Sahîh-i Müslim Hadis Kitabı
7688-)
Bize İshak b. İbrahim ile Muhammed b. Müsennâ El-Anezî ve Muhammed b. Abdillah Er-Ruzzî toptan Sekafi'den rivâyet ettiler. Lâfız İbn Müsennâ'nındır. ki): Bize Abdû'l-Vehhâb rivâyet etti. ki): Bize Hâlid, Muhammed b. Sîrîn'den, o da Ebû Ilüreyre’den naklen rivâyet etti. (Şöyle dedi): Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): İsrail'den bir ümmet kaybolmuştur. Ne yaptığı bilinmiyor. Ben bu ümmetin fareden başka bir şey olmadığını zannediyorum. Onu görmüyor musunuz? Kendisine deve sütü konursa içmez, koyun sütü konursa içer.» buyurdular. Hüreyre ki: Müteakiben ben bu hadîsi Ka'ba rivâyet ettim de, bunu Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den sen mi işittin? diye sordu. Ben: Evet! cevâbını verdim. Bunu defalarca söyledi. (Kendisine) Ben Tevrat'ı okuyor muyum? dedim. kendi rivâyetinde: «Ne yaptığım bilmiyoruz...» dedi.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zühd Ve Rakâik
Konu: Fare Ve Onun Şekil Değiştirmiş Olması Hakkında Bir Bab
7689-)
Bana Ebû Küreyb Muhammed b. Ala' da rivâyet etti. ki): Bize Ebû Üsâme, Hişam'dan, o da Muhammed'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti, (Şöyle dedi): şekil değiştirmiştir. Bunun alâmeti önüne koyun sütü konursa onu içmesi, deve sütü konursa taîmamasidır.» Bunun üzerine Ka'b ona: Bunu sen Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve Sçilem)’den mi işittin? diye sormuş. Ebû Hüreyre: Yâ bana Tevrat mı indirildi? cevâbını vermiştir. hadîsi Buhârî «Kitâbu-Bed-il-Halku'da tahric etmiştir. insanı kendi şeklinde değiştirip çirkin bir kılığa sokmak demek olduğunu evvelce görmüştük. Benî İsrail'den bazılarının meshedildikleri Kur'ân-ı Kerîm'de haber verilmektedir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) farenin deve sütü içmeyip, koyun sütü içtiğine bakarak yok olan Benî İsrail taifesinin fareye tebdil edildiği zannına varmıştır. Gerçi bir hadîs-i şerifte şekli tebdil edilen insanların nesli olmadığı beyân buyurulmuştur. Fakat zahire bakılırsa buradaki Hazret-i Ebû Hüreyre rivâyetleri o hadîsten önce vârid olmuştur. Demek oluyor ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) evvelâ farenin Benî İsrail'den tebdil edilme bir hayvan olduğunu zannetmiş. Sonra kendisine hakikati hâl bildirilmiş, farenin memsuh olmadığım anlamıştır. Ebû Hüreyre'nin Ka'b (radıyallahü anh)'a: «Ben Tevrat'ı okuyor muyum?» sözü: Ben Tevrat vesâir kitapları okumuş değilim ki, onlardan sana nakiller yapayım. Söylediklerim ancak Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den işittiklerimdir... manasınadır. Ebû Hüreyre aynı zamanda Hazret-i Ka'b'a ta'rizde de bulunmuştur. Çünkü Ka'b (radıyallahü anh) aslen yahûdi idi. Ve Tevrat hükümlerini bilirdi. Farenin deve sütü içmemesinden memsuh olduğuna istidlal edilmesi Benî İsrail'e deve sütleri ve etleri haram kılındığındandır. Onlar deve sütü içmez, koyun sütü içerlerdi. Hazret-i Ka'b’ın Ebû Hüreyre'ye hiç bir şey söylemeyip susması, onun kemâl-i takva sahibi bir zât olduğuna delildir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zühd Ve Rakâik
Konu: Fare Ve Onun Şekil Değiştirmiş Olması Hakkında Bir Bab
7690-)
Bize Kuteyue b. Saîd rivâyet etti. ki): Bize Leys, Ukayl'dan, o da Zühri'den, o da İbn Müseyyeb'den, o da Ebû Hüreyre’den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen rivâyet etti: bir delikten iki defa ısırılmaz.» buyurmuşlar.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zühd Ve Rakâik
Konu: Mümin Bir Delikten İki Defa Isırılmaz” Hadisi Bâbı
7691-)
Bana bu hadîsi Ebû't-Tâhir ile Harmele b. Yahya da rivâyet ettiler. (Dediler ki): Bize İbn Vehb Yûnus'dan naklen haber verdi. H. Züheyr b. Harb île Muhammed b. Hatim dahi rivâyet ettiler. (Dediler ki): Bize Ya'kub b. İbrahim rivâyet etti. ki): Bize İbn Şihâb'ın kardeşi oğlu, amcasından, o da İbn Müseyyeb'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen bu hadîsin mislini rivâyet etti. hadîsi Buhârî «Kitâbu'l-Edeb»'de tahric etmiştir. şerif «yûldegu» fiilinin nehy şekliyle de rivâyet olunmuştur. Bu takdirde mânâ: «Mü'min, bir delikten iki defa ısırılmamalıdır.» demek olur. Her iki rivâyete göre de, hadîsden murad; aklı başında bir mü'mi-nin gafil avlanmaması ve tekrar tekrar aldanmaması lâzım geldiğine ten-bihtir. Bazıları bundan dünya umuru hakkında değil, âhiret umuru hakkında aldanmaması kastedildiğini söylemişlerdir. meşhur bir sebebi vardır: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Bedir harbinde Ebû İzze namındaki şâiri esir almış ve kendisine minnette bulunarak serbest bırakmış. Müslümanlar aleyhine kimseyi kışkırtmayacağına ve kendisini hicvetmeyeceğine ondan söz almıştı. Fakat Ebû Izze kavminin yanına varınca sözünde durmamış, kışkırtma ve hicivlerine tekrar başlamıştır. Bilâhare Uhud harbinde yine müslumanların eline esir düşerek minnet dilemiş, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de: bir delikten iki defa ısırılmaz.» buyurmuştur. Bu sebep hadîsin nehy şeklindeki rivâyetini zayıflatır.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zühd Ve Rakâik
Konu: Mümin Bir Delikten İki Defa Isırılmaz” Hadisi Bâbı
7692-)
Bize Heddâb b. Hâlid El-Ezdî ile Şeyban b. Ferrûh hep birden Süleyman b. Muğîra'dan rivâyet ettiler. Lâfız Seyhan'ındır. (De di ki): Bize Süleyman rivâyet etti. ki): Bize Sabit, Abdurrahmaı b. Ebî Leylâ'dan, o da Suhayb'den naklen rivâyet etti. (Şöyle dedi) (sallallahü aleyhi ve sellem): işine şaşarım. Gerçekten onun bütün işleri hayırdır. bu mü' ininden başka hiç bir kimsede yoktur. Kendisine varlık isabet ederse şüt reyler, bu onun İçin hayr olur. Darlık isabet ederse sabreyler, bu da onu için hayr olur.» buyurdular. şerîf kâmil bir mü'minin nasıl hareket etmesi lâzım geldiği işaret buyurmaktadır. Mü'min zenginlerse şükredecektir. Bunun mânâl zekâtını vermek, muhtaçları gözetmek vesairedir. Dara düştüğü zaman da sabredecektir. Zira sabrın sonu mutlaka selâmettir. Muvakkaten sıkıntı duçar olan mü'min bir imtihan geçiriyor demektir. Bu imtihanda muvaffak olmanın sırrı sabırdır. Böylece mü'minin her işi kendisi için hayr o muş olur.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zühd Ve Rakâik
Konu: «mü’minin Her Îşi Hayırdır» Hadisi Bâbı
7693-)
Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti. ki): Bize Yezid b. Zürey', Hâlid El-Hazzâ’dan, o da Abdurrahman b. Eb; Bekra'dan, o da babasından naklen rivâyet etti. (Şöyle dedi),: Nebiyyullah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in huzurunda bir adam birini medhetti. Bunun üzerine tekrar tekrar: sana! Arkadaşının boynunu kestîn! Arkadaşının boynunu kestin!» buyurdu (ve şöyle devam etti): behemehal arkadaşmı methedecekse, bari filân; zannediyorum; Allah ona kâfidir; ben Allah'a karşı kimseyi tezkiye etmem —onu biliyorsa— zannederim şöyle şöyledir gibi sözler söylesin!»
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zühd Ve Rakâik
Konu: Medihde İfrat Bulunduğu Ve Medkedilen Hakkında Fitneye Sebep Olacağından Korkulduğu Vakit Medhin Yasak Edilmesi Bâbı
7694-)
Bana Muhammed b. Amr b. Abbad b. Cebele b. Ebî Kayvad da rivâyet etti. (Dodi ki): Bize Muhammed b. Ca'fer rivâyet etti, H. Bana Ebû Bekr b. NâH' dahi rivâyet etti. ki): Bize Gundevi haber verdi. ki): Bize Şu'be, Hâüd El-Hazza'cian, o da Abdurrahman b. Ebî Bekra'dan, o da babasından, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen rivâyet etti ki, huzurunda bir adamın zikri geçmiş de biri: Ya Resûlallah! Şu ve şu husûsatta Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den sonra ondan faziletti adam yoktur, demiş. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): sana! Arkadaşının boğazını kestin!» buyurmuş. Bunu tekrar tekrar söylemiş. Sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): din kardeşini behemehal medhedecekse ve şayet öyle olduğu görülüyorsa, bâri filânı zannediyorum; ben Allah'a karşı kimseyi tezkiye etmem, desin!» buyurmuşlar.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zühd Ve Rakâik
Konu: Medihde İfrat Bulunduğu Ve Medkedilen Hakkında Fitneye Sebep Olacağından Korkulduğu Vakit Medhin Yasak Edilmesi Bâbı
7695-)
Bana bu hadîsi Amru'n-Nâkıd da rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Hâşim b. Kaâsım rivâyet etti. H. bu hadisi Ebû Bekr b. Ebî Şeybe de rivâyet etti. ki): Bize Şebâbe b. Sevvâr rivâyet etti. Her iki râvi Şu'be'den bu isnadla Yezid b. Zürey'în hadîsi gibi rivâyet etmişlerdir.. Ama onların hadîsinde: «Bir adam: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den sonra ondan fazîletli kimse yoktur, dedi.» cümlesi yoktur.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zühd Ve Rakâik
Konu: Medihde İfrat Bulunduğu Ve Medkedilen Hakkında Fitneye Sebep Olacağından Korkulduğu Vakit Medhin Yasak Edilmesi Bâbı
7696-)
Bana Ebû Ca'fer Muhammed b. Sabbah rivâyet etti. ki): Bize İsmail b. Zekeriyya, Büreyd b. Abdillah b. Ebî Bürde'den; o da Ebu Musâ'dan naklen rivâyet etti. (Şöyle demiş): Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir adamın birini senâ ettiğini ve onu medihte ileri gittiğini işitti de: helâk ettiniz yahut bu adamın belini kestiniz.» buyurdular.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zühd Ve Rakâik
Konu: Medihde İfrat Bulunduğu Ve Medkedilen Hakkında Fitneye Sebep Olacağından Korkulduğu Vakit Medhin Yasak Edilmesi Bâbı
7697-)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Muhammed b. Müsennâ hep birden İbnû Mehdî'den rivâyet ettiler. Lâfız İbn Müsennâ'nındır. (Dediler ki): Bize Abdurrahman, Süfyan'dan, o da Habib'den, o da Mücahid'den, o da Ebû Ma'mer'den naklen rivâyet etti. (Şöyle dedi): Bir adam kumandanlardan birini medhü sena etmeye kalktı. Bunun üzerine Mikdâd onun üzerine toprak serpmeye başladı ve: Bize Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) meddahların yüzlerine toprak serpmemizi emir buyurdu, dedi.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zühd Ve Rakâik
Konu: Medihde İfrat Bulunduğu Ve Medkedilen Hakkında Fitneye Sebep Olacağından Korkulduğu Vakit Medhin Yasak Edilmesi Bâbı
7698-)
Bize Muhammed b. Müsennâ ile Muhammed b. Beşşar da rivâyet ettiler. Lâfız İbn Müsennâ'nındır. (Dediler ki): Bize Muhammed b. Ca'fer rivâyet etti. ki): Bize Şu'be, Mansur'dan, o da İbrahim'den, o da Hemmam b. Hâris'den naklen rivâyet etti ki: Bir adam Osman'ı medhetmeye başlamış. Bunun üzerine Mikdâd davranarak iki dizinin üzerine oturmuş, kendisi iri yan bir zatmış. Ve adamın yüzüne çakıl taşı serpmeye başlamış. Osman ona: Sana ne oluyor? demiş. Mikdâd da şunu söylemiş: Şüphesiz ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem); «Meddahları gördüğünüz vakit, yüzlerine toprak serpin!» buyurdular.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zühd Ve Rakâik
Konu: Medihde İfrat Bulunduğu Ve Medkedilen Hakkında Fitneye Sebep Olacağından Korkulduğu Vakit Medhin Yasak Edilmesi Bâbı
7699-)
Bize bu hadîsi Muhammed b. Müsennâ ile İbn Beşşâr da rivâyet ettiler. (Dediler ki): Bize Abdurrahman, Süfyân'dan, o da Mansur'dan naklen rivâyet etti. H. Osman b. Ebî Şeybe dahi rivâyet etti. ki): Bize Eşcaî Ubeydullah b. Uheydir rahman, Süfyan-ı Sevrî'den, o da A'meş ile. Mansur'dan, onlar da İbrahim'den, o da Hemmâm'dan, o da Mikdâd'dan, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen bu hadîsin mislini rivâyet etti. rivâyetleri Buhârî «Kitâbu’l-Edeb» ile «Kitâbu'ş-Şehâdât»'-da; Ebû Dâvud ile İbn Mâce «Kitâbu'l-Edeb»'de tahric etmişlerdir. boğazını kesti.» Ve: «Adamın sırtını kestiniz.» tâbirleri birer istiare olup, adamı helâk ettiniz mânâsında kullanılmışlardır. Görülüyor ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir adam mutlaka medhedilecekse, onun hakkında kat'î bir şey söylemeyip, zannederim şöyledir ve ben Allah'a karşı kimseyi tezkiye edemem gibi sözler söylemesini emir buyurmuştur. Halbuki gerek Sahihi Buhârî'de, gerekse Müslim'in Sahîh'inde yüze karşı medhin caiz olduğunu bildiren birçok sahih hadîsler vârid olmuştur. Ulemâ bunların aralarını bulmuş, yüze karşı medhin yasak edilmesini, pek ziyâde ileri gidildiği veya memdûhu kendini beğenmek gibi bir fitneye düşüreceğinden korkulduğu surete hamlet-mişlerdir. Aklı başında, takvası yerinde olup, şımaracağından korkulmayan kimse ise, fazla ileri gitmemek şartıyle yüzüne karşı medhedilebilir. Ulemâdan bazıları Hazret-i Mikdâd rivâyetini zahirî mânâsı üzere kabul etmişlerdir. Nitekim Hazret-i Mikdâd'a muvâfakatla meddahın yüzüne toprak saçanlar olmuştur. Diğer bir takım ulemaya göre, bundan murad: Meddahlara bir şey vermeyin, onları haybete uğratın, demektir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zühd Ve Rakâik
Konu: Medihde İfrat Bulunduğu Ve Medkedilen Hakkında Fitneye Sebep Olacağından Korkulduğu Vakit Medhin Yasak Edilmesi Bâbı
7700-)
Bize Nasr b. Alî El-Cehdamî rivâyet etti. ki): Bana babam rivâyet etti. ki): Bize Sabr (yani; İbn Cüveyriye) Nâfi’den rivâyet etti. Ona da Abdullah b. Ömer rivâyet etmiş ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuşlar: rü'yada bir misvakla misvaklanıyorum gördüm. Derken beni biri diğerinden daha büyük iki adam çektiler. Ben misvakı küçük olanına verdim. Bunun üzerine bana: Büyült, denildi. Ben de onu büyük olana verdim.» hadîsi Buhârî «Kitabul-Vudû»'da tah'ric etmiştir. beyânına göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e «Büyült!» diyen zât Cebrail (aleyhisselâm)'dır. Büyült sözünden murad, yaşça büyük olana ver, demektir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zühd Ve Rakâik
Konu: Büyüğe Verme Bâbı
7701-)
Bize Harun b. Ma'ruf rivâyet etti. ki): Bize bu hadîsi Süfyan b. Uyeyne, Hişâm'dan, o da babasından naklen rivâyet etti. ki): Ebû Hüreyre hadîs rivâyet ediyor ve: ey hücre sahibesi! Dinle ey hücre sahibesi! diyordu. Âişe de namaz kılıyordu. Namazını bitirince Urve'ye: Bunu ve demin söylediğin; işitmiyor musun? Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ancak ve ancak bir kimse saysa, bitireceği kadar hadîs söylerdi, dedi.»
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zühd Ve Rakâik
Konu: Hadisin Sabit Olduğunu Araştırma Ve İlmi Yazmanın Hükmü Bâbı
7702-)
Bize Heddâb b. Hâlid El-Ezdî rivâyet etti. ki): Bize Hemmam, Zeyd b. Eslem'den, o da Ata' b. Yesâr'dan, o da Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen rivâyet etti ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir şey yazmayın. Her kim Kur'ân'dan başka benden bir şey yazarsa, onu hemen mahvetsin. Benden hadîs rivâyet edin, zararı yok. Ama her kîm benim üzerimden —Hemmam zannederim şöyle buyurdu, demiş — kasden yalan söylerse, cehennemdeki yerine hazır olsun.» buyurdular. Ebû Hüreyre rivâyetini Buhârî «Kitâbu'l-Menakıb»'de tahric etmiştir. Ebû Hüreyre Hücre sahibesi sözüyle Âişe (radıyallahü anha)'yı kasdetmiş; rivâyet ettiği hadîsi işitsin de, ikramda bulunsun diye seslenmiştir. Hazret-i Âişe onun hadîs rivâyetine itiraz etmemiş, yalnız bir meclisde çok hadîs rivâyetini doğru bulmamıştır. Zira çok rivâyet sebebiyle yanılacağından korkmuştur. yazma meselesine gelince: Kâdî Iyâz’ın beyânına göre bu babda sahabe ile tabiin arasında bir hayli ihtilâflar vâki olmuştur. Birçokları hadis yazmayı kerih görmüş, ekseriyet ise yazılmasına cevaz vermişlerdir. Sonraları bütün müslümanlar hadîs yazmanın caiz olduğuna ittifak etmiş ve hilaf ortadan kalkmıştır. Ancak hadîs yazmayı nehyeden bu rivâyetten murad; ne olduğu ihtilaflıdır. Bâzılarına göre bu hadîs râvinin ezberleyeceğine itimad edilen ve yazarsa yazıya dayanarak ezberlememesinden korkulan hadîsler hakkındadır. Yazmayı mubah kılan hadîsler ise, belleyişine itimad edilmeyen kimselere hamlolunur. Hazret-i Ali’nin sahifesi Amr b. Hazm’ın kitabı Hazret-i Ebû Bekr'in Enes'e gönderdiği zekât mektubu vb. bu kabildendir. bazıları nehy hadîslerinin bu hadîslerle neshedildiklerini söylemişlerdir. Onlara göre hadîsin yazılması Kur'ân'la karışır endişesindendi. Bu endişe ortadan kalkınca hadîsin yazılmasına izin verilmiştir. Bazıları: «Hadîs yazılmasının nehyinden murad; hadîsle âyeti bir sahifeye yazmaktır. İkisi bir sahifede olunca, okuyan hangisinin âyet, hangisinin hadîs olduğunu karıştırabilir.» demişlerdir. (sallallahü aleyhi ve sellem)'in üzerinden yalan uydurmanın hükmünü kitabımızın başında görmüştük.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zühd Ve Rakâik
Konu: Hadisin Sabit Olduğunu Araştırma Ve İlmi Yazmanın Hükmü Bâbı
7703-)
Bize Heddâb b. Hâlid rivâyet etti. ki): Bize Hemmad b. Seleme rivâyet etti. ki): Bize Sabit, Abdurrahman b. Ebi Leylâ'dan, o da Suhayb'dan naklen rivâyet etti ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuşlar: öncekiler arasında bir hükümdar vardı. Bu hükümdarın bir sihirbazı vardı. Sihirbaz ihtiyarlayınca hükümdara: Ben ihtiyarladım, imdi bana bir çocuk gönder de, sihri ona öğreteyim, dedi. O da öğretmek için kendisine bir çocuk gönderdi. Çocuk yoluna çekildiği vakit bir rahibe tesadüf etfi. Hemen yanına oturarak konuşmasını dinledi ve beğendi. Artık sihirbazın yanına giderken rahibe uğrar, yanında otururdu. Sihirbaza geldiğinde ise, sihirbaz kendisini döverdi. Çocuk bunu rahibe şikâyet etti. Rahib şunu söyledi: Sihirbazdan korktuğun vakit, beni âilem salmadı de! Ailenden korktuğun vakitte beni sihirbaz salmadı deyiver! bu minval üzere devam ederken büyük bir hayvanın üzerine geldi. Bu hayvan insanları hapsetmişti. (Kendi kendine) Sihirbaz mı efdal, yoksa râhib mi bugün anlayacağım, dedi. Ve bir taş alarak: Allahım! Eğer rahibin işi senin ındinde sihirbazın işinden daha makbul ise, bu hayvanı öldür de, insanlar işlerine gitsinler, dedi. Ve taşı attı. Hayvanı öldürdü. İnsanlar da işlerine gittiler. Arkacığından rahib gelerek (hâdiseyi) ona haber verdi. Râhib ona: Ey oğulcuğum! Bugün sen benden daha ra^üeHUin. Senîn halin gördüğüm raddece ulaşmıştır. Sen muhakkak İmtihan olunacaksın. Şayet İmtihan olunursan, benim nerede olduğumu söyleme, dedi. Çocuk körlerle abraşlar; düzeltiyor, sair ilâçlardan insanları tedavi ediyordu. Derken hükümdarın maiyyetinde bulunanlardan kör olmuş birisi bunu işitti. Ve kendisine birçok hediyyeler getirerek: Eğer beni düzeltebilirden, şuradaki şeylerin hepsi senin olsun! dedi. Çocuk: Ben hiç bir kimseyi düzetemem. Şifayı ancak Allah verir. Eğer sen Allah'a iman ediyorsan, ben Allah'a dua ederim. O da şifa verir, dedi. Adam Allah'a iman etti. Allah da şifasını verdi. Müteakiben hükümdarın yanına gelerek eskiden oturduğu gibi oturdu. Hükümdar ona: Senin gözünü kim iade etti? diye sordu. Adam: Rabbim! cevâbını verdi. Senin benden başka Rabbin var mı? dedi. (Adam): Benim Rabbim de, senin Rabbin de Allah'dır cevabını verdi. Bunun üzerine hükümdar onu tevkif etti. Ve kendisine İşkenceye başladı. Nihayet o adam çocuğun yerini söyledi. Çocuğu da getirttirir. Hükümdür ona: Ey oğulcuğum! Sihrin körleri ve abraşları düzeltecek ve şöyle şöyle yapacağın dereceyi bulmuş, dedi. Çocuk Ben hiç bir kimseyi düzeltemem! Şifayı veren ancak Allah'dır, dedi. Bunun üzerine hükümdar onu da tevkif etti. Ve ona işkenceye başladı. Nihayet çocuk rahibin yerini söyledi. Rahibi de getirdiler. Kendisine: Dininden dön! denildi. O rücu olmadı. Derken hükümdar bir testere istedi ve onu başının ortasına koyarak yardi. Hattâ iki parçası yere düştü. Sonra hükümdarın maiyet adamı getirildi. Ve kendisine: Dininden dön! denildi. O da razı olmadı. Hemen testereyi başının ortasına koyarak, başını onunla yardı hattâ iki parçası yere düştü. Sonra çocuk getirildi. Ona da: Dininden dön! denildi. Fakat o da kabul etmedi. Bunun üzerine çocuğu maiyyetinden bazı kimselere vererek: Bunu filân dağa götürün. Dağın üzerine çıkarın. Zirvesine ulaştığınızda dininizden dönerse ne âlâ! Dönmezse aşağı atın, dedi. Çocuğu götürdüler ve dağa çıkardılar. Çocuk: Allahım! Bunlar hakkında bana dilediğin şeyle kifayet et! dedi. Bunun üzerine dağ onları salladı ve (aşağı) düştüler. Derken yürüyerek hükümdara geldi. Hükümdür ona: Arkadaşların sana ne yaptı? diye sordu. Çocuk: Onlar hakkında Allah bana kâfi geldi, dedi. Hükümdar onu yine maiyyetinden birkaç kişiye vererek: Bunu götürün, bir gemiye yükleyerek denizin ortasına varın. Eğer dininden dönerse ne âlâ! Aksi takdirde denize atın! dedi. Çocuğu götürdüler. (O yine): Allahım! Bunlar hakkında bana dilediğin şeyle kifayet et! diye dua etti. Hemen gemileri alabora olarak boğuldular. Çocuk yine yürüyerek hükümdara geldi. Hükümdar ona: Arkadaşların sana ne yaptı? diye sordu. Çocuk: Onlar hakkında Allah bana kâfi geldi, dedi. Ve hükümdara şunu söyledi: Sana emredeceğim şeyi yapmadıkça, sen beni öldüremezsin! Hükümdar: Nedir o? diye sordu. Halkı bir yere toplarsın ve beni bir ağaca asarsın. Sonra torbamdan bir ok al! Bu oku yayın ortasına koy. Sonra bu çocuğun Rabbi olan Allah'ın ismiyle diyerek bana at. Bunu yeparsan boni öldürürsün, dedi. Hükümdar hemen halkı bir yere topladı ve onu bir ağaca astı. Sonra torbasından bir ok aldı ve oku yayın ortasına koydu. Sonra: Bu çocuğun Rabbi olan Allah'ın ismiyle diyerek çocuğa attı. Ok çocuğun şakağına isabet etti. Çocuk elini şakağına, okun vurduğu yere koydu ve öldü. Bunun üzerine halk: Çocuğun Rabbine iman ettik! Çocuğun Rabbine iman ettik! Çocuğun Rabbine iman ettik! dediler. Ve hemen hükümdara gidilerek: Ne buyurursun, korktuğun vallahi başına geldi. Halk iman etti, denildi. Bunun üzerine hükümdar yolların başlarına hendekler kazılmasını emretti. Ve kazıldı. Ateşler de yakıldı. Ve: Kim dininden dönmezse, onu buraya atın! dedi. Yahut hükümdara sen at, denildi. Bunu da yaptılar. Nihayet beraberinde çocuğu olan bir kadın geldi. Kadın oraya düşmekten çekindi. Bunun üzerine çocuk ona: Ey anneciğim, sabret! Çünkü sen hak üzeresin! dedi.» Doğuştan kör manasınadır. Küçük gemi demektir. Bazıları büyük gemi mânâsına geldiğini söylemişlerdir, Kâdî Iyâz bu hususta birçok ihtilâflar rivâyet ettikten sonra küçük gemi mânâsına geldiğini tercih etmiştir. Büyük hendek mânâsına gelir. Hadîs-i şerif evliyanın kerametlerini isbat etmektedir. Harb ve emsali yerlerde; nefsi helâkdan kurtarmak için yalan söylemenin caiz olduğu da, bu hadîsin işareti cümle-sindendir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zühd Ve Rakâik
Konu: Hendek Sahibleriyle Sihirbaz, Rahib Ve Çocuğun Kıssası Bâbı
7704-)
Bize nârım b. Ma'ruf ile Muhammed b. Abbâd rivâyettiler. (Hadîsin lâfzında birbirlerine yakındırlar.) Siyak Harun'undur. ki): Bize Hatim b. İsmail, Ebû Hazre Yakub b. Mücâhid'den, o da Ubâde b. Velîd b. Ubâde b. Sâmit'den naklen rivâyet etti. (Şöyle dedi): Ben ve babam bilgi edinmek için ensardan şu kabileye —vefatlarından önce— çıktık. Bize ilk rastlayan Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ve sahâbisi Ebû’l-Yûsr oldu. Beraberinde bir de hizmetçisi vardı ki, elinde sahîfelerden müteşekkil bir bohça vardı. Ebû'l-Yüsr'un üzerinde çizgili bir elbise ile bir maafir kumaşı vardı. Hizmetçisinin üzerinde dahi çizgili bir elbise ile maafir kumaşı vardı. Babam kendisine: Ey amca! Ben senin yüzünde bir kızgınlık alâmeti görüyorum, dedi. Ebû’l-Yüsr: Evet, benim Benî Haram kabilesinden filân oğlu filânda alacağım vardı. Ailesine gelerek selâm verdim ve o burada mı? diye sordum. Hayır! dediler. Yanıma bulûğa yaklaşmış bir oğlu çıktı. Ona: Baban nerede? diye sordum. Senin sesini işitti de, annemin yatağına giriverdi, dedi. Yanıma çık! Nerede olduğunu öğrendim, dedim. Bunun üzerine çıktı. Ben: Benden saklanmaya seni sevkeden nedir? dedim: Ben, vallahi sana anlatayım. Sonra sana yalan söylemem. Vallahi seninle konuşup da sana yalan söyleyeceğimden, sana va'd edip sözümden döneceğimden korktum. Sen Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in sahâbisi idin. Ben vallahi yoksul idim, dedi. Allah aşkına mı? dedim. Allah aşkına, dedi, Allah aşkına mı? dedim. Allah aşkına, dedi. Allah aşkına mı? dedim. Allah aşkına, dedi ve senedini getirdi. Babam onu eliyle yırttı. Müteakiben şunu söyledi: Ödeyecek bir şey bulursan hana öde! Yoksa sana helâl olsun. Şu iki gözümün görmesiyle (iki parmağını iki gözünün üzerine koydu) ve şu iki kulağımın işitmesiyle, şu kalbimin bellemesiyle (kalbinin damarına işaret etti). Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e: kim bir yoksula mühlet verir yahut borcunu bağışlarsa, Allah onu kendi gölgesinde gölgelendirir.» buyururken şâhid oldum. ki: Ben de kendisine: Ey amca! Hizmetçinin çizgili elbisesini alsan da, ona kendi maafirini versen yahut onun maafirisini alsan da, kendi çizgilini ona versene, bu suretle senin üzerinde bir hülle, onun üzerinde de bir hülle olurdu, dedim, Bunun üzerine başımı sıvazladı ve ; Allahım! Buna bereket veri Ey kardeşim oğlu! Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendi yediklerinizden doyurun ve giydiklerinizden giydirin!» buyururken, şu iki gözüm görmüş, şu iki kulağım işitmiş ve şu kalbını bellemiştir. (Kalbinin damarına işaret etti.) Dünya malından ona vermem kıyâmet gününde benim hasenatımdan almasından, benim için daha ehvendir, dedi.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zühd Ve Rakâik
Konu: Cabirin Uzun Hadisi Ve Ebûl-yüsr Kıssası Bâbı
7705-)
Sonra yürüdük. Nihayet Câbir b. Abdillah'a mescidinde iken vardık. Kendisi bir giysi içinde ona sarınmış namaz kılıyordu. Ben cemâatin arasından adımlayarak onunla kıble arasında oturdum. Ve: Allah sana rahmet buyursun, kaftanın yanı başında iken bir giysi içinde namaz mı kılıyorsun? dedim. Eliyle göğsüme şöyle yaptı, parmaklarının arasını açtı ve onları kavisleşürdi. Diledim ki, yanıma senin gibi bir ahmak girsin, benim nasıl yaptığımı görsün de, o da öyle yapsın. Bize Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) elinde bir İbn Tûb hurması dah olduğu halde şu mescidimize geldi de mescidin kıblesinde bir tükrük gördü. Ve onu dalla sildi. Sonra bize dönerek: kendisinden yüz çevirmesini hanginiz ister?» buyurdu. Biz ürktük. Sonra (tekrar): kendisinden yüz çevirmesini hanginiz ister?» buyurdu. Biz (yine) ürktük. Sonra: kendisinden yüz çevirmesini hanginiz ister?» buyurdu. Biz: Hayır! Hiç birimiz (istemeyiz) ya Resûlüllah! dedik, sîzden biriniz namaz kılmaya kalktığı vakit şüphesiz kir Allah Tebâreke ve Teâlâ'nın kâbesi onun yüzünün olduğu tarafa doğrudur. Binâenaleyh sakın yüzünün olduğu tarafa ve sağına tükürmesin. Sol tarafına, sol ayağının altına tükürsün. Şayet acele bir badire başına gelirse, elbisesiyle şöyle yapsın...» buyurdu. Sonra elbisesini bir bir üzerine katlayarak: bir zâferan gösterin!» dedi. Bunun üzerine mahalleden bir genç kalkarak evine koştu ve avucunda zâferanlı bir koku getirdi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onu alarak dalın ucuna sürdü. Sonra onunla tükürüğün eserini sildi, dedi. ki: Sizin mescidlerinize zâferanlı koku sürmeniz buradan kalmadır. (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte Batnı Buvad gazasında yola revan olduk. Kendisi Mecdî b. Amr El-Cüheni'yi arıyordu. Su devesine bizden beş, altı ve yedi kişi nevbetle biniyordu. Derken ensardan bir adamın biniş nevbeti kendi su devesine döndü. Ve onu çöktürerek bindi. Sonra onu sürdü. Ama deve bir parça durakladı. O da ona: Deh! Allah sana lanet etsin! dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): bu devesine lanet eden?» diye sordu. O zât: Ben ya Resûlallah! dedi. onun üzerinden, lanetlenmiş hayvanla bize arkadaşlık etme! Kendinize beddua etmeyin! Çocuklarınıza beddua etmeyin! Mallarınıza beddua etmeyin! Allah'dan bir şey İstenip de, sizin için kabul buyurduğu saata rastlamayın!» dedi. (sallallahü aleyhi ve sellem)’le birlikte yürüdük. Ya zamanı gelip, biz Arab sularından birine yaklaşınca Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): adam bizden önce giderek havzı ıslâh edecek ve su içe? bize su getirecek?» diye sordu. Câbir ki: Ben hemen kalktım İşte bir adam ya Resûlüllah! dedim. Bunun üzerine Resûlüll (sallallahü aleyhi ve sellem): beraber kîm gidecek?» buyurdu. Hemen Cebbar b. Sa kalktı ve kuyuya gittik, havzın içine bir veya iki kova su çektik. Sor onun taşlarını ördük. Sonra onu dolduruncaya kadar su çektik. Yanım: İlk çıkagelen Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) oldu: eder misiniz?»-dedi. Evet. ya Resûlallah! cevâbını verdik. Devesini saldı. O da su içti. Gemini çekti, hayvan bacaklarını araladı ve bevletti. Sonra onu saptırarak çöktürdü. Sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) havra gelerek ond abdest aldı. Bilâhare ben kalktım ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) abdest aldığı yerden abdest aldım. Cebbar b. Sahr da kazây-i hacet gitti. Derken Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) namaz kılmak için aga kalktı. Benim üzerimde çizgili bir vardı ki, iki ucu arasına rınmaya kalkıştım. Fakat bana yetişmedi. Giysînin saçakları vardı. Onları ters çevirdim. Sonra iki ucunun arasına sarındım. Sonra onu ovnm futtum. Ve gelerek Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in sol taraf durdum. O. pl'Tndpn tnttn vp Vnni döndürerpk sağ tarafına Sol tarafına durdu. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ikimizin de ellerimizden tutarak bizi itti. Ve arkasında durdurdu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den hissetmeden Tana atmaya başladı. Sonra maksadını anladım. Eliyle sövle isâret etti. Yi belini bağla demek istiyordu, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) namazdan çıkınca: Câbir!» dedi. Hazırım ya Resûlallah! dedim. genişse, iki ucunun arasına sarın! Darsa, onu düğme yerine ağlayıver!» buyurdular. (sallallahü aleyhi ve sellem)’le birlikte yürüdük. Bizden her adamın günlük yiyeceği bir kuru hurma idi. Onu emer, sonra elbisesinin içine koyardı. Yaylarımızla yaprak silker de yerdik. Hattâ dudaklarımız yara oldu. Yemin ederim ki, bir gün yanlışlıkla bizden birine hurma verilmedi de (takatsızlığından) onu kaldırmaya gittik ve kendisine hurma verilmediğine şâhîdlik ettik. Hurma verildi, adam kalkarak onu aldı. (sallallahü aleyhi ve sellem)'le beraber yürüdük. Nihâyet geniş bir vadiye indik. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kazayı hacetine gitti. Ben de "bir su kabı ile kendisini tâkib ettim. Derken Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bakındı, fakat Örtünecek bir şey göremedi. Birden vadinin kenarında iki ağaç gözüne ilişti. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) hemen bunlardan birine giderek dallarından bir dal tuttu. Ve: izniyle bana râm ol!» buyurdu. Dal ona, sahibine huysuzluk eden burnu gemli deve gibi râm oldu. Öteki ağaca da gitti. Ve dallarından birinden tutarak: izniyle bana ram ol!» dedi. O da öteki gibi râm oldu. İkisinin ortasına varınca aralarını kapadı (yani; bir yere topladı) ve: izniyle benim üzerime kapanın!» dedi. Hemen kapandılar. Câbir ki: Ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yakınında olduğumu hissederse uzaklaşır korkusuyla (oradan) çıkarak koştum. (Muhammed b. Abbâd «Feyebteıde» yerine «Feyetebe'acıe» dedi.) Ve oturdum. İçimden konuşuyordum. Tesadüfen yanıbaşıma baktım. Bir de ne göreyim, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) geliyor. O İki ağaç da birbirinden ayrılmış ve her biri gövdesinin üzerine doğrulmuştu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in bir an durduğunu gördüm. Kafasıyla şöyle yaptı. (Ebû İsmail başıyle sağa ve sola işaret etmiştir.) Sonra bana doğru yürüdü, yanıma gelince: Câbir! Benim durduğum yeri gördün mü?» diye sordu. Evet, ya Resûlallah! dedim. ise şu iki ağaca git de, her birinden birer dal kes ve getir. Benim yerimde durduğun vakit, bir dalı sağına, bir dalı da soluna salıver!» dedi. ki: Ben kalkarak bir taş aldım. Ve onu kırdım, keskinledim, benim İçin keskin oldu. Ve iki ağaca giderek her birinden birer dal kestim. Sonra onları sürükleyerek geldim ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in durduğu yerde durdum. Bir dalı sağıma, bir dalı da soluma bıraktım. Sonra kendisine yetişerek: Yaptım Yâ Resûlüllah! Bu neden lâzım geldi? dedim. azab gören iki kabrin yanından geçtim de, şefaatim sayesinde bu dallar yaş durdukça onlardan azabın hafifletilmesini diledim.» buyurdular ki, müteakiben ordunun yanına geldik. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): Câbir «Abdest suyu diye seslen!» buyurdu. Ben de: Dikkat! Abdest suyu! Dikkat abdest suyu! Dikkat abdest suyu yok mu? diye seslemdim. Yâ Resûlüllah! Kafilede bir damla (su) bulamadım, dedim. Ensardan bir zât Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) için hurma dalından bir askı üzerinde bulunan eski bir tulumunda su soğuturdu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana: filân oğlu filâna git de, tulumunda bir sey var mı bak!» dedi. Ona giderek tuluma baktım. Ama içinde tulumun ağzında kalmış bir damladan başka bir şey bulamadım. Onu boşaltacak olsam, tulumun kuru tarafı içerdi. Hemen Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelerek: Ya Resûlallah! Ben onun içinde tulumun ağzındaki bir damladan başka bir şey bulamadım. Onu boşaltacak olsam tulumun kuru tarafı İçecek, dedim. onu bana getir!» buyurdu. Onu derhal kendisine getirdim. Eliyle aldı. Ve ne olduğunu anlamadığım bir şey konuşmaya başladı. Hem iki eliyle onu sıkıyordu. Sonra onu bana verdi ve: Câbîr! Büyük bir çanak diye seslen!» buyurdu. Ben: Ey kafilenin çanak sahibi, diye seslendim. Hemen onu yüklenip bana getirdiler. Çanağı huzuruna koydum. Bunun üzerine Resûlüllah. (sallallahü aleyhi ve sellem) çanağın içine eliyle şöyle yaptı. Elini yaydı ve parmaklarının arasını ayırdı. Sonra elini çanağın dibine koydu ve: Câbir! Al da üzerime dök ve Bismillah de!» buyurdu. Ben hemen suyu üzerine döktüm ve Bismillah, dedim. Müteakiben suyu Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in parmakları arasından kaynarken gördüm. Sonra çanak kaynadı, döndü, nihayet doldu. Bunun üzerine: Câbîr! Suya ihtiyacı olanlara seslen!» uyurdu. Derken cemâat gelerek kanmcaya kadar su İçtiler. Ben: İhtiyacı olan kimse kaldı mı? dedim. Artık Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) dolu olduğu halde çanağın üzerinden elini kaldırdı. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e açlıktan şikâyet ettiler de: ki, Allah sizî doyura!» "buyurdu. Derken deniz sahiline vardık. Deniz bir dalgalandı ve bir hayvan attı. Biz bu hayvanın yarısı üzerine ateş yaktık, yemek pişirdik. Kızartma yaptık ve doyuncaya kadar yedik. ki: Ben filân ve filân (beş kişi saymış) bu hayvanın göz kemiğinin içine girdik. Bizi kimse göremiyordu. Nihayet çıktık. Ve onun kaburgalarından bir kaburga kemiği alarak eğrilttik. Sonra kafiledeki en büyük adamı, en büyük deveyi ve en büyük örtüyü getirttik. Onun altına girdi de, başını bile eğmedi. Bulûğa yaklaşmış çocuk demektir. Bazıları yemeye başlamış çocuk, bir takımları da beş yaşındaki çocuk mânâsına geldiğini söylemiştir. ikinci rivâyetindeki «Ve ehazte» kelimesi Müslim'in bütün nüshalarında (vav) ile atfedilmişse de, Nevevî bunun hata olduğunu söylemiş, doğrusunun (ev) olacağını bildirmiştir. Çünkü maksad birinin üzerinde iki çizgili kumaştan, diğerinin üzerinde de iki maâ-firi kumaşından elbise bulunmasını temennidir. İki elbisedir. Bazıları bunun iki yeni elbise olduğunu söylemişlerdir. Lügat ulemasından Ebû Ubeyde göre zâferân demektir. Esmai, bunun zâferanla bir araya getirilen muhtelif kokular mânâsına geldiğini söylemiştir. Onun tarifine göre Halûk da aynı mânâya gelir ki, hadsîten murad da budur. Buvâd: Cûheyne dağlarından birisinin ismidir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zühd Ve Rakâik
Konu: Cabirin Uzun Hadisi Ve Ebûl-yüsr Kıssası Bâbı
7706-)
Bana Seleme b. Şebîb rivâyet etti. ki): Bize Hasen b. A'yen rivâyet etti. ki): Bize Züheyr rivâyet etti, ki): Bize Ebû İshak rivâyet etti. ki): Bera’ b. Azib'i şunu söylerken işittim. Ebû Bekr'i Siddîk babama evinde iken gelerek, ondan bir semer satın aldı. Ve Azib'e: Oğlunu benimle gönder, bunu benimle birlikte evime götürsün, dedi. Babam bana: Bunu götür, dedi. Ben de götürdüm. Babam parasını alarak onunla birlikte dışarı çıktı ve ona: Yâ Ebâ Bekr! Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e birlikte yürüdüğün gece ne yaptınız, bana anlat, dedi. Ebû Bekr şunu söyledi: Pekiyi (anlatayım)! Bütün gece yürüdük. Tâ ki, günün yarısı oldu. Nihayet yol boşaldı, ondan hiç bir kimse geçmez oldu. Karşımıza gölgesi olan uzun bir kaya dikildi. Üzerine henüz güneş gelmemişti. Onun yanına İndik. Ben kayaya vararak gölgesinde Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in uyuyacağı bir yeri elimle düzelttim. Sonra üzerine bir kürk serdim. Sonra!: Uyu ya Resûlallah! Ben senin için etrafına göz kulak olurum, dedim. O da uyudu. Derken etrafını gözetmek için dışarı çıktım. Bir de baktım, bir koyun çobanı koyunlarıyle kayaya doğru geliyor. Ondan bizim dilediğimizi diliyor. Çobanın karşısına çıkarak: Sen kimin çobanısın ey çocuk? diye sordum. Şehir ahâlisinden bir adamın! cevâbını verdi. Koyunlarında süt var mı? dedim. Evet! cevâbını verdi. Benim için süt sağar mısın? diye sordum. Evet! dedi. Ve bir koyun tuttu. Kendisine: Memeyi kıldan, topraktan ve kirden silk! dedim. (Ebû İshak ki: Berayı ellerini birbirine vurarak silkerken gördüm.) Çoban bana yanındaki bir ağaç çanağa bir miktar süt sağdı. Benim yanımda da ufak bir tulum vardı. Onunla Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e içsin ve abdest alsın diye su taşıyordum. Müteakiben Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e geldim ama onu uykusundan uyandırmaya kıyamadım. Müteakiben uyandığına rastladım. Ve sütün üzerine su döktüm. Hattâ alt kısmı soğudu ve: Ya Resûlallah! Bu sütten iç! dedim. O içti, benim gönlüm de razı oldu. Sonra: için vakit geldi mi?» diye sordu. Hay hay (geldi) dedim. Ve güneş devrildikten sonra yola revan olduk. Bii katı bir toprak üzerinde giderken Sürâka b. Mâlik peşimize takıldı. Bunun üzerine ben: Ya Resûlallah! Erişildik! dedim. Şüphesiz ki, Allah bizimle beraberdir!» buyurdu. Ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona beddua etti. Hemen atının ayakları karnına kadar yere battı. Ve zannederim şöyle dedi: Ben anladım ki, siz bana beddua ettiniz. Şimdi benim lehime dua ediniz. Allah benim dileğimi sizden geri çevirmek için duanızı kabul etmiştir, dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de dua etti. Sûrâka kurtuldu. Hemen geri döndü. Rastladığı herkese: Sizin nâmınıza burada olanlara kâfi geldim, diyor; rastladığı herkesi geri çeviriyordu. (Hasılı) Bize verdiği sözünde durdu.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zühd Ve Rakâik
Konu: Hicret Hadisi Bâbı Buna Göç Hadisi De Denilir
7707-)
Bana bu hadîsi Züheyr b. Harb da rivâyet etti. ki): Bize Osman b. Ömer rivâyet etti, H. bunu İshak b. İbrahim dahi rivâyet etti. ki): Bize Nadr b. Şümeyl haber verdi. Her iki râvi İsrail'den, o da Ebû İshak'dan, o da Bera'dan naklen rivâyet etmişlerdir. Bera' Şöyle dedi: Bekr babamdan on üç dirheme bir semer satın aldı... Ve râvi hadîsi Züheyr'in Ebû İshak'dan rivâyet ettiği hadîs mânâsında nakletmiştir. O, Osman b. Ömer'den rivâyet ettiği hadîsinde şöyle deditir: yaklaşınca Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona beddua etti. Ve atı karnına kadar yere battı. Sürâka ondan atladı ve: Yâ Muhammed! Anladım ki, bu senin işindir. İmdi Allah'a dua et de, bulunduğum halden beni kurtarsın. Senin İçin boynuma borç olsun, arkamdan gelenlere hâlinizi gizleyeceğim, işte ok torbam. Onlardan bir ok al. Sen filân ve filân yerde benim develerimin ve çıraklarımın yanına uğrayacaksın. Onlardan hacetini de al, dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): senin develerine ihtiyacım yoktur!» buyurdular. Müteakiben Medine'ye geceleyin geldik. Medîneliler Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in kime misafir olacağı husufunda münakaşa ettiler. Bunun üzerine: Benî Neccâr'a, Abdu'l-Muttalib'in dayılarına müsâfir olur, bununla onlara ikramda bulunurum.» buyurdular. Derken erkekler ve kadınlar evlerin üstlerine çıktılar. Çocuklar ve hizmetçiler yollara dağıldılar. Yâ Muhammed! Ya Resûlallah! Yâ Muhammed! Ya Resûlallah! diye sesleniyorlardı.» hadîsi Buhârî «Kitâbul-Menâkıb»'de tahric etmiştir. Medine'den murad; Mekke şehridir. Gerçi Kâdî Iyâz burada Medine'nin zikredilmesi bir vehm esendir demişse de, Nevevî bunu doğru bulmamış, doğrusu Mekke'dir, demiştir. Çünkü o zaman Medine'nin ismi henüz Yesrib idi. Ona Medine ismi sonradan verilmiştir. Burada şöyle bir sual hatıra gelebilir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Ebû Bekr (radıyallahü anh) çobanın sütünü nasıl içmişlerdir. Halbuki çoban koyunların sahibi değildir. suâle birkaç vecihle cevap verilmiştir:
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Zühd Ve Rakâik
Konu: Hicret Hadisi Bâbı Buna Göç Hadisi De Denilir
7708-)
Bize Muhammed b. Râfi' rivâyet etti. ki): Bize Abdürrezzak rivâyet etti. ki): Bize Ma'mer, Hemmam b. Münebbih'den rivâyet etti. Hemmam: Bize Ebû Hüreyre'nin, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den rivâyet ettikleri şunlardır... diyerek bir takım hadîsler zikretmiştir. Bunlardan kiri de şudur: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdular ki: İsrail'e: Kapıdan secde ederek girin ve (dileğimiz) indirimdir, deyin ki, günahlarınız affolunsun, denildi. Ama onlar değiştirdiler de, kapıdan kıçları üzere sürünerek girdiler. Ve kılın içinde bir tane dediler.» hadîsi Buhârî «Kitâbu'l-Enbiya»'da tahric etmiştir. İsrail, Tih sahrasında kırk sene kaldıktan sonra Yûşa (aleyhisselâm) ile oradan çıkmış, Cenabı Hak Kudüs'e girmelerini kendilerine müyesser kılmıştı. Ancak şehrin kapısından girerken secde hâlinde bulunmalarını yani; eğilmelerini yahut girdiklerine şükretmelerini emir buyurmuştu. Onlar bu emri değiştirdiler. Ve şehre sürünerek girdiler. Girerken «Hıtta» demeleri de emir buyurulmuştu. Bunun mânâsı: «Dileğimiz, günahlarımızın indirilmesidir.» demektir. Onlar bunu da değiştirerek, Hıtta yerine Habbe kelimesini kullandılar. Ve: «Kılın içinde bir habbe.» dediler. Bu söz manasızdır. Fakat onların maksatları Allah'ın emrine muhalefet etmekti. Filhakika hem kavlen, hem fiilen Allah'ın emirlerine muhalefet ettiler. Teâlâ Hazretleri de onları Taunla cezalandırdı. Rivâyete nazaran bir saatta yetmiş bini helâk olmuştur.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Tefsir
Konu: Bab
7709-)
Bana Amr b. Muhammed b. Bükeyr En-Nâkıd ile Hasen b. Alî el-Hulvânî ve Abd b. Humeyd rivâyet ettiler. (Abd: Haddesenî; ötekiler: Haddesenâ tâbirlerini kullandılar. Dediler ki): Bize Ya'kûb (yani; İbrahim b. Sa'd) rivâyet etti. ki): Bize baban, Sâlih'den (bu zât İbn Keysan'dır), o da İbn Şihab'dan naklen rivâyet etti. (Şöyle dedi): Bana Enes b. Mâlik haber verdi ki: Allah (azze ve celle) Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e vahyi vefatından Önce birbiri ardına indirmiştir. Nihayet vefat etmiş ama en ziyâde vahy Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in vefat ettiği gün inmiştir. hadîsi Buhârî ile Nesâî «Kitâbu Fedâili'l-Kur'ân»'da tahric etmişlerdir. (sallallahü aleyhi ve sellem)'e vahyin en ziyâde ahir ömründe inmesi kendisine gönderilen hey'etlerin Mekke'nin fethinden sonra daha çok gelmesi ve daha çok ahkâm sormaları sebebiyledir. Mekke'de uzun sürelerden pek azı nâzil olmuştur. Çünkü o devir bi'setin ilk zamanları ile vahyin fetrete uğradığı zamana rastlar.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Tefsir
Konu: Bab
7710-)
Bana Ebû Hayseme Züheyr b. Harb ile Muhammed b. Müsennâ rivâyet ettiler. Lâfız İbn Müsennâ'nındır. (Dediler ki): Bize Abdurrahman (bu zat İbn Mehdî'dir) rivâyet etti. ki): Bize Süfyan, Kays b. Müslim'den, o da Tarık b. Şihab'dan naklen rivâyet etti ki: Yahûdiler Ömer'e Siz bir âyet okuyorsunuz ki, bu âyet bize indirilmiş olsa, o günü bayram yapardık, demişler. Ömer de: Ben bu âyetin nerede indirildiğini, hangi gün indirildiğini ve o indirilirken Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in nerede idiğini pekâlâ bilirim. Âyet Arafat'da indirilmiştir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de Arafat'da vakfe halinde idi, demiş. Süfyan:: size dininizi ikmâl, üzerinize olan nimetimi itmam eyledim." Süre-i Mâide, âyet: 3. âyetini kastederek: Cuma günü müydü, değil miydi şekkediyorum, demiş.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Tefsir
Konu: Bab
7711-)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivâyet ettiler. Lâfız Ebû Bekr'indir. ki): Bize Abdullah b. İdris babasından, o da Kays b. Müslim'den, o da Tarık b. Şihab'dan naklen rivâyet etti. (Şöyle dedi): Yahûdiler Ömer'e Şu: «Bugün sîzin için dîninizi ikmâl ve size olan nimetimi itmam eyledim. Sizin -için din olarak İslâm'a razı oldum.» âyeti biz Yahûdiler cemaatına inse, onun indirildiği günü bilsek, o günü mutlaka bayram yapardık, dediler, Ömer de: Ben onun indirildiği günü, saati ve indirildiği zaman Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'n nerede olduğunu muhakkak bilirim. O Müzdelife gecesinde biz Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e birlikte Arafat'da iken inmiştir, dedi.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Tefsir
Konu: Bab
7712-)
Bana Abd b. Humeyd de rivâyet etti. ki): Bize Ca'ber b. Avn haber verdi. ki): Bize Ebû Umeys, Kays b. Müslim'den, da Târik b. Şihab'dan naklen haber verdi. (Şöyle dedi): Yahûdilerden bir adam Ömer'e gelerek: Yâ Emire’l-Mü'minin! Kitabınızda okuduğunuz bir âyet var. Bu âyet biz Yahûdiler cemaatına inmiş olsa, o günü bayram yapardık, dedi. Ömer: Hangi âyet? diye sordu. Yahûdi: sizin için dîninizi İkmâl ve size olan nimetimi itmam eyledim. Sİzin için din olarak islam'a razı oldum.» âyeti dedi. Bunun üzerine Ömer: Ben o âyetin indiği günü, indiği yeri pek alâ bilirim. O Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e Arafat'ta cuma günü indi, dedi. hadîsi Buhârî «Kitabu’l-iman»'da tahric etmiştir. Ömer'e gelen zât Kâ'bu'l-Ahbâr (radıyallahü anh) dır. O zaman henüz müslüman olmamıştı. Hazret-i Ömer: «Bu âyet biz Arafat'ta iken cuma günü indi.» demekle, biz o günü iki cihetten bayram ittihaz ettik. Çünkü Arefe ile Cuma günleri müslümanların bayramlarıdır, demek istemiştir. birinde âyet Müzdelife gecesi indi; diğerinde cum'a günü indi denilmektedir. Bunların ikisi de doğrudur. Çünkü Müzdelife gecesi, Arafat'tan dönüş gecesidir. Binâenaleyh murad yine Cum'a günüdür.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Tefsir
Konu: Bab
7713-)
Bana Ebût'-Tâhir Ahmed b. Amr b. Şerh ile Harmele b. Yahya Et-Tücîbi rivâyet ettiler. (Ebû't-Tâhir: Haddesenâ; Harmele ise Ahberanâ tâbirlerini kullandılar. Harmele dedi ki): Bize İbn Vehb haber verdi. ki): Bana Yûnus, İbn Şiha’dan naklen haber verdi ki): Bana Urve b. Züheyr haber verdi ki, kendisi Âişe'ye Allahü teâlâ'nın: yetimler hakkında adalet gösteremiyeceğinizden korkarsanız, sin hela! olan kadınlardan İkişer, üçer ve dörder tanesini nikâh ediverin." Sûre-i Nisa, âyet: 3. âyet-i kerîmesini sormuş. Âişe: Ey kızkardeşim oğlu! Bu kadından murad; velisinin terbiyesinde bulunan yetimedir. Velisine malında ortak olur, onun da yetimenin mal ve güzelliği hoşuna gider ve velisi onunla mehrinde adalet güzetmeksizin evlenmek ister. Ona başkasının verdiği kadar mehir vermeyi diler. Bu sebeple velilerin onları nikâh etmeleri yasak edildi. Meğer ki, onlar halkında adalet gösterip mehirlerinin âdet olan en yüksek derecesine ulaşm: olalar. Bir de velîlere bu yetim kızlardan başka helâl olan kadınlarla evlenmeleri emrolundu, demiş. diyor ki:. Âişe şunu söyledi: Bilâhare halk bu âyetten sonra kadınlar hakkında Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'den fetva istediler. Bunun üzerine Allah (azze ve celle): hakkında senden fetva istiyorlar. De ki: Allah onlar hakkında ve Kitabda sîze okunan mehirlenni vermediğiniz halde, kendilerini nikâh etmek istediğiniz yetim kadınlar hakkında fetva verecektir." Sûre-i Nisa, âyet: 127. âyetini indirdi. ki: Allahü teâlâ'nin size kıtamda okunan diye bahsettiği ilk âyettir. Ki, bu âyette Allah: yetimler hakkında adâlet gösterememekten korkarsanız, size helâl olan kadınlardan nikâh ediverin.» buyurmuştur. şöyle dedi: Allahü teâlâ’nın diğer Âyet-i Kerîme'de: nikâh etmek istersiniz...» buyurması, sizden birinizin terbiyesi altında bulunan yetim kızın malı ve güzelliği az olduğu zaman, ona rağbet göstermesidir. Böylece veliler bunlara rağbet göstermedikleri için, malına ve güzelliğine rağbet ettikleri yetim kadınları nikâh etmekten nehyolundular. Ancak adalet gösterirlerse o müstesna!
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Tefsir
Konu: Bab
7714-)
Bize Hasen El-Hulvânî ile Abd b. Humeyd de hep birden Ya’kub b. İbrahim b. Şa'd'dan rivâyet ettiler, ki): Bize babam Sâlih'den, o da İbn Şihab'dan naklen rivâyet etti, ki): Bana Urve haber verdi. Kendisi Âişe'ye Allahü teâlâ'nın: yetimler hakkında adalet gösterememekten korkarsamz...» âyetini sormuş... râvi hadîsi Yunus'un Zührî'den rivâyet ettiği hadîs gibi nakletmiş, sonunda: «Yetim kızların malı ve güzelliği az olduğu vakit, onlara rağbet göstermedikleri için...» cümlesini ziyâde etmiştir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Tefsir
Konu: Bab
7715-)
Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeybe ile Ebû Kurcyb rivâyet ettiler. (Dediler ki): Bize Ebû Üsâme rivâyet etti. ki): Bize Hişâm, babasından, o da Âişe'den: yetimler hakkında adalet gösterememekten korkarsamz...» âyet-i kerîmesi hakkında rivâyet etti. Âişe şöyle dedi: Bu âyet öyle bir adam hakkında nâzil oldu ki, onun yetim bir kızı vardır. Kendisi bu kişin velisi ve mirascısıdır. Kızın malı vardır. Kızın hakkını koruyacak kimsesi de yoktur. Velisi malı için onu başkasına vermez. Bu suretle ona zarar getirir ve kendisine iyi bakmaz. Buna binâen: hakkında adalet gösterememekten korkarsamz, (başka) kadınlardan size elverişli olanları nikâh ediverin.» buyurdu. Size helâl kıldıklarını alın. Zarar verdiğin kadını bırak demek istiyor.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Tefsir
Konu: Bab
7716-)
Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeybe rivâyet etti. ki): Biz Abde b. Süleyman, Hişam'dan, o da babasından, o da Âişe'den Teâlâ Hazretlerinin: kitabda size okunan mehirlerini vermediğiniz halde, kendileri nikâh etmek istediğiniz yetim kadınlar...» âyeti hakkında rivâyette bulundu. Âişe şöyle dedi: Bu âyet yetime hakkında indirilmiştir. Yetime bir adamın yanında bulunur ve malında ona ortak olur. Adam ise onunla evlenmek isten mekten de ne başkasına ez. Onu başkasına vererek, başkasını kendi malına ortak et-kinir. Hasılı onu evlenmekten men eder. Ne kendisi alır, verir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Tefsir
Konu: Bab
7717-)
Bize Ebü Küreyb rivâyet etti. ki): Bize Ebü Üsame rivâyet etti ki): Bize Hişam, babasından, o da Âişe’den naklen Teâlâ Hazretlerinin: hakkında senden fetva istiyorlar. De ki: Onlar hakkında verecektir, ilah...» âyeti hususunda haber verdi. Âişe şöy-kadın bir adamın yanında bulunan yetimedir. İhtimal ki hurmada ona ortak olmuştur. Adam yüz çevirir yani; ona istemez, onu başka bir adama verecek, başkasını kendi ma-i de istemez. Böylece kadının evlenmesine mâni olur. hadîisi Buhârî «Kitâbü'ş-Şerike»'de; Ebû Dâvud ile Nesâî «Kitâbu'n-Nikâh»’da tahric etmişlerdir. Âişe'nin okuduğu âyet-i kerîmeden murad şudur: Birinizin terbiyesi altında yetim bir kız bulunur da, onunla evlenmek istediği takdirde îcâb eSen mehrini verememekten korkarsa, başka kadınla evlensin. Çünkü başkk kadınlar çoktur. Allah ona bu hususta bir darlık halketmemiştir. Âyet-i kerîmedeki ikişer, üçer, dörder tâbirlerinden murad: Bir erkek iki yahut üç yahut dört kadın alabilir, demektir. Yoksa şîa'dan bir taifenin dediği gibi, bu sayıları bir araya toplayıp dokuz kadın alır demek değildir. Bir müslümanın nikâhı altında ancak dört kadın bulundurabileceğine ehl-i sünnet ulemasının icmaı vardır. Dörtten ziyâde kadın almak Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e mahsustur.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Tefsir
Konu: Bab
7718-)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivâyet etti. ki): Bize Abde b. Süleyman, Hişam'dan, o da babasından, o da Âişe'den naklen Teâlâ Hazretlerinin: kim fakir ise, meşru surette yesin." sûre-i Nisa, âyet: 6 Âyet-i kerîmesi hakkında rivâyet etti, Âişe şöyle dedi: Bu âyet yetimin malına nezârette bulunan, ona bakıp ıslâh eden velinin, muhtaç olduğu vakit bu maldan yiyebileceği hakkında nâzil olmuştur.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Tefsir
Konu: Bab
7719-)
Bize bu hadîsi Ebû Kûreyb de rivâyet etti. ki): Bize Ebû Üsâme rivâyet etti. ki): Bize Hişam, babasından, o da Âişe'den naklen Teâlâ Hazretlerinin: kim zengin ise, iffet göstersin. Fakir olan meşru surette yesin.» âyet-i kerîmesi hakkında rivâyet etti. Âişe şöyle dedi: Bu âyet yetimin velisi hakkında indirilmiştir. Veli muhtaç olduğu vakit, yetimin malından malı mîktarmca meşru surette istifâde edehilir
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Tefsir
Konu: Bab
7720-)
Bize bu hadîsi Ebû Küreyb de rivâyet etti. ki): Bize İbn Nümeyr rivâyet etti. ki): Bize Hişam bu isnadla rivâyet etti. hadîsi Buhârî «Kitâbu’l-BÜyû» ve «Kitabu't-Tefsir»'de tahric etmiştir. iffet göstermesinden murad; yetimin malından bir şey yememesidir. Fakirin meşru surette yemesi ise, yetimin malına baktığı miktar olacaktır. Bu da ya emsali kadar ücret almak yahut ihtiyacına kada: yemekle olur. Veli sonradan zenginlerse, yetimin malından yediği mikdarı kendisine Ödeyip Ödemeyeceği hususunda iki kavil vardır. Birine kavle göre ödemez. Çünkü amelinin ücretini yemiştir. Kendisi de fakirdir, Şâfiîler'in mezhebi budur. İkinci kavle göre Öder. Zira yetimiı malı ancak ihtiyaç dolayısiyle mubah kılınmıştır. Ve muztar kalanın baş kasının malını yemesine benzer. Iztırar ortadan kalkınca o malı ödeme îcâb eder. Bu kavle göre muhtaç olan velinin yetim malından yemes ödünç almak suretiyle olacaktır. Hattâ bazıları âyetteki: «Meşru surettyesin...» emrini: «Veli yetimin malına muhtaç olmamak için kendi mılından yesin...» mânasına almışlardır. Onlara göre yetimin malını ödünç almak dahi caiz değildir. Mücâhid ile Haneliler'den İmâm Ebû Yûsuf'un kavli budur.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Tefsir
Konu: Bab
7721-)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivâyet etti. ki): Bize Abde b. Süleyman, Hişam’dan, o da babasından, o da Âişe'den naklen Allah (azze ve celle)'nin: üst tarafınızdan ve alt tarafınızdan geldikleri ve gözler şaşırıp, kalbler boğazlara geldiği vakit..." Sûre-i Ahzâb, âyet: 10. Âyet-i kerîmesi hakkında rivâyet etti. Âişe: Bu Hendek günüydü, demiş.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Tefsir
Konu: Bab
7722-)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivâyet etti. ki): Bize Khde b. Süleyman rivâyet etti. ki): Bize Hişâm, babasından, o da aişe'den naklen: bir kadın, kocasının geçimsizliğinden yahut yüz çevirmesinden korkarsa..." Süre-i Nisa, âyet: 128. Âyet-i kerîmesi hakkında rivâyet etti. Âişe şöyle dedi. Bu âyet-i kerîme öyle bir kadın hakkında nâzil olmuştur ki: Bir adamın nikâhında bulunur ve uzun zaman geçinir, adam onu boşamak ister. Kadın da: Beni boşama, tarafımdan her şey sana helâl olduğu halde beni nikâhında tut! der. İşte bu âyet bunun için inmiştir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Tefsir
Konu: Bab
7723-)
Bize Ebû Kûreyb rivâyet etti. ki): Bize Ebü Üsâme rivâyet etti. ki): Bize Hişâm babasından, o da Âişe'den naklen Allah (azze ve celle)'nin: bir kadın, kocasının geçimsizliğinden veya yüz çevirmesinden korkarsa...» âyet-i kerîmesi hakkında rivâyetler etti. Âişe şöyle dedi: Bu âyet öyle bir kadın hakkında nâzil olmuştur ki, bir adamın nikâhında bulunur. İhtimal adam onunla çok geçinmek istemez. Kadının sohbeti ve çocukları olur da, kocasından ayrılmak istemez ve kocasına: Sana benim tarafımdan her şey helâldir, der. hadîs Buhârî «Kitâbul-Mezâlim»'de tahric etmiştir, Koca demektir. Nâşûz: Geçimsizliktir. Bu da kadının kotasına itaatsizliği, kocasının karısını beğenmeyip terketmesi ile olur. Müslim sarihlerinden Übbî'ye göre kadının: «Sana benim tarafımdan her şey helâldir.» sözünden murad; mehrini veya gecelik nöbetini kocasına Kadın kendisini boşamadan terketmesini ister.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Tefsir
Konu: Bab
7724-)
Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti. ki): Bize Ebû Muâviye, Hişam b. Urve'den, o da babasından naklen haber verdi. (Şöyle dedi): Bana Âişe: «Ey kızkardeşimin oğlu! Onlara Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in ashabına istiğfar etmeleri emrolundu. Onlarsa söğdüler.» dedi.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Tefsir
Konu: Bab
7725-)
Bize bu hadîsi Ebû Bekir b. Ebî Şeybe de rivâyet etti. Bize Ebû Üsâme rivâyet etti. ki): Bize Hişam bu isnadla bu hadîsin mislini rivâyet etti. Iyâz diyor ki: «Zahire bakılırsa Hazret-i Âişe bu sözü Mısırlılar’ın Hazret-i Osman aleyhinde ve Şamlılar’ın Hazret-i Ali hakkında dile doladıklarını işittiği zaman söylemiş olacaktır. Âişe (radıyallahü anha) istiğfar emriyle: Rabbimiz! Bize ve bizden Önce iman eden kardeşlerimize mağfiret büyür!» âyet-i kerîmesine işaret etmiştir. İmâm Mâlik bu âyetle istidlal ederek ashâb-ı kirâma söğen kimsenin ganimet malında hakkı olmadığım söylemiştir. Çünkü Allahü teâlâ ganimeti sahabeye söğenlerden sonra gelip onlara istiğfarda bulunanlara tahsis etmiştir.»
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Tefsir
Konu: Bab
7726-)
Bize Ubeydullah b. Muâz El-Anbcrî rivâyet etti. ki): Bize babam rivâyet etti, ki): Bize Şu'be, Muğirâ b. Nu'man’dan, o da Saîd b. Cübeyr'den naklen rivâyet çiti. (Şöyle dedi): Kûfeliler şu âyet hakkında ihtilâf ettiler: kim bir mü'mîni kasden öldürürse, onun cezası cehennemdir." Sûre-i Nisa, âyet: 93. Bunun üzerine ben İbn Abbâs'a giderek kendisine onu sordum da: Bu âyet en son olarak indirildi. Sonra onu hiç bir şey neshetmedİ, dedi.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Tefsir
Konu: Bab
7727-)
Bize Muhammed b. Müsennâ ile İbn Beşşâr da rivâyet ettiler. (Dediler ki): Bize Muhammed b. Cafer rivâyet etti. H. İshak b. İbrahim dahi rivâyet etti. ki): Bize Nadr haber verdi. Her iki râvi demişler ki: Bize Şu'be bu isnadla rivâyet etti. Ca'fer'in hadîsinde: «Bu âyet indirilenlerin en sonunda indi.» Nadr'ın hadîsinde ise: «O indirilenlerin en sonundadır.» cümleleri vardır.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Tefsir
Konu: Bab
7728-)
Bize Muhammed b. Müsennâ ile Muhammed b. Beşşâr rivâyet ettiler. (Dediler ki): Bize Muhammed b. Ca'fer rivâyet etti, ki): Bize Şu'be, Mansur'dan, o da Saîd b. Cübeyr'den naklen rivâyet etti. (Şöyle dedi): Bana Abdurrahman b. Ebzâ, İbn Abbâs'a şu iki âyeti sormamı emretti: kim bir mü'minİ kasden öldürürse, onun cezası İçinde ebedî kalmak şarttyle cehennemdir.» Bu âyeti kendisine sordum da: Onu hiç bir şey neshetmedİ, dedi. Bir de şu âyeti sordum: kimseler ki, Allah'la birlikte başka bir ilâha dua etmezler ve Allah'ın haram kıldığı nefsi haksız yere öldürmezler.» İbn Abbâs: Bu âyet müşrikler hakkında indî, dedi.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Tefsir
Konu: Bab
7729-)
Bana Harun b. Abdullah rivâyet etti. ki): Bize Ebû'n-Nadr Ilâşim b. Kaâsım El-Leysî rivâyet etti. ki): Bize Ebû Muâviye (yani; Şeyban) Mansûr b. Mu'temir'den, o da Saîd b. Cübeyr'den, o da İbn Abbâs'dan naklen rivâyet etti. (Şöyle dedi): Şu âyet: kimseler ki, Allah'la birlikte başka bir ilaha dua etmezler..." Sûre-i Furkan, âyet: 68. «Mâhâncn» kavline kadar Mekke'de inmiştir. Bunun üzerine müşrikler: Bize İslâm'ın ne faydası olur. Biz Allah'a şirk koşmuş, Allah'ın haram kıldığı nefsi öldürmüş ve bütün kötülükleri yapmışızdır, dediler. Allah (Âzze ve Celle) de: tevbe ve iman edip, sâlih amel işleyenler müstesna!" Sûre-i Furkan, âyet: 70. âyetini sonuna kadar indirdi. Ama İslâm'a girip, onun hükümlerini öğrendikten sonra öldürürse, onun için tevbe yoktur.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Tefsir
Konu: Bab
7730-)
Bana Abdullah b. Hâşim ile Abdurrahman b. Bişr El-Abdî rivâyet ettiler. (Dediler ki): Bize Yahya (bu zat İbn Saîd El-Kattan'dır), İbn Cüreyc'den rivâyet etti. ki): Bana Kaâsım b. Ebî Bezze, Saîd b. Cüheyr'den rivâyet etti, (Şöyle dedi): İbn Abbâs'a kasden bir mü'mini öldüren kimseye tevbe var mıdır? diye sordum: Hayır! cevâbını verdi. Bunun üzerine kendisine Furkan süresindeki şu âyeti okudum: kimseler ki, Allah'la birlikte başka bir ilâha dua etmezler. Allah'ın haram kıldığı nefsi de haksız yere öldürmezler, ilâh...» İbn Abbâs: Bu âyet Mekke'de nâzil olmuştur. Onu Medine'de nâzil olan: «Her kim kasden bir mü'mini öldürürse, onun cezası ebedî olarak cehennemdir.» âyeti neshetmiştir, dedi. Hişam’ın rivâyetinde: «Bunun üzerine Furkan süresindeki şu âyeti okudum: Ancak tevbe eden kimse müstesna!..» cümlesi vardır. hadîsi Buhârî «Kitâbu't-Tefsir»'de; Ebû Dâvud «Kitâbu'l-Fiten»'de, Nesâî «Kitabu'l-Kısas», «Kitabu'l-Muharebe» ve «Kitabu't-Tefsir»'de muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir. bir mü'mini öldüren kimsenin tevbesi kabul edilip edilmeyeceği hususunda ulemadan birkaç kavil rivâyet olunmuştur. kavle göre: O kimseye tevbe yoktur. Bu kavil İbn Abbâs , Zeyd b. Sabit, Abdullah b. Ömer, Ebü Hüreyre, Ebû Seleme b. Abdirrahman (radıyallahü anh) hazerâtı ile Hasan-ı Basrî ve Dahhâk'den rivâyet olunmuştur. Onlara göre âyet muhkemdir. kavle göre kasden mü'min öldüren kimsenin tevbesi kabul olunur. Ulemâdan bir cemâatin mezhebleri budur. Bu kavilde İbn Ömer, İbn Abbâs ve Zeyd b. Sabit hazerâtından rivâyet olunmuştur. kavle göre: Katilin işi Allah'a kalmıştır. Dilerse affeder. Dilerse tevbesini kabul etmez. Hanefîler'le Şâfiîler'in ve bütün ehl-i sünnetin mezhebi budur. kavle göre âyetin mânâsı: «Şayet ceza verirse cezası cehennemdir.» demektir. Ebû Mic1ez'in mezhebi budur. Hazret-i İbn Abbâs'dan bu kavil dahi rivâyet olunmuştur. Âyet-i kerîmenin mensuh olup olmadığı ulemâ arasında ihtilaflıdır.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Tefsir
Konu: Bab
7731-)
Bize Ebü Bekr b. Ebî Şeybe ile Harun b. Abdillah ve Abd b. Humeyd rivâyet ettiler. (Abd: Ahberanâ; Ötekiler: Haddesenâ tâbirlerini kullandılar. Dediler ki): Bize Ca'fer b. Avn rivâyet etti. ki): Bize Ebû Umeys, Abdu'l-Mecîd b. Süheyl'den, o da Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe'den naklen haller verdi. (Şöyle dedi): Bana İbn Abbâs: Bilir misin (Harun, dirayetin var mı? dedi.) Kur'ân'dan son ve bütün olarak inen sûre nedir? dedi. Evet! yardımı ve fetih geldiği vakit...» süresidir cevabını Verdim, İbn Abbâs: Doğru söyledin, dedi, Ebî Şeyte'nin rivâyetinde: misin hangi sûredir?» demiş. «Son» dememiştir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Tefsir
Konu: Bab
7732-)
Bize İshâk b. İbrahim de rivâyet etti. ki): Bize viye haber verdi. ki): Bize Ebû Umeys bu isnadla bu hadîs lini rivâyet etti. Ve: «Son sûre» dedi. Bir de «Abdu'l-Mecid» dedi Süheyl» demedi.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Tefsir
Konu: Bab
7733-)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile İshak b. İbrahim ve Ahmed b. Abdete'd-Dabbî rivâyet ettiler. Lâfız İbn Ebî Şeybe'nindir. Haddesenâ dedi; ötekiler: Ahberanâ tâbirini kullandılar. Dediler ki): Bize Süfyan, Amr'dan, o da Atâ'dan, o da İbn Abbâs'dan naklen haber verdi. (Şöyle dedi): Müslümanlardan bâzı kimseler koyun sürücüğünün içinde bir adama rastladılar. Adam: Esselâmüaleyküm! dedi. Onlarsa kendisini tutup Öldürdüler. Ve o sürüceğizi aldılar. Bunun üzerine: selâm veren kimseye, sen mü'min değilsin demeyin." Sûre-i Nisa, âyet: 94. âyeti iıltdi. Abbâs: «selem» kelimesini «selâm» okumuştur. hadîsi Buhârî «Kitabu't-Tefsîr»'de; Ebû Dâvud «Kitabu'l-Huruf»’da; Nesâî «Kitâbu's-Siyer» ile «Kitabu't-Tefsir»'de muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir. İmâm Ahmed rivâyetinden anlaşıldığına göre Benî Süleym kabilesinden bir zât koyunlarını sürerek ashabdan birkaç kişinin yanından geçmiş. Onlara selâm da vermiş. Fakat ashab: «Bu bize ancak elimizden kurtulmak için selâm verdi.» diyerek adamı Öldürmüşler ve koyunlarını Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e getirmişler. Bunun üzerine âyet-i kerîme inmiş. Bu âyetin sebebi nuzûlu hakkında muhtelif rivâyetler vardır.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Tefsir
Konu: Bab
7734-)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivâyet etti. ki): Bize Gunder, Şu'be'den rivâyet etti. H. Muhammed b. Müsennâ ile İbn Beşşâr da rivâyet ettiler. Lâfız İbn Müsennâ'nmdir. (Dediler ki): Bize Muhammed b. Ca'fer, Şu"be'den, O da Ebû İshak'dan naklen rivâyet etti. ki): Ben Berâ'ı şunu söylerken işittim: Ensâr haccedip döndükten sonra evlere ancak arka taraflarından girerlerdi. Sonra ensardan bir adam gelerek kapısından girdi ve kendisine bu hususta lâf söylendi. Bunun üzerine şu âyet-i kerîme indi: arka taraflarından gelmeniz İbâdet değildir." Sûre-i Bakara, âyet: 189. hadîsi Buhârî «Kitâbu'l-Ömre»'de tahric etmiştir. nazaran ensardan bazı kimseler Ömreye niyet ettiler mi, gökyüzü ile aralarında bir şey bulundurmazlarmış. Böyle bir kimse bir hacetten dolayı evine girmek istese gökyüzüyle arasına tavan gireceği için içeriye kapıdan girmezmiş. Bu âdet câhiliyyet devrinden kalma imiş. İçeriye girecek olan kimse ya duvardan tırmanarak girer yahut merdiven vasıtasıyle duvardan içeriye iner yahut eve arka taraftan girermiş. Onlar bunu ibâdet sayarlarmış. Bilâhare âyet-i kerîme inerek bunun doğru olmadığını bildirmiştir. kapıdan giren ensârî bir rivâyete göre Kutbe b. Âmir; diğer rivâyete göre Rıfâa b. Tâbut'tur. kerîmenin sebebi nuzûlu hakkında muhtelif kaviller vardır.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Tefsir
Konu: Bab
7735-)
Bana Yûnus b. Abdİ’l-A'la Es-Sadefî rivâyet etti. ki): Bize Abdullah b. Vehb haber verdi. ki): Bana Amr b. Haris, Saîd b. Ebi Hilâl'den, o da Avn b. Abdillah'dan, o da babasından naklen haber verdi ki, İbn Mes'ud Şöyle dedi: Bizim müslüman oluşumuz ve Allahü teâlâ’nın bizi şu: edenler için, kalblerinin Zikrullah'a yatışması zamanı gelmedi mİ?" Sûre-i Hadîd, âyet: 16. âyetiyle muaheze buyurması arasında ancak dört sene vardır. âyet-i kerîme bir rivâyete göre ashâb-ı kirâm birbirlerine şaka yapmakta ileri gittikleri vakit nâzil olmuştur. Diğer bir kavle göre Medîne'ye yerleşen ashabın sihhatları bozulmuş, maişet hususunda sıkıntıya duçar olmuşlar, bu sebeple hallerinde biraz gevşeklik görülmüştü. Bu âyet onları muaheze için inmiştir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Tefsir
Konu: Teâlâ Hazretlerinin: «îman Edenler İçin Kalblerinin Zikrullaha Yatışması Zamanı Gelmedi Mi?»
7736-)
Bize Muhammed b. Beşşâr rivâyet etti. ki): Bize'Muhammed b. Ca'Eer rivâyet etti, H. Ebû Bekr b. Nâfi' de rivâyet etti. Lâfız onundur. (Dedİ ki): Bize Gundcr rivâyet etti. ki): Bize Şu'he, Seleme b. Küheyl'den, o da Müslim El-Batîn'den, o da Saîd b. Cubeyr’den, o da İbn Abbâs'dan naklen rivâyet etti. (Şöyle dedi): (Vaktiyle) Kadın beyti çıplak olarak tavaf eder. Bana kim Ödünç bir tavaf elbisesi verecek? derdi. Onu fercinin üzerine koyar: bir kısmı yahut hepsi görünür ama, onun görünen kısmını helâl etmem!» derdi. Bunun üzerine şu âyet-i kerîme indi: mescide girerken, zinetinizi alınız!" Sûre-i A'raf, âyet: 31. zinetten murad; örtüdür, Câhiliyyet devrinde Arablar Kâbe'yi çıplak olarak tavaf eder, elbiselerini yere atarak ebediyen almazlarmış. Bu suretle o elbiseler çiğnenir, eskiyip parçalanırmış. İslâmiyet gelince Teâlâ Hazretleri avret yerlerinin örtülmesini emir buyurmuştur. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de: çıplak kimse tavaf edemez...» buyurarak bu kötü âdete nihayet vermiştir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Tefsir
Konu: Teâlâ Hazretlerinin: «her Mescide Girerken Ziynetlerinizi Alın...» Âyet-i Kerimesi Hakkında Bir Bab
7737-)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb berabere Ebû Muâviye'den rivâyet ettiler. Lâfız Ebû Kûreyb'indir. ki): Biz: Ebû Muâviye rivâyet etti. ki): Bize A'meş, Ebû Süfyan'dan, o d: Câbir'den naklen rivâyet etti. (Şöyle dedi): Abdullah b. Übey İbn Selûl bir cariyesine: Git de bizim için biraz zina et, derdi. Bunun üzerin Allah (azze ve celle) ; hayâtının metâını elde etmek için iffetli olmak isteyen câriyelerinizi fuhşa zorlamayın. Her kim onları zorlarsa, iyi bilsin ki, onları zorladıktan sonra Allah ğafûr, rahimdir." Sûre-i Nur, âyet: 33 âyet-i kerîmesini indirdi.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Tefsir
Konu: Teâlâ Hazretlerinin: «cariyelerinizi Fuhşa Zorlamayın» Âyet-i Kerimesi Hakkında Bir Bab