Sahîh-i Müslim Hadis Kitabı
384-)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivâyet etti. ki): Bize Ebû Muâviye ile Veki' riyâvet ettiler. H. Ebû Küreyb dahi rivâyet etti. ki): Bize Ebû Muâviye, o da Zeyd b. Vehb'den, o da Huzeyfe' den naklen rivâyet etti. Huzeyfe şöyle dedi: Bize Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) iki hadis söyledi. Ben bunların birini gördüm; ötekinide bekliyorum: (sallallahü aleyhi ve sellem) bize, (evvelâ) emânet insanların kalplerinin derinliğine indiğini, sonra Kur'ân inerek ondan ve sünnetten bir şeyler öğrendiklerini anlattı. Sonra da bu emânetin kaldırılmasından bahsetti. Buyurdu ki: uykusunu uyur. (Bu esnada) emânet kalbinden alınıverir de ufacık bir siyah leke halinde eseri kalır. Sonra (yine) uykuya dalar. (Bu sefer) kalbinden emânet (in kalan kısmı da) alınır. Bunun eseri de kabarcık gibi kalır. Ayağının üzerine bir kor yuvarlanıp da nasıl kabarcık hâsıl olur ve içinde bir şey olmadığı halde onu kabarmış görürsün! onun gibi bir şey. Sonra ufak taşlar alarak onları ayağının üzerinde yuvarladı. (Ve şöyle devam etti): (o hâle gelecek ki) alış veriş yapacaklar; birinin doğru dürüst hareket ettiği görülür görülmez: Filân oğullarında emin bir adam var! denecek. Hatta herifin kalbinde hardal danesi kadar iman olmadığı halde onun hakkında: «O ne metin!.. O ne zarif!.. O ne akıllı adamdır!..» denecek.» (Huzeyfe sözüne devamla): Vallahi öyle günler gördüm ki, sizin hanginizden alışveriş yapacağım diye hiç gam yemezdim. (Çünkü alış verişte bulunduğum zat) müslümansa bana hıyanetten onu dînî menederdi. Hıristiyan yahud Yahûdi ise ona da âmiri aman vermezdi. gün ise sizlerden filân ve filândan başka kimseden alış veriş yapamaz oldum.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Bazı Kalplerden Emanet Ve İmanın Kaldırılması Ve Kalplere Fitne Arız Olması Bâbı
385-)
Bize İbn Nümeyr de rivâyet etti. ki): Bize babamla Vekî rivâyet ettiler. H. İshâk b. İbrahim dahi rivâyet etti. ki): Bize İsâ b. Yunus rivâyet etti. Vekî ile İsâ hep birden A'meş'den bu isnadla bu hadisin mislini rivâyet etmişler. hadisi Buhârî «Kitâbü'r-Rukaak» ile «Kitâbü'l-fiten» de Tirmizî ile İbn Mâce de «Kitâbü'l-fiten» de tahriç etmişlerdir. Hadisin senedinde A'meş de vardır. Bu zât müdellislerden olduğu için «anfulân...» diyerek rivâyet ettiği hadislerinin kabul edilmemesi icap ederse de bu hadisi şeyhinden dinlediği sabit olmuştur. Mudellislerin şeyhlerinden dinledikleri hadisler makbuldür. Onun için burada «an» edâtiyle rivâyeti zararsızdır. Huzeyfenin iki hadisden muradı: emânete dair olan hadislerdir. Yoksa kendisinin Buhârî, Müslim ve diğer sahih hadis kitaplarında bir çok rivâyetleri vardır. «Et-Tahrir» namındaki Müslim şerhinde: «Bu iki hadisden biri, emanetin kalplerin derinliğine yerleştiğini bildiren, ikincisi de sonra kaldırıldığını beyan eden hadislerdir.» denilmiş; ve ikisi-ninde ayni rivâyette zikredilmiş bulunduklarına işaret olunmuştur. Fakat Ubbî şeyhinden naklen, buradaki rivâyetin bir hadis olduğunu ikincisinin muhtemelen bundan sonra gelen fitneler hadisi olduğunu söylüyor. mevzu'u bahis olan emanetten murad: Zahire göre Allah'ın teklifi ve kullarından aldığı ahdu peymandır. Vahidi emaneti göklere, yere ve dağlara arzettik...» âyet-i kerîmesinin tefsirinde Hazret-i İbn Abbâs'm: «Emanetten murâd: Allah'ın kullarına farz kıldığı ibâdetlerdir» dediğini nakleder. Ve ekseri müfessirinin kavli bu olduğunu söyler. Basrî: «Emanetten murâd: dindir; zira dinin her şeyi emanettir.» demiştir. Ebû'l-Âliye: «Emânet, kulların emir ve nehi olunduğu şeylerdir» diyor. «Et-Thrir» sahibi Ebû Abdillâh Muhammed et-Teymî de şunları söylemiştir; «Ha-disdeki emânet: «Âyetteki emânetin aynıdır. Ayetteki emânet ise aynen imandır. Eğer emânet kulun kalbinde yer tutarsa o zaman kul Allah'ın teklif ettiği şeyleri edâ etmeye çalışır ve bu teklifleri bir ganimet bilerek ifâsına canla başla gayret eder.» ; emâneti: «Muhafazası başkasına tevdi edilen her şeydir.» diye tarif ediyor. Bu takdirde kulların muhafaza için birbirlerine verdikleri vedia, ariyet ve saire gibi şeyler de buradaki emânete dahil olur. Tîybî: Galiba ulemanın buradaki emâneti imanla tefsirlerine sebep hadisin sonundaki: «Kalbinde hardal danesi kadar iman olmadığı halde...»cümlesidir. Halbuki emâneti hakiki mânasına hamlet-melilerdi. Çünkü hadisde: «insanlar (o hale gelecekler ki) alış-veriş edecekler; fakat hemen hiçbiri emâneti edâ etmeyecek...» buyuruluyor. Böyle olursa hadisin sonundaki iman emânet mânasında kullanılmış olur ki, emânetin şanı pek büyük olduğunu gösterir; ve onu edaya teşvik olur. Nitekim Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ; olmayanın dini de yoktur.» buyurmuştur, diyor. evvelâ insanların kalplerine inmesi; sonradan onu Kur'ân ve sünnetten Öğrenmeleri şöyle izah olunuyor: Emânet insanların fıtratında vardır. Kur'ân-ı Kerîm inince ondan ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in sünnetinden kesp ve istifade sûretile bu emâneti arttırdılar. mânası şudur: Kalplerden emânetin kalkması âhir zamana mahsustur. Emânet yavaş yavaş kalkacak; ilk cüz'ü kalktımı, onun nuru da kalplerden uçacak yerine siyah bir nokta gibi zulmet çökecek; daha sonra ikinci cüz'ü kalkacak; ve yerine yine zulmet, çökecek. Bu suretle kalplerdeki siyah noktalar da büyüyerek âdeta siyah bir leke haline gelecekler. Kalplerdeki emânetin nuru giderek yerine zulmet çökmesi insanın ayağı üzerine kor yuvarlanmasına benzetiliyor. Kor geçtiği yeri yakarak nasıl tesir bırakır; yerine kabarcık kalırsa emânetin nuru da Öyledir. Nur gider yerinde eseri kalır. zaman insanlar hâinleşecekler. Alış verişde hiyanet etmeyen parmakla gösterilecek ve: «Filân kimse doğru adammış.» diye dillere destan olacak. Halbuki onun da kalbinde zerre kadar emânet bulunmayacak. bu cümlesinde emânet yerine iman tâbiri kullanılarak: kalbinde hardal dânesi kadar iman olmadığı halde...»buyu-rulmuştur. Buradaki imandan murâd, emânettir. Emânet imanın lâzımı olduğu cihetle mecazen ona imarı denilmiştir. Yoksa o adam hakikaten kâfir oldu demek değildir. sarihi Übbî diyor ki: Bu hadisden maksat, emâneti muhafaza edecek; ona hiyânette bulunmayacak fıtratta yaratılan kalplerden onun kaldırılması hâlinin tefsir ve izahını haber vermektir. Huzeyfe (radıyallahü anh)'m: «Öyle günler gördüm ki, sizin hanginizden alış veriş yapacağım diye hiç gam yemezdim...» cümlesile bahsettiği alış verişi bazıları hilâfet için beyat, din Bâbında ittifak ve sözleşme gibi mânalara almışsa da Kâdî Iyâz ve başkaları bu sözün hatâ olduğunu söylemişlerdir. Hatta nefs-i hadisde bu sözü nakzeden yerler bulunduğunu Nevevî beyân etmiş; ve hadisde hıristiyanla yahu-dı zikredildiğini, halbuki bunların bir birlerile din Bâbında hiç bir zaman ittifak etmediklerini bildirmiştir. Hasılı buradaki alış verişden murâd hakiki alış veriştir. hadisi şerif, âhir zamanda insanların dînen bozulacaklarını, emânetin ortadan kalkacağını haber vermektedir. Zamanımız insanlarının bu hususdaki halleri ise her türlü izah ve beyândan müstağnidir. Demek isterim ki, vuku' bulacağı on dört asır önce haber verilen muazzam bir hâdise bu gün kimsede en ufak bir şüphe bırakmayacak derecede meydandadır. Şu halde hadisi şerif Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in hak Peygamber olduğuna delâlet eden bir mucizedir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Bazı Kalplerden Emanet Ve İmanın Kaldırılması Ve Kalplere Fitne Arız Olması Bâbı
386-)
Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nüraeyr rivâyet etti. ki): Bize Ebû Hâlid yânı Süleyman b. Hayyân, Sa'd b. Târik'dan, o da Rib'i'den, o da Huzeyfe'den naklen rivâyet etti. ki: yanında idik. Bize: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) fitneleri anlaürken hanginiz işitti?» diye sordu. Bazıları: («Biz işittik») dediler. Ömer: siz, kişinin ailesi ve komşusu hususundaki fitnesini kastediyorsunuz?» dedi. Oradakiler: «Evet!» cevabını verdiler. Ömer: « (Hayır!) o fitneye namaz, oruç ve sadaka keffâret olur. Lâkin Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i deniz dalgası gibi dalgalanacak olan fitneleri anlatırken hanginiz işitti?» dedi. (Huzeyfe diyor ki): Bunun üzerine cemaat sustu. Ben (davranarak): Ben (işittim) dedim. Ömer: «Sen mi? Aferin sana!» dedi. (Huzeyfe şunları söylemiş): Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’i: kalplere (tıpkı) hasır çubukları gibi dal dal arz olunur. Artık onlar hangi kalbe işlerse o kalbde siyah bir leke hâsıl olur. Hangi kalb onları kabul etmezse o kalpde de beyaz bir leke meydana gelir. Böylece iki kalbe yerleşirler. (Bu kalplerden) biri cilâlı taş gibi bembeyazdır; ve göklerle yer durdukça ona hiç bir fitne zarar vermez. Ötekine gelince: o alaca siyahtır; tepesi aşağı duran desti gibidir. Ne bir ma'ruf tanır; ne de bir münkeri inkâr eder. Yalnız içine işleyen heva ve hevesini bilir.» derken işittim. «Seninle bu fitneler arasında, kırılmak üzere bulunan kapalı bir kapı vardır.» dedim. Ömer: «Hay Allah hayırim versin, o kapı kırılacak mı? Açılmış bile olsa belki tekrar kapanır.» dedi. Ben: «Hayır! bilâkis kırılacak.» dedim. Ve kendisine: bu kapının, öldürülecek yahut ölecek bir zât (dan kinaye) olduğunu, mugalata değil dos doğru bir söz olarak anlattım. Hâlid ki: Ben Sa'de: «Yâ Ebâ Mâlik! Bu siyah mürbaad nedir?» dedim. «Siyahın içindeki şiddetli beyazdır.» dedi. «Yâ mücahhi desti nedir?» diye sordum. «Tepsi aşağı demektir.» cevabını verdi.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İslamın Garip Başlayıp Garip Biteceğini Ve İki Mescid Arasına Çekileceğini Beyan Bâbı
387-)
Bana İbn Ebû Ömer de rivâyet etti. ki): Bize Mervân-ı Fezârî rivâyet etti. ki): Bize Ebû Mâlik el-Eşcaî, Rib'iden naklen rivâyet etti. Rib'i Şöyle dedi: «Huzeyfe, Ömer'in yanından gelince oturarak bize anlattı. ki: Dün Emîriümü'minînin, yanına oturduğum sırada ashabına: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in fitneler hakkındaki hadisini hanginiz hatırlıyor? diye sordu...» diyerek hadisi Ebû Hâlid hadisi gibi rivâyet etti: Yalnız Ebû Mâlik'in «mürbaadd» ve «mücahhî» kelimelerini tefsir ettiğini söylemedi.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İslamın Garip Başlayıp Garip Biteceğini Ve İki Mescid Arasına Çekileceğini Beyan Bâbı
388-)
Bana Muhammed b. el-Müsennâ ile Amr b. Aliy ve Ukbetü'bnü Mükrem el-Ammî de rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Muhammed b. Ebî Adîy, Süleyman et-Teymî'den, o da Nuaym b. Ebî Hind'den, o da Rib'i b. Hirâş'dan, o da Huzeyfe'den naklen rivâyet etti ki, Ömer: «Bize kim rivâyet edecek yahut —aralarında Huzeyfe de bulunduğu halde— Bize Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in fitne hakkında söylediklerini hanginiz rivâyet edecek?» demiş. cevabını vermiş. hadisi Ebû Mâlik'in Ribi'den rivâyet ettiği şekilde nakletmiş. Yalnız bu hadisde Huzeyfe'nin: «Ona masal değil dos doğru bir söz olarak anlattım» dediğini söylemiş. Ve: «Huzeyfe bu sözü ile hadisi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den rivâyet ettiğini anlatmak istemiştir.» demiş. hadisi Buhârî «Kitâbü'l-Fiten», «KitâbüVSalât» ve «Kitâ-bü'z-Zekât» da, Titmizi ile İbn Mâcede «Kitâbül-Fiten» de tahriç etmişlerdir. Huzeyfe (radıyallahü anh)'ın bu hadisi de mucizedir. Çünkü Hazret-i Ömer (radıyallahü anh)'in şehid edileceğini ve onun vefatından sonra bir takım fitneler zuhur edeceğini haber vermektedir. Ubbî'nin beyanına göre burada haber verilen fitnelerden murâdi. Hazret-i Osman (radıyallahü anh)’in şehid edilmesi ve dalâlet fırkalarından hâricilerin Hazret-i Alî (radıyallahü anh)'a karşı isyanı gibi şeydir. Cemel ve Sıffîn vakalarına bu haberin şümulü yoktur. Çünkü o vakalara iştirak eden zevat hakkında «Ne bir ma'ruf tanır; ne de bir münkeri inkâr eder.» denilemez. Lügatta imtihan, ibtilâ ve deneme mânalarına gelir. Küfür, rezalet azâb, harb, musibet, dalâl ve günah mânalarında da kullanılır. Fakat bütün bu mânaların aslı yine deneme mânasına gelen ihtibârdır. Kâdi Iyâz bu kelimenin Örfen: deneme ile meydana çıkarılan her şeyde kullanıldığım; hayıra da şerre de itlâk edildiğini söylüyor. kimsenin ehli yani ailesi hakkında fitneye düşmesi: onlar tarafından başına gelen elem, keder, üzüntü, kötülük ve şüphelerdir. Komşusu hakkındaki fitneden murâd da, komşusu zenginse onun gibi zengin olmak için üzülmesidir. Bu gibi fitnelerin Keffâreti: beş vakit namazı vakitlerinde kılmak orucunu tutmak ve zekâtını vermektir ki hayır ve hasenat günahları giderir.» âyet-i kerîmesi, büyük günahlardan sakınmak şartile beş vakit namaz küçük günahları giderir diye tefsir edilmiştir. Ekseri müfessirlerin kavli budur. Abdilberr: «Zamanımızda bazı ilim müntesibleri: Bütün büyük ve küçük günahlara namaz vp-taharet kefââret olur; demiş; ve bu hadisle abdestin günahları ıskat ettiğini bildiren hadisi delil göstermiştir» diyorsa da bu kavil reddedilmiştir. Ebû Ömer: «Bu bir cehalet ve ayni zamanda ehl-i dalâletten mürcie fırkasına muvafakattir...» demiştir. edecek fitnelerin büyüklüğü ve husule gelecek hercü-merc deniz dalgasına benzetilmiştir. Yanî kükremiş denizin dalgaları nasıl çalkalanır ve bir birine çarparsa fitneler de öylece bir birini takip edecek demektir. Hazret-i Ömer (radıyallahü anh)'ın suali karşısında cemaatin susması, fitnenin bu nevini bilmedikleri içindir. Onlar yalnız birinci nevi fitneyi bilirlerdi. asıl mânası «baban Allah'indir.» demektir. Fakat araplar bu cümleyi aferin makamında kullanırlar. Nitekim: cümlesinin mânasıda «Babasız kalasın» demektir. Ama araplar ondan böyle bir mâna kasdetmezler. Ebû Abdillâh Temîmi'nin beyanına göre bu tabir bir şeye teşvik makamında kullanılır. Zira bir kimsenin babası sağ olursa, başı dara geldiği zaman hemen ondan yardım ister; bu suretle fazla yorulmadan emeline nail olur; şu halde buradk baba yardımcı demektir, «babasız kalasın» demek: kalda kendi işini kendin görmeye hazır ol!» mânasına taşır. Lisanımızda böyle bir tabir bulunmadığından tercenıede onun yerine: «Allah hayrını versin» tabirini kullandık. kalplere yerleşmesi de hasıra benzetilmiştir. Buradaki «arz olunur» tabirinden murâd: fitnenin kalbe hasır gibi döşenmesi yânî yerleşmesidir. Hasır üzerinde yatan bir kimseye hasır nasıl yapışırda vücudunda iz bırakırsa fitne de ayni şekilde kalbe yerleşir ve orada iz bırakır. dal arzolunmak»dan maksad: bazılarına göre fitnelerin tekerrürüdür. «Hasır gibi» tâbiri de: hasır dokur gibi demektir. Yanı hasır dokuyan kimse hasır çubuklarını nasıl birer birer örerse fitneler de peyder pey zuhur edecektir. fitnenin tesirine kapılmayan kalpler mücellâ taşa, fitneyi kabul edenle- de tepesi aşağı çevirilmiş destiye benzetilmiştir. Yanı hayırı kabul etmeyen bir kalp, içinde su kalmayan ters çevrilmiş destiye benzer. b. Tarık'ın «mürbaadd», «siyaha karışan şiddetli beyazdır.» diye tefsirde bulunmasını bazı hadis İmâmları tashif kabul etmişlerdir. Onlar kelimenin şiddet değil «şebeh» yanı benzerlik olacağı kanaatindedirler. Çünkü siyaha karışan beyaz, çok olursa o renge araplar «belak» o rengi taşıyan şeye de «eblak» derler, «mürbaadd» siyaha az miktarda beyaz karışandır. Lisanımızda buna boz renk tabir olunur. Maamafih bu kelimeyi Sa'dın tefsir ettiği mânaya alanlar da vardır. Huzeyfe Ömer (radıyallahü anh)'a: «Seninle bu fitneler arasında, kırılmak üzere bulunan kapalı bir kapı vardır.» demekle, onun hayatında bu fitnelerin zuhur etmeyeceğini anlatmak istemiştir. Kırılmak ta-birile dahi onların önlenemeyeceğine işaret etmiştir. Çünkü kırılan bir şeyin yerine iadesi mümkün değildir. Birde kırılmak ekseriya zorlamakla olur; âdetin hilâfınadır. Onun için Buhârî'nin rivâyetinde Hazret-i Ömer (radıyallahü anh)’in bunu işittiği zaman: «Öyle ise ebediyyen kapanmaz» dediğini görüyoruz. o rivâyetin sonunda şu cümleler de vardır: «Huzeyfeye: Ömer bu kapıyı biliyormu idi?» diye sorduk: Evet, yarından önce bu akşamın geldiğini bildiği gibi. (Biliyordu) Ben ona masal değil hadis söyledim; dedi. Biz Huzeyfenin heybetinden çekinerek (Kapının ne olduğunu) nıesrûk'a sordurduk. Mesruk sorunca Huzeyfe: bu kapı Ömer (radıyallahü anh)'dır, dedi, kapı tabirinden murâd kendisi olduğunu Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) biliyormuş. veya ölecek» tabiri hakkında Nevevî şu mütâlea-yı beyân etmektedir: «Huzeyfe: (radıyallahü anh)’in bu ibareyi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den böyle şekk ile işitmiş olması muhtemeldir. Bundan maksad ölümü Huzeyfe'ye ve başkalarına müb-hem bırakmaktır. Bir ihtimâle göre de Huzeyfe (radıyallahü anh) Hazret-i Ömer'in öldürüleceğini bilmiş, fakat yüzüne karşı söylemekten çekinerek nıübhem bırakmıştır. Çünkü Ömer (radıyallahü anh) kapıdan murad kendisi olduğunu biliyordu. Bununla beraber Huzeyfe (radıyallahü anh)'ın maksadı Hazret-i Ömer (radıyallahü anh)’in öldürüleceğini haber vermek de değildi. kelimesi «üğlûta»nın cem'idir. Üğlûta: mugaleteya yarayan söz demektir. Bununla Hazret-i Huzeyfe (radıyallahü anh) söylediği sözün masal yahut kendi, re'yi olmadığım, dosdoğru rivâyet edilmiş bir hadis-i Nebevi olduğunu anlatmak istemiştir. fitnelerle İslâmın arasındaki kapalı kapı Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) dır. O hayatta kaldıkça İslama fitne girmeyecek, fitneler onun vefatından sonra zuhur edecektir Nitekim öyle de olmuştur.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İslamın Garip Başlayıp Garip Biteceğini Ve İki Mescid Arasına Çekileceğini Beyan Bâbı
389-)
Bize Muhammed b. Abbâd ile İbn Ebi Ömer hep birden Mervân el-Ferâzîden rivâyet ettiler. İbn Abbâd dedi ki: Bize Mervan, Yezid yanî İbn Keysân'dan, o da Ebû Hazım'den, o da Ebû Hüreyre-den naklen rivâyet etti. Ebû Hüreyre şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): garib başladı. Ve (günün birinde) tekrar başladığı gibi garib olacaktır. Ne mutlu o gariblere!» buyurdular.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İslamın Garip Başlayıp Garip Biteceğini Ve İki Mescid Arasına Çekileceğini Beyan Bâbı
390-)
(Bana Muhammed b. Râfi' ile Fadl b. Sehl el-A'rac rivâyet ettiler, (Dediler ki): Bize Şebâbetü'bnü Sevvar rivâyet etti. ki): Bize Âsim — ki İbn Muhammed -el-Ömerîdir — babasından, o da İbn Ömer'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen rivâyet etti. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) garib başladı. Ve (günün birinde) tekrar başladığı gibi garib olacak, yılanın deliğine çekildiği gibi iki mescidin arasına çekilecektir.» buyurmuşlar.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İslamın Garip Başlayıp Garip Biteceğini Ve İki Mescid Arasına Çekileceğini Beyan Bâbı
391-)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivâyet etti. ki): Bize Abdullah b. Ntimeyr ile Ebû Üsâme, Ubeydullah b. Ömer'den rivâyet ettiler. H. İbn Nümeyr de rivâyet etti. ki): Bize Babam rivâyet etti. ki): Bize Ubeydullah, Hubeyb b. Abdirrahman'dan, o da Hafs b. Âsım'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti, ki Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) iman yılanın deliğine çekildiği gibi Medine'ye Çekilecektir.» buyurmuşlar. müttefekun aleyhtir. Buhârî onu «Bâbu Fedâili'l-Medine» de tahriç etmiştir. sarihlerinden. Kurtubî'nin beyânına göre bazı hadis âlimleri bu hadisin başındaki «bede'e» fi'lini hemzesiz olarak «bedâ» şeklinde okumuşlardır. Çünkü «başladı» mânasına gelen «bede'e» fi'li mütead-dîdir; mef'ul ister, halbuki hadisde mef'ul zikredilmemiştir. Rivâyet «bede'e» şeklinde hemze ile gelmişse de müşkildir. Hatta ulemadan bazıları bu rivâyeti kabul etmiyerek kelimenin «zuhur etti» mânasına gelen «bedâ» şeklinde okunacağım iddia etmişlerdir. «Bedâ» kelimesi lâzım fi'l olduğu için mef ule zaten hacet yoktur. Bu suretle hadis hem manen hem de lâf-zan sahih olmuş olur. Ancak Kurtubî bu sözleri naklettikten sonra, hadisin «bede'e» lâfzile rivâyet edildiğini söyleyerek bunu kabul etmemenin yersiz olacağını, «bede'e» lâfzile dahi mânanın sahih olduğunu bildirmiş; ve «çünkü hadisden maksat: İslâmın az kimseler arasında intişare başladığını; sonra yine az kimselerde kalacağım haber vermektir. «Zuhur etti» mânasına gelen «bedâ» ise onu bu maksattan uzaklaştırır.» demiştir. masdarından alınmıştır. «Tîb» güzellik, temizlik, lezzet ve gönül hoşluğu mânalarına gelir. İşte «fuİâ» veznindeki «tubâ» bu asıldan alınmış; «ta» nın harekesi zamme olduğu için kelimenin «ya» si «vav» a çevrilmiştir. «tubâ» yi iki şekilde kullanırlar ve: «tûbâke» yahut «tûbâ leke» derler. kelimenin mânası hususunda müfessirler ihtilâf etmişlerdir. Sul-tanülmüfessirin İbn Abbâ'ya göre ferah ve göz aydınlığı manasınadır. îkrime'ye göre «sana verilen ne güzel şeydir» Dahhâk'a göre: «sana gıbta ederim», Katâdeye göre: «hayı-ra isabet ettin.» demektir. Bazıları: «Tûbâdan murâd; cennettir.» demiş; bir takımları da cennette bir ağaç olduğunu söylemişlerdir. Nevevî ha-disdeki Tûbânın bu mânaların her birine ihtimâli olduğunu söylüyor. Türkçemizde bu makamda: «müjdeler olsun» «ne mutlu» gibi ta'biler kullanılır. garibin cem'idir. Esas itibarile gurbet: uzaklık demektir. Onun için de vatanından uzak düşenlere garib denilir. Yine bu mânadan alınarak sürgüne tağrib denilmiştir. ikinci rivâyetinde; İslâmın, deliğine çekilen yılan gibi. iki mescidin araşma çekilip toplanacağı bildiriliyor. Bu mescitlerden murad Mekke ile Medine mescitleridir. mânası hakkında Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır merhum «Hak dini Kur'ân dili» nâm eserinde Nemlı sûresinin son âyetlerini Tefsir ederken şunları söylemiştir: «Bu âyetin işaretine nazaran İslâmın istikbali gece değil gündüzdür. Sönük değil parlaktır. Ara-sira basan gece zulmetleri onu dinlendirip tekrar uyandırmak içindir. Bu mâna mâruf bir Hadis-i şerif ile şöyle beyan buyurulmuştur: hadisdeki «Seyeûdû» fiilini ekseri kimseler «seyesîru» mânasına fi'li nakıs telâkki ederek: «İslâm garip olarak başladı (yahut zuhuretti) yine başladığı gibi garip olacak» diye yalnız inzar suretinde anlamış, bundan ise hep yeis, teammünı etmiştir. Halbuki Kanıus'ta gösterildiği üzere «Âde» de olduğu gibi; dönüp yeniden başlamak mânasına da gelir. hadis de böyledir. Yani «islâm garip olarak başladı (veya zuhur etti) ileride yine başladığı gibi garip olarak tekrar başlayacak (yahut yeniden zuhur edecek) ne mutlu o gariplere» demektir. Hadisin âhirin-deki Fetûba onun inzar için değil, tebşir için sevk buyrulduğunu gösterir, gerçi, bunda da dönüp garip olmak inzarı yok değil, lâkin dönmeyip yeniden başlaması tebşiri vardır, İşte «Fetûbâ lilgurebâ» müjdeside bunun içindir. Çünkü onlar sâbikun-i evvelûn gibidirler. Binaen aleyh hadis de ye'si değil müjdeyi nâtıktır. merhumun izahatı burada bitti şimdi diğer İslâm ulemasının izahlarım görelim: Kâdi Iyâz diyor ki: «İbn Ebî Üveys'in İmâm Malik (rahimehüllah)'dan rivâyetine göre bu hadisin mânası Medine'de İslâmiyet garip olarak başlamış ve (günün birinde) yine oraya dönecektir. Hadisin zahiri umum bildirmektedir. İslâmiyet bir kaç kişi arasında başlamış sonra yayılarak meydana çıkmıştır. Daha sonra ona noksanlık ve bozuntu arız olacak ve yine başladığı gibi bir kaç kişiden ibaret kimselerde kalacaktır. tefsiri bir hadiste varid olmuştur. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e: «Gurebâ kimlerdir ya Resûlüllah?» diye sorulmuş. «Her kabilenin nezİ'leridir.» cevabını vermiştir. yahut nâzî: Ailesinden uzak düşen manasınadır. Bununla Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Allah ve Resûlüllah aşkına ailelerinden uzak düşen muhacirleri kastetmiştir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) in. «islâmiyet Medine'ye çekilir» buyurmasının mânası imanın evvel ve âhır bu sıfatta kalmasıdır. Çünkü İslâmiyetin başında imanı halis ve İslâmı sağlam olan herkes ya yerleşmek üzere muhacir olarak yahut Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i görmek, ondan bir şeyler öğrenmek ve ona yakın olmak aşkı ile Medine'ye gelirdi. Ondan sonra Hulâfâ-i Raşidin zamanında dahi onlardan adalet numunesi almak, cumhûru sahabe (rıdvanullahi aleyhim) hazaratiyle onlardan sonra gelen ulemaya uymak, intişar eden sünneti onlardan almak için bu minval üzere devam ettiler. İman kalbine yer eden her müslüman Medineye gelirdi. Bu iş tâ zamanımıza kadar devam ede gelmiştir. Maksat Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in kabrini ziyaret etmek onun gezdiği yerlerle, eserleriyle ve ashâb-ı kirâmın eserleriyle teberruk etmektir. Binaenaleyh Medineye ancak mümin olanlar gelir. «Kâdı îyâz’ın izahı da burada bitti. şöyle diyor: «Bu mesele Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) devriyle ondan sonra gelen sahabe ve daha sonra gelen tabiîn devirlerine mahsustur. Çünkü o devirlerde vaziyet dürüst idi.» «Bu hadisde o devirler müslümanlarının doğru yolda ve bid'atlardan uzak olduklarına, onların fi'llerinin bizim, için hüccet teşkil ettiğine tenbih vardır. Nitekim İmâm Malik'in mezhebi de budur.» diyor. sarihi Aynî de şunları söylüyor: «Bu hâl Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile sahabe, tabiîn ve tebe-i tabiîn devirlerine mahsustur, ki bu müddet doksan seneden ibarettir. Ondan sonra haller değişmiş, bâ husus zamanımızda bid'atlar çoğalmıştır.» Kiramın kavillerinden bu kadarcığını gördükten sonra, şunu da arz etmek isterim ki; bence hadisi şerif kıyâmete yakın müslümanlığm başladığı devre döneciğini yani müslümanlarm azalacağını ve meşakkatlere mâruz kalacaklarını takrir etmektedir. Nitekim bundan sonra göreceğimiz hadiste de kıyâmete yakın, «Allah Allah» diyen kimse kalmıyacağı bildirilmektedir. Dünya müslümanlannın bu günkü hali nazarı dikkate alınırsa bu hadislerin geleceği haber veren birer mucize olduğundan şüphe etmemek gerekir. Kanaati acizânemce bu hadisde inzâr veya tebşir diye bir şey yok sadece vukua gelecek hakikati ihbar vardır. Ulemânın: «İslâinın dalgah devirleri tebe-i tabiîn ile sona erer demelerine bakılarsa İslâmm tekrar eski satvet ve şevketine dönmesi hayli şüphe götürür. Allah'ın lütfü inayetinden hiç bir zaman ümidimizi kesmemekle beraber bu hadisi zahirî mânası üzerine bırakmak bence eslimi tariktir. Allah'ü âlem.»
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İslamın Garip Başlayıp Garip Biteceğini Ve İki Mescid Arasına Çekileceğini Beyan Bâbı
392-)
Bana Züheyr b. Harb rivâyet etti. ki): Bize Affân rivâyet etti. ki): Bize Hammâd rivâyet etti. ki): Bize Sabit, Enes'den naklen haber verdi ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): Allah, Allah diyen kalmadıkça kıyâmet kopmayacaktır.» buyurmuşlar.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Ahir Zamanda İmâmın Elden Gitmesi Bâbı
393-)
Bize Abd b. Humeyd rivâyet etti. ki): Bize Abdürrezâk haber verdi. ki): Bize Ma'mer, Sabitten, o da Enes'den naklen haber verdi. Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): Allah diyen hiç bir kimsenin üzerine kıyâmet kopmaz.» buyurdular. hadis, kıyâmetin kötüler üzerine kopacağım' bildiriyor. Mâna iti-barile: ancak insanların berbâd ve rezilleri üzerine kopar.» hadisi gibidir. beyanına göre kıyâmet müminlerin ruhları kabzolunduk-tan sonra kâfirlerin üzerine kopacaktır. Müminler Deccalla cenk ettikten sonra İsâ (aleyhisselâm) ile buluşacaklardır; nihayet Yemen'den gelen bir rüzgârla müminlerin ruhları kabzedilecektir. hadîs: bir taife kıyâmet kopuncaya kadar hakka müzahir olmakta devam edeceklerdir.» hadisine muarız gibi görünüyorsa da hakikatta aralarında münâfat yoktur. Çünkü o hadisdeki «kıyâmet kopuncaya kadar»'tabirinden murâd: kıyâmetin yaklaşması yani Yemenden gelecek rüzgârın eseceği zamandır. Zira bu rüzgâr, kıyâmetin alâmetlerinden biridir. Bir şeyin vaktinin yaklaşması o şeyin gelmesi mesabesindedir. Allah» kelimeleri bazı rivâyetlerde mansubtur. Bu takdirde nasba âmil olan fi'l muzmerdir; ismin tekrarı, fiil yerini tutmuştur. Buna nahiv ilminde «tahzir» derler, ki mef'ulûn bihin bir nev'idir. Tahzir, bir şeyden sakındırmak demektir. O halde «Allâhe Allâhe» cümlesindeki rauzmer fiilde «ihzer» yânî «sakın» fi'lidir. Ve cümlenin mânası: «Allah'dan sakın diyeti hiç bir kimsenin üzerine kıyâmet kopmaz.» şekline girer. kelimeleri merfû' okuyanlar da vardır ki bunlardan biri de İmâm Müslim'dir. Merfû' okunduğu takdirde cümle mübteda ve haber olur. Ca'fer bu hadisi «Allah Allah» yerine «lâ ilâha illallah» kelime-i tevhidile rivâyet etmiştir ki, «Allah Allah», rivâyetinin tefsiri demektir. Burada şöyle bir sual hatıra gelebilir: Madem ki yer yüzünde bir gün «Allah Allah» diyen kalmayacak; o halde bütün ümmet-i Muhammediyye—Ma'âzallâh—- irtidad edecek demektir? Bunun cevabı: Hayır hadisde koca bir ümmetin irtidâdı mevzu-i bahis değil, müslüman kalmayacağından bahsedilmektedir. Müslüman kalmaması ise irtidâdı icâbet-mez.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Ahir Zamanda İmâmın Elden Gitmesi Bâbı
394-)
Bize Ebû Bekr b. Ebû Şeybe ile Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr ve Ebû Küreyb rivâyet ettiler. Lâfız Ebû Kureyb'indir. Dediler ki: Bize Ebû Muâviye, A'meş'den, o da Şakîk'den, o da Huzeyfe'den naklen rivâyet etti. Şöyle dedi: (sallallahü aleyhi ve sellem)’le beraber bulunuyorduk. (Bize hitaben): kelimesini söyleyenlerin adedi kaçtır. Sayın bana!» dedi. Bizde: «Ya Resûlüllah, adedimiz altı yüzle yedi yüz arasında olduğu halde bize bir kötülük ederler diye mi korkuyorsun?» dedik. bilmezsiniz; belki ibtilâ olunursunuz.» buyurdular. Huzeyfe az sonra ibtilâ olunduk. O derecede ki bizden birimiz namazını bile ancak gizli kılmağa başladı.» demiş. hadisi Buhârî ile Nesâî «Kitâbü's-Siyer» de, İbn Mâce-de «Kitâbü'l-Fiten» de tahriç etmişlerdir. Buhârî'de hadisin metni şöyledir: (sallallahü aleyhi ve sellem): diyenleri bana yazın!» buyurdular. üzerine biz de kendilerine 1500 kişi yazdık. Ve: Biz 1500 kişi olduğumuz halde daha korkuyor muyuz? dedik. diyor ki: (zaman oldu) öyle bir ibtilâ olunduğumuzu gördüm ki, insan (evinde) yalnız başına namaz kılarken bile korkuyordu.» şerifin mevzuu harbe iştirak için asker yazmaktır. Bu konuşmanın nerede geçtiği ihtilaflıdır. İbn Tîn Hendek vakasında hendeğin kazıldığı sırada yapıldığına cezmen kail olmuştur. Bazıları Uhud gazasına çıkarken, bir takımları da Hudeybiye'de cereyan ettiğini söylerler. Ashâb-ı kirâm bu kadar kalabalık olduğumuz halde neden korkuyoruz, diye şaşmışlar; fakat Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in irtihâlin-den sonra şaştıkları korku başlarına gelmiş. O derecede ki, korkudan cemaata devam edemez olmuşlar. Namazlarını evlerinde kılarken bile kor-kuyorlarmış. Iyaz diyor ki: «İhtimâl Huzeyfe'nin bu sözü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in vefatından sonra müslümanlarm Mekke'de bulundukları devirde müşriklerin namaza mânı oldukları hengâma âiddir. Ama hadisin siyak ve lâfzına nisbetle bu ihtimâl uzaktır. Çünkü «ibtilâ» cümlesi, üst tarafına «fa» ile atfolunmuştur. «Fa» tertip ve takibe delâlet eder. Binaenaleyh ibtilânın mezkûr konuşmadan az sonra vâki olması icabeder. İbtilânın Hazret-i Osman fitnesinde olması da muhtemeldir. Ancak bu sözden kelimenin eam mânası, yanî din düşmanlarile ibtilâ kasdedilirse o başka.» Nevevî de şunları söylemiştir: «İhtimâl Huzeyfe (radıyallahü anh) bu sözü ile Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den sonra cereyan eden bazı fitneleri kasdetmiş olacaktır, o fitnelerde ashabın bazıları gizleniyor; namazım gizlice kılıyor, meydana çıkarak fitne ve harbe iştirak etmekten korkuyordu. birinde: «Altı yüzle yedi yüz arasındayız» diğerinde: «1500 kişi yazdık» denilmesine bakarak Dâvudi: «Olabilir bu asker yazma işi muhtelif yerlerde bir kaç defa vukuu bulmuştur.» demiştir. Bazıları iki rivâyetin arasını bulmak için: «1500 den murâd: erkek, kadın, köle ve çocuk, bütün müslümanlardır. Altı yüzle yedi yüz arasından ise hassaten erkekler kasdedilmiştir.» diyorlar. Hatta hadisin bir rivâyetinde 1500 yerine sadece «500 kişi» denilmiştir. Bu da harbe iştirak edenler diye te'vil olunuyor. bu te'villeri sıraladıktan sonra şöyle diyor: «Bu te'vîller bâtıldır. Çünkü hadisin diğer rivâyetinde, 1500 adam yazdık diyerek bunların hepsinin erkek olduğu tasrih edilmiştir. Sahih te'vil şudur: Sayıları altı yüzle yedi yüz arasında olanlar, hasseten Medine'dendir.. 1500 adedi bunlarla birlikte etraftan gelen müslümanlarm mecmu'udur.» «Müslümanları müdafaa icabettiği zaman hükümdarın asker yazması sünnettir. Vatan tehlikeye düşünce eli silâh tutan herkese cihâd farzolur.» diyor. Şerif bir şeyi vukuundan önce haber veren mucizelerdendir. Çoklukla övünmenin ilâhî cezayı nıüstelzim olduğu bu hadîs-i şeriften çıkarılan hükümlerdendir.»
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Korkan Kimsenin Îmanını Gizlemesinin Cevazı Bâbı
395-)
Bize İbn Ebû Ömer rivâyet etti. ki): Bize Süfyan Zühri'den, o da Âmir b. Sa'd'dan, o da Babasından (m) naklen rivâyet Ebû İshâk Sa'd b. Ebû Vakkaas (radıyallahü anh): Ensar-ı Kiramdan ve hayatlarında cennetle müjdelenen bahtiyarlardandır. Bedir gazasiyle diğer bütün gazalara iştirak etmiştir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den 270 hadîs rivâyet etmiştir. Vefat tarihi 55 veya 57 dir. Babası Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) (askere) bazı şeyler taksim etti. Ben: Yâ Resulâllâh, filâna da ver; çünkü o mü'mindir, dedim. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): müslimdir.» buyurdu. Ben sözümü üç defa tekrarladım. O da bana üç defa: «Yahut müslimdir.» diye red cevabı verdi. Sonra: —kendimce başkası daha lâyık olduğu halde— (bazen) bir adama (sırf) Allah onu yüzü üstü cehenneme atmasın endişesi ile (bir şeyler) veriyorum.» buyurdular.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İmanı Zaif Olduğu İçin İmanından Korkulan Kimsenin Kalbini Yatıştırma Ve Kati Delil Olmadıkça Kati Surette Îman Hükmü Vermekten Nehi Bâbı
396-)
Bana Zübeyr b. Harb rivâyet etti. ki): Bize Yâkûb b. İbrahim rivâyet etti. ki): Bize İbn Şihâbın kardeşi oğlu, Amcasın-rivâyet etti. ki: Bana Amir b. Sa'd b. Ebû Vakkaas, Babası Sa'd'dan naklen haber verdi ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), (Sa'd'da aralarında oturmakta iken bir kaç kişiye dünyalık vermiş. Sa'd hâdiseyi anlatırken) Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlardan birini bıraktı; ona bir şey vermedi. Halbuki en çok beğendiğim o idi. Bunun üzerine ben: Yâ Resulâllâh, filânı neye bıraktın? Vallahi ben onu pek mü'mîn görüyorum, dedim. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): müslim.» dedi. sustum. Sonra yine o zat hakkındaki bilgim galebe çalarak: — «Yâ Resulâllâh! Filânı neye bıraktın? Vallahi ben onu pek mü'min görüyorum, dedim. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yine: «Yahut müslim» buyurdu. daha sustum. Sonra yine o zat hakkındaki bilgim galebe çaldı. Ve: Yâ Resulâllâh! Filânı neye bıraktın? Vallahi ben onu pek mü'min görüyorum, dedim. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) tekrar: müslim. Ben —başkası benim için daha makbul olduğu halde— (bazan sırf) bir adam yüzü üstü cehenneme atılır endişesiyle ona bir şeyler veriyorum.» buyurdular.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İmanı Zaif Olduğu İçin İmanından Korkulan Kimsenin Kalbini Yatıştırma Ve Kati Delil Olmadıkça Kati Surette Îman Hükmü Vermekten Nehi Bâbı
397-)
Bize Hasen b. Aliy el-Hulvani ile Abd b. Humeyd rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Ya'kûb —ki İbn İbrahim b. Sa'd'dır — rivâyet etti. ki): Bize Babam, Salîh' den, o da İbn Şihâb'dan naklen rivâyet etti. ki: Bana Âmir b. Sa'd, Babası Sa'd'dan naklen onun şöyle dediğini rivâyet etti: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), bir kaç kişiye atiyye verdi. Ben de aralarında oturuyordum... İlâh, İbn Şihâb'ın kardeşi, oğlunun Amcasından rivâyet ettiği hadis gibi tahdisde bulundu. Şunu da ziyade eyledi: Ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e giderek: fi lanı neye bıraktın? diye fısıldadım.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İmanı Zaif Olduğu İçin İmanından Korkulan Kimsenin Kalbini Yatıştırma Ve Kati Delil Olmadıkça Kati Surette Îman Hükmü Vermekten Nehi Bâbı
398-)
Bize Nasen el-Hulvani dahi rivâyet etti. ki): Bize Ya'kub rivâyet etti. ki): Bize, Babam, Sâlih'den, o da İsmail b. Muhammed' den naklen rivâyet etti. ki: Ben Muhammed b. Sa'd'ı bu hadisi rivâyet ederken dinledim. Rivâyeti esnasında şöyle dedi: Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) omuzumla ensem arasına eliyle dokunarak: ediyorsun? Ey Sad! Ben adama veriyorum işte!» buyurdular. hadisi Buhârî ile Ebû Dâvûd da tahriç etmişlerdir. Sahih-i Buhârî'deki yeri: «Kitabü’l-iman» ve «Kitabu'z-Zekât» tır. bir tariki hususunda İmâm Müslim'e itiraz edilmiştir. Çünkü bu tarikde Müslim hadisi Süfyân b. Uyeyne vasıtasiyle Zühri'den rivâyet etmektedir. Halbuki Humeydi, Said b. Abdirrahman ve Muhammed b. Sabbâh, Süfyan'la Zühri'nin arasında Mamer'i de zikrederler. Mahfuz olan da budur. Müslim onu senedden düşürmüştür. itiraza Nevevî şu cevabı vermiştir; « Süfyân'ın bu hadisi bir defa Zühri'den, bir defa da Ma'mer'den dinlemiş; ve her iki veçhe göre rivâyet etmiş olması muhtemeldir. Binaenaleyh rivâyetlerin biri diğerine dokunmaz,» bazıları Nevevî nin sözünü de cây-i te'emmül bulmuş; fakat vechini beyân etmemiştir. Bu te'emmülün vechini Buhârî sarihi Aynî şöyle izah ediyor: Cami' denilen kitaplarda olsun, müsned-lerde olsun Süfyân b. Uyeyne'nin rivâyetleri hep Ma'mer vasıtasile Zuhrî'dendir. Rivâyetler Mamer'i zikretmekte bir birini tutarlar. Senedden Ma'mer'i düşüren, yalnız Müslim'dir. Halbuki Müslim'in şeyhi Muhammed b. Yahya'nin «Müs-ned» inde Ma'mer zikredildiği gibi Ebû Nuaym'in «Müstahrec »inde de mevcutdur. Ebû Mes'ud «El-Etraf» nâm eserinde buradaki vehmin râvi İbn Ebî Ömer'den geldiğini söylemektedir. Müslim'e rivâyet ederken onun vehmetmiş olması muhtemeldir; fakat bu ihtimal teayyün etmiş değildir. Vehim Müslim'den de olabilir; Nevevî'nin dediği gibi de. İhtimâl kapısı açıktır.» mânası hususunda çok ihtilâf edilmiştir. Raht: sayıları ondan aşağı olan erkeklerdir; diyen olduğu gibi: üçten ona kadar olan cemaattır; yediden ona kadar olan cemaattır; sayılan yediden üçe kadar inen cemaattır; diyenlerde olmuştur. Kelime ism-i cemi' olup kendi lâfzından müfredi yoktur. bu kelime on kişi hakkında kullanılır. «Rahtu'r-racül» yani kişinin rahatı tâbiri: babasının oğulları, kabilesinin adamları mâna-larınadır. Cem'i erhut ve erhât; cem'inin cem'i de: erâhit ve erâhît gelir. Bu kelime adetle birlikde kullanılırsa şahıs, kişi mânası ifâde eder. «se-lâsetü raht in» üç kişi demektir. şerif Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in bir atıyye ve ihsan tevzini anlatıyor. Hazret-i Sad b. Ebî Vakkas (radıyallahü anh)'ın görüp hikâye ettiği bu taksimde Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) imanı zaif olan bazı kimselere ihsanda bulunmuş; dinî bütün fakir müslümanlar-dan bazılarına bir şey vermemiştir. Bunu gören Sa'd (radıyallahü anh) «Yâ Resulâllâh, filâna da ver; çünkü mü'mindir.» demiş; Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buna sadece «yahud müslimdir.» cevabını vermekle iktifa etmiştir. Bu sözden muradı: «Filân mü'min'dir, diye kestirip atma; çünkü kalben inanıp inanmadığını bilmezsin. Mü'min diyeceğine müslim, de zira müslim: teslim olan mânasına gelir.» demektir. Sa'd'in gösterdiği zatın ismi Cail b. Sürâka'dır. Fukara'dan bir zât olup Uhud ve diğer gazalara iştirak etmişti. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in onu bırakıp da imanı zaif olanlara vermesi ona bir şey vermese de dininden dönmeyeceğini bildiği içindir. İmanı zaif olanlara atiyye ve ihsanda bulunması ise kalplerini İslâmiyete yatıştırmak içindir. Bunlara «müellefe-i kulûb» denilir. Nitekim Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de: onu yüzü üstü cehenneme atmasın diye veriyorum.» buyurarak bu ciheti izah etmiştir. Böyle tepe taklak cehenneme atılmasına sebep: bir şey verilmediği takdirde irtidâd etmesi yahud Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i cimrilikle ithamda bulunarak dinden çıkmasıdır. taklak cehenneme atmak, küfürden kinayedir. Çünkü bu mâna küfrün lâzımıdır. İbarede lâzım zikredilmiş; melzunı murâd olunmuştur. zahiri: ki: Siz iman etmediniz; bari müslüman olduk deyin!» âyet-i kerimesine uymaktadır. rivâyette Hazret-i Sa'd kendinden bahsettiği halde: «Ben de aralarında oturmakta iken» demeyip: «Sa'd'da oturmakta iken...» kullanması ve keza beğenen Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) olduğu halde «en çok beğendiği» demeyip «en çok beğendiğim» demesi bedî' ilmine göre birer iltifattır. aralarında oturmakta iken...» ibaresi tecrid de olabilir. Yani kendinden bir şahıs tecrid ederek sanki oturan başka biri imiş gibi göstermiştir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sevdiği ve takdir ettiği fakir bir muhacir olan Cail (radıyallahü anh)'a bir şey vermeyerek müellefe-i Kulûba vermesinin iki sebep ve hikmete istinâd ettiğini Hazret-i Sa'da tenbih eylemiştir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İmanı Zaif Olduğu İçin İmanından Korkulan Kimsenin Kalbini Yatıştırma Ve Kati Delil Olmadıkça Kati Surette Îman Hükmü Vermekten Nehi Bâbı
399-)
Bana Harmeletü'bünü Yahya rivâyet etti. ki): Bize İbn Vehb haber verdi. ki): Bana Yunus. İbn Şihâb'dan, o da Ebû Selemete'bnî Abdirrahmân'la Said b. el-Müseyyeb'den, onlar da Ebû Hureyre'den naklen haber verdi ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Biz şüphe etmeye İbrahim (sallallahü aleyhi ve sellem)’den daha lâyıkız: Hâni, Yâ Râbbî ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster, demişti. Rabbî: İnanmadın mı yoksa? demiş. O da: Yok inandım ama kalbim mutmein olsun diye (sordum) demişti Bakara sûresi, âyet: 260 (697) Lûf'a da rahmet eylesin! Filhakika o pek muhkem bir istinâdgâha (Allah'a) sığınıyordu. Eğer ben zindanda Yusuf'un kaldığı kadar uzun müddet kalsaydım (zindandan çıkarmaya gelen) da'vetçiye mutlaka icabet ederdim.» buyurmuşlar.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Delillerin Bir Birini Takviyesiyle İtminan-ı Kalbin Artması Bâbı
400-)
Bu hadisi bana inşallah Abdullah b. Muhammed b. Esmâ'ed-Dubaî de rivâyet etmiştir. ki): Bize Cüveyriye, Mâlik’den, o da Zühri'den naklen rivâyet eyledi. Zühriye de Saidü'bnü’l-Müseyyeb ile Ebû Ubeyd, Ebû Hüreyre'den, o da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen Yunus'un Zühri'den rivâyet ettiği gibi haber vermişler. hadisinde: «Lâkin kalbim mutmein olsun, (dedi), Sonra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti bitinceye kadar okudu» ifadesi vardır.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Delillerin Bir Birini Takviyesiyle İtminan-ı Kalbin Artması Bâbı
401-)
Bize bu hadisi Abd b. Hümeyd rivâyet etti. ki: Bana Ya'kûb yani İbn İbrahim b. Sa'd rivâyet etti. ki: Bize Ebû Üveys, Zühri'den naklen Mâlik'in isnâdile onun rivâyeti gibi tahdis etti; ve: sonra bu âyeti bitirinceye kadar okudu, dedi. hadisi Buhârî «Kitâbu bed'ü-halk» ve «Kitâbü't-Tefsir» de, Müslim «Kitâbü'l-Fedâil» de, İbn Mâcede «Kitâbül-Fiten» de tahriç etmişlerdir. ulemâ onun bir sebebi olduğunu söylerler. İbrahim: Ya Rabbî, ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster, demişti." Sûre-i Bakara, âyet: 260. âyet-i kerîmesi nâzil olunca bazı kimseler. «İbrahim (aleyhisselâm) şüphe etmiş ama bizim Peygamberimiz şüphe etmedi» demişler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu duyunca: etmeye biz İbrahim'den daha lâyıkız...» buyurmuşlar. Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'ın Teâlâ hazretlerine ölüleri nasıl dirilteceğini sormasının sebebi gerekse Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in: etmeye biz ibrahim'den daha lâyıkız...» sözünün mânası hususunda pek çok ihtilâf edilmiştir. Bunların bazıları şunlardır:
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Delillerin Bir Birini Takviyesiyle İtminan-ı Kalbin Artması Bâbı
402-)
Bize Kuteybetü'bnü Sa'd rivâyet etti. ki): Bize Leys Said b. Ebû Said'den, o da Babasından, o da Ebû Hureyre'den naklen rivâyet etti ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): hiç biri yoktur ki, ona beşerin emsaline iman ettiği mu'cizelerin misli verilmiş olmasın. Bana verilen (mu'cize) ise ancak Allah'ın bana vahyeftiği (Kur'ân-ı Kerîm) dir. Binaenaleyh kıyâmet gününde ben peygamberlerin en çok tabiî bulunanı olmayı ümid ederim.» buyurmuşlar. hadisi Müslim buradan başka «Kitâbu Fedâili'l-Kur'ân» ile «Kitâbu't-Tefsir» de; Buhârî «Kitâbu Fedâil'il-Kur'ân» ile «Kitâbu'l-i'tisâm» da tahrie etmişlerdir. (sallallahü aleyhi ve sellem)'in: hîç biri yoktur ki, ona beşerin emsaline iman ettiği mu'cizelerin misli verilmiş olmasın...»buyurmuş olması gösteriyor ki, her peygamberin mutlaka bir mucizesi olur. Bu mucize doğru olduğu için görenlerin onun doğruluğuna inanmasını iktizâ eder. İsrar edenlerin inanmaması ona zarar etmez. Cümlenin metninde «âmene» fi'li «alâ» harfi cerri ile müteaddi yapılmıştır. Aslında bu kelime «bâ» yahut «lâm» ile müteaddî olur. Binaenaleyh «aleyhi» yerine «bihî» demek lâzım gelirse de burada «amene» fi'line tazmin yolu ile «galebe çalmak» mânası ifâde ettirildiğinden «âla» ile müteaddi olması caizdir. Mâna şudur: «Beşerin, mislini çürütmeye kaadir olamayıp mağlûp bir halde inandığı mucize, her peygambere verilmiştir.» ve Müslim sarihlerinden Şihabuddin Kastalânî bu cümleyi şöyle izah ediyor: «Her peygambere, dâvasını isbat için zamanına göre bir takım hârikalar verilmiştir. Asâ'nın yılan olması bu kabildendir. Çünkü Mûsâ Aleyhisselâm zamanında sihirbazlık ileri gitmişti. Hazret-i Mûsa'da sihre muvafık olan bu mucizeyi göstererek kavmini imâna muztarr bıraktı İsâ (aleyhisselâm) zamanında tababet ileride idi; ona da tababet nev'inden olan fakat ondan daha yüksek mertebede bulunan bir mucize yani ölüleri diriltme mucizesi verildi. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında ise; belagat ileride idi. Araplar kendi aralarında onunla öğünürlerdi. Hatta belagatta başkalarına meydan okuyarak meşhur yedi kasideyi Kâ'be duvarına asınışlardı. İşte Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) de arapların, o devirde, en kâmil hatipleri bile âciz bırakan ve belâgatleri cinsinden olan Kur'ân-ı Kerim'i getirdi. Ve: verilen mu'cize ise ancak Allah'ın bana vahyettiği (Kur'ân-ı Kerim) dir.» buyurdu. (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yegâne mucizesi Kur'ân-ı Kerîm, olmamakla beraber cümlede hasır edatı kullanarak: «Ancak Kur'ân'dır.» buyurması, onun en büyük mucizesi olduğuna işaret içindir. Yoksa Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Kur'ân'dan başka: «Ayın yarılması, güneşin iadesi, mübarek parmaklarının arasından su kaynaya-rak binlerce insan ve devenin içmesi, kelerin konuşması, kütüğün iniltisi, azı- çoğaltması, gaibden haber vererek dediği gibi çıkması ve saire gibi avam ve havâss arasında tevatür derecesini bulmuş pek çok bahir mucizeleri, ve zahir acibeleri vardır. Kur'ân'i Kerim bunların en büyüğü ve en faydahsıdır. Çünkü o dine daveti, hücceti ve gelmiş geçmiş bütün insanların ilimlerini ihtiva etmektedir. Ondan tâ kıyâmete kadar istifâde edilecektir. Onun içindir ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu cümleden sonra: kıyâmet gününde peygamberlerin içinde en ziyâde tabî' ve ümmetin kendisine nasib olmasını temenni etmiştir. Çünkü Kur'ân mucizesi devam edeceği için imânlar dâima tazelenecek ve İslâmı kabul edenler daima bulunacaktır. Diğer peygamberlerin mucizeleri Öyle değildir. Onlar o peygamberlerin hayatlarile sona ermişlerdir.» bu gün bazı dinsizler her fırsatta Kur'ân'i Âzîmüşşana dil uzatmakta, onun — haşa — bir arap düzmesi olduğunu iddia edecek kadar ileri gitmektedirler. içinde: «Kur'ân'dan ne olacak onu ben de yazarım» diyen yiğitler bulunduğunu da işitiyoruz. Omuzlarının üzerinde kafa değil mankafa dolu birer susak taşıdıklarının bile farkına varamayan bu gafillerle ilmi münakaşaya girişmek abesle iştigâl olur. Böylelere verilecek eri: kestirme cevabı biz yine Aziz Kitabımız Kur'ân-ı Kerîm'de buluyoruz: (yiğitler) siz de şu Kur'ân gibi bir Kur'ân getiriverin!..» nazire yazacaklar çoktur; fakat, on dört asırdır yazan yoktur. Neredesiniz be koç yiğitler!.,. Tam 14 asırdır meydan sizin! O kadar kolay bir şeyi hâlâ hazırlayamadınız mı?... Bütün Kur'ân'a nazire yazmak sizi terletecekse, ondan vaz geçtik; hiç olmazsa: sûreleri gibi on sûre getirin!..» bu da kâfi... Neye susuyorsunuz; onu da mı yapamayacaksınız? Üzülmeyin canım! hiç olmazsa Kevser sûresi kadar, yanî üç âyetten ibaret sûresi gibi bir sûre getirin!..» On dört asırdır va'dlerinizi bekliyoruz. Artık bu kadarciğını da yapamazsanız yazıklar olsun size! Yiğitliği de hatırdınız insanlığı da... Bizim bildiğimiz: yiğit verdiği sözün üzerine can veren adamdır. Yâ dediğini yapar; yâ ölür. Siz hâlâ utanmadan yaşıyor. Sıkılmadan insan arasına çıkıyorsunuz. Eyvanlar olsun size!... Şimdi adam akıllı rezil oldunuz ya biraz beni dinleyin! Sız bu kara sevdadan vaz geçin! Zira imkânı yok yapamazsınız. Güneşe tükürmeye kalkışan yakalarını kirletmekle kalır derler. Değil sizin gibi ismini bile kekelemeden soyleyemeyenler, fasâhat ve belâgatile dünyaya, ün salmış nice koç yiğitler ortaya çıkmış; fakat Kur'ân-ı Kerîm'in icazı karşısında hiç bir şey yapamamış; yabancı köpekler gibi kuyruklarını kısarak ke-mâl-î rezaletle ortadan çekilmişlerdir. Peygamberlik iddiasında bulunan yalancı Müseyle'me bu bâbda misâl göstermeye kâfidir. Marifetlerini tarihten öğrenebilirsiniz!... Muannidler! Bilmiş olun ki Kûr'ân-ı Kerîm'i değiştirmek veya ortadan kaldırmak şöyle dursun. Onun bir harekesine bile dokunamayacaksınız. Neden biliyor musunuz? Çünkü onu muhafaza eden bizzat Allah'tır. Teâlâ Hazretleri sair semavi kitapların muhafazasını o kitaplarla amel edenlere tevdi etmişti. Bugün kitapların hali meydandadır. Kur'ân-ı Azimüşşanı ise bizzat kendisinin muhafaza edeceğini bundan ondört asır önce indirdik biz!.. Hem hiç şü şüphe yok ki o Kur'ân'ı biz indirdik biz!.. Hem hiç şüphe yok ki bîz onu mutlaka muhafaza edeceğiz." Hıcr sûresi âyet: 9. Buyurarak cihana ilân etmiştir. Şurası calib-i dikkattir ki âyet-i kerîmede sekiz on tane te'kid bir araya gelmiştir. Şöyle ki: Bu âyet ismi üstünde te'kid edatı olan «inne» ile başlamıştır. «Inne» nin ismi cem'i mütekellim zamiri olup Allah'a raci'dir. Bu zamirin cemi' olması ta'zim ve te'kid ifâde eder. «Nahnu» zamiri «inne» deki zamirin te'kididir. Yahut müptedadır. Her iki haldede te'kid bildirir. «Nezzelnâ» fiilinin failîde tazim için cemi' sığası ile gelmiştir. Cümle isim cümlesidir, «vav» ile yukarıya atfedilen ikinci cümlede hal yine böyledir yani. «Inne» tahkik ve te'kid edatıdır. «Nâ» cemi' mütekellim zamiridir. «Lehu» car ve mecrur olup kasır ve hasır için müteallakından önce zikredilmiştir. «Lehâfizûn» nın başındaki lâm te'kid ifade eden lânvı haliyyedir. Cümle isim cümlesidir. ki; bu âyet-i kerîmede tam on tane te'kid vardır. Acaba bunun hikmeti nedir? Hikmetini anlamak için bir nebzecik Maâni ilmine müracaat edelim. O ilim diyor ki: Kendisine söz anlatılan kimse ya hâli zihindir, yani söylenilen şeyi yeni işitir. Yahut biraz bilirde tereddüt halindedir. Fakat hakikati Öğrenmek ister, yahut da bilir de inkâr eder. İşte hâ-lizihin bulunan kimseye o söz hiç te'kidsiz anlatılır. Mütereddit bulunana te'kidli söylemek iyi olur; İnkâr edene ise inkârının derecesine göre bir iki veya daha fazla te'kid vasıtaları kullanarak ifade etmek vaciptir. İlm-i Maâni'nin bize lâzım olan izahatı burada bitti. düşünelim: Kur'ân-ı Kerîm'e dil uzatmak cüretkârlığında bulunan küstahlar şüphesiz ki onu inkâr edenlerdir. Âyet zaten onlara cevap olarak nâzil olmuştur. Arapçada te'kid vasıtaları çoktur. Bunlardan biri de sözü tekrarlamaktır. Âyetteki bu on te'kidi bir an için sözün tekrarı farzedersek mütecavizlere Teâlâ Hazretleri bir şeyi tam on defa tekrarlayarak yani on defa onu ben indirdim ben muhafaza edeceğim buyurarak te'kid etmiş olurki bu iş söz anlayan bir insan için kafasına odunla vurmaktan daha müessirdir. Üstelik te'kid'münkire karşı yapıldığı cihetle on te'kid ona on defa kâfir demeyide tazammun eder. Demek oluyor ki; Kur'ân-ı Kerîm'e dil uzatan hainler en azından on kat katmerli kâfirdirler. Bu mâna âyetten kinaye yolu ile çıkarılır. kerîme iki tarafıda keskin bir kılıç gibi iki şey'e delildir. Yani hem Kur'ân'a dokunmak isteyenlerin dillerini kesmekte hem de belagata Örnek olmaktadır. bâbta son sözüm şudur: Kuş beyni kadarcık bir beyne sahip olanlar bile düşünürlerse anlarlar ki, on dört asırdan beri bunca düşmandan bir tanesinin Kuf'ân-ı Kerîm'in bir âyetine dahi nazire getirememesi onun mucize olduğuna en büyük delildir. bu hadisin mânası hususunda ulemâdan üç kavil naklediyor:
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Peygamberimiz Muhammed Sallallahü Aleyhi Ve Sellem’in Bütün İnsanlara Gönderildiğine Ve Bütün Dinlerin Onun Dinile Neshedildiğine İmanın Vücubu Bâbı
403-)
Bana Yunus b. Abdil'a'lâ rivâyet etti. ki): Bize İbn Vehb haber verdi. ki: Bana bunu dahi Amr haber verdi. Ona Ebû Yunus, Ebû Hüreyreden, o da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen onun şöyle buyurduğunu rivâyet eylemiş: nefsi kabza-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki eğer bu ümmetten bir Yahûdi veya hıristiyan beni işitir de sonra benimle gönderilene iman etmeden ölürse mutlaka cehennemliklerden olur.» hadisin senedinde İbn Vehb'in: «Bana bunu dahi Amr verdi.» demesi. Amr'dan bir çok hadisler rivâyet ettiğine işaret içindir. İmâm Müslim ufak bir tasarrufla: «Bana Amr rivâyet etti» diye bilirdi. Fakat işittiğini olduğu gibi rivâyete son derece dikkât ettiği için bunu yapmamıştır. şerif, Peygamberimiz Muhammed Mustafâ (sallallahü aleyhi ve sellem)’in gönderilmesile bütün dinlerin neshedildiği-ne delildir. Mefhumu muhalifinden anlaşılan mâna: kendisini İslama davet eden bulunmayan kimsenin mazur sayılmasıdır. Çünkü mucizeyi görenler için peygambere imanın yolu müşahede, görmeyenler için de sahîh nakildir. Allah'a iman ise tefekkür ve te'emmül ile olur. Bazıları bu hadisi: «Benim mucizem kendisine tebeyyün eden» diye tefsir etmişlerdir. buna: «İmanın şartı mucizeyi duymak değil imana davet olunmaktır.» diye itirazda bulunmuşlardır. diyorki: «Şehirlerden uzak yahut yol uğramayan adalarda yaşayıpta kendilerine İslâmiyet tebliğ edilemeyenler mazur olsalar gerektir. Bu, ittifaki bir kaidedir. Çünkü Teâlâ Hazretleri: resul göndermedikçe kimseyi azap etmeyiz..." Isra sûresi, âyet: 15 buyurmuştur. hadis de aynı hükme delildir...» dedikten sonra sözüne şöyle devam ediyor: «Arap olmayanlardan arapçayı bilmeyen kimseler de kendilerine İslâmiyet için davet ulaşmayanlar hükmündedirler. Fetret devrinde yaşayanlar için inşaallah ileride söz gelecektir». murâd cemaattır. Hatta Kur'ân-ı Kerîm'de hayvanlara bile ümmet denilmiştir. Bir kişiye de mecazen ümmet denilebilir. Nitekim kitabullahta Hazret-i İbrahim için ümmet denilmiştir. Bu kelime Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e izafe edilirse ona tabî' olanlar kasd-edilir. Burada ondan murâd bilûmum İslama davet edilenlerdir. Hadisde Yahûdi ile Nesranî zikredilmesi bedel tarikiyledir. Binaenaleyh ism-i işaretin mefhum-u muhalifine itibar olunmadığı için mâna yalnız Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında yaşıyanlara münhasır olmayıp her devir insanlarına âmm ve şâmildir. Yahut Yahûdi ile hıristiyanın zikredilmesi Nevevî'nin de. deği gibi, bunların kitapları varken hüküm bu ise, Ehl-i Kitap olmayanların hükmü evleviyetle böyle olacağına tenbih içindir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Peygamberimiz Muhammed Sallallahü Aleyhi Ve Sellem’in Bütün İnsanlara Gönderildiğine Ve Bütün Dinlerin Onun Dinile Neshedildiğine İmanın Vücubu Bâbı
404-)
Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti. ki): Bize Hüşeym Salih b. Salih El-Hemdânîden, o da şâ'bî'den naklen haber verdi. Salih ki: Horasan'lı bir adam gördüm; Şa'bî'ye bir mes'ele sorarak dedi ki: Ebâ Amir, bizim taraflarda bulunan bazı Horasan'lılar cariyesini azad edip de sonra onunla evlenen bir kimse hakkında: Bu adam kurbanlık devesine binen gibidir, diyorlar. (Ne dersin?) Şa'bi şu cevabı verdi: Bana Ebû Bürdete'bnü Ebî Mûsâ, babasından naklen Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şöyle buyurduğunu rivâyet etti. kişi vardır ki, bunlara ecirleri ikişer defa verilir:
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Peygamberimiz Muhammed Sallallahü Aleyhi Ve Sellem’in Bütün İnsanlara Gönderildiğine Ve Bütün Dinlerin Onun Dinile Neshedildiğine İmanın Vücubu Bâbı
405-)
Bize Ebû Bekr b. Ebû Şeybe'de rivâyet etti. ki): Bize Ab-detü'bnü Süleyman rivâyet etti. H. İbn Ebî Ömer dahi rivâyet etti. ki): Bize Süfyân rivâyet etti. H. Ubeydullah b. Muâz da rivâyet etti. ki): Bize Babam rivâyet etti. ki): Bize Şu'be rivâyet etti. hepsi Salih b. Sâlih'den bu isnâdla bu hadisin mislini rivâyet eylemişler. hadisi Buhârî «Kitâbu’l-ilm», «Kitâbu'Mtk» ve «Kitabu’l Cihâd» de: Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce de «Kitâbu'n-Nikâh» da tahriç etmişlerdir. Ehl-i Kitaptan kimlerin kasdedildiği' ihtilaflıdır. Bazılarına göre Ehl-i Kitaptan murâd: dinlerini bozmadan kalanlardır. Bunlar dinlerinin aslını muhafaza ederek Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e yetişirler ve ona da imân ederlerse kendilerine iki ecir verilir. Dinlerini tahrif edenlere, müslüman oldukları takdirde bir ecir vardır. bazı ulemâ: «Hadisin umumu üzere icra edilmiş olması muhtemeldir. Çünkü Ehl-i Kitap, dinlerini tahrif etmiş bile olsalar İslâmiyeti kabul etmeleri iki ecir kazanmalarına sebep olabilir; bu suretle hem tahrif ettikleri dinde iken yaptıkları hayırlar, hem de müslüman olduktan sonra işledikleri hasenat mukabilinde kendilerine ecir verilmiş olur. Nitekim küffârın yaptıkları hayırların müslüman oldukları takdirde zâyi'i olmayacağı bildirilmiştir.» demişler. takımları: «Eğer hıristiyanlık Yahûdi dinini neshetmiştir, dersek buradaki Ehl-i Kitapdan murâd, yalnız hıristiyanlardır.» demişlerse de Aynî neshi şart koşmaya lüzum olmadığını, çünkü İsâ (aleyhisselâm)’ın bütün beni İsrâile peygamber gönderildiğini söylemiş; ve ona tabî' olmayanlara buradaki ecrin şumûlü bulunmadığını, zira kendi peygamberlerine imân etmediklerini beyan etmiştir. tahkika göre Kur'ân-ı Kerîm'de «kitap» lâfzı «el-Kitâp» şeklinde elif lamla zikredilmiştir. Buradaki elif lâm ahd içindir. Ve ma'hud kitap mânasına gelir ki, bundan murâd Tevrat'la" İncil de olabilir; sadece İncil kasdedilmiş olması da caizdir. Ve hükümde erkeklere tebean kadınlar da dahildir. hadisde zikredilen üç sınıfın yalnız Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanına mahsus olduğunu söylemiş; ve: «çünkü Peygamberimiz Muhammed Mustafa (sallallahü aleyhi ve sellem) geldikten sonra Hazret-i Îsâ (aleyhisselâm) artık onların peygamberi değildir.» demiştir. bir zât Kirmanı'nin sözünü, kendilerine davet eriş-meyehler hakkında vârid görmeyerek, üstadının hadisde zikri geçen üç sı-' mf hakkında «Bunların hükmü kıyâmete kadar devam edecektir.» dediğini ve bu sözün daha doğru'olduğunu ileri sürmüşse de Aynî bunu kabul etmemiş; kendisine «Bizim Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)’in gönderilmesile Hazret-i İsa'nın daveti sona ermiş; şeriatı kalkmış; ve bütün Ehl-i Kitap ve sair küffâr, kendilerine davet ulaşsın ulaşmasın Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in daveti altına girmişlerdir. Şu kadar var ki, kendilerine davet erişmeyenlere bil fiil davet vâki'- olmamıştır. Ama bil kuvve onlar bu davetten hâriç değillerdir. Köle ile câriye sahibinin hükümleri ise kıyâmete kadar devam edecektir.» şeklinde cevap vermiştir. Allah'ın hakkını Ödemesi namaz ve oruç gibi boynuna borç olan ibâdetlerini yapmakla, efendisinin hakkını Ödemesi de hizmetinde bulunmakla olur. Burada şöyle bir suâl hatıra gelebilir. Bu köleye iki ecir verilmekle kölenin ecri efendisinin ecrinden fazla olmuyor mu? Evet olabilir; bunda hiçbir mahzur da yoktur. Kölenin bu cihetten efendisini geçmesi, efendisinin de başka cihetlerden kölesini geçmiş olması dahi mümkündür. «Şu halde vaktile Ehl-i Kitaptan olan bir sahâbinin ecri, büyük ashâb-ı kirâmın ecirlerinden çok olmak aâzım gelir; bu ise bilicmâ' bâtıldır» denilirse, cevabı şudur: ümmet onları bu hükümden tahsis sûretile çıkarmıştır. Binaenaleyh onlar sahabenin büyüklerinden daha fazla me'cur olabilirler. Bu hüküm, sevabı —vaktile— Kitabî olan sahâbinin ecrinden fazla olduğuna delil bulunmayan her büyük sahâbî hakkında böyledir. te'dib ve terbiyesinden murâd: onun ahlâkını güzelleştirmektir. eyi becermek de: onu azarlayıp döğmeden rifku mülâyemet-le yola getirmekle olur. âzad ettikten sonra onunla evlenen hakkında bir rivâyette: «Kurbanlık devesine binen.» diğer bir rivâyette: kurbanlık olarak gönderdiği hayvanına binen gibidir.» denilmesi evlenmeyi, yaptığı iyilikten dönmek telâkki ettiklerindendir. Bu suâle Şa'bî güzel bir cevap vermiş; evlenmenin iyilikten dönmek değil, ihsan üstüne ihsan mânasını taşıdığım bildirmiş; ve sözüne şöyle nihayet vermiştir: hadisi bir şeysiz al! Vaktile bir adam bundan daha basit bir mesele için tâ Medine'ye kadar giderdi.» şeysiz al!» para istemem demektir. Yoksa uhrevî sevabından da vaz geçmiş değildir. Zira ondan daha büyük ücret olamaz. selef-i sâlihin hazerâtı bir meseleyi Öğrenmek için pek uzak mesafeleri göze alırlardı. Hazret-i Câbir (radıyallahü anh)'ın bir hadis için bir aylık uzak mesafeye gittiği; Said b. el-Müseyyeb'in: «Ben bir hadis Öğrenmek için günlerce yol yürüdüm.» dediği rivâyet olunur. Buhârî ve Müslim gibi büyük hadis İmâmları da hadis uğurunda pek çok seyahatler etmişlerdir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Peygamberimiz Muhammed Sallallahü Aleyhi Ve Sellem’in Bütün İnsanlara Gönderildiğine Ve Bütün Dinlerin Onun Dinile Neshedildiğine İmanın Vücubu Bâbı
406-)
Bize Kuteybetü'bnü Said rivâyet etti. ki): Bize Leys rivâyet etti. H. Muhammed b. Rumh dahi rivâyet etti. ki): Bize Leys, İbn Şihâb'dan o da, İbn'l-Müseyyeb'den naklen haber verdi ki, İbn’l-Müseyyeb Ebû Hüreyre'yi şöyle derken işitmiş: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): Kabza-i Kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, Meryem'in oğlu (îsa) (sallallahü aleyhi ve sellem)’in âdil bir hakem olarak aranıza inmesi ve salîbî kırarak domuzu öldürmesi, cizyeyi kaldırması, (bu suretle) mal (kapıdan) taşarak onu hiç bir kimsenin kabul etmemesi pek yakındır.» buyurdular.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İsa B. Meryemin Peygamberimiz Muhammed Sallallahü Aleyhi Ve Sellemin Şeriatile Hükmederek Yere İnmesinin Beyanı Bâbı
407-)
Bu hadisi bize Abdüla'lâ b. Hammad ile Ebû Bekir b. Ebû Şeybe ve Züheyr b. Harb da rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Süfyan b. Uyeyne rivâyet etti. H. hadisi bana Harmeletü'bnü Yahya dahi rivâyet etti. ki): Bize İbn Vehb habet verdi. ki: Bana Yunus rivâyet eyledi. H. Hasen el-Hulvanî ile Abd b. Humeyd de, Ya'kub b. İbrahim b. Sa'd'dan rivâyet ettiler. ki): Bize Babam, Sâlih'den rivâyet etti. hepsi bu isnâdla Zühri'den rivâyet etmişler. Uyeynenin rivâyetinde: bir İmâm ve âdil bir hakem olarak.» ifadesi vardır. Yûnus'-«n rivâyetinde: bir hakem olarak.» demiş, «adaletli bir İmâm» ta'birini zikret-memiştir. Salih'in hadisinde ise Leysin dediği gibi: bir hakem olarak.» ifâdesi mevcuddur. Onun hadisinde şu ziyade de vardır: hatta bir secdenin dünya ve mâfiha'dan daha hayırlı olması» (pek yakındır). sonra Ebû Hüreyre: İsterseniz: kitabdan hiç biri yoktur ki. Ölümünden evvel behemehal ona iman etmesin!.." Sûre-i Nisa, âyet: 159. âyet-i kerîmesini okuyun! demiş.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İsa B. Meryemin Peygamberimiz Muhammed Sallallahü Aleyhi Ve Sellemin Şeriatile Hükmederek Yere İnmesinin Beyanı Bâbı
408-)
Bize Kuteybetü'bnü Said rivâyet etti. ki): Bize Leys, Said b. Ebî Said'den, o da Atâ' b. Minâ' dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen onun şöyle dediğini rivâyet eyledi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): Meryem'in oğlu âdil bir hakem olarak mutlaka inecek ve behemehal haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıracak, genç dişi develer başı boş bırakılarak onlara rağbet edilmeyecek, bütün düşmanlıklar, küsüşmeler ve hasedlikler muhakkak surette kalkacak, (İsâ Aleyhisselâm insanları) mala da'vet edecek; fakat malı hiç bir kimse kabul etmeyecektir.» buyurdular.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İsa B. Meryemin Peygamberimiz Muhammed Sallallahü Aleyhi Ve Sellemin Şeriatile Hükmederek Yere İnmesinin Beyanı Bâbı
409-)
Bana Harmeletü'bnü Yahya rivâyet etti. ki): Bize İbn Vehb haber verdi. ki): Bana Yûnus, İbn Şihâb'dan naklen haber verdi. ki: Bana Ebû Katâdete’l-Ensârî'nin âzadlısı Nâfi' haber verdi ki, Ebû Hüreyre şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): sizden olduğu halde Meryem'in oğlu (İsa Aleyhisselâm) aranıza indiği vakit acaba sizin hâliniz nice olur?» buyurdular.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İsa B. Meryemin Peygamberimiz Muhammed Sallallahü Aleyhi Ve Sellemin Şeriatile Hükmederek Yere İnmesinin Beyanı Bâbı
410-)
Bana Muhammed b. Hatim de rivâyet etti. ki): Bize Yâ'kub b. İbrahim rivâyet etti. ki): Bize İbn Şihâb'ın kardeşi oğlu amcasından rivâyet etti ki: Bana Ebû Katâdete'l-Ensârî'nin âzadlısı Nâfi' haber verdiki, kendisi Ebû Hüreyre'yi şöyle derken işitmiş: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): oğlu aranıza inip de size İmâm olduğu zaman aceb hâliniz nice olur?» buyurdular.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İsa B. Meryemin Peygamberimiz Muhammed Sallallahü Aleyhi Ve Sellemin Şeriatile Hükmederek Yere İnmesinin Beyanı Bâbı
411-)
Bize Züheyr b. Harb de rivâyet etti. ki): Bana Velîd b. Müslim rivâyet etti. ki): Bize İbn Ebî Zi'b, İbn Şihâb'dan, o da Ebû Katâde'nin âzadlısı Nâfi'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): oğlu aranıza indiği ve sizden biriniz size İmâm olduğu zaman aceb hâliniz nice olur?» buyurmuşlar. ki: Bunun üzerine ben İbn Ebî Zi'b'e: Evzâî bize Zührİ’den, o da Nîfi'den o da Ebû Hüreyre'den naklen: kendinizden olduğu halde...» diye rivâyet etti, dedim. İbn Ebî Zi'b: biriniz size İmâm olduğu zaman...» ne demektir, bilir misiniz? dedi. Bana sen haber verirsin, dedim: «Size Rabbiniz Tebâreke ve Teâlâ'nın kitabı ve Peygamberiniz (sallallahü aleyhi ve sellem)’in sünne-tile İmâm olduğu vakit, demektir.» dedi.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İsa B. Meryemin Peygamberimiz Muhammed Sallallahü Aleyhi Ve Sellemin Şeriatile Hükmederek Yere İnmesinin Beyanı Bâbı
412-)
Bize Velid b. Şücâ' ile Hârûn b. Abdillâh ve Haccâc b. eş-Şâir rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Haccâc —ki İbn Muhammed'dir—, İbn Cüreyc'den rivâyet etti. ki): Bana Ebûfz-Zübeyr haber verdi ki, kendisi Câbir b. Abdillâhi şöyle derken işitmiş: Ben (aleyhisselâm) (aleyhisselâm)'i: bir taife hakka müzahir olarak (tâ) kıyâmete kadar çarpışmakta devam edecektir. Sonra Meryem'in oğlu İsâ (sallallahü aleyhi ve sellem) inecek; ve müslümanların emîri ona: Gel bize namaz kıldır, diyecek, o da: Hayır, Allah'ın bu ümmete bir ikramı olmak üzere sizler birbirinize emirsiniz, diyecek.» buyururken işittim. hadisi Buhârî «Kitâbu’l-Buyû'» ile «Kitâbu'l-Enbiyâ'» da Tirmizî de «Kitâbu'l-Fiten» de tahric etmiştir. büyük alâmetlerinden, biri olmak üzere âhir zamanda Hazret-i İsâ (aleyhisselâm)'ın gökten yere ineceğini bildiren hadisler tevatür derecesindedirler. Hazret-i . İsâ (aleyhisselâm)'ın göğe çekildiği nass-ı Kur'ânla sabittir. Binaenaleyh bu husus ittifâki ise de vefatı meselesi ihtilaflıdır. Sarihlerinden İbn Hacer El-Askalânî «Fethu’l-Bârî» namındaki eserinde bu hususda şunları söylemektedir: «Îsâ Aleyhisselâm’ın göğe çekilmezden önce vefat edip etmediği hususunda ihtilâf olunmuştur. Burada asıl olan, Teâlâ Hazretlerinin: ben seni öldüreceğim ve yanıma kaldıracağım." Âli îmrân sûresi, âyet: 55. âyet-i kerimesidir. Bazıları âyetin zahiri mânası murâd olduğunu söylemişlerdir. Bu takdirde yeryüzüne indiği zaman kendisine mukadder olan müddet geçince tekrar ölecek demektir. takımları: «Âyet-i kerîme; «Ben seni yerden tamamen alacağım.» manâsınadır» demişlerdir. Bu tefsire göre ölmemiş olup âhir zamanda ölecektir. çekildiği zaman kaç yaşında olduğu da ihtilaflıdır. Bazılarına göre otuz üç yaşında idi. «120 yaşında idi» diyenler de vardır... âyetten Hazret-i İsâ Aleyhisselâm’ın öldükten sonra göğe çekildiği mânasını çıkaranlara kitâb ve sünnetten deliller göstererek i'tirâz edilmiş; ve şöyle denilmiştir: «Îsâ Aleyhisselâm'ın hâlen sağ olduğuna, âhir zamanda mutlaka yeryüzüne inerek bizim peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)’in şeriatile hükmedeceğine ve Allah yolunda mücahedede bulunacağına inanmak şer'an farzdır. Nitekim Nebî-i sâdık (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimizden bu bâbda vârid olan hadisler tevatür derecesini bulmuştur. Böyle inanmanın farz olması, Allahü teâlâ hazretleri Kur'ân-ı Kerîm'de: onu yakınen öldürmediler, bilâkis Allah onu kendi nezdine kaldırdı." Nisa sûresi, âyet: 158. buyurduğu içindir. Hazret-i Îsâ Aleyhisselâm’ın âhir zamanda yeryüzüne ineceğini bildiren mütevâtir hadislere muaraza eden ve onun öldüğünü gösteren tek bir hadis yoktur. Kur'ân-ı Kerîm onun öldürülmeden göğe çekildiğini haber verirken ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kıyâmete yakın yeryüzüne indirileceğini bildirirken onun ölmeyip hâlâ sağ bulunduğuna inanmak elbette her müslümana farz olur. Bunda şüphe eden bilicma' kâfirdir... (aleyhisselâm)’in inişini bildiren hadislere göre Hazret-i . Îsâ bir sabah namazı zamanı Şam'a inecektir. Üzerinde açık sarı elbise bulunacak ve kendisini bir bulut getirecektir. Bulutun üzerinde Hazret-i . Îsâ (aleyhisselâm) iki melek arasında ve onların omuzlarından tutunmuş vaziyette bulunacaktır. Onun indiğini duyunca hemen Yahûdilerle hıristiyan-lar peyder pey istikbâle koşarak: «Biz senin ümmetindeniz.» diyeceklersede Hazret-i . Îsâ: «Yalan söylüyorsunuz!» diyerek kendilerini paylayacak ve ashabının ancak muhacirler olduğunu söyleyerek onların halîfesini arayacak, onu namaz kıldırırken görünie geri çekilerek: «Sen namazını kıldır. Allah senden razı olmuştur. Ben emir değil, ancak vezir olarak gönderildim.» diyecek, namazı her zamanki İmâm kıldıracaktır. Bir rivâyete göre Hazret-i . Îsâ bundan sonra imâm olacaktır. rivâyete göre Îsâ (aleyhisselâm)'ın ineceği sıralarda son derece kıtlık ve açlık zuhur edecektir. (aleyhisselâm) yeryüzünde bir rivâyete göre yedi sene diğer rivâyete göre kırk yıl kalacaktır. Hatta Ebû Nuaym'ın İbn Abbâs (radıyallahü anh)'dan rivâyetine göre Hazret-i Îsâ indikten sonra evlenecek ve on dokuz sene yaşayacaktır. Rivâyetlerin bazısına göre evleneceği kadın Şuayb (aleyhisselâm) kavminden olacak ve çocuğu doğacaktır. Hazret-i Îsâ (aleyhisselâm) bu müddet zarfında hükümdar, emir veya polis gibi bir hükümet adamı olmayacaktır. Bir rivâyete göre Hazret-i Îsâ (aleyhisselâm) kendisinin ilâh olmadığını göstermek için evlenecek ve Ezd kabilesinden bir kadın alacaktır. yirmi dört yıl, kırk beş yıl kalacağını bildiren rivâyetler de vardır. O sıralarda ilim kalkmış olacağı için Îsâ (aleyhisselâm) indikten sonra müftü veya hâkim bulunmayacak, o şeriat-ı Muhammediyyeyi Allah'ın emrile semâda iken öğrenecektir. Mü'minler bir araya toplanıp kendisini hâkem seçeceklerdir. Çünkü bu işi yapacak başka kimse kalmamış olacaktır. Hakem: Hâkim demektir, yeryüzünde kaldığı müddet zarfında son derece adaletle hükümler verecektir. «Hazret-i Îsâ (aleyhisselâm) indiği zaman teklif kalkacaktır. Zira kalkmasa o zaman halkına peygamber olması, emir ve nehyet-mesi icâbederdi.» şeklinde mütâleada bulunmuşsa da bu görüş reddedilmiştir. Çünkü Îsâ (aleyhisselâm) yeni bir şeriatla inmeyecek ki, peygamber olarak gelsin. O bizim Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şeriatile amel edecektir. kıracak, domuzu öldürecek ve cizyeyi kaldıracaktır...» cümlesi hakkında «Haçı kırmakdan maksad; hıristi yanlığı ihtâl ederek İslâm şeriatile hüküm vermektir.» diyor. «Et-Tavdilh» nâm eserde: haçın kırılması, ona tapanları öldürdükten sonra olacaktır; denilmiştir. diyor ki: «Burada bana feyz-i ilâhîden bir mâna münkeşif oldu ki, şudur: Haçı kırmaktan murâd hıristiyanların yalanını meydana-çıkarmaktır. Çünkü onlar Yahûdilerin Hazret-i Îsâ (aleyhisselâm)'ı çarmıha gerdiklerini iddia etmişlerdi. İşte Allahü teâlâ Kitab-ı kerîminde: ne öldürdüler, ne de astılar; lâkin (onların gözünde) benzettirildi.» onların bu yalan ve iftiralarını haber vermiştir. Hadise şöyle olmuştur: Yahûdiler Hazret-i . Îsâ'yi çarmıha germek için yere ağaç diktikleri vakit Allahü teâlâ Hazret-i . Îsâ'yi onlara gösteren Yehûza'yı Îsâ (aleyhisselâm) kıyafetine tebdil etti. Yahûdiler Îsâ (aleyhisselâm) zannile onu öldürdüler. Allah Îsâ (aleyhisselâm)'ı göğe çıkardı. hâdiseden sonra Yahûdiler Hazret-i Îsâ'nın ashabına musallat olarak onları asıp kesmeye ve hapsetmeye başladılar. Nihayet bunu Roma İmparatoru duymuş. Kendisinin peygamber olduğunu söyleyen ve ölüleri dirilten, körlerin gözlerini açan baras denilen alaca hastalığım tedâvî eden bir zâtı Yahûdilerin Öldürdüğünü ona söylemişler. İmparator asılanın cesedini kaldırtmış. Sehpâ ağacını da getirterek ona ta'zimde bulunmuş. Ondan haçlar yapmışlar, Hıristiyanlıkda salîb denilen haç o zamandan kaldığı gibi. Romalılar arasına hıristiyanlik da o zaman girmiştir. Îsâ (aleyhisselâm)'ın haçı kırması, kendisinin öldürüldüğünü iddia edenlerin yalan söylediklerine, dinlerinin bâtıl, İslâmiyetin hak olduğuna, kendisinin müslümanlığı meydana çıkarmak ve sair dinlere- mensûb olanları öldürmek, haçı kırmak ve domuzu tepelemek gibi icra'atla o dinleri ibtâl etmek için indiğine işarettir.» «Domuzun öldürülmesinin mânası: onu edinmenin ve yemenin haram, öldürülmesinin helâl kılınmasıdır.» diyor. Taberânî'nin rivâyetinde domuzla birlikde maymunları da öldüreceği zikredilmiştir. Cizye Küf fardan alınan vergidir. Hazret-i . Îsâ (aleyhisselâm) bunu da ve bir rivâyette harbi de kaldıracaktır. Bunun mânası: din bir olacak demektir. Çünkü Îsâ (aleyhisselâm) müslümanlıktan başka din kabul etmeyecektir. Battal diyor ki: «Bizim Hazret-i İsâ inmezden önce cizyeyi kabul etmemiz mala ihtiyacımız olduğundandır. Îsâ (aleyhisselâm) indikten sonra ise buna ihtiyaç kalmayacaktır. Çünkü mal çoğalacak hattâ onu kimse kabul etmez olacaktır.» Malı kimsenin kabul etmemesinin sebebi; onun çok olmasıdır. Hazret-i Îsâ (aleyhisselâm)’in adaleti yüzünden bereket o kadar çoğalacak ki, âdeta mal kapıdan taşacak fakat insanlar kıyâmetin pek yakın olduğunu bildikleri için mâla mülke rağbet gösteren olmayacaktır. Bir tek secdenin dünya ve ma'fihâ'dan daha hayırlı telâkki edilmesi bundandır. Gerçi bir secde daima dünyadan ve dünya varlıklarından hayırlı ise de burada maksad, o zaman mal ile ibâdet edilemeyeceğini anlatmaktır. Hüreyre (radıyallahü anh)'m: «İsterseniz şu âyeti okuyun!» diyerek hadisde zikri geçen âyeti okuması, İbn Cevzî'ye göre bu secde meselesile alâkalıdır. O bununla insanların iyileştiklerine, imanlarının arttığına, hayır hasenata ehemmiyet verdiklerine, bundan dolayı da bir rekât namazı bütün dünyaya tercih ettiklerine İşarette bulunmuştur. Âyet-i kerîmedeki «Ölümünden, evvel» terkibindeki zamirle «ona iman» ifâdesindeki zamirin kime aid olduğu ihtilaflıdır. Birinci terkib-deki zamir ekser-i müfessirine göre Ehl-i kitaba râci'dir. Delilleri: İbn Abbâs (radıyallahü anh)’dan rivâyet olunan şu hadistir: bir Yahûdi ve nasrâni Îsâ'ya İman etmeden ölmez... Lâkin Ölüm anındaki imanın faydası yoktur.» zamirin Îsâ (aleyhisselâm)'a râcî' olduğuna kaildirler. Bu takdirde mâna şöyle olur: Kitab'dan hiç biri yoktur ki, Îsâ'nın ölümünden evvel ona İman etmesin.» Yani birinci takdire göre: «ölümünden» tâ'birinden murâd: Ehl-i kitabın ölümü, ikinciye göre ise Hazret-i Îsâ'nın ölümüdür. «ona imân» dan murâd ekseriyete göre Hazret-i Îsâ'ya imândır. Bazıları «Allah'a imândır.» diğerleri: «Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’e imandır.» diyerek zanıîri kimi Allaha, kimi Peygamber'e irca etmişlerdir. bazı rivâyetlerinde: sizden olduğu halde Meryem'in oğlu aranıza indiği vakit acaba sizin haliniz nice olur!» denilmiş; diğer bazılarında bunun yerine: « Meryem'in oğlu aranıza inip size İmâm olduğu zaman!... buyurulmuş-tur. Bundan Hazret-i Îsâ'nın bazan namazda İmâm bazan da cemâat olacağı anlaşılır. Nitekim buna kail olanlar vardır. sizden olduğu halde...» ifâdesini Kirmanı « Îsâ (aleyhisselâm) sizin aranızda, İncil'le değil Kur'ân'la hükmedecektir» şeklinde tefsir etmiş, Tîbî dahi: «Bunun mânası: sizin dinînizde olarak size İmâm olur, demektir.» mütâleasın-da bulunmuşsa da Hazret-i . Îsâ'nın İmâm olma teklifini kabul etmeyeceğini tasrih eden rivâyet karşısında bu tefsir makbul olmamıştır. (sallallahü aleyhi ve sellem)'in: hâliniz nice olur!» buyurması o zamanki refâh-ı hâle teaccübdür. (aleyhisselâm)’ın yeryüzüne indirilmesinin hikmeti Bâbında Aynî şunları kaydetmektedir: «Bu hususta birkaç vecih vardır:
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İsa B. Meryemin Peygamberimiz Muhammed Sallallahü Aleyhi Ve Sellemin Şeriatile Hükmederek Yere İnmesinin Beyanı Bâbı
413-)
Bize Yahya b. Eyyûb ile Kuteybetü'bnü Said" ve Aliyyü'bnü Hucr rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize İsmail yânî İbn Ca'tfer, Alâ'dan, ki İbn Abdirrahmândir, o da babasından, o da Ebû Hüreyre’den naklen rivâyet etti ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): battığı yerden doğmadıkça kıyâmet kopmayacaktır; o battığı yerden doğduğu zaman bütün insanlar toptan iman edecek, fakat artık o gün: daha evvelden iman etmeyen yahud îmanında bir hayır kazanmayan hiç bir kimseye (o günkü) imanı fayda vermeyecektir." Sûre-i En'am, âyet: 158. buyurmuşlar.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İmanın Kabul Edilmeyeceği Zamanın Beyanı Bâbı
414-)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile İbn Nümeyr ve Ebû Küreyb rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize İbn FudayI rivâyet etti. H. Züheyr b. Harb da rivâyet etti. ki): Bize Ceriır rivâyet, etti. Bunların ikisi de Umâratu'bnü Ka'kaa'dan, o da Ebû Zür'a'dan, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen rivâyet etti. H.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İmanın Kabul Edilmeyeceği Zamanın Beyanı Bâbı
415-)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe dahi rivâyet etti. ki): Bize Hüseyn b. Aliy, Zaîde'den o da Abdullah b. Zekvân'dan, o da A'bdurrahman el-A'rac' dan, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen rivâyet eyledi. H.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İmanın Kabul Edilmeyeceği Zamanın Beyanı Bâbı
416-)
Bize Muhammed b. Râfi'de rivâyet etti. ki): Bize Abdürrazzâk rivâyet etti. ki): Bize Ma'mer, Hemmâm b. Münebbih'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen, Alâ'nın babasından, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den rivâyet ettiği gibi tahdis eyledi.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İmanın Kabul Edilmeyeceği Zamanın Beyanı Bâbı
417-)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Züheyr. b. Harb rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Veki' rivâyet etti. H. bu hadisi (yalnız) Züheyr b. Harb da rivâyet etti. ki): Bize İshâk b. Yusuf el-Ezrak rivâyet eyledi. Bunlar toptan FudayI b. Gazvân'dan rivâyet ettiler. H. Ebû Küreyb Muhammed b. el-Alâ' dahi rivâyet etti. Lâfız onundur. ki): Bize İbn FudayI, babasından, o da Ebû Hâzim'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti, Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): şey vardır ki, bunlar çıktıkları zaman, daha önceden iman etmeyen veya imanında bir hayır kazanmayan hiç bir kimseye (o günkü) İmanı fayda vermez: 1— Güneşin batıdan doğması, 2— Deccâl ve 3— Daabbetü'l-arz.» buyurdular.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İmanın Kabul Edilmeyeceği Zamanın Beyanı Bâbı
418-)
Bize Yahya b. Eyyûb ile İshâk b. İbrahim hep birden İb-nî Uleyye'den rivâyet ettiler. İbn Eyyûb dedi ki: Bize İbn Uleyye rivâyet etti. ki): Bize Yunus, İbrahim b. Yezid et-Teymî' den rivâyet ettî benim bildiğime göre, o da Babasından dinlemiş, o da Ebû Zerr'den naklen rivâyet etmiş ki, bir gün Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) (ashabına): güneş nereye gider biliyor musunuz?» demiş. Ashâb: ve Resûlü bilir; cevabını vermişler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): tâ arşın altındaki karargâhına varıncaya kadar gider; ve (orada) secdeye kapanır. Kendisine: Kalk, geldiğin yere dön! denilinceye kadar o halde kalır. Bunun üzerine (geri) döner; ve sabahleyin doğduğu yerden tekrar doğar. Sonra (yine) Arş'ın altındaki karargâhına varıncaya kadar akıp gider ve (yine) secdeye kapanır. Kendisine: Kalk, geldiğin yere dön! deninceye kadar o halde kalır. Ve (tekrar) dönerek sabahleyin doğduğu yerden doğar. Bilâhere artık ihsanlar onun hiç bir halini yadırgamaz olarak Arş'ın altındaki o karargâhına varıncaya kadar akıp gider. Nihayet kendisine: Kalk, (yarın sabah) battığın yerden doğ! denilir; o da battığı yerden doğar.» buyurmuş; ve sözüne şöyle devam etmiş: ne zaman olacak bilir misiniz? Bu: evvelce iman etmeyen yahut imanında bir hayır kazanmayan hiç bir kimseye (o günkü) imanının fayda vermeyeceği zamandır.»
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İmanın Kabul Edilmeyeceği Zamanın Beyanı Bâbı
419-)
Bana Abdülhamid b. Beyân el-Vâsati de rivâyet etti. ki): Bize Hâlid yani İbn Abdillâh, Yûnus'dan, o da İbrâhim-i Teymi’den, o da Babasından, o da Ebû Zerr'den naklen haber verdi. Ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gün (ashabına): güneş nereye gider bilir misiniz?..» buyurmuş. Hâlid de İbn Uleyyenin hadisi gibi rivâyet etmiş.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İmanın Kabul Edilmeyeceği Zamanın Beyanı Bâbı
420-)
Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeybe ile Ebû Küreyb dahi rivâyet ettiler. Lâfız Ebû Küreyb'indir. Dediler ki: Bize Ebû Muâviye rivâyet etti. ki): Bize El-A'meş İbrahim et-Teymi'den, o da babasından, o da Ebû Zerr'den naklen rivâyet etti. Ebû Zerr Şöyle dedi: Mescide girdim. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) oturuyordu. Güneş batınca (bana): Ebâ Zerr! Bu güneş nereye gider bilir misin?» dedi: Ben: Allah ve Resûlü bilir; dedim: gider de secde etmek için İzin ister; ve kendisine izin verilir. Her halde ona: geldiğin yere dön denilmiş olur. Nihayet battığı yerden doğar.» buyurdular. Zerr ki: Sonra (Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem) kıraati üzere: bu, onun İçin bir karargâhtır." Sûre-i Yasin, âyet: 38 âyetini okudu.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İmanın Kabul Edilmeyeceği Zamanın Beyanı Bâbı
421-)
Bize Ebû Said el-Eşecc ile İshâk b. İbrahim rivâyet ettiler. İshâk: Bize haber verdi tabirini kullandı: Eşecc: Bize Vekî' tahdis etti. ki): Bize El-A'meş, İbrahim et-Teymi'den, o da babasından, o da Ebû Zerr'den naklen rivâyet etti, dedi. Ebû Zerr Şöyle dedi: Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem)'e Teâlâ Hazretlerinin: (Güneş karargâhına akıp gider) âyet-i kerîmesinin mânasını sordum: karargâhı arşın altındadır.» buyurdular. hadisi Buhârî «Kitâb'ut-Tefsir» ile «Kitâb'ur-Rukaak» da, Ebû Dâvûd «Kitâb'ul-Melâhim» de, Nesâî «Kitâbu'l-Vasâyâ» da, İbn Mâce'de «Kitâbu'l-Fiten» de tahriç etmişlerdir. şerif kıyâmetin büyük alâmetlerinden bazılarını haber vermektedir. Bunlar sahih hadislerin beyanına göre on tanedir.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: İmanın Kabul Edilmeyeceği Zamanın Beyanı Bâbı
422-)
Bana Ebü't-Tahir Ahmed b. Amr b. Abdillâh b. Amr b. Şerh rivâyet etti ki): Bize İbn Vehb haber verdi. ki: Bana Yunus, İbn Şihâptan naklen haber verdi, ki: Bana Urvetü'bnûz-Zübeyr, rivâyet etti, onada Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in zevcesi Âişe haber vermiş ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e ilk vahyin başlaması uykuda sadık rüya görmekle olmuştur. Hiçbir rüya görmezdi ki sabahın aydınlığı gibi (apaçık) zuhur etmesin. Sonra kendisine tenhada kalmak sevdirildi. Artık Hirâ mağrasına çekilir orada ailesi nezdine dönmeden birkaç gün tehannüs ederdi. (Tehannüs ibâdet etmek temektir.) Bu maksatla yanına azıkta alırdı. Sonra Hadice'nin yanına döner yine o kadar bir müddet için azık tedarik ederdi. Nihayet Hirâ mağarasında bulunduğu bir sırada ansızın (emr-i) Hak karşısına çıkıverdi. (Şöyle ki): Kendisine melek gelerek: «Oku!» dedi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): okumak bilmem.» cevabını verdi. Fahr-ı Kâinat (sallallahü aleyhi ve sellem) buyuruyorlar ki: zaman melek benî alarak takatim kesilinceye kadar sıkıştırdı. Sonra beni bırakıp yine: «Oku!» dedi. Ben de:— «Okumak bilmem.» dedim. benî yine alıp ikinci defa takatim kesilinceye kadar sıkıştırdı. beni bırakıp yine: «Oku!» dedi. Ben de: «Okumak bilmem.» dedim. Nihayet beni yine üçüncü defa olarak takatim kesilinceye kadar sıkıştırdı. Sonra beni bırakıp şu âyetleri okudu: Rabbinin ismiyle oku! O Allah ki, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Her halde oku! Senin Rabbin kalemle yazı yazmayı öğreten kerîmler kerîmidir. İnsana bilmediğini öğretmiştir." Sûre-i Alâk, âyet: 1-5. üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) o sıkıştırma sebebi İle (heyecandan) boyun etleri titreyerek döndü. Ve Hadîce' nin yanına giderek: örtün, beni Örtün!» dedi. Korkusu gidinceye kadar mübarek vücudunu sarıp örttüler. Ondan sonra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Hadice'ye: Hadice! Acep bana ne oluyor?» dedi: ve olup bitenleri ona haber verdi. «Kendimden korktum» dedi. Hadice ona şunları söyledi: Öyle deme sevin! Allah'a yemin ederim ki Allah seni hiç bir vakit utandırmaz vallahi. Çünkü sen akrabana bakarsın, sözün doğrusunu söylersin, işini görmekten aciz olanların ağırlığını yüklenirsin, Fakire verir kimsenin kazandıramayacağını kazandırır, misafiri ağırlarsın,. Hak yolunda zuhur eden hadiseler karşısında (Halka) yardım edersin. sonra Hadice Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’i beraberine alarak Varakatu'bnü, Nevfel b. Esed b. Abdil Uzza'ya götürdü. Bu zat Hadice'nin amcası oğlu yani baltasının kardeşi oğlu idi. Cahili-yet zamanında hıristiyan dinine girmiş bir kimse olup arapça yazı yazmasını bilir; incilden Allah'ın dilediği kadar öteberi bazı şeyleri Arapça yazardı. Varaka gözleri görmez olmuş bir pir-i fâni idi. Hadice kendisine: Ey amıca! dinle bak kardeşin oğlu neler söyleyecek dedi. Varakatu'bnü Nevfel: Ne var kardeşim oğlu? diye sorunca Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) gördüğü şeyleri kendisine haber verdi. Bunun üzerine Varaka: Bu gördüğün Mûsâ (sallallahü aleyhi ve sellem)'e indirilen Namus-u Ekberdir. Ah keşke senin davet günlerinde genç olaydım. Keşke kavmin seni çıkaracakları zaman hayatta bulunsaydım dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) «Onlar beni çıkaracaklar mı ki?» diye sordu Evet (Çıkaracaklar; zira) senin gibi bir şey getirmiş hiç bir kimse yoktur ki düşmanlığa uğramasın. Şayet senin davet günlerine yetişirsem sana son derece yardım ederim cevabını verdi.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Resûlüllah Sallalahu Aleyhi Ve Selleme Vahyin Başlaması Bâbı
423-)
Bana Muhammed b. Rafi'de rivâyet etti. ki): Bize Abdurrezâk rivâyet etti. ki): Bize Ma'mer haber verdi dedi ki Zührî: Bana Urve de Âişe'den naklen onun şöyle dediğini söyledi dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e ilk vahyin başlangıcı (şöyle oldu..,) ve bu hadisi Yunus hadisi gibi rivâyet etti. Yalnız o: «Vallahi Allah seni hiç bir zaman mahzun etmez» dedi ve: Hadice: «Ey amcamoğlu! kardeşin oğlunu dinle bak neler söyleyecek dedi» şeklinde rivâyet etti.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Resûlüllah Sallalahu Aleyhi Ve Selleme Vahyin Başlaması Bâbı
424-)
Bana Abdulmelik b. Şuayb b. Leys dahi rivâyet etti dedi ki: Bana babam, dedemden rivâyet etti ki: Bana Ukayl b. Halit, İbn Şîhabın, şöyle dediğini rivâyet etti: Urvetü'bnü'z-Zübeyr'i şunları söylerken işittim. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in zevcesi Âişe dedi ki: «Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yüreği titreyerek Hadice'nin yanına döndü...» hadisi Yunus'la Ma'mer'in rivâyetleri gibi kıssa eyledi; yalnız onların rivâyetlerindeki: (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ilk vahiy başlangıcı sadık rüya ile olmuştur.» diye başlayan ilk cümleyi zikretmedi bir de: «Vallahi Allah" seni hiç bir vakit utandırmaz» şeklindeki rivâyette Yunus'a tabî' oldu. Ve Hadice'nin: «Ey Amcamoğlu! dinle bak kardeşinoğlu neler söyleyecek» dediğini zikretti. hadisi Buhârî kitabının başında ve «Kitab'ut Tefsir» de, Tirmizî ile Nesâî dahi «Kitab'ut Tefsir» de tahriç etmişlerdir. Şerif sahabenin mürsellerindendir. Çünkü Âişe (radıyallahu anhâ) Bu hadiseye erişmemiştir. Binaenaleyh onu ya bizzat Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den yahud bir sahabiden işitmiştir. Sahabinin mürseli ise ulemânın ittifakı ile Huccet'tir. Bu bâbta muhalefet eden yalnız Ebû İshâk el-Esferaini olmuştur. Ona göre böyle bir hadisle ihticac olunamaz. Yalnız Ravî sahabeden başkasından rivâyet etmediğini söylerse rivâyeti kabul olunur. İbn Salâh: «İbn Abbâs (radıyallahü anhüma) ile Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den hadis dinlemeyen diğer genç sahabenin rivâyet ettikleri hadisler mevsul ve müsbet hükmündedir. Çünkü bunların rivâyetleri sahabedendir. Sahabenin bilinmemesi ise zarar etmez.» demiştir. Doğrusu da budur. Şafiî'nin ve Cumhûru ulemânın mezhebi de budur.» diyor. diyor ki: « Âişe (radıyallahu anhâ)'ın bu hadisi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den işittiği anlaşılıyor. Çünkü rivâyeti esnasında: beni alarak sıkıştırdı, dedi.» cümlesiyle hadisi bizzat Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den işittiğini beyan ediyor.» Hasılı Hazret-i . Âişe (radıyallahu anhâ) kimden İşitmiş olursa olsun bu hadis muttasıl ve müsnet hükmündedir. Lügatte gizlice bildirmek, işaret etmek yazı yazmak, risalet ve ilham mânalarına gelir. Bu kelime fiil olarak «Vahâ-yehi» ve «evhâ-Yûhî» şekillerinde kullanılırsa da «evhâ» şeklinde kullanılması daha fasihtir. Kur'ân-ı Kerîm'de de bu şekilde varid olmuştur. Bazan vahiyden ism-i mefu'l mânası yani vahiy edilen şey kasdedilir. îstilahinda vahiy Allahü teâlâ’nın peygamberlerinden birine indirdiği kelâmına denilir. Ulemâdan bir çoğu Resûlü: «Kendisine mucize ile birlikte kitap indirilen zattır» diye tarif etmişlersede bu tarif doğru değildir. Çünkü Hazret-i Âdem, Nûh ve Süleyman (aleyhisselâm) gibi bir çok Resullerin Resul olmamasını icap eder. Bu zevat bilittifak Resul oldukları halde kendilerine kitap indirilmemiştir. dahi: «Kendisine kitap indirilmese bile Allahü teâlâdan haber veren zattır.» diye tarif etmişlerdir. Sahih olan tarife göre Resul: Kendisine kitap indirilen yahud melek gönderilen zattır.» Nebiy ise: »Allahü teâlâ'nın ahkâmı tebliğe yahud başka bir Resule tabiî olmaya memur kıldığı zattır. Binaenaleyh Resul ile Nebî arasında mantık yönünden umum ve husus-u mutlak vardır. Her Resul Nebî'dir fakat her Nebî' Resul değildir. mahiyeti: Peygamberanı izam (salevâtullahi aleyhim) hazeratından başkasına malûm değildir. Binaenaleyh bundan kimsenin bahsetmeye hakkı yoktur. Ancak vahyin meratip ve envaî ve nüzul zamanında hazır bulunup görenlerin naklettiği bazı eserleri vardır ki; Onlardan bahsedilebilir. Buhârî Şârîhi Aynî'nin beyanına göre peygamberler hakkında vahiy üç kısımdır.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Resûlüllah Sallalahu Aleyhi Ve Selleme Vahyin Başlaması Bâbı
425-)
Bana Ebû't-Tâhir rivâyet etti. ki): Bize İbnİ Vehb haber verdi. ki: Bana Yûnus rivâyet etti. ki: İbn Şihâb: Bana Ebû Selemete'bni Abdirrahmân haber verdi ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ashabından olan Câbir b. Abdillâhi’l-Ensârî rivâyette bulunuyor ve şunları söylüyormuş; dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) vahyin bir ara kesildiğini anlatırken söz arasında şöyle buyurdu: defa- ben yürümekte iken gökyüzünden bir ses İşittim. Başımı kaldırınca ne göreyim! Hira'da bana gelen melek!.. Yerle gök arasında bir kürsî üzerinde oturup duruyor. Ondan pek korktum. Hemen (evime) dönerek: Benİ örtün, beni Örtün! dedim. Derhal benî sarıp örttüler. Müteakiben Allahü teâlâ hazretleri şu âyetleri indirdi: (esvabına) bürünen! Kalk artık inzar et ve Rabbini büyükle, elbiseni de temizle ve o pislikleri artık defeyle." Sûre-i Müddessir, âyet: 1-5. murad putlardır. Bundan sonra vahiy arka arkaya devam etti.» buyurdu.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Resûlüllah Sallalahu Aleyhi Ve Selleme Vahyin Başlaması Bâbı
426-)
Bana Abdul Melik b. Şuayb b. Leys de rivâyet etti. ki: bana babam, dedemden rivâyet etti. Dedi ki bana Ukayl b. Halit, İbn Şibâptan rivâyet etti ki: Ebû Selemete'bni Abdirrâhmanı şöyle derken işittim bana Cabir İbn Abdillâh Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’i şöyle buyururken işittiğini haber verdi. bir aralık vahiy benden kesildi, bir ara ben yürürken...» Bundan sonra hadisi Yûnus gibi zikretti. Yalnız o: «Ben ondan ansızın korktum da yere kapandım...» şeklinde rivâyet etti. Ebû Seleme'nin de, «Rucz putlar demektir» dediğini nakletti. Bir de Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in: vahiy kızıştı da bir daha ardı arası kesilmeden devam etti.» buyurduğunu söyledi. Muhammed b. Rafi' dahi rivâyet etti ki): Bize Abdürrezak rivâyet etti ki): Bize Ma'mer, Zührî'den bu isnadla Yû-nus'un hadisi gibi haber verdi: Ve şöyle dedi: üzerine Allah Tebareke ve Teâlâ hazretleri: Ey (esvabına) bürünen! âyetini o pislikleri artık defeyle kavl-i kerimine kadar namaz farz kılınmazdan önce indirdi. Rucz putlar demektir. korktum...» cümlesini de rivâyet etti nitekim Ukeyl'de öyle nakletmiş.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Resûlüllah Sallalahu Aleyhi Ve Selleme Vahyin Başlaması Bâbı
427-)
Bize Züheyr b. Harb'de rivâyet etti. ki): Bize Velid b. Müslim rivâyet etti ki): Bize Evzaî rivâyet etti dedi ki: Yahya'yı şöyle derken işittim: Ebû Seleme'ye Kur'ân'ın en evvel hangi âyeti nâzil olmuştur? dedim: Ey esvabına bürünen! Âyetidir dedi. Ben: Yoksa Ikra'mı? dedim. Bunun üzerine Ebû Seleme ben Cabir b. Abdillâh'a Kur'ân'ın en evvel nâzil olan âyeti hangisidir diye sordum: Ey (esvabına) bürünen! Âyetidir dedi. Ben de yoksa Ikra'mı dedim. Cabir şunları söyledi: Ben size Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) neyi anlattı ise onu söylüyorum. Efendimiz şöyle buyurdular: dağında bir ay mücavir kaldım. Mücavirliğimi bitirince (oradan) inerek, vadiye daldım. Derken bir ses duydum. Hemen önüme, arkama, sağıma ve soluma bakındım. Fakat hiç bir kimse göremedim. Sonra yine bir ses duydum. Ve yine bakındımsa da kimseyi göremedim. Sonra tekrar bir nida duydum bunun üzerine başımı kaldırdım. Bir de ne göreyim, o...! (yani Cebrail Aleyhisselâm) Havada arşın üzerinde (oturup duruyor). Beni şiddetli bir titremedir aldı. Hemen Hadice'ye gelerek beni örtün! dedim, derhal örttüler ve üzerime su serptiler. Bunun üzerine Allah azze ve celle: Ey (esvabına) bürünen! Kalk artık, inzar et. Rabbini de büyükle ve elbiseni temizle... âyetlerini indirdi.»
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Resûlüllah Sallalahu Aleyhi Ve Selleme Vahyin Başlaması Bâbı
428-)
Bize Muhammed b. El-Müsenna rivâyet etti ki). Bize Osman b. Ömer rivâyet etti ki): Bize Aliyyü'bnü’l-Mübarek, Yahya b. Ebi Kesir'den bu isnadla haber verdi ve: ne göreyim o (melek) yerle gök arasında bir arş üzerinde oturup duruyor.» buyurdu dedi. rivâyette İmâm-ı Müslim bir nevi tekrar yapmıştır. Şöyle ki: Cabir b. Abdillâh El' Ensarî ashâb-ı kirâmın en meşhurlarından ve en çok hadis rivâyet eden altı zattan biri olduğu halde onun hakkında «Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ashabındandı» demiştir. beyanına göre bunun sebebi ravilerden bazısının onu sahabi olup olmadığını şüphe ettirecek şekilde göstermiş olmasıdır. Çünkü bazı raviler küçük yaştaki bazı ravikre onu bu şekilde rivâyet etmiş olabilirler. Bu gibi hallerde Müslim bu hadiste yaptığı gibi izahta bulunur. Ashâb-ı kirâmın içinde ondört tane Cabir vardı. Bunların üç tanesi Cabir b. Abdillâh adını taşırlar. En meşhurları burada ismi geçen Cabir b. Abdillâh El-Ensarî'dir. Hazret-i Cabir, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den 1540 hadis rivâyet etmiştir. vahiyden murad vahyin bir müddet kesilmesidir. Ülemâ-i kirâmın beyanlarına göre; ilk âyetler nâzil olduktan sonra üç sene vahiy kesilmiş sonra «Müddessir» sûresinin âyetleri ile tekrar devama başlamıştır. Bundaki hikmet —Allah-u Alem— Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i vahye ve onun sikletlerine tehammüle alıştırmak ve şevklendirmektir. Bununla beraber vahyin üç sene inkıtaa uğraması Cibrîl-i Emin (sallallahü aleyhi ve sellem)'in hiç gelmemesi mânasına alınmamalıdır. O arasıra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e yine gelmiştir. rivâyette Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in: «Bir de ne göreyim bana Hira dağında gelen melek!..» buyurması saraheten gösteriyorki « Ikra' » âyetleri «Müddesir» âyetlerinden daha evvel nâzil olmuştur. Yani, ilk inen âyetler onlardır. Bundan dolayı: «Kur'ân-i Kerîm'den ilk nâzil olan âyetler Müddessir sûresinin âyetleridir» rivâyetlerini İmâm Nevevî zayıf, hatta bâtıl bulmuş ve ilk nâzil olan- âyetlerin alel ıtlak ikra' âyetleri olduğunu; Müddessir âyetlerininse vahyin fetretinden sonra indiğini Hazret-i Âişe . (radıyallahu anhâ) hadisi ile ispat etmiştir. İlk defa Fatihâ'nın nâzil olduğunu söyleyen bazı müfessirlerin kavlini ise asla nazar-ı itibara almamış: «Bu sözün bâtıl olduğunu söylemeye bile hacet yoktur» demiştir. Bu rivâyette geçen tabiri diğer bazı- rivâyetlerde şeklinde zaptedilmiştir. Maamafih her iki rivâyette aynı mânaya gelmektedir. Hadisi Yunus, Ukayl ve Ma'mer hep İbn Şihap'tan rivâyet etmişlerdir Yunus'un rivâyetinde «Fecüistü» Ukayl ile Ma'merin rivâyetlerinde ise «Fecüsistü» denilmiştir. İyâz (rahimehüllah) bu üç râviden bazısının hadisi üç yerde de «Fecüistü» bazısının üç yerde «Fecüsistü» şeklinde rivâyet ettiğini söylemiş ve ekseri ravilere göre hadisin Yunus ve Ukayl rivâyetlerinde «Fecüistü» ma'mer rivâyetinde ise «Facüsistü» şeklinde olduğunu ilâve etmişsede Nevevî bunun tamamen hata olduğunu beyan etmiştir. Mezkur iki kelime yerine bazı rivâyetlerde bâtıl tashifler yapıldığını «El-Metali’» nâm eserin sahibi rivâyet etmiştir. bu hadisin bazı rivâyetlerinde «Zemmilûnî» diğerlerinde «Des-sirûni» tabirleri kullanılmıştır. Bunlar da ayni mânaya gelen kelimelerdir. Müddesir,Müzzemmil, Müteleffif ve Müştemil kelimeleri ayni mânaya gelirler yani sarınıp bürünen örtünen demektirler. Cumhûr-u ulemâya göre Müddessir esvabına bürünen demektir. Marûdi'nin İkrime'den rivâyetine göre Müddessir peygamberliğe ve onun sıkletlerine bürünen mânasına gelir. Müddessir kelimesinin aslı mütedessir olup «te» «dala» kalbedilmiş ve idgam yapılmıştır. Müddessir süresinin ikinci âyetinde: artık, inzar et.» buyuruluyor. Bunun mânası Allah'a imân, etmeyenleri Allah'in azabından sakınmağa davet et, demektir. Görülüyor ki; Vahiy nâzil olur olmaz Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) inzar vazifesi ile memur olmuştur. Burada şöyle bir sual hatıra gelebilir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) evvelâ müjde sonra inzar etmekle memurdur. Acaba burada müjde bırakılıpta niçin yalnız inzarla memur olmuştur. Müjde ancak müslümanlara yapılır. O zaman henüz müslüman olan yoktu. Onun için yalnız inzarla memur kılınmıştır. Âyet-i kerîmedeki «Elbiseni temizle» emrinden murâd fukahaya göre elbiseyi pisliklerden temizlemektir. Bazıları bundan murâd; «nefsi kötülüklerden, noksanlıklardan temizlemektir» demişlerdir. ve Rücz: Hadis-i şerifte putlar diye tefsir edilmiştir. Rujdan murâd şirktir, zülmdür, günahtır diyenler de olmuştur. Asıl lügâtte Ricz azap demektir. Putlara vesair küfrü mucip olan şeylere mecazen ricz denilmiştir. Çünkü bunlar azaba sebep olan şeylerdir. Sebep zikredilmiş müsebbeb kasdolunmuş demektir. şerifte geçen «Hamiye» ve «tetâbea» kelimeleri Nevevî ile diğer sarihlere göre ayni mânaya olup biri diğerinin te'kidinden ibaret isede Buhârî sarihi Aynî buna itiraz etmiş ve: «Bunların mânaları bir değildir. (Hamiyenin) mânası; harareti «naı, kızıştı demektir. Tetâbea ise biri biri arkasına— etti nıânaana (Hamiye) kelimesi şmdetlenip kastığı tetabea ile de devam edip kesn~ anlatılmıştır. Sadece Hamiye kelimesi ile iktifa edilmeme. ı""sı bu kelime devam bildirmediği içindir. Onun için tetâhea kaydı ilâve edilmiştir.» demiştir. murâd: Kürsî yani koltuktur. Kralın tahtına da arş derler.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Resûlüllah Sallalahu Aleyhi Ve Selleme Vahyin Başlaması Bâbı
429-)
Bize Şeyban b. Ferruh rivâyet etti. ki): Bize Hâmmad b. Seleme rivâyet etti. ki): Bize Sabit El'Bunanî, Enes b. rivâyet etti ki Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuşlar: «Bana Burak'ı getirdiler —bu merkepten büyük, katırdan küçük, uzun ve beyaz bir hayvandı. Adımını gözünün görebildiği en son noktaya koyardı — ben buna binerek Beyt-i Makdis'e geldim ve Burak'ı benden önceki peygamberlerin hayvan bağladıkları halkaya bağladım. Sonra mescide girerek orda İki rekat namaz kıldım. Sonra çıktım, derken bana Cibrîl (aleyhisselâm) bir kap dolusu şarap, bir kap dolusu da süt getirdi. Ben sütü ihtiyar ettim. Bunun üzerine Cibrîl (sallallahü aleyhi ve sellem) (bana): Fıtratı seçtin, dedi. Sonra benî semaya çıkardı Cibrîl, gök kapısını çaldı. Sen kimsin? dediler. Cibrîl'im cevabını verdi. Yanında kim var? Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) O gönderildi mi? Evet, gönderildi. üzerine bize kapıyı açtılar. Bir de ne göreyim Hazret-i Âdem ile karşı karşıyayım. Bana hoş beş ederek hayır duasında bulundu. Sonra Cibrîl beni ikinci semaya çıkardı. Cİbril yine kapıyı çaldı. Sen kimsin? dediler. Cibrîl'im dedi. Yanında kim var? Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) O (göklere çıkmağa) gönderildi mi? Evet, gönderildi. bize kapıyı açtılar. Bir de baktım karşımda Halazadeler! oğlu İsâ ve Zekeriyyâ oğlu Yahya! (Selevâtullahi Aleyhima) onlar da hoş beş ettiler ve bana hayır duada bulundular. Sonra beni üçüncü semaya çıkardı. Cibrîl onun da kapısını çaldı. Sen kimsin? dediler. Cibrîl'im dedi. Yanında kim var? Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) O gönderildi mi? Evet, gönderildi. (yine) kapıyı açtılar ne göreyim karşımda Yûsuf (aleyhisselâm) kendisine güzelliğin yarısı verilmişti. Bana hoş beş etti ve hayır duada bulundu. Sonra beni dördüncü semaya çıkardı. Cibrîl (Aley hisselâm) (yine) kapıyı çaldı: Kim o? dediler. ; Cibrîl'im dedi. Yanında kim var? Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) O gönderildi mî?: Evet, gönderildi. üzerine bize kapıyı açtılar. Bir de baktım Idris (aleyhisselâm) ile karşı karşıyayım. Bana hoş beş etti ve hayır duada bulundu. Teâlâ hazretleri (onun hakkında): onu yüksek bir yere kaldırdık" Meryem sûresi, ûyet: 57. buyurmuştur. Sonra beni beşinci semaya çıkardı. Cibrîl (tekrar) kapıyı çaldı. Kim o? dediler. Cibrîl'im dedi. Yanında kim var? Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) O gönderildi mi? Evet, gönderildi. bize kapıyı açtılar. Bir de baktım Hârun (sallallahü aleyhi ve sellem) ile karşı karşıyayım hoş beş etti ve bana hayır duada bulundu. Sonra beni altıncı semaya çıkardı. Cibrîl (aleyhisselâm) (yine) kapıyı çaldı. Kim o? dediler. Cibrîl'im dedi. Yanında kim var? Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) O gönderildi mi? Evet, gönderildi. üzerine bize kapıyı açtılar, bir de baktım Mûsa (sallallahü aleyhi ve sellem) rle karşı karşıyayım. Bana hoş beş etti ve hayır duada bulundu. Sonra yedinci semaya çıkardı. Cibrîl (tekrar) kapıyı çaldı. Kim o? dediler. Cibrîl'im dedi. Yanında kim var? Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) O (göklere çıkmağa) gönderildi mi? Evet, gönderildi. bize kapıyı açtılar, baktım ki İbrahim (sallallahü aleyhi ve sellem) ile karşı karşıyayım. Sırtını Beyt-i Mağmur'a dayamış duruyor. Derken ne göreyim Beyt-i Mamur'a her gün 70.000 melek giriyor. (Girenler bir daha) geri dönmüyor. Sonra beni Sidretül-Münteha'ya götürdü. Bir de baktım yaprakları fil kulakları gibi, meyveleri küpler kadar (bir ağaç)! Bu ağacı Allah'ın celâl ve azameti kaplayabildiğine kapladığı için hali değişmiş (daha güzel olmuş) o kadar güzel (olmuş) ki Allah'ın mahlûkatından hiç biri onun güzelliğini tavsif edemez. Derken Allah bana neler vahyettiyse etti. Bana her günle gecede elli (vakit) namaz farz kıldı. Sonra Mûsa (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yanına İndim. (Bana): Rabbin ümmetine neler farz kıldı? dedi. «Elli (vakit) namaz» dedim. Mûsa (aleyhisselâm) Rabbin (le münacaat ettiğin yer)’e dön de ondan (bu mikdarı) hafifletmesini dile. Çünkü senin ümmetin buna dayanamazlar. Ben Benî İsrail'i denedim; imtihan ettim, dedi. Bunun üzerine Rabbim (le münacaat ettiğim yer)’e dönerek Ya-rabbi! Ümmetime (farz kıldığın) elli (vakit) namazı (biraz) hafiflet diye niyazda bulundum. Benden elli (vakit) namazın beşini indirdi. Ben Mûsa'ya dönerek (Rabbını) benden namazların beşini indirdi, dedim. Mûsa (aleyhisselâm) Senin ümmetin buna takat getiremezler. Hemen rabbine müracat ile ondan tahfif dile, dedi. (Bu minval üzere) Rabbını Tebareke ve Teâlâ hazretleri ile Mûsa (aleyhisselâm) arasında bir hayli gidip geldim. Nihayet Rabbını! «Ya Muhammed! (Sana farz kıldığım) bu namazlar her gün ve gecede (kılınacak) beş vakit namazdır. (Ama) Her namaz için on sevap vereceğim için netice (yine) elli maz olur. Her kim bir hayır işlemek İster de, onu yapamazsa, o kimseye bir sevap yazılır. Yaparsa on sevap yazılır. Ve her kim bir kötülük yapmak ister de yapmazsa (ona) hiç bir şey yazılmaz. O kötülüğü yaparsa bir tek günah yazılır.» buyurdu. müteakip (o yerden) indim ve Mûsa (sallallahü aleyhi ve sellem)’e vararak (olup bitenleri) kendisine haber verdim. Mûsa (yine) Rabbine dön de tahfif dile dedi.» Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdular: Rabbime (çok) müracaatta bulundum artık ondan utanır oldum dedim.»
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Resûlüllah Sallallahü Aleyhi Ve Sellemin Geceleyin Semalara Yürütülmesi Ve Namazların Farz Kılınması Bâbı
430-)
Bana Abdullah b. Haşim El-Abdi rivâyet etti. ki): Bize Behz b. Esed rivâyet etti. ki):Bize Süleyman b. El-Mugira rivâyet etti. ki): Bize Sabit, Enes b. Malik'ten naklen rivâyet etti. Enes şöyle dedi: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): geldiler ve (beni alıp) zemzeme götürdüler. Göğsümü yardılar: Sonra zemzem suyu İle yıkadılar. Sonra beni (yerime) indirdiler...» buyurdu.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Resûlüllah Sallallahü Aleyhi Ve Sellemin Geceleyin Semalara Yürütülmesi Ve Namazların Farz Kılınması Bâbı
431-)
Bize Şeyban b. Ferruh rivâyet etti. ki): Bize Hammad b. Seleme rivâyet etti. ki): Bize Sabit el-Bunanî, Enes b. Malik'ten rivâyet etti ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) (küçüklüğünde) çocuklarla oynarken Cebrail (sallallahü aleyhi ve sellem) gelerek onu tutmuş ve yere yatırarak kalbini yarmış; kalbini çıkararak ondan bir kan pıhtısı almış ve Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e hitaben: Şeytanın senden nasibi işte budur, demiş. Sonra kalbini altın bir tasın içinde zemzem suyu ile yıkamış ve kapamış sonrada yerine iade etmiş. çocuklar koşarak Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in annesine yani sütannesine gelmişler ve: Muhammed'i öldürdüler demişler. Sonra onu rengi uçmuş bir halde karşılamışlar. Enes: Ben Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in göğsünde iğnenin eserini görürdüm demiş.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Resûlüllah Sallallahü Aleyhi Ve Sellemin Geceleyin Semalara Yürütülmesi Ve Namazların Farz Kılınması Bâbı
432-)
Bize Harun b. Saîd el Eyli rivâyet etti. ki): Bize, İbn Vehb rivâyet etti dedi ki: Bana Süleyman —ki İbn Bilâl'dır— haber verdi dedi ki: Bana şerik b. Abdillâh b. Ebû Nemir (735) rivâyet etti dedî ki: Enes b. Mâlik Resulüllâh (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Kabe mescidinden alınarak yürütüldüğü geceyi bize şöyle anlatırken dinledim: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e vahiy gelmezden önce (bir gece) kendileri Mescidiİ-Haramda uyurken üç nefer gelmiş...» hadisi Sabit el Bunani'nin hadisi tarzında bütün kıssası ile hikâye etmiş yalnız hadiste bazı takdim ve te'hirler, ziyade ve noksanlar yapmış. Müslim'e itirazlarda bulunulmu büradakl rivâyetlerden dolay.
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Resûlüllah Sallallahü Aleyhi Ve Sellemin Geceleyin Semalara Yürütülmesi Ve Namazların Farz Kılınması Bâbı
433-)
Bana Harmeletu'bnü Yahya et-Tücîbî de rivâyet etti. ki): Bize İbn Vehb haber verdi dedi ki: Bana Yunus, İbn Şihaptan, o da Enes b. Malik'ten naklen haber verdi. Enes şöyle dedi: Ebû Zerr rivâyet ediyordu ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): bulunduğum bir sırada evimin tavanı aralanarak Cibrîl (aleyhisselâm) iniverdi, benim göğsümü yardı, sonra onu zemzem suyu ile yıkadı, sonra hikmet ve imanla dolu altından bir tas getirerek onu benim göğsüme boşalttı. Sonra göğsümü kapadı. Daha sonra elimden tutarak beni semaya çıkardı. Birinci semaya geldiğimiz zaman Cibrîl (aleyhisselâm) onun bekçisine (kapıyı) aç dedi, bekçi. Kim o? diye sordu. Cibrîl: Bu Cibrîl'dir diye cevap verdi. Yanında kimse var mı? Evet, yanımda Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) var. O gönderildi mi? Evet. üzerine bekçi kapıyı açtı. Birinci semaya yükseldiğimiz zaman baktım ki orada bir zat duruyor. Sağında bir takım karaltılar solunda da bir takım karaltılar var. Sağ tarafına baktı mı gülüyor, sol tarafına baktığı zaman ağlıyor. Bu zat: (Bana) «Hoş geldin Salih peygamber ve Salih evlât» dedi. Ben: Cibrîl bu zat kim?» dedim Cibrîl: Âdem (sallallahü aleyhi ve sellem)'dir. Sağında ve solundaki şu karaltılar da çocuklarının ruhlarıdır. Sağdakiler cennetlikler sol tarafındakiler de cehennemliklerdir. (Bu sebeple) Sağ tarafına bakınca gülüyor sol tarafına baktı mı ağlıyor.» dedi. Sonra Cibrîl beni daha yukarıya çıkardı. Nihayet ikinci semaya geldi, onun bekçisine de (kapıyı) aç, dedi. İkinci semanın bekçisi ona birinci semanın bekçisinin söylediğini söyledi ve kapıyı açtı. b. Malik demişki: (Böylece) Ebû Zerr Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in göklerde Âdem, İdris, Îsâ, Mûsa ve İbrahim (salevâtullahi aleyhim ecmaîn) hazeratım bulduğunu anlattı ama onların yerlerinin nasıl olduğunu tesbît etmedi. Yalnız Âdem (aleyhisselâm)'ı birinci semada İbrahim'i altıncı semada bulduğunu söyledi. ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Cibrîl, İdris (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanına uğradıkları vakit İdris: peygamber ve Salih kardeş hoş geldin» dedi. Sonra geçip gitti. Ben (Cibrîl'e) Bu kim dedim, Cibrîl: «Bu Idris'tir» cevabını verdi. Sonra Mûsa (aleyhisselâm)'a uğradım, o da: «Salih peygamber, Salih kardeş hoş geldin» dedi. Cibrîl'e: «Bu kim» dedim? «Bu Mûsa'dır» cevabını verdi. Sonra Isâ (aleyhisselâm)'a uğradım. O da «Salih peygamber Salih kardeş hoş geldin» dedi. Ben (Cibrîl'e): «Bu kim?» dedîm. «Bu Meryem'in oğlu isa'dır, dedi. Sonra İbrahim (aleyhisselâm)'a uğradım (bana) o da: «Salih peygamber, Salih evlât hoş geldin» dedi. (Cibrîl) e: «Bu kim?» dedim. «Bü İbrahim'dir» cevabını verdi.» Şihap demiş: Bana İbn Hazm haber verdi ki. İbn Abbâs ile Ebû Habbete'l-Ensârî şöyle derlermiş Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): Cibrîl beni daha yukarıya çıkardı. Nihayet öyle bir seviyeye çıktım ki, orada kalemlerin hışırtısını işitiyordum.» Hazm ile Enes b. Malik Şöyle dediler: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdularki: (O zaman) Allah ümmetime elli (vakit) namaz farz kıldı. Ben bunu alarak döndüm ve Mûsa'nın yanına uğradım. Mûsa (aleyhisselâm): ümmetine neleri farz kıldı?» dedi. elli (vakit) namaz farz kıldı» dedim. Mûsa (aleyhisselâm) bana: Rabbine müracaat et. Çünkü senin ümmetin buna dayanamaz» dedi. Bunun üzerine Rabbime müracaat ettim. O da bu namazların bir kısmını indirdi. Ben yine Mûsa (aleyhisselâm)'a dönerek keyfiyeti kendisine haber verdim. Mûsa: müracaat et. Çünkü senin ümmetin buna dayanamaz» dedi. Ben yine Rabbime müracaat ettim. Rabbim namazlar beştir. (Ama) Onlar (sevap itibari ile) ellidir. Bende söz (bir olur) değişmez» buyurdu. Bunun üzerine tekrar Mûsa'ya döndüm. Mûsa (aleyhisselâm) (yine): dön, dediyse de: «Ben artık Rabbimden utanır oldum» dedim. Sonra Cebrail beni (daha ileriye götürdü) ta Sidretü'l Münteha'ya vardık. Onu öyle bir renkler kaplamıştı ki, bunların ne olduklarını bilmiyorum. Sonra beni cennete koydular. Ne göreyim cennette inciden kubbeler var. Toprağı da misk.»
Kaynak: Sahîh-i Müslim, Îmân
Konu: Resûlüllah Sallallahü Aleyhi Ve Sellemin Geceleyin Semalara Yürütülmesi Ve Namazların Farz Kılınması Bâbı