olunmaz; Ne Bırakırsak O Sadakadır» Hadisi Bâbı
4684-) Bana İbn Ebî Halef dahi rivâyet etti. ki): Bize Zekeriyyâ b. Adiy rivâyet etti. ki): Bize İbn'l-Mubarek, Yûnus’dan, o da Zührî'den, o da A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen haber verdi. mirasçı olunmaz; bıraktığımız sadakadır.» buyurmuşlar. iki rivâyetin birincisini Buhârî «Kitâbü'l-Vâsâya» ile «Kitâbü'l-Ferâiz»da; Ebû Dâvûd «Harâc» bahsinde tahrîc etmişlerdir. bu hadîsteki dînâr kaydının başka mallara tenbîh için getirildiğini söylemişlerdir. Bundan murâd miras istemeyi yasaklamak değildir. Zîra yasak, vukuu mümkün olan şeylere mahsûstur. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e mirasçı olmak ise mümkün değildir. Şu halde hadîsten murâd: İhbardır; yani hiç bir şeyi taksim edemezler; çünkü bana mirasçı olunmaz demektir. Cumhûr-u ulemânın kavli budur. Bazı Basra ulemâsının: «Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e kimsenin mirasçı olamaması Allahü teâlâ onun bütün malını sadaka yaptığı içindir» dedikleri rivâyet olunursa da doğrusu cumhûrun kavlidir. (sallallahü aleyhi ve sellem)’in kadınlarının nafakaları miras değildir. Onlar ıddet bekleyen kadınlar hükmündedirler. Nafakaları bundan dolayı verilmiştir. Hallâbî diyor ki: «İbn Uyeyne'den kulağıma geldiğine göre şöyle dermiş: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in zevceleri iddet bekleyen kadınlar hükmündedir. Çünkü onlara evlenmek ebediyyen caiz değildir. Bu sebeple onlara nafaka verilmiş; oturdukları evleri kendilerine terk edilmiştir.» «âmil»'den murâd bâzılarına göre mütevellidir. Bir takımları: «Halife olsun, onun me'murları olsun, müslümanlar namına çalışan her vazifeli bunda dahildir.» demişlerdir. (sallallahü aleyhi ve sellem)’in burada görülen hadîslerde zikri geçen sadakalarını Kâdî Iyâz üç kısma ayırıyor. Bunların bir kısmı kendisine hibe edilmiştir. Uhud harbinde müslüman olan Yahûdi Muhayrik'in vasıyyeti bu kabildendir ki, yedi bahçeden müteşekkildi, Ensarın verdikleri sulanmayan arazî de böyledir. Bunlar Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in milki idi. kısım: Benî Nâdir kabilesini sürgün ettiği vakit onlardan harpsiz darpsiz fey' olarak aldığı arazîdir. Bu da onun husûsî mükidir. Benî Nâdîr'in menkul mallarına gelince: Anlaşma mucibince bunların silâhlardan mâadasını Yahûdiler develerine yükleyip götürmüş; kalanı da gâzîler arasında taksim edilmişti. Fedek arazîsinin yarısı ile Vâdilkurâ'nın üçte biri de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in. hususî mülki idi. Çünkü bu yerleri bu şartlarla sulhan ele geçirmişti. Bu yerlerin gelirini başı sıkılan müslümanlara sarfederdi. Bunlardan başka Hayber'den sulh yolu ile alınmış Vatîh ve Selâlim nâmında iki de kalası vardı. kısım: Hayber'in ve diğer harble alınan yerlerin beşte birinden eline geçen mallardır. Bu üç kısım malların hepsi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in halis milki idi. Lâkin o bunları benimsemez; ailesine, müslümanlara ve ümmetin umumî ihtiyaçlarına sarfederdi. Vefatından sonra bu sadakaların temellükü haram kılınmıştır.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cihâd Ve Siyer
Konu: Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Sellem’in: «bize Mirasçı Olunmaz; Ne Bırakırsak O Sadakadır» Hadisi Bâbı
4685-) Bize Yahya b. Yahya ile Ebû Kâmil Fudayl b. Hüseyn ikisi birden Süleym'den rivâyet ettiler. Yahya ki): Bize Süleym b. Ahdar, Ubeydullah b. Ömer'den, naklen haber verdi. ki): Bize Nâfi', Abdullah b. Ömer'den rivâyet etti ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) nefeli ata iki, adama bir sehim olarak taksim yapmış.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cihâd Ve Siyer
Konu: Harbe İştirak Edenler Arasında Ganimetin Nasıl Taksim Edildiği Bâbı
4686-) Bize bu hadîsi İbn Nümeyr rivâyet etti. ki): Bize babam rivâyet etti. ki): Bize Ubeydullah bu isnâdla bu hadîsin mislini rivâyet etti. «Ama «nefeli» tâbirini zikretmedi. hadîs ekseri rivâyetlerde burada olduğu gibi «ata iki, adama bir» şeklinde nakledilmiştir. Bâzı rivâyetlerde: «ata iki, piyadeye bir», diğer bazı rivâyetlerde ise «süvariye iki...» denilmiştir. nefelden murâd ganimettir. Zîra ganimete lügatte nefel denilir. Ziyade ve bahşiş mânâlarına gelir. Ganîmet de Allah tarafından bir bahşiştir; ve yalnız bu ümmete helâl kılınmıştır. ganimetten piyade ile süvariye verilecek hissenin miktarında ihtilâf etmişlerdir. Cumhûra göre piyadeye bir, süvariye üç hisse verilir. Bunun ikisi atın, biri de sahibinindir. İbn Abbâs (radıyallahü anhüma) ve Mucâhid, Hasan-ı Basrî, İbn Şîrîn, Ömer b. Abdilâzîz, İmâm Mâlik, Evz Sevrî, Leys, İmâm Şafiî, Hanefiler'den İmâm Ebû Yûsuf Ha İmâm Muhammed, îmam Ahmed b. Hanbel, İshâk, Ebû Ubeyd, İbn Cerîr ve başkaları buna kaildirler. A'zam'a göre süvariye iki hisse verilir. Bu kavil Hazret-i Ali ile Ebû Mûsâ (radıyallahü anh)'dan rivâyet olunmuştur. delîli bu hadîstir. İmâm A'zam süvariye iki hisse verileceğini bildiren rivâyetle istidlal etmiştir. kimse birkaç atı ile harbe iştirak etse cumhûra göre bu atlardan yalnız birine hisse verilir. İmâm A'zam Ta, İmâm Mâlik, İmâm Şafiî ve İmâm Muhammed'in mezhepleri de budur. Evzâî ile Sevrî, Leys ve Ebû Yûsuf'a g5re ise iki at hissesi verilir. Bu kavil Hasan, Mekhûl, Yahya El-Ensârî, İbn Vehb gibi Mâlikîyye ulemâsından da rivâyet olunmuştur, iki attan fazlası için hisse verileceğine Süleyman b. Mûsâ'dan başka kimse kail olmamıştır.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cihâd Ve Siyer
Konu: Harbe İştirak Edenler Arasında Ganimetin Nasıl Taksim Edildiği Bâbı
4687-) Bize Hennâd b. Seriy rivâyet etti. ki): Bize İbnül-Mübârek, İkrime b. Ammâr'dan rivâyet etti. ki): Bana Simâk El-Hanefî rivâyet etti. ki): İbn Abbâs'ı şöyle derken işittim: Bana Ömer b. Hattâb rivâyet etti. ki): Bedir harbi olduğu gün... H. Züheyr b. Harb da rivâyet etti. Lâfız onundur. ki): Bize Ömer b. Yûnus El-Hanefî rivâyet etti. ki): Bize İkrime b. Ammâr rivâyet etti. ki): Bana Ebû Zümeyl (bu zât Simâk El-Hanefî'dir) rivâyet etti. ki): Bana Abdullah b. Abbâs rivâyet etti. ki): Bana Ömer b. Hattâb rivâyet etti. ki): harbi olduğu gün Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) müşriklere baktı. Onlar bin nefer, ashabı ise üç yüz ondokuz kişi idiler. Bunun üzerine Nebiyyullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kıbleye döndü. Sonra ellerini uzatarak Rabbine: Bana va'dettiğini yerine getir! Allah im, bana va'dettiğini ver! Allahım, eğer ehl-i Islâmdan olan şu cemaati helâk edersen (bundan sonra) yeryuünde sana ibâdet olunmaz!» diye niyaz etmeye başladı. Ellerini uzatarak kıbleye karşı Rabbine o derece niyazda bulundu ki, nihayet omuzlarından cübbesi düştü. Müteakiben Ebû Bekir, yanına gelerek cübbesini aldı ve omuzlarına koydu. Sonra arkasından ona sarılarak: Yâ Nebiyyallah! Rabbine yaptığın dilek yeter! Şüphesiz o sana va'dettiğmî yerine getirecektir! dedi. Az sonra Allah (azze ve celle): Rabbinizden imdat istiyordunuz! O da: Ben size birbiri ardınca gelecek bin melekle imdat göndereceğim! diye cevap vermişti!" Sûre-i Enfâl âyet: 9. âyetini İndirdi ve Allah ona meleklerle imdat gönderdi. Zümeyl ki): Sonra bana İbn Abbâs rivâyet etti. ki): O gün müslümanlardan bir zât, önünde müşriklerden bir adamın peşinden koşarken ansızın üzerinde bir kırbaç darbesi işitti. Ve süvarinin: Dur yâ Hayzûm! diyen sesini duydu. Bir de Önündeki müşrike baktı ki, boylu boyunca yere serilmiş! Burnu berelenmiş; yüzü de kırbacın vurduğu şekilde yarılmış olduğunu gördü. Bütün bunlar yemyeşil olmuştu. Az sonra Ensârî gelerek bu hâdiseyi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e anlattı da: söyledin; bu semâdan gelen üçüncü imdattandır!»buyurdular. Artık o gün (müslümanlar) yetmiş kişi Öldürdüler; yetmiş de esîr aldılar. Zümeyl ki): İbn Abbâs şunu söyledi: Müslümanlar esîrleri aldıktan sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ebû Bekirle Ömer'e: esirler hakkında re'yiniz nedir?» diye sordu. Ebû Bekir: Yâ Nebiyyallah! Bunlar amca oğulları ve akrabadırlar; ben onlardan fidye jftlmjın fikrindeyim! Bu suretle küffar üzerine kuvvetimiz olur. Umulur ki Allah onları İslâm'a hidayet buyurur! dedi. Müteakiben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): ne fikirdesin ey Hattâb oğlu?» diye sordu. (Ömer diyor ki); Ben: Hayır, vallahi yâ Resûlallah! Ben Ebû Bekr'in fikrinde değilim! Lâkin ben, bize müsaade buyursan da şunlann boyunlarını vuruversek! fikrindeyim. Ukayl'e karşı Alî'ye müsaade buyurmaksın ki onun boynunu vursun! Bana da filâna (bir yakını) karşı müsaade buyurmaksın, ben de onun boynunu vurmalıyım! Zîra bunlar küfrün İmâmları ve eşrafıdırlar! dedim. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ebü Bekr'in söylediğine meyletti. Benim söylediğimi beğenmedi. Ertesi gün olunca ben geldim. Bir de ne göreyim! Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’le Ebû Bekir oturmuş ağlıyorlar!.. Yâ Resûlallah! Bana haber ver; sen ve arkadaşın neden ağlıyorsunuz? Ağlayacak bir şey bulursam ben de ağlarım; ağlayacak bir şey bulmazsam siz ağladığınız için ben de ağlar görünürüm! dedim. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): senin arkadaşlarının teklif ettiği fidye alma meselesine ağlıyorum. Gerçekten onların azapları bana şu ağaçtan daha yakın arzolundu.» buyurdu. (sallallahü aleyhi ve sellem) yakın bir ağaca işaret etmiş.) Allah (azze ve celle): üstünlüğü sağlamadıkça hiç bir Peygambere esir almak yaraşmaz." Sûre-i Enfâl âyet: 67-69. âyet-i kerîmesini "Artık aldığınız ganimetten helâl hoş olarak yeyîn!" âyetine kadar indirdi. Ve Allah müslümanlara ganimeti helâl kıldı. Medîne'den seksen mil yani dört konak mesafede Mekke ile Medîne arasında ma'ruf bir beldedir. Meşhur Bedir savaşı burada olmuştur. İbn Kuteybe'ye göre Bedir, aynı ismi taşıyan bir adama ait bir kuyudur. Sonradan sahibinin ismi kuyuya verilmiştir. Bedir gazası hicretin ikinci yılı ramazanının on yedinci cuma günü olmuştur. Buhârî'nin Hazret-i Abdullah b. Mes'ud'dan rivâyetinde o gün havanın çok sıcak olduğu bildirilmektedir. Hak, Resûlü Ekrem'ine iki taifeden birini va'detmişti. Ona ya müşriklerin kervanını nasîb edecek yahut ordularına karşı muzaffer kılacaktı.-Kervanları Suriye'ye ticaret için gitmiş ve dönmüştü. Binâenaleyh muhakkak harbte muzaffer olacaktı. Bundan emîn olmakla beraber Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Cenab-ı Hakka bu derece niyazda bulunmasını ulemâ şöyle îzâh etmişlerdir: Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) bu niyazını ashabına gösterip o dehşetli anda onun dua ve niyazı sayesinde kalpleri kuvvet bulsun diye yapmıştır. Aynı zamanda duâ bir ibâdettir. Cenâb-ı Hak Resûlüne vâdettiğini o gün yerine getirmiş; küffan târu mâr etmek için gökten 1000 melek indirmiştir. îşte Hayzûm bu meleklerden birinin atıdır. dur demektir. Ancak bu kelime «Ukdum!» şeklinde de rivâyet olunmuştur. Bu takdirde mânâ: «İlerle!» demek olur. imdat olarak gökten melek inmesi Uhud ve Hendek gibi gazalarda da vâki' olmuş; ancak bu gazalarda melekler fi'len harb etmemişlerdir. Meleklerin inmesi zaferin esBâbındandır. Yoksa Teâlâ Hazretleri —hâşâ— bö'yle bir şeye muhtaç değildir. Meleklerin iştirak ettiği gazada dahi zaferi Allah ihsan etmiştir. şerîf duâ ederken kıbleye dönmenin ve el kaldırmanın müstehab olduğuna, duayı sesle okumanın cevazına delâlet etmektedir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cihâd Ve Siyer
Konu: Bedir Gazasında Meleklerle Îmdat Buyurulması Ve Ganimetlerin Mubah Kılınması Bâbı
4688-) Bize Kuteybe b. Saîd rivâyet etti. ki): Bize Leys, Saîd b. Ebî Saîd'den naklen rivâyet etti ki, Ebû Hüreyre'yi şunu söylerken işitmiş: (sallallahü aleyhi ve sellem) Necd tarafına suvâri gönderdi. Bunlar Benî Hanîfe (kabilesin)’den Sümâme b. Üsâl denilen bir adam getirdiler. Bu zât Yemâmeliler'in reîsi idi. Onu mescidin direklerinden bir direğe bağladılar. Derken Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onun yanına çıkarak: haber yâ Sümâme?» dedi. Sümâme şunları söyledi: Bendeki yâ Muhammed, hayırdır. Şayet öldürürsen kan sahibi birini öldürmüş olursun. İhsan edersen şükreden birine ihsan etmiş olursun! Eğer mal istiyorsan hemen dile! Sana dilediğin kadar mal verilir! Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onu terk etti. Ertesi günden sonraki gün gelince yine: haber yâ Sümâme?» diye sordu. O da: Sana söylediğimdir! Eğer ihsan edersen şükreden birine ihsan etmiş olursun! öldürürsen kan sahibi birini öldürmüş olursun! Mal istiyorsan hemen dile! Sana dilediğin kadar mal verilir! dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onu yine terketti. Ertesi gün gelince (tekrar): haber yâ Sümâme?» diye sordu. Sümâme: Bende sana söylediklerim var! Eğer ihsan edersen, şükreden birine ihsan etmiş olursun! öldürürsen kan sahibi birini Öldürmüş olursun! Mal istiyorsan hemen dile! Sana dilediğin kadar mal verilecektir! dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): serbest bırakın!» buyurdu. O da mescide yakın bir hurmalığa giderek yıkandı. Sonra mescide girdi. Ve: Allah'tan başka ilâh olmadığına şehâdet ederim! Muhammed'in onun kulu ve resulü olduğuna da şehâdet ederim! Yâ Muhammed, vallahi yeryüzünde (şimdiye kadar) bana senin yüzünden daha sevimsiz bir yüz yoktu! Şimdi senin yüzün bana bütün yüzlerden daha sevimli oldu. Vallahi benim için senin dîninden daha sevimsiz bir dîn yoktu! Dînin de benim için bütün dînlerden daha sevimli oldu! Vallahi, benim için senin beldenden daha sevimsiz bir belde yoktu. Şimdi belden de benim için bütün beldelerden sevimli oldu! Süvarilerin beni yakaladığında ben ömre yapmak istiyordum. Ne buyurursun? dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisini müjdeledi. Ve ömre yapmasını emretti. Mekke'ye vardığında ona birisi: Sen dininden mi döndün? diye sormuş. O da: Hayır! Lâkin ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’le birlikte müslüman oldum! Hayır, vallahi! Size Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) izin vermedikçe Yemâme'den bir buğday tanesi bile gelemez! demiş.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cihâd Ve Siyer
Konu: Esiri Bağlayıp Hapsetmenin Ve Ona Îyilikte Bulunmanın Cevazı Bâbı
4689-) Bize Muhammed b. El-Müsennâ rivâyet etti. ki): Bize Ebû Bekir El-Hanefî rivâyet etti. ki): Bana Abdülhamîd b. Ca'fer rivâyet etti. ki): Bana Saîd b. Ebî Saîd El-Makbûrî rivâyet etti ki, Ebü Hüreyre'yi şunu söylerken işitmiş: (sallallahü aleyhi ve sellem) Secd arazîsi taraflarına bir (bölük) süvarisini göndermiş. Bunlar Sümâme b. Üsâl El-Hanefî denilen —Yemâme halkının reisi— bir adamı getirmişler... râvi hadîsi, Leys'in hadîsi gibi nakletmiş; yalnız o -öldürür sen-yerine «beni öldürürsen, kan sahibi birini öldürmüş olursun!» demiştir. hadîsi Buhârî «Kitâbül-Megâzî»de ve muhtasaran namaz bahsinin «iğtisâl» Bâbında; Ebû Dâvûd «Cihâd»da; Nesâî «Taharet» bahsinde tahrîc etmişlerdir. Hanife: Yemâme'de yaşayan meşhur bir kabiledir. Hazret-i Sümâme bu kabilenin reisi îdi. İslâmiyeti kabulünden sonra da ashâb-ı kirâmın büyüklerinden olmuştur. Kıssa Mekke'nin fethinden evvel geçmiştir. Onun için de «Sümâme'yi esîr edip getiren Abbâs b. Abdilmuttalib'dir.» diyenlerin sözüne i'tibâr edilmemiştir. Çünkü Hazret-i Abbâs o zaman henüz müslüman olmamıştı. O müslümanlığı Mekke'nin fethinde kabul etmiştir. (sallallahü aleyhi ve sellem) Sümâme'yi görünce: «Ne haber?» diye sormuştur. Bâzılarına göre bu suâlden maksat: Senin kanaatine göre ben sana ne yaparım? demektir. Bu takdirde ne haber diye tercüme ettiğimiz «mâ zâ» ifadesindeki «mâ» istifhamiyye, «zâ» ismi mevsûl «in deke »de sile olur. Ve cümle: «Senin zannında benim sana ne yapacağım karar kıldı?» mânâsını ifade eder. Mamafih bu terkîb birkaç vecihle daha îzah edilebilir. Şöyle ki:

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cihâd Ve Siyer
Konu: Esiri Bağlayıp Hapsetmenin Ve Ona Îyilikte Bulunmanın Cevazı Bâbı
4690-) Bize Kuteybe b. Saîd rivâyet etti. ki): Bize Leys, Saîd b. Ebî Saîd'den, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti, ki Şöyle dedi; defa biz mescidde iken anîden Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanımıza cıkageldi. Ve: yahudîlere gidelim!» dedi. Onunla birlikte biz de sıktık veya. hudilere vardık. Derken Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ayağa kalkarak onlara seslendi; ve: Yahûdiler cemaati, müslüman olun, kurtulun!» buyurdu. Onlar! Tebliğ ettin yâ Eba'l-Kâsım! dediler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara: murad ediyorum! Müslüman olun, kurtulun!» buyurdu. Onlar (yine): Teblîg ettin yâ Eba'l-Kâsım! dediler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) (tekrar): murâd ediyorum!»dedi; ve üçüncü defasında onlara şunu söyledi: olun ki, bu yer Allah'ın ve Resûlünündür. Ben de sizi bu yerden sürgün etmek istiyorum. Sizden kim malına karşılık bir şey bulursa onu hemen satsın! Yoksa bilin ki, bu yer Allah'ın ve Resûlünündür!» hadîsi Buhârî «Kitâbü’l-ikrâh», «Kitâbü'l-Cizye» ve «Kİ-tâbü’l-i'tisâm»da; Ebû Dâvûd «Harâoda; Nesâî «Siyer» bahsinde tahrîc etmişlerdir. (sallallahü aleyhi ve sellem): «Bunu murâd ediyorum!» sözü ile «Benim tebliğimi itraf etmenizi istiyorum!» demek istemiştir. «Esümû» cümlesiyle başlayarak güzel ve külfetsiz bir cinas yapmış; sonra: «Bilmiş olun!» diye başlayan yeni bir cümle ile asıl maksadını bildirmiştir. Burada sanki Yahûdiler tarafından: «Bu müslüman olun sözünü neden üç defa tekrarladın? diye sorulmuş da, «Bilmiş olun!» cümlesi ile onlara cevap verilmiş gibidir. yer Allah'ın ve Resûlünündüri» cümlesinin mânâsı: Onun milkiyeti de hükmü de Allah'ındır; sizin bu yerinize müslümanlan mirasçı yapmayı irade buyurmuştur; binâenaleyh hemen burasını terk edin! denmektir. Çünkü Yahûdiler Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile muharebe etmişlerdi. Nitekim bundan sonraki rivâyette görülecektir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cihâd Ve Siyer
Konu: Yahûdilerin Hicazdan Sürgün Edilmesi Bâbı
4691-) Bana Muhammed b. Râfi' ile İshâk b. Mansûr rivâyet ettiler, İbn Râfi' (haddesenâ) ta'bîrini kullandı. İshâk: Bize Abdürrazzâk haber verdi, dedi. ki): Bize İbn Cüreyc, Mûsâ b. Ukbe'den, o da Nâfi'den, o da İbn Ömer'den naklen haber verdi ki, Benî Nadîr ile Kureyza Yahûdileri Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'le harb etmişler de Resûlüllah Benî Nadîr'i sürgün etmiş; Kureyza'yı ise yerinde bırakmış ve kendilerine serbesti vermiş. Nihayet bundan sonra Kureyza'da harb edince artık onların erkeklerini öldürmüş; kadınları ile çocuklarını ve mallarını müslümanlar arasında taksim etmiş. Yalnız bazıları Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e iltihak etmişler. O da kendilerine emân vermiş; ve müslüman olmuşlar. (sallallahü aleyhi ve sellem) bütün Medine yahudîlerini, Benî Kaynüka'ı (ki bunlar Abdullah b. Selâm'ın kavmidirler) ve Benî Harise Yahûdilerini, Medine'de bulunan her Yahûdiyi sürmüştür.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cihâd Ve Siyer
Konu: Yahûdilerin Hicazdan Sürgün Edilmesi Bâbı
4692-) Bana Ebû't-Tahir de rivâyet etti. ki) i'Bize Abdullah b. Vehb rivâyet etti. ki): Bana Hafs b. Meysere, Mûsa'dan bu isnadla bu hadisi haber verdi. Ama İbn Cüreyc'in hadîsi daha uzun ve daha tamdır. hadîsi Buhârî «Kitabü'l-Megâzî»'de tahrîc etmiştir. şerifte zikri geçen Yahûdi kabilelerinin hepsi Medineli'dir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Kureyza'yi yerinde bırakıp ona emân vermesi, Benî Nadîr'le birlikte müslüman-larla harb etmeyip bitaraf kaldıkları içindir. Sonra müslümanlarla onlar da harb edince onları da Medine'den sürmüştür. Kureyza bu harbte muhasara edilmiş ve yirmi beş gün sonra dayanamayarak Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in hükmüne râm olmuşlardı. Yahûdilerin bıraktığı malların beşte biri Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e ayrıldıktan sonra kalanı gâzîler arasında süvariye üç, piyadeye bir hisse verilmek sureti ile taksim olunmuştur. Bu muhasaraya otuz altı suvâri iştirak etmiştir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cihâd Ve Siyer
Konu: Yahûdilerin Hicazdan Sürgün Edilmesi Bâbı
4693-) Bana Züheyr b. Harb rivâyet etti. ki): Bize Deh-hâk b. Mahled, İbn Cüreyc'den rivâyet etti. H. Muhammedi b. Râfi' de rivâyet etti. Lâfız onundur. ki): Bize Abdürrazzak rivâyet etti. ki): Bize İbn Cüreyc haber verdi. ki): Bana Ebû'z-Zübeyr haber verdi, ki Câbir b. Abdillâh'ı şöyle derken işitmiş: Bana Ömer b. Hattâb haber verdi ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı: hıristiyanları Arap yarımadasından mutlaka çıkaracağım! Tâ ki müslümandan başka kimseyi bırakmayacağım» buyururken işitmiş.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cihâd Ve Siyer
Konu: Yahûdilerle Hıristiyanların Arap Yarımadasından Çıkarılması Bâbı
4694-) Bana yine Züheyr b. Harb rivâyet etti. ki): Bize Ravh b. Ubâde rivâyet etti. ki): Bize Süfyân-ı Sevrî haber verdi. H. Seleme b. Şebîb de rivâyet etti. ki): Bize Ha sen b. A'yen rivâyet etti. ki): Bize Ma'kıl —ki İbn Ubeydillâh'dır— rivâyet etti. İki râvi Ebû'z-Zübeyr'den bu isnâdla bu hadîsin mislini rivâyet etmişlerdir. rivâyet de hüküm ve mânâ itibarı ile bundan evvelkiler gibidir. Yalnız bunda erâzî-i mukaddesenin sadece yahudîlerden değil, hıristiyan ve diğer gayri müslimlerden de behemehal temizleneceği bildirilmektedir. Fahrî Kâinat (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz Yahûdileri birçok defalar denemiş ve hıyanetlerini tesbît etmişti. Nihayet Benî Nadîr Yahûdileri kendisini gafil avladık zannederek üzerine yüksek yerden taş yuvarlamak teşebbüsünde bulununca Cenâb-ı Hak onların Medine'den sürülmesini emir buyurdu. Bu emri İlâhî derhal tenfîz edildi. Fakat Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bütün Yahûdilerin ve diğer gayrimüslimlerin kendi civarından uzaklaştırılmasını istiyordu. Ancak vefatına kadar bu hususta kendisine vahî gelmedi. Vefatına yakın bu husustaki vahî de gelince artık bu işi vasıyyet etti. Nihayet Hazret-i Ömer (radıyallahü anh)’in hilâfeti zamanında Arap yarımadası tama-miyle gayri müslimlerden temizlendi.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cihâd Ve Siyer
Konu: Yahûdilerle Hıristiyanların Arap Yarımadasından Çıkarılması Bâbı
4695-) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Muhammed b. El-Müsennâ ve İbn Beşşâr rivâyet ettiler. Lâfızları birbirine yakındır. Ebû Bekir: Bize Gunder, Şu'be'den rivâyet etti, dedi. Ötekilerse: Bize Muhammed b. Ca'fer rivâyet etti. ki): Bize Şu'be, Sa'd b. İbrahim'den naklen rivâyet etti, dediler. Sa'd Şöyle dedi: Ben Ebû Ünıâme b. Sehl b. Huneyf’i şöyle derken işittim: Ben Ebû Saîd-i Hudrî'yi şunu söyler» keo işittim: (kalalarından) Sa'd b. Muâz'ın hakemliğine indiler. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Sa'd'a haber gönderdi. O da bir merkeb üzerinde yanlarına geldi. Mescide yaklaşınca Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ensâr'a: (yahut en hayırlınıza) ayağa kalkın!» buyurdu. Sonra: «Gerçekten bunlar senin hükmüne razı oldular!» dedi. Sa'd: — Harbe yarayanlarını öldürür; karı kızanlarını da esir edersin! dedi. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): hükmü ile hükmettin!» ve galiba «Melik'in hükmü île hükmettin I» buyurdular, İbn'l-Müsennâ: galiba Melik'in hükmü ile hükmettin buyurdu.» cümlesini zikretmedi.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cihâd Ve Siyer
Konu: Ahdini Bozanlarla Harb Etmenin Ve Kala Sahiblerini Âdil, Hükme Ehil Bir Hakimin Hükmüne Havale Eylemenin Cevazı Bâbı
4696-) Bize Züheyr b. Harb da rivâyet etti. ki): Bize Abdurrahman b. Mehdi, Şu'be'den bu isnâdla rivâyet etti. Ve hadîsinde şöyle dedi: «Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): onlar hakkında Allah'ın hükmü ile hüküm verdin!» Buyurdu. Bir defa da: Melik'in hükmü ile hükmettin!» buyurdular. hadîsi Buhârî «Kitâbü'l-Cihâd», «Kitâbü'l-isti'zân» ve «Kitâbü’l-Megâzî.'de; Ebû Dâvûd «Kitabü'l-Edeb»'de; Nesâî «Menâkıb», «Siyer» ve «Fedâil» bahislerinde muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir. b. Muâz (radıyallahü anh) Evs kabîlesindendir. Evs kabilesi Benî Kureyza'tun müttefiki idi. Meşhur rivâyete göre Evsliler Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den Benî Kureyza'nın affını istemişler; o da: «Benî Kureyza hakkında sizden bir adamın hakemliğine razı olmaz mısınız?» diye sormuştu. Yahûdiler Sa'd b. Muâz'in hakemliğini kabul ettiklerini söylemişler; bunun üzerine Resûlü Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Sa'd'a haber gönderdi. Sa'd Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanına Ensâr'dan bazı akrabası ile birlikte gelmiş; ve Yahûdiler tarafından karşılanarak kendisine: «Yakınlarına iyilik et!» denilmişti. O da kendilerine şu cevabı verdi: Sa'd için Allah uğrunda hiç bir kimsenin levmine aldırış etmeyeceği zaman gelmiştir!» Bundan sonra da hükmünü verdi. Iyâz bu hadîsteki mescid kelimesinin râvi tarafından yapılmış bir tashif olmasını muhtemel görmektedir. Bu rivâyet Buhârî’de de «mescide yaklaşınca» şeklindedir. Kâdî şöyle diyor: «Eğer bundan Mescid-i Nebevi'yi kasdetti ise ben bunu vehim sayarım. Çünkü Sa'd Mescid-i Nebev!'den gelmişti. Nitekim ikinci rivâyette tasrîh edildiği vecihle Hazret-i Sa'd orada bulunuyordu. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Sa'd'a haber gönderdiği zaman Benî Kureyza'nın yanında idi. Sa'd'a, gelmesi için oradan haber göndermişti. Eğer râvi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Benî Kureyza'da kaldığı müddetçe içinde namaz kılmak için bir mescid sınırladığını söylemek istedi ise vehim yoktur. Sahih olan rivâyet, Müslim'den başkalarının rivâyetidir ki, onda: Sa'd Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e yaklaşınca... denilmiştir...» Kâdî Iyâz'in beyanına göre hadîste gecen «Melik» tâbiri «Sahîh-i Müslim»in bazı nüshalarında «melek» şeklinde; «Sahîh-i Buhârî»nin bazı nüshalarında ise hem «melik» hem de «melek» olarak harekelenmiştir. Kâdî: «Eğer melek rivâyeti doğru ise ondan murâd Cibrîl (aleyhisselâm)'dır.» diyorsa da İbn'l-Cevzi bunu iki vecihle reddetmiştir:

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cihâd Ve Siyer
Konu: Ahdini Bozanlarla Harb Etmenin Ve Kala Sahiblerini Âdil, Hükme Ehil Bir Hakimin Hükmüne Havale Eylemenin Cevazı Bâbı
4697-) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Muhammed b. Alâ El-Hemdânî ikisi birden İbn Nümeyr'den rivâyet ettiler. İbnü’l-Alâ' dedi ki: Bize İbn Nümeyr rivâyet etti. ki): Bize Hişâm, babasından, o da Âişe'den naklen rivâyet etti. Şöyle dedi: Hendek günü yaralandı. Onu Kureyş'ten İbni Arika denilen bir adam kolundaki şah damarından yaraladı. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) mescidde ona bir çadır kurdu; onu yakından dolaşıyordu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hendek'ten dönünce silâhı bırakarak yıkandı. Az sonra Cibrîl geldi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onun başından tozu silkiyordu. Cibrîl: bıraktın mı? Vallahi biz onu bırakmadık! Onların karşısına çık!» dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): diye sordu. O da Benî Kureyza'ya işaret etti. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlarla harb etti. onun hükmüne râm oldular. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de onlar hakkındaki hakemliği Sa'd'a devretti. Sa'd: de onlar hakkında harbe yarayanlarının öldürülmesine, çocuk ve kadınlarının esir edilmesine ve mallarının taksimine hükmediyorum! dedi.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cihâd Ve Siyer
Konu: Ahdini Bozanlarla Harb Etmenin Ve Kala Sahiblerini Âdil, Hükme Ehil Bir Hakimin Hükmüne Havale Eylemenin Cevazı Bâbı
4698-) Bize Ebû Küreyb de rivâyet etti. ki): Bize İbn Nümeyr rivâyet etti. ki): Bize Hişâm rivâyet etti. ki): Babam şunu söyledi: Bana da haber verildi ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): onlar hakkında Allah (azze ve celle)'nin hükmü ile hükmettiril» buyurmuşlar.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cihâd Ve Siyer
Konu: Ahdini Bozanlarla Harb Etmenin Ve Kala Sahiblerini Âdil, Hükme Ehil Bir Hakimin Hükmüne Havale Eylemenin Cevazı Bâbı
4699-) Bize Ebû Küreyb rivâyet etti. ki): Bize İbn Nümeyr, Hişâm'dan rivâyet etti. ki): Bana babam, Âişe'den naklen haber verdi ki, Sa'd yarası kuruyup iyileşmeye yüz tuttuğu şurada şunları söylemiş: Allahım! Sen biliyorsun ki, benim için senin yolunda, Resûlün (sallallahü aleyhi ve sellem)’i yalanlayıp yurdundan çıkaran bir kavimle cihâd etmekten daha sevimli bir nesne yoktur. Allahım! Eğer Kureyş harbinden bir şey kaldı ise beni (sağ) bırak da senin uğrunda onlarla mücâhede edeyim! Allahım! Ben zannediyorum ki, sen bizimle onların arasındaki harbi bıraktın. Şayet onlarla aramızdaki harbi bıraktı isen şu yarayı patlat da Ölümümü ondan yap! yara gırtlağından patlamış. Oradakileri kanın kendilerine doğru akmasından başka ürküten bir şey olmamış. (Mescidde onunla beraber Benî Gifâr'dan bir çadır varmış.) Oradakiler: Sizin tarafınızdan bize gelen bu nesne nedir? demişler. Bir de ne görsünler! Sa'd'ın yarasından kan fışkırıyor!.. Az sonra bundan vefat etmiş.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cihâd Ve Siyer
Konu: Ahdini Bozanlarla Harb Etmenin Ve Kala Sahiblerini Âdil, Hükme Ehil Bir Hakimin Hükmüne Havale Eylemenin Cevazı Bâbı
4700-) Bize Aliy b. Hüseyn b. Süleyman El-Kûfî de rivâyet etti. ki): Bîze Abde, Hişâm'dan bu isnâdla bu hadîsin benzerini rivâyet etti. Şu kadar var ki, o: «Yarası o akşam patladı. Ve ölünceye kadar akmaya devam etti.» dedi. Bir de hadîste şunu ziyade etti. ki): şâirin şunları söylediği zamandı: Ey Sa'd, Benî Muâz'in Sa'd'ı! Kureyza ile Nadîr ne yaptı;» «ömrüne yemin olsun ki, Benî Muâz'ın Sa'd'ı; onların göçtükleri sabah sabreden yalnız o idi.» içi boş olarak bıraktınız! Halbuki bu kavmin çömleği kaynamış; taşıyor!» Ebû Hubâb: Durun Kaynukaa gitmeyin! demişti.» «Bunlar memleketlerinde Meytân'daki kayalar kadar ağır idiler!» hadîsi Buhârî «Kitâbü's-Salât» ile «Kitâbü'l-Megâzî»de tah-rîc etmiştir. şerif Benî Kureyza Yahûdilerine hakemlik yapan Sa'd b. Muâz (radıyallahü anh)’in evvelce Hendek harbinde yaralandığını, tam iyileşmek üzere iken Benî Kureyza harbi koptuğunun, bu harbte hakemlik ettiğini ve harbte şehid olmak mukadder değilse evvelce aldığı yaradan ölerek şehidlik mertebesine erişmesi için Allah'a duâ ettiğini, nihayet duası kabul olunarak o yaradan vefat ettiğini bildiriyor. harbinde Hazret-i Sa'd'ı yaralayan şahıs Hibbân b. Kays yahut Hibbân b. Ebî Kays'dır. Hadîste annesinin adı ile kendisine İbn’l Arika denilmiştir. Arika’nın ismi Kılâbe binti Sa'd, künyesi de Ümmü Fâtıme'dir. Güzel koku saçtığı için kendisine Arika denilmiştir. Benî Kureyza Yahûdilerini 3000 piyade ve 36 süvari ile muhasara etmişler; 20-25 gün muhasaradan sonra Yahûdiler aman dileyerek Hazret-i Sa'd'in hakemliğine razı olmuşlardı. ki harb emrini Cibrîl (aleyhisselâm) getirmiştir. Bu hususta Taberânî ile Beyhakî'nin Hazret-i Âişe'den rivâyet ettikleri bir hadîste Âişe (radıyallahü anha) şöyle demektedir: «Evde bulunduğumuz bir sırada bize bir adam selâm verdi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) endişe ederek hemen ayağa kalktı. Onun arkasından ben de kalktım. Bir de baktım Dihyetü'l-Kelbî!.. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): Cîbrîl'dir; bana Beni Kureyza'ya gitmemi emrediyor!) dedi. Bu hâdise Hendek harbinden döndüğü zaman oldu. Ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Cibrîl (aleyhisselâm)’ın yüzünden tozu sildiğini hâlâ görür gibiyim!» husustaki muhtelif rivâyetlerden anlaşıldığına göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ordunun önünden Hazret-i Alî'yi göndermiş; kendisine sancağı da vermiş. Fakat o Yahûdilerin müstahkem yerlerine varınca Benî Kureyza toplanarak Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) hakkında pek çirkin şeyler söylemişler. Nihayet 25 gün muhasaradan sonra Hazret-i Sa'd'in hükmü mucebince harbe yarayan erkekleri kılıçtan geçirilerek hazır hendeklere gömülmüş; kadın ve çocukları da müslümanlar arasında taksim edilmiştir. Öldürülen Yahûdilerin sayısı hakkında rivâyetler muhteliftir. Bazı rivâyetlere göre 400, bâzılarına göre 600 kişiymişler. Hattâ 700, 900 kişi olduklarını rivâyet edenler vardır. rivâyetlerin arasını bulanlar: «Dörtyüzü harbe iştirak edenler, geri kalanları onlara tâbi' olanlardır.» demişlerdir. Sa'd fi'len harbe iştirak edememişse de duası kabul olunarak aldığı yaradan vefat etmiş ve böylelikle şehadet mertebesini kazanmıştır. Rivâyete göre yaslanarak istirahat etmekte iken yanından bir keçi geçmiş; ve tırnağı Hazret-i Sa'd'in yarasına dokunarak patlamasına sebep olmuş; nihayet kan kaybından vefat etmiştir. Siyer kitaplarının beyanına göre vefatında Cibrîl (aleyhisselâm) cennet ipeklilerinden bir sarık sarınarak gelmiş ve: Muhammed! Kendisine gök kapıları açılan ve arş titreyen bu zât kimdir?» demiş. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) elbisesini sürüyerek acele kalkıp gitmiş ve onu vefat etmiş bulmuş. Na'şını taşıyanlar bir hafiflik hissetmişler. Resûlü Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) kendilerine: sizden başka taşıyanlar var!» buyurmuş. İbn Âiz: «Sa'd'in cenazesine o günden başka yeryüzüne ayak basınamış 70 bin melek iştirak etmiştir.» diyor. Burada şöyle bir suâl hatıra gelebilir: ölümü istemek caiz olmadığı halde Hazret-i Sa'd gibi bir sahâbî-i celîl onu nasıl isteyebilmiştir? Onun maksadı şehîd olmaktı. Binâenaleyh o ölümü değil, şehîdliği istemiştir. şi'rine gelince: Bu mısralarla o Hazret-i Sa'd'ı Benî Küreyza'nın yakasını bırakmağa teşvik etmekte ve onlar hakkında verdiği hükümden dolayı kendisine sitemde bulunmaktadır. «Çömleğinizi içi boş olarak bıraktınız!» sözünden muradı Evs kabîlesidir. «Siz Evs kabilesini yardımsız bıraktınız; çünkü onların müttefiki azdır. Bir Kurey-za vardı; onlar da öldürüldü. Ama «Bu kavmin çömleği kaynamış taşıyor!» yani Hazrecliler Benî Kaynüka" kabilesine yardım ettiler! Ebû Hubâb Abdullah b. Übeyy'i hatırlamalısın! Müttefikleri Benî Kaynuka' için nasıl şefaatte bulundu da serbest bırakıldılar! Benî Kureyza yurdlarında mal ve kuvvetçe Meytan dağının kayalan kadar ağır ve köklü idiler... demek istiyor. şerîf mescidde uyumanın ve yaralı bile olsa hastanın mescidde durmasının caiz olduğuna delildir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cihâd Ve Siyer
Konu: Ahdini Bozanlarla Harb Etmenin Ve Kala Sahiblerini Âdil, Hükme Ehil Bir Hakimin Hükmüne Havale Eylemenin Cevazı Bâbı
4701-) Bana Abdullah b. Muhammed b. Esma Ed-Dubaî rivâyet etti. ki): Bize Cüveyriye b. Esma', Nâfi'den, o da Abdullah'dan naklen rivâyet etti. Şöyle dedi: muharebesinden döndüğü gün Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize: kimse öğleyi Benî Kureyza'dan başka bir yerde kılmasın!» diye seslendi. Fakat bazı insanlar vaktin geçeceğinden korkarak namazı Beni Kureyza'dan başka yerde kıldılar. Ötekiler de: Vakti geçirsek bile biz namazımızı ancak Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in emrettiği yerde kılarız! dediler. Ama o, iki fırkadan hiç bir kimseyi azarlamadı. hadîsi Buhârî «Salâtü’l-Havf» ve «Megâzî» bahislerinde tah-rîc etmiştir. Hendek muharebesidir. Bu muharebe hicretin beşinci yılı Şevvâl ayında olmuş; Ahzâb sûresi burada indirilmiştir. Ahzâb muharebesi denilmesi, küffar birçok Arap kabilelerini buraya topladıkları içindir. Sayılan on bin, baş kumandanları Ebû Süfyân'-dı. Müslümanlar Medîne'yi müdafaa için şehrin etrafına hendek kazmışlardı. Bu sebeple mezkûr harbe Hendek muharebesi de denilmiştir. İshak'ın beyanına göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Hendek harbinden Medîne'ye dönmüş; müslümanlar da silâhlarını bırakmışlardı. Öğle zamanı Cibrîl (aleyhisselâm) gelerek: «Yâ Muhammed! Melekler henüz silâhı bırakmadı. Allah sana Benî Kureyza üzerine yürümeni emrediyor. Ben de onlara dönüyorum.» dedi Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) üç bin kişi ile Benî Kureyza üzerine yürüdü. Ve öğle namazının orada kılınacağını ilân etti. Buhârî'nin rivâyetinde bu namazın ikindiyi olduğu bildiriliyor, iki rivâyetin arası şöyle bulunmuştur: emri öğle zamanı verilmiştir. O anda bazı kimseler Öğleyi kılmış; bazıları kılmamış olduğundan kılmayanlara: Öğleyi Ben! Kureyza’dan başka bir yerde kılmayın! denilmiş; kılanlara da: İkindiyi Benî Kureyza'dan başka bir yerde kılmayın!» Buyurulmuştur. Umûma hitaben: öğleyi ve ikindiyi Benî Kureyza'dan başka bir yerde kılmayın! demiş olması hattâ ilk hareket edenlere öğleyi, sonrakilere ikindiyi tavsiye etmiş olması da ihtimal dahilindedir. buradaki ihtilâfına gelince: Bunun sebebi delillerin çatış-masıdır. (Şöyle ki): Namazı vaktinde kılmak emredilmiştir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in buradaki emri ise derhal yola çıkıp Benî Kureyza'ya gitmeyi, başka hiç bir şeyle meşgul olmamayı gerektirmektedir. Ama bundan haddi zâtında namazın geriye bırakılması kasdedilmemiştir. îşte sahabeden bazıları bu mânâya bakarak vakti geçirmemek için namazlarını kılmışlardır. Diğerleri ise mânâya değil Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in emrine ve bu emrin zahirine bakarak namazlarını geciktirmişlerdir. Her iki taraf ictihadda bulundukları için Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) hiç birini azarlamamıştır.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cihâd Ve Siyer
Konu: Gazaya Şitab Ve Çatışan İki İşin Daha Mühim Olanını Öne Alma Bâbı
4702-) Bana Ebû't-Tâhir ile Harmele rivâyet ettiler. (Dediler ki): Bize İbn Vehb haber verdi. ki): Bana Yûnus, İbn Şihâb'dan, o da Enes b. Mâlik'den naklen haber verdi. Şöyle dedi: Mekke'den Medine'ye geldikleri vakit, boş elle geldiler. Ensâr ise arazi ve akar sahibi idiler. Onun için Ensâr onlara her yıl mallarının yarı gelirini vermek, onlar da çalışma ve bakım cihetlerini üzer-lerine almak şartı ile taksimde bulundular. Enes b. Mâlik'in annesi vardı —ki ona Ümmü Süleym denilirdi.— Abdullah b. Ebî Talha'nın annesi vardı; Abdullah, Enes'in anne bir dayısı idi. Enes'in annesi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e bir hurmalığını vermiş; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de onu Ümmü Eymen'e (yani) âzâdlısma, Üsâme b. Zeyd'in annesine vermişti. Şihâb Şöyle dedi: Bana Enes b. Mâlik haber verdi ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hayberliler'le harbi bitirip Medine'ye çekildikten sonra Muhacirler Ensârın vermiş oldukları meyve bağışlarını kendilerine iade etmişler. Enes dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de anneme hurmalığım iade etti. Ama Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ümmü Eymen'e o hurmaların yerine kendi bahçesinden verdi. Şihâb ki: Ümmü Eymen'in (yani) Üsâme b. Zeyd'in annesinin halü sânı şu idi ki, kendisi Abdullah b. Abdilmuttalib'in hizmetçisi idi. Habeşlilerdendi. Âmîne Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) babası Öldükten sonra doğurunca ona Ümmü Eymen dadılık ediyordu. Nihayet Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) büyüdü; ve onu âzâd etti. Sonra kendisim Zeyd b. Hârise'ye nikahladı. Bilâhare Ümmü Eymen, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in vefatından beş ay sonra vefat etti.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cihâd Ve Siyer
Konu: Fütuhat Sayesinde Hacet Kalmayınca Muhacirlerin Ensâra Ağaç Ve Meyveden İbaret Olan Bağışlarını İade Etmeleri Bâbı
4703-) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Hâmid b. Ömer El-Bekrâvî ve Muhammed b. Abdila’lâ El-Kaysî hep birden Mu'temir'den rivâyet ettiler. Lâfız İbn Ebî Şeybe'nindir. ki): Bize Mu'temir b. Süleyman Et-Teymî, babasından, o da Enes'den naklen rivâyet etti ki, bir adam (Hâmid'le İbn Abdilâ'lâ: Adam dediler.) Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)' kendi arazîsinden hurmalıkları veriyordu. Nihayet ona Kureyza ile Nadir fethedildi. Artık bundan sonra, verdiklerini adama iade etmeye başladı. ki: Bana da ailem efradı, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e giderek o adamın ailesinin verdiklerini yahut bir kısmını istememi emrettiler. Nebiyyullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onları Ümmü Eymen'e vermişti. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e geldim. O da hana bu hurmaları verdi. Derken Ümmü Eymen gelerek elbiseyi boynuma çaldı. Ve: Vallahi onları sana vermeyiz! Onları bana vermişti! dedi. Bunun üzerine Nebiyyullah (sallallahü aleyhi ve sellem); Ummü Eymen! Bırak onu! Sana da filân ve filân şeyi veriyorum!» buyurdu. Ama Ümmü Eymen de: Asla! Kendisinden başka ilâh olmayan Allah'a yemîn olsun! diyordu. Artık şunu da veriyorum diye diye nihayet kendisine o hurmaların on mislini yahut on misline yakınını verdi. hadîsin birinci rivâyetini Buhârî «Kitâbü’l-Hibede; Nesâî «Kitâbü'l-Menâkıb»de; ikinci rivâyetini Buhârî «Kitâbü'l-Megâzî»de tahrîc etmişlerdir. Bir müddet sütünden, yapağısından istifade etmesi için başkasına verilen koyun veya devedir. Burada bu kelime meyvesinden istifade için verilen hurmalık mânâsında kullanılmıştır. gelince Ensâr, ağaçlarının meyvelerini onlara menîha olarak vermişlerdi. Bazıları bunları şartsız olarak kabul etmiş; bir takımları da ağacına ve yerine lâzım gelen hizmeti yapmak ve çıkanın yansını sahibine vermek şartı ile almışlardı. Zira sırf menîha olarak kabul etmeye şereflerine yedirememişlerdi. Gerçi Müzârea bahsinde geçen bir hadîste Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu taksim teklifini kabul etmediğini görmüştük. Fakat oradaki teklif mallarının yansını tamamiyle bağışlamak için yapılmıştı. Buradaki ise aslını değil rneyvasını bağışlamak içindir. Nitekim bilâhare harpte ellerine mal geçince bu ağaçları sahiplerine iade etmişlerdir. Süleym de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e verdiği hurmalığı, yemişini dilediği gibi tasarruf etmek üzere vermiştir. Onun için de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz bu hurmalığı Ümmü Eymen'e vermişti. Şayet sadece bir ibâha olsaydı onu başkasına veremezdi. akardan murâd hurmalıktır. Ümmü Eymen'in ismi Bereke'dir. Vaktiyle Ubeyd-i Habeşî namında bir zâtla

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cihâd Ve Siyer
Konu: Fütuhat Sayesinde Hacet Kalmayınca Muhacirlerin Ensâra Ağaç Ve Meyveden İbaret Olan Bağışlarını İade Etmeleri Bâbı
4707-) Bize İshâk b. İbrâhîm El-Hanzalî ile İbn Ebî Ömer, Muhammed b. Râfi' ve Abd b. Humeyd rivâyet ettiler. Lâfız İbn Râfi' indir, İbn Râfi' ile İbn Ömer «haddesenâ» tâbirini kullandılar. Diğer ikisi: Bize Abdürrazzâk haber verdi, dediler. ki): Bize Mamer Zührî'den, o da Ubeydullah b. Abdillâh b. Utbe'den, o da İbn Abbâs'dan naklen haber verdi ki, ona da Ebû Süfyân leb beleb haber vermiş. ki).; (sallallahü aleyhi ve sellem)’le aramızda geçen müddette seyahata çıktım. Ben Şam'da iken Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den Hirakl'e yani Roma imparatoruna bir mektub getiriverdiler. Mektubu Dihyetü’l-Kelbî getirmişti. Onu Busrâ emîrine verdi. Busrâ emîri de Hirakl'e verdi. Hirakl: Kendisinin Peygamber olduğunu söyleyen bu adamın kavminden burada kimse var mı? diye sordu. Evet! dediler. Bunun üzerine Kureyş'den birkaç kişi ile birlikte beni de çağırdılar. Hirakl'in yanına girdik. Bizi huzuruna oturttu. Ve: Kendisinin Peygamber olduğunu söyleyen bu adama soyca hanginiz daha yakındır? dedi. Ebû Süfyân ki: Ben! diye cevap verdim. Ve beni onun Önüne, arkadaşlarımı da benim arkama oturttular. Sonra tercümanını çağırarak ona şunu söyledi: Bunlara söyle! Ben kendisinin Peygamber olduğunu söyleyen bu adamın kim olduğunu soruyorum! Eğer bana yalan söyledi ise siz de onu yalanlayın! Râvi diyor ki: Bunun üzerine Ebû Süfyân: Allah'a yemîn olsun ki, yalanım nakledileceğinden korkmasam mutlaka yalan söylerdim! dedi. Sonra Hirakl tercümanma: Buna sor! Onun sizin aranızda asaleti nasıl? dedi. Ebû Süfyân ki: Ben: O aramızda asalet sahibidir; dedim. Babalarından kıral olan var mı idi? Hayır! Onu bu söylediğini söylemezden önce yalanla itham eder mi idiniz? Hayır! Peki ona tâbi' olanlar kim? Halkın eşrafı mı yoksa zayıfları mı? Yok, zayıflan! Bunlar artıyorlar mı, eksiliyorlar mı? Hayır, bilâkis artıyorlar! Onlardan hiç biri onun dînine girdikten sonra beğenmeyerek dininden dönüyor mu? Hayır! Onunla hiç harb ettiniz mi? Evet! Onunla harbiniz nasıl olmuştu? Onunla bizim aramızdaki harb nevbetleşe olur. Kimi o bizi mağ-lûb eder, kimi biz onu! Vefasızlık eder mi? Hayır! Ama biz onunla bir müddet (anlaşma) içindeyiz; o müddette ne yapacağını bilmeyiz! dedim. Vallahi içerisine bundan başka bir şey sokabileceğim bir söz söylemeye bana imkân vermedi. Bu sözü ondan önce hiç bir kimse söyledi mi? diye sordu. Hayır! dedim. Tercümanına dedi ki: Buna söyle! Ben sana onun asaletini sordum; sen de onun aranızda asalet sahibi olduğunu söyledin. Peygamberler de böyledir; kavimlerinin asal etlilerinden gönderilirler. Babalarının içerisinde kıral olan var mı? dedim. Hayır! diye cevap verdin, imdi ben de derim ki: Babalarından kıral olan bulunsa idi, babalarının saltanatım arayan bir adam!., derdim. Sana onun tâbi’lerini sordum. Kavminin zayıfları mı, eşrafı mı? dedim. Yok. zayıfları... dedin. Peygamberlerin tabileri de bunlardır! Sana: Onu bu söylediğini söylemezden önce yalanla itham eder mi idiniz? diye sordum. Hayır! diye cevap verdin! Gerçekten anladım ki, bu zât inamlara yalan söylemeyi bırakıp da giderek Allah'a karşı yalan uyduracak değildir. Sana: Onlardan hiç biri onun dînine girdikten sonra beğenmeyerek dîninden dönüyor mu? diye sordum! Hayır! diye cevap verdin! İşte kalplerin hoşnûdisi İle karıştığı zaman îman da böyledir. Sana: Onun tabileri artıyorlar mı, eksiliyorlar mı? diye sordum; arttıklarını söyledin! İşte îmân da tamam oluncaya kadar böyledir. Sana: Onunla hiç harb ettiniz mî? diye sordum. Onunla harbettiğinizi, aranızda geçen harblerin nevbetleşe olduğunu, kimi onun sizi mağlûb ettiğini, kimi de sizin om mağlûb ettiğinizi söyledin! Peygamberler de böyledir; (evvelâ) ibtilâ edilirler; sonra akıbet onların olur! Sana: Vefasızlık eder mi?, diye sordum. Vefasızlık etmezdiğini söyledin. Peygamberler de böyledir; vefasızlık etmezler. Sana: Bu sözü ondan önce hiç bir kimse söyledi mi? diye sordum. Hayır! diye eevâp verdin! ben de derim ki: Eğer bu sözü ondan önce biri söylemiş olsaydı, ben: Kendinden önce söylenmiş bir söze uyan bir adam!., derdim. Ebû Süfyan ki: Bundan sonra: Size neyi emrediyor? diye sordu. Ben: Bize namazı, zekâtı, akrabaya yardımı ve İffeti emrediyor; dedim. Eğer onun hakkında söylediklerin doğru ise o hakîkaten Peygamberdir. Onun çıkacağını biliyordum; ama sizden olacağını zannetmezdim. Ona kavuşacağımı bilsem mutlaka onunla görüşmek isterdim. Yanında olsam ayaklarını yıkardım! Onun mülkü behemehal ayaklarımın altındaki yere erişecektir! dedi. Sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in mektubunu istedi; ve onu okudu. Bir de baktı ki mektupta şunlar var: ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle: Allah'ın Resûlü Muhammed’den Romalıların büyüğü Hirakl’e: Doğru yola tâbi' olana selâm!.. sonra: (malûmun olsun ki: Ben seni İslâm daveti ile davet ediyorum. Müslüman ol, selâmet bul! Müslüman ol da Allah senin ecrini İki defa versin! Şayet, yüz çevirirsen ırgatların, çiftçilerin vebali de muhakkak senin üzerine olur! Ey kitap ehli! Sizinle aramızda dosdoğru bir kelimeye gelin! Allah'tan başka hiç bir şeye tapmayalım! Ona hiç bir veyİ şerik koşmayalım! Allah'ı bırakıp da birbirimizi Rabb İttihâz etmeyelim! Eğer yüz çevirirlerse! Şahid olun ki biz müslümanlarız! deyiverin!» Sûre-i Âl-i İmrân âyet: okumayı bitirince yanında sesler yükseldi ve gürültü çoğaldı. Bizim için de emir verdi ve dışarı çıkarıldık. Çıktığımız vakit ben arkadaşlarıma: Artık İbn Ebî Kebşe'nin işi iştir!.. Ondan Benî Asfar’ın kralı bile korkuyor! dedim. Ve artık Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in muzaffer olacağına yüzde yüz inanmaya devam ettim. Nihayet Allah İslâm'i bana nasib etti!

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cihâd Ve Siyer
Konu: Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Sellem’in İslama Davet Îçin Hirakle Yazdığı Mektub Bâbı
4708-) Bize bu hadîsi Hasen El-Hulvânî ile Abd b. Humeyd de rivâyet ettiler. (Dediler ki): Bize Ya'kûb —ki İbn İbrahim b. Sa'd'dır— rivâyet etti. ki): Bize babam, Sâlih'den, o da İbn Şihâb'dan bu isnâdla rivâyet etti. Kayser'in başından Acem ordularını defettikten sonra Allah'ın lütfuna şükür İçin Hıms'dan Beyt-i Makdis'e gitti-» Yine bu hadîste: kulu ve Resûlü Muhammed'den» dedi. (Erîsiyyîn yerine) «yerîsiyyîn» tâbirini kullandı. (Dîâyeti'l-islâm yerine) «dâiyeti'l-islâm» dedi. hadîsi Buhârî «Bed'ü’l-Halk, Cihâd, Tefsir, Şehâdât, Cizye, Edeb, îmân, İlim, Ahkâm, Megâzî, Haber-i vâhid» ve «İstizan» bahislerinde; Ebû Dâvûd «Edeb» bahsinde; Tirmizî «İstîzân»'da; Nesâî «Tefsir»'de muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir. «Sünen» sahiplerinden onu tahrîc etmeyen yalnız İbn Mâce olmuştur. Ebû Süfyân’ın bahsettiği müddetten maksat: Hudeybiye anlaşmasıdır. Bu anlaşma hicretin altıncı yılı sonuna doğ' ru yapılmıştı. Ebû Süfyân (radıyallahü anh) o zaman henüz müslüman olmamıştı. Havran şehrinin adıdır. Şamla Hicaz arasında, cenûbta Taberiyye gölü kıyılarına kadar uzanan, toprağı mahsuldar bir yerdir. Bir rivâyette İmparator Hirakı , Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den gelen mektubu Kudüs'teki Beyt-i Makdis'de okumuştur. Mektubu alınca: «Bu adamın kavminden burada kimse var mı?« diye sorması akrabası onun iç ve dış ahvâlini herkesten iyi bileceği içindir. Bir de akrabadan olmayanlar bir kimsenin soyuna sülâlesine dil uzatabilirler; fakat akraba bunu yapmaz. Hazret-i Ebû Süfyân o zaman Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in belli başlı düşmanlarından biri olduğu için onun hakkında yalan söyleyerek imparatorun gözünden düşürmek, kin bağlatmak gibi şeyler düşünmüşse de, yalanı derhal Mekke müşriklerine ulaştırılarak kendinin gözden düşmesine sebep olacağını bildiği için buna cesaret edememiştir. Bu hal yalanın İslâm'da olduğu gibi. câhiliyet devrinde de çirkin sayılırdığını gösterir. ki Hirakı Hazret-i Ebû Süfyân'a birçok suâller sormuş; aldığı cevaplar neticesinde: «Peygamberler de böyle idi» demiştir. Hattâ bu suâl ve cevapların sonunda âhir zaman Peygamberinin çıkacağını bildiğini de söylemiştir. Acaba bunları nereden bilmiştir? Ulemâ bunları geçmiş kitaplardan öğrendiğini veya aklî karinelerle bildiğini söylerler. Filhakika İncil'de Ahmed isminde bir âhir zaman Peygamberi geleceğinin bildirildiğini Kur'ân-ı Kerim haber vermektedir. Ancak hıristiyan paazları İslâm'a olan düşmanlıklarından dolayı bunu tahrif ederek gizlemişlerdir. Son devrin Osmanli ulemâsından Abdullâtîf Harpûtî merhum «Tenkîhu'l-Kelâm...» adlı eserinde bundan bahsetmiştir. huzurunda Hazret-i Ebû Süfyân'i öne, arkadaşlarını onun arkasına oturtmaları —bazı ulemâya göre— şayet Ebû Süfyân yalan söyleyecekse sıkılmasın diyedir. Çünkü bir kimsenin yüzüne karşı yalan söylemek insana güç gelir. sualleri manidardır. İbn Battal diyor ki: Hirakl'in haberleri ve her haberi ayrı ayrı sorması eski kitaplardan almadır. Zîra bütün bu sordukları, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) in, ellerindeki Tevrât'la İncî1'de yazılı evsâfıdır.» suâllerine hasebten başlamıştır. Soy sop, şeref, asalet demektir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in âsîl bir aileden geldiği cevabına karşı: «Peygamberler de böyledir; kavimlerinin asaletlilerinden gönderilirler!» demiştir. Bundaki hikmet: Asilzadenin bâtıla intisab etmekten uzak kalması ve insanların kendisine kolaylıkla inanmasına sebep olmasıdır. Peygamberlere evvelâ insanların zayıf tabaksının îmân etmesi ise, eşrafın kendileri ayarında birinin öne geçmesini bir izzet-i nefis meselesi yaparak çekememelerin-den ileri gelir. Zayıf tabakanın böyle bir dâvası yoktur. Onun için hakka kolaylıkla inkıyâd ederler. dönen olup olmadığını sorması, bir insanın hakikatim bilerek girdiği bir işten dönmeyeceği malûm olduğu içindir. Bâtıla saplanan ise bir müddet sonra hatasını anlayarak ondan vaz geçer. , suâline gelince: Vefasızdan Peygamber olmayacağını Hirakl bilirdi. Zîrâ dünya menfaatleri peşinde koşan bir adam bu uğurda sözünden dönme, aldatma gibi şeylere tevessül edebilir; fakat âhiret için çalışan asla bu gibi şeylere tenezzül etmez. suâl cevap faslı bitekten sonra Hirakl: «Eğer onun hakkında söylediklerin doğru ise o hakîkaten Peygamberdir. Onun çıkacağını biliyordum... Yanında olsam ayaklarını yıkardım!..» gibi îmânına delâlet eden sitayişkâr sözler söylemiştir. Hattâ Buhârî'deki rivâyetin sonunda Romalılar'a şöyle hitâb etmiştir: Romalılar! Felaha, hakka ermeyi ve mülkünüzün elinizde kalmasını ister misiniz! O halde bu Peygambere tâbi' olun!..» Hadîsin devamı şöyledir: üzerine Romalılar vahşî eşekler gibi kapılara koştular; fakat onları kapalı buldular. Hirakl onların kaçışını görüp îmândan ümidini kesince: Bunları benim yanıma iade edin! dedi ve kendilerine şunu söyledi: Ben demin size söylediğim sözümü sizin dîniruze olan metanet ve gayretinizi denemek için söyledim; bunu da gördüm!..» Romalılar kendisine secde ettiler; ondan razı oldular. İşte Hirakl'in son hâli bu idi. «Acaba Hirakl hakîkaten îmân etmiş mi îdi?» bu suâlin cevabında mütereddit görünüyor. Bazıları son olarak: «Ben sizi denemek için Öyle söyledim.» demesine bakarak İslâm'ı kalben tasdik etmediğine kail olmuş, fakat allâme Ayni buna i'tirazla:« Caiz ki, bu sözü, kaçtıklarını görünce kendisini öldüreceklerinden korktuğu için söylemiş; bununla onları iskât ve tatmin etmek istemiştir. Kalbindekine biz nereden vâkıf olalım; bu sözün kalbin tasdiki ile söylenip söylenmediğini nereden bilelim!» demiş; sonra şunları söylemiştir: «Lâkin diyor ki: Hirakl'in (Bilmiş olsam ona kavuşmak külfetini göze alırdım...) sözünde bir mazeret yoktur. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in hak Nebî olduğunu bilmişti. Ancak tahtına kıyamadı; riyasete rağbet gösterdi. Ve bunları İslâm'a tercih etti. Bu cihet «Sahîh-i Buhârî»de sarahaten beyan edilmiş: Allahü teâlâ onun hidâyetini dilese idi kendisini Necâsî gibi muvaffak kılar; riyaset de elinden gitmezdi.) denilmiştir.» Ömer: «Kayser, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e îmân etmiş, fakat patrikleri razı olmamıştır.» diyor. Kayser, Roma imparatorlarına verilen unvandır. Nitekim Habeş imparatorlarına Necâşî, Yemen kırallarına Tübba', Mısır kıratlarına Fir'avn denilirdi... îmân etmediğine bu hâdiseden sonra vuku' bulan Mûte harbi ile de istidlal ederler. İbn İshâk'ın beyânına göre bu harbe Hirakl yüz bin kişilik bir müşrik ordusu ile iştirak etmiştir. Bununla beraber yine de îmânını gizlemiş; bunları saltanatını korumak ve öldürülmekten korkmak gibi sebeplerle yapmış olması ihtimali üzerinde duranlar vardır. Ancak İmâm Ahmed'in «Müsned»inde şöyle bir hadîs vardır: «Hirakl Tebûk'ten Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e: Ben müslümanım diye mektup yazdı. Fakat Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): söylemiş: Bilâkis o hıristîyanlığında dâimdir! Buyurdu.» Battal: «Bizce Hirakl'in alenen müslüman oluşu sahih değildir. Bizim bildiğimiz, onun saltanatını, kelime-i hakkı alenen söylemeye tercih etmesidir. Büz, alenen söylemedikçe bir kimsenin müslüman olduğuna kanaat getirenleyiz. Hirakl mükreh ve muztar değildi, ki, ma'zûr olsun! Onun işi Allah'a kalmıştır.» diyor. kelimesi hadîsin ikinci rivâyetinde «yerîsiyyîn» şeklinde okunmuştur. Bu kelime «Ensin» ve «ırrîsîn» şekillerinde de. okunmuştur. En meşhur kıraeti «erişi yyîn»'dir. Mânâsında dahi ihtilâf olunmuştur. En meşhur kavle göre erîsiyyîn: Irgat ve çiftçilerdir. Cümlesinin mânâsı: «Sana tâbi' olan halkın vebali de senin üzerine olur.» demektir. Bunlarla bütün teb'a halkı kasdedilmiştir. Zira bu sınıf hem ekseriyeti teşkil etmekte hem de kolaylıkla ram olmaktadırlar. Binâenaleyh Hirakl müslüman olursa onlar da İslâmiyeti kabul eder; olmazsa onlar da kabul etmezlerdi. «Bunlardan murâd: Yahûdilerle hıristiyanlardır.» demiş; bir takımları da insanları kötü yollara sevkeden kırallar olduğunu söylemişlerdir. da'vet demektir. Bundan maksat kelime-i tevhîddir. «İbn Ebî Kebşe»'den murâd Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dir. Vaktiyle Huzâa kabilesinden İbn Ebî Kebşe bu hususta ona tâbi' olmamış. İşte Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) nâmında biri Şi'râ denilen yıldıza tapmış, fakat Araplardan biç bin müşriklerin dînine uymamak hususunda bu adama benzetilerek kendisine burada İbn Ebî Kebşe denilmiştir. Ebû'l- Hasen Cürcânî'ye göre bu teşbih Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e düşmanlık için yapılmıştır. Bazıları: «Bundan murâdlari Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): değil, mücerred teşbihtir.» demişlerdir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in anne tarafından dedesine Ebû Kebşe denildiğini söyleyenler olduğu gibi, süt babasına Ebû Kebşe denildiğini ileri sürenler ve daha başka İbn Kebşe'lerden bahsedenler de olmuştur. Asfar: Romalılar'dır. Bunların menşeleri hakkında da muhtelif kaviller ileri sürülmüştür. Ebû İshâk'a göre İshâk (radıyallahü anh)’ın neslinden Asfar b. Rûm'un sülâlesidir ki, Kâdî Iyâz da bu kavli muvafık bulmuştur.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cihâd Ve Siyer
Konu: Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Sellem’in İslama Davet Îçin Hirakle Yazdığı Mektub Bâbı
4709-) Bana Yusuf b. Hammâd El-Ma'nî rivâyet etti. ki): Bize Abdüla'lâ, Saîd'den, o da Katâde'den, o da Enes'den naklen rivâyet etti ki, Nebiyyullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Kisrâ'ya, Kayser'e, Necâşî'ye ve her diktatöre mektup yazarak kendilerini Allahü teâlâ'ya da'vet etmiştir. Bu Necâşî cenaze namazını Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in kıldığı Necâşî değildir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cihâd Ve Siyer
Konu: Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Sellem’in Küffar Kırallarına Kendilerini Allah Azze Ve Celleye Davet İçin Yazdığı Mektublar Bâbı
4710-) Bize bu hadîsi Muhammed b. Abdillâh Er-Ruzzî de rivâyet etti. ki): Bize Abdülvehhâb b. Atâ', Saîd'den, o da Katâde'den naklen rivâyet etti. ki): Bize Enes b. Mâlik, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den bu hadîsin mislini rivâyet etti. Ama: «Bu Necâşî, cenaze namazını Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in kıldığı Necâşî değildir.» demedi.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cihâd Ve Siyer
Konu: Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Sellem’in Küffar Kırallarına Kendilerini Allah Azze Ve Celleye Davet İçin Yazdığı Mektublar Bâbı
4711-) Bana bu hadîsi Nasr b. Aliy El-Cehdamî dahi rivâyet etti. ki): Bana babam haber verdi. ki): Bana Hâlid b. Kays. Katâde’den, o da Enes b. Mâlik'ten naklen rivâyet etti. Fakat: «Bu Necâşî, cenaze namazını Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in kıldığı Necâşî değildir.» ifadesini anmadı. şârihi Ayni bu cümle için: «Galiba râvilerden birinin vehmi olacaktır. Yahut Habeş kırallarından birine büyük kıralın ismini vermiştir. Yahut Necâşî öldükten sonra onun yerine geçene mektup yazıldığına hamledilir.» diyor. şerif, küffarla yazışmanın caiz olduğuna, onları İslâm'a da'vetin lüzumuna, mektupla ve haber-i vâhidle amel edilebileceğine delâlet etmektedir.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cihâd Ve Siyer
Konu: Peygamber Sallallahü Aleyhi Ve Sellem’in Küffar Kırallarına Kendilerini Allah Azze Ve Celleye Davet İçin Yazdığı Mektublar Bâbı
4712-) Bana Ebû't Tâhir Ahmed b. Amr b. Şerh rivâyet etti. ki): Bize İbn Vehb haber verdi. ki): Bana Yûnus, İbn Şihâb'tan naklen haber verdi. ki): Bana Kesir b. Abbâs b. Abdil-muttalib rivâyet etti. ki): Abbâs şunları söyledi: (sallallahü aleyhi ve sellem)'le birlikte Huneyn harbinde bulundum. Ebû Süiyân b. Haris b. Abdümuttalib ile ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in peşine takılarak ondan ayrılmadık. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) beyaz bir katırının üzerinde idi. Onu kendisine Ferve b. Nüfâsete'l-Cüzâmî hediyye etmişti. Müslümanlarla küffâr karşılaşınca müslümanlar dönüp gerilediler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ise katırını kâfirlere doğru mahmuzlamaya başladı. Ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in katırının geminden tutuyor; onu kopmasın diye men' ediyordum. Ebû Süfyân da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in özengisinden tutuyordu. Derken Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): Abbâs! Ashâb-ı semurayı çağır!» dedi. Abbâs sesi kuvvetli bir zatmış. ki): Ben de sesim çıkabildiğine: Ashâb-ı semûra nerede? diye haykırdım. Vallahi sesimi işittikleri vakit (yerlerine) dönüşleri, ineğin yavrularına dönüşü gibi idi. Ve: Yâ lebbeyk!.. Yâ lebbeyk!.. diyerek küffarla harbettiler. çağırmak için: Ey Ensâr cemaati! Ey Ensâr cemaati! diyorlardı. Sonra da'yet Benî Haris İbn’l-Hazrec'e inhisar etti. Ve: Yâ Benî Haris İbn'l-Hazrec! Yâ Benî Haris İbn'l-Hazrec! dediler. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) katırının üzerinde uzanmış gibi bir vaziyette onların çarpışmasına baktı da: tandırın kızıştığı zamandır!» buyurdu. Sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) birkaç çakıl alarak onları küf farın yüzlerine attı ve: Rabbine yemîn olsun bozguna uğradılar!» dedi. Az sonra ben bakmağa gittim. Ne göreyim harb onun dediği şekilde!.. Vallahi o küffara attığı çakıllarından başka bir şey yapmamıştı. Artık onların kuvvetinin zayıfladığını, işlerinin gerilediğini gördüm durdum!

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cihâd Ve Siyer
Konu: Huneyn Gazası Hakkında Bir Bab
4713-) Bize bu hadîsi İshâk b. İbrahim ile Muhammed b. Râfi' ye Abd b. Humeyd de hep birden Abdürrazzâk'tan rivâyet ettiler. (Dediler ki): Bize Ma'mer, Zührî'den bu isnâdla bu hadîsin mislini haber verdi. Yalnız o: «Fervetü'bnü Nüâmete'l-Cüzamî» demiş; bir de: «Kâ'be'-nin Rabbine yemin olsun bozguna uğradılar! Kâ'be'nin Rabbine yemîn olsun bozguna uğradılar! demiştir. Bu hadiste şunu da ziyade etmiştir: «Nihayet Allah onları bozguna uğrattı. Ben Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i onların arkasında katırının üzerinde onu mahmuzlarken hâlâ görür gibiyim!»

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cihâd Ve Siyer
Konu: Huneyn Gazası Hakkında Bir Bab
4714-) Bize bu hadîsi İbn Ebî Ömer de rivâyet etti, ki): Bize Süfyân b. Uyeyne, Zührî'den rivâyet etti. ki): Bana Kesîr b. Abbâs, babasından naklen haber verdi. ki): harbi günü ben Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'le beraberdim... ve râvî hadîsi nakletmiştir. Şu kadar var ki, Yûnus'la Ma'-mer'in hadîsleri ondan daha uzun ve daha tamamdır. Mekke ile Tâif arasında bir vadidir. Mekke'ye takriben üç günlük mesafededir. Huneyn harbi hicretin sekizinci yılında olmuştur. Bu harbin sebebi şudur: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Huzâa kabilesine yardım için Mekke'ye gitmeyi kararlaştırmış; fakat bu haber Hevâzin kabilesine ters ulaştırılarak kendileriyle harb edecekmiş şeklinde bildirilmişti. Bu kabile cengâverliği ile meşhur olup o gün için müslümanlann en amansız düşmanı idi. Sakîf kabilesi de bu hususta Hevâzin'den aşağı kalmıyordu. Bunlar derhal hazırlanarak Zülmecâz panayırının kurulduğu yere geldiler. Bu yer Huneyn'in eteğindedir. Müslümanlar bu harbe 12 000 kişi ile iştirak etmişlerdir. Bu çokluk bidayette kendilerine ucub getirmiş ve harbin ilk safhasında bozulup gerilemişlerse de sonradan Allah'ın nusratı yetişmiş; ve harbi kazanmışlar; birçok ganimetler de ele geçirmişlerdir. Kerîm'in Tevbe Tevbe Suresi: 25-26 sûresinde Huneyn harbi hakkında şöyle buyurulmaktadır: ki, Allah size birçok yerlerde ve Huneyn gününde yardım etmiştir. Hani o gün çokluğunuza böbürlenmiştiniz; fakat bunun size hiç bir faydacı olmamış ve yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti! Sonra dönüp gerilemişdiniz. Bundan sonra Allah huzur ve sükûnetini Resûlüne ve mü'minler üzerine indirdi, bir de sizin görmediğiniz askerler indirerek küfredenlere azâb verdi, işte kâfirlerin cezası budur!.." kavle göre bu harbte gökten sekiz bin, başka bir kavle göre beş bin melek inmiştir, on altı bin melek indiğini söyleyenler de vardır. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in beyaz bir katıra bindiği, başka bir rivâyette ise katırın siyah benekli beyaz renkte olduğu bildiriliyor. Bunların ikisi de birdir. Ulemânın beyânına göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in bundan başka katırı yoktu; ismi de düldüldü. hediyye eden zâtın adı birinci rivâyette Ferve b. Nafâse , ikincide Fer ve b. Nuâme olduğu bildirilmişse de «Sahih ve maruf olan birincisidir.» diyor. Bu zâtın müslüman olup olmadığı ihtilaflıdır. Hattâ Buhârî'nin rivâyetine göre ! ?-diyy«nin sahibi Eyle kiralı Yohanna'dır. kızışıp ordusunu başı sıkıldığı anda Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in bu hayvana bûımesi onun son derece cesur olduğunun delilidir. Zîra ancak böyle yaparsa müslumanların mercii ve mu'temedi olur; kendisini görüp yerini bilmekle kalbleri itminan bulurdu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu hayvana kaiden binmişti. Yoksa kendisinin ma'rûf atları vardı; onlardan birine binebilirdi. Askeri etrafından dağıldığı halde hayvanını mahmuziayarak müşriklerin üzerine ilerlemesi ve her taraftan kuşatıldığı zaman —kaçmak şöyle dursun— yere inerek sebat göstermesi akıllara hayret verecek derecede cesur ve sabırlı olduğunu gösterir. Bazıları bunu piyadeyi teselli için yaptığını söylerler. kirâm onun bütün harblerde şecaat gösterdiğini rivâyet etmişlerdir. Bütün Peygamberlerin hâlü şanı da böyledir." Onlar Allah'ın va'dîne güvenir; şehîd olup, Allah'a kavuşmaya can atarlardı. Hiç birinin —hâşâ— harb meydanından kaçtığı sabit olmamıştır. Ulemâ onlara harb-ten kaçma isnadında bulunan bir kimsenin tevbesi bahis mevzuu olmaksızın Öldürülmesi îcâbettiğini söylemişlerdir. Çünkü böyle bir isnâd, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in kara olduğunu yahut arap değildiğini iddiaya benzer ki, kat'î surette bilinen bir sıfatını inkâr demektir; bu ise —ma'âzallah— küfürdür. bu hususta şunları söylemiştir: «Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e bir noksanlık veya kusur izafe eden kimsenin Öldürülmesi lâzım geldiğine bazı ulemâmız icmâ' nakletmişlerdir. Bir takımları böyle bir kimseden tevbe isteneceğini, tevbe etmediği takdirde öldürüleceğini söylemişlerdir.» İbn Battal de: «Çünkü sözünü te'vîl etmezse kâfirdir; te'vîl ederse özrü kabul olunur.» diyor. harbte ashabın dağılmalarına gelince: Onlar, bir daha dönmemek üzere harbten kaçmamış; biraz yerlerinden gerilemişlerdir. Nitekim çağırıldıkları vakit «Lebbeyk» diyerek hemen koşup gelmeleri de bunu gösterir. Harb sahnesinden uzaklaşmış olsalar çağırıldıklarını nereden bilecek ve işiteceklerdi? Zâten bir kısmı hiç gerilememiş; Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte yerlerinde sebat göstermişlerdi. Bunlar bir rivâyette on iki, başka bir rivâyete göre yüz kişi idiler. Nevevî bu harbte gerileyenlerin ekseriyetle müellefe-i kulûb ile henüz müslüman olmayan Mekke müşrikleri olduğunu söylüyor. O gün müslüman ordusunda fırsat kollayan müşrikler de varmış, (sallallahü aleyhi ve sellem)’in askerini Hazret-i Abbâs'a çağırtması sesi gür olduğu içindir. Onun sabaha karşı Medine'deki Sela' dağının üzerinden bağırarak sekiz mil uzaktaki kölelerine işittirdiği rivâyet olunur. Semura: Hudeybiye'de ağaç altında Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e bey'at edenlerdir. lebbeyk!» buyurun! Hazırız manasınadır. (Bu kelime hakkında kitabımızın baş taraflarında tafsilât verilmişti.) Tandıra benzeyen bir taştır. Üzerinde yiyecek pişirilir. Harplerin kızışması bu taşın sıcaklığına benzetilerek darb-ı mesel olmuştur. Bazıları bunun doğrudan doğruya tandır olduğunu söylemişlerdir. «Bu, tandırın kızıştığı zamandır.» cümlesini ilk defa Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimizin söylediği de rivâyet olunur.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cihâd Ve Siyer
Konu: Huneyn Gazası Hakkında Bir Bab
4715-) Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti. ki) ; Bize Ebû Hayseme, Ebû İshâk'tan naklen haber verdi. (Şöyle dedi): Bir adam Berâ'a: Yâ Ebâ Umara! Siz Huneyn günü (harbten) kaçtınız mı? diye sordu. Berâ' şu cevabı verdi: Hayır, vallahi! Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) dönüp gitmedi. Lâkin şu var ki, ashabının gençleri ve aceleci takımı zırhsız, üzerlerinde silâh olmaksızın yahut çok silâh olmaksızın (meydana) çıkmışlardı. Ve atıcı, okları yere düşmeyen bir kavimle Hevâzin ve Benî Nasr toplulukları ile karşılaştılar. Bunlar kendilerini öyle bir ok yağmuruna tuttular ki, nerde ise okları hiç boşa gitmiyordu. Orada Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in de üzerine yürüdüler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) beyaz katırının üzerinde idi. Ebû Süfyân b. Haris b. Abdilmuttalib de onu yediyordu. Hemen (yere) inerek Allah'tan zafer diledi ve: benim yalan yok! Abdülmuttalib'in oğlu benim!» dedi. Sonra askerini sıraya dizdi.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cihâd Ve Siyer
Konu: Huneyn Gazası Hakkında Bir Bab
4716-) Bize Ahmed b. Cenâb El-Missîsi rivâyet etti. ki): Bize Îsâ b. Yûnus, Zekeriyyâ'dan, o da Ebû İshâk'dan naklen rivâyet etti. (Şöyle dedi): Berâ'a bir adam gelerek: Siz Huneyn günü dönüp gittiniz mi yâ Ebâ Umara? diye sordu. Bunun üzerine Berâ' şunları söyledi: Nebiyyüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e şehâdet ederim ki dönüp gitmedi. Lâkin insanların aceleci takımı ve zırhsızlar Hevâzin'in şu kabilesine gittiler. Halbuki onlar atıcı bir kavimdir. Kendilerini ok yağmuruna tuttular. Sanki bu oklar bir çekirge sürüsü idi. Derken bozuldular. Düşman Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e doğru yöneldi. Ebû Süfyân b. Haris katırını yediyordu. Derken (yere) indi. Dua etti ve zafer diledi. Hem: benim; yalan yok! Abdülmuttalib'in oğlu benim! Allahım, yardımını indir!» diyordu. ki: «Vallahi harb kızıştı mı biz onunla korunuyorduk! Bizim cesurumuz onunla (yani) Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’le bir hizada durandı.»

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cihâd Ve Siyer
Konu: Huneyn Gazası Hakkında Bir Bab
4717-) Bize Muhammed b. El-Müsennâ ile İbn Beşşâr da rivâyet ettiler. Lâfız İbn'l-Müsennâ'nındır. (Dediler ki): Bize Muhammed b. Ca'fer rivâyet etti. ki): Bize Şu'be, Ebû İshâk'tan, rivâyet etti. ki): Befâ'dan dinledim; kendisine Kays (kabilesin)’den bir adam: Siz Huneyn günü Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den kaçtı-nıx mı? diye sordu da Berâ' şunları söyledi: lâkin Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kaçmadı. O gün Hevâ-zin (kabilesi) atıcı idiler. Ama biz üzerlerine hücum edince bozuldular. Biz de ganimetlerin üzerine çullandık. Derken bizi oklarla karşıladılar. Gerçekten Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i beyaz katırının üzerinde gördüm. Ebû Süfyân b. Haris de geminden tutmuştu. Kendisi: benim; yalan yok! Abdölmuttalib'in oğlu benimi» diyordu.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cihâd Ve Siyer
Konu: Huneyn Gazası Hakkında Bir Bab
4718-) Bana Züheyr b. Harb ile Muhammed b. El-Müsennâ ve Ebû Bekir b. Hellâd da rivâyet ettiler. (Dediler ki): Bize Yahya b. Saîd, Süfyân'dan rivâyet etti. ki): Bana Ebû İshâk, Berâ'dan rivâyet etti Berâ' kendisine bir adamın: Yâ Ebâ Umara! dediğini söylemiş... râvi hadîsi anlattı. Ama onun hadîsi Ötekilerden daha az; onların hadîsi daha tamamdır.

Kaynak: Sahîh-i Müslim, Cihâd Ve Siyer
Konu: Huneyn Gazası Hakkında Bir Bab